
5.1. VEKÂLETİN ENVÂ VE AHKÂMI
5.1.1. Vekâlet
Bir kimsenin bir işi başkasına tefviz ve sipariş etmesi ve bu işte o kimseyi kendi yerine ikame eylemesidir. Tefviz eden, eyleyen kimseye müvekkil, yerine ikame eylediği zâta vekil, tevdi edilen işe de müvekkelün bih denir. Tevkil de bir emirde tasarrufu başkasına tevdidir. Tevekkül de Allah-u Teâlâ'ya izafetle tefviz ve teslim-i umûrdur. Vekâlet; lügaten hıfz mânâsına da gelir. Esmâ-i ilâhiyeden olan “vekil”, hafız mânasınadır. Vekil-i musahhar da, celb ve ihzarı kabil olmayan, dava olunanın nâmına hukukunu muhafaza için hâkim tarafından tayin edilen vekildir. Mahkemeye gelmekten, vekil göndermekten imtina edene de böyle vekil tayin edilir.
5.1.2. Risâlet
Bir kimsenin sözünü, tasarrufta dahli olmayarak başka bir kimseye tebliğ etmektir. Gönderen kimseye mürsil, gönderilen zâta murselün ileyh, aradaki vâsıtaya resûl denilir.
5.1.3. Vekâletin Rüknü
Bey' gibi icâb ile kabuldür. Binâenaleyh vekâlet, icab ve kabul ile mün'akid olur. Şöyle ki, müvekkil: “Şu işe seni vekil ettim.” deyip, vekil de “Kabul ettim.” dese yahut kabulü iş'ar eden başka bir söz söylese, vekâlet mün'akid olur. Yine böyle, vekil bir şey söylemeyip de o işin icrasına teşebbüs eylese, delâleten vekâleti kabul etmiş olmakla tasarrufu sahih olur. Vekilin bir işi idare hususunda resmi bir sıfatı bulunması yahut bir işin icrası mülkünün icabından olması yahut da bu gibi işleri kabul edeceğini ilân etmesi hâlleri de delâleten vekâleti kabul etmiş sayılır. Derhâl reddetmedikçe tasarrufu muteber olur. Binâenaleyh müvekkil: “Bu işe seni vekil ettim.” deyip de vekil olacak kimse: “Kabul etmem.” diye reddettikten sonra müvekkelün bihin icrasına mübaşeret etse, tasarrufu sahih olmaz. İzin ve icazet tevkildir. Hatta icazet-i lâhikanın vekâlet-i sabıka hükmünde olduğu bir asl-ı fıkhi olarak kabul edilmiştir. Mesela bir kimsenin fuzuli olarak başkasının malını sattıktan sonra mal sahibine haber verip o da tasvip edip izin verse, evvelce onu vekil etmiş gibi sahih olur.
5.1.4. Vekâletin Kısımları
5.1.4.1. Vekâlet-i Mutlaka
Bir şarta muallâk, bir kayıd ile mukayyed olmayan vekâlettir. “Seni şu hususa tevkil ettim.” diye yapılan bir vekâlet gibi. Buna “Vekâlet-i Mürsele” de denir.
5.1.4.2. Vekâlet-i Muallaka
Bir şarta rabt ve talik olunan vekâlettir. “Filan kimse aleyhimde dava açarsa, onunla müdafaada bulunmaya vekilimsin.” demek gibi bir sûretle yapılan vekâlet, bu kabildendir.
5.1.4.3. Vekâlet-i Muzafe
Muayyen bir vakitten itibaren başlaması meşrut olan vekâlettir. “Gelecek filan ayın ibtidasından itibaren seni şu hususta vekil ettim.” diye yapılan vekâlet gibi.
5.1.4.4. Vekâlet-i Mukayyede
Bir şarta muallâk veya bir vakit ile mukayyed olan vekâlettir.
5.1.4.5. Vekâlet-i Hassa
Husus ifade eden bir söz ile yapılan, mahdut, muayyen hususa âit bulunan vekâlettir. Muayyen bir malı satmaya vekâlet gibi.
5.1.4.6. Vekâlet-i Âmme
Umûmu iş'ar eden bir tabir ile yapılan, birçok muamelâta şâmil olan vekâlettir. Buna “vekâlet-i mufavveze” de denir. “Seni bütün umûruma bakmak üzere tevkil ettim.” diye yapılan vekâlet gibi.
5.1.4.7. Vekâlet-i Devriyeye
Vekil, her azil edildikçe yenilenen vekâlettir. “Seni ne zaman azledersem vekilim olmak üzere şu işime tevkil ettim.” diye yapılan bir vekâlettir.
Vekâlet-i Umûmîye, örf ve âdet ile takayyüt eder. Ezcümle bundan şu hususlar müstesna bulunur:
1. Müvekkilin zevcesini tatlik (boşamak). Vekil, vekâlet-i hassayı haiz olmadıkça bu taliki yapamaz.
2. Müvekkilin kızını tezvic edemez (nikâhlayamaz). Müvekkil bu tezvici tasrih etmedikçe vekâlet-i âmme ile vekili bunu yapmaya salâhiyettar bulunmaz.
3. Müvekkilin oturduğu hanesini satamaz. Bunu, vekilin satabilmesi için tevkil-i has lâzımdır.
4. Müvekkilin işleriyle muvazzaf kölesini de satamaz.
Hanbelilere göre bütün bu vekâlet, icab ve kabul ile akdolunur. Vekilin kabulü, fevzî (hemen) değildir, istediği vakit kabul edebilir. Elverir ki vekâleti redde dâir bir şey bulunmasın. Çünkü tevkil, tasarrufa izindir. İzin ise ondan rücû edilmedikçe kaimdir, devam eder.
