YEDİNCİ BÖLÜM: MÜNÂFIKLARIN (İÇİ KÂFİR, DIŞINDAN İSLÂM GÖRÜNENLERİN) SIFATLARI

LUGAT A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

7.1. DIŞI MÜ'MİN GÖRÜNDÜĞÜ HÂLDE İÇİ KÂFİR OLANIN MÜNÂFIK OLDUĞU

A- Sûre-i Bakara Âyet: 8- İnsanlardan öyle kimseler vardır ki kendileri iman etmiş olmadıkları hâlde, “Allah'a ve âhiret gününe inandık.” derler. (Maksut, dışı mü'min göründüğü hâlde içi kâfir olan münâfıklardır.) Hâlbuki onlar inanıcı (insan)lar değildir.

9- Allah'ı da, iman edenleri de (güya) aldatırlar. Hâlbuki onlar kendilerinden başkasını aldatmazlar da yine farkına varmazlar.

B- Sûre-i Tevbe Âyet: 56- Hakikat, onlar muhakkak sizden olduklarına (dâir) Allah'a and ederler. Hâlbuki onlar sizden değildir. Fakat onlar öyle bir kavimdir ki daima korkarlar. (Müşriklere yaptığınızı kendilerine tatbik edeceğinizden korkarak sûreta Müslüman görünürler.)

62- Size (gelirler) gönlünüzü hoş etmek için Allah'a and ederler. Eğer bunlar mü'min iseler Allah'ı ve Resûlünü razı etmeleri daha doğrudur. (Münâfıklar Resûlullah'a ezâ ederler, sonra da gelip mü'minlerden hoşnutluk isterlerdi. Bu münâfıklığın bir alâmetidir.)

C- Sûre-i Muhammed Âyet: 16- Onlardan (kâfirlerden) öyle kimseler (öyle münâfıklar) vardır ki, seni dinler(ler) (huzur-u saadette, Cuma hutbesinde). Nihâyet yanından çıktıkları zaman kendilerine ilim verilmiş olanlara (Ashâb-ı Kirâm'ın âlimlerine) (istihza ederek) “O, demin ne söylediydi ha!” derler. Onlar öyle kişilerdir ki Allah kalblerinin üzerine mühür (küfür mührü) basmıştır. Onlar hevâ (ve heves)lerine uymuşlardır.

D- Sûre-i Münâfikûn Âyet: 1- Münâfıklar sana geldiği zaman “Şahadet ederiz ki sen muhakkak ve mutlak Allah'ın Peygamberisin.” dediler. (Bu sözü kalbleriyle tasdik ederek değil, sadece dilleriyle söylediler) Allah da bilir ki sen elbette ve elbette O'nun Peygamberisin. (Fakat) Allah o münâfıkların hiç şüphesiz yalancılar olduğunu da biliyor.

Buharî Hadis No: 1748- Zeyd ibn-i Erkâm'dan (ra) rivâyete göre, müşârûnileyh şöyle demiştir: Ben bir gazada bulundum. Orada (münâfıkların reisi) Abdullah ibn-i Ubeyy ibn-i Selûl'ün münâfıklara şöyle dediğini, işittim: “Ey cemaat! Resûlullah'ın yanındakilere nafaka vermeyiniz tâ ki etrafından dağılsınlar.” Ve “O'nun (Peygamber'in) yanından Medine'ye bir dönersek herhâlde izzet ve kuvveti ziyade olan (yani İbn-i Ubeyy kendisi ve münâfıklar) en zelil ve zayıf olanı (Peygamberi ve ashâbını) Medine'den muhakkak çıkaracaktır.”

(Râvî Zeyd der ki) “İbn-i Ubeyy'in bu sözlerini ben amcam (Sa'd ibn-i Ubade'ye:Amcası olmayıp kabile reisidir) yahut Ömer'e anlattım. O da Resûlullah'a arz etti. Bunun üzerine Resûlullah beni dâvet etti. Bende İbn-i Ubeyy'in sözlerini arz ettim. Bu defa da Resûlullah İbn-i Ubeyy ile ashâbına haber gönderdi. Bunlar da gelerek: ‘Biz böyle bir şey söylemedik.’ diye yemin etmeleri üzerine Peygamber beni tekzib, onları tasdik buyurdu. Bunun üzerine ben mahzun oldum. Bu sırada aziz ve celîl olan Allah-u Teâlâ bu sûreyi indirdi. Bu sûrenin gelmesi üzerine Resûlullah (sav) bana haber gönderdi; (huzura varınca) bana bu sûreyi okudu. Ve: ‘Yâ Zeyd! Allah-u Teâlâ seni tasdik etti.’ buyurdu.”

