
1.1. VÂRİSLERİN KİMLER OLDUĞUNU BİLDİREN ÂYETLER
A) Sûre-i Nisâ Âyet: 11- Allah size (miras hükümlerini şöylece) tavsiye (ve emr)eder: Evladlarınız hakkında(ki hüküm) erkeğe, iki kadının payı miktarıdır. Fakat onlar (o evladlar) (iki veya) ikiden fazla kadınlar ise (aralarında erkek bulunmamak şartıyla, ölünün) bıraktığının (terekenin) üçte ikisi onlarındır. (Kız evlad) bir tek ise (yine erkek kardeş bulunmamak şartıyla) o zaman (bunun, yani malın) yarısı onundur. (Ölenin bir veya fazla, kız veya erkek olsun) çocuğu varsa ana ve babadan her birine terekenin altıda biri (verilir). Çocuğu olmayıp da ona ana ve babası vâris olduysa üçte biri anasınındır. (Geri kalan tereke de babasınındır.) (Ölenin erkek kadının) kardeşleri varsa, o vakit altıda biri anasınındır. (Geri kalan da babanındır.) (Fakat bütün bu hükümler ölenin) edeceği vasiyet(in tenfizin)den veya borc(unun ödenmesin)den sonradır. Siz babalarınızdan ve oğullarınızdan hangisinin, faide cihetinden, size daha yakın olduğunu bilmezsiniz. (Bu hükümler ve hisseler) Allah'tan birer farizadır. Şüphesiz ki Allah hakkıyla bilicidir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir. (Vârislerden mal kaçırmaya izin verilmemektedir.)
12- Zevcelerinizin çocuğu yoksa terekesinin yarısı sizindir (kocasınındır). Eğer onların çocuğu varsa size terekesinden (düşecek hisse) dörtte birdir. (Fakat bu da) onların (zevcelerinizin) edecekleri vasiyet(i) ve borc(u edâ)dan sonradır. Eğer çocuğunuz yoksa bıraktığınızdan dörtte biri onların (zevcelerinizin)dir. Şâyet çocuğunuz varsa terekenizden sekiz de biri -edeceğiniz vasiyet ve borc(un edâsın)dan sonra- yine onlarındır. Eğer mirası aranan erkek veya kadın, çocuğu ve babası olmayan bir kimse olur ve onun erkek veya kız kardeşi bulunursa, bunlardan her birinin (hakkı) altıda birdir; eğer onlar bu (miktardan) çok iseler, o hâlde onlar (ölünün) edeceği vasiyet ve borc(un edâsın)dan sonra üçte birle ortaktırlar. (Gerek vasiyette ve gerek borç ikrârında mirasçılara aslâ) zarar verici (yani vasiyeti fazla yapmak, borcu çok göstermek veya borcu olmadığı hâlde borç ikrâr etmek) olmamalıdır. (Bu emirler ve hükümler) Allah'tan (size) bir vasiyettir. Allah (her şeyi) hakkıyla bilendir, halîmdir. (Cezayı geciktirirse de ihmal etmez.)
13- İşte bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse, (Allah) onu altından ırmaklar akan cennetlere sokar ki, onlar orada ebedî kalıcıdırlar. Bu, en büyük kurtuluş (ve saadet)tir.
14- Kim de Allah'a ve Peygamberine isyan eder, (Allah'ın) sınırlarını (çiğneyip) geçerse onu da -içinde daimi kalıcı olarak- ateşe koyar. Onun için hor ve hakîr edici bir azab vardır.
Not: Terekeden evvela borç ödenir. Geriye mal kalırsa üçte birinden vasiyeti yapılır. Sonra da mirası paylaşılır. Evvela vasiyetin zikredilmesi tergibe mahmuldür. Çünkü vasiyeti yerine getirmek mirasçılara daha güç gelir.
B) Sûre-i Nisâ Âyet: 176- (Habibim!) Senden fetva isterler. De ki: “Allah, babası ve çocuğu olmayanın mirası hakkındaki hükmü (şöyle) açıklar: Eğer (erkek veya kız) evladı (ve babası) olmayan bir erkek ölür, onun (ana-baba bir veya sadece baba bir) bir tek kız kardeşi kalırsa, terekesinin (malının) yarısı onundur. (Diğer yarısı asabesi varsa onun, yoksa redden yine hemşiresinindir. Oğlu bulunursa hemşiresi mirastan sâkıt olur. Kızı bulunursa hemşirenin muayyen bir farzı olamaz; o asabedir. ‘Kelâle’de babanın bulunmaması şarttır. Zaten baba bulunursa alelumûm kardeşler sâkıt olur. Ana böyle değildir. O, kardeşleri mirastan ıskat etmez, altıda bir alır. Bakiyesini babası ve evladı olmaz ise kardeşleri alır. Bu kısımda ana bir kardeş dahil değildir. O, altıda bir alır.) Eğer (mirasçı) erkek kardeş ise çocuksuz (ve babasız) ölen kız kardeşinin bıraktığı(nın tamamını alır. Fakat oğlu veya babası bulunursa mirastan sâkıt olur. Kızı bulunursa tamamını alamaz, bakiyeyi alır.) Eğer (aynı şartlarla kalan) kız kardeş iki (veya daha ziyade) ise oğlan kardeşinin bıraktığının üçte ikisi(ni alırlar. Bakiye, asabe varsa ona verilir. Yoksa farzan değil, redden yine onların olur.) Eğer (yine aynı şartlarla mirasçılar) erkek ve kız kardeşler ise o zaman erkek için kızın iki hissesi (vardır). Allah size -şaşırırsınız diye- (dininizin hükümlerini) açıklıyor. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.”
Not: Bu âyet ahkâmdan en son nâzil olan âyet-i celîledir.
1.2. KUR'AN'DA HİSSELERİ ZİKREDİLENLERİN DIŞINDA KALANLARIN ASABE OLARAK BAKİYE HİSSELERE SAHİP OLACAKLARINI BEYAN İLE ANLAŞMAYA BAĞLI VERÂSET YOLUNUN KALDIRILDIĞINI BİLDİREN ÂYETLER
Sûre-i Nisâ Âyet: 7- Ana ve baba ile yakın hısımların bıraktıklarından erkeklere, ana ve baba ile yakın hısımların bıraktıklarından kadınlara -azından da, çoğundan da- farz edilmiş birer nasib olarak hisseler vardır.
Not: Cahiliyet devrinde kızlar, kadınlar ve çocuklar miras alamazlardı. O hak ancak harb eden, ganimet alan, memleketini müdafaa eden kimselere mahsustu. Bu âyet-i celîle o âdeti ilga etmiştir.
33- (Erkek ve kadından) Her biri için baba ve ananın, yakın hısımların terekelerinden de vârisler yaptık. (Maksat, “ashab-ı ferâiz”den sonra gelen ‘asabe’dir. Kur'an'da zikredilenlerin dışında kalanlardır.) (Akd ile) yeminlerinizin bağladığı kimselere dahi hisselerini verin. Allah, her şeyin üstünde hakikî şahiddir.
Not: Cahiliyette anlaşma yolu ile verâset vardı. Akd ile anlaşma sûretiyle yapılan akidlerin ilzam ettiği verâset de nesh edilmiştir.
1.3. MİRAS TAKSİM OLUNURKEN VÂRİS OLMAYAN YAKIN AKRABA, YETİM VE YOKSULLARIN MAHRUM EDİLMEMESİ VE ZEVİ'L-ERHÂMIN MİRAS ALABİLME HAKKINI BEYAN EDEN ÂYETLER
A) Sûre-i Nisâ Âyet: 8- Miras taksim olunurken (mirasçı olmayan) hısımlar, yetimler, yoksullar da hazır bulunursa, kendilerini ondan (bir şey vererek) rızıklandırın, (gönüllerini alarak) güzel sözler de söyleyin.
Not: Bu emir “nedb”e mahmüldür. Yani öyle yapılması mecburi değil, bir insanlık ve şefkat sadakasıdır.
B) Sûre-i Enfâl Âyet: 75- Henüz iman edip de hicret ve sizinle beraber cihad edenler(e gelince): Onlar da sizdendir. Hısımlar Allah'ın Kitabınca (Allah'ın hükmünce yahut Levh-i Mahfuz'a göre yahut Kur'ân'a nazaran, “Zevi'l-erhâm”ın miras alması hakkında bu âyetle istidlâl edilmiştir.) birbirine daha yakındırlar. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.
1.4. VÂRİS OLACAK KÜÇÜK ÇOCUKLARIN VERÂSET HAKLARINDA ÇOK DİKKATLİ OLMAK VE ONLARIN HAKLARINI MUHAFAZA ETMEK
Sûre-i Nisâ Âyet: 9- Arkalarında âciz ve küçük evladlar bıraktıkları takdirde onlara karşı (hâlleri ne olacak diye düşünüp) endişe edenler, (himayeleri altındaki yetimler ve diğer mirasçılar hakkında da aynı hissi taşımamaktan) saygı ile korksun(lar), Allah'tan sakınsınlar, (gerek vasîler, gerek onların nezdinde bulunanlar hatıra gönüle bakmayarak) sözü dostdoğru söylesinler.
10- Gerçek, yetimlerin mallarını haksız (ve haram) olarak yiyenler, karınlarına ancak bir ateş yemiş olurlar. Onlar çılgın bir ateşe (cehenneme) gireceklerdir.
1.5. TEREKEYE (ÖLÜNÜN MALINA) TAALLUK EDEN HAKLAR
Hakikaten vefat eden veya mefkudiyetine binâen vefatına ale'l-usûl hükmedilen bir şahsın terekesine sırasıyla şu dört hak teveccüh eder:
1. Techiz ve Tekfin
2. Kaza-i Duyûn (Borçların ödenmesi)
3. Vasiyetlerin Tenfizi
4. Baki Terekenin Vârisler Arasında Taksimi
1.5.1. Techiz ve Tekfin
Bir ölünün terekesinden evvela onun techiz ve tekfin (kefen ve defin) masrafı çıkarılır. Bu hususta adet ve kıymetçe itidale riâyet lâzımdır. Adetçe itidal, kefenin erkek için üç, kadın için beş parça olmasıdır. Kıymetçe itidal de, meyyitin hâl-i hayatında giydiği elbisenin orta hallisine göre olur. Meyyitin bakiye malı borcuna kifâyet edemeyecek durumda ise erkek için iki, kadın için üç parça yapılır. Bundan fazlasına garimler mâni olabilirler Meyyite zengin olsa dahi, techiz ve tekfini kocalarına âittir. Bu İmam Ebû Yusuf'un kavlidir. Fetva da bu vechiledir. İmâm Muhammed'e göre kocalarına âit değildir. Terekesi bulunmayan meyyitin techiz ve tekfini, nafakası kime âit ise ona lâzım gelir. Böyle kimsesi bulunmaz ise beytü'l-mâle âit olur. Nafakası vâcib olan kimsenin bulunup fakir olması hâlinde yine beytü'l-mâle âit olur. Bir ölünün kefeni zayi olsa, mesela kabri açılarak kefeni soyulsa bakılır: Eğer meyyit henüz bozulmamış ise terekesinden tekrar tekfin olunur. Bu çalınma işi devamlı olsa dahi böyledir. Eğer ceset tefessüh etmiş ise bütün ecza-i bedeniyesi bir kefen içine sarılır, bu kefenler asıl terekesinden temin edilir. Tereke taksim edilmiş ise vârisleri tarafından tedarik edilir. Teberru edilen kefeni vârisler kabule mecbur değillerdir. Vârisler çocuk olur da hâkim, teberrunun alınmasını muvafık görürse veya içlerinde büyük vâris bulunup da ihtiyar ederse o vakit kabul olunur. Bir ölünün hayatında bir borcuna mukabil terhin ve teslim etmiş olduğu veya hayatında satın alıp da parasını vermediği bir malı techiz ve tekfinine sarf edilemez. Bir ölünün âhara icar edip kirasını almış olduğu bir malı da kira mukabilinde müste'cirin elinde merhun bulunmuş olacağından hemen terekeye idhal ile techiz ve tekfinine sarf edilemez. Bir kimsenin elinde zevcesine âyan kabilinden olarak vermiş olduğu bir mehir mevcut iken vefat etse bu mehir, zevcesine verilir. Bu techiz ve tekfine sarf edilemez. Bir ölünün ticarete mezun olup borçlu bulunan kölesinden başka bir malı bulunmasa bu köle alacaklılara âit olur. Ölünün tekfin ve techizi için satılamaz. Bu meseleler Hanefi mezhebine göredir.
