YİRMİSEKİZİNCİ BÖLÜM: MAHŞERDE TOPLANMA VE MAHŞER AHVÂLİ

LUGAT A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

28.1. İNSANLARIN ANASINDAN DOĞDUĞU GİBİ ÇIPLAK OLARAK MAHŞERE GELECEKLERİ

Sûre-i En'âm Âyet: 94- Andolsun, siz ilk defa (doğumunuzda) yarattığımız gibi (âhirette de) yapayalnız, teker teker (çırılçıplak) huzurumuza gelmişsinizdir (geleceksiniz). Size ihsan ettiğimiz şeyleri (malları) da sırtlarınızın arkasına bırakmışsınızdır. İçinizde, kendileri hakikaten (Allah'ın) ortakları olduğunu boş yere iddia ettiğiniz şefaatçi-lerinizi de şimdi yanınızda görmüyoruz. Andolsun, aranızdaki (bağ) parça parça kopmuştur. Haklarında kuru zan besler olduğunuz şeyler (putlar) sizden gaib olup gitmiştir.

28.2. MAHŞER YERİNİN DÜNYA ÜZERİNDE KURULACAĞI

Sûre-i Â'raf Âyet: 25- (Âdem'in -as- yeryüzüne indirildiği zaman) Dedi ki: “Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz, yine oradan (dirilip) çıkarılacaksınız.”

28.3. YARATILMIŞ CÜMLE MAHLUKUN MAHŞER YERİNDE TOPLANACAĞI, VAHŞİ HAYVANLARIN DAHİ GELECEĞİ

A- Sûre-i Yunus Âyet: 28- O gün (Haşr günü) onların hepsini (hasenat sahiplerini de, seyyiat sahiplerini de) bir araya toplayacağız. Sonra o (Allah'a) eş tutanlara: “Siz de, ortaklarınız (olan putlar) da!” diyeceğiz, “Durun yerinizde.” Artık onları birbirinden tamamen ayırmışızdır. Ortakları öyle dedi (diyecek): “Siz (dünyada) bize tapmıyordunuz.”

B- Sûre-i Tekvîr Âyet: 5- Vahşi hayvanlar bir araya toplandığı zaman (birbirinden öç almak, sonra yine toprak olmak üzere diriltilecek).

28.4. MAHŞER YERİNİN TANZİMİNİN, O BÜYÜK KIYÂMETTEN SONRA OLACAĞI

Sûre-i İbrahim Âyet: 48- O gün ki yer başka bir yere, gökler de (başka göklere) tebdil olunacaktır. (İnsanlar kabirlerinden kalkıp) bir olan, kahhâr olan Allah'ın huzurunda toplanacaklardır.

28.5. İNSANLARIN MAHŞER YERİNE İHZAREN MELEKLERİN GETİRMELERİYLE GELECEKLERİ

A- Sûre-i Yâsîn Âyet: 53- (Bu) Bir tek sayhadan başkası değildir. Artık onlar toptan (ve) derhâl ihzaren önümüze getirilmişlerdir.

59- “Ey günâhkârlar! Bugün siz (bir tarafa) ayrılın!”

60,61- Ey Âdemoğulları! “Şeytana tapmayın. Çünkü o, sizin için (Rabbinizden) ayıran bir düşmandır. Bana ibadet edin. İşte dostdoğru yol budur.” diye size emretmedim mi? (buyuracak.)

65- O gün ağızlarının üstüne mühür basarız (bir şey demeye muktedir olamazlar). Ne irtikâb ediyor idiyseler bize elleri söyler, ayakları (ve diğer uzuvları) da şâhidlik eder.

B- Sûre-i Nûr Âyet: 24- O günde ki aleyhlerinde kendi dilleri, kendi elleri, kendi ayakları onların neler yapıyor olduklarına şâhidlik edeceklerdir.

C- Sûre-i Kâf Âyet: 21- (O gün) Herkes, beraberinde sürücü (iki melek) şâhid (elleri, ayakları) bulunduğu hâlde (mahşere) gelmiştir.