Bu sûrede münâfıkların ve onların reisleri Abdullah ibn-i Ubeyy'in iki yüzlü hâl ve hareketleri ve küstahça sözleri teşhir edildiği cihetle buna “Münâfıklar sûresi” adı verilmiştir. Münâfık: Sözü, özü başka olan ve dışı Müslüman, içi kâfir kimselerdir. Dilimizde ikiyüzlü tabir olunur ve ikiyüzlülüğe de nifak denir. Riyada da iki yüzlülük vardır. Mürâinin de ettiği ibadette halka ve Hâlık'a karşı kasdı ve iki yüzlü niyeti vardır. Şu fark ile ki; riya, ibadete has olarak irtikâb olunan iki yüzlülüktür. Nifak ise, itikadda iki yüzlülüktür. Binâenaleyh her münâfık, aynı zamanda mürâidir de. Fakat her mürâi münâfık değildir. Çünkü riya, imana muhalif olmayarak amelde olur.

Buharî'nin Kitabu'l-Îmân'da rivâyet ettiği bir hadiste, münâfığın üç alâmeti olduğu bildirilmiştir: “Münâfık söz söylerken yalan söyler, vaadettiği zaman sözünde durmaz, kendisine bir şey emanet olunduğunda hıyanet eder.” buyrulmuştur. Bu hadisin diğer bir rivâyet tarikinde dördüncü bir alâmet olarak: “Bir dâva ve duruşma zamanında haktan ayrılmaktır.” buyurmuştur.

7.2. YALAN SÖYLEMENİN, YALAN YERE YEMİN ETMENİN MÜNÂFIK ALÂMETLERİNDEN OLDUĞU

A- Sûre-i Bakara Âyet: 10- Kalblerinde bir maraz vardır onların. Allah da marazlarını (hastalıklarını) artırdı. Yalan söylemekte oldukları için de onlara acıklı bir azab vardır.

B- Sûre-i Tevbe Âyet: 74- (Münâfıklar, o kötü sözü) Söylemedik-lerine (dâir) Allah'a yemin ediyorlar. Andolsun, o küfür kelimesini söylemişlerdir. Onlar Müslümanlıklarından sonra yine kâfir oldular. Başaramadıkları bir şeye (cinâyete, Peygamberi öldürmeye) de yelten-diler onlar. Hâlbuki (Peygambere ve mü'minlere karşı kin besleyip) intikam almaya yeltenmeleri için Allah ile Peygamberinin lûtf-u inâyeti ile onları zenginleştirmiş olduğundan başka (meydanda bir sebep) de yoktu. (Medinelilerin bir çoğu fakr-u zaruret içinde idi. Resûl-i Ekrem'in -sav- hicretle teşrifinden sonra bolluğa kavuştular. Münâfıkların bu noktadan ne derece nankör olduklarını âyet-i kerime açıklıyor.) Eğer (nifaktan) tevbe ederlerse onlar için hayırlı olur. Eğer yüz çevirirlerse Allah onları dünyada da, âhirette de pek acıklı bir azaba uğratır, yeryüzünde onlar için ne bir yâr, ne bir medetkâr da yoktur artık.

Not: “Münâfıklar, o kötü sözü söylemişlerdir.” âyet-i celîlesindeki hikmet şudur: Resûl-i Ekrem (sav) Tebük de ikamet ederlerken kendisine vahiyler geliyor; O, savaştan geri kalanları mütemadiyen ayıplıyordu. (Celâs bin Suveyd) adındaki bir münâfık dedi ki: “Eğer Muhammed'in (sav) kardeşlerimiz için söyledikleri doğru ise eşeklerden aşağı olalım.” Bu sözü işiten Amir bin Kays derhâl cevap vermiş, Medine'ye avdetlerinde durumu Allah'ın Resûlune haber vermişti. Bu söz inkâr edilince, Resûlullah her ikisine de yemin teklif etmişlerdi. Bu âyet nâzil olarak Amir bin Kays'ı tasdik buyurmuştur.

C- Sûre-i Münâfikûn Âyet: 2- Onlar yeminlerini bir kalkan edindiler ve Allah'ın yolundan saptılar. Hakikat, onların yaptıkları şeyler ne kötüdür!

3- Bu (kötü amelleri şundandır.) Çünkü onlar (zâhiren) iman ettiler. (Fakat) sonra (kalbleriyle) kâfir oldular. Bu yüzden kalblerinin üstüne (küfür) müh(rü) basıldı. Onun için onlar (imanın hakikatini) anlamazlar.

7.3. ARZDA BOZGUNCULUK, ANARŞİ YAPMANIN MÜNÂFIKLIK ALÂMETLERİ OLDUĞU VE BU BOZGUNCULUĞA DELÂLET EDEN HÂLLER

Sûre-i Bakara Âyet: 11- Kendilerine “Yer(yüzün)de fesat yapmayın.” denildiği zaman “Biz ancak ıslah edicileriz.” derler. (Fesat, bozgunculuk etmek, ıslah ise nizam vermektir.)