Mâlikilere ve Şâfiilere göre de terekede mevcut bir ayne başkasının hakkı taalluk etmiş ise bu techiz ve tekfinden mukaddem çıkarılır. Merhun gibi, ölümden evvel vâcib olmuş zekât gibi. Fakat Hanbeli fukahasına göre sulbi terekeden evvela techiz ve tekfin ciheti temin edilir, velev ki bu terekedeki bir ayne rehn, hakk-ı erş gibi bir hak taalluk etmiş olsun. Sonra sâir hukuk ve duyûna sıra gelir.
1.5.2. Kaza-i Duyûn (Borçların Ödenmesi)
Bir ölünün techiz ve tekfin masrafından sonra terekesinden şahıslara âit borçları teslim edilir. Bu hususta aşağıdaki hükümler câridir:
1. Techiz ve tekfinden sonra kalan malın mecmuu borca kâfi gelir ise her alacaklının alacağı tediye edilir. Kâfi olmadığı takdirde, alacaklı bir şahıs ise, terekenin mecmuu kendisine verilir ve eğer müteaddit ise alacaklıların kuvveti nispetinde borç tevdi edilir. Bu borçlar üç türlü olabilir ve borçlar sırasına göre tahsil edilir.
a) Hâl-i sıhhatindeki borçlarıdır ki delillerle veya sıhhatindeki ikrârıyla sabit borçlardır.
b) Deyn-i sıhhat hükmünde olan borçlarıdır ki, uhdesine maraz-ı mevtinde teveccüh etmiş olmakla beraber, sebeb-i vücubu hâkim veya şuhûd tarafından müşahede edilmiş bulunan borçlardır. Bir müteveffanın maraz-ı mevtinde temellük veya istihlak eylediği şeylerden dolayı olan borçları gibi.
c) Maraz-ı mevtindeki ikrârıyla lâzım gelen borçlarıdır. Bu üçüncü kısım borçlar iki kısımdan sonra tediye edilir. Şâyet alacaklılar ayn-ı sıhhatte iseler veya cümlesi deyn-i maraz ise terekesi alacaklıların hisselerine göre biri diğerine tercih edilmeden tevzi olunur, değil iseler sıralarına göre verilir. Mal biterse diğer alacaklılar alamazlar.
2. Bir ölünün borçları terekesinden ziyade olunca, bu terekeyi hâkim satarak parasını alacaklılara taksim eder. Salâhiyet hâkime müfavvezdir. Müteveffanın vârisi veya vasîsi de aynı vazifeyi yapabilirler. Şu kadar var ki vâris veya vasî, bu taksimi hâkimin emriyle yapmış ise zuhur eden alacaklı, bunlara müracaat edemez. Hissesini sâir alacaklılardan talep edebilir.
3. Bir ölünün hazır olan vârislerinden biri, hâkimin hükmü lâhik olmaksızın, mücerret kendi ikrârına istinaden olan bir borcu kendi kendine tediye etmiş olsa, gâib olan vârisler geldiklerinde bunu kabul etmeyip hisselerini ondan talep edebilirler.
4. Bir ölünün duyûna müstağrak olan terekesini (borcu karşılayacak olan bir malı) hâkim satınca, artık bu satış muamelesi nakz edilemez. Mesela; bir müteveffanın yalnız bir hanesi olup da vârisleri borcunu vermedikleri takdirde, hâkim bu haneyi satarsa, vârislerin bu satışı iptale hakları yoktur, velev ki borcu verecek olsalar dahi.
5. Duyûna müstağrak olan bir terekeye vârisler temellük edemezler. Binâenaleyh bunun hakkındaki satış ve hibe gibi muameleleri sahih olamaz. Bu satış ve hibenin vârislerin izni veya hâkimin müsaadesi ile olması müstesnadır. Aksi takdirde hâkimin marifetiyle yeniden sattırılabilir. Hatta satılan veya hibe edilen bu mal, bir ev olsa onun avlusundan çıkartılarak kullanılan bir taş dahi tazmin ettirilir. Bu tazminatı ya müşteriye ya da vârislere yaptırabilirler. Kezâlik bir gemi, vârisler tarafından izinsiz ticaret için başka bir yere götürülürken fırtınaya tutulup parçalansa, bunu alacaklılar o vârise tazmin ettirirler. Tereke duyûna müstağrak olmadığı hâlde satış veya hibe caizdir.
6. Arazi-yi emiriye ve mevkufe, terekeden madud değildir. Binâenaleyh bir ölünün borçları uhde-i tasarrufundaki arazi-yi emiriyye ve mevkufeden tesviye edilemez. Buna vârisler mutasarrıftır. Fakat arsası mukataalı vakıf ve binası mülk olan bir menzil, mülkiyet vechiyle tasarruf olunur. Binâenaleyh alacaklılar hâkime müracaatla bu binayı sattırarak alacaklarını temin edilen paradan alırlar. Arsanın vakıf olması buna mâni olamaz.
7. Vârisler, tereke miktarından fazla bir şeyi alacaklılara vermeye mecbur değillerdir. Yalnız kefâlet miktarı olan bir alacak ölenden sâkıt olmaz. Aksi takdirde bir kimse vefat edince zimmetindeki borcu sâkıt olur. Vârislerinden talep edilemez. Meğerki zimmeti bir malın inzimâmıyla veya bir kefilin kefâletiyle teekkud etmiş olsun.
8. Vârisler, terekeyi istihlâsa mecbur değillerdir; yani malların satılmaması vârislere emir edilemez. Dilerlerse satılarak borçları karşılarlar, dilerlerse borçları kendileri ödeyerek mala sahip olurlar. Hatta bir vâris diğer vârislerin rızası haricinde borçları ödeyerek terekeye sahip olur. Diğer vârisler borca iştirak nispetinde vâris olabilirler. Ne sûretle olursa olsun mallar satılmadan alacak tahsilini vârislere tevdi edemezler.
9. Terekeden alacak davasında vârislerden her biri hasım (davacı) olabilir ve borcu kaza ile (Hâkim marifetiyle) talep edebilir.
10. Bir ölünün zekât, hacc, fidye-i savm, keffaret gibi hukuk-u ilâhiyeye âit borçları, vasiyet eylememiş ise terekesinden kaza edilemez. Meğerki teberrûa ehil olan vârisleri tarafından kaza edilsin.
Bu meseleler Hanefi mezhebine göredir.
Mâlikilere göre bir meyyitin techiz ve tekfininden sonra gerek hukuk-u ilâhiyeden olan ve gerek hukuk-u ibade (kul hakkına) müteallik bulunan borçlar ihraç edilir. Yalnız hukuk-u ilâhiyeye âit borçlar, işhadda bulunmuş olmayıp yalnız vasiyette bulunmuş olsa, bunlar ancak malının 1/3 den ihraç olunur. Bütün mallarından verilemez.
Hanbeli fukahasına göre de, ölünün techiz ve tekfininden sonra gerek zekât, sadaka-i fıtr, keffaret, hacc-ı vâcib gibi borçları ve gerekse karz, cinâyet, gasp, itlâf gibi bir sebepten münbais olan borçları kaza olunur.
Zahirilere göre, terekeden evvela hacc ve zekât gibi hukuk-u ilâhiden olan borçlar ödenir. Bir şey kalırsa bundan da ibadullaha âit borçlar verilir. Yine bir şey kalırsa ölünün techiz ve tekfinine sarf edilir. Bundan artacak bir şey bulunursa onun sülüsünden (1/3 den) vasiyeti tenfiz edilir, badehu bir şey kalırsa da vârislere âit olur.
Şâfiilere göre de hukuk-u ilâhiye, hukuk-u ibade takdim edilir. Binâenaleyh bir ölünün evvela terekesinden techiz ve tekfini temin edilir. Sonra zekât, hacc, keffaret gibi borçları edâ olunur; badehu şahıslara (hukuk-u ibad) olan borçlarına sıra gelir. Şâfiiye göre borç, verâsete mâni olamaz. Belki tasarrufa mâni olur. Vârisler deynin (borcun) edasından sonra terekede tasarrufa musallat olurlar.
İmâm-ı A'zam'dan bir kavle göre de deyn, vârisin terekeye temellüküne mâni değildir. Bu reye muhalif olan zevat ise diyorlar ki: Borç, terekeyi muhit olsun olmasın, terekeye filhâl temellüke mânidir. Çünkü mirasa sahip olmak, Nass-ı Kur'ân'a göre borçların ödenmesinden sonradır. İhtiyata muvafık olan da budur.
1.5.3. Meyyitin Vasiyetlerinin Tenzifi
Ölünün malından üçüncü mertebede de vasiyetleri tenfiz olunur. Şöyle ki; bir ölünün techiz ve tekfininden ve borçlarının edasından sonra sıra vasiyetlere gelir. Eğer geri kalan malın sülüsü (1/3) müsaitse veya müsait olmadığı takdirde teberrua ehil olan vârisler icazet vermezlerse vasiyetler terekeden tamamıyla derhâl veya bilâhare tenfiz edilir. Fakat malın sülüsü vasiyetlere müsait olmadığı gibi vârisler de izin vermedikleri veya ehil bulunmadıkları takdirde vasiyetler mütebaki terekeden yalnız sülüsü nispetinde tenfiz edilir.
Tenfiz edilecek vasiyetler hakkında beyne'l-fukaha (ehl-i fetva arasında) ihtilâf vardır. Şöyle ki; ekser fukahaya göre vasiyetler, ister birer vasiyet-i mutlaka ister birer vasiyet-i muayyene sûretinde olsun her hâlde mütebaki terekenin sülüsünden ifraz edilir. Geri kalan kısmı da vârislere, sehimlerine göre verilir ki, esas olan kavl de budur. Fakat bazı fukahaya göre vasiyet-i muayyene, irse takaddüm eder. Sülüs ve rubu (1/4) gibi vasiyet-i mutlaka ise miras mesabesinde olup bu miktar da mûsâ-leh olanlar, (kendisine vasiyet olunan, yani ölümden sonraya izafetle teberruan temlik edilen mal ve menfaattir.) vârislere iştirak ederler. Tereke hepsine muayyen nispetler dahilinde taksim edilir.
1.5.4. Terekenin Vârisler Arasında Taksimi
Ölünün terekesinin sülüsünden mevcut ise sonra geriye kalan terekesi irsin esbab ve şerâitini haiz olan karibleri (akrabaları) arasında taksim olunur. İrsin esbabı üçtür:
1. Karabet
2. Nikâh
3. Velâ
İmâm Şâfii'ye göre bunlar ile beraber dördüncü sebep de İslâm'dır. Binâenaleyh evvelki üç sebep yani üç vâristen hiç kimse bulunmaz ise dördüncü vâris Müslümanlar olup beytü'l-mâle intikal eder. İrsin şerâiti, ölen kimsenin hakikaten veya hükmen vefat etmiş olması, vârisin de bu vefat zamanında hakikaten veya takdiren berhayat olup ne cihetle vâris olduğunun malum bulunmasıdır. Vefatına hükmedilen bir mefkudun (gâibin) vefatı bir vefat-ı hükmiyedir. Ana karnında (rahm-i mâderde) bulunan bir çocuğun hayatı da hayat-ı takdiriyedir. Binâenaleyh bir şahsın vefatı hakikaten veya hükmen tahakkuk etmedikçe, emvali üzerinde vâris olacak kimsenin tasarrufu sahih değildir. Bir şahsın hakikaten vefatı, ya alâkadarların ikrârıyla veya iki şâhid-i âdilin şahadetleri ile sabit olur. Bir müteveffanın vârisi, babası, oğlu veya kızı gibi bir şahıstan ibaret olunca taksime sebep kalmaz. Bu vârisler terekenin tamamına müstahik olurlar. Fakat bir meyyitin müteaddid vârisleri bulunur veya vârisi yalnız zevcinden (kocasından) veya zevcesinden (ailesinden) ibaret olursa terekesi taksim olunur.
Verâset, hakikaten veya hükmen âyan-ı mâliye hakkında câridir. Binâenaleyh bir meyyitin terk ettiği ayân (âşikâr) kabilinden emvali, vârisleri arasında hisseleri nispetinde müşterek olacağı gibi, bir kimsenin zimmetindeki alacakları da bunların arasında müşterek bulunur. Şu kadar var ki bu alacaklar ele geçmeden taksim edilemez.