28.6. MAHŞERİN YERİNİ MELEKLERİN KUŞATACAĞI VE CEHENNEMİN YAKLAŞTIRILACAĞI

Sûre-i Fecr Âyet: 22- Rabbin(in emri) geldiği, melekler de saf saf (indiği zaman).

23- Ki o gün cehennem de getirilmiştir, insan o gün (her şeyi) hatırlayacak. Fakat hatırlamadan ona ne (faide)!

24- “Ah!” diyecek, “keşke hayatım için önden (salih ameller) yapsaydım.”

28.7. MAHŞER YERİNİ NUR İLE GÜNEŞİN ZİYALANDIRACAĞI

Sûre-i Zümer Âyet: 69- (Haşir) Yer(i) Rabbinin nuruyla ziyâlandı. (Adâletiyle parladı yahut ziya veren cisimlerin tavassutu olmaksızın Allah-u Teâlâ orada bir nur yarattı.) Kitap (amel defterleri yahut Levh-i Mahfuz) konuldu. Peygamberler ve şâhidler getirildi. (Peygamberlerle beraber Muhammed'in -sav- ümmeti, hafaza melekleri, peygamberlerin zamanında yaşayan salih insanlar.) (Allah'ın kulları) arasında onlar aslâ haksızlığa uğratılmayarak, hak (ve adalet)le hükmolundu.

28.8. KÂFİRLERİN MAHŞERDE KÖR, DİLSİZ, SAĞIR OLARAK YÜZÜKOYUN SÜRÜNEREK HAŞREDİLECEKLERİ

Sûre-i İsrâ Âyet: 97- Allah kime hidâyet (nasib) ederse işte o, doğru yolu bulmuştur. Kimi de şaşırtırsa, artık bunlar için O'ndan başka aslâ yardımcılar bulamazsın. Biz onları kıyâmet günü körler, dilsizler, sağırlar olarak yüzükoyun haşredeceğiz. Onların varacağı yer cehennemdir ki ateşi yavaşladıkça Biz onun alevini artırırız.

98- Bu, onların cezasıdır. Çünkü, onlar âyetlerimizi tanımayarak kâfir oldular, “Bir yığın kemik ve kırıntı olunca mı, hakikaten biz mi yeni bir yaratılışla diriltilecekmişiz?” dediler.

99- Onlar gökleri ve yeri yaratan Allah'ın kendileri gibilerini de yaratmaya kâdir olduğunu görmediler mi? (Allah) onlar için bir ecel tayin etti ki, onda hiç şüphe yoktur. (Ecelden murad; ölümlerinden evvel yahut kıyâmet günü başlarına gelecek olan azabın vaktidir.) Böyle iken zalimler ancak gavurlukta ayak dayamıştır (diremiştir).

Not: Aziz ve celîl olan Allah-u Teâlâ: “Şu yüzleri üstü cehenneme sürüklenecek kimseler, işte onlar yerce en kötü, yolca da çok sapıktırlar.” (Sûre-i Furkân Âyet: 34) buyurmuştur ki, Resûl-i Ekrem'e sorulan sualin cevabına mesnettir.

Buharî Hadis No: 1718- Enes ibn-i Mâlik'ten (ra) rivâyete göre bir kişi: “Ey Allah'ın Peygamberi! Kâfir kıyâmet gününde yüzüstü (ve baş aşağı veya sürüklenerek) nasıl haşrolunur?” diye sordu. Resûl-i Ekrem: “Dünyada onu iki ayağı üzerinde yürüten Allah-u Teâlâ, kıyâmet gününde yüzüstü yürütmeye kudretli değil midir?” diye cevap verdi.

28.9. MAHŞERDE İNSANLARIN NEDÂMETLERİNİ BİLDİREN BAZI HÂLLERİNİN BEYANI

A- Sûre-i Furkân Âyet: 27- O gün (her) zalim (nedâmetle) iki elini ısırıp: “Ne olurdu, ben o Peygamberin mâiyetinde (Allah'a) bir yol edineydim.” diyecektir. (Dostu “Ubeyy bin Half”i hoşnut etmek için rücu ve dininden dönen “Ukbe bin Ebû Muayt” gibi müşrikler böyle nedâmetle ellerini ısırarak parçalayacaklar.)