12- Gözünü aç (dikkat et), onlar muhakkak ki fesatçıların tâ kendileridir. Fakat şuurlarını işletmezler.

13- Onlara “İnsanların (Müslümanların) inandığı gibi inanın.” denilince “Biz de o beyinsizlerin inandığı gibi mi inanacağız?” derler. Dikkat et ki (asıl) beyinsizler hiç şüphesiz kendileridir. Fakat bilmezler.

14- Onlar iman edenlere kavuştukları zaman “İnandık.” derler. Şeytanlarıyla (reisleriyle, azılı arkadaşlarıyla) yalnızca (baş başa) kalınca ise “Emin olun, biz sizinle beraberiz. Biz ancak istihza edicileriz.” derler. (Eğlenmek ve alay etmek)

15- (Asıl) Allah onlarla istihza eder ve taşkınlıkları, azgınlıkları içinde serseri dolaşmalarına mühlet verir. (Sonra da cezasını verir.)

7.4. AHİDLERİ NAKZEDENLERİN, VAADİNDE DURMAYANLARIN, NİMETTEN SONRA TAATİ TERKEDENLERİN MÜNÂFIK OLDUĞU VE BU SIFATA SAHİP OLANLARIN ALÂMETLERİ

A- Sûre-i Bakara Âyet: 27- O (fâsıklar) ki Allah'ın (Kitap'larında Muhammed'e iman etmeleri hakkındaki) ahid (ve emr)ini -onu te'kid de ettikten sonra- bozarlar, Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyi (hısımlık rabıtalarını, cemiyet birliğini, Peygambere imanda birleşmeyi) keserler, yeryüzünde bozgunculuk yaparlar. İşte onlar hüsrana (maddi ve mânevî en büyük zarara) uğrayanların tâ kendileridir.

B- Sûre-i Tevbe Âyet: 75- İçlerinden kimi de Allah'a (şöyle) ahdetmişti: “Eğer bize lütf-u kereminden ihsan ederse, andolsun zekâtını vereceğiz, muhakkak salihlerden olacağız.”

Not: Sa'lebe bin Hatıb ve emsali hakkında nâzil olmuştur. Merkum huzur-i saâdete gelerek: “Yâ Resûlallah! Allah'a duâ et de beni zengin yapsın.” demiş “Sa'lebe, şükrü ödenen az (mal), şükrünü ifa edemeyeceğin çok (mal)dan hayırlıdır.” cevabını almıştı. Tekrar müracaat ederek zenginlik istemişti ve “Seni hak Peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki bana mal verirse her hak sahibine hakkını vereceğim.” demişti. Bunun üzerine Resû-lullah (sav) duâ buyurdu. Bir koyun edindi. Bu o kadar arttı ki Medine dar geldi. Vadiye indi, vadi de dar geldi. Fakat herif cuma'yı da terk etmeye başladı. Artık Sa'lebe görünmüyordu. Resûlullah zekât tahsildarını gönderdi: “Vay bu, bir cizyedir yahut onun kardeşi” deyip memurları kovdu. İşte bu âyet nâzil oldu. Sa'lebe gelip zekâtını vermek istedi ise de Resûl-i Ekrem kabul etmedi. Ebû Bekir ve Ömer de (ra) kabul etmediler. Nihâyet adam sefalete düştü. Hz. Ömer veya Hz. Osman (ra) hilâfetleri zamanında vefat etti.

76- Allah, kendilerine fazl-u inâyetinden verince de onunla cimrilik edip (taat-i İlâhiyyeye) arka çevirdiler. Onlar (yani münâfıklar) öyle dönektirler!

77- Nihâyet, Allah'a vaad ettiklerini tutmadıkları, yalan söyledikleri için O da (bu fiillerinin) akıbetini kalblerinde, kendisinin huzuruna çıkacakları güne kadar (sürecek) bir nifak yaptı.

78- Münâfıklar hâlâ bilmediler mi ki, Allah, şüphesiz onların içlerinde gizlediklerini de, fısıltılarını da biliyor ve muhakkak ki Allah, gaybları çok iyi bilendir.

7.5. TATLI DİLLİ, FAKAT CANİ İNSANLARIN MÜNÂFIK OLDUĞU VE BU SIFATA SAHİP OLANLARIN ALÂMETLERİ

Sûre-i Bakara Âyet: 204- İnsanlardan öyle kimse vardır ki, onun (bu) dünya hayatına âit sözü hoşuna gider ve o, kalbinde olana Allah'ı şâhid getirir. Hâlbuki o, düşmanların en yamanıdır.