1.6. VÂRİSLERE İNTİKAL EDİP ETMEYEN HAKLAR
Şahsa âit bir kısım haklar vardır ki, vefatında bunların bazıları vârislerine intikal eder, bazıları intikal etmez. Bunlar âit oldukları mevzularda mufassalan beyan olunmuştur. Hulâsası aşağıda yazıldığı vechiledir.
1.6.1. İntikal Eden Haklar
1. Peşin satışta mebiin (satılmış olan mal) hakk-ı hapsi, satıcının vefatıyla veresesine intikal eder. Vârisler para almadıkça malı müşteriye teslim etmeyebilirler.
2. Rehini haps etme hakkı, mürtehinin vefatıyla vârislerine intikal eder.
3. Hıyâr-ı vasf ile muhayyer olan müşteri vefat edince bu hıyâr hakkı vârislerine intikal eder.
4. Hıyâr-ı tayin vârise intikal eder. Muhayyerlik hakkını kullanmadan ölen bir kimsenin vârisi alınacak malı almak hususunda muhayyerdir.
5. Hıyâr-ı ayıp vârise intikal eder.
6. Diyet vârislere intikal eylediği gibi hakk-ı kısas da intikal eder. (İbn-i Ebi Leylâ'ya göre zevc ile zevcenin kısasta hakları yoktur.)
1.6.2. İntikal Etmeyen Haklar
1. Şûf'a hakkı vârise intikal etmez.
2. Hıyâr-ı şart, hıyâr-ı nakd, hıyâr-ı rûyet vârise intikal etmez.
3. Hıyâr-ı tağrir vârise intikal etmez.
4. Hıyâr-ı kabul vârise intikal etmez. Meclisi satışta muhayyer olan taraf vefat etse, satış münakid olmamış olur.
5. İcare vârise intikal etmez.
6. Bey'i fuzulide icazet hakkı vârise intikal etmez.
7. Ecel hakkı vârise intikal edemez. Mesela; borçlu veya müşteri kendisine verilen müddetin bitmesinden evvel vefat etse satıcı, malın parasını, alacaklı da alacağını terekeden hemen alabilir. Vârisler bu mühlet, vade hakkına sahip olamazlar.
8. Âriyet vârise intikal etmez.
9. Hibeden rücû hakkı vârise intikal etmez.
10. Velâyet, vârise intikal etmez. Binâenaleyh bir sagirin (küçüğün) velisi vefat edince, hakk-ı velâyeti vârisine intikal etmez.
11. Vasiyet hakkı, vasînin vârisine intikal etmez.
12. Hakk-ı velâ, vârise intikal etmez. Mesela; bir mu'tik vefat edip iki oğlunu terk etse hakk-ı velâsı bu oğullarına intikal eder. Sonra bunlardan birisi de vefat edip oğlunu terk etse hakk-ı velâsı bu oğluna intikal etmez. Tamamen bu hak hayattaki iki evladdan birine âit olur. Öbür evladı da ölünce velâ hakkı dedelerinden oğlunun evladlarına intikal eder, babalarından değil.
13. Hadd-i kazf (iftira suçundan ceza talep etmek hakkı) vârise intikal etmez.
Bütün bu meseleler, Hanefilere göredir. Sâir mezhepler için âit oldukları bahislere müracaat ediniz.
1.7. VERÂSETİN İNTİKALİNE MÂNİ OLAN SEBEPLER
Bir kimsenin vefat eden kimseye vâris olabilmesi için müteveffanın zaman-ı mevtinde şerâit-i irsi cami, mevani-i irsden hâli bulunması lâzımdır. Bu şerâiti muahharan ihraz eden kimsenin irse istihkakı yoktur. Bu şerâitin bilâhare zevali de mirastan mahrumiyeti intac etmez. Binâenaleyh bir ölünün vefatı zamanında bir validesiyle ana baba bir kardeşi var iken bir sene sonra bir li-um (anne bir) kardeşi de tevellüd edecek olsa bu vâris olamaz. Kezâlik bir Müslimin vefatında gayr-i Müslim bulunan babası vâris olamaz. Fakat bir Müslimin vefatında Müslim olan vârisi bilâhare irtidad etse (dinden dönse) veya bir zimmînin zimmî olan vârisi vefatından sonra dâr-ı harbe iltihak etse mirasına müstahik olur.
1.7.1. Mevani-i İrs
Bir şahsın sebeb-i irs mevcut olduğu hâlde vâris olmasına mâni olan hâldir. Bunlar dörttür. Rık, Katl, ihtilâf-ı din, ihtilâf-ı dâr hâlleridir. Kendisinde bu hâllerden birisi bulunan şahsa “mahrûm” denir. Maahaza irtidad, lian, cehalet-i vâris, tarih-i mevtin cehaleti ve hacb hâlleri de mevani-i irsten maduddur. Bunları sırasıyla takip edelim:
1.7.1.1. Rık Hâli
Rakik (köle) olan kimseler başkasına vâris olamazlar. Çünkü esbab-ı temellükten bir şeye mâlik değildirler. Eğer vâris olsalar, kendilerine intikal edecek mallar mevlâlarına âit olmuş olacaktır. Bu hâlde mevlâları bir sebep yok iken yabancı meyyitlere vâris olmuş olurlar ki bu câiz değildir. Bu, İmâm-ı A'zam'a göredir. İmâmeyn'e göre “mu'taku'l-ba'z (sonradan köleleştirilmiş)” kâmilen hür olduğundan vâris olur ve ledelhace başkasını da hacb edebilir. Köle dediğimiz zaman hem erkek olan köleler ve kadın olan câriyeler bu hükme tâbidir.
İmâm Mâlik'e göre rık, nâkıs olsa da tevarüse mânidir. Yani gerek mukâteb, müdebber, ümmi veled, mu'taku'l-ba'z köle ve câriye olsa dahi. İmam Şâfii'ye göre de mu'taku'l-ba'z vâris olmaz, ama müverris olur.
İmam Ahmed'e göre mu'taku'l-ba'z, ıtk edilmiş olduğu kısmı nispetinde vâris, müverris ve hâcib olur. Çünkü hür olanın cüz'ü ile kesbettiği mal kendisine mahsustur. Bunda mevlâsının hakkı yoktur. Müdebber, mûkâteb, ümmi veled ne vâris ne de müverris olabilir.
1.7.1.2. Katl Hâli
Katl de verâsete mânidir. Şöyle ki; bir kimse kendi karibini katletse, onun irsinden mahrum kalır. Katl, gerek amd veya şibih amd tarikiyle olsun, gerekse hata veya hata mecrasına câri bir katl sûretiyle olsun. Fakat tesebbüben vâki olan katl irse mâni değildir. Muin-i katl de katil mesabesindedir. Bir katlin mirasa mâni olması için gayr-i meşru sûrette vukuu ve ikrâr-ı muteberden hâli bulunması, katilin de akıl ve bâliğ olması şarttır. Katil, maktulden evvel ölür ise katl hadisesi maktulün katile vâris olmasına mâni olmaz.
1.7.1.3. İhtilâf-ı Din Hâli
İhtilâf-ı din her iki taraf için irse mânidir. Binâenaleyh bir Müslim, bir gayr-i Müslime ve bir gayr-i Müslim de bir Müslime vâris olamaz. Bu hükme göre bir Müslim zevc, gayr-i Müslim (kitabî) olan zevcesine vâris olamadığı gibi, ondan doğan çocuklar da anasına vâris olamazlar. Bir Müslim, azad etmiş olduğu gayr-i Müslim köle veya câriyesine vefatında velâ itibarıyla vâris olamaz. Müslümanların aralarındaki mezhep ayrılığı ise birbirine vâris olmaya mâni teşkil etmez. Kitabî olan milletlerle kitabî olmayan milletlerin de -ümmet-i vahide olduklarından- birbirlerine tevarüsleri câridir. Bir müteveffanın biri Müslim, diğeri gayr-i Müslim iki evladından her biri o müteveffanın kendi dininde olarak vefat ettiğini iddia ile verâset talebinde bulunsa, söz Müslim olanındır. Her ikisi de iddiasında beyyine ikame edecek olsalar, Müslim olanın beyyinesi (delili) tercih edilir.
Bu meseleler Hanefilere göredir.
Ashab-ı Kirâmdan Muaz ibn-i Cebel ve Muaviye ibn-i Ebi Süfyan, Muhammed İbnu'l-Hanefiyye'ye ve Mesruk'a göre Müslümanlar, gayr-i Müslimlere vâris olabilirler. İbn-i Ebi Leylâ'ya göre İsevîler ile Musevîler arasında tevarüs câri olursa da bunlar ile Mecusiler arasında câri olmaz. Zira vahdaniyet-i ilâhiyeye kâil olanlarla olmayanlar müsavi tutulamazlar. Bazı fukahaya göre, ayrı ayrı olan ehl-i Kitab da birbirlerine vâris olamazlar. (İsevîler ile Musevîler gibi).
Mâlikilerce itimad edilen kavile nazaran ehl-i Kitab ile Mecusi gibi gayr-i Müslimler birer başka başka milletlerdir, birbirlerine vâris olamazlar. Yalnız Abdüsselâm'a göre Yahudiler ile Nasraniler arasındaki ihtilâf-ı din, tevarüse mânidir. Mecusiler ve sâir gayr-i Müslimler ise bir millet sayılarak aralarında tevârüs câri olur.
Şâfiilere göre de bütün gayr-i Müslimler milletleri muhtelif olsa da birbirlerine vâris olurlar. Şu kadar var ki meşhur olan kavle göre, zimmî ile harbî arasında tevârüs câri olmaz.
Hanbeli fukahasına gelince: Bunlara göre bir Müslim bir gayr-i Müslime ve bir gayr-i Müslimde bir Müslime yalnız velâ tarikiyle vâris olabilirse de başka sebeple vâris olamaz. Bir de vefat eden bir Müslimin henüz terekesi taksim edilmeden gayr-i Müslim olan karibi (yakını), mesela; babası ölse kendisine vâris olur. Velev ki bu Müslüman olan bir mürted veya henüz mürtedde bulunan bir zevce olsun. Gayr-i Müslimler ise birbirlerine vâris olurlar; meğerki milletleri bir olsun. Biri zimmî diğeri harbî olsa dahi câridir. Milletleri bir olursa ihtilâf-ı dâr irse mâni değildir.
Zahirilere göre Müslümanlar ile gayr-i Müslimler arasında irs câri değildir. Gayr-i Müslimlerin vefat zamanına itibar olunur; çünkü gayr-i Müslimlerin bilâhare Müslüman olması, gayr-i Müslimin karibine vâris olmasına mâni değildir.
1.7.1.4. İhtilâf-ı Dâr (Vatanlarının Muhtelif Olması)
İhtilâf-ı dâr, ölen ile ona vâris olanın başka başka memleket ahâlîsinden olmasıdır ki, gayr-i Müslimler arasında tevârüse mânidir. Binâenaleyh İslâm tâbiiyetinde bulunan gayr-i Müslimler ile ecnebi tâbiiyetinde bulunan gayr-i Müslimler arasında tevârüs câri olmadığı gibi, iki gayr-i Müslim devlet tebaasında bulunan gayr-i Müslimler arasında da câri olamaz. Mesela bir Rusya'lı bir Prusya'lı gayr-i Müslime vâris olamaz. Fakat iki memleket arasında tecavüzi ve tedafüi muahede mevcut tenasur ve taavun câri olup bilcümle düşmanlarına karşı aralarında bir ittihat mevcut bulunursa, o zaman o iki memleket bir dâr sayılır. Gayr-i Müslim ahâlî arasında tevârüs câri olur. Demek ki ihtilâf-ı dâr, hükümdarların “menea” denilen ordularının ihtilâfı ile vücuda geliyor. İki gayr-i Müslim millet arasında ihtilâf-ı dâr şu üç sûretle mutasavverdir.
Birincisi: Hakikaten ve hükmen ihtilâftır. Bu, Dâr-ı İslam'da İslâm tâbiiyetini haiz bulunan bir gayr-i Müslimle, ecnebi bir memlekette ecnebi tâbiiyetini haiz bir gayr-i Müslim arasındaki ihtilâftır ki, bunların hiçbiri diğerine vâris olamaz.
İkincisi: Yalnız hükmen ihtilâftır. Bu, Dâr-ı İslam'da teba-i İslamiyeden bulunan bir gayr-i Müslim ile yine Dâr-ı İslâm'da müste'min olarak bulunan bir gayr-i Müslim arasındaki ihtilâftır. Bunların arasında da verâset câri olamaz. Gayr-i Müslim devlet tebasındaki gayr-i Müslim ile aynı devlette müste'min bulunan da birbirlerine vâris olamaz. Üçüncü bir devlet memleketinde müste'min olarak bulunup başka başka devletler tâbiiyetini haiz olan iki gayr-i Müslim de bu hükümdedir.