28- “Ne yazık bana! Keşke filanı dost tutmayaydım.”

29- “Andolsun ki beni zikirden (Zikrullahtan yahut Kur'ân'dan yahut imandan yahut Cenâb-ı Peygamberin nasihatlerinden) hem o (bir devlet gibi) bana (Allah tarafından) geldikten sonra, o saptırdı. Şeytan insanı (başına bir belâ gelince) yapayalnız ve yardımsız bırakandır.”

B- Sûre-i Secde Âyet: 12- Günâhkârların, Rableri huzurunda: “Ey Rabbimiz! Gördük (inkâr ettiğimiz ba's ba'del mevti), işittik (Senden peygamberlerin tasdikini). Şimdi bizi (dünyaya) geri çevir de güzel amel (ve hareketler)de bulunalım. Çünkü (artık) kat'i sûrette inananlarız.” (diye diye) sernugûn (olacakları) zaman sen görsen (onları).

C- Sûre-i Zuhruf Âyet: 38- Nihâyet o Bize geldiği zaman (kıyâmet gününde) dedi ki (der ki): “Keşke seninle benim aramda gün doğusu ile gün batısı kadar uzaklık olsaydı! (Sen) ne kötü arkadaş(mışsın)!” (Dünyada refik olan kötü arkadaşlar birbirlerini âhirette nedâmetle tekzib edecekler ama, kurtuluş ne mümkün.)

39- (Bu temenniniz, bu pişmanlığınız) Bugün size aslâ faide vermez. Çünkü (hepiniz) zulmettiniz. Muhakkak siz de azabda ortaklarsınız.

28.10. MAHŞER İÇİNDE ZUHUR EDECEK BAZI HÂLLER

28.10.1. Haşirde İnsanların Durumu, Mahşerde İlâhi Tecelliyatın Zuhuru

(Aziz ve celîl olan Allah'ın) “Şüphesiz ki Allah, zerre ağırlığınca zulmetmez.” (Sûre-i Nisâ Âyet: 40) kavl-i şerifinin tefsiri bâbında;

Buharî Hadis No: 1692- Ebû Saîd-i Hudrî'den (ra) şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Bir kere Nebi'ye (sav) bazı kimseler gelerek: “Yâ Resûlallah! Kıyâmet gününde Rabbimizi görecek miyiz?” diye sormuşlardı. Bundan sonra Resûl-i Ekrem buyurdu ki: “Kıyâmet günü hulul ettiğinde bir dellâl: ‘Her ümmet neye ve kime tapıyor idiyse peşine düşsün.’ diye ilân edecek. Bunun üzerine Allah'tan başka şeylere ve putlara, heykellere, tapagelen ne kadar müşrikler varsa -onlardan hiçbiri geri kalmaksızın- cehenneme dökülecekler, artık ortalıkta yalnız Allah'a ibadet eden gerek salih, gerek fâcir kimselerin (müşrik olmayan) ehl-i Kitab bakiyelerinden başka kimse kalmayınca, Yahudilerden geri kalanlar çağrılacak ve onlara: ‘Siz, kime ibadet ederdiniz?’ diye sorulacak. Onlar: ‘Allah'ın oğlu Uzeyr'e!’ diye cevap verecekler. Bunun üzerine onlara: ‘Yalan söylüyorsunuz. Allah hiçbir eş ve oğul edinmedi.’ denilecek. ‘Şimdi siz ne istersiniz?’ diye sorulacak. Onlar da: ‘Ey Rabbimiz! Çok susadık; bize su ihsan et.’ diyecekler. Bunun üzerine onlara: ‘Haydi suya geliniz!’ diye işaret olunacak. Ve cehenneme doğru sevk olunacaklar.
Cehennem onlara serap gibi görülecek. (Su sanarak) Birbirlerini çiğneyerek giderken cehenneme düşecekler. Sonra Nasârâ çağrılacaklar. Onlar da: ‘Allah'ın oğlu Mesih (İsa'ya) kulluk ettiklerini’ söyleyecekler. Onlar da Yahudilerin sevk olundukları gibi cehenneme sevk olunacaklar.”

