BEŞİNCİ BÖLÜM: İBADET BAHSİ


LUGAT A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

5.1. NAMAZ

5.1.1. Namazı Teşvik Edici Âyetlerle, Kılmayanlar Hakkında Mühim ve Büyük Tahzir Âyetleri

A) Sûre-i En'âm Âyet: 92- İşte bir kitap ki onu -bir feyz kaynağı ve elleri arasındaki (Tevrat ve İncil'i) tasdik edici (ve doğrultucu) olarak, bir de şehirlerin anası (bulunan Mekke) ile bütün çevresindeki (insanları) azab ile korkutman için- indirdik. Âhirete inanmakta olanlar, -onlar namazlarına devam (ve ihtimâm) ederek- ona (Kur'ân'a) inanırlar.

B) Sûre-i Hicr Âyet: 99- Sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar da Rabbine ibadet et.

C) Sûre-i Tâ-Hâ Âyet: 14- Şüphe yok ki Allah, Benim, Ben. Benden başka hiçbir tapacak yoktur. Öyleyse Bana ibadet et, Beni hatırlamak ve anmak için dostdoğru namaz kıl.

132- Ehline (ve ümmetine) namazı emret. Kendin de ona sebat ile devam eyle. Biz senden bir rızık istemiyoruz. Seni Biz rızıklandırırız. (Güzel) akıbet takva (erbâbı)nındır.

D) Sûre-i Ankebût Âyet: 45- Sana vahyedilen kitabı oku. Namazı dostdoğru kıl (ve kıldır). Çünkü namaz edebsizlikten, akıl ve şeriata uymayan her şeyden alıkoyar. Allah'ı zikretmek elbette en büyük (ibadet)tir. (‘Zikrullah’tan murad namazdır. Namaz, diğer taatlerden daha büyüktür. Çünkü onun esas umdesi zikr-i Hudâ'dır.) Ne yaparsanız Allah bilir.

Not: “Sana vahyedilen kitabı oku!” emrinden murad; kıraatiyle Allah'a takarrüb etmek, elfazını ezberlemek, muhtelif mânalarını açmaya ve anlamaya çalışmak, onunla insanlara ibretâmiz öğütler vermek, ondaki hükümlerle ve güzel edeblerle amel etmelerine himmet eylemek içindir. Okuma emri bu mânaları ifade etmektedir. Bütün şerâitine riâyet edilerek kılınan namazın, insanı nefsi tezkiyeye eriştireceği bu âyet-i kerimeyle sabit olmuştur. Bu tezkiyenin zuhuru için üç hâl şarttır. Bu şartların sıhhati ve ehemmiyeti nispetinde namaz hikmetinden, kısa veya uzun zamanda mutlaka faidesini görecektir. Ancak ibadeti ölüler yapmaz, ölünün dirilmesi -kudret-i İlâhiyenin tahakkuk zamanı hariç- mümkün değilse, namaz kılmayan bir kimsenin de tezkiye-i nefs olması mümkün değildir. Üç şartın birincisi: Namazın farz, vâcib, sünnet ve diğer erkanı hususunda bilgili ve âmil olmak lâzımdır. İkincisi: Vaktinde, zamanında kılmak elzemdir. Üçüncüsü: Namazı kılarken Huzur-u İlâhide bulunduğunu tefekkür etmek gerekir. Namazda Allah ile iştigal-i azim olduğu unutulmamalıdır. Enes'in (ra) rivâyetine göre Ensar'dan bir genç, Resûlullah'ın (sav) arkasında namaz kılar, sonra her türlü kötülükleri yapardı. Keyfiyet Resûlullah'a arz edilince buyurdu ki: “Onun namazı bir gün kendisini fenalıktan vazgeçirecektir.” Aradan çok zaman geçmedi, o tevbe etti, iyi hâl sahibi oldu.

E) Sûre-i Rûm Âyet: 31- Hepiniz O'na dönün, O'ndan korkun. Namazı dostdoğru kılın, müşriklerden olmayın.

F) Sûre-i Zümer Âyet: 9- Yoksa o, âhiret (azabın)dan korkarak, Rabbinin rahmetini umarak, gecenin saatlerinde secdeye kapanır, kıyamda durur bir hâlde tâat ve ibadet eden kimse (gibi) midir? (Bu âyette mü'minlerin havf ile recâ -yani korku ile ümit- arasında bulunmaları lüzumuna delâlet vardır.) De ki “Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Ancak temiz akıl sahipleridir ki (bunları) hakkıyla düşünür.

G) Sûre-i Mâûn Âyet: 1- Dini (ceza ve hesabı yahut Müslümanlığı) yalan sayanı gördün mü?

2- İşte yetimi unf-u şiddetle iten. (Bu kimse ihtilâflıdır. Bu Ebû Cehildir)

3- Yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen (ne ailesini, ne başkalarını) odur.

4- İşte (bu vasıflarla beraber) namaz kılan (münâfık)ların vay hâline ki,

5- Onlar namazlarından gafildirler. (Gafletlerinden namaza aldırış etmeyenler, namazı kılmamak değil, namaz vakitlerini geciktirenlerdir.)

6- Onlar riyakârların tâ kendileridir. (İbadetlerinde, amel ve hareketlerinde halkın medhetmesini kazanmak hevesiyle gösterişe kapılanlardır.)

7- Zekâtı da menederler onlar. (Veyahut ariyetten olan iğne, balta, su, ateş, tuz gibi ihtiyaç maddelerini vermeyenler)

Not: İnsanın din hususunda şirki iki türlüdür:

1. Büyük şirktir ki o, Allah-u Teâlâ'ya ortak tanımaktır. Bu en büyük küfürdür.

2. Küçük şirktir ki bazı işlerde Allah'tan başkasını Allah ile tanımaktır. Bu riyadır, münâfıklıktır. Nâs'a gösteriş için yapılan her amel ve harekette de riya kokusu mevcuttur. Bu âyet-i kerimede zikir buyrulan kimseler, o devrin müşrikîn ehlinden olup, Mekke veya Medine'de bulunan müşrik-lerin reisleri idiler. Bu âyetle, değil namaz kılmayanlar, gafletleri yüzünden namazlarına aldırış etmeyenler yahut namaz vakitlerini geciktirenler veyahut namaz kıldıkları hâlde yetimi hor gören, yetim hakkına saygı göstermeyen, yoksulları aslâ gözetmeyenlerin büyük bir gaflet içinde bulunduklarına işaret buyrulup âhirette azabın bunlara mukadder olduğu haber verilmek-tedir ki, şirk-i hafi olan bir riyakarlık ve ciddi bir münâfıklık alâmetle-rinden sayılmıştır.

5.1.2. Kıblenin Tahvili Meselesi

Sûre-i Bakara Âyet: 143- Böylece sizi (Ey Muhammed ümmeti!) Vasat (orta) bir ümmet yapmışızdır, insanlara karşı (hakikatin) şâhidler(i) olasınız, bu Peygamber de sizin üzerinize tam bir şâhid olsun diye. (Habibim) Senin hâlâ üstünde durageldiğin (Kâbe'yi tekrar) kıble yapmamız; o Peygambere (sana) uyanları (senin izince gidenleri) ayağının iki ökçesi üzerinde geri döneceklerden (irtidad edeceklerden ve münâfıklardan) ayırt etmemiz içindir. Gerçi (kıblenin bu sûretle çevril-mesi) elbette büyük bir (mesele)dir. Ancak bu, Allah'ın doğru yola ilettiği kimseler hakkında (aslâ vârid) değil. Allah imanınızı zayi edecek değildir. (Bundan evvel Mescid-i Aksa'ya karşı, kılınan namazları hesabınızdan silecek değildir). Çünkü Allah insanları çok esirgeyendir, (onlara) rahmet (ve inâyet)ini râyigân edendir.

144- Biz, yüzünü (vahye intizar ve iştiyakından) çok kere göğe doğru evirip çevirdiğini muhakkak görüyoruz. Şimdi seni hoşnut olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. (Namazda) Yüzünü artık Mescid-i Haram tarafına (Kâbe semtine) çevir. (Ey mü'minler!) Siz de nerede bulunursanız (namazda) yüzlerinizi o yana döndürün. Şüphe yok ki kendilerine kitap verilenler bunun (kıblenin tahvili keyfiyetinin) Rable-rinden gelen bir gerçek olduğunu pekiyi bilirler. (Çünkü kıblenin tahvil olunacağı kendi kitaplarında yazılı idi.) Allah onların yapacaklarından gafil değildir.

Not: Bu âyet-i kerimeler ümmet-i Muhammediye'nin pek mümtaz bir ümmet olduğunu, dini ahkâmı bihakkın itaatkâr bulunduğunu beyan etmekte, kıblenin tahavvülü meselesini serrîşte ittihaz ederek, İslâmiyet'e itiraz etmek isteyenleri de reddeylemektedir. Ezcümle Yahudiler demişlerdi ki: “Ey Müslü-manlar! Eğer Kudüs'e doğru namaz kılmanız bir hidâyet muktezası ise şimdi Kâbe'ye doğru namaz kılınca, o hidâyetten mahrum kalmış olmaz mısınız? Kudüs'e doğru namaz, bir dalâlet eseri ise evvelki namazlarınız ne olacak? Ve o tarafa namaz kılanlardan vefat edenler de dalâlet üzere vefat etmiş olmayacaklar mı?” İşte bunların bu iddialarını red için bu âyet-i celîleler nâzil olup, hakikî Müslümanlar ile münâfıkları, mürtedleri tefrik ve temyiz buyurmuştur. Geçmiş ibadetlerin makbul olduğu, hidâyet yolunun Allah'ın yolu ve emri olduğu zahir olarak tebliğ edilmiş, kavmiyetçilik reddedilmiştir. Hükm-i İlâhi esas tutulmuş, Allah ve Resûlüne itaatin gerçek rehber-i hak ittihaz olunması talim buyrulmuştur.

5.1.3. Namazların Farzlarını Bildiren Âyetler, Vâcib ve Sünnetleri Hakkında Bilgiler

Namazların farzları, şartları ve rükûnları vardır. Namazın farzları on ikidir. Altısı dışında, henüz namaza başlamadan evvel lâzım gelen farzlardır ki; hadesten taharet, necasetten taharet, setr-i avret, istikbal-i kıble, vakit, niyetten ibarettir. Bunlara “Namazın şartları” denir. Diğer altısı da namazın içinde ki; İftitah tekbiri, kıyam, kıraat, rükû, sücud, ka'de-i ahireden ibarettir. Bunlara da “Namazın rükûnları” denir. Bunlar namazın bünyesini, çatısını, mahiyetini teşkil ederler. Bu on iki farzdan başka namazda “Ta'dil-i erkân”a riâyet edilmesi, İmâm Ebû Yusuf ile Eimme-i Selâse'ye (üç büyük mezhep sahibi imâmlara) göre farz olduğu gibi, namazdan bil-ihtiyar çıkılması da İmâm-ı A'zam'a göre bir farzdır. İmâmeyn'e (mezheb-i Hanefi'nin iki büyük İmâmına) göre değil.