Üçüncüsü: Yalnız hakikaten ihtilâftır. Bu, başka başka memleketlerde müste'min olarak bulunan ve aynı devlet tâbiiyetini haiz olan gayr-i Müslimler arasındaki ihtilâftır ki, vâris olmalarına mâni değildir. Aynı devlet tâbiiyetinde bulunan iki kimsenin başka bir devlette beraber müste'min bulunmaları da verâsetlerine mâni değildir.
İslâm tâbiiyetinde bulunan bir gayr-i Müslim, bu tâbiiyeti terk, yani ahdini bozmadıkça veya ecnebi devletten birine iltihak etmedikçe teba-i İslâmiyeden olan kariblerine vâris olabilir. Seyahat veya ticaret kasdıyla bir memlekete gitmesi verâsete mâni değildir.
Çocuklar ittihad-ı dâr şartıyla dinen hayru'l-ebeveyne tâbidirler; mesela gayr-i Müslim bulunan zevc ile zevceden biri, aralarında çocukları olduğu hâlde İslâmiyet'i kabul etse nazar olunur. Eğer Müslüman olan, çocuğuyla beraber Dâr-ı İslâm'da veya Dâr-ı Harb'de bulunursa çocuk dahi Müslim sayılır. Kendisi Dâr-ı Harb'de kalıp da çocuğu Dâr-ı İslâm'da bulunursa, yine çocuk Müslim sayılır. Binâenaleyh aralarında verâset câridir. Fakat kendisi Dâr-ı İslâm'da bulunduğu hâlde çocuğu Dâr-ı Harb'de olsa, aralarında ne hakikaten ne de hükmen ittihad-ı dâr bulunmamış olacağından çocuk Müslim sayılmaz. Aralarında da tevârüs câri olamaz.
İhtilâf-ı dâr, Müslümanlar arasında verâsete mâni değildir. Hükümdarların, askerlerin ihtilâfı dahi bu İslâmi vahdeti ihlâl edemez. Müslümanların başka bir İslâm devleti veya ecnebi bir devletin tâbiiyetinde bulunmaları da verâsete mâni değildir. İki gayr-i Müslim devlet tabiiyesinde bulunmaları dahi verâsetten mahrumiyetlerine sebep değildir. İmâm-ı Şâfii'ye göre ihtilâf-ı dâr, gayr-i Müslimler arasında da irse mâni değildir.
1.7.1.5. İrtidad (Dinden Çıkma) Hâli
Mürted ve mürtedde hiçbir kimseye vâris olamazlar. İrtidat edenler, milliyetten mahrum olduklarından bunların irtidatı, ihtilâf-ı dinden madud olmayıp verâsetten mahrumiyet için başkaca bir sebep sayılmıştır. (Geniş bilgi için irtidat bahsine müracaat ediniz.)
1.7.1.6. Lian Hâli
Lian verâsete mâni değildir. Hanefiyyeye, İmâm Şâfii ile İmâm Ahmed'e ve cumhur-u fukahaya göre tev'em olan evlad-ı mülâane, birbirlerinin mirasına yalnız annenin evladı sıfatıyla müstahik olurlar. Lian sebebiyle nesebi kat'edilmiş olan çocuklar ile valideleriyle lian yapan şahıs arasında verâset câri olmaz. Çünkü irse sebep olan neseb, mefkud bulunmuş olur.
1.7.1.7. Cehalet-i Vâris (Vâris Olacakların Bilinememesi) Hâli
Vârisin meçhuliyeti şu beş meselede irse mânidir. Şöyle ki:
1. Bir kadın, kendi çocuğu ile başkasının çocuğuna süt verirken vefat edip de hangisinin kendisine âit olduğu bilinmezse hiçbirisi kendisine vâris olamaz.
2. Bir kadın, bir Müslimin çocuğu ile bir gayr-i Müslimin çocuğuna süt verirken ikisi birlikte büyüyüp birbirlerinden tefrik edilemez olsa bu çocuklar Müslim sayılır; fakat hiçbiri babasına vâris olamaz.
3. Bir kimse çocuğunu lâkit (sokağa atılmış) olarak bir yere bırakıp da sonra o yerde iki çocuk bulsa da çocuğunu tefrik edemese, bu hâlde bu çocuklardan hiçbiri kendisine ve birbirine vâris olamaz.
4. Hür bir kadın ile bir câriye bir odada (mesela karanlık odada) birer çocuk doğurup da hangi çocuğun kendilerine âit olduğunu bilemeseler, vefatlarında bu çocuklar kendilerine vâris olamazlar. Bu hâlde iki çocuk hür sayılır, câriyenin mevlâsı için kıymetlerinin nısfı nispetinde sa'y ederler.
5. Bir kadın, bir câriyenin çocuğu ile bir kimsenin hür olan bir zevcesinden mütevellid çocuğuna beraber süt verir de büyüdüklerinde hür olan kadının çocuğu bilinmese, ikisi de hür sayılır. Her biri kıymetinin nısfı nispetinde câriyenin mevlâsı için sa'y eder; fakat bunlar ile o valideler ve o kimse arasında câri olmaz. Çünkü hangisinin valide ve peder olduğu meçhuldür.
1.7.1.8. Tarih-i Mevtin Cehaleti (Bilinememesi) Hâli
Tarih-i mevtin meçhuliyeti de irse mânidir. Şöyle ki; bir anda vefat edenler mesela birlikte boğulan, birlikte yanan ve yıkılan bir bina altında birlikte kalıp ölen, bir vakada birlikte öldürülen veya bir hanede birlikte ölü bulunan ve hangisinin evvelce vefat ettiği anlaşılamayan iki veya daha ziyade karib, birbirine vâris olamaz. Vârislerden herhangi biri kendi müverrisinin sonra vefat ettiğini beyyine (delil) ile ispat edebilirse kabul olunur. Fakat iki tarafın vârisleri de birer beyyine ikame edecek olurlarsa beyyineleri sâkıt olur. Her iki taraf iddiasını ispattan âciz olunca ikisi de tahlif olunur. Hangisi yeminden nükûl ederse, nükûliyle ilzam olunur. İkisi de yemin ederse hiçbiri tasdik olunmaz. Bu hususta müstesna bir mesele vardır ki, iki şahıs bir vakitte vefat ettikleri hâlde bunlardan biri diğerine vâris olur. Garbdeki ölen şarktaki ölene vâris olur; şarktaki garbdekine vâris olamaz.
Yukarıdaki meseleler, Eimme-i Hanefiyye ile Mâlikiyeye ve Şâfiilerle, Cumhur-u Fukahaya (Ulemânın Ekserisine) göredir. Muhtar olan da budur.
İbn-i Ebi Leylâ'ya göre ise, hangisinin evvel vefat ettiği malum olmayan bu gibi karibler biri birinin asıl terekesine vâris olurlar. Şu kadar var ki, hiçbiri kendi terekesinden karibine intikal eden hisseye tevârüs edemez. Bu hisse o karibin diğer vârislerine âit bulunur. Böyle bir kavil, İmâm Ali hazretleriyle İbn-i Mesud hazretlerinden de mervidir.
1.7.1.9. Hacb (Başka Birinin Vâris Olmasını Kısmen veya Tamamen Kaldırma) Hâli
Hacb de bir nevi mevani-i irsten maduddur. Şöyle ki; bir ölünün kariblerinden birinin vücudu bazen diğerlerinin hisse-i irsiyelerini azaltır veya hisse-i irsiye almalarına tamamen mâni olur. Bu iki hâlden birincisine hacb-i noksan, diğerine de hacb-i hırman nâmı verilir.
1.7.1.9.1. Hacb-i Noksan
Zevc, zevce, ana, oğlunun kızı (ibniyye), (uht li-eb) baba bir kız kardeş olmak üzere beş vâris hakkında variddir. Şöyle ki; zevc, vefat eden zevcesinden nısf (1/2) hisse alır. Fakat zevcenin evladı veya oğlunun evladı mevcut olursa bu hissesi rub'a (1/4) tenezzül eder. Zevcede rub hissi alırken, zevcinin evladı veya oğlunun evladı mevcut olunca sum'ün (1/8) hisseye müstahik olur. Ana dahi terekenin sülüsünü (1/3) alırken, ölenin evladı veya oğlunun evladı veya laâkal iki kardeşi mevcut olduğu takdirde bu hissesi sudüse (1/6) tenezzül eder. Ölenin oğlunun kızı bir ise nısf, ziyâde ise sülüsân (2/3) alır. Fakat ölenin öz kızı ile beraber bulunduğu takdirde bir sudüs (1/6) olarak hissesi azalır.
Uht li-eb dahi bir ise nısf, ziyâde ise sülüsân alır. Fakat bir uht li-ebeveyn ile beraber bulunursa, hissesi sülüsânı tekmil için sudüse tenezzül eder.
1.7.1.9.2. Hacb-i Hırman
Bu hususta vârisler iki fırkaya ayrılır. Birinci fırka, bazen hacb-i noksan ile mahcub olsa da hiçbir hâlde hacb-i hırman ile mahcub olmayan vârislerdir. Bunların üçü erkek, üçü de kadın olmak üzere altı kimsedir.
İkinci fırka, bir hâle nazaran vâris olup diğer bir hâle nazaran hacb-i hırman ile mahcub olan kimselerdir. Bunlar da yukarda beyan edilen altı vâristen başka asabattan veya zevi'l-erhâmdan olan sâir akrabalardır. Mesela bir ölünün yalnız amcası bulunsa, terekesine tamamen müstahik olur. Fakat ölünün oğlu veya li-ebeveyn veya li-eb erkek kardeşi bulunsa, amcası hiçbir hisse alamaz.
Bir ölünün akrabalarından bir kısmının diğer bir kısmını verâsetten düşürmesi iki esasa müsteniddir.
Birinci Esas:
Bir vâris ölüye bir şahıs vasıtasıyla intisab eder. Eğer o şahıs yalnız olursa terekenin tamamını alır. Asabelik, zevi'l-erhâmlık gibi bir cihetten müstahik ise kendisi mevcut iken o vâris bir şey alamaz. Verâset sebebinde gerek müttehid olsunlar, gerek olmasınlar. Mesela; baba var iken ced (dede) vâris olamaz. Baba var iken erkek ve kız kardeşler vâris olamazlar.
Eğer o vasıta olan şahıs, terekenin tamamına bir cihetten müstahik değilse, iki ihtimâlden hâli olmaz. Şöyle ki; eğer o şahıs ile o vâris irs sebebinde müttehid iseler vasıta olan o şahıs, o vârisi hacb-i hirman ile hacb eder. Um (ana) ile Ummu'l-um (ananın anası) gibi ve eğer irs sebebinde müttehid olmazlarsa vasıta olan şahıs, o vârisi hacb edemez. (Verâsetten mahrum bırakamaz.) Um ile evlad-ı um gibi, ana terekenin tamamına müstahik değildir; fakat yalnız bulunduğu zaman redden mecmuuna müstahiktir. Um ile evlad-ı um sebeb-i irste de müttehid değildirler. Binâenaleyh um, validelik sebebiyle hissesini alır; evlad-ı um da diğer bir sebeple hisse alarak mahcub olmazlar.
İkinci Esas:
Yakınlık derece ve kuvvet-i akraba kaideleridir. Şöyle ki; Asabatta evvela kurbî yani yakınlık derecesine itibar olunur. Hangi şahıs ölüye daha yakın ise o tercih olunur. Sonra dereceleri müsavi olanlar için kuvvet-i karabete itibar olunur. Ölüye iki cihetten yakın olan, kuvve-i karabeti haiz olacağından, bir cihetten yakın olan tercih edilir; her iki takdirde de diğer asabe mahcub olur. Gerek sebeb-i verâsetleri müttehid olsun, baba ile dede, oğul ile oğlunun oğlu gibi ve gerek müttehid olmasın, ibn ile ah lehüma ibnü'l-ibn ile ah lehüma gibi. Asabattan başka vârislerde de bakılır: Eğer sebeb-i verâsetleri müttehid ise evvela yakın derece ile tercih olunur. Ana ile beraber bulunan ceddeler, iki kız ile beraber bulunan oğlun kızı gibi. Sonra; dereceleri müsavi olunca kuvve-i karabet itibarıyla tercih olunur. İki uht li-ebeveyn ile beraber bulunan uht li-eb gibi ki, bu hâlde aslâ vâris olmaz. Fakat sebeb-i verâsetleri müttehid değilse hiçbiri diğerini hacb edemez. Baba ile ananın anası gibi.
