
27.1. HER İNSANIN SAHİP OLDUĞU NE VARSA HEPSİNİN ALLAH'A KALACAĞI VE İNSANIN TEK BAŞINA OLARAK GELDİĞİ GİBİ YİNE TEK BAŞINA ALLAH'A DÖNECEĞİ
Sûre-i Meryem Âyet: 77- (Şu) Âyetlerimizi (inkâr ile) kâfir olan ve “Bana elbette mal ve evlad verilecektir.” diyen adamı gördün mü?
78- O, gayba mı vâkıf, yoksa çok esirgeyici (Allah) nezdinde bir ahid mi edinmiş?
79- Hayır, öyle değil, biz onun söyleyegeldiği (sözü) yazar, azabını da uzattıkça uzatırız, çoğalttıkça çoğaltırız.
80- Onun söyler olduğuna (mal ve evlâda) Biz mirascı olacağız ve o, bize tek başına gelecektir.
Not: Bu âyetler “As bin Vâil” hakkında nâzil olmuştur. Şöyle ki: Habbab'ın (ra) onda alacağı vardı. İstedi. Merkum dedi ki: “Muhammed'e (sav) küfretme-dikçe parayı vermem.” Muşârunileyh: “Vallahi ben Peygamberime diri olarak da, ölü olarak da, kabrimden kalktığım zaman da aslâ küfretmem.” deyince öbürü: “Öyle ise ben dirileceğim zaman gel. Orada malım da olacak, evlâdım da olacak. Borcumu o zaman öderim.” cevabını verdi.
27.2. KABİRLERİ ZİYARET ETMENİN -BÖBÜRLENMEK VEYA ÇOKLUKLARIYLA İFTİHAR ETMEK İÇİN DEĞİL- İBRET ALMAK VE YARIN BURAYA GELECEĞİMİZİ DÜŞÜNEREK ORAYA HAZIRLIK YAPMAYA ÇALIŞMAK İÇİN OLMASI GEREKTİĞİ VE KABİR AZABININ HAK OLDUĞU
Sûre-i Tekâsür Âyet: 1- Sizi çoklukla böbürleniş (mal, evlad ve erkek çokluğuyla, o derece) oyaladı (ki Allah'a tâatten alıkoydu).
2- Tâ kabirler(e kadar gidip) ziyaret ettiniz.
3- (Bundan) Sakının. İleride (bu öğünmenizin kötü akıbetini) bileceksiniz.
4- Yine sakının. İleride (kabirde) bileceksiniz.
5- Sakının. Eğer şüphesiz (ve kat'i) bir bilgi ile bilseydiniz (böyle yapmazdınız, yani bu öğünmenizin doğuracağı feci akıbetleri düşünseydiniz).
6- Andolsun, siz o alevlenmiş ateşi mutlaka göreceksiniz.
7- Yine andolsun, onu ayn-ı yakîn ile mutlak göreceksiniz.
8- Sonra, andolsun, o gün elbet ve elbet size nimet(ler) sorulacaktır. (Dünyada zevkyâb olduğunuz sıhhatten, kazandığınız vakitlerinizden, eminliklerinizden, yemenizden, içmenizden vesâireden.)
Not: Bu âyet-i celîle kat'i olarak kabir azabının olacağını haber vermiştir. Kabir mücrimler için ilk azab mahallidir. Mal ve evlad çokluğu hepsi kabre kadardır. Ondan sonra kabirde sen amelinle beraber baş başa kalacaksın. Mal ve evlad, aile ve akraba cümlesi geri dönecektir. Bunları yakînen bileceksiniz, göreceksiniz. İşte bu akıbeti düşünerek, kabirleri ziyaret ederken çok tefekkür etmek lâzımdır.
Kabirleri ziyaret edenlerin dönüşlerinde mutlaka hâllerinde bir değişiklik olması şarttır. Eğer olmuyor ise, kabir ziyaretinden müstefid olamamışsındır.
Bu âyetlerin nüzulüne sebep olan vâkıa şudur: Abdi Menâfoğulları ile Sehmoğulları birbiriyle “Biz çokluğuz, siz azlıksınız!” münakaşasına girmişler, hatta dirileri ile beraber kabirlere kadar gidip ölülerini de bu sayıya dahil etmişlerdi. Kur'ân bu hadiseyi açıklarken hakikatin mal ve nüfus çokluğu ile iftihar edilmeyip, o kabirde sana verilen nimetlerin bir muhasebesinin olabileceğini tefekküre dâvet etmektedir.