Artık ortada salih veya fâsık olarak Allah'a ibadet ve ubûdiyet eden mü'min muvahhidlerden başka kimse kalmayınca, Âlemlerin Rabbi onlara (mahlûkattan hiçbir şeye benzememek düsturuyla) bildikleri en yakın bir sıfatta tecelli edecek ve Allahû Teâlâ tarafından bu muvahhidlere “Ya siz ne bekliyorsunuz?
(Görüyorsunuz ya) Her ümmet ibadet ettiği şeyin ardına düşüyor.” buyuracak. Onlar da: “Ey Rabbimiz! Biz dünyada bu şirk ve küfür sahiplerinden -kendilerine en çok muhtaç olmaklığımıza rağmen (dünyada)- ayrı yaşadık, (senin rızan için) bunlarla görüşmedik. (Şimdi onlara uyar mıyız?) Biz şimdi kendisine kulluk edegeldiğimiz Rabbimiz(in kerem ve inâyetin)i bekliyoruz.” diyecekler. Bunun üzerine Cenâb-ı Hakk iki yahut üç defa: “Ben sizin Rabbinizim!” buyuracak. Onlar da her defasında: “Allah'a hiçbir şeyi şerîk etmeyiz.” diyecekler.”

Bu hadis-i şerif ve bütün rivâyetlerde Mûtezile, Havaricve Mürcie gibi bazı ehl-i bid'ati red vardır. Bunların müdafaa ettikleri teze göre, Allah-u Teâlâ'yı mahlûkattan hiçbir şey göremez ve görmesi aklen muhaldir. Şüphesiz bu tez çok hatalıdır ve câhilânedir. Çünkü âhirette Allah-u Teâlâ'nın mü'min ve muvahhid kullarına tecelli edip görünmesi, Kitap ve Sünnet ile ve ümmetin icmaiyle sabit bir hakikattir. Bunu Resûl-i Ekrem Efendimizden yirmi bu kadar sahâbî rivâyet etmiştir. Mûtezile ve emsalinin iddia ettikleri muhâl-i aklî ise dünyadaki eşyayı görüş şartlarımızın, rü'yetullaha kıyâs ve tatbikinden neş'et etmiştir ki, gaibi şâhide, bâkîyi fâniye ve vâcibu'l-vücudu rü'yeti hâdisatı rü'yete kıyâs ve tatbikten ibaret olup, bâtıldır. Bir hulâsasını arz ettiğimiz bu bahis, ilm-i kelâm kitaplarında bütün tafsilatıyla incelenmiştir. Âhirette Allah-u Teâlâ'nın muvahhid kullarına görünmesi, onların da Cenâb-ı Hakk'ı görmeleri, i'tikâdi bir hakikat olmakla beraber, dünyada görünmesi ve görülmesi keyfiyeti ve bunun imkân veya imtinâı, vukuu veya adem-i vukuu da incelenmiştir. Gerek sadr-ı İslâm'daki ulemânın, gerek sonra yetişen mütekellimînin cumhurunun mezhebi, dünyada da rü'yetullahın mümkün olduğu, fakat vâki olmadığı sûretindedir. İmâm Ebu'l-Hasen Eş'âri'den ise, vukuuna ve adem-i vukuuna dâir müsbet ve menfi iki ictihad rivâyet olunmuştur.

Şu da bilinsin ki, bu hadiste bildirilen rü'yet, Allah'ı görüş değildir. Bu rü'yet yalnız Allah'ın kendi hass kullarıyla Allah'tan başka birtakım mahlûkata kulluk edenlerin aralarını fark ve temyiz için vâki olan İlâhi bir tecellidir. Cennetteki rü'yet, sevab ve kerâmet olarak rü'yettir, bundan başkadır.

28.10.2. Arşın Gölgesinde Kalacak Zümreler

Ebû Hüreyre'den (ra): (Senedi muttasıl ile) Resûlullah (sav) Efendimizin şöyle buyurduklarını rivâyet etmiştir:

“Yedi kimseyi Allah-u Teâlâ kendi zıllinden (gölgesinden) başka zıl olmayan (kıyâmet) gününde kendi zılli altında barındıracaktır:

1. İmâm-ı Adil.