Hâcibin bilfiil vâris olması şart değildir. Binâenaleyh bir kimse hacb-i noksan ile ve hacb-i hırman ile mahcub olsa da başkasını her iki sûretle hacb edebilir. Mesela bir ölünün babasıyla lâakal iki kardeşi, bir de validesi cem olsa, kardeşleri babasıyla tamamen mahcub olurlar. Fakat kendileri de meyyitin annesini hacb-i noksan ile hacb ederler. Çünkü bu hâlde validenin sülüs (1/3) hissesi sudüse (1/6) tenezzül etmiş olur.
Hâcibin verâsete salih ve bi'l-kuvve vâris olmaması lâzımdır. Binâenaleyh köle, küfür, katl gibi mevani-i irsiyeden birinin vücuduyla verâsetten mahrum olanlar tamamen ölü hükmünde olduklarından, başkalarını aslâ verâsetten mahrum edemezler. Mesela bir ölünün köle veya katili olan bir oğlu ile bir zevcesi, bir de li-ebeveyn kardeşi bulunsa terekesinin rubu (1/4) zevcesine, bakiyesi de kardeşine âit olur. Oğlu bunları ne hacb-i noksan ile ne de hacb-i hırman ile hacb etmiş olamaz. Bu, cumhur-u fukahaya göredir. İbn Mesud hazretlerine göre mahrum olan şahıs, başkalarını hacb-i hırman ile hacb edemezse de hacb-i noksan ile hacb eder. Mesela bir ölünün bir zevcesi ile li-ebeveyn bir kardeşi, bir de rakik (köle) bir oğlu bulunsa, terekesinden zevcesi rubu (1/4) alacağı yerde sum'ün (1/8) almak sûretiyle hacb-i noksan ile hissesini tenzil etmiş olur. Bakiyesi de kardeşine verilir.
1.8. TEREKENİN (MALIN) İNTİKAL EDECEĞİ YERLER
Bir ölünün terekesi, aşağıdaki dokuz derece erbâbına sırasıyla intikal eder.
1.8.1. Ashab-ı Ferâiz
Ashab-ı ferâiz, Kur'ân-ı Kerim'de hisseleri tayin edilmiş vârislerdir. Bu ehl-i ferâiz denilen vârisler on ikidir. Bunların on adedi nesebî, ikisi de sebebîdir. Bunlar var iken kimse ölünün terekesine (malına) vâris olamaz. Nesebî olanların üçü erkek, yedisi de kadındır ki şunlardır:
Erkek 1 Eb Baba
2 Cedd-i Sahih Babanın babası
3 Ah li um Ana bir erkek kardeş
Kadın 1 Um Ana
2 Cedde-i Sahiha Ananın anası, babanın anası, cedd-i fâsidden hâli olmak üzere bunların ilâ nihaye anaları
3 Bint/sulbiyye Öz kız
4 Bintu'l-ibn/ibniyye Oğlunun kızı ilâ nihaye
5 Uht lehuma/şekika Ana baba bir kız kardeş (li-ebeveyn)
6 Uht li-eb Baba bir kız kardeş
7 Uht li-um Ana bir kız kardeş (evlad-ı umun: Ana bir erkek ve kız kardeş)
Sebebî olanlar da şunlardır:
1 Zevc/Koca
2 Zevce/Kadın
Yekûn 3+7+2= 12
1.8.2. Asabe
Asabat, evvela asabe-i nesebiyye ile asabe-i sebebiyye kısımlarına ayrıldığı gibi asabe-i nesebiyye de binefsihi asabe, bigayrihi asabe ve maagayrihi asabe kısımlarına ayrılır. Asabe tabiri esasen kuvvet ve şiddet mânâsını mutazammındır. Baba tarafından olan bir takım akraba arasında bir irtibat hâsıl, bir müdafaa kuvveti câri olacağından kendilerine bu nâm verilmiştir. Nitekim sinirlere “âsâb” denilmesi de ecza-i bedeniyenin rabt ve takviyesine hizmet etmeleri itibarıyladır. Asabenin kısm-ı a'zamını erkekler teşkil eder.
Istılahta asabe: Ashab-ı ferâizle beraber bulundukları hâlde onların sehimlerinden geriye kalan mala müstahik olan ve ashab-ı ferâiz bulunmadığı takdirde terekenin tamamını alan karibler (akrabalar)dir.
1.8.2.1. Asabe-i Nesebiyye
Ölüye neseben karabeti (yakınlığı) olan kimselerdir. Bu asabe-i nesebiyye; binefsihi, bigayrihi, maagayrihi asabe kısımlarına ayrılırlar.
1.8.2.1.1. Asabe Binefsihi
Ölüye nispetinde kadınlara dahil olmayan erkek kimselerdir. Baba, oğul, babanın babası, oğlun oğlu (ceddu'l-eb, ibnu'l-ibn gibi), ana baba veya baba bir erkek kardeşler, ana baba veya baba bir amcalar, oğulları ve bu kardeşlerin oğulları.
1.8.2.1.2. Asabe Bigayrihi
Ölünün asabeden olan erkek kardeşleriyle beraber bulunan kız kardeşleridir. Ölünün kızları, oğlunun kızları, ana baba bir kız kardeşleri, baba bir kız kardeşleri; bunlar erkek kardeşleri ile beraber bulunurlarsa bu nâmı alarak bu sıraya göre ikili birli vâris olurlar.
1.8.2.1.3. Asabe Maagayrihi
Asabeden olmayan bir kadın ile beraber bulundukları takdirde asabeden olan kadınlardır. Bunlar ölünün kızıyla beraber bulunan li-ebeveyn veya li-eb kız kardeşleridir. (Ana baba bir veya baba bir kız kardeşleridir.) Bu sıraya göre vâris olurlar.
1.8.2.2. Asabe-i Sebebiyye
Asabe-i sebebiyye, mevle'l-ataka ile onun vefatı hâlinde binefsihi asabesinden olan kariblerdir. Şöyle ki; bir şahıs mâlik olduğu köle veya câriyeyi bi'l-ihtiyar veya bi'l-ıztırar (zorlayarak) bir mal mukabilinde veya bilâ ivâz (karşılıksız) azad etmiş olsa, onun velâsını haiz olur. Binâenaleyh azad edilen köle veya câriyenin asabe-i nesebiyye takımından karibi bulunmadığı takdirde, ashab-ı ferâizden baki kalan terekesine kendisini azad etmiş olan şahıs müstahik olur. Bu şahıs, gerek erkek olsun gerek olmasın. Fakat bu şahıs, o köle veya câriyenin vefatı zamanında hayatta bulunmazsa, onun yerine binefsihi asabesinden olan karibleri -Asabe-i nesebiyyedeki tertip dâiresinde- vâris olurlar. Kadın taifesinden olan evladı ve sâir karibleri vâris olamazlar.
1.8.3. Neseben Ashab-ı Ferâizle Redden
İrse nailiyet silsilesinin üçüncü derecesini, neseben ehl-i ferâizden olup redden hisseye müstahik olan kimseler teşkil ederler. Şöyle ki; Ashab-ı ferâiz hisselerini aldıktan sonra meselenin mahrecinde (terekede) bir miktar mal kalır da asabe-i nesebiyye ve sebebiyyeden bir müstahik bulunmazsa, bu miktar da ölüye neseben bitişik olan ashab-ı ferâize sehimleri nispetinde red edilir ve bunlara مَنْ يُرَدُّ عَلَيْهِ “Men yureddu aleyh” denilir. Zevc ile zevceye red edilemez. Çünkü bunların verâseti sebebendir, neseben değildir. Bunlara da مَنْ لاَ يُرَدُّ عَلَيْهِ “Men lâ yureddu aleyh” denilir. Ashab-ı ferâize bu vechile redden sehim verilmesi, sahabe-i kiram ile tabiinin cumhuruna göredir. Zevc ve zevceye reddi kabul eden de vardır.
1.8.4. Zevi'l-erhâm
Mirasa müstahik olacak zümrelerin dördüncü derecesini de zevi'l-erhâm denilen karibler teşkil etmektedirler. Şöyle ki; bir ölünün ashab-ı ferâizden ve asabat-ı nesebiyye ve sebebiyye takımından vârisi bulunmadığı takdirde, terekesine zevi'l-erhâmdan olan karibleri sınıflarına göre müstahik olurlar. Zevi'l-erhâm da binefsihi asabattan olanlar gibi dört sınıfa ayrılır ve onlar gibi tevârüs ederler, aralarında sırasıyla kurb-i cihet, kurb-i derece ve kuvvet-i karabet hususları tercihe sebep olur. Şöyle ki;
Birinci Sınıf: Bizzat ölüye cüz'iyyet itibarıyla müntesib olanlardır. Bunlar evlad-ı benat ile benat-ı ibnin evladıdır. (Kızların çocukları ve oğlan kızlarının çocuklarıdır).
İkinci Sınıf: Ölüye asliyyet itibarıyla müntesib olanlardır ki, fâsit cedler ile fâsit ceddelerden ibarettir. Anasının babası, anasının babasının babası, babanın anasının babası, ananın babasının anası gibi.
Üçüncü Sınıf: Ölünün babasına cüz'iyyet itibarıyla müntesib olanlardır. Bunlar da ölünün ana baba bir veya baba bir veya ana bir kız kardeşlerinin ilâ nihaye erkek ve kız evladı ile li-ebeveyn veya li-eb veya li-um (ana baba bir veya baba bir veya anne bir) erkek kardeşlerin ilâ nihaye kızları ve ana bir erkek kardeşin oğullarıdır.
Dördüncü Sınıf: Ölünün alel'umûm ced ve ceddelerine cüz'iyyet itibarıyla müntesib olan kimselerdir. Bunlar da li-ebeveyn, li-eb ve li-um ammeler (amcalar) ile ve li-ebeveyn, li-eb ve li-um haller (dayılar) ile halalar ve bunların evladıdır ve amca kızlarıyla bu kızların evladıdır. (Ölünün ana ve baba tarafından olan dedelerine ve yine ana ve baba tarafından olan büyük annelerine nispet edilenler. Bunlar: Halalar, anne bir amcalar, dayılar, teyzeler ve bunların ne kadar aşağı inilirse çocuklarıdır. Ana ve baba bir veya baba bir amcaların kız çocukları ve ne kadar aşağı inilirse kızlarının çocukları hep zevi'l-erhâmdırlar.) Bu dört sınıfın birincisi var iken ikincisi, ikincisi var iken üçüncüsü, üçüncüsü var iken dördüncüsü vâris olamaz. Bütün bu meseleler tablolarıyla özel olarak gösterilecektir. Zevi'l-erhâmda her sınıf kendi arasında kurbî dereceye göre ölüye en yakın olan kimseler, diğerlerine takdim olunur. Mesela; birinci sınıfta meyyitin kızının kızı, meyyitin kızının kızının kızına tercih olunur. İkinci sınıfta da ananın babası, ananın anasının babasından evveldir. Bu mesele, “ehl-i karabet” denilen, Hanefiyyeye göredir, muhtar olan da budur.
Fakat zevi'l-erhâmın tevarüsünde başkaca iki kavl daha vardır: Birincisi: “ehl-i tenzil” ikincisi “ehl-i rahimdir”.
Ehl-i tenzil denilen, Alkame ile Şa'bi'nin ve Mesruk ile Hasan ibn-i Ziyad'ın ve tâbilerinin kavlidir ki, bunlara göre her zi-rahim, kendisini meyyite isal eden vasıta menzilesindedir. O vasıta mevcut olduğu takdirde ne kadar sehme müstahik olursa, o zi-rahim de o kadar sehme müstahik olur. Yani bir ölünün kızının kızı ile ana baba bir veya baba bir kız kardeşinin kızı ictima etse, tereke bunlar arasında münasefeten taksim edilir. Çünkü yalnız kızıyla kız kardeşi bulunduğu takdirde de böyle taksim edilecekti.
Ehl-i rahim denilen, Hasan ibn-i Meysere ve Nuh ibn-i Zirah ve tâbilerinin kavlidir ki, bunlara göre irse istihkak rahim vasf-ı umûmîsine göre olduğundan, zevi'l-erhâm terekeye müsavat üzere müstahik olurlar. Dereceleri gerek müsavi olsun ve gerek olmasın. Kuvve-i karabet itibarıyla tercih; birinci, üçüncü ve dördüncü sınıf erbâbından bir derecede bulunan kimseler arasında aranır, ikinci sınıf arasında aranmaz. Bunlar bir derecede bulununca umûmen vâris olurlar. Ölüye gerek vâris ve gerek zi-rahim vasıtasıyla müntesib olsunlar, muhtar olan budur.