27.3. ALLAH'IN ÇAĞRI EMRİNE UYARAK HER ÖLEN NEFSİN MUTLAKA KABİRLERİNDEN KALKACAKLARI, ÖLDÜKTEN SONRA DİRİLECEKLERİNİN BEYANI
A- Sûre-i İsrâ Âyet: 49- Dediler ki: “Biz bir sürü kemik, kırıntı ve döküntü (hâlinde bir toprak) olduğumuz vakit mi, hakikaten biz mi yeni bir yaratılışla diriltileceğiz?”
50- Söyle: “Gerek bir taş (gibi çetin), gerek bir demir (gibi kuvvetli) olun.”
51- Yahut göğüslerinizde (akıllarınızca) büyüyen herhangi bir halk (olun, mutlaka diriltileceksiniz). “O hâlde bizi kim (dirilterek) geri çevirecek?”diyecekler. Sen de, de ki: “Sizi ilk defa yaratmış olan (kudret sahibi diriltecektir.)” O vakit sana başlarını sallayacaklar da: “(İstihzâ ile) Ne vakit o?” diyecekler. Söyle ki: “Yakın olması memuldur.”
52- (Allah) Sizi çağıracağı gün hemen (kabirlerinizden kalkıp) O'nun emrine icabet edeceksiniz ve sanacaksınız ki (kabirlerinizde) ancak pek az bir müddet kalmışsınızdır. (Kıyâmetin dehşetinden dolayı böyle sanacaklar.)
B- Sûre-i Hacc Âyet: 6- (Kur'ân-ı Kerîm'de insanın yaratılışındaki muhtelif tavırlardan ve tahavvüllerden yeryüzünün ihyasına kadar anlatılmıştır ki) Bunun sebebi şudur: Çünkü Allah Hakk'ın tâ kendisidir. Hakikat, ölüleri O diriltiyor. O, şüphesiz her şeye hakkıyla kâdirdir.
7- Ve çünkü o saat elbette gelecektir. Onda hiçbir şüphe yoktur. Muhakkak Allah kabirlerde olan kimseleri de diriltip kaldıracaktır.
C- Sûre-i Yâsîn Âyet: 51- “Sûr”a üfürülmüştür. (Bu, ölülerin kabirden kalkmasına mahsus ikinci nefhadır.) Artık bakarsın ki onlar kabirlerinden (kalkıp) Rablerine doğru koşup gidiyorlar.
52- (O zaman şöyle) Demişlerdir: “Eyvah bize! Uyuduğumuz yerden bizi kim kaldırdı? Bu (ba's, dirilmek) çok esirgeyici (Allah)ın vaad ettiği şey. Gönderilen (peygamber)ler (meğer) doğru söylemiş.”
27.4. ALLAH’IN İNSANLARI NASIL DİRİLTECEĞİNE DÂİR İLÂHÎ DELİLLER
A- Sûre-i Lokman Âyet: 28- Sizin (topunuzun) yaratılmanız da, tekrar diriltilmeniz de bir tek kişi(yi yaratmak ve diriltmek) gibidir. Hakikat Allah her şeyi işiten, kemâliyle görendir. (Tekrar dirilmeyi inkâr eden müşriklerin sözlerini işiten, yaptıklarını görüp de cezalarını verecek olandır. O'nun kudretine göre az da, çok da birdir. Her hangi bir şe'n onu diğer bir şe'nden alıkoymaz.)
B- Sûre-i Fussilet Âyet: 39- Senin hakikaten boynunu bükmüş (nebattan mahrum ve kupkuru) gördüğün arz da onun âyetlerindendir. Fakat Biz üzerine suyu (yağmuru) indirdiğimiz vakit o, harekete gelir, kabarır. Ona muhakkak can veren (Allah), elbet ölüleri de dirilticidir. Çünkü O, her şeye hakkıyla kadirdir.