2. Rabbine (taat ve) ibadet içinde perverde olmuş genç.

3. Gönlü mescidlere merbut olan kimse.

4. Allah yolunda sevişip buluşmaları da ayrılmaları da buna müstenid olan iki kimsenin her biri.

5. Mansıb ve cemâl sahibi bir kadının matlubu olduğu hâlde ‘Ben Allah'tan korkarım.’ di(yerek haramı irtikâb etme)yen erkek.

6. İnfak ettiğinden solundaki haberdar olmayacak kadar ahfa (gizli) olarak sadaka veren adam.

7. Tenhada (lisanen yahut kalben) Allah-u Teâlâ'yı zikredip de gözü (dolup) taşan kişi.”

Bu hadis-i şerifte yedi sınıf insan zikredilmiştir. Alacaklının, eli dar borçludan alacağını tehir etmesi ve alacağının bir miktarını bağışlaması da aynı mertebeden bir fazilet olduğu Müslim'de mervidir. Kezâlik gazi; gaziye yardım eden; borçlunun, abd-i mukâtebin zimmetten halâs olmalarına ianede bulunan; sadakatle ticaret eden, hüsn-ü hulk sahibi olan kimselerin de zıll-i setr ve emân-ı İlâhiye dâhil olacaklarına dâir olan âsar-ı adide vardır. Yedisinin bu hadiste sayılması diğerlerini ihraç etmez.

Zıllin Allah-u Teâlâ'ya izafeti, izafet-i mülktür. Bu itibarla her gölge Allah'ın gölgesi olmuş olur. Selman-i Farisî'den (ra) de mervi olan bir hadiste: Allah'ın zıllinden muradın, Arş-ı İlâhinin gölgesi olduğu beyan olunmuştur. Nitekim bütün mesacid Allah'ın mülkü iken, hassaten Kâbe-i Muazzama'ya Beytullah deniliyor. Kıyâmette ehl-i mahşer Rabbu'l-Âleminin hitab ve itabına dûçar oldukları bir zamanda, güneşin herkesin tepesinde kaynadığı zaman, Arş-ı Rahmân'dan başka hiçbir şeyin gölgesi olamayacağı için, bu zât-ı mübarekler gölgeden istifade edeceklerdir.

Hakkın ızlali, yani bir kimseyi gölgesi altında barındırması, onu kendi dâire-i setr ve emânına idhâl etmesi mânasına da gelir.

“Sultan, yeryüzünde zıllullahtır. Her mazlum ona iltica eder.” lâfzı ile şâyi olan hadis-i şerife göre, güya Allah'ın gölgesi varmış gibi bir itikad-ı bâtıla Müslümanların sahip oldukları iddia edilir. Sultan, lisan-ı Arab'da sahib-i sultan ve nüfuz olan, dediğini yaptıran her şahsa ıtlâk olunur. Sahib-i sultan, nüfuz eden, başkasını emrine munkad edebilen herkes sultandır. Aile reisi de, bir köy kâhyası da, bir jandarma neferi de birer sultandır. Sultanın Allah'ın gölgesi olması mâna-yı lügavîdir. Bu mânaya göre izale-i zulmün nüfuz ve kuvvete vareste olması ve mazlumun başı sıkılınca sahib-i satvet olan öyle bir kimseye iltica etmesi itibarıyladır. Aksini düşünmek Din-i İslâm'a ve Ehl-i İslâm'a buhtandır.