Kuvvet-i karabet, ölüye ana ve baba cihetinden müntesib olmak ve zi-rahim ehl-i ferâizden veya asabeden birinin evladı bulunmak sûretiyle tahakkuk eder ve tercihe medâr olur. Şöyle ki; zevi'l-erhâmın birinci sınıfından müteaddit kimseler cem olup da bazıları ehl-i ferâizden vâris evladı, diğerleri de zevi'l-erhâm evladı bulunsa, vâris evladı tercih olunur. Zevi'l-erhâmın üçüncü sınıfından da müteaddit kimseler cem olsa asabe evlad, zevi'l-erhâm evladı üzerine tercih olunur. Bu üçüncü sınıfa mensub dereceleri müsavi kimselerin hepsi de asabe evladı veya hepsi de zevi'l-erhâm evladı veya bazıları asabe, bazıları da sahib-i ferâiz evladı bulunsa usûlün sıfatı, irse istihkak ve adem-i istihkakı füruuda da muteber olacağından, vâris olabilecek aslın fer'i de vâris olur. Sâkıt olacak aslın fer'i de sâkıt olur. Bu mesele İmâm-ı Muhammed'e göredir ki, İmâm-ı Azam'dan da vârid olan meşhur rivâyete muvafıktır. İmâm Ebû Yusuf'a göre aslı ana baba bir olan, aslı baba bir veya ana bir olandan evveldir. Keza aslı baba bir olan da aslı ana bir olandan evlâdır. Bu kavle göre ana baba bir kız kardeşin evladı var iken, baba bir veya ana bir kardeşin evladı vâris olamaz.
Zevi'l-erhâmın dördüncü sınıfına mensub olanla, hayyiz-i karabetleri müttehid, yani cümlesi baba veya ana cihetinden ölüye mensub olan kimselerden teşekkül olunca, kuvvet-i karabetle tercih olunurlar. Fakat birbirlerine yakınlıkları muhtelif olur ise bunlar iki gruba ayrılır. Bu iki grub arasında kuvvet-i karabetle tercih aranmaz, iki grub da vâris olur. Yalnız her grubun kendi efradı arasında kuvvet-i karabete itibar olunur. Binâenaleyh ana baba bir ammeler, baba bir veya ana bir ammeler üzerine, baba bir ammeler, ana bir ammeler üzerine tercih olunur. Kezâlik ana baba bir hal ve hala, baba bir veya anne bir hal ve hala üzerine müreccahtır. Baba bir hal ve hala da ana bir hal ve haladan evveldir. Bunlar da erkekler ile kadınlar arasında bu takdim itibarıyla fark yoktur. Fakat ana baba bir ammeler ile baba bir hal veya halalar cem olsa, her iki grub da vâris olur. İşte bunlar zevi'l-erhâma âit kavaid-i umûmîyedendir. Nitekim ileride tatbikatı geniş olarak görülecektir.
1.8.5. Mevle'l-Muvalât
Mevle'l-muvalât nâmını alan kimseler velâ sebebiyle beşinci derecede birer vâristirler. Şöyle ki; Velâ bahsinde geniş olarak yazıldığı üzere, iki kimse arasında şerâitine tevfikan velâ-i muvalât akdi tamam olunca mevlâ-i âlâ nâmını alan şahıs, mevlâ-i esfel nâmını alan şahsın vefatında dereceten mukaddem hiçbir vârisi bulunmazsa, terekesinin tamamına irsen müstahik olur. Yalnız zevci veya zevcesi bulunursa, bunların muayyen hisselerinden geriye kalan terekeye sahip olur. Böyle bir şahsın mevle'l-muvalâtı da olmaz ise tereke beytü'l-mâle kalır.
1.8.6. Mukarrun Leh Binneseb Ale'l-Gayr (Bir Kimsenin Kendi Nesebinden Olduğunu İddia ve İkrâr Etme)
Bir kimse, bir şahsın nesebini, zevc veya zevce olduğunu ikrâr etmiş olsa bakılır. Eğer bu ikrârı kendi hakkında ise -şerâitine uygun olduğu takdirde- sahih olur. Hangi vech ile ise o sûretle nesebi veya zevciyyeti itibarıyla kendisinden sabit olarak aralarında verâset cereyan eder. Şu kadar var ki bu ikrâr, mal hususuna münhasır ise ikrâr eden hakkında muteber ve sahih olur. Binâenaleyh bir kimse nesebi meçhul bir şahıs hakkında, tasdikine mukarin olarak: “Bu benim oğlumdur, bu benim zevcemdir.” diye ikrâr edip zahiri hâl de kendisini tekzib etmez ise vefatında o şahıs kendisine diğer vârisleri gibi vâris olur. Fakat “Filan benim kardeşimdir, amcamdır.” diye ikrâr etse, bu ikrârı babası ve ceddi hakkında sahih olmayacağından o şahsın nesebi sabit olmaz. Şu kadar var ki bu mukirre babasından veya ceddinden intikal edecek bir mala, iştirak eder ve mukirrin kendisi de vefat eder de yukarda beyan olunan altı sınıf vârislerden hiçbirini bırakmazsa, terekesinin tamamına bu mukarrun leh nail olur. Yalnız zevcesini veya zevcini terk etmiş olduğu takdirde de bunların muayyen hisselerinden mütebaki terekesi mukarrun lehe âit olur. İşte bu itibarla mukarrun leh binneseb ale'l-gayr, vârislerin altıncı mertebesinde bulunmaktadır. Mukarrun leh binneseb nefsinden tabiri gayre kadir, yani gayr-i mümeyyiz, nesebin mahiyetini gayr-i müdrik ise vâki olan ikrârı tasdik etmesi lâzım gelmez.
Hanbeli fukahası diyorlar ki: Mukarrun leh gayr-i mükellef ise mükellef olduktan sonra ikrâr edilmiş olan nesebi inkâr etse de mesmu olmaz, ikrâr zamanına itibar olunur. Hatta mukarrun leh, mukirre yemin teklif edemez. Mukir için istihlâf lâzım gelmez. Çünkü mukir, nükûl etse nükûlüyle hükm olunamaz. Fakat mukarrun leh mükellef ise mukirri tasdik etmesi lâzım gelir.
Bir müteveffanın vârislerinden bir kısmı, bir şahsın neseb veya zevciyyet itibarıyla vereseden olduğunu ikrâr ettiği hâlde, diğer bir kısmı bunu inkâr ederse tereke, evvela bu iki kısım verese arasında taksim edilir. Sonra mukir olan vârise isabet eden sehimler, kendisiyle mukarrun leh arasında muayyen hisselerine göre taksim edilir. Buna “mukaseme tariki” denilmektedir. Hanefiyyece muhtar olan da budur. İbn-i Ebi Leylâ'ya, Mâlikiyyeye göre mukir, terekeden yalnız fazla almış olduğu miktarı mukarrun lehe verir, bundan fazlasını vermeye mecbur olmaz. Diğer bir tabirle mukarrun leh, mukirrin hissesine tamamen iştirâk edemez. Bazı fukahaya göre de diğer vârisler mukirri tasdik etmeyince, mukarrun lehe hiçbir hisse verilmesi lâzım gelmez. Fakat bu kavl, kabule şâyân görülmemiştir.
Bir müteveffa, hâl-i hayatında müteaddit kimselerin nesebini ikrâr etmiş olduğu takdirde bakılır: Eğer bu ikrârı bunların cümlesi hakkında -sübut-u neseb bakımından- sahih ve muteber ise veya hiçbiri hakkında sahih ve muteber değilse, terekesi bunların arasında usûlen taksim olunur. Mesela “Filan ve fülan benim oğullarımdır veya şu ve şu kimseler benim ana baba bir kardeşlerimdir.” diye ikrâr etmiş olsa, vefatında terekesi bunların arasında taksim olunur. Fakat haklarında neseb itibarıyla ikrâr, sahih olanlarla olmayanlar cem edilmiş olsa bakılır: Eğer hakkında ikrâr sahih olan şahıs, terekenin tamamını ihraz eden vârislerdense, hakkında ikrâr sahih olmayan şahıs sâkıt olur. Mesela bir kimse “Filan benim kızımdır, filan da oğlumun kızıdır.” diye ikrâr edip başka vâris bırakmadan vefat etse, terekenin tamamı farz ve red tarikiyle “Kızımdır.” diye ikrâr ettiği kadına âit olur. Fakat hakkında ikrâr sahih olan şahıs, terekenin yalnız muayyen bir kısmını ihraz eden takımından bulunursa bu muayyen hissesini alır. Terekenin geri kalan kısmı da başka vâris bulunmayınca haklarında ikrâr sahih olmayan sâir mukarrun lehlere âit olur. Mesela bir kimse, “Filan benim zevcemdir, filan ile filan da benim ana baba bir kardeşlerimdir.” diye ikrârda bulunmuş olsa, başka da vâris bırakmayınca, terekesinin (1/4) i “Zevcemdir.” diye ikrâr etmiş olduğu kadına verilir. Mütebaki üç rub'u da “Kardeşlerimdir.” diye itiraf ettiği şahıslara münasafeten âit olur.
1.8.7. Mûsâ-leh Bimazade Ale's-sülüs (Terekeden Sülüs -1/3- Miktarını Mütecaviz Vasiyetlerin Tenfizi)
Tereke taksim edilmeden evvel sülüs miktarına kadar olan vasiyetlerin tenfiz edileceği evvelce zikr edilmişti. Sülüs miktarından fazla olan vasiyetlere gelince; vârisler icazet verirlerse bunlar da terekenin taksiminden evvel ifraz edilir. Fakat izin vermezlerse, bu fazla miktarın hükmü olamaz. Fakat bir ölünün vârisi bulunmadığı takdirde terekesinden vasiyetleri tamamen tenfiz edilir, velev ki terekeyi ihata etsin.
İmâm Mâlik ile İmâm Şâfii'ye göre başka vâris bulunmayınca sülüs miktarından fazla olan vasiyet muteber olmaz. Terekenin, sülüsünden fazla olan kısmı beytü'l-mâle vaz olunur.
Vasiyet, terekenin sülüs miktarı veya sülüs miktarından noksan olunca, evvela vasiyete göre bir mesele tashih edilip ondan vasiyet edilen miktar ifraz edilip bakiyesi de vârislere âit olur. Bu hâlde vârisler için de bir mesele vaz olunur. Vârislerin meselesinin tashihi arasında denge mevcut olur ise çarpmaya lüzum kalmaz. Fakat muvafakat bulunursa vârislerin meselesi tashihinin vafkı, vasiyet meselesine darbedilir, hasılı iki meselenin mahreci olur. Bakiyenin vafkı da vârisler meselesine darp olunur. Fakat bakiye ile vârislerin sehimleri arasında mübayenet bulunursa, verese meselesinin mecmuu vasiyet meselesine bakiye de vârisler meselesine darp edilir. Bundan hem vasiyet edilene, hem de vârislere âit sehimler tayin edilmiş olur. Fakat bakiye ile vârislerin sehimleri arasında mübayenet olur ise verese meselesinin toplamı vasiyet meselesine, bakiye de vârisler meselesine darp (çarpma) edilir. Bunda hem vasiyet olunanın, hem de vârislerin sehimleri tayin edilmiş olur.
Vasiyet edilen mal, sülüs veya sülüsten ekal (az) olup da vâris kendisine red edilen takımından bir şahıs olduğu takdirde, terekeden evvela vasiyet olunan mal ifraz olunur. Fakat vâris kendisine red yolu ile mala sahip olamayacak bir kimse (zevc veya zevce) ise evvela terekeden vasiyet edilen mal ifraz olunur. Sonra o vârisin hissesi verilir, geri kalan mal hazineye (beytü'l-mâle) tevdi edilir.
Vasiyet edilen mal, terekenin sülüsünden ziyade, yani yarısından veya tamamından ibaret olduğu takdirde şu dört sûretten hâli olamaz:
1. Vasiyet edilen kimseden başka terekeye müstahik hiçbir vâris bulunmaz. Bu takdirde vasiyet edilen miktar az veya çok olsun o şahsa teslim edilir. Vasiyet tevdi edilmeden beytü'l-mâle bir şey verilemez. Şâyet malın kâffesi (hepsi) vasiyet edilmiş ise dahi tereke, vasiyet edilene verilir. Beytü'l-mâle bir şey kalmaz. Bütün Hanefiler bu hükme kaildirler. İmam Mâlik ile Şâfiiyyenin kavlini yukarıda zikretmiştik.