205- O, yeryüzünde iş başına geçti mi (yahut “Senin yanından dönüp gitti mi,” bu âyetle tavsif edilen adam münâfıklardan Ahnes bin Şurayk'tı. Tatlı dilli, fakat çok cani bir adamdı.) arzda fesat çıkarmaya, ekini ve zürriyeti kökünden kurutmaya koşar. Allah fesadı sevmez.

206- Ona: “Allah'tan kork!” denildiği zaman izzet(i nefsi, câhilâne kibr)i kendisini (daha ziyade) günâh işlemeye götürür. İşte öylesine cehennem yetişir. O, hakikat ne kötü yataktır!

207- İnsanlardan öyle kimse de vardır ki Allah'ın rızasını isteyerek nefsini satın alır. Allah kullarına çok merhametlidir. (Bu zât Suheyb-i Rumi'dir -ra- Bu âyet de bunun hakkında nâzil olmuştur. Müşârunileyh, müşriklerin ezalarından, işkencelerinden Medine'ye hicret etmiş, bütün malını fidye-i necat olarak düşmanlara bırakmıştı. İşte mü'min, değil cimrilik yapmak, cehennem azabından, düşman tehlikesinden korunmak için bütün varlığını feda edebilendir.)

7.5.1. Münâfıkların Sıfatlarından

Buharî Hadis No: 1094- Âişe'den (rha) Nebi (sav): “Allah indinde ricâlden en ziyade menfur olanı, husûmette gaddar bulunandır.” buyrulduğu rivâyet edilmiştir.
Sûre-i Bakara'nın 204'ncü âyetinin fıkra-i âhiresinin tamamı şöyledir:
“(Habibim!) Nâstan bazı (gaddar) kimseler vardır ki, onların dünya hayatı hakkındaki sözleri seni imrendirir; o, (Müslümanlık izhar ve) kalbindeki kanaatine (muvâfakatını iddia eder) de Allah'ı şâhid tutar.”

Bu âyet-i kerime en sahih rivâyete göre, münâfıklar hakkında nâzil olmakla sebeb-i nüzule tamamıyla muvafıktır. Münâfıklar da husumet hâlinde yalan söylerler; türlü tezviratta bulunur, iftira eder, hulâsa doğruluğu iltizam etmezler. Bir âyet-i kerime müteaddit vâkıalar ve hadiseler üzerine nâzil olabilir. Bu âyet-i kerimenin sebeb-i nüzulünde de bir kaç vâkıa zikredilmektedir. Husumet hâlinde gaddarca hareket etmenin münâfık alâmetlerinden olduğu hakkında Müfessir Katade, Mücahid, Rebî ibn-i Enes ve daha birçok ulemânın ittifakı vardır. Bu âyetlerin bütün münâ-fıkların nifak-cûyâne vaziyetlerini beyan için nâzil olduğuna dâir sözleri vardır. Şârih Ayni de; bu tefsir hakkında “Bu sahihtir.” diyor.
Müellif İmam Buharî Sahih'inde; Ümm-ü Seleme'nin (rha) hadisinden sonra muhâseme esnasında fısk, isyan ve yalan-dolan irtikâb eden kimsenin günâhı hakkında bir bâb açarak, Abdullah ibn-i Amr ibn-i As'tan (ra), Nebi'nin (sav) şöyle buyurduğuna dâir bir rivâyetini tahric etmiştir:

“Dört huy, her kimde bulunursa (hâlis) münâfık olur. Yahut kendisinde bu dörtten bir huy bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendisinde münâfıklıktan bir haslet mevcut olur: Söz söylerken yalan söyler, vaad ettiğinden hulf eyler, ahd ettiğinde ahdini tutmaz, husumet (ve mürafaa) olduğu zaman haktan ayrılır.”

7.6. EZAN İLE İSTİHZA EDENLERİN DE MÜNÂFIK OLDUKLARI VE BU SIFATA SAHİP OLANLARIN ALÂMETLERİ

Sûre-i Mâide Âyet: 58- (Ezanla) Birbirinizi namaza çağırdığınız zaman (onu) bir eğlence ve bir oyun (mevzuu) edinirler. Bu, kendilerinin hakikaten akıllarını kullanmaz bir güruh olmalarındandır.

59- De ki: “Ey ehl-i Kitab! Sizin bizden hoşlanmayışınız(ın sebebi) Allah'a (inandığımızdan) ve bize indirilenlerle daha evvel indirilenlere iman ettiğimizden ve sizin bir çoğunuzun da fâsık kimseler olduğu-nuzdan başka (bir şey) değildir.”

62- Onlardan birçoğunu görürsün ki günâh (işlemek)te, düşmanlık (yapmak)ta ve haram yemelerinde birbiriyle sürat koşusu yaparlar. İşlemekte oldukları şey elbet ne kadar kötü.

7.7. SADECE DÜNYA ZEVKİYLE MEŞGUL OLMANIN DA MÜNÂFIK SIFATLARINDAN OLDUĞU

Sûre-i Tevbe Âyet: 69- (Ey münâfıklar!) Siz de tıpkı kendinizden evvelkiler gibisiniz. (Hâlbuki) onlar kuvvetçe sizden daha yamandı; malları, evladları daha çoktu. (Bu dünyadaki) nasibleri kadar (zevkten) faidelenmek istediler. İşte sizden evvelkiler nasıl öyle nasiblerince yaşamak istedilerse, siz de yine kısmetinizce (zevkten) faide aradınız. Siz de (o batağa) dalanlar gibi daldınız. Onların dünyada da, âhirette de yaptıkları boşa gitti. İşte bunlar da hüsran içinde kalanların tâ kendi-leridir. (Bu âyet-i kerimeden anlaşıldığına göre, fâsık ve kâfir olan kavimlerin arkasından bütün insanların gafletle gideceği mukadderdir.)

7.8. CÖMERT İNSANLARLA, FAKİR KİMSELERLE İSTİHZA EDENLERİN DE MÜNÂFIK OLDUKLARI

Sûre-i Tevbe Âyet: 79- Sadakalarda (farz olan zekâttan fazla olarak ve gönüllerinden koparak) bağışlarda bulunan mü'minlerle, (bir türlü) güçlerinin yetebildiğinden başkasını bulamayan (fakir)lerle (diğer türlü lâf atarak ve kaş göz oynatarak) eğlenenler (yok mu?) Allah onları maskaraya çevirmiştir. Onlar için pek acıklı azab vardır.

7.9. KÂFİRLERDEN KORKUP, BOYUN EĞEREK ZAHMETE KATLANMAMANIN, MUHAREBE MEYDANINDAN KAÇMANIN DA MÜNÂFIK SIFATLARINDAN OLDUĞU

A- Sûre-i Tevbe Âyet: 81- Allah'ın Peygamberine muhalefet için (savaştan) geri kalan (münâfık)lar (memleketlerinden çıkmayıp) oturmalarıyla sevindi(ler); Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad etmeyi, çirkin gördüler ve: “Bu sıcakta harbe çıkmayın.” dediler. De ki: “Cehennemin ateşi daha sıcak.” İyice bilmiş olsalardı.

86- “Allah'a iman edin, Resûlünün maiyetinde cihada gidin.” diye bir sûre indirildiği zaman, içlerinden servet sahibi olanlar senden izin isteyip: “Bırak bizi, (harbe gidemeyip) oturanlarla beraber olalım.” dediler.

87- Onlar oturanlarla beraber olmalarını hoş gördüler. Kalblerine mühür vurulmuş onların. Bundan dolayı onlar (cihadda olan hikmeti, gâyeyi, Resûle muvafakattaki saadeti, ondan geri kalmanın şekavetini) iyice anlamazlar.

B- Sûre-i Ankebût Âyet: 10- İnsanlardan öyleleri vardır ki “Allah'a inandık.” der de Allah uğrunda eziyete (dûçar) edildiği zaman, insanların (kendi hakkındaki) fitnesini Allah'ın azabı imiş gibi tanır (korkar, onlara boyun eğer ve bu sûretle münâfıklık etmiş olur). Andolsun ki Rabbinden bir nusret gelirse (mü'minlere) onlar: “Biz de hakikaten sizinle beraberdik.” diyecekler muhakkak. (Bu sûretle ganimetlere iştirak sevdasına düşecekler.) Allah, âlemlerin sineleri içinde ne var, çok iyi bilen değil midir?

C- Sûre-i Muhammed Âyet: 20- İman edenler “(Cihad hakkında) bir sûre indirilmeli değil miydi?” derler(di). Fakat hükmü bâkî bir sûre indirilip de içinde muharebe zikrolununca kalblerinde maraz (dinde za'f, münâfıklık) bulunanların -ölüm (zamanında) üstlerine baygınlık gelmiş olanların bakışı gibi- sana bakmakta olduklarını gördün. Hay (o korktukları) başlarına gelesi adamlar!

Not: “Hükmü bâki bir sûre indirilip de içinde muharebe zikrolununca” buyrulan âyet-i kerime hakkında denilmiştir ki: Müteşabihattan değil, yani muharebenin vücûbundan başka hiçbir veche haml olunmayacak bir sûre. Yahut kıtal zikredilen her sûrenin muhkem olduğu, hükümleri kıyâmete kadar bâkî olacağıdır ki, bunlar üzerinde nesih vârid olmamıştır.

7.10. ALLAH'IN ANILDIĞI, EMRİNİN TAVSİYE EDİLDİĞİ YERDE KALBLERİ TİKSİNENLERİN, KÖTÜLÜKLER VE KÖTÜLER ANIL-DIĞI ZAMAN YÜZLERİ GÜLENLERİN MÜNÂFIK OLDUKLARI

Sûre-i Zümer Âyet: 45- Allah, bir olarak, (yani mabud edindikleri nesneler anılmadan, sâdece bir olarak Allah) anıldığı zaman, âhirete inanmazların kalbleri tiksinir. (Fakat Allah'tan) başkası anıldı mı bunlar(ın) derhâl yüzleri güler.

7.11. YETİMİ İTEN, YOKSULU DOYURMAYI TEŞVİK ETMEYEN, ZEKÂTINI VERMEYEN VE BÖYLE OLDUĞU HÂLDE NAMAZ KILANLARIN DİNİ YALAN SAYANLAR GİBİ MÜNÂFIKLARDAN OLABİLECEĞİ

Sûre-i Mâûn Âyet: 1- Dini (ceza ve hesabı yahut Müslümanlığı) yalan sayanı gördün mü?

2- İşte yetimi unf-ü şiddetle iten.

3- Yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen (ne ailesini, ne de başkala-rını) odur.

4- İşte (bu vasıflarla beraber) namaz kılan (münâfık)ların vay hâline ki.

5- Onlar namazlarından gafildirler. (Gafletlerinden namaza aldırış etmeyenlerdir.)

6- Onlar riyakârların tâ kendileridir.

Not: Bu âyet-i kerimenin nüzulünün sebebi muhteliftir. Fakat müşterek noktası bir cimri münâfık hakkındadır. Riyakârlığa gelince: Bu, bir şirk-i hafîdir. Çünkü insanın din hususunda şirki iki türlüdür.

1. Büyük şirktir ki o, Allah-u Teâlâ'ya ortak tanımaktır. Bu, en büyük küfürdür.

2. Küçük şirktir ki, bazı işlerde Allah'tan başkasını Allah ile birlikte tanımaktır. Bu, riyadır, münâfıklıktır.

7.12. MÜSLÜMANLARDAN AYRILIP DA KENDİSİNE ZARAR GELMEYİNCE MÜSLÜMANLARA, ZARAR GELDİĞİNDE ONLARLA BERABER OLMADIĞINA SEVİNENLERİN DE MÜNÂFIK OLDUKLARI

Sûre-i Nisâ Âyet: 72- İçinizden (öylesi vardır ki) muhakkak ağır davranacaktır. (Muhatab münâfıklardır.) Eğer size bir musibet gelip çatarsa diyecek ki: “Allah bana cidden lutfetti. Çünkü onlarla beraber bulunmadım.”

73- Eğer size Allah'tan bir lütf-u inâyet gelirse (o vakit de), sanki sizinle kendisi arasında hiçbir tanışıklık olmamış gibi, muhakkak şöyle diyecektir: “Keşke ben de onlarla beraber olaydım da büyük bir murada (ganimete) ereydim.”

7.13. NAMAZI GÖSTERİŞ İÇİN KILANLARIN MÜNÂFIK OLDUĞU VE BU SIFATLARA SAHİP OLANLARIN ALÂMETLERİ

Sûre-i Nisâ Âyet: 142- Hakikat, münâfıklar (akıllarınca) Allah'a oyun etmek isterler. Hâlbuki O, kendi oyunlarını başlarına geçirendir. Onlar namaza kalktıkları vakit üşene üşene kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar. Allah'ı (başka değil) ancak birazcık hatıra getirirler.

7.14. NE MÜSLÜMANLARLA BERABER, NE DE KÂFİRLERLE BERABER OLAMAYARAK ORTADA MÜTEREDDİT KALANLARIN MÜNÂFIK OLDUĞU

A- Sûre-i Nisâ Âyet: 143- Onlar (küfür ile iman) arasında bocalayan bir sürü kararsızlardır. Ne onlara ne bunlara (mal olurlar). Allah kimi şaşırtırsa artık ona bir yol bulamazsın aslâ.

B- Sûre-i Mücâdele Âyet: 14- Allah'ın kendilerine gazab ettiği kavmi (Yahudileri) dost edinenleri (münâfıkları) görmedin mi? Bunlar sizden de değildir, onlardan da (Yahudilerden) değildir. Kendileri de bilip dururlarken, onlar yalan yere yemin ederler (biz mü'miniz diye).

7.15. MÜ'MİNLERİN BİRLEŞMELERİNE MANİ OLANLARIN DA MÜNÂFIK OLDUĞU

Sûre-i Münâfikûn Âyet: 7- Onlar öyle kimselerdir ki “Allah'ın Peygamberi nezdinde bulunan kimseleri (fakir Muhacirleri) beslemeyin. Tâ ki dağılıp gitsinler.” diyorlardı (Ensâra). Hâlbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır (yani Muhacirlere de, başkalarına da rızkı veren, taksim eden Allah'tır). Fakat o münâfıklar ince (düşünüp) anlamazlar.

7.16. MÜNÂFIKLARIN KALIP VE KIYAFETLERİNİN YERİNDE OLDUĞU HÂLDE, RUHSUZ VE KALBLERİNİN ÖLÜ OLDUĞU

Sûre-i Münâfikûn Âyet: 4- Onları gördüğün zaman gövdeleri (kalıpları, kıyafetleri belki) hoşuna gider. Eğer söylerlerse sözlerini dinlersin. (Hâlbuki) onlar (Çubuklu Yemen kumaşı) giydirilmiş kocaman odunlar gibidir. (Yalnız kalıpları var, idrakleri ve kalbleri yok.) Her gürültüyü (bir münadi çağırsa telaşa düşerler, sırlarını Cenâb-ı Hakk'ın meydana çıkaracağından her an korkarlar.) kendi aleyhlerinde sanırlar. (Asıl) düşman onlardır (diğerlerine nazaran düşmanlıkta daha pişkin, daha maharetli, daha tehlikeli). O hâlde onlardan sakın. Allah gebertsin onları. (Bunca burhanlara rağmen) nasıl olup da haktan (imandan) döndürülüyorlar?
Not: Münâfıkların reisi Abdullah bin Ubeyy bin Selûl iriyarı, yakışıklı, fasih bir adamdı. Arkadaşlarından Muğis bin Kays, Cedd bin Kays da onun gibi cüsseli idiler. Bunlar meclis-i saadete gelir, orada duvara dayanıp otururlar, tumturaklı lâflar söylerlerdi. “Eğer onlar söylerlerse sözlerini dinlersin.” hitabının hikmeti budur.

7.17. MÜNÂFIKLARIN, BU HÂLLERİNDEN VAZGEÇİP (İSTİĞFAR EDİP) İHLÂS İLE İSLÂM'A DÖNENLERİNİN MAĞFİRET OLACAĞI

Sûre-i Nisâ Âyet: 146- Ancak (ettiklerine pişman olarak) tevbe edenler, hâllerini düzeltenler, Allah'a sımsıkı sarılanlar, dinlerinde Allah için hâlis (ve samimi) bulunanlar müstesna. Çünkü bunlar mü'minlerle beraberdirler. Mü'minlere Allah çok büyük bir ecir verecektir.

147- Eğer şükreder, iman ederseniz Allah sizi niye azaba uğratsın? Allah şükredenlerin mükâfatını verici (onların ne yaptıklarını) hakkıyla bilicidir.

7.18. MÜNÂFIK VE KÂFİR OLARAK ÖLENLERİN CENAZE NAMAZLARININ KILINMAMASI, ONLAR HAKKINDA İSTİĞFAR EDİLMEMESİ VE İSTİĞFAR EDİLMİŞ, NAMAZI KILINMIŞ DAHİ OLSA KABUL OLUNMAYACAĞI, KABİRLERİNİN DE ZİYARET EDİLMEYECEĞİ

Sûre-i Tevbe Âyet: 80- (Habibim) Onlar (kâfir ve münâfıklar) için (ister) istiğfar et (Allah'tan mağfiret iste, istersen) istiğfar etme. Eğer onlar için yetmiş defa, istiğfar dahi etsen yine Allah kendilerini kat'iyyen yarlığayacak değildir. Bu, böyledir. Çünkü Allah'ı ve Resûlünü inkâr ile kâfir olmuşlardır. Allah ise (öyle imandan, itaatten çıkmış) fâsıklar gürû-huna hidâyet etmez.

84- Onlardan ölen hiçbir kimseye ebedî duâ etme. (Burada salâttan murad duâ ve istiğfardır.) (Defn ve ziyaret için) kabrinin başında da durma. Çünkü onlar Allah'ı ve Resûlünü inkâr ile kâfir oldular, onlar fâsık (adam)lar olarak öldüler.

7.19. ALLAH-U TEÂLÂ'NIN MÜNÂFIKLARI DİLEDİĞİ KİMSELERE BİLDİRECEĞİ

Sûre-i Muhammed Âyet: 29- Yoksa kalblerinde maraz bulunanlar, kinlerini (Resûlullah'a ve mü'minlere karşı besledikleri kini) Allah'ın aslâ (meydana) çıkarmayacağını mı sandı(lar)?

30- Eğer biz dilersek sana onları herhâlde gösteririz (tanıtırız) da sen de kendilerini mutlaka simalarından tanırsın. Andolsun sen onları, sözlerinin üslubundan da tanırsın. Allah amel (ve hareket)lerinizi bilir.

Not: Bu âyet-i kerimenin nüzulünden sonra Resûl-i Ekrem'e hiçbir münafığın gizli kalmadığı, hepsini simalarından tanıdığı ve hatta âyet celîlenin siyakına göre huzur-u risâlette konuşmalarından dahi münâfık olduklarını anladığını Kur'ân lisanından öğrendiğimiz gibi, Ashâb-ı Kirâm Efendilerimiz tarafından da haber verilmektedir.

7.20. MÜNÂFIKLARLA DİLLE, HÜCCETLE; KÂFİRLERLE İSE KILIÇLA (ASRIN SİLAHLARIYLA) HARB EDİLECEĞİ

Sûre-i Tevbe Âyet: 73- Ey Peygamber! Kâfirlerle ve münâfıklarla savaş (kâfirlerle kılıçla, münâfıklarla dille, hüccetle). Karşılarında çetin ol. Onların yurdu cehennemdir. O, ne kötü bir dönüş yeridir!

7.21. MÜNÂFIK ERKEKLERLE MÜNÂFIK KADINLARIN AYNI OLDUĞU VE MÜŞTEREK VASIFLARI

Sûre-i Tevbe Âyet: 67- Münâfık erkekler de, münâfık kadınlar da birbirinin (tamamlayıcı) parçasıdırlar (hepsi birbirine benzer). Onlar kötülüğü (küfrü, measiyi) emrederler, iyilikten (imandan, taatten) vazge-çirmeye uğraşırlar, ellerini (cimrilikle sımsıkı) yumarlar. Onlar Allah'ı unuttular (O'na taatı bıraktılar). O da onları unuttu (onlara lütfunu terk etti). Şüphesiz ki münâfıklar fâsıkların tâ kendileridir.

7.22. MÜNÂFIKLARIN CEHENNEMDE EBEDÎ KALACAĞI

A- Sûre-i Nisâ Âyet: 145- Şüphesiz münâfıklar cehennemin en aşağı tabakasındadırlar. Kabil değil onları (kurtarmaya) bir yardım edici de bulamazsın.

B- Sûre-i Tevbe Âyet: 63- Hâlâ şu hakikati anlamadılar mı ki: Kim Allah'a ve Resûlüne karşı yan çizerse ona, içinde ebedî kalıcı olmak üzere, cehennem ateşi vardır. Bu (ebedî kalış) ise en büyük rüsvaylıktır.

68- Allah, erkek münâfıklara da, kadın münâfıklara da, kâfirlere de -kendileri içinde ebedî kalıcı olmak üzere- cehennem ateşini vaadetti. Bu, onlara yeter. Allah, onları rahmetinden kovdu. Onlara bitip tüken-meyen bir azab vardır.

7.23. “LÂ İLÂHE İLLALLAH” DİYEN KİMSENİN MÜNÂFIKLIKLA İTHAM EDİLEMEYECEĞİ

Buharî Hadis No: 2022- Ensâr'dan İtbân ibn-i Mâlik'ten (ra) rivâyete göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: Kıyâmet gününde “Lâ ilâhe illallah” diyerek ve bu tevhid kelimesiyle Allah'ın zâtını kasdederek (Allah divânına) hiçbir kul gelmez, ancak Allah Teâlâ ona cehennemi haram kılar.

Bu hadisi, Buharî burada riyasız ve yalnız Allah-u Teâlâ için yapılan ibadetin fazileti hakkında açtığı bir bâbında rivâyet etmiştir Kitabu's-Salât bâbında daha uzun bir metin ile rivâyet edilmişti. O rivâyetin kısa bir hulâsası şöyledir: İtbân ibn-i Mâlik (ra) (Bedir Gazvesi ashâbından) bir gün Resûl-i Ekrem'e gelerek: “Yâ Resûlallah! İhtiyar oldum, namaza çıkamıyorum, evimin bir tarafını namazgâh edinmek istiyorum. Evimize teşrif edip namaz kıldırsanız da orasını musalla edinsem.” demişti. Resûl-i Ekrem de İtbân'ın bu dileğini yerine getirdi ve evinin bir yerinde iki rekât namaz kıldırdı. Konu komşu birtakım kimseler de hazır bulundu. Sohbet esnasında birisi “Mâlik ibn-i Dahşen nerede ki?” diye sordu. Başka birisi de: “O bir münâfıktır, Allah'ı ve Peygamber'i sevmez.” diye karşıladı. Bunun üzerine Resûlullah: “Öyle söyleme, görmüyor musun? ‘Lâ ilâhe illallah’ diyor. Allah-u Teâlâ'nın zâtını kasdederek ‘Lâ ilâhe illallah’ diyen kimseyi Allah cehennem ateşine haram kılmıştır.” buyurdu. (Buharî 268 numaralı hadis)