İmâm-ı Adil'den murad-ı Âli-i Nebevî, Hakk Teâlâ'nın evâmir-i celîlesine munkad; ifrattan da tefritten de müctenib olarak beş şeyi yerli yerinde yapan ve hukuki raiyyeyi gözeten imâmdır ki, umûr-i Müslimîne bakmak vazifesi ile mükellef vulat ve hukkamın her biri de bu hükümde dâhillerdir. “İmam-ı Âdil gibi Enbiyâ-yı İzam Aleyhimissalâtı Vesselâm Hazeratından sonra indallah kurb-i menzilet sahibi kimse yoktur.” derler. Sebebi: Meşgul olduğu masâlihin kesretinden ve umûm-ı nâsa mef'i şâmil olmasından dolayıdır. Bu hususta daha çok hadis-i Nebevî mevcuttur. Biz hassaten bu hususun ehemmiyetine binâen beyan ederiz ki, İbn-i Abbas (ra) “Hiçbir kavim yoktur ki, makz-i ahdetsinler de Allah onlara azabını taslit etmesin; hiçbir kavim yoktur ki, alış-verişlerinde eksik tartsınlar da Allah onlardan yağmur tanelerini menetmesin; hiçbir kavimde riya çoğalmaz ki, Allah onlara vebayı musallat etmesin; hiçbir kavim yoktur ki, bigayri hakkın hükümlerde bulunsunlar da Allah Teâlâ onlara bir imâm-ı câir (cevr ve zulmeden) taslit etmesin.” Hadisi de akvâm-ı sâlihine İmâm-ı Âdil'in min tarafillah nimet, akvâm-ı zalimine de İmâm-ı Câirin nikmet olduğunu gösteren şâyân-ı ibret bir ihbar-ı Nebevîdir.

Bir gencin ibadete mülâzemeti takvasının burhanı olup, gençliğin şehvet-i azimesine mağlup olmayarak ibadette haşyetullah üzere bulunduğundan yaşlılar üzerine takdim edilir.

Mescide kalbin riddeti: Cemaate mülâzim olmak, mescidden çıksa bile yine avdet etmek niyetindedir. Kişi, evine dönmeyi nasıl niyet ederse. Nitekim Şârih Ayni der ki: Mescid Beytullah'tır. Her muttakînin de beytidir.

Muhabbet-i diniye üzere olup bu muhabbeti ölünceye kadar bir arıza-i dünyeviyyeden dolayı kesmemektir. Bais-i nefsânî olmamaksızın Allah için sevişmek var ise, Allah için (Allah'ın sevmediği bir fiil ve hâlin vukuundan dolayı) bozuşmak da imandandır. Sevişenlerin yakın ve uzakta olması veya bir arada bulunması şart değildir. Maksat, bir dünyevi menfaate bais olmasın.

Ebû Davud'un Ebû Rezin-i Ukayli'den merfuan rivâyetinde Resûlullah'ın (sav) kendisine: “Yâ Ebâ Rezin! Yalnız kaldığın vakit dilini zikrullah ile kıpırdat. Allah için muhabbet, Allah için buğz et. Şüphesiz ki bir Müslüman diğerini Allah için ziyaret ettiği vakitte yetmiş bin melek onu teşyi edip ‘İlâhi, bu kulun onun gönlünü ediyor, sen de bunun gönlünü et.’ derler. Allah yolunda sevişenlerin faziletlerinden biri de şudur ki, herhangisi diğerine ardından duâ edecek olursa, duâsına melek âmin der.” buyurmuşlardır.

Diğer bir hadiste de “İşte bu, imanın yapışılacak en sağlam kulpların-dandır.” ve yine “Her ne zaman iki kimse Allah için sevişirlerse elbette ikisinden efdal olanı arkadaşına muhabbeti daha ziyade olanıdır.”

Müsned-i Ahmed ibn-i Hanbel'de Enes b. Mâlik'ten (ra) merfuan vârid olan bir hadisi hasende melâike-i kirâm ile Rabbi Muteâl arasında şöyle bir mukâleme rivâyet ediliyor:

“- Yâ Rabb! Yarattığın mahlûkat içinde dağlardan kavi ve şedid bir şey var mıdır?
- Evet, demir.
- Demirden daha, şedidi var mıdır?
- Evet, ateş.
- Ateşten daha şedidi var mı?
- Evet, su.
- Sudan daha şedidi var mı?
- Evet, rüzgâr.
- Rüzgârdan da şedidi var mı?
- Evet, Âdemoğlu. Sağ eliyle tasadduk eder de sadakasını solundan gizler.”

Solundaki tabirden maksat: Mâna-yı meşhure göre sol eldir. “Sol taraftaki melek yahut sol tarafında bulunan kimse mânasınadır.” diyenler de vardır. Hangi mânada olursa olsun maksat, sadakada riya etmemektir. Gizli verilmesinin efdaliyeti buna binâendir.