2. Vârisler mevcut olup sülüsten ziyade vasiyeti tecviz (kabul) ederler. Yukarıda beyan edilen sûrette taksimat yapılır.
3. Vârisler sülüsten ziyade miktarı tecviz etmezler. Bu takdirde vârisler, kendilerine red yolu ile mal tevcih olunan kimseler ise yukarıda beyan olduğu vechile terekenin sülüs miktarı verilip bakiyesi vârisler arasında taksim edilir. Fakat vârisler kendilerine red yolu ile mala sahip olan kimselerden değil iseler, terekeden evvela sülüs miktarı vasiyet edilenlere tevdi edilir. Sonra o vârisin hissesi çıkartılır. Baki kalan mal beytü'l-mâle tevdi edilir.
4. Vârislerin bazısı sülüs miktarından ziyadeyi tecviz eder, bazısı etmez. Bu takdirde birisi icazete, diğeri de icazet etmediğine göre iki mesele tanzim edilir. Bu tashihten sonra muciz olan vârislerin iki meseleden aldıkları sehimler arasındaki fazla miktar, vasiyet olunana icazete izin verilmeyen meselesinden sülüs hissesine zam ile kendisine verilir.
Mâlikilere göre terekeden rubu (1/4), sülüs (1/3) gibi bir cüz'i şayi vasiyet edilmiş olunca, evvela vasiyet meselesi bu cüz'e göre tashih edilir, bakiyesi de ikinci bir mesele dâiresinde vârislere taksim edilir. Yoksa vasiyet olunan, vârisler gibi bir tashih-i meseleye dahil olamaz.
1.8.8. Beytü'l-mâle (Hazineye) İntikal
Yukarıdan beri beyan olunan yedi sınıf istihkak sahibi bulunmadığı takdirde ölünün malı beytü'l-mâle tevdi olunur. Ölünün yalnız zevci veya zevcesi olduğu takdirde onların haklarından veya vasiyet edilen miktardan fazla kalan mallar da beytü'l-mâle vâz olunur. Beytü'l-mâle böyle bir intikal, verâset yolu ile değil, zayi mal hükmünde bulunmasına müsteniddir. Bunun içindir ki vârisleri, vasiyetleri bulunmayan zimmîlerin (İslam devletinin hükmü altında bulunan gayr-i Müslimlerin) terekesi de beytü'l-mâle tevdi olunur. Hâlbuki Müslümanlarla gayr-i Müslimler arasında verâset câri değildir.
Zahirde vârisi bulunmayan bir terekeyi beytü'l-mâl emini, semen-i mislinden noksan-ı fahiş ile başkalarına satıp teslim ile istihlak ettikten sonra bir vâris zuhur etse, bu tereke beytü'l-mâl eminine tazmin ettirilir. Böyle bir satış hâkimin emriyle ve semen-i misliyle satılmış ise zuhur eden vâris o gayr-i menkûl malı teslim alamaz. Belki yalnız semenini (malın değer parasını) beytü'l-mâl emininden talep eder. Fakat semen-i mislinden noksan-ı fahiş ile (değerinden az bir satış ile) satılmış ise vârisin bu gayr-i menkûlü istirdada selâhiyeti vardır.
1.8.9. Terekelerin Sûret-i Taksimine Bazı Kimselerin Vâris Olup Olamayacaklarına Müteallik Meseleler
Miras meselelerinde sehimlerin, mahreçlerin tayini, sehimlerin sahipleri ve sehimlerin isimleri:
Bir ölünün terekesi, vârisler arasında muayyen sehimlere (farzlara) göre taksim edilir. Bu sehimler birer kesr-i âdidir. Tereke ise bir vahid-i kıyasi sayılıp bu kesirlerin ilk mahrecini teşkil eder. Mesela bir müteveffanın vârisleri, zevcesiyle kızından, bir de ana baba bir amcasından ibaret olsa, zevcenin sehimi sum'ün (1/8), kızın sehimi nısf (1/2), amcanın sehimi de bakiyeden ibaret olmuş olur. Bu muamele-yi hisabiyeyi göstermek için mesele unvanı ile düz bir hat yazılır. Bu hattın altına vârislerin isimleri, üstüne de her vârisin sehimleri yazılıp bu hattın sol tarafına da (yeni yazıya nazaran sağ tarafına) sehimlerin toplamını ihtiva eden mahreç (payda) yazılır.
Farz olan sehimler iki nevidir: Birinci nevi, nısf (1/2), rubu (1/4) sum'ün (1/8) dir, ikinci nevi de sülüsân (2/3), sülüs (1/3), sudüs (1/6) dır.
Bu sehimlerin birkaçı bir meselede bazen ictima eder, bazen etmez. Bu cihetle meselelerin mahreçleri değişir. Bir meselede bu iki neviden herhangi bir farz (sehim), münferid olarak bulunursa, onun mahreci isminin gösterdiği adettir. Mesela; rubu'un mahreci 4, sum'ünün mahreci 8, sülüsün mahreci 3 tür. Nısfın mahreci ise 2 dir. Fakat bir meselede bir neviden iki veya üç farz bulunursa, en az olan farzın mahreci, kendisinden büyük olan farzın da mahreci olur. Mesela; nısf ile rubu sum'ün ictima etse, sum'ün hepsinden ekal olduğundan bunun mahreci olan (8); nısfın da, rubu'un da mahreci olmuş olur. Yine sülüsân ile sülüs ve sudüs ictima etse, sudüsün mahreci olan (6); sülüsün de, sülüsânın da mahreci olur.
Bir meselede iki nevi farzlardan birkaçı ictima edebilir. Böyle olunca üç hâlden başkası olmaz.
Birinci Hâl: Birinci neviden farzlardan nısf ile ikinci neviden herhangi bir farz birleşir. Mahrec (6) olur.
İkinci Hâl: Birinci neviden rubu (1/4) ile ikinci neviden herhangi bir sehim birleşir. Bu hâlde müşterek mahreçleri (12) olur.
Üçüncü Hâl: Birinci neviden sum'ün (1/8) ile ikinci neviden herhangi bir sehim ihtilat eder. Bu hâlde mahreçleri (24) olur.
Anne, baba veya zevc ve zevce yalnız vâris oldukları hâlde ise evvela sehimin mahreci yazılır. Sonra diğerlerinin mahreci sülüsün gösterdiği (3) adedi olmuş olur.
Misal;
Mesele Nısf
1 Baki
2 Sülüsü ma yekba 2×3= 6
1 1/3
Zevc
3 Baba
2 Ana
1
Mesele Rubu
1 Baki
2 Sülüsü ma yekba 4
1 3
Zevce Baba Um
1.9. TAKDİR OLUNAN SEHİMLERİN SAHİPLERİ VE HİSSELERİN İSİMLERİ
Ashab-ı ferâiz denilen vârisler on ikidir; bunların on adedi nesebî, ikisi de sebebîdir. Nesebî olanların üçü erkek, yedisi de kadındır ki:
Erkek 1 Eb Baba
2 Cedd-i Sahih Babanın babası ilâ nihaye
3 Ah li um Ana bir kardeş
Kadın 1 Um Ana
2 Cedde-i Sahiha Ananın anası, babanın anası, cedd-i fâsidden hâli olmak üzere bunların ilâ nihaye anaları
3 Bint/sulbiyye Öz kız
4 Bintu'l-ibn/ibniyye Oğulun kızı ilâ nihaye
5 Uht lehuma/şekika Ana baba bir kız kardeş (li-ebeveyn uht)
6 Uht li-eb Baba bir kız kardeş (ah li-eb)
7 Uht li-um Ana bir kız kardeş (evlad-ı um, ah li um)
Sebebî Olanlar:
1 Zevc/Koca
2 Zevce/Karı
Kur'ân-ı Kerim'de Bildirilen Sehimler
1. Nısf : Yarım (1/2)
2. Rubu : Dörtte bir (nısfun nısf) (1/4)
3. Sum'ün : Sekizde bir (1/8)
4. Sülüsân : Üçte iki (2/3)
5. Sülüs : Üçte bir (1/3)
6. Sudüs : Altıda bir (1/6)
1.10. ADETLER ARASINDA NİSPETLERİ TAYİN
Miras meselelerinde çok kere ölüye aynı sebeple müntesib müteaddit vârisler bulunur. Üç dört zevce, üç dört evlad, dört beş kardeş vesâire gibi. Bu hâlde meselenin mahrecinden müstahik oldukları sehimler, kendilerine bazen kesirsiz taksimi kabil olur, bazen olmaz. Bir misal:
Mesele Sum'ün
3 Sülüsân
16 Baki
5 24 1 + 2 = 3+16 = 19
8 + 3 24 24
(3)(8)
Üç zevce Üç öz kız İki ana bir kız kardeş
Görülüyor ki, bu meselede (24) mahrecten üç zevceye verilen sum'ün hisse, yani (3) sehim, kendilerine kabil-i taksimdir. Fakat üç kıza sülüsân olarak verilen (16) ile iki kardeşe baki olarak verilen (5), kendilerine kesirsiz taksimi kabil değildir. İşte sehimlerde böyle kesir vukuuna meydan vermemek veya kısaltmak yolunu seçmek için bir ameliyye-yi hisabiyyeye lüzum görülür. Bu ameliye ise adetler arasındaki nispetleri bilmeye mütevakkıftır. Bu nispetler, tebayün, temasül, tedahül ve tevafuk nâmıyla dört kısma ayrılır. Şöyle ki:
1. Tebayün (Mübayenet): İki sayıdan küçüğü büyüğünü bölemediği gibi, üçüncü bir sayı da bunları bölemezse, aralarında “Tebayün (mübayenet)” var denir. 9 ile 10, 20 ile 3 sayısı gibi.
10/9
9 1
1 9/9
9 1
0 20/3
18 6
2 3/2
2 1
1 2/1
2 2
0
2. Temasül (Mümasil): İki sayı birbirine eşit olursa, bunlara mümasil (eş) sayılar denir. Aralarında mümaselet var denir. 5 ile 5 ve 9 ile 9 gibi.
3. Tedahül: İki sayıdan büyüğünü, küçüğü kesirsiz bölerse, bunlar arasında “tedahül” var denir. 24 sayısı ile 6 sayısı gibi.
4. Tevafuk (Muvafakat): İki sayıdan küçüğü büyüğünü bölemez, fakat üçüncü bir sayı bu iki sayıyı ayrı ayrı bölebilirse, bu iki sayı arasında “tevafuk” var denir. 20 sayısı ile 8 sayısı gibi. Misal: 20/4= 5, 8/4= 2
1.11. MİRAS MESELELERİNİN TASHİHİ
Vârislerin sehimleri kesir bulunmaksızın en az bir mahrecden tayin edilir. Her birinin hissesi, bir aded-i sahih ile taayyün etmiş olur. Bu meseleye “Tashih-i mesele” adı verilir. Böyle miras meselelerinin tashihinde yedi hâl mutasavverdir. Bunların üçü vârislerin adetleriyle kendi sehimleri arasında, dördü de müteaddit fariklere ayrılan vârislerin birbirine nazaran adetleri arasında câridir.
Birinci Hâl:
Vârislerden her birinin sehimi kendilerine müstakim olup tamamıyla taksimi kabil olur. Bu hâlde herkesin hissesi taayyün etmiş olacağından, başka muameleye lüzum kalmaz. Misal;
Mesele Sudüs
1 Sülüsân
4 Sudüs
1 Baki6 1+2 (2) + 1 = 1+4+1
6 3 6 6
(2)
Ana İki kız kardeş Baba
Annenin hissesi 1
Kızların hissesi 4
Babanın hissesi 1
YEKÜN 6
İkinci Hâl:
Vârislerden yalnız bir ferikin sehimleri münkesir olup bu sehimler ile ruûs arasında muvafakat bulunur veya ruûsun adedi ziyade olarak aralarında tedahül cereyan eder. Bu hâlde evvela haklarında kesir vâki olan ferikin aded-i ruûsunun vakfı, asıl meseleye ve avliye ise avlüne çarpılır; hâsılı çarpma, meselenin mahrecini teşkil eder. Sonra vârislerin asıl meseleden sehimleri ne ise mezkur vafk ile çarpılır.