5.2. VEKİLİN HUDUD-I SALÂHİYETİ VE VEKÂLETİN UMÛMÎ HÜKÜMLERİ
1. Bey', şirâ, icâre ve an-ikrârın sulhta vekilin nefsine izafetle hakk-ı akdi vardır. Ehl-i muamele arasında maruf olan bu hususlarda alım, satım, icâre vekile âittir. Vekilin akdi, müvekkiline muzâf kılınması şart değildir. Mesela bey'e vekil olan kimse esnâ-yı akidde: “Şu malı sana sattım.” der de “Fülan nâmına sattım.” demez. Yine böyle şirâya vekil olan kimse de “Şu malı senden aldım.” der de “Fülan nâmına aldım.” demez. Binâenaleyh bey'ide, mebi-i vekil olan kimse teslim eder, semeni vekil kabz eder, ledel-icâb mutâlebe eder. Şirâda mâl-i müşterâyi vekil kabz eder. Velhâsıl rücû, muhâseme gibi haklar doğrudan doğruya vekile teveccüh eder.
2. Bu esasa göre, mesela bey'ide müşteri için semeni bâyiin müvekkiline vermekten hakk-ı imtinâı vardır. Mesela birisi, bir malını satmaya bir kimseyi vekil edip de, vekil marifetiyle satılan bu malın bedelini müşteriden talep etse, müşteri müvekkile vermeyebilir. Bununla beraber müşteri müvekkile verse, bu da sahihtir. Vekil, ikinci defa müşteriden talep edemez.
3. Bir cihet şâyân-ı kayıttır ki, bey', şirâ, icâre hususlarında bizâtihi hakk-ı akdi hâiz olan vekil, akdi kendi nâmına icra etmeyip de hakk-ı mülkiyeti hâiz olan müvekkili nâmına icra eder. Mesela: “Fülanın tarafından bil-vekâle sattım.” yahut “Aldım.” diyerek akdi müvekkiline muzâf kılarsa, bu da sahihtir. Ve bu hâlde hukuk-u akid hep müvekkile âit olur ve vekil resûl mevkiinde kalır. Risâlette ise hukuk-ı akid mürsile âittir. Resûle aslâ taalluk etmez. Vekilin müvekkiline izafetle akd-i mâruf ve lâzım olan hususlarda hüküm, müvekkile râcidir. Bunlar da; nikâh, hibe, sadaka, iare, idâ, rehin, ikraz an-inkâr sulh gibi hususlardır. Bunun sırr-u hikmetine gelince: Bütün bunlar iskatât kabilinden olduklarından, bu akidlerde hükmün sebebinden fasl-u tefriki kabil değildir. Vekil, hükümden hâriç bir şahs-ı ecnebidir. Binâenaleyh hüküm sebebine mukarin olmak için akdin müvekkile izafe edilmesi zaruridir, vâcibdir. Mesela nikâha vekâlet etmek gibi. Hiçbir zaman nikâhın vekâlet edene âit olduğu tasavvur edilemez. Bu sebeple zevce tarafından günün birinde zevcin vekilinden mehir talep edilemez. Yine böyle zevcenin vekili, mehiri müvekkiline teslim ettikten sonra, ledel-iktizâ vekilden mehirin iadesi istenilemez.
4. Vekâlete dâir umûmî hükümlerden birisi de bey'u şirâ ve ifâ ve istifâ-yi deyne ve kabz-ı ayne vekil olan kimsenin cihet-i vekâletten dolayı makbuzu olan malın kendi yedinde (elinde) vedia hükmünde olduğudur. Binâenaleyh vekilin yedinde iken vekilin teaddi ve taksiri olmaksızın telef olsa, zamân lâzım gelmez. Nikâh, hibe gibi hususlar da vedia hükmündedir.
5. Hâzır ve hâl-i sıhhatte olan kimsenin âheri tevkiline cevaz verilmiştir. Bu âmme-i fukahanın kavlidir. İmâm Ebû Hanife şu kadar ki, müvekkilin mahkemede huzurunu ve bizzat cevap vermesini hasmın hakk-ı talebini kabul etmiştir.
6. Müvekkilin malına zarar ve fesat ârız olacağı vekil tarafından anlaşılırsa, müvekkilin izn-i lâhik olmaksızın vekilin müvekkilün bihte tasarrufunun câiz olduğunu ve tazmini mucib olmadığının beyânıdır. Çobanın murdar öleceğine hükmettiği koyunu kesmesi, bağ ve bahçe bekçisinin bir kısım üzüm ve meyvelerin idrâkini görüp de toplamasının tehirinde zarar vukuundan endişe ederek toplaması gibi. Bu gibi hâllerde vekilin hareketi, ihaneti zahir oluncaya kadar müvekkil tarafından hüsn-ü niyetine hükmetmek gerekir. Zararı önlemek ve ıslah maksadıyla olan bu hareketler zamânı mucib değil, bilâkis muskıttır. Vekilin bu hareketini müvekkilin kabul etmesi bir icâzet-i lâhikadır, vekâlet-i sâbıka hükmündedir.
7. Dâr-ı Harbte bulunan veyahut Dâr-ı İslâm'da müste'men olan harbîyi, Müslimin tevkili caizdir. Abdurrahman ibn-i Avf (Aşere-i Mübeşşereden Ubeyd ibn-i Amr cahiliyet ismi), Dâru'1-Küfürde bulunan Ümeyye ibn-i Halef'e vekâlet vermiş idi. Ehl-i ilim diyor ki, Dâru'l-Küfürdeki bir kâfirin Müslüman tarafından tevkili câiz olunca, Dâru'l-İslam'da müste'men olan bir kâfirin tevkili bitarikil-evlâ câiz ve sahih olur.
Burada şu noktayı arz etmek isteriz ki, gerek havâle işinde ve gerekse kefâlet meselesinde ahde vefa esastır. Abdurrahman ibn-i Avf (ra) Ümeyye ibn-i Halef gibi cahiliyet devrinde Kureyş'in en sayılı zındıklarından olan bu zalime, kendisinin mal ve ehl-u etbâını muhafaza için vekâlet vermişti. Ayrıca da Mekke'de aralarında sıkı bir dostluk vardı. Bilmukabele onun Medine'deki mal ve etbâını da kendisinin muhafaza ve himaye edeceğini mektubunda kendisine bildirmişti. Vaktaki Bedir günü Ümeyye ve oğlu Ali sıkışmışlardı. Vekâlet akdine dayanarak Hz. Abdurrahman ibn-i Avf (ra) onları muhafaza için bütün gayretlerini göstermesine rağmen mücâhid Ensâr tarafından öldürülmüşlerdi. Abdurrahman ibn-i Avf'ın (ra) bu zalimi bu kadar siyânetkâr hareket etmesine sebep, ahde vefa ve haslet-i necibesidir.