Sadaka-i tatavvunun gizli olması efdaldir. Çünkü ihlâsa karib ve riyadan baid olur. Sadaka-i vâcibeye, zekâta gelince onu -başkaları da iktidâ etsin ve deaim-i İslâm zâhir olsun diye- ilân etmek evlâdır. Savmın da farzını ilân, tatavvuunu ihfa efdaldir. Zekâtın başkalarına sû-i zanna düşürmemek de vardır.

Halvette zikrullah, kesretten evlâdır. Çünkü halvette zikr ihlâsa karin, riyadan baid olur. Ebû Hüreyre'nin (ra) merfuan rivâyetinde: “Haşyetullahtan ağlayan kimse, süt memeye tekrar girmedikçe nâr-ı cahime girmez.” buyrulmuştur ki, “Böyle olan muhlisin muazzeb olması muhaldir.” demek istenilmiştir.

28.10.3. Mahşer Ahvâlinden Umûmî Manzara

Taberâni rivâyetinde: Kıyâmet gününde adam var ki, ter kendisini boğacak dereceye çıkacak da: “Yâ Rabb! Cehenneme atmakla da olsa beni rahatlandır.” diyecek. Havli mahşer haber verilmekte.

Müslim ve Nesai'de mervi hadiste ise: “Halk o gün amellerinin miktarlarına göre tere batmış bulunacaklardır, kiminin teri aşıklarına, kiminin dizlerine, kiminin böğürlerine kadar çıkacak, kimini de ter -Resûlullah (sav) Efendimiz mübarek elleriyle ağızlarını göstererek-gemleyecek, yani boğacaktır.” diye bu hevl ve dehşet, daha açık ve daha tafsilli gösterilmiştir.

Ahmed ibn-i Hanbel'in sened-i hasen ile ve Ebû Saîd-i Hudrî (ra) rivâyetiyle: “Bu vukufun azabı mü'min hakkında o kadar tahfif olunacak ki, ancak farz namazlarından biri kadar sürecektir.” Ebû Hüreyre (ra) rivâyetiyle: “Güneş gurub için ufuktan sarkıp gurûb edinceye kadar.” Abdullah b. Ömer (ra) rivâyetiyle de “O gün mü'min hakkında gündüzün bir saatinden daha kısa olacaktır.” tebşirleri vardır. Çok şükür elhamdü lillah.

İbn-i Mesud (ra) Beyhaki rivâyetinde: Nâs, haşr olunduklarında kırk yıl gözleri semâya dikilmiş olarak dururlar. Kendilerine hiçbir kimse kelime-i vahide söyleyemez. Bu esnada Güneş başlarının ucunda kendilerini yakan ve berr-u fâcir herkes, ter deryası tâ boğazına çıkıncaya kadar hep bu hâlde kalırlar.

“Münâfıklar namaz, oruç, Allah'a ve Resûlune iman etmiş olduklarını söyleyecekler; fakat azâları kendilerini red edecektir. Ağızlar mühürlenecek.”

Mahşerde ehl-i iman cemaasına Dergâh-ı Bâri-i İzzetten “Rabbinizi tanıyabilmek için aranızda bir alâmet var mıdır?” diye sual buyrulacak ve “Evet!” cevabı üzerine secde emrolunacak arasatta. Münâfıklar ve riyakârların sırtlarını Allah-u Teâlâ vahide kılıp, yani kaskatı bir hâle getirip bunlar secdeye kadir olamayıp sırt üstü düşeceklerdir. Mü'minlere izin verilecektir.