(Topraktaki tohumların tekrar vücud bulması tohumların canlılığını muhafaza etmesindendir. Toprağa canlı olarak düşen bir tohumun tekrar vücud bulması için yağmura ihtiyacı varsa -ki bu yağmur kudret-i İlâhiyenin bir vasıtası olmuş oluyor- toprağa gömülen insanın da canlılığını muhafaza eden ilk yaratılış hücresi bâkî kalmaktadır. Yağmurun o tohum üzerine kudret-i İlâhiyenin bir vasıtası olarak nasıl tesir ederek tekrar ölmüş arzdan o nebâtâtlardan zuhuruna sebep oluyor ise, kudret-i İlâhiyenin tecellisine vesile olan “Sûr”a üfürülmekle de ne kadar hilkat-ı beşer hücreleri var ise yeniden ilk yaratılış hayatına dönüyor. Nitekim arzda vuku bulan hayat budur. İşte bunun gibi insan da böylece yeniden dirilecektir. İlâhi misal bunu anlatmaktadır.)
C- Sûre-i Kâf Âyet 15- Ya Biz ilk yaratışta acz mi gösterdik (ki tekrar diriltmekten âciz olalım). Hayır, onlar bu yeni yaratıştan (tekrar diriltmekten) şüphe içindedirler.
16- Andolsun, insanı Biz yarattık. Nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu da biliriz. (Çünkü) Biz ona şah damarından daha yakınız.
27.5. KABİRDE SUALİN HAK OLDUĞU VE BU SUALDE MÜ'MİNLERE ALLAH'IN YARDIM EDECEĞİ. KABİRDEN KALKIP HESABA GELİNCEYE KADAR SUAL SORULMAYACAĞI
A- Sûre-i İbrahim Âyet: 27- Allah, iman edenlere dünya hayatında da, âhirette de, o sabit söz(ler)inde, daima sebat ihsan eder. Allah zâlimleri (kâfirleri) şaşırtır. Allah ne dilerse yapar.
Not: Burada “Âhiret”ten murad, Sahihayn'deki bir hadis-i şerife nazaran, kabirdir. Çünkü kabre giren mü'minlere iki melek gelip Rablerini, dinlerini, peygamberlerini soracaklar, onlar da dostdoğru cevap vereceklerdir. “Kavl-i sabit” kelime-i tevhiddir. Kalblerde yerleşen kelime-i tayyibedir. Kabre yatan her insana sual eden münker ve nekir denilen sual meleklerinin suallerine muktedir olabilmesinde mü'minlere yardım eder. Bu sûretle sualin şiddetinden emin olur. Allah-u Teâlâ'nın kulunu âhirette tesbiti kabirde vâki olur. Bu tesbit ölüye üç sûretle olur:
1. Ölüye, doğru ne ise, o telkin edilir. Binâenaleyh o, Cenâb-ı Hakk'ın razı olacağı cevabı verir.
2. Ondan korku, telaş zâil olur.
3. O, cennetteki yerini görür. Bu vechile onun kabri cennet bahçelerinden bir bahçe olur. Birçok hadislerde de buyrulduğu üzere kâfirler kabir suallerine doğru cevap veremeyeceklerdir. Ba'se kadar kabir azabından kurtulamayacaklardır.
B- Sûre-i Rahmân Âyet: 39- İşte o gün (gök yarıldığı gün) ne insana, ne cinne günâhı sorulmayacak. (Kabirden çıkıp da mevkıfe sürülecekleri zaman kimseye hesab sorulmayacak. Hesab ve sual diğer vakitte, mahşerde olacaktır. Hicr Sûresi
92 ve 93'üncü âyet-i celîledeki hesab şüphesiz muhakkaktır. Bu âyette buyrulmuştur ki “Rabbin hakkı için andolsun ki onlara, topuna yapmakta olduklara şeyleri elbette soracağız.”)
27.6. KABİRDEN KALKAN MÜ'MİN-İ SALİHLERE TEBŞİRATLAR, MÜJDELER VERİLECEĞİ
A- Sûre-i Enbiyâ Âyet: 103- O en büyük korku (günâhkârlara cehenneme sevk emrinin verilmesi) bunları aslâ tasaya düşürmez. Bunları melekler karşılayarak: “Bu, size (dünyada) vaad olunan (mutlu) gününüzdür.” (diye cennet kapılarında, kabirden kalkarken tebrik ederler.)