8. Vekâlet bahsinde erkekle kadının, bakirle seyyibin arasında hiçbir fark yoktur. Erkeğin tâbi olduğu vekâlet hükümlerine tâbidir. Bazı Hanefiler çarşıya, pazara çıkmak itiyadında olmayan ev kadınları için tevkili istihsân etmişlerdir.
9. İhtiyaç hâlinde borç almanın cevazında ulemâ arasında hiç ihtilâf sebk etmemiştir.
10. Hayvan istikrazına da cevaz vermişlerdir. Kadı İyâz “Hayvan olsun, ticâret metâı olsun, her şeyi istikraz cumhur-u ulemâya göre caizdir.” demiştir. İbn-i Abdülber, zi-hayat istikrazında yalnız câriye istikrazının cumhur tarafından istisna edildiğini bildiriyor. Câriye karzını Ebû Hanife de tecviz etmemiştir.
11. Yüksek bir fazilet-i ahlâkiyyeye de talim buyrulmuştur ki; müstakrizin tediye-i deyn ederken mukrizine ikraz ettiği şeyin cinsi, keyli, vezni ve pahası cihetiyle efdalini vermesi marûf ve bunu mukrizin almasının helâl olduğudur. Çünkü Resûl-i Ekrem (sav) mutlak sûrette medh-u sena buyurarak, bu yolda tediye-i deyn edilmesini “Ahsen-i kazâ” ile tavsif etmişlerdir. Bu hususta da icma olduğu Şarih Ayni tarafından bildirilmektedir. Yalnız esnâ-i istikrazda mukrizle müstakriz arasında böyle bir ziyâdenin verilmesi şart kılınmamış olmakla mukayyed olduğunu bildiriyor ki, bu da bil-icma' ribâdır.
12. Bir kimse bir kavmin vekiline veya şefine bir şey hibe ederse, bu hibe caizdir, sahih ve muteberdir. Bir kavmin vekili ve şefi olarak gelen heyetler, o kavmin vekilleri sayılır.
13. Bir kimse âher birisini vekil tayin edip vekil, tevkil edilen maldan bir miktarını terk etse de müvekkil, vekilinin bu hareketini tasvib eylese caizdir.
14. Vekil bir şeyi bey-i fâsid ile bey' ederse, vekilin bu bey'i merduddur. (Ribâ illetine müstenid bir bey' gibi)
15. Devlet Reisinin ikâme-i hududu bi'n-nefs tevelli etmeyerek tevkili câiz olduğu hükmü ve hadd-i şirbin derhâl ikamesi lüzumu, fıkhi meseledendir.
16. Kâbe'ye hediye olarak gönderilen kurbânın sevk ve zebhinde vekâletin cevazı haiz-i ehemmiyettir.
17. Birr-û ihsan ve emr-i hayırda vekâlet caizdir. (Zekâtın, sadakanın tevzii, hacca vekâlet tayini gibi).
18. Bir hususa dâir müteaddit kimseler tarafından bir şahsın vekil tayin edilmesi câiz olduğu gibi, bir kimse tarafından müteaddit şahısların vekil tayin edilmeleri de caizdir.
19. Bir kimse tarafından bir hususa dâir beraber tayin edilen iki kişi, aynı işi münferiden yürütemezler. Fakat husumete, vedia veya âriyeti redde, deyn-i kazaya, magsubu redde, bey-i fâsid ile mebii redde, hibeyi teslime, mal mukabilinde olmaksızın talâka vekâlet, bu kaide-i umûmîyenin dışındadır.
Bir kimse, vekil olduğu hususa başkasını tevkil edemez. Ederse nafiz olmaz.
Vekile ücret verilmesi, ya vekâlet yapılırken şart edilmekle veya vekilin hâline nazaran lâzım gelir. Vekâlette ücret şart koşulmuş, vekil de vekâletini ifâ etmiş olunca, bu ücrete müstahik olur.
Mâlikilere göre vekâletler hakkında şu gibi hükümler câridir:
1. Bey'e vekil olan, malın parasını talebe ve kabza salâhiyettar olur.
2. Vekilden sattığı şey ve satın aldığı şeyin parası talep olunur.
3. Müşteri, vekilin vekil olduğunu bilmez ise ayıptan dolayı vekil mutaleb olur.
4. Vekil, müvekkilin malını istediği ücretten az bir para ile satsa dahi müvekkil vekile icazet verip vermemekte muhayyerdir.
5. Vekil, müvekkili aleyhine ikrârda bulunamaz.
6. Bir kimse, bir işi yapmayacağından dolayı yemin etmiş olsa onu, vekiline yaptırınca yemininde hanis olur.
7. Vekil, müvekkiline red ve teslim ettiği iddiasında yeminiyle tasdik olunur.
8. Borcu tediyeye vekil olan, bunu alacaklıya verdiğini ispat edemezse zâmin olur.
9. Vekil-i has, müvekkilin izni olmadıkça yerine başkasını tevkili memnudur.
Şâfiilere göre de vekâletler hakkında şu gibi hükümler cereyan eder:
1. Bey'e vekil-i mutlak ile vekil olan, malı ancak bulunduğu beldede tedavül eden nukud ile satabilir. Onu veresiye satamaz. Bu satış icazete bağlıdır.
2. Bir vekilin emânet sıfatı zâil olursa, telef ve red hakkındaki iddiası kabul olunmaz.
3. Bir vekil, bizzat ifasına muktedir olduğu işe izinsiz başkasını tevkil edemez.
4. Müvekkil, satılacak malın zamanını, şahsın muayyenliğini ve mekanını emir etmiş olsa, vekil buna muhalefet edemez.
Hanbelilere göre de vekâletlerde şu gibi hükümler vardır:
1. Vekâletle yapılan şeylerde hukuk-u akd, müvekkile aiddir. Vekil, müvekkili nâmına yaptığı işlerden sorumlu değildir, çünkü vekil emindir. Altın para ile satılması emredileni gümüş para ile satsa dahi sahihtir.