Müslim'in Ebû Saîd-i Hudrî (ra) rivâyetine göre: “Sonra cehennem üzerine (sırat) köprü(sü) kurulur. Ve şefaate izin verilir. Ve (o sırada nâs) ‘İlâhi! Bizi selâmette bırak, selâmette bırak!’ diye duâ eder durur.” denilmiştir. Hakim'deki Abdullah b. Selâm (ra) rivâyetinde, sonra bir münâdi: “Muhammed (sav) nerede?” diye nida edecek. Bunun üzerine Resûlullah (sav) ayağa kalkıp iyisi, fâciri hep birlikte olmak üzere bütün ümmeti de arkasına düşecek ve köprünün (sıratın) yolunu tutacaklardır. Allah-u Teâlâ o zaman düşmanlarının nur-ı basarlarını alacak ve bunlar sağlı sollu cehennemin içine sapır sapır dökülecekler ve yalnız Nebî-i Ekrem (sav) ile salihler necat bulacaklardır. İbn-i Abbas (ra) hadisi merfuunda da:
“Biz hem ümmetlerin sonuncusu, hem de hesabı görüleceklerin birincisiyiz.” buyurduktan sonra “Ümmetler bize yol açacaklar. Biz de âzamızdaki abdest âsârından dolayı yüzlerimiz nurlu, ellerimiz, ayaklarımız sekili olarak geçeceğiz.
Ümmetler de bize baktıkça bu ümmetin hep enbiyâ olmasına az bir şey kalmış diyeceklerdir.” buyrulmuştur.

28.10.4. Kıyâmet Günü Riya ve Sum'a (İşittirici) Ehlinin Secde Edememesi

Buharî Hadis No: 1753- Ebû Saîd-i Hudrî'den (ra) rivâyete göre muşârunileyh, Nebi'nin (sav) şöyle buyurduğunu işittim, demiştir: “(Kıyâmet günü) Rabbimiz kendi sâkından keşif buyurduğu (iş güçleştiği zaman) bârgâh-ı azametine her mü'min ve mü'mine secde eder. Yalnız dünyada riya (halka göstermek) ve sum'a (halka işittirmek) için secde edenler secdesiz kalırlar. Gerçi o mürailer de secde etmeye çalışırlar. Fakat onların arkası (amûdu fıkarîsi) yekpare safîhaya döner (eğilip secde edemezler).”

Sûre-i Kalem'in 42'inci âyet-i celîlesinde bu hikmeti beyan için “Artık perde açılıp iş güçleştiği kıyâmet günü…” diye ihbar eden Rabbimiz, o günkü ciddi vaziyeti sarahaten bildirmektedir.

28.10.5. Kıyâmet Günü Divan-ı İlâhide Uzun Müddet Bekleyenlerin Hâli

Buharî Hadis No: 1756- Abdullah ibn-i Ömer'den (ra) rivâyete göre, Nebi (sav) şöyle buyurmuştur: “Nâs (hesab için) Âlemlerin Rabb'i divanında durdukları gün o kadar bekleyecekler (ve terleyecekler ki), hatta onlardan biri iki kulağının yarı yerine kadar kendi teri içinde kaybolacaktır.”

Rabbimiz Sûre-i Mutaffifin'in 6'ncı âyet-i kerimesinde “Âlemlerin Rabb'i divânında nâs(ın hesab için) durdukları kıyâmet günü...” kavl-i şerifinin müfessiri mahiyetinde bulunan mezkûr hadisle, hikmet-i Kur'ân'ın delâlet ettiği mânayı anlamış bulunuyoruz.

28.10.6. Kıyâmet Günü İnsanların Anadan Uryan Haşrolunacağı ve ilk Libası İbrahim'in (Aleyhisselâm) Giyeceği

Buharî Hadis No: 1374- İbn-i Abbas'tan (ra) rivâyete göre, Nebi (sav): “Siz (kabirden kalktığınızda) ayağınız çıplak, vücudunuz uryan, (anadan doğma) erlik yeriniz sünnetsiz olarak haşr olunacaksınız.” buyurmuş. Sonra Resûlullah: “Ve kıyâmet günü (peygamberlerden) ilk elbise giydirilen kişi (en büyük babam) İbrahim'dir.”

Kıyâmet gününde ilk hilâtı Hz. İbrahim'in (as) giymesi, tevhid akîdesinin en büyük babası için hiç şüphesiz hususî bir menkabedir. Abdullah ibn-i Mübarek'in Hz. Ali'den bir rivâyetine göre, “Kıyâmet gününde arşın sağ tarafında ibtida Hz. İbrahim'e iki Mısır kumaşı giydirilecek, sonra Peygamber'e Burd-i Yemâni iksa edilecektir.” demiştir.