B- Sûre-i Fussilet Âyet: 30- Hakikat “Rabbimiz Allah'tır.” deyip de sonra doğruluğu iltizam edenler (yok mu?) Onların üzerlerine “Korkmayın, (ölümden ve ondan sonrasından, geçmiş amellerinizden) tasalanmayın (arkada bıraktığınız evlad ve ailenizden dolayı. Biz onlara halef oluruz). Vaad olunduğunuz cennetle sevinin.” diye diye melekler inecektir (ölümleri zamanında).
31,32- “Biz dünya hayatında da, âhirette de sizin dostlarınızız, Çok yarlığayıcı, çok esirgeyici (Allah)tan bir fazl-u kerem olmak üzere, burada canlarınız neyi çekerse (hepsi) sizindir, burada ne isterseniz (hepsi) sizin.”
27.7. KABİR AZABININ HAK OLDUĞU VE HAFİFLETİCİ SEBEPLERİ VE BU HUSUSA DÂİR UMÛMÎ BİLGİ
(Abdullah) b. Abbas'tan (ra), şöyle demiştir: (Bir defa) Nebî-i Mükerrem (sav) Medine yahut Mekke bahçelerinden birinin yanından geçiyordu. Kabirlerinde azab gören iki insanın sesini duydu. Nebî-i Muhterem (sav): “Bunlar azab görüyorlar.
Hem de azab görmeleri büyük bir şey için değildir.” buyurduktan sonra (yine devam ederek): “Evet (günâhları büyüktür) biri, bevlinden istibra etmez (yani sakınmaz)dı, diğeri de koğuculuk ederdi.” buyurdu. Ondan sonra yaprakları soyulmuş taze bir hurma dalı istedi. Dalı iki parça etti. Her birinin kabri üzerine birer parça dikti. “Yâ Resûlallah! bunu ne için yaptın?” diye sordular. “Bunlar taze kaldıkça belki (azabları) hafifler.” cevabını verdiler.
Ahvâl-i kabir hakkında muhtelif rivâyet ve ehâdis-i şerife mevcuttur.
Buharî Hadis No: 658- Enes ibn-i Mâlik'ten Nebi'nin (sav) şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: (Mü'min) Kul, kabrine konulup onun ashâb ve yârânı geri dönüp gittiklerinde -ki meyyit, bunlar yürürken ayakkabılarının sesini bile muhakkak işitir- ona (Münker ve Nekir adlı) iki melek gelir. Bunlar meyyiti oturturlar ve ona:
“Hâ şu Muhammed (sav) denilen kimse hakkında (ki kanâatin nedir?) ne dersin?” diye sorarlar. O mü'min de: “Samimi bildiğim ve size de bildirmek istediğim şudur ki, Muhammed (sav) Allah'ın kulu ve Allah'ın Resûlüdür.” diye cevap verir. Bunun üzerine melekler tarafından: “Ey mü'min! Cehennemdeki yerine bak. Allah-u Teâlâ bu azab yerini senin için cennetten (yüce) bir makama tebdil eyledi.” denilir. Nebi (sav): “O mü'min, cehennem ve cennetteki iki makamını birden görür.” buyurmuştur.
Fakat kâfir veyahut münâfık olan meyyit (meleklerin bu sualine karşı) “Muhammed hakkında bir şey bilmiyorum. Halkın ona ‘peygamber’ dedikleri bir sözü (işitir), ben de halka uyup söylerdim.” diye cevap verir. Bu iki melek tarafından bu kâfir veya münafığa: “Hay sen anlamaz ve uymaz olaydın.” denilir.
Sonra bu kâfir veya münafığın iki kulağı arasına demirden bir topuzla vurulur. O topuzu yiyince kâfir veya münâfık şiddetli sayha ile bir bağırır ki, bu feryadı ins ve cinden başka bu ölüye yakın olan her şey işitir.
Not: Kürre-i arzın ağırlığını teşkil ettikleri için (göksiyah melekler) (sekaleyn) ins ve cinnin duymamasının hikmeti: Dâr-ı ibtilâ olan bu fena âlemindeki ibtilâ ve imtihanın devamıdır. Duymak mümkün olsa, ibtilâ ve imtihan ortadan kalkar ve iman bir zaruriyet hâlini alır. Bu iki meleğe Münker ve Nekir denilmesinin sebebi: İnsanların, meleklerin, hayvânât ve sâir behâimin hilkatlerine benzemeyip, maruf ve malûm olmayan bir şekl-i garibde yaratılmış olduklarından kendilerine bu iki isim verilmiştir. Bu iki kelimenin medlûl-ü aslîsi birdir.