2. Vekâletler, muvakkat ve muallak olarak da sahihtir.
3. Müvekkil bir sadakayı tasadduk için vekile izin verse, vekil bu maldan sadakaya ehil olsa dahi kendisine bir şey alamaz. Vekil, bu sadakayı kendi hesabına, evladına veya zevcesine verebilir mi? Evlâ olan kavle göre vermesi caizdir.
Zahirilere göre de vekil, câiz olan hususlarda müvekkili nâmına tasarrufta bulunur. Onun emrine harfiyen tâbi olur. Aksi takdirde tasarrufu merduddur.
5.3. SATIN ALMAYA VEKÂLET (ŞİRÂYA VEKÂLET)
1. Bir kimse, bir şahsı şirâya (bir malı almaya) vekil edince, alınacak şeyin cinsini beyan etmesi lâzımdır. Nevini de beyan etmek gerekir. Cinsler, ya asılın veya maksadın veya sanatın ihtilâfıyla muhtelif olur. Mesela: Koyunun yünü ile derisi, Isparta halısı ile Uşak halısı gibi, yünden yapılmış ama sanat ihtilâfı vardır. Şirâya vekil olan, cinste muhalefet ederse, müvekkil için geçerli olamaz. O, vekile âit olur. Mesela koyun yerine keçi alması gibi. “Yumurta al.” dediği zaman tavuk yumurtası câridir. Çünkü yenilmesi mütearef olan budur. Arsa alınması gerekirken o arsaya yapılan bina satın alınamaz. Vekil azil olunur. Arsa bağ, bostan hâline ifrağı da bu hükümdedir. Ölçüsü, tartısı beyan olunmaz ise vekâlet sahih olmaz.
2. Bir kimse tamamını satın almaya vekil olduğu şeyin yarısını satın alsa, bu malda zarar veya ayıp husûle gelse, vekil hakkında nafiz olur, müvekkil hakkında nafiz olmaz. Yarısını satın almaya mezun iken yarısını da kendisine, yarısını müvekkiline alsa sahih olur. Bir top kumaş istenirken yarım top kumaş alınsa, müvekkil için nafiz olmaz, vekile kalır.
3. Genel olarak iştiraya tevkil, nukud ile iştiraya masruf olur. Yani parası hakkında bir beyan olmaz ise, satın alınan bir mal herhangi bir eşya ile trampa edilemez. Meğerki müvekkil izin vere. Muayyen bir mevsimde lüzumu olan şeyin alınması hakkındaki vekâlet, delâleten o mevsimin her cinsine masruf olur.
4. Bir muayyen şeyi satın almaya vekil olan, o şeyi kendisi veya başkası için alamaz. Fakat müvekkilin huzurunda “Ben bu malı kendim için aldım.” derse vekilin olur. Vekil, vekâletten azledilmiş olur. Bir de bir kadını bir şahsa nikâhlamaya vekil olan kimse, o kadını kendi nefsi için nikâh edebilir. Bir malı satın almaya vekil olan, evet veya hayır gibi bir şey söylememiş ise, isterse kendisi için, isterse de müvekkili için alabilir. Kendisi için alırsa vekâletten azledilmiş olur. Gayr-i muayyen bir şeyi satın almak için iki kimse tarafından başka başka tevkil edilen bir şahıs, o şeyi bunlardan hangisi için dileyerek almışsa, o şey onun olur.
5. Lâlettayin iştiraya vekil olan, kendi malını müvekkiline satamaz. Velev ki müvekkili bunu emretmiş olsun. Ancak başkasına sattığı bir malını alabilir. Vekil, usûl ve füruu ile zevcesi gibi lehlerine şahadeti câiz olmayan kimselerin ve muaveze tarikiyle şerîkinin mallarını değer kıymetleriyle müvekkili için satın alamaz. Müvekkil meğerki bu hususlara mezun kıla. Vekil aynı zamanda müvekkilinin evvelce satmış olduğu bir malını, müvekkili için vekâleten alamaz. Meğerki müvekkil izin vere. Müvekkilin gasb edilmiş malını da satın alamaz. Vekil, ayıplı bir malı redde salâhiyetlidir. Müvekkile teslim etmeden evvel müeccel alınan mal, müvekkili hakkında da müecceldir.
6. Şiraya vekil olan, satın aldığı malın parasını kendi malından verse, müvekkile rücû edebilir.
7. Vekilin satın almış olduğu bir mal, elinde kazaen telef olsa veya zayi olsa, müvekkiline âit olur. Vekil, parayı alıncaya kadar malı elinde hapsedebilir. Hapis esnasındaki zararı, İmâm-ı A'zam'a ve İmam Muhammed'e göre vekilin vermesi lâzımdır.
8. Şirâya veya isti'care vekil olan, müvekkilinin izni olmadıkça bey'i ve icara akdini ikale edemez. Müvekkil bunları yapabilir. İsti'care vekil olan, me'curu, ücretini almak için hapis yapamaz. Şâyet yapar da kira müddeti geçerse, bu müddete âit ücreti, bir kavle göre vekil öder ve bununla müvekkiline rücû eder. Diğer bir kavle göre ücret müvekkilden sâkıt olur.
Şâfiilere göre de akidlerin hükümleri vekile taalluk eder, müvekkile taalluk etmez.
5.3.1. Bey'e (Satmaya) Vekâlet
1. Bey'e vekâlet caizdir. Velev ki semenin miktarı ve cinsi tayin edilmesin. Bunlardaki cehalet (meçhuliyet) tevkilin sıhhatine mâni olmaz. Bu malı nukud ile satabileceği gibi, uruz mukabilinde de satabilir. Bu mesele İmâm-ı A'zam'a göredir. İmâmeyn'e göre gabn-i fahiş ile satış, bil-ittifak câiz değildir. Altın, gümüş paranın gayrisiyle de satsa nafiz olamaz.