Misal:
Mesele Rubu
3 Sudüs
2 Sülüsân
8 Sudüs
2 Baki 15 Avliyye
3×
45
Zevc
9 Anne
6 Altı Kız Evlad 24/4 Baba
6 12
Zevc 3×3= 9
Kız evlad 8×3= 24
Anne 2×3= 6
Baba 2×3= 6
YEKÛN 45
Görülüyor ki, bu mesele evvela 12'den tashih edilmiş vârislerin muayyen sehimleri ziyade olduğundan 15'e avl eylemiştir. Sonra altı kız ile sehimleri olan sekiz arasında muvafakat binnısf bulunup sehim kendilerine kesirsiz taksimi kabil olmadığından aded-i ruûsleri olan altının vafkı, yani üç alınarak on beş ile çarpılmış, meselenin mahreci 45 olmuştur. Daha sonra her vârisin sehimi mezkûr üç ile darb edilerek 45 hisse üzerinden yukarıda bildirilen hisselere sahip olmuşlardır.
Üçüncü Hâl:
Vârislerden yalnız bir ferikin sehimi münkesir olup bu sehim ile aded-i ruûsleri arasında mübayenet bulunur. Bu hâlde aded-i ruûsleri asıl meseleye ve mesele, reddiye veya avliyye ise bunun red veya avlüne darb edilir ve bu aded-i ruûs ile vârislerin sehimleri de ayrıca darb olunur. İki misal:
Mesele 3
Nısf 1
Sudüs 2
Sülüs Mübayenet 6×3= 18
Zevc Anne Üç kız kardeş 6/2
Mesele 3
Nısf 4
Sülüsân Mübayenet 6
Avliyye 7
×5
35
Zevc
15 Beş öz kız kardeş
20/4
Dördüncü Hâl:
Beynerruûsi verruûs temasül bulunur, yani sehimleri kendilerine kesirsiz taksim olunamayan feriklerin sehimleri ile aded-i ruûsleri mütebayin ise aded-i ruûsleri arasında ve eğer mütevafık veya mütedahil ise aded-i ruûslerinin vafkları arasında mümaselet bulunur. Bu sûrette evvela bu feriklerden birinin aded-i ruûsi veya vafkı asıl meseleye darb olunur. Sonra bu çarpılan sayı ile her ferikin sehimleri de çarpılır. Misal:
Mesele Muvafakat
4
Sülüsân Mübayenet
1
Sudüs Mübayenet
1
Baki 6×3= 18 3 kıf
3 kıf
3 kıf
Altı öz kız 12/2 Üç cedde
3/1 Üç amca
23/1
Vârislerden yalnız iki taife arasında kesir bulunduğu takdirde de yine bu vechile muamele yapılır. Yukarıda kıflar mümasil olduğundan, birisi mesele çarpılmak üzere alınmıştır.
Beşinci Hâl:
Beynerruûsi verruûs tedahül bulunur. Yani sehimlerinde kesir vâki olan feriklerin aded-i ruûsleri ile sehimleri mütebayin ise aded-i ruûsleri arasında ve eğer mütevafık veya mütedahil ise aded-i ruûslerinin vafkları beyninde tedahül bulunur. Bu sûrette hangi ferikin aded-i ruûsü ziyade ise o, evvela asıl meseleye, sonra da her ferikin asıl meseleden olan sehimlerine darb edilir. Misal:
Mesele Mübayenet
3
Rubu Mübayenet
2
Sudüs Mübayenet
7
Baki 12×12= 144 4 kıf
3 kıf
12 kıf
Dört zevce
36/9 Üç cedde
24/8 On iki amca
84/7
Görülüyor ki bu mesele evvela (12) den tashih edilmiş ve hepsinin sehim ile aded-i ruûsleri arasında mübayenet bulunmakla en fazla olan kıf esas meseleye ve sehimlere darb edilmiştir. Çünkü kıflar arasında tedahül bulunmuştur.
Altıncı Hâl:
Beynerruûsi verruûs muvafakat bulunur. Yani sehimleri ile ruûsleri mütebayin ise aded-i ruûsleri arasında ve eğer mütevafık veya mütedahil ise aded-i ruûsleri vafkları beyninde muvafakat bulunur. Bu sûrette aded-i ruûslerden kıftaki birincinin vafkı, ikinci kıftaki adedin toplamına darb olunur. Hasılı dârb, üçüncü adedin vakfına darb olunur. Sonra bu ikinci hâsılı darb da evvela asıl meseleye, sonra da her ferikin asıl meseleden olan sehimlerine darb edilir. Misal:
Mesele Mübayenet
3
Sum'ün Muvafakat
16
Sülüsân Mübayenet
4
Sudüs Mübayenet
1
Baki 24×180 =4320 15 kıf 180
9 kıf 36
6 kıf 12
4 kıf -
Dört zevce
540/135 On sekiz kız
2880/160 On beş cedde
720/48 Altı amca
180/30
Görülüyor ki, bu mesele esasen (24) ten tashih edilmiştir. Bundan zevcelerin hisseleri olan (3) ile aded-i ruûsleri olan (4) arasında mübayenet bulunmakla bu dört hıfz edilmiştir. Amcaların hisseleri olan (1) ile aded-i ruûsleri olan (6) arasında da mübayenet bulunmakla bu altı da aynen hıfz edilmiştir. Kızların hisseleri olan (16) ile aded-i ruûsleri olan (18) arasında da muvafakat binnısf olduğundan, on sekizin vafkı olan dokuz da hıfz olunmuştur. Ceddelerin hisseleri olan (4) ile aded-i ruûsleri olan (15) arasında da mübayenet olmakla bu on beş de hıfz olunmuştur. Sonra bu hıfz edilen 4, 6, 9, 15 adetleri arasında nispet aranmış, (4) ile (6) arasında muvafakat binnısf bulunduğundan dördün vafkı olan iki adedi, altının toplamına darb edilerek (12) hasıl olmuştur. Bu on iki ile dokuz arasında da muvafakat bissülüs bulunmakla on iki, dokuzun vafkı olan üç ile darb edilerek (36) hâsıl olmuştur. İş bu otuz altı ile on beş arasında da muvafakat bissülüs bulunmakla otuz altı, on beşin vafkı olan beş ile darb edilerek (180) husûle gelmiştir. İşte bu (180) adedi de asıl meseleye darb edilmekle mahreci (4320) ye bâliğ olmuş ve bu (180) ile her ferikin asıl meseleden olan sehimleri de darb edilerek hâsılları kendilerine taksim olunmuştur.
Yedinci Hâl:
Beynerruûsi verruûs mübayenet bulunur. Yani sehimlerinde kesir vâki olan feriklerin sehimleri ile aded-i ruûsleri mübayin ise aded-i ruûsleri arasında ve eğer muvafık veya mütedahil ise aded-i ruûslerinin vafkları beyninde mübayenet bulunur. Bu sûrette birinci ferikin tamamen aded-i ruûsi, ikinci ferikin aded-i ruûsüne darb olunur. Hâsılı darb, üçüncü ferikin aded-i ruûsüne darb edilir. Bunun hâsılı da dördüncü ferikin aded-i ruûsüne darb olunur. İş bu hâsılı darb da asıl meseleye ve her ferikin elindeki sehimlere darb edilir. Misal:
Mesele Mübayenet
3
Sum'ün Muvafakat
Binnısf
4
Sudüs Muvafakat
Binnısf
16
Sülüsân Mübayenet
1
Baki 24×210 =5040 7 kıf 210
5 kıf 30
3 kıf 6
2 kıf -
İki zevce
630/315 Altı cedde
840/140 On kız
3360/336 Yedi amca
210/30
Görülüyor ki, bu mesele de evvelki mesele gibi vârislerin ya aded-i ruûsleri veya aded-i ruûslerinin vafkları hıfz edilmiştir ki bunlar 2, 3, 5, 7 adetleridir. Bu adetler birbirlerine mübayin (birbirlerini bölemediğinden) olduğundan sırasıyla birbirlerine darb edilerek hâsıl olan (210) hem asıl mesele olan (24) te, hem de vârislerin asıl meseleden olan sehimlerine darb edilmiştir. Her gruba isabet eden hisse, o grubun hisse sahibi adetlerine taksim edilerek her ferdin hisse miktarları bulunmuş oluyor.
Bu meselenin, bir tablo ile nasıl cereyan ettiğini görelim:
Zevce: 2 Cedde: 6 Kız: 10 Amca: 7
Hisse Nispetleri 1/8×3= 3
(3)= Payda 24 1/6× 4
(4)= Payda 24 2/3×8= 24
(8)= Payda 24 1
Baki
Hisseler 3/2
Bölünemez 4
6/2= 3 16
10/2= 5 1/7= 24
Bölünemez
Hisse Sahiplerinin Adedi
Hisse sahiplerinin adedi 3/2 (bölünemez) 4/6:2=3, 16/10:2=5, 1/7=24 (bölünemez)
Birinci ferikin hisse sahibinin tamamı olan 2, ikinci ferikin hisse sahiplerinin bölümü ile 3, üçüncü ferikin de hisse sahiplerinin bölümü ile 5, (çünkü bunların pay ve paydaları birbirlerini bölebiliyorlar) dördüncü ferikin hisse sahiplerinin adedi de bölünemeyeceğinden aynen alınmıştır. Netice: 2, 3, 5, 7 oluyor. 2x3= 6x5= 30x7= 210 (210) sayısı (24) olan asıl mesele ile çarpılarak (210x24= 5040) hisseye bâliğ olmuştur. Her hisseye (210) isâbet etmektedir. Binâenaleyh;
Zevce 3 hisse×210= 630 Her zevceye 315 hisse düşer
Cedde 4 hisse×210= 840 Her ceddeye 140 hisse düşer
Kızlar 16 hisse×210= 3360 Her kıza 336 hisse düşer
Amcalar 1 hisse×210= 210 Her amcaya 30 hisse düşer
YEKÛN 24 210 5040
1.12. ÂDİLE VE AVLİYYE MESELELERİ
Vârislerin farz sehimleri üç kısma ayrılır.
Birinci kısım: Fariza-i âdiledir ki, ferâiz ehlinin sehimleriyle, siham-ı mâl, yani mahreci mesele müsavi bulunur veyahut ashab-ı ferâizin sehimleri, siham-ı mâlden dûn olursa da aralarında asabe bulunarak bakiyi ihraz etmekle sehimleriyle mahrec arasında bir musavat bulunmuş olur. Misal:
Mesele 2
Sülüsân 1
Sülüs 3×2= 6
İki ana baba bir kız kardeş 4/2 İki ana bir kız kardeş 2/1
Mesele 2
Sülüsân 1
Baki
İki öz kız 2/1 Amca 1
İkinci kısım: Reddiyedir ki bunu ayrıca izah edeceğiz.
Üçüncü kısım: Fariza-i avliyyedir ki ashab-ı ferâizin sehimleri mahreci meseleden fazla olur, yani vârislerin sehimleri cem edilince kendileri için yapılan meselenin mahrecinden artar, mahrec bunları ihata edemez. Mesela meselenin mahreci (6) iken sehimlerin toplamı (8) e bâliğ olur. Bu hâlde meselenin mahreci (paydası) o sehimlerin toplamını teşkil eder, yani vâhid-i kıyasi itibar olunan tereke, bu ikinci mahrec kadar mütesavi kısımlara ayrılır. Bundan vârislerin sehimleri verilir. Her vârisin sehimi aynı nispet dahilinde eksilmiş, aralarında bir teadül muhafaza edilmiş olur.
Âdile ve avliyye denilen mesele ilk hüküm eden zât, Hz. Ömer'dir (ra). Hz. Ömer'in vefatından sonra İbn-i Abbas hazretleri bu rey'e muhalefet etmiş ise de, kabul-ü âmmeye mazhar olamamıştır. Çünkü ashab-ı ferâizin birer nispet dahilinde irse istihkakları âyet ile sabittir. Bu cihetle istihkakta müsavi olduklarından, birinin diğerine tercihine sebep yoktur. Asabat da aynı derecede kuvveti haizdir. Binâenaleyh meselenin mahreci kâfi olmayınca, taksim-i gurema gibi tereke onlara hisselerine göre garamaten tevzi edilmek lâzım gelir. Şöyle ki; miras meselelerinde kullanılan mahrecler 2, 3, 4, 6, 8, 12, 24'ten ibaret olmak üzere yedidir. Bu yedi mahrecden dördü, yani 2, 3, 4, 8 mahrecleri aslâ avl (çoğalmaz) etmez. Üçü, yani 6, 12, 24 mahrecleri avl ederler.
HAKK'A DÂVET
NASİHAT-I İSLÂMİYYE