5.1.3.1. Namazın Şartları Olan Farzlara Dâir Âyetler

5.1.3.1.1. Hadesten, Necasetten Taharetin Farziyeti

A) Sûre-i Mâide Âyet: 6- Ey iman edenler! Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi ve başlarınıza meshedip, her iki topuğa kadar ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüb olduysanız boy abdesti alın. Eğer hasta olmuşsanız, yahut bir sefer, yolculuk üzerindeyseniz veya içinizden biri ayak yolundan gelmişse yahut da kadınlara dokunmuşsanız ve bu hâlde su da bulamamışsanız o vakit tertemiz bir toprakla teyemmüm edin. (Niyetle) ondan yüzlerinize ve ellerinize sürün. Allah, sizin üzerinize bir güçlük yapmayı dilemez; fakat iyice temizlenmenizi ve üstünüzdeki nimetinin tamamlanmasını diler. Tâ ki şükredesiniz. (Bu taharetin sebebi namaz kılmak için olduğuna göre, bunca verilen nimetlerin şükrünün ifasının ancak namazla mümkün olacağı ve namazın bir şükran-ı nimetin ifadesi olduğu zahir olmuştur. Bu âyetler hadesten, yani cünüblükten ve necasetten, küçük, büyük pisliklerden tahareti emretmekte olup, namaza duhul için şart koşulmuştur.)

5.1.3.1.1.1. Elbisenin Necasetten Tahir Olması

B) Sûre-i Müddessir Âyet: 4- Elbiseni (bundan sonra da) temizle(mek de devam et, necasetten iyi korun. Zira taharetsiz namaz sahih olmaz. O, namaz için farz, namaz haricinde ise mesnûndur, buyrulmuş olup, namazın sıhhati için taharet şart koşulmuştur).

5.1.3.1.2. Setr-i Avretin Farziyeti

C) Sûre-i A'râf Âyet: 31- Ey Âdemoğulları! Her mescid huzurunda (her namaz ve tavafta) ziynetinizi alın (giyin), yiyin, için, israf etmeyin. Çünkü O (Allah) israf edenleri sevmez.

Not: Kâbe'yi, erkek ve kadın müşrikler çıplak olarak tavaf ederlerdi. Çıplak tavaf etmelerinin sebebi de “Biz elbiselerimizle günâh işliyoruz. Günâh işlediğimiz elbiselerle tavaf edemeyiz.” demeleri idi. Bu yüzdendi çıplak tavaf etmeleri. Allah-u Teâlâ ne sûretle olursa olsun setr-i avreti emir buyurmuştur. Gerek namazda, gerek tavafta, gerek bunların dışında. Erkekler için göbek altı ile diz kapakları arası setr-i avrettir. Kadınların ise -yüz ve eller hariç- her tarafı avret mahallidir. Giyinmeyi, yemeyi ve içmeyi emir buyurmuştur, Fakat bunları israf etmeyi ise menetmiştir. Kadınların setri, ayaklarının üzerine; ellerinde ise parmaklarının ucuna kadardır.

5.1.3.1.3. İstikbal-i Kıblenin Farziyeti

D) Sûre-i Bakara Âyet: 149- Hangi yerden (sefere) çıkarsan (namazda) yüzünü Mescid-i Haram tarafına döndür (Kâbe'ye). Bu (emir de) Rabbinden (gelen) mutlak bir haktır. Allah, yapacaklarınızdan gafil değildir.

150- (Evet Habibim!) Hangi yerden çıkarsan (namazda) yüzünü Mescid-i Harama doğru çevir. (Siz de Ey Mü'minler!) Nerede olursanız (olun) yüzlerinizi o yana döndürün. Tâ ki aleyhinizde insanların, içlerindeki zalim olanlardan başkasının (tutunabileceği) bir hüccet (bir vesika ve bir itiraz mevzuu) kalmasın. Artık onlardan korkmayın. Benden korkun. Tâ ki size karşı olan nimetimi tamamlayayım. (Bu sayede) Siz de hidâyete kavuşmayı ümit edebilirsiniz.

Not: Bu âyet-i kerimeler tahvil-i kıble hakkındaki İlâhi emri tekrar tekrar teyid ve tekid ederek, bundan şüphe edilmemesi ve düşmanlardan ibadet hususunda korkulmaması emir ve tavsiye olunmaktadır ki; mü'minlerin hidâyet yolu, nimetin şükrünün ifası uğrundaki asli ve fer'i bir vazife olan namazın gerçek mânası izah buyrulmuş ve istikbal-i kıbleye Kâbe esas tutulmuştur.

E) Sûre-i A'râf Âyet: 29- De ki: “Rabbin adaleti emretti. Her secde yerinde (namaz vaktinde yahut hangi mescidde namaz kılınmak üzere ise hemen orada) yüzlerinizi (kıbleye) doğrultun. O'na -dinde ancak kendisine (bağlı, gösterişten, bayağı emellerden uzak, hâlis ve) muhlis (insan)lar olarak- ibadet edin. İlkin sizi yarattığı gibi yine (O'na) döneceksiniz.”

Not: Bu âyetler kıbleyi, yani Kâbe'yi namazda cihet ittihaz etmenin farz olduğunu sarahaten bildirmektedir.

5.1.3.1.4. Vaktin Farziyeti

F) Sûre-i Nisâ Âyet: 103- Artık namazı bitirdiğiniz vakit ayakta iken, otururken ve yanlarınız üzerindeyken Allah'ı anın. Sükûn ve emniyet hâline geldiğiniz vakit ise namazı dostdoğru kılın. Çünkü namaz mü'minler üzerine vakitleri belli bir farz olmuştur.

Not: Bu âyet-i celîleden istidlal olunur ki, zaruret hâllerinde ayakta kılınamayacak olursa otururken, oturduğun hâlde namazı kılamayacaksan, yatarken kılınmasına ruhsat verilmiştir. Bu ruhsat farz namazları içindir. Nafile namazlar için ise zarûriyet olsun veya olmasın namazı dilediği gibi kılabilir. Şu kadar vardır ki ecrin yarısını alır. Bu hüküm, ayakta kılabildiği hâlde oturarak kılan, oturarak kılabilen için yatarak kılanlara mahsustur. Farz namazlarda, bu ruhsat ancak zarûriyet hâlindedir. Aksi hâlde namaz fâsit olur.

5.1.3.1.4.1. Sabah Namazının Vakti

Fecr-i sadıkın doğmasından, Güneş'in tulûuna kadar olan müddettir. Fecr-i sadık ise sabaha karşı ufuktan yayılmaya başlayan bir nurdan, bir aydınlıktan ibarettir. Buna ikinci fecir de denilir. Çünkü bu ikinci fecirden evvel bir fecir daha zuhur eder ve hemen arkasından bir karanlık başlar ki, bu fecir gece hükmündedir. Bununla yatsı vakti çıkmış olmaz. Buna فجر كاذب “Fecr-i kâzib” (yalancı fecir) denilir. Asıl fecr-i sadık, bu fecr-i kâzib kaybolduktan sonra zuhur eden ikinci fecirdir. Fecr-i kâzibin alâmeti, gökte iki tarafı karanlık, müstatil bir hat şeklinde görülen bir beyazlıktır.

5.1.3.1.4.2. Öğle Namazının Vakti

İmam-ı A'zam'a göre fey-i zevalden itibaren, her şeyin gölgesi kendisinin iki misline bâliğ olacağı zamana kadardır. Buna “Asr-ı sâni” denir. Fey'i zeval, güneşin görünüşüne karşı, semada yarı yolu katetmekle her şeyin garbdan şarka doğru ilk düşmeye başlayan gölgesidir. İmâmeyn'e ve Eimme-i Selâse'ye göre ise öğle vaktinin nihâyeti, fey'i zevalden başka, her şeyin gölgesi kendisinin bir misline bâliğ olduğu andır. Buna “Asr-ı evvel” denir. Cuma namazının vakti tam öğle namazının vaktidir.

5.1.3.1.4.3. İkindi Namazının Vakti

İmâm-ı A'zam'a göre her şeyin gölgesi, kendisinin iki misline bâliğ olmasından ve sâir eimmeye göre de bir misline bâliğ olmasından itibaren, güneşin aşacağı zamana kadardır.

5.1.3.1.4.4. Akşam Namazının Vakti

Güneşin batmasından itibaren, şafağın kaybolacağı zamana kadardır. Şafak ise İmâm-ı A'zam'a göre akşamleyin ufukta, kızardıktan sonra vücuda gelen beyazlıktır. İmâmeyn ile Eimme-i Selâse'ye göre (üç imâma göre) ise ufukta husûle gelen kızartıdan ibarettir.

5.1.3.1.4.5. Yatsı Namazının Vakti

Şafağın kaybolmasından başlar, ikinci fecrin tulûuna kadar devam eder. Vitir namazının vakti yatsı namazının vaktidir. Teravih namazının vakti de -muhtar olan kavle göre- yatsı namazından sonra, sabah namazının vaktine kadar devam eder.

Bayram namazlarının vakti de sabahleyin güneş yükselip kerahet vakti çıktığı zamandan itibaren, istiva zamanına kadar devam eder. İstiva zamanı, tam zeval vakti demektir ki, güneş nısfın nehar dâiresi üzerinde bulunur. Herkesin tam başı üstüne veya o sıraya gelmiş gibi görünür. İşte “Kerahet zamanı” da bundan ibarettir. Güneşin doğduğu andan itibaren, bir mızrak boyu kadar güneşin yükseldiği zaman, kerahet vaktidir. Hiçbir namaz kılınamaz. Bundan sonra zevale kadar kılınır. Zeval vaktinde de kılınamaz. Bir de güneş aşarken kılınamaz.

5.1.3.2. Namazın Farz Olan Rükûnlerine Dâir Âyetler

5.1.3.2.1. İftitah Tekbirinin Farziyeti

A) Sûre-i A'lâ Âyet: 14,15- Hakikat iyi temizlenen (küfürden, şirkten, masiyetten namaz için temizlenen, zekât ve sadaka-i fıtırını veren) ve Rabbinin adını zikredip de (Beş vakit) namaz kılan kimse, umduğuna erişmiştir. (İftitah tekbirinin yani اََللهُ أَكْبَرُ “Allah-u ekber” diyerek namaza başlamanın farziyetine bu âyet-i kerimeyle istidlal edilmiştir. Namaza duhûlde tekbir getirmek farz, Allah-u ekber diyerek başlamak vâcibdir, Allah-u Ekber yerine namaza giriş kasdıyla سُبْحَانَ اللهِ “Sübhanallah” diyerek tekbir getirmekle de farz ifâ edilmiş olur. Allah-u ekber diyerek başlamak vâcib olduğu için, bu vâcib terk edildiğinden namazın iadesi değil, sehiv secde yapılması icab eder.)

5.1.3.2.2. Bismillâhirrahmânirrahîm Denilmesinin Şâfiilerce Farziyeti

B) Sûre-i Müzzemmil Âyet 8- Rabbinin adını an. (İbadetinde ondan başka bir şeyden kesilerek) yalnız O'na yönel. (Namazda Fatiha-i Şerif'ten evvel Bismillâhirrahmânirrahîm denilmesinin delâlet ettiği âyet-i celîle budur. Şâfiilere göre farz, Hanefilere göre sünnettir).

5.1.3.2.3. Namazda Kıraatın Farziyeti

C) Sûre-i İsrâ Âyet: 79- Gecenin bir kısmında da uyanıp, sırf sana mahsus fazla (bir ibadet) olmak üzere onunla (Kur'ân ile) gece namazı kıl. Ümit edebilirsin, Rabbin seni Makam-ı Mahmud'a gönderecektir.

110- De ki: “Gerek Allah diye (ad verip) çağırın, gerek Rahmân diye (ad verip) çağırın, hangisi ile çağırırsanız nihâyet en güzel isimler O'nundur. Namazında pek bağırma, sesini o kadar kısma da. İkisinin arası bir yol tut.”

Not: Namazda kıraat farzdır. Namazda her bir rekatta Fatiha-i Şerife'yi okumak vâcib, en az üç âyet uzunluğunda bir sûre okunması veya bu kadar bir âyet okunması ise farzdır. Öğle ve ikindi namazları gerek yalnız, gerek imâmla kılındığında gizli, diğer vakitlerin farzında açık okunması vâcibdir. Âyet-i keri-menin beyanına göre, hafi yani gizli okunan yerlerde kendin duyacak kadar okumak da farz olunmuştur.

5.1.3.2.4. Namazda Kıyamın Farziyeti

D) Sûre-i Bakara Âyet: 238- Namazlara ve orta namaza (ikindi namazına ve husûsen vakitlerinde rükûnları ve şartlarıyla) devam edin. Allah'ın (divânına) tam huşû ve tâatle durun. (Namazda konuşmayın.)

Not: Bidâyet-i İslâm'da namazda, yani kıyamda iken Ashâb-ı Kirâm konuşurlardı. Bu âyet-i kerime ile namazda dünya kelâmı konuşulması nehyedilmiş ve ayakta huzur-u İlâhide durulması farz edilmiştir. Allah huzurunda konuşulması ne mümkündür. Böyle bir dünya kelâmı, ehl-i salâtı Allah huzurundan çıkartır. Tabiatıyla namaz da fâsit olur. Namaz fâsit olduğu için de huzur-u İlâhide bulunmak keyfiyeti kalkmış olur.

5.1.3.2.5. Rükû ve Sücûdun Farziyeti

E) Sûre-i Bakara Âyet: 43- Dostdoğru namaz kılın, zekât verin, rükû edin. (mü'min)lerle birlikte rükû edin. (Cemaate devam edin.)

F) Sûre-i Âl-i İmrân Âyet 43- Ey Meryem! Huşû ile Rabbinin divânında dur, secdeye kapan. (Allah'a) rükû edenlerle beraber eğil (cemaatle namaz kıl).

G) Sûre-i Hacc Âyet: 77- Ey iman edenler! Rükû edin, sücûd edin. (Namaz kılın, namazın en büyük rukünleri rükû ve sücûd olduğu için namaz bunlarla ifade buyrulmuştur). Rabbinize (diğer sûretlerle) ibadet edin, hayır işleyin. Tâ ki umduğunuza nâil olasınız.

H) Sûre-i Hacc Âyet: 18- Görmedin mi, göklerde olan herkes (her şey) ve yerde bulunan herkes (her şey), güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu hakikaten Allah'a secde ediyor. (Hepsi O'na boyun eğiyor. O'nun kudretine münkad oluyor. O'nun tedbirinden, O'nun iradesinden zerrece dışarı çıkamıyor.) Birçoğunun üzerine de azab hak olmuştur. (Bunlar kâfirlerdir. Zira bunlar imanın eseri olan sücûddan imtina etmişlerdir.) Allah kimi (bedbahtlıkla) hor kılarsa, onu saadete kavuşturacak (hiçbir kuvvet) yoktur. Şüphesiz ki Allah ne dilerse (onu) yapar.

I) Sûre-i Alak Âyet: 19- Sakın (Habibim) ona boyun eğme. (Namazı terk etme.) Secde et. Yaklaş.

5.1.3.2.6. Namazda Tadil-i Erkanın Farziyeti

J) Sûre-i Bakara Âyet: 238- Namazlara ve orta namaza (vakitlerinde rükûnları ve şartları ile) devam edin. Allah'ın (divânına) tam huşû ve taatle durun. (İtaat edici olarak durun. Çünkü Kur'ân'da her kunut-un mânası- taattir. Aynı zamanda namazda sükût etmek, söz söylememekle memur olunmaktır.)

Not: Namazda huşû ile durmak, namazın rükûnlerine itaat edici, saygılı olmaktır ki, namazda acele etmeyip her rükûnda سُبْحَانَ اللهِ الْعَظِيمِ “Sübhanallahi'l-azîm” diyecek kadar, gerek kıyamda, gerek rükûda, gerek secdede durmaktır. Ta'dili erkân, İmam-ı A'zam ile İmâm Muhammed'e göre vâcibdir. Bu sebeple namaza azami dikkati sarf etmek gerekir. Çünkü “Namazda Allah ile iştigal-i azim vardır.” demişlerdir. Orta namaz, İmâm-ı A'zam Ebû Hanife hazretlerine ve ekser ulemâya göre ikindi namazıdır. Çünkü Resûlullah (sav) Hendek Muharebesinde “Düşmanlar bizi orta namazdan, ikindiden alıkoydular.” buyurmuştur.

5.1.3.2.7. Namazda Sübhaneke Okunması

K) Sûre-i Tûr Âyet: 48- Sen Rabbinin hükmüne (rıza ile) sabret. Çünkü muhakkak sen bizim gözlerimizi (önün)desin. (Yani himayemiz, nezaretimiz altındasın). Kalkacağın zaman da (uykundan yahut oturduğun mahalden yahut namaza kalkacağın zaman ki bu tesbih, iftitâh tekbirinden sonra okunan “sübhaneke” duâsıdır). Rabbini hamd ile tesbih (ve tenzih) et.

5.1.3.3. Namazlara Âit Niyetler

Namazlarda niyet de şarttır. Niyet bir azimden, kat'i bir iradeden ibarettir. Kalben bir şeye karar verilmesi, bir işin ne için yapıldığının bedaheten, düşünmeksizin bilinmesi demektir. Namaz hususunda niyet “Allah Teâlâ için hulûs ile namaz kılmayı dilemek ve hangi namazın kılınacağını bilmektir.” Niyet kalbe âittir. Bununla beraber niyetin kalb ile yapılıp, dil ile söylenmesi evlâdır. Farz namazlarda ve bayram ile vitir namazlarında, bunları tayin etmek lâzımdır. Mutlaka farz namazına niyet etmek kâfi değildir. Hangi vaktin farz namazı olduğuna niyet şarttır. Hatta “Bu vaktin farzını kılmaya niyet ettim.” denilmesi de kâfidir. Rekatların miktarını zikretmeye lüzum yoktur. Yalnız Cuma namazı bunlardan müstesnâdır. Onu, vaktin farzı niyetiyle kalmak kifâyet etmez. Çünkü asıl vakit Cuma'nın değil, öğle namazınındır. Sünnetler veya nafilelerde namaza niyet etmek kifâyet ettiği gibi “Şu vaktin ilk veya son sünnetini kılmaya niyet ettim.” denilmesi efdaldır. Hatta müekked veya gayr-i müekked sünnet olduğunu tasrihe de lüzum yoktur. Yalnız teravih namazı için veya sünnetler için “Vaktin sünnetini kılmaya niyet ettim.” demelidirler. İhtiyat olan budur. Cemaate yetişip de imâmın farzı mı yoksa teravihi mi kıldırdığını bilmeyen bir kimse, farza niyet ederek imâma uyar. Kılınan namaz farz değil ise o namaz nafile yerine kaim olur. Kılamadığı teravihi iade eder.

Niyetin tekbir zamanına mukarin olması efdaldir. Daha evvel de niyet edebilir, elverir ki niyet ile tekbir arasında namaza münâfi bir iş bulunmuş olmasın. Mesela bir kimse abdest alırken şu namazı kılmaya niyet etse, sonra yiyip içmek ve söylemek gibi namaza muhalif bir amelde bulunmadan namaz yerine gelip namaza başlasa namaz sahih olur. Velev ki bu esnada o niyet aklına gelmesin. Fakat tekbirden sonra yapılacak bir niyet ile namaz sahih olmaz. Muhtar olan budur. Diğer bir kavle göre tekbirden sonra sübhaneke'den veya eûzü'den evvel yapılacak bir niyet ile de namaz câiz olur. İmâm-ı Şâfii'ye göre niyetin tekbire mukarin olması şarttır. Bir kimse bir vakit içinde iki farz namaza niyet etse, vakti girmiş namaz hakkında muteber olur.

Cemaatle namaz hâlinde imâma uyulduğunda niyet edilmesi lâzımdır. Mesela “Bugünkü öğle namazının farzını kılmaya niyet ettim, uydum şu imâma.” denilir. Böyle bir vechile niyet edilmediği takdirde imâma iktida sahih olmaz. “İmama uydum.” diye niyet etmesi, muhtar olan kavle göre kifâyet etmez. Kılacağı namazı da tayin şarttır. “İmâm ile namaz kılmaya niyet ettim.” demesi de kifâyet edemez. Bir kimse imâma iktida edip namaza başladığı hâlde, imâm henüz namaza başlamamış olsa, bu iktida sahih olmamış olur. Hatta “Allah” veya “Ekber” lâfzını imâm daha bitirmeden kendisi bitirse imâma uymuş olmaz. Fakat ikinci defa tekrar tekbir alırsa bununla imâma uymuş olur. İmâmeyn'e göre imâma uymaya niyet, imâmın “Allah-u Ekber” diye namaza başlamasından sonra olmalıdır ki, bir namaz kılana uyulmuş olsun ve imâmdan evvel tekbir alınmış olmak ihtimâli kalmasın. İmâm-ı A'zam'a göre cemaatin tekbirleri, imâmın tekbirine mukarin olmalıdır. Buna göre niyetin tekbirden evvel olması lâzım gelir. Bununla beraber imâm Fatiha-yı Şerife'yi bitirmeden tekbir alıp imâma uyan kimse, İftitah tekbirinin sevabına kavuşmuş olur.

Kendisine uyulan imâmın kim olduğunu bilmek lâzım değildir. Fakat imâmı niyetinde tayin ederek kılınırsa, sonra imâm olmadığı anlaşılırsa imâma iktida yani uyma sahih olmamış olur.

İmam olanın imâmete niyet etmesi lâzım gelmez. Fakat kadınların da iştiraki düşünülerek imâmete niyet etmesi şarttır. Binâenaleyh bir imâm: أَناَ إِماَمٌ لِمَنْ تَبِعَنِي “Ene imâmun limen tebianî” “Ben bana uyanlara imâmım.” diye niyet etse, kendisine iktida eden kadınların da namazı sahih olur.

5.1.3.3.1. İftitah Tekbiri

Namaza اََللهُ أَكْبَرُ “Allah-u Ekber” diye başlanır. Bu bir İftitah tekbiridir. Buna “tahrime” denir. Allah-u Teâlâ'ya mahza tazim için zikredilecek bir tabir ile yapılır. Bununla namaza girilmiş, dışarıdan ilgi kesilmiş olur. Tahrime, Hanefilerce namazın esasen bir rüknü değil, bir şartıdır, namazdan evveldir. Şu kadar var ki namazın rükûnlerine ziyade bitişik olduğundan o da bir rükûn sayılmıştır. Eimme-i Selâse'ye göre tahrime de esasen namazın bir rüknüdür.

Namaza başlarken اََللهُ أَكْبَرُ “Allah-u ekber” yerine اََللهُ الْكَبِيرُ “Allahu'l-kebir” veya اََللهُ ْكَبِيرٌ “Allah-u kebir” veyahut yalnız اََللهُ “Allah” denilmesi de farz için kâfidir. Tazim için olmayan kelimeler kifâyet etmez. Mesela: أَسْتَغْفِرُ اللهَ ، أَعُوذُ بِاللهِ ، بِسْمِ اللهِ “Estağfirullah, Eûzü billah, Bismillah” gibi. Bir elif ziyadesiyle اَللهُ أَكْباَرُ “Allah-u ekbâr” denilmekle namaza başlanmış olmaz. Mâna değişmiş olduğundan namaz fâsit olur. Fakat “k” yerine اَللهُ أَگْبَرُ “Allah-u egber” denilse sahihtir. İmâma uymak üzere ayakta alınan İftitah tekbirinin tamamen kıyamda alınması şarttır. “Allah” ayakta “ekber”i rükûda alınsa tekbir alınmamış gibidir. Namaza girmiş sayılamaz.

5.1.3.3.2. Namazda Kıyam, Ayakta Durma

“Kıyam” -farz ve vâcib namazlara nazaran- bir rükûndur, bir esastır. Binâenaleyh kıyama iktidarı olan kimsenin kâiden, yani oturarak kılacağı bir farz veya vâcib namaz câiz olmaz. Çünkü rükûnlar farz olduğundan onlara riâyet lâzımdır. Bir hasta, ayakta veya dayanarak namaz kılmaktan hakikaten veya hükmen âciz bulunsa, yani ya ayakta durmaya hiç kâdir olamasa veya kâdir ise de bundan dolayı hastalığının artmasından veya uzamasından veya şiddetli ağrılar duymasından korkacak olsa, namazını oturduğu hâlde kılar; muktedir ise rükûa ve secdeye varır. Bir hasta ayakta kılmaya kâdir olduğu hâlde rükûdan veya secdeden birine kâdir olamazsa, ayakta kılması lâzım gelmez. Oturarak imâ ile kılar, efdal olan budur, Fakat İmâm Züfer'e ve Eimme-i Selâse'ye göre namazı ayakta imâ ile kılması icab eder. İmâdan maksat, namazda başı aşağıya doğru eğmek sûretiyle yapılan işârettir. Secde için biraz daha fazla eğilir. Tek başına ayakta kılmaya kâdir olup da cemaatle kâdir olamayan namaza ayakta başlar, sonra oturur, kâdir olunca da kalkar. Oturduğu yerde rükû ve sücuda kâdir olamayan imâ ile kılar. Başının altına secde için bir şey koymak mekruhtur. Oturduğu yerde de namaz kılmaya kâdir olamayan, ya sağ tarafına, ya da arka üstü yatarak kıbleye doğru ayaklarını yöneltir ve imâ ile namazını kılar. Sağ tarafa yattığı takdirde yüzünü kıbleye çevirir. Arka üzeri kılınması efdaldir. Oturarak namaz kılmaya muktedir olan, durumuna göre oturur veya ayaklarını kıbleye uzatarak da oturabilir ki, o zaman imâ ile kılar. Çünkü secde yapamaz.

Bir hasta imâ ile namaz kılmaya kâdir olamazsa, İmâm-ı A'zam'a göre namazını sonraya bırakır, İmâm-ı Ebû Yusuf'a göre gözleriyle, kaşları ile kılabilir. Kalbi ile kılamaz. İmâm Züfer ve İmâm Şâfii'ye göre, kalbi ile de imâda bulunabilir. Diğer bir rivâyete göre, böyle bir hastanın aczi, bir gün ve bir geceden ziyâde devam ederse, bu müddete âit namazları tamamıyla sâkıt olur. Velev ki aklı başında olsa da.

Bir kimsenin baygınlığı bir gün ile bir geceden az devam ederse, bu zamanda geçen namazları kaza eder. Bundan ziyade ederse namazları sâkıt olur. Bu hâller İmam A'zam'a göre saat itibarıyladır. İmâm Muhammed'e göre vakte göredir ki, beş vakti tecavüz etmesi hâlinde namazlar sâkıt olur. Aksi hâlde aslâ olmaz. Bu kavil, evlâ görülmektedir.

Bir özre müstenid olmadıkça farz namazlar, hayvan üzerinde kılınamaz. Vitir namazı, cenaze namazı ve kazası lâzım gelen farz namazların da bu esasa göre kılınması câiz olmaz. Kılınmaları bu hükme bağlıdır. Yürümekte olan bir araba, bir vasıta da, bir hayvan hükmündedir. Binâenaleyh bir zaruriyet olmadıkça, üzerlerinde farz ve vâcib namazlar kılınamaz. Yürümekte bulunan bir gemi içinde, bir özür bulunmazsa da bütün namazlar oturularak kılınabilir. Fakat ayakta kılınması efdaldir. Gemide baş dönmesi galib olmadıkça ayakta kılmak lâzımdır. İmameyn'in görüşü budur. Deniz kenarında veya deniz ortasında demirlenmiş bir gemi çalkalanmıyor ise yer hükmünde olup ayakta kılınır, aksi hâlde hayvan hükmünde olup, mümkünse içinden çıkıp dışarıda kılmak lâzım gelir. Harekette bulunan bir tayyare veya füze de yürümekte olan bir gemi mesabesindedir.
Hayvanın üzerinde namaz kılan kimse, rükû ve secdeyi ima ile yapar, secde için rükûdan ziyade eğilir. Hayvanın eyer kaşına ve sâir bir yere secde yapılması mekruhtur.

Sünnet ve müstehab namazlar, bir özür bulunmasa da oturularak kılınabilir. Fakat efdal olan ayakta kılmaktır. Bu hususta icma vardır. Bundan yalnız sabah namazının sünneti, İmâm-ı A'zam'a göre müstesnadır. Teravih namazını da bir özür bulunmadan oturarak kılmak câiz ise de kerahetten hâli değildir. Oturarak kılınan bir nafile namaz, kalkıp ayakta kılınabileceği gibi, ayakta kılınan nafile bir namaz da oturarak ikmâl edilebilir.

5.1.3.3.3. Namazlarda Kıraat

Namazda kıraat, yani namaz kılanın kendi nefsi işitecek derecede lisan ile harflerini tashih ederek Kur'ân-ı Kerim âyetlerinden bir miktar okuması, namazın bir hükmü olarak farzdır. Aksi hâlde Kıraat sayılmaz. İmâma uyan müstesnadır. Nafile, vitir ve iki rekatlı farz namazların her rekatında kıraat farzdır. Diğer rekatlarında kıraat yerine kaim olacak Fatiha-yı Şerife vâcibdir. Fakat diğer rivâyetlere göre, farzların bu üçüncü ve dördüncü rekatlarında kıraat câiz olduğu gibi tesbih de ve bir veya üç tesbih miktarı sükût da caizdir. Şu kadar var ki, kıraat efdaldir, Fatiha sünnettir. Namazda kıraatin miktarına gelince; bu miktar, İmâm-ı A'zam'a göre kıraat farz olan her rekatta, velev pek kısa olsun bir âyettir. Böyle bir âyet okundu mu, bu farz yerine getirilmiş olur. Fakat İmameyn'e ve İmâm-ı A'zam'dan diğer bir rivâyete göre bu miktar, kısa üç âyet veya böyle üç âyet miktarı uzun bir âyettir. İhtiyata muvafık olan da budur. Bir âyet-i kerimeden başkasını okumaya kâdir olamayan kimse, o âyet-i kerimeyi İmâm-ı A'zam'a göre bir kere okur, bir rekatta üç kere tekrar etmez. İmameyn'e göre tekrar eder. Uzun olan bir âyetin ikiye bölünerek kılınması da caizdir.

5.1.3.3.4. Namazlarda Rükû

Namazlarda rükû, bir rükûn olduğundan farzdır. Kıraatten sonra eğilerek rükûa varılır, baş ile düz bir istikamette bulunur, eller dizlere varır. Ayakta duran bir kimse için başını eğmesi rükû yerine kâim olmaz. Oturduğu hâlde namaz kılan kimse, rükû ederken alnı dizlerine muvazi olacak derecede arkasını eğmelidir. Kambur olan kimsenin, rükû için başını biraz eğmesi lâzımdır. Kamburluğu rükû sayılmaz. İmâma rükûda yetişen, o rekatı kılmış sayılır.

5.1.3.3.5. Namazlarda Secde

Secde de namazın bir rüknü olduğundan farzdır. Namaz kılan kimse rükûdan sonra secdeye varır ki; alnını, yüzünü, iki ayağını, iki elini ve iki dizini yere veya yere bitişik bir şey üzerine koyar; Hakk Teâlâ'ya tazimde bulunur. Bu secde her rekatta birbiri ardınca iki defa yapılır. Bir özre binâen alnın secdeye varmaması ile burnun varması, ittifaken secdeye kifâyet eder. Alnın değip, burnun değmemesi secdeye zarar vermez, ancak kerahettir. Ne sûretle olursa olsun, yanak veya çene ile secde yapılmaz. Alında veya burunda secdeye mâni bir özür bulunursa, imâ ile secde edilir. Secdede elleri ve dizleri yere koymak, İmâm Zufer'e ve İmâm Şâfii ile İmâm Ahmed'e göre farzdır. İki ayağın veya bir ayağın parmakları yere değmedikçe secde olmaz. Secde edilen mahal, on iki parmak yükseklikten fazla olursa câiz olmaz. Kalabalık ve izdihamda veya bir özre mebnî dizler üzerine veya aynı namazı kılanların birbiri arkasına secde etmeleri caizdir. Yine bir zaruriyete mebnî eller üzerine de secde edilebilir. (soğuktan, sıcaktan korunmak gibi.) Secde mahallinde yüzün kaybolacağı herhangi bir şey üzerinde secde câiz değildir. Çuval içinde bulunan un, bulgur, buğday vesâire çuvalları üzerine secde yapılabilir. Ufak bir taş üzerine secde edilemez. Fakat alnın ekserisi bu taş ile beraber yere temas ederse secde câiz olur. Yere serilmiş her temiz sergi üzerinde namaz kılınır. İmâm Mâlik'e göre kilim, keçe, pösteki gibi bir yer cinsinden olmayan bir şey üzerine secde edilmesi mekruhtur. Bir sergi üzerine serilen seccadenin üzerine, renk veya pis koku eseri olmadıkça, o pis olan yere serilen seccade veya başka örtü üzerinde, özre mebnî olsun veya olmasın secde caizdir. Gerek rükû ve gerekse secdenin sıhhati için en az سُبْحَانَ اللهِ “Sübhanallah” diyecek kadar secdede veya rükûda kalınması şarttır. İmâm olan, cemaatin rızasını almadıkça üç tesbihten fazla kalamaz. Münferit kılanlar için adet serbesttir.

5.1.3.3.6. Namazlarda Ka'de-i Âhire (Son Oturma)

Namazların sonunda teşehhüd miktarı, yani “tahiyyat” okuyacak kadar müddet oturmaya قعده آخره “ka'de-i âhıre” (son oturuş) denir. Bir kimse bu son oturuşu yapmadan kıyam yapacak olur ise namazı fâsit olur. Tahiyyat miktarı oturduktan sonra, kendisinden namaza münâfî olmayan bir şey sadır olsa veya o namazın vakti çıkmış bulunsa namaz sahihtir.

5.1.3.4. Namazların Vâcibleri

Namazların farzları olduğu gibi bir kısım vâcibleri de vardır. Bu vâciblere riâyet ile namazın farzları tekmil, noksanları telâfi edilmiş olur. Şöyle ki:

1. Tekbir farz idi. Bu tekbiri “Allah-u Ekber” diyerek almak.

2. Namazlarda Fatiha sûre-i celîlesini okumak. Eimme-i Selâse'ye göre ise farzdır.
3. Namazlarda farz olan kıraatin ilk iki rekata tahsis edilmesi vâcibdir.

4. İlk iki rekattan her birinde bir defa Fatiha-yı Şerife okunup, tekrar edil-memek.

5. Fatiha-yı Şerife'yi, okunacak sâir sûrelerden veya âyetlerden evvel okumak.

6. Fatiha-yı Şerife'ye, bir sûre veya bir sûre yerine kaim olacak miktar âyet-i kerime ilâve edilmesi. Farz namazlarının ilk iki rekatı ile vitir ve nafile namazlarının her rekatında Fatiha ve Fatiha'dan sonra sâir bir sûre veya kifâyet edecek kadar âyet-i kerime okunması. (Fatiha'ya bir sûre veya âyet ilâvesi Eimme-i Selâse'ye göre sünnettir.)

7. Öğle, ikindi ve gündüzün kılacağı nafile namazlarını cehren okumamak. Diğer gecede kılınacak namazlarda münferit kılındığı takdirde serbesttir.

8. Cemaatle kılınan namazlardan sabah, akşam, yatsı namazlarıyla cuma, bayram, teravih ve vitir namazlarında cehren, öğle ve ikindi namazlarında gizli olarak kılınması vâcibdir.

9. İmâm-ı A'zam'a göre, vitir namazında kunut, yani duâ okumak ve kunut tekbiri almak vâcibdir. İmâmeyn'e göre ise bunlar sünnettir.

10. Kaza namazları gündüz cemaatle kılınacak olursa, kılındığı namaza tâbidir. Münferit kılanlar yine muhayyerdir. Bir kavle göre sırren kılınması vâcibdir. Gündüz kılacağı her kaza namazının hükmü, böyle kılınması vâcib görülmüştür.

11. Secde de alın ile burunun yere konulması.

12. Üç veya dört rekatlı namazlardaki birinci ka'de (oturma) vâcibdir.

13. Namazların her ka'desinde teşehhüdde bulunmak, yani tahiyyat okumak.

14. Namaz içinde okunan secde âyetinden dolayı secde etmek.

15. Namazda sehven terk edilen vâciblerden dolayı sehiv secdelerinde bulunmak.

16. İki bayram namazının üçten ziyade tekbirleri vâcibdir. Bu namazların ikinci rekatinin rükû ve sücûd tekbirleri de vâcibdir.

17. Namazların farzlarında tertibe riâyet etmek ve iki farz arasına farz olmayan bir şeyin girmesine meydan vermemek vâcibdir. Farz olan kıyamdan sonra rükû, rükûdan sonra secdeye gidilmesi gibi.

18. Vâciblerden her birini de yerinde ityan edip, tehire bırakmamak vâcibdir.

19. Namazların sonunda sağa ve sola selâm vermek de vâcibdir. Bir kavle göre sağa vermek vâcib, sola vermekse sünnettir.

5.1.3.5. Namazların Sünnetleri

1. Beş vakit namaz ile cuma namazı için ezan ve kamet sünnettir.

2. İftitah tekbirinde elleri yukarıya kaldırmak sünnettir. Erkekler kulaklarına kadar, kadınlar da memelerinin (göğüs) hizasına kadar kaldırırlar.

3. Parmakların arasının biraz açık olması.

4. Arada getirilen tekbirler ile senalar da sünnettir. İmâmın tekbirleri ve selâmları cehren söylemesi sünnettir.

5. Sübhanekeyi okumak. Fatiha'dan evvel Besmele-i Şerife okunup, Fatiha sonunda “Âmin” denilmesi de sünnettir.

6. Namazda; erkeklerin ellerini göbek hizasında halka ederek, kadınların da sağ ellerini sol elleri üzerine halka yapmadan göğsü üzerine konulması da sünnettir.

7. Rükû ve secdede en az üç defa tesbih getirmek.

8. Erkeklerin rükû hâlinde elleriyle dizlerini tutmak, kadınların ise dizleri üzerine koyarak eğilmek.

9. Erkeklerin otururken sol ayakları üzerine oturup, sağ ayaklarını kıbleye müteveccihen dikmek, kadınların sol ayaklarını sağ taraflarına yatık bulundurarak yere oturmaları.

10. Rükûda erkeklerin dizlerini dik, kadınların eğik tutmaları.

11. Secdeye varılırken evvelâ dizleri, sonra elleri, sonra yüzü yere koymak. Kalkarken de evvelâ yüzü, sonra dizleri üzerine koyarak elleri yerden kaldırmak.

12. Otururken veya secdelerde elleri kıbleye uzatarak tutmak.

13. Otururken teşehhüdlerde لاَ إِلَه “Lâ ilâhe” denilirken sağ elin şahâdet parmağı kaldırılıp, إِلاَّ اللهُ “İllallah” denirken indirilmesi sünnettir.

14. Farzların, vitir namazının ve müekked sünnetlerin son ka'desinde salavât-ı şerife okumak.

15. Namazın sonunda selâm verilirken yüzün evvelâ sağa, sonra sol tarafa döndürülmesi sünnettir.

16. Bütün namazların son ka'delerinde salât ve selâmdan sonra duâ edilmesi sünnettir.

17. Namazda önüne sütre, bir mâni koymak da sünnettir.

5.1.3.6. Namazı Bozan Sebepler

Bir namaz; şartlarından veya rükûnlarından biri bulunmadığı takdirde fâsit olabileceği gibi, bu şartlar ve rükûnlar dâiresinde başlanıldıktan sonra bazı şeylere mukarenetinden dolayı da fâsit olabilir. Böyle kılınan namazı ifsad edecek şeylerin başlıcaları şunlardır:

1. Namazda dünya kelâmı namazı bozar. Kasd ile sehv müsavidir.

2. Bir hastalık veya musibetten dolayı (Allah için ağlamak müstesna) sesli ağlamak “uh, eh” ve “uf, tuh” demek de namazı bozar. Bir toza üflemek de bu kabildendir.

3. Bir özre mebnî olmayarak boğazı tahrik etmek “eh” gibi. İmâmın hatasını tashih için olursa namazı bozmaz.

4. Aksıran kimseye namazda يَرْحَمُكَ اللهُ “Yerhamukellah” denilmesi namazı bozar. Aksıranın nefsine karşı “Yerhamukellah” demesi bozmaz.

5. Kur'ân'da ve hadiste olmayan bir duâyı okumak namazı bozar.

6. Namazda Allah'a tazim ve vesveseyi gidermek için söylenen söz namazı bozmaz. Aksi takdirde bozar. Mesela Allah diyene جَلَّ جَلاَلُه “Celle celâluhu” demek, vesveseyi gidermek içinلاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ إِلاَّ بِاللهِ “Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh” demek gibi.

7. Namazda selâm almak ve vermek namazı bozar.

8. Namazda yer açılmasını söyleyene tâbi olarak sağa ve sola hareket etse namazı bozulur. Kendi kendine safta yer verse bozulmaz.

9. Amel-i kesir namazı bozar, amel-i kalil bozmaz. Namaza ve namazı ıslaha âit olmayan ve amel-i kesir sayılan her hareket, namazı ifsad eder. Amel-i kesir odur ki; onun failini hariçten gören, onun namazda olmadığında şekketmez. Mukabili amel-i kalildir ki sahibini gören, onun namazda olup olmadığına şekkeder. Mesela bir namaz kılan, yerden bir taş alarak kuşa veya emsaline atacak olsa namazı bozulur. Fakat yanında bulunan bir taşı bir eliyle atacak olsa bozulmaz. Bir namazın her rek'atında üç defa bir tarafını kaşısa namaz bozulur. Az olursa bozulmaz. Elini kaldırmadan bir kaç defa kaşıma da namazı bozmaz. Namazda bir eli ile birine vuranın namazı bozulur.

10. Namazda hiç durmadan en az üç adım atmak, namazı bozar.

11. Namazı kılarken sehven veya amden az çok bir şey yese, bir katre su içse namaz fâsit olur.

12. Namaz kılan kadının memesini çocuk emer de süt çıkarsa namaz bozulur.

13. Erkek, namaz kılan ailesini şehvetle mess etse kadının namazı bozulur; aksi, erkeğin namazını bozmaz.

14. Bir musalli, karşısındaki Kur'ân âyetlerini okusa İmâmeyn'e göre namaz bozulmaz. İmâm-ı A'zam'a göre ezberinde olmayan âyet ise bozulur.

15. Göğsün kıbleden kasden çevrilmesi namazı bozar. Sehven olur ise mescidden, kırda iken saftan, yalnız kılarken secde mahallinden ayrılmadıkça bozulmaz.

16. Ağız dolusundan fazla bir kusma namazı bozar.

17. Dişlerin arasında en az bir nohut miktarı kalan bir şey namazı bozar.

18. Namaz içinde çıldırmak veya bayılmak namazı bozar.

19. Namazdan evvel çiğnenmiş bir şekerin tadı namazı bozmaz. Fakat ağızda bulunan şekerin tadı ise bozar.

5.1.3.7. Sehiv Secdesi

Bir namazın tam bir rüknünü, bir farzını takdim veya tehir etmek veya herhangi bir namazın vâciblerinden birini sehven terk ve tehirden dolayı o namazın sonunda yapılması icab eden, iki secde ile teşehhüdden ve salâvatı şerife ile duâdan ibaret olan bir şer'i muameledir. Sehiv secdesi için evvelâ sağa, sonra sola selâm vermek münferid kılanlar içindir. Cemaat ile kılınan namazların sonunda imâmın sağa selâm verdikten sonra hemen secdeye gitmesi efdâldır. Sola selâm vermeye lüzum görülmez. Bu vesile ile cemaatın yanlışlıkla dağıtılmasına mâni olunur.
Sehiv secdeleri vâcibdir. Mâlikilere ve Şâfiilere göre sünnettir. Şu kadar var ki, imâm sehiv secdesi yaptığı takdirde cemaat için vâcib olur. Hanbelilere göre bazen vâcib, bazen sünnet, bazen de mübah olur.

Sehiv secdeleri, İmâm Şâfii ile İmâm Ahmed'e göre iki tarafa da selâm vermeden yapılmalıdır. İmâm Mâlik'e göre sehiv, bir ziyade sebebiyle ise sehiv secdeleri selâmdan sonra, bir noksan veya bir noksan ile bir ziyade sebebi ile ise selâmdan evvel yapılmalıdır. Bu bir efdaliyettir. Hepsi de caizdir.

5.1.3.8. Secde-i Tilavet

Kur'ân'ı Kerim'in sûrelerinde on dört secde âyeti vardır ki, bunlardan birini okuyan veya işiten her mükellef için bir secde lâzım gelir. Secde-i tilâvet; eller kaldırılmaksızın secde-i tilâvet niyetiyle “Allah-u Ekber” denilerek secdeye varmak, secdeden “Allah-u Ekber” diyerek ayağa kalkmaktır. Bu secdeler ayaktan secdeye, secdeden de ayağa kalkmak sûretiyle ikmâl edilir.

Secde-i tilâvet Eimme-i Selâse'ye göre sünnettir.

Tilâvet secdesini yapacak kimsenin hadesten ve necasetten temiz, avret yerleri örtülü, kıbleye yönelmiş olması şarttır.

Mümeyyiz bir çocuğun, cünübün, hayız ve nufesanın veya bir sarhoşun veya bir gayr-i Müslimin okuyacağı bir secde âyetini işiten her mükellefe secde-i tilâvet vâcib olur. Müslüman olan bir cünüb veya sarhoş da okuyacağı veya işiteceği bir secde âyetinden dolayı secde ile mükellef olur. Temizlik ve uyanıklık hâlinde bu secdeyi yapmaları lâzım gelir. Fakat hayız ve loğusa yani nufesa bulunan bir kadına ne okuyacağı ve ne de işiteceği bir secde âyetinden dolayı tilâvet secdesi vâcib olmaz.

Muallem kuşlardan veya aks-i sedadan veya sesleri aksettiren fonoğraf gibi bir aletten işitilen bir secde âyeti ile de secde-i tilâvet vâcib olmaz. Sahih olan bir kavle göre muallem kuşlardan işitilen secde âyetinden dolayı secde-i tilâvet lâzım gelir.

Radyoya gelince bu, seda-yı akis olmaktan ziyâde nakil sayılmaktadır. Kasde mukârin olarak okunan şeylerin hemen aynını nakletmektedir. Bundan işitilen sesler, aks-i sedâ gibi mücerred bir muhakâttan ibâret değildir. Bu cihetle secde edilmesi vâcib olsa gerektir. Vâcib olmasa bile secde edilmesinde bir mahzur
olmadığından, herhâlde secde edilmesi ihtiyata muvafıktır.

Şâfiilere göre tilâvetin, meşru ve kasde mukârin olması şarttır. Binâenaleyh cünübün kıraati veya rükû hâlindeki bir kıraat meşru olmadığı gibi muallem kuşlardan veya bir aletten işitilen bir tilavetten dolayı secde-i tilâvet sünnet olamaz. Sehven yapılan kıraat de böyledir.

Secde-i tilâvet âyetlerinin yazısına bakılması da secde-i tilâveti icab ettirmez.
Bir mecliste müteaddit secde âyetleri için bir tilâvet secdesi kifâyet eder. Değişik mekân ve meclisler için ayrı ayrı secde-i tilâvet lâzım gelir. Mesela hareket hâlinde bulunan her vasıtadan işitilen secde âyetleri için ayrı ayrı secde-i tilâvet yapılır.

Tilâvet secdesinin vücûb-i edası fevri değildir. Hemen secde edilmesi lâzım gelmez. Uzun bir müddet sonra da yapılabilir, kaza değil, edadır. Namaz içinde ise fevridir.

Cemaatle namaz kılınırken, namaz içinde okunan secde âyeti namazdan sonra yapılamaz. Namaz içinde yapılması gerekir. Çünkü secde-i tilâvet namazın bir parçasıdır.

5.1.3.9. Secde-i Şükür

Secde-i şükür, yani bir nimetin teveccühünden veya bir nikbet ve musibetin bertaraf olmasından ve benzerlerinden dolayı kıbleye dönerek ve tekbir alarak secdeye varmaktan, hamd ile tesbih ve şükürden sonra yine tekbir ile secdeden kalkmaktan ibarettir ki, secde-i tilâvet gibidir. Secde-i şükür müstehabdır. Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz ile Ashâb-ı Kirâmından birçokları secde-i şükürde bulunmuşlardır. Hiçbir sebep yok iken secde-i şükür yapılması, ne mesnun bir ibadettir, ne de mekruhtur.

5.1.4. Beş Vakit Namazın Farziyetine Delâlet Eden Âyetler

A) Sûre-i İsrâ Âyet: 78- Güneşin (zeval vaktinde) kayması anından gecenin kararmasına kadar güzelce namaz kıl. Sabah namazını da (öylece eda et). Çünkü sabah namazı şâhidlidir. (Öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarına işarettir.) (Sabah namazı meşhud bir namazdır onda gece ve gündüz melekleri cem olurlar şâhidlidir.)

B) Sûre-i Tâ-Hâ Âyet: 130- O hâlde sen, onlar ne derlerse, sabret. Güneşin doğmasından evvel de, batmasından evvel de Rabbini hamd ile tesbih et. Gecenin bir kısım saatlerinde ve gündüzün etrafında dahi tesbih et ki rızâ(yı İlâhi)ye eresin. (Öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarına işarettir.)

C) Sûre-i Rûm Âyet: 17- Haydi akşama girerken, sabaha ererken Allah'ı tenzih (ve tesbih) edin (namaz kılın).

18- Göklerde ve yerde hamd O'nundur. Gündüzün nihâyetinde de, öğle vaktine vardığınız vakitte de (Allah'ı tenzih ve tesbih edin, namaz kılın).

Not: Kur'ân'da beş vakit namaz hakkında en kuvvetli delil olan âyet.

D) Sûre-i Kâf Âyet: 40- Gecenin bir cüzünde (kısmında) ve secdelerin arkalarında da onu tesbih et. (Akşam, yatsı, vitir, teheccüd ve farz namazlarının ardından nafile namaz.)

E) Sûre-i Tûr Âyet: 49- Gecenin bir kısmında ve yıldızların batışından sonra dahi tesbih et. (Akşam, yatsı, sabah ve gece namazları.)

F) Sûre-i Hûd Âyet: 114- Gündüzün iki tarafında, gecenin de yakîn saatlerinde dostdoğru namaz kıl. Çünkü güzellikler kötülükleri (günâhları) giderir. Bu iyi düşünenlere bir öğüttür.

Not: Sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazları. Namaz kılmakla günâhların temizleneceğine kat'i nasstır.

5.1.5. Namaz Kılmayanların Ehl-i Nâr Olduğuna Dâir Âyetler

Sûre-i Müddessir Âyet: 38- Her nefis, kazandığı (kesb-u ihtiyar ettiği) şey mukabilinde bir rehindir. (İndallah ceza görecektir.)

39- Ancak sağcılar (mü'minler) böyle değil.

40- (Onlar) Cennetlerdedirler. Soruşurlar.

41- Günâhkârları(n hâllerini).

42- “Sizi cehenneme sokan nedir?”

43- (Günâhkârlar) Dediler (derler): “Biz namaz kılanlardan değildik.”

44- “Yoksula yedirmezdik.”

45- “Biz de (bâtıla) dalanlarla beraber dalardık.”

46- “Ceza (ve hesab) gününü de yalan sayardık.”
(Allah'ın âyetlerine karşı yersiz lâflara ve yalanlara dalanlarla, fer'i vazife olan namazı terk edenler, namazın farz olduğuna itikad etmeyenler ki bu dört zümre ateşte kalacaktır.)

5.1.6. Cuma Namazı

Sûre-i Cuma Âyet: 9- Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağrıldığı(nız) zaman hemen Allah'ı zikretmeye gidin. Alış-verişi bırakın. Bu, bilirseniz, sizin için çok hayırlıdır.

10- Artık o namazı kılınca yeryüzüne dağılın. Allah'ın fazlından (nasib) arayın Allah'ı çok zikredin. Tâ ki umduğunuza kavuşasınız.

Not: Cuma namazının ezanı okunduğu zaman cuma namazını kılmak ve cuma hutbesini dinlemek için koşun. Bu koşmak soluk soluğa koşmak değil, kalben koşmak, bedenen cumaya yetişmeye acele etmektir. Cumanın hutbesinde okunan ezan zamanında ise Allah'ın bu cuma namaz ve hutbesine mâni olacak işleri ve diğer bütün muamelâtı terk etmek sûretiyle cumaya müsâreat emrolunmuştur.
Namaz kılındıktan sonra arza rızk için, ilim öğrenmek için, hasta ziyareti için, mü'minler arasında ziyaretleşme gibi sohbet ve hayır işleriniz için dağılınız ve Allah'ı yalnız cuma saatinde değil, her yerde ve her zaman zikretmekle meşgul olunuz. Ancak bu sûretle Allah'tan umduğunuza nâil olabilirsiniz. Namaz kılmayı yalnız cuma namazına münhasır kılmayıp, beş vakit namaza, diğer bayram namazlarına hasrediniz. Ancak felah bu şartlara bağlıdır. Mânası açıkça beyan buyrulmuştur.

Cuma namazının ilk kılınışı: Peygamberimiz Aleyhisselâtu Vesselâm Efendimiz hicret-i seniyeleri esnasında, Medine-i Münevvere kurbünde bulunan “Selim ibn-i Avf” yurdunda, “Ranuna” denilen vadi içerisinde, “Beni Selim” mescidinde ilk cuma hutbesini okumuş, ilk cuma namazını kıldırmıştır.

5.1.6.1. Cuma Namazının Edasının Şartları

1. Cuma namazını veliyyü'l-emr veya onun tayin ettiği zâtın kıldırması.

2. İzn-i âmdır; yani cuma namazı kılınacak bir mabede herhangi bir Müslüman erkeğin gidip o namaza iştirakten memnû bulunmaması.

3. Cuma namazı vaktinin devamıdır, o vakit çıktıktan sonra artık cuma namazı kılınmaz, öğle namazı da kılınmamış ise yalnız o namaz kaza edilir.

4. Cemaat bulunmalıdır. Şöyle ki, imâmdan başka cemaat lâakal üç Müslim bulunursa o cuma namazı sahih olur. İki kişi veya kırk kişi bulunmasına kâil olan müctehidler de vardır.

5. Cuma'nın farziyeti olan iki rekatından evvel hutbenin okunmasıdır. Bu hutbenin iki kısma ayrılması ve bu iki hutbenin de uzatılmaması sünnettir.

6. Cuma namazının bir beldede veya bir belde hükmünde bulunan bir yerde edâ edilmesidir. Köylerde de cuma namazının kılınması, izin verilmiş olduğu için sahihtir ve lâzımdır. Bir ecnebi memleketinde de bir mâni yok ise oradaki Müslümanların toplanarak, içlerinden münasib görecekleri bir zât, hutbe okuyarak cuma namazını kıldırabilir.

5.1.6.2. Cuma Namazı ile Mükellefiyetin Şartları

1. Bâliğ bir erkek olmaktır. Kadınlara farz değildir.

2. Hür olup köle bulunmamaktır. (Memur ve işçi bu sınıfa dahil değildir.)

3. Mukim olup, şer'an misafir sayılacak bir vaziyette bulunmamalıdır.

4. Sıhhatte bulunup namaza çıktığı takdirde hastalığının artmasından, uzama-sından korkulacak bir hâlde bulunmamalıdır.

5. Gözleri ve ayakları selâmette olup, âmâ ve kötürüm bulunmamalıdır.

5.1.6.3. Cuma Namazının Vakti, Rekatları ve Sünnetleri

Cuma namazının vakti tam öğle vaktidir. Cuma namazının farz olan rekatları ikidir, imâm bunlarda cehren kıraatta bulunur ve bunları hutbeden sonra kıldırır. Hutbeden evvel ve iki rekat farz namazdan sonra dörder rekat namaz münferiden, öğle namazının sünnetleri gibi kılınır; bu sünnettir. Son dört rekat sünnetten sonra yine ferden ve yalnız olarak dört rekat namaz daha kılınır ki, buna “Zuhr-i âhir” nâmı verilmiştir. Bu da öğlenin dört rekat farzı gibi kılınır, evlâ olan budur.
Bazı müctehidlere göre bir beldede müteaddit mabedlerde cuma namazı kılınırsa, ilk evvel kılınan sahih olur. Sonrakiler sahih olmaz. İşte böyle bir ihtilâftan kurtulmak için; “Vaktine yetişip henüz üzerimden sâkıt olmayan son öğle namazını kılmaya” diye niyet ederek bu namazı kılar; bu bir ihtiyat muktezâsıdır. Cuma namazı sahih olmuş ise bu dört rekat, kazaya kalmış bir öğle namazı yerine geçer, kazaya kalmamış ise nafile namazı olarak sevaba vesile bulunur. Bu dört rekattan sonra da sünnet-i vakit niyetiyle iki rekat daha kılınır ki, bu da tam sabah namazının iki rekat sünneti gibidir.

5.1.6.4. Cuma Gününün Ehemmiyeti, Kıymet-i Şer'iyyesi

Cuma günü, Müslümanlarca pek mübarek bir gündür. Bir hadis-i şerif şu meâldedir: “Üzerine güneşin doğduğu en hayırlı gün, cuma günüdür. Âdem (as) o gün yaratılmıştır, o gün cennete konulmuştur ve o gün cennetten çıkarılmıştır. Kıyâmet de ancak bir cuma gününde kopacaktır.” Bahusus اَلْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ “Elyevme Ekmeltü Leküm Dineküm” (Bugün sizin dininizi tamamladım.) âyet-i kerimesi cuma gününde nâzil olmuş, Din-i İslâm'a âit ahkâm ve meâli cuma gününden itibaren en mükemmel bir sûrette taayyün etmiş, bütün edyanın hatemi olan İslâmiyet gaye-i kemâle ermiş, Müslümanların haklarında nimet-i İlâhiye tecelli ederek, Din-i İslâm lâyetezelzel bir sûrette takarrür eylemiştir. Nitekim bir hadis-i şerif de şu meâldedir: “Şüphe yok ki cuma günü sâir günlerin ulusu ve faziletçe en büyüğüdür.” Cuma günü, Müslümanlarca bir bayram mesabesinde olduğundan, bu günde Müslümanların her vakitten ziyâde taharet ve nezafete riâyet etmeleri icab eder. Bundan dolayıdır ki: Müslümanların cuma günlerinde ya tulû-i fecri müteakip veya cuma namazına yakın yıkanmaları, ıtriyat, koku kullanmaları, temiz libaslar giymeleri bir sünnettir; âdâb-ı İslâmiyeden sayılmaktadır. Bu mübarek cuma gününde Müslümanlar, birer mâbed-i İlâhide toplanarak hutbeleri dinler, tenevvür ederler, namazlarını birlikte kılarak Cenâb-ı Hakk'a birlikte duâ ve niyazda bulunurlar. Aralarında uhuvvet-i İslâmiye, merbutiyet-i ictimaiye bu vesile ile tecelli etmiş olur. Bu namazı edadan sonra ya başka ibadetlerle meşgul olurlar veya dostlarını, kariblerini ziyarete giderler veyahut yine ticaretleriyle ve sâir işleriyle meşgul olurlar.

Zaman-ı Nebevîde cuma ezanı, yalnız hatibin minbere çıktığı zaman okunan ezandan ibaret idi. Bİlâhare cemaat-i Müslimin çoğaldığı için Hz. Osman'ın (ra) hilâfeti zamanından itibaren cuma namazından evvel de mabedlerin haricinde, namaz vaktinin girdiğini gösteren bir ezan daha okunmaya başlanmıştır ki, buna “Dış ezan” denilir. Bunun kabulü ve bunun işitilmesi üzerine mabedlere gidilmesinin lüzumu hakkında icma-i ümmet mün'akid bulunmuştur.

5.1.7. Kurban Bayramı Namazı ve Arefe Gecesi

A) Sûre-i Burûc Âyet: 3- ( Andolsun) Şâhidle meşhûde ki.

B) Sûre-i Fecr Âyet: 2- (Andolsun) On geceye.

C) Sûre-i Kevser Âyet: 2- O hâlde Rabbin için namaz kıl. Kurban kes. (Kurban namaz kılındıktan sonra kesilir. Rıza-yı Bari için namaz kıl, çünkü namaz şükrün bütün nevi'lerini cami'dir, içine alır.)

Not: شاَهِدٌ “Şâhid” Cuma, مَشْهُودٌ “meşhûd” arefe günleridir. Yemin edilen on gece ise Zilhicce'nin ilk on gecesidir. Bu mânaya göre اَلْفَجْرُ “el-Fecr” arefe sabahı yahut kurban bayramı sabahıdır, diye tefsir edilmiştir. Yahut on geceden murad “Ramazan”ın son on gecesidir yahut “Muharrem”in ilk on günüdür. İbn-i Abbas'a (ra) göre on geceden murad “Zilhicce”nin ilk on gecesidir. Zirâ o günler hacc amelleriyle iştigal günleridir. Nitekim bu on gün gibi Allah'a çok sevimli olan hiçbir gün olmadığı hakkında hadis-i şerif vârid olmuştur. Bu münasebetle arefe günü, yani bayram gecelerinin izzet ve şânına itibar edilmiş, İslâm'da pek aziz geceler arasında yer almıştır.

Bayram namazları iki rekat olup, her rekatı dokuz tekbirle kılınır. 19 tekbir alınır. Birinci tekbir “İftitah tekbiri” olup farzdır. Diğer 18 tekbir zaid tekbirler olup altısı vâcibdir. Tarifi: Birinci rekatta İftitah tekbirinden sonra sübhaneke okunup üç zaid tekbir alınır. “Allah-u Ekber, Allah-u Ekber, Allah-u Ekber” diyerek, her tekbirde eller aşağı sarkıtılır. Dördüncü tekbir olan zaid tekbirde, yani üçüncü zaid tekbirde el bağlanıp Fatiha, zamm-ı sûre okunarak rükû, secde edilir ve tekrar ikinci rekata kalkılır. Fatiha, zamm-ı sûre okunduktan sonra yine üç defa zaid tekbir getirilir. Bu üç tekbirde de eller aşağıya sarkıtılır. Dördüncü tekbirde rükûya varılır, secde yapılır ve oturulur. Sağa ve sola selâm verilerek namazdan çıkılmış olur. Bu namazlarda, cemaat yalnız sübhanekeyi okur. Diğer kıraatleri imâm cehren, yani açıkça okur. Hutbe irâd edilerek mescidden kurban kesmek üzere dağılınır.
Gerek Kurban ve gerekse Ramazan Bayramı, kendilerine cuma namazı farz olan kimselere vâcibdir. Şâfiilerce sünnet-i müekkededir. Mâlikilere göre de sünnet-i müekkede ve bir kavle göre de farz-ı kifâyedir. Hanbeli mezhebine göre de farz-ı kifâyedir. İmâm ile kılmaya muvaffak olamayanın bunu kaza etmesi mesnundur. Bayram namazına hiç yetişemeyen kimse bunu kendi başına kılamaz, dilerse dört rekat nafile namazı kılar. Bu bir kuşluk namazı yerine geçer.

Bayram namazlarının her rekatında üç zaid tekbir alınır, bunlar vâcibdir, demiştik. Hanbeli mezhebine göre birinci rekatta altı, ikinci rekatta beş tekbir alınır ve her iki rekatta tekbirler, kıraatten evvel alınır. İmâm Mâlik ve İmâm-ı Şâfii'ye göre de birinci rekatta yedi, ikinci rekatta beş tekbir alınır. Tekbirler her iki rekatta da kıraata takdim edilir.

5.1.8. Ramazan Bayramı Namazı

Sûre-i A'lâ Âyet: 14,15- Hakikat (oruç tutarak) iyi temizlenen ve Rabbinin adını zikredip de namaz kılan kimse umduğuna ermiştir. (Bu âyet-i kerimeden de İftitah tekbirinin vücubuna, sadaka-i fıtır, zekât vermekle de temizleneceğine kâil olunmuştur.)

5.1.9. Salât-ı Havf (Korku Namazı) ve Seferi Namaz

A) Sûre-i Bakara Âyet 239- Fakat (muharebe, su baskını ve benzerleri gibi bir tehlikeden) korkar(ak hakkın divânına tam huşû ve tâatle durmak imkânını bulamaz)sanız, o hâlde (namazı) yürüyerek yahut süvari olarak (kıbleye veya herhangi bir semte karşı) kılın (bırakmayın). (Tehlikeden) emin (ve salim) olduğunuz vakit ise yine Allah'ı, size bildiğiniz şeyleri nasıl öğretti ise, o vechile anın. (Namazınızı her zamanki gibi kılın. Bu emniyet namazıdır.)

B) Sûre-i Nisâ Âyet: 101- Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman, eğer kâfirlerin size fenalık yapacağından endişe ederseniz, namazdan kısaltmanızda üzerinize bir vebal yoktur. Şüphesiz ki kâfirler sizin apaçık düşmanınızdır.

102- Sen de içlerinde bulunup da kendilerine namaz kıldırdığın vakit onlardan bir kısmı seninle birlikte dursun, silahlarını (yanlarına) alsınlar. Bu sûretle secde ettikleri zamanda arka tarafınızda bulun(up düşmana karşı dur)sunlar. (Bundan sonra) henüz namazını kılmamış olan diğer kısmı gelip seninle beraber namazlarını kılsınlar ve onlar da ihtiyat tedbirlerini ve silahlarını alsınlar. O küfredenler arzu eder ki, siz silahlarınızdan ve eşyanızdan gafil olasınız da üstünüze derhâl bir baskın yapsınlar. Eğer size yağmurdan bir eziyet olursa, yahut hasta bulunursanız silahlarınızı koymanızda (üzerinize) vebal yoktur. (Fakat yine) bütün ihtiyat tedbirlerini alın. Şüphe yoktur ki Allah kâfirlere hor ve hakîr edici bir azab hazırlamıştır.

103- Artık namazı bitirdiğiniz vakit ayakta iken, otururken ve yanlarınız üzerindeyken Allah'ı anın. Sükûn ve emniyet hâline geldiğiniz vakit ise namazı dostdoğru kılın. Çünkü namaz mü'minler üzerine vakitleri belli bir farz olmuştur.
Not: Salât-ı havftan maksat; düşman, sel veya yangın veya büyük bir canavar gibi bir haile karşısında bulunan bir İslâm cemaatinin, kendilerini idare eden veliyyü'l-emrin ve başka muhterem bir imâmın arkasında farz bir namazı nöbetle kılmalarıdır. Şöyle ki:

Bu cemaatten bir zümre o haile karşısında durur, bir zümre de o imâma uyar, arkasında iki rekatlı bir namazın bir rekatını, üç rekatlı bir namazın da iki rekatını ve misafir hükmünde değilseler dört rekatlı bir namazın iki rekatını imâm ile beraber kılar, birinci oturmadaki (ka'dede) teşehhüdden sonra o zümre, mesela düşman cephesine gider, diğer zümre gelerek imâma uyar, onunla beraber mütebaki namazı kılar. Teşehhüdden sonra tekrar cepheye gider. İmâm kendi başına selâm verir, namazdan çıkar, birinci zümre döner gelir, namazını kıraatsiz olarak tamamlar, selâm verir, cepheye gider; bu zümre lâhik hükmünde bulunduğundan kendisine kıraat lâzım gelmez. Sonra ikinci zümre gelir, namazını kıraatle ikmâl edip cepheye tekrar döner, bu zümre ise mesbuk hükmünde bulunduğundan kendisine kıraat lâzım gelir.

Salât-ı havf, İmâm-ı A'zam ile İmâm Muhammed'e göre elyevm caizdir. İmâm Ebû Yusuf'a göre bu cevaz, zaman-ı saadete mahsus bulunmuştur. İşte İmâm-ı A'zam'a göre, eğer İslâm erleri bir muhterem zâtın arkasında namaz kılmayı arzu ederlerse bu sûretle namaz kılabilirler.

Salât-ı havf hususunda daha başka müsaadeler de vardır. Şöyle ki: Pek korkunç bir savaş vesâire hâlinde İslâm erlerinin korkuları artarsa ve binmiş oldukları hayvanlardan yere inmelerinden âciz bulunurlarsa, her er binmiş olduğu hayvan (vasıta) üzerinde kâdir olduğu tarafa doğru imâ ile namazını kılar; bu da mümkün değilse namazlarını tehire bırakırlar. Nitekim Hendek Gazvesinde bir kaç vakit namaz kazaya bırakılmıştır.

Havf namazı; İmâm-ı Şâfii'ye göre, muharebe kızışıp baş göz açmaya imkân kalmazsa, hayvan üstünde olsun, yürüyerek olsun, kıbleye karşı olsun olmasın, imâ, işaretle namazı kılmak lâzımdır. İmâm-ı A'zam Ebû Hanife'ye göre ise öyle hâllerde, yaya olanlar namazını tehir ile kaza etmelidir. Çünkü Resûlullah (sav) Hendek Muharebesinde öğle, ikindi, akşam namazlarını hep birden Güneş battıktan sonra kılmıştır. İmâm Şâfii'nin istinadı şudur: Hendek Harbi zamanı bu salât-ı havf âyet-i nâzil olmamıştı. Binâenaleyh havf namazı yoktu. Hazarda, yani evinde olduğun zaman namazlar tam, seferde ve havfta dört rekatlı namazlar iki kılınır. Şâfiiler serbesttirler. Dilerse iki, dilerse dört kılarlar. İmâm Şâfii ve Mâlik'e göre havf namazları bir rekat olarak kılınamaz.

5.1.10. Nafile Olan Duhâ Namazı

Sûre-i Sâd Âyet: 18- Gerçek Biz dağları (kendisine) musahhar kıldık ki bunlar akşamleyin ve kuşluk vakti onunla birlikte durmayıp tesbih ederlerdi. (İbn-i Abbas -ra- der ki: Ben Duhâ namazını bu âyetten başkasında bulamadım.)

5.1.11. Nafile Olan Teheccüd Namazı

A) Sûre-i İsrâ Âyet: 79- Gecenin bir kısmında da uyanıp, sırf sana mahsus fazla (bir ibadet) olmak üzere onunla (Kur'ân ile) gece namazı kıl. Ümit edebilirsin, Rabbin seni Makam-ı Mahmud'a gönderecektir. (Cumhura göre, Resûl-i Ekrem Efendimizin yevm-i kıyâmette haiz olacağı şefaat makamıdır. Orada kendisine evvel ve âhirîn minnettar olacaktır.)

B) Sûre-i İnsan Âyet: 26- Ve gecenin bir kısmında ona secde et. (Yani akşam ve yatsı namazlarını kıl.) Gecenin uzun bir bölümünde de onu tesbih (ve tenzih) eyle. (Nafile namazı kıl.)

C) Sûre-i Müzzemmil Âyet: 2- Gece(nin) birazından gayri (saatle-rinde) kalk.

3- (Gecenin) Yarısı miktarınca yahut ondan birazını eksilt.

4- Yahut (o yarının) üzerine (ilâve edip) artır. Kur'ân'ı da açık açık, tane tane oku.
6- Gerçek, gece (yatağından ibadete) kalkan nefis (yok mu?) O, hem uygunluk (istenen huzur ve ihlasa muvafakatı) itibarıyla daha kuvvetlidir hem kıraatçe daha sağlamdır.

7- Çünkü gündüz senin için uzun bir meşguliyet var (Kur'ân okumaya boş vaktin olmaz, onun için geceleri ibadete devam et).

8- Rabbinin adını an. (İbadetinde O'ndan başka her şeyden kesilerek), yalnız O'na yönel.

20- Şüphe yok ki Rabbin, senin gecenin üçte ikisinden biraz eksik, yarısı, üçte birisi kadar ayakta durmakta olduğunu ve senin maiyetinde bulunanlardan bir zümrenin de (böyle yaptığını) biliyor. Geceyi, gündüzü (ve saatlerini) Allah saymaktadır. O, bunu (o saatlerin miktarını) sizin sayamayacağınızı (bu kıyama muktedir olamayacağınızı) bildiği için size karşı (ruhsat canibine) döndü. (Sizden gece namazının farziyetini kaldırdı). Artık Kur'ân'dan kolay geleni (ne ise onu) okuyun. Allah muhakkak bilmiştir ki içinizden hasta(lanan)lar olacak, diğer bir kısmı Allah'ın fazlından (nasib) aramak üzere, yeryüzünde yol tepe-cekler, (ticaret, tahsil-i ilim vesâire sûretiyle) başka bir takımı da Allah yolunda çarpışacaklardır. O hâlde ondan (Kur'ân’dan size) kolay geleni okuyun. Namazı dostdoğru kılın (farz olan beş vakit namazı). Zekâtı verin. Allah'a gönül hoşluğu ile ödünç verin (infaklarda bulunun, farz olanlardan başka hayırlar yapın). Önden nefisleriniz için ne hayır gönderirseniz onu Allah'ın nezdinde bulursunuz, (hem) bu daha hayırlı, sevapça daha büyük olmak üzere. (Ölümden evvel yapılan infaklardan, vasiyetlerden daha hayırlıdır, sevaplıdır.) Allah'tan mağfiret isteyin. Şüphesiz ki Allah (mü'minleri) çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.

Not: Teheccüd namazı (yukarıda belirtildiği üzere) muhayyerlik dâiresinde farz idi. Bunun tatbiki Ashâb-ı Kirâma güç gelecekti. Hususen bu gece ibadeti; hasta olan, ticaret, tahsil-i ilim vesâire için seyahat edenlere ve cihadda bulunacak olan üç sınıfın her biri için, geceleyin uzun boylu kaim olmak müşkül gelecekti. Onun için bu âyetlerle tahfifen nesih vârid oldu. Yani Cenâb-ı Hakk bu gece ibadetini kolay olan bir kıraatle hafifletti. Sonra bu gece ibadetinin farzlığı da, farz olan beş vakit namazla neshedildi. Bidâyet-i İslâm'da gece namazı farz idi. Bu sûretle teheccüd namazı, ümmet-i Muhammed hakkında farziyattan çıkarak tatavvu, nafile; Resûl-i zî-şân (sav) hakkında farz olarak kaldı. Gece namazında tilâvet olunacak Kur'ân-ı Kerim'in tahfifi, yalnız namazlara münhasır değildir. Namaz haricinde okunacak Kur'ân'a da şâmildir.

Teheccüd namazının sıhhatinin şartı, yatıp uyuduktan sonra kalkıp kılmaktır. Bütün geceyi uykusuz geçiren için değildir. Edasının vakti de, Kur'ân-ı Mübin'de sarahaten bildirilmiştir. Miktarı asgari olarak 6-8 rekattır. Daha fazla kılınması caizdir. Seher vakti; fecrin tulûundan biraz evvelki vakittir ki, güneş tekrar doğmaya, beşeriyet âlemine yeni bir faaliyet-i hayatiye gelmeye yüz tutmuş olur. Bu, bir feyizli andır; nezih ruhların neşeyâb olacakları bir zamandır. Kalblere bir İlâhi zevk ve inşirahın tesir edeceği ruhani bir demdir. Binâenaleyh böyle bir zamanda gaflet uykusundan uyanarak namaz kılmak, zikir ve tesbihte bulunmak, Cenâb-ı Hakk'a arz-ı ubudiyette bulunarak tazarru ve niyaza devam etmek ne güzide bir harekettir. Nasıl güzide olmasın ki... Bu anda yapılan ibadetlere, istiğfarlara lisan-ı Kur'ân ile büyük bir kıymet veriliyor. Artık bu pek kıymetli bir zamanın füyuzâtından nasibdâr olmaya çalışmalı değil miyiz?

5.1.12. Sarhoş ve Cünüblerin Namaza Duramaması

Sûre-i Nisâ Âyet: 43- Ey iman edenler! Siz sarhoşken, ne söyleyece-ğinizi bilinceye ve cünüb iken de -yolcu olmanız müstesnâ- gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın.

5.1.13. Âhirette (Mahşerde) Namazsızların Secdeye Muktedir Olamayacakları

Sûre-i Kalem Âyet: 42- (Hatırla ki, o gün) Baldır(lar)ın açılacağı (yani mahşer günü ki her işin açığa çıktığı gün) kendilerinin secdeye davet edilecekleri bir gündür. Fakat (buna) güç yetiremeyeceklerdir.

43- (Evet, secdeye davet edilecekler) Gözleri düşük, kendilerini bir zillet sarmış olarak. Hâlbuki onlar bu secdeye (dünyada) her şeyden salim ve sapasağlam iken davet ediliyorlardı.

Not: Buradaki secde daveti teklif için değil, tevbih içindir. Çünkü dünyada secdeyi terk etmişlerdi. Vakit geçmiş, iadesi mümkün değil.

5.1.14. Mescidlerin Allah'ın Evi Olduğu

Sûre-i Cin Âyet: 18- Hakikatte mescidler Allah'ındır. Onun için Allah ile birlikte hiçbir (şeye, hiçbir kimseye) tapmayın.

19- (Bana) Şu hakikat de (vahy edilmiştir). Allah'ın kulu (Hz. Resû-lullah) O'na ibadet için (namaza) kalktığı zaman nerdeyse onlar, etrafında keçeler (gibi tortop) oluyorlardı.

Not: Namaz kılmak için bina edilen yerler; bazılarına göre bütün yeryüzü, bazılarına göre bütün mescidlerin kıblesi olmak bakımından Mescid-i Haram, bazılarına göre secdeye temas eden uzuvlar