2. Bey'in fesadı da tevkilin sıhhatine mâni olmaz. Bey-i fâsid ile de satabilir.
3. Müvekkil, semenin cinsini tayin ederse, vekil başka cins semen ile satamaz. Satmadan evvel piyasa yükselirse, yine tayin edilen fiyatla satamaz. Semeni, müvekkil tarafından tayin edilmeyen bir malı vekil, usûl ve füruuna veya zevcesine veya zevcine satamaz. Semeni tayin edilmiş olsa dahi kendisi için veya velâyeti altında bulunan sagir evladı için alamaz. Müvekkili izin verse dahi. Vekil, müvekkil tarafından semeni beyan edilmeksizin veresiye satılması emredilen bir malı, peşin parayla satabilir. Şu kadar var ki, veresiye verilecek fiyattan aşağı satamaz. Müfta bih olan fetvaya göre veresiye satılacağı semene muadil olması şart olmaksızın da peşin olarak satabilir. Vekil, veresiye sattığı malın parasına mukabil rehin veya kefil alabilir. Bu sûretle satışa izin verilmemiş ise satamaz. Bey'e vekil olan, sattığı malın parasını müşteriden almadığı hâlde, kendi malından müvekkile edâ etmeye mecbur olmaz. Bey'e vekil olan, daha parayı eline almadan bey'i, müvekkilinin emri olmadan müşteri ile ikale edebilir. Bu, İmâm-ı A'zam'a ve İmam Muhammed'e göredir. İmâm Ebû Yusuf'a göre bu ikale ile para, müşterinin zimmetinden sâkıt olmaz. İcareye vekil olan da bu şartla akd-i icareyi ikale edebilir. Bey' ve şirâya vekil olan kimse, ücretsiz olarak vekâlette bulunmuş ise, sattığı malın parasını tahsil ve istifaya, satın aldığı şeyi kabza ve eski ayıplarından dolayı muhasamaya mecbur olmaz. Çünkü bu müteberrîdir. Ama tellâl, simsar gibi ücret ile bey'e vekil olan kimse, malın parasını istifaya mecburdur. Çünkü o, bir ecir mesabesindedir.
Mâlikilere göre bir malı satmaya vekil olan, o malı kendisi için ve mahcur bulunan evladı ve kölesi için satın alamaz. Zevcesine ve reşid olan evladına ve ticarete mezun olan kölesine satabilir. Şu kadar var ki, noksan bir semen ile satamaz, satarsa aradaki farkı, zâmin olur.
Şâfiilere göre de vekil, müvekkilinin malını, kendisine veya mahcur olan evladına satın alamaz. Müvekkil buna izin vermiş olsa bile. Usûlüne ve bâliğ, reşid olan füruuna (evladına) satabilir. Semen tayin edilmiş olsun veya olmasın. Bir kavle göre bunlara da satamaz.
5.4. MURAFAAYA (HUSUMETE) VEKÂLET
Müddei (davacı) ve müddei aleyhten (dava olunandan) her biri dilediği kimseyi hukuka âit hususlarda husumete, yani ikrâr veya inkâra ve bir hakkı müdafaa sûretiyle muhakemede bulunmaya tevkil edebilir. Şu kadar var ki, husumete tevkilin sıhhati için vekilin kim ile muhakemede bulunacağı tayin edilmelidir veya müvekkili nâmına hangi hasmıyla olursa olsun murafaada bulunmaya mezun olduğu beyan edilerek kendisine vekâlet-i âmme verilmelidir. Dava olunan şeyin neden ibaret olduğu beyan edilmelidir veya müvekkilin her bir hakkını talep ve davaya vekilin mezun bulunduğu müvekkil tarafından tasrih olunmalıdır. Böyle olmazsa vekâlet kabul olunmaz.
Davalara ve mühim muamelâta âit vekâletler, salahiyettar olan resmi bir dâire vasıtasıyla tescil edilerek vekilin eline vekâlet-i natık bir hüccet (vesika) verilir. Bu hücceti haiz vekile “vekil-i müseccel” unvanı verilir. Bu tescil, mahkemelerde yapılabileceği gibi, bu hususa memur olan kâtib-i adl yani mukavelât muharrirliği (noterlik) vasıtasıyla yapılabilir. Şöyle ki: Vekil tayin edecek kimse, mesela mahkemeye gidip “Ben filan şahıs ile şu hususa dâir olan davayı takibe filan zâtı tevkil edeceğim.” dese bakılır: Eğer Hâkim; bu müvekkilin ismini ve nesebini bilirse veya bu hususa dâir iki şâhid ihzar edilirse, onun tevkilini kabul eder ve illâ etmez. Müvekkil, hasmı ile beraber mahkemede hazır bulunursa hâkim, müvekkilin ismini ve nesebini bilmese de tevkilini kabul ile tescil edebilir. Bittabi hasım ile vekilin de maruf olmaları lâzımdır. Vekil, hasmın muvacehesinde kendi vekâletini beyyine ile de ispat edebilir.
Davacının veya davalının vekil tayin edilebileceğinde ihtilâf yoktur. Fakat birinin vekil tayin edebilmesinde diğerinin muvafakatı şart mıdır, değil midir? Bu meselede ihtilâf olunmuştur. İmâm-ı A'zam'a göre müvekkil, hasta veya mesafe-i sefer, gâib veya muhaddarattan (erkeklere görünmez, mahkemelerde bulunmaz kadın taifesinden) bulunmadıkça, diğer tarafın rızası olmaksızın yerine başkasını vekil tayin edemez. Edecek olursa, esahh olan kavle göre sahih olursa da lâzım gelmez. İmâmeyn'e göre ise herkes kendi davası için dilediğini tevkil eder. Hasmı razı olsun olmasın. Bu tevkil câiz olduğu için, hasmın reddiyle merdud olmaz. Ebûl-Leys'in beyanına göre, fetva da bunun üzerinedir. Eimme-i Selâse de buna kail olmuştur.
Bir hâkimin huzurunda muhasamada bulunmaya vekil olan, diğer hâkimin huzurunda da muhasamada bulunabilir. Fakat husumete vekil olan, müvekkilin izni olmadıkça hasım ile musalâhada bulunamaz, hasmını ibra edemez. Husumete vekil olan kimsenin müvekkili aleyhine hudûd ve kısasın gayrisinde ikrârı muteber olmaz. Eğer hâkimin huzurunda ise muteber olur. İmâm-ı Ebû Yusuf'a göre her iki cihetce de muteber olur. Husumete vekilin hariçteki ikrârı, hâkimin huzurunda iki şâhid ile ispat edilse de bununla ikrârı sabit olmaz. Fakat kendisi bu sabit olan ikrârına mebnî vekâletten azil olunur. İkrara da, inkâra da mezun olan bir vekil, meclis-i kazada ikrâr da, inkâr da edebilir. Böyle bir mezuniyete ehil olmayan vekilin vekâleti, meclis-i kazada cevap vermeyip sükût etmeyi münhasır bulunur.
Bir şeyi temellüke tevkil, husûmete tevkili müstelzimdir. Binâenaleyh bey'i ve şiraya vekil olan, şufayı talebe, hibeden rücûa, kısmet icrasına, ayıplı malın muhayyerliğine ve bayiine reddine vekil olan, bu hususlarda husumete de vekâleti haiz olur. Bir ayn-i kabza vekâlet ise husumete vekâleti müstelzim olmaz. Husûmete vekâlet, kabza vekâleti müstelzim değildir. Eimme-i Selâse'nin kavli de böyledir. Müfta bih olan da budur.
Mâlikilere göre husûmetin maadasında müteaddit vekiller tayini mutlaka caizdir. Hasım ile vekil arasında adavet-i dünyeviyye bulunmaması şarttır. Hasım ile bizzat iki üç defa huzur-u hâkimde muhasama ve murafaada bulunsa, artık vekil tayin edemez. Meğerki bu tevkil bir özre mebnî olsun.
Eimme-i Selâse'ye göre hasmı razı olmasa da hazır bulunan bir kimsenin kendisi için başkasını vekil tayin etmesi sahihtir. Hâkimin huzurunda tevkil de caizdir. Aksi takdirde vekâletin huzur-u hâkimde beyyine ile subûtu lâzım gelir.
5.5. BORCU KABZA, ÖDEMEYE VE ÂMİR VE MEMURA ÂİT MESELELER
Deyn-i kabza alelıtlâk vekâlet sahihtir. Medyun (borçlu) gerek hazır, gerek gâib ve gerek hasta olsun. Borcu kabza vekil müvekkilinin vefatıyla mün'azil olursa da, medyunun vefatıyla mün'azil olmaz. Bir deyni (borcu) kabza vekil, bu deyn için rehin alamaz. Aldığı takdirde elinde telef olur ise borçlu yine borcunu ödemeye mecburdur. Bir deyni kabza vekil olan medyunu ibra edemez. Borcu medyuna bağışlayamaz ve başkasının üzerine de havâle edemez. Fakat bu deyne kefil olabilir.
Bir alacağı birden almak üzere vekâlet alan kimse bunun bir kısmını kabz etse, bu kabzı müvekkil hakkında muteber olamaz. Medyuna müracaat eder.
Bir borcu edaya memur olan alacaklıya kendi malını satıp da âmirin borcuna takasta bulunsa bu memur, borcun miktarı ne ise onu âmirden alır.
Bir kimsenin bir şahısta alacağı veya emânet parası olup da bundan borcunu ödemesi için o şahsa emretse, o şahıs bu borcu edaya mecburdur. Fakat “Filan malımı sat da borcumu edâ et.” dese, malı satıp borcun ödenmesi için memura cebr olunmaz. Ücretle memur edilen ise satıp ödemeye mecburdur. Çünkü âmir emretmiştir.
Bir kimse, alacaklısına verilmek üzere bir şahsa bir miktar para verip “Dâyindeki müdâyene senedinin arkasına, kaydetmedikçe” veya “Dâyinden ilmühaber almadıkça bu parayı teslim etme!” diye menettiği hâlde, bunu yapmadan parayı alacaklıya teslim etse ve o zât bunu inkâr eylese ve ispat da mümkün olmasa ve yemin ederek o parayı tekrar borçlusundan almış olsa, o kimse de bu parayı o şahsa tazmin ettirebilir.
Bir kimsenin emri, ancak kendi mülkü hakkında câri olur, başkasının mülkü hakkında câri olamaz. Binâenaleyh bir kimse, bir şahsa hitaben “Şu malımı al, kır.” veya “Al, denize at.” deyip de o şahıs da bunu ifa etse, kendisine bir zamân lâzım gelmez. Onu atan memur bu malın kendisine âit olmadığını bilir ise memur o malın sahibine zâmin olur. İkrah ile yapılmış olur ise tazminat, mücbire lâzım gelir.
5.6. VEKİLİN AZİL VE İN'İZALİNE DÂİR MESELELER
Bir müvekkil, vekilini dilediği vakit vekâletten azledebilir. Tevkile başkasının hakkı taalluk etmiş olursa, vekilin azli, hak sahibinin rızasına tevakkuf eder.
Bir vekil, kendisini müvekkilinin rızası olmasa da huzurunda veya gıyabında vekâletten azledebilir. Müvekkil de vekilini bu sûretle azledebilir. Vekilin, müvekkiline haber etmesi lâzımdır. Azledilen vekile azil haberi gelinceye kadar tasarrufu devam eder. Vekilin kendisini azledebilmesi, başkasının hakkı taalluk etmemiş olmasına bağlıdır. Aksi takdirde kendisini azletmiş olsa dahi vekâleti ifaya mecburdur. Vekilin mün'azil olabilmesi için, müvekkilin azline vukuf olması lâzımdır. Bu muttali olma keyfiyeti; müvekkilin şifaen söylemesi, mektup, bir resûl veya bir fuzûli haber ile olabilir. Husumete veya muayyen bir şeyi satın almaya vekil olan kimse, nefsini vekâletten azledince, azlini müvekkiline bildirmesi lâzımdır.
Alacaklı, borçlunun huzurunda kabz-ı deyne tevkil ettiği kimseyi borçlunun haberi olmadıkça bu vekâletten azledemez. Gıyabında yapılmış ise azil haberine lüzum yoktur. Borçlu, bu tevkilden haberi olduğu takdirde, yine hüküm, haber vermesi ile sahih olur.
Ailesini veya kölesini vekil tayin eden kimse, ailesini üç talâkla boşamakla, kölesini azâd ile vekâlet devam eder, bu bir azil sayılmaz.
Vekilin vefatıyla vekâlet, müvekkilin vefatıyla vekil mün'azil olur.
Vekâletin zevalini gerektiren bazı sebepler daha vardır. Ezcümle müvekkelün bih isminin tebeddül edeceği vechile tebeddül etse vekâlet bâtıl, vekil mün'azil olur. Mesela alınacak arsanın ebniye (bağ, bahçe veya bina yapılıp mülke tebdil olması) hâline gelmiş olması gibi.
Bir çocuk hakkında babası veya vasîsi tarafından tevkil edilen kimse, o çocuğun bâliğ olmasıyla vekâletten mün'azil olur.
Aralarında bir akd-i şirket bulunan kimseler, bu hususta birbirinin vekili olur. Bilâhare veya bunlardan birinin sermayesi daha bir mal almadan telef olsa, şirket bâtıl olacağı gibi, aralarındaki vekâlet-i zımmiye de bâtıl olur. Hariçten tevkil olunan vekillerin de vekâleti mün'azil olur.
Mâlikilere göre vekil, müvekkilin vefatına muttali olunca mün'azil olur. Başka belde de olup da buna muttali olmayan vekil mün'azil olmaz. Bunda ittifak vardır.
Şâfiilere göre de vekâlet, iki taraftan câiz, gayr-i lâzım bir akiddir. Binâenaleyh müvekkil, vekilini huzurunda azledebilir. Gıyabında azle gelince, iki kavil vardır: Azlini ya şâhidlerle tespit etmesi mendubdur. İkinci kavil ise azle muttali olmadıkça mün'azil olmadığıdır.
Hanbelilere göre de müvekkil, vekilini azledebilir. Bu azlin geçerli olması için müvekkilin “Seni her tevkil ettikçe azlettim.” demedikçe, vekil vekâletten mün'azil olmaz. Müvekkil iflâs edip vekâlet edilecek şey de tasarruftan hacr edilmiş (menedilmiş) olunca da vekili mün'azil olur.
5.7. VEKÂLETE, RİSÂLETE (ELÇİLİĞE) DÂİR İHTİLÂFLAR
Bir kimsenin vekâleti inkâr edilse, mücerret bu vekâlet, dava ve ispat olunamaz. Vekâletini beyyine ile ispat edebilir. Aksi takdirde gayr-i sübutuna hükmolunur.
Vekâlet, mücerret hasmın tasdikiyle sabit olmaz. Vekil, vekâletini itiraf ettiği müddetçe, bu vekilin huzurunda hasım, iddiasını beyyine ile ispat eylese kabul olunmaz.
5.8. VEKÂLETİN ŞARTLARI
1. Müvekkilin, vekil ettiği işi bizzat yapmaya muktedir olması şarttır. Binâenaleyh mecnunun, gayr-i mümeyyiz (yedi yaşından küçük) çocuğun, kendi işine başkasını tevkil etmesi sahih değildir. Fakat mümeyyiz olan çocuk ise hibeyi, sadakayı kabul gibi nef-i mahz olan hususlarda başkasını tevkil edebilir. Velev ki velisi izin vermesin. Bey', şirâ ve icare gibi nefi ile zarar arasında dâir olan tasarruflarda bulunmaya mezun olduğu takdirde de tevkil edebilir. Bu tasarruflara mezun olmadığı hâlde velisinin iznine mevkufen verdiği vekâlet sahih olur. Zararı mahz olan hususlara velisi izin vermiş olsa dahi mümeyyiz çocuğun kendisine vekil tayin etmesi sahih olmaz. Malından sadaka verilmesine veya ailesini boşamaya tevkil etmesi gibi.
2. Vekilin âkıl ve mümeyyiz olması şarttır. Bâliğ ve basir (görmesi) olması şart değildir. Mümeyyiz çocuğun bey'i ve şirâya (bir malı satmaya ve almaya) tevkili sahihtir. Velisinin izni olmasa da vekil olabilir. Şu kadar var ki, mümeyyiz çocuk, mezun olmadığı takdirde malı teslim, parasını kabz gibi hukuki akid kendisine değil, müvekkiline âit bulunur. Mümeyyiz olan çocuk, mezun olmasa da bil-vekâle sattığı şeyin semenini alabilir. Sefehinden (malını israf etmekten dolayı) mahcur (hâkimce menedilen kimse) de vekâlet hususunda mümeyyiz çocuk hükmündedir.
3. Vekilin tevkil edildiği hususa muttali olması şarttır. Tevkil edildiğini bilmeden bir malı satsa, bu bir bey-i fuzûlidir.
4. Vekilin cehalet-i fahişe ile meçhul olmaması şarttır. Fakat cehaliyet-i yesire ile meçhuliyeti, vekâletin sıhhatine mâni değildir. Binâenaleyh bir kimse, mesela borçlusuna “Sana şöyle bir alâmeti kim getirirse, sendeki alacağımı ona ver, o benim vekilimdir.” dese, borcun verilmesi sahih olmaz. Bundaki cehalet, fahiştir. Fakat bir kimse iki şahsa hitaben “Şu haneyi benim için satın almaya birinizi tevkil ettim.” dese câiz olur. Bundaki cehalet (meçhuliyet), yesirdir, azdır, çok değildir.
5. Müvekkelün bihin (yapılacak bir işin) fahiş sûrette olmaması şarttır. Bir kimse, bir şahsa bir miktar para verip “Bununla bana bir şey al.” dese, bu vekâlet câiz olmaz. Fakat bu para ile “Şu iki şeyden birini al.” dese, câiz olur.
6. Müvekkelün bihin vekâlet ve niyabetle ifa ve istifaya mehal olması şarttır. Bu husus izaha muhtaçtır. Şöyle ki: Tevkil, ya Hakkullah'a veya hakk-ı ibâda âit olur. Hakkullah ikidir. Birinde dava şarttır. Hadd-i kâzf, hadd-i sirkat (iftira ve hırsızlık cezası) gibi. Bu hususta ispata dâir tevkil, İmâm-ı A'zam ile İmâm Muhammed'e göre caizdir. Müvekkil gerek hazır, gerek gâib bulunsun. Müvekkil gâib bulunursa, istifa için tevkil câiz olmaz. Onun gıyabında, mücerret vekilin talebiyle bu hadler istifa edilemez. Belki affı umulur. Sirkatten dolayı çalınan malın ispatı için tevkil bil-icma makbuldür. Hakkullah'ın diğer nevinde ise dava şart değildir. Hadd-i zina, hadd-i şurb (içki cezası) gibi. Bu nevide ne ispat ve ne de istifa için tevkil câiz değildir.
Hakk-ı ibâda (kul hakkı) gelince, bu da iki nevidir. Bu nevi, şüphe ile istifa edilemeyecek olan bir haktır. Kısas gibi. Bunu ispat için tevkil, İmâm Azam ile İmâm Muhammed'e göre caizdir. İstifa için tevkil, müvekkil, meclis-i kazada (muhakemede) hazır ise câiz, değilse gayr-i caizdir. Diğer nevi ise şüphe ile de istifası câiz olan herhangi bir haktır. Bunlarda tevkil mutlaka caizdir. Bunlar, şu gibi ukud ve muamelât vesâireden ibarettir: Bey', şirâ, icare, istiare, idâ, rehin, irtihan, şirket, kısmet, hibe, istihub, sadaka, ikraz, kabz-ı duyun, kabz-ı âyân, nikâh, talâk, hulû, itak, ikrâr, husumet, taleb-i şuf'a, ayıp ile red, musalâha, ibra, tazirat, bütün bu nevileri ispat için de, istifa için de vekil tayin etmek caizdir.
7. Bir kimse, bizzat kendisi için veya başkası için yapabileceği muamelelerin ifa ve istifası hususunda kendi yerine başkasını tevkil edebilir. Ancak bu kaide-i umûmîyeden mübahate, istikraza, yeminlere vekâlet müstesnadır. Bir kimse, dağdan odun toplamaya veya mübah otları devşirmeğe ve yerden madenleri çıkarmağa bir şahsı tevkil etse sahih olmaz. Kezâlik bir kimse, kendi nâmına istikrazda (borç para alma) bulundurmak üzere bir şahsı tevkil etse sahih olmaz. Yemin de öyledir. İstikrazda şu husus sahihtir. Birini risalette, yani elçilikte kullanmak sûretiyle istikraz sahihtir. Şöyle ki: “Beni sana filan gönderdi, senden şu kadar para borç almak istiyor.” derse sahih olur.
Yukarıdaki kaideden bir mesele daha müstesnadır. Şöyle ki: İmam A'zam'a göre bir Müslüman, hınzırı veya hamri (şarabı) bizzat satması câiz olmadığı hâlde bunları satmaya bir gayr-i Müslimi tevkil etmesi caizdir. Çünkü Müslümanın bunları satamaması, bir emr-i âriziden, bir nehy-i şer'îden ibarettir. Yoksa onun asıl bey'e olan ehliyet-i tasarrufiyesi vardır. Artık bu emr-i arızi, onun bu ehliyet-i tasarrufiyesini bilkülliye ihlâl etmeyeceğinden, bu ehliyete mebnî o tevkili muteber olur. (Bedayi, Mecmau'l-Ehur, Hindiyye)
Namaz, oruç, taharet gibi amâl-i bedeniyeden olan ibadetlerde vekâlet ve niyabet câiz değildir.
Vekilin erkek, hür, Müslim bulunması şart değildir. Bir hür, bir köleyi mevlâsının izni ile umûruna tevkil edebilir. Bir Müslim bir zimmîyi, bir zimmî bir Müslimi tevkil edebilir. Dâr-ı İslâm'da müs'temin bulunan bir harbî, Dâr-ı Harbde bulunan bir harbî nâmına bir şey satın almaya vekil olabilir. Fakat husumete vekil olamaz. Bir Müslüman, Dâr-ı İslâm'da olduğu hâlde Dâr-ı Harbdeki bir harbîyi tevkil edemez. Müvekkil veya vekilin irtidat ederek Dâr-ı Harbe iltihak ettiğine hükmedilse, vekâlet bâtıl olur. Müslüman olarak avdet etse de vekâlet avdet etmez. İmâm Muhammed'den bir habere göre avdet eder.
Mâlikilere göre vekil hür, reşid, bâliğ olmalıdır. Kız çocuk evli dahi olsa vekil olamaz. Bu kız çocuğu velisiyle veya kocası ile muhasamada (dâvâlı) bulunmak isteyince tevkil edebilir. Köleler de efendileri tarafından ticarete mezun olmadıkça vekil olamazlar.
Müvekkelün fih şer'an niyabeti kabul eden umûrdan bulunmalıdır. Zekâtı edaya tevkil sahihtir. Hacca ise ihtilâflıdır. Bir kavle göre sahih, bir kavle göre değildir.
Müezzinlik, imâmlık, muayyen bir mekanda kıraat gibi dini vazifelerde tevkil, zarurete müstenid olsun olmasın caizdir. Meğerki vakıf, niyabetin olmamasını şart kılmış olsun. Bu takdirde ücret sâkıt olur, bu ücrete ne asil, ne de naib müstahik olamaz. Böyle bir şart olmaz ise ücrete asil müstahik olur. Vekile de aralarında razı oldukları ücret verilir.
Vekâlette İslâm şart değildir. Fakat bir Müslümanın zimmîyi tevkil etmesi sahih görülmemektedir. Şirkette de sahih görülmemektedir. Meğerki zimmî, bey'i ve şirâ gibi muameleleri ortağının huzurunda yapsın. Bu şirket hususunda diyanetini muhafaza edemeyen bir Müslim de zimmî gibidir.
Hanbeli mezhebi ictihadına göre Müslim gayr-i Müslimi, gayr-i Müslim Müslimi vekil tayin edebilir. Bunların harbî, zimmî ve hatta mürted olması arasında fark yoktur. Çünkü tevkilde adalet şart değildir.
Zahirilere göre de vekâlet, esasen taavun vecibesine müstenid, meşru bir akiddir. Maamafih mahdut hususlarda câridir. Şöyle ki: Vekâlet, bey'i ve şirâda, icarede, tebliğ-i nikâhta, taleb-i hukukta, itây-ı hukukta, ahz-ı kısasta, tezkiyede caizdir. Bu hususta müvekkilin hazır veya gâib olması, hasta veya sıhhatli bulunması müsavidir.
HAKK'A DÂVET
NASİHAT-I İSLÂMİYYE