Bu hadis-i şeriften müstefâd olan hükümler arasında en mühimi kabir azabının sûbûtudur ki, Ehl-i Sünnet ve Cemaat mezhebidir. Kabir azabı keyfiyeti Kitap ve Sünnetteki delâilin kesretiyle mümtaz olan mesâil cümlesinden ve İslâmi hükümler meyanındadır.
“Tâ-Hâ sûresi”nde “Kim ki benim zikrimden, bana ibadetten yüz çevirir, o kimse için sıkıcı bir hayat tarzı yaşamak mukarrerdir.” 124'ncü âyet-i kerimesindeki مَعِيشَةً ضَنْكاً “Maişeten Dankâ” ile murad, ehl-i küfre yapılacak kabir azabını haber vermektir.
Hâkim'in rivâyetinde: Şu tafsilat vardır: Mü'min kabre konunca hemen kıldığı namazı başucuna, orucu sağ tarafına, zekâtı sol tarafına, sadaka, sıla ve bütün hayrat ve hasenatı ayakları altına gelip ahz-ı mevki ederler. Her hangi bir cihetten mü'minin yanına gelmek istenilse men olunuyor, yanına gelmek mümkün olmuyor. Bu sırada da mü'mine güneş gurub hâlinde temessül ediyor da “Durun, namazımı kılayım.” diyerek sual meleklerini intizara dâvet ediyor. Kabir azabına delâlet eden sahih hadisler ve mütevâtir haberler pek çoktur. “Kabir azabı yalnız ehl-i küfre değil, ehl-i masiyetin de kabirde azab olunmaları haktır.” cümlesi ehâdis-i Nebevîde variddir.
Kabirde tekrar insana akl-ı şuuru iade olunarak hayata kavuşacaktır. Ref olunup çıkan ruh, tekrar iade olunacak. Melekler meyyite suallerini sorup gittikten sonra, eğer meyyit said bir kimse ise, onun ruhu cennete gider, eğer şaki ve günâhkâr ise, onun ruhu da cehennemin kenarında büyük bir taş üzerine gider. İbn-i Abbas'tan rivâyet edildiğine göre, bir kısım insanlar da Berzah'ta bulunurlar ki, burası ne cennettir ne de cehennem. Ashâb-ı A'râf kıssası da buna delâlet eder.
Bazı ulemânın beyanına göre ervâh-ı suadâ cennette olmakla beraber, kabirlerine olan alâka ve ıttılaları kesilmez. Bu alâka bilhassa Cuma gece ve gündüzü ile Cumartesi gecesi güneş doğuncaya kadar pek canlı bir sûrette vuku bulur. Ervâh-ı suâda, dünyadaki dirilerin işledikleri işlerden de haberdar olurlar. Saîd olan biri vefat ettiğinde ona dünyadaki âşinâlarının ahvâlinden ve “Filan ne iştedir, filan ne yapıyor?” diye birer birer sorarlar. Eğer yeni ölünün ruhu, sorulan kimse hakkında hayır haber verirse, saîd olan ruh: “Yâ Rabb! Bu dostumuzu hayrında dâim ve sabit kıl.” diye duâ eder. Eğer hayırdan başka bir cevap verirse, buna da: “Yâ Rabb! Hayra yönelt, hayra çevir.” diye duâ ederler. Eğer yeni ruh “O dostumuz bir zaman evvel ölmüştü. Size gelmedi mi?” diye cevap verirse, bu defa da: إِناَّ لِلَّهِ وَإِناَّ إِلَيْهِ راَجِعُونَ “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” (Allah'tan geldik ve nihâyet Allah'a döneceğiz) (Sûre-i Bakara Âyet: 156) derler. Ve “Yazık, bizim yolumuzdan başka bir yol tutmuş da cehennemdeki durağına gitmiş.” diye acınırlar.
Bazı âlimler de ervah-ı suâdanın kabirlerine olan bu alâkaları sırasında kendilerine selâm veren kimsenin selâmını işitirler. Kendilerine izin verilirse, selâmına mukabele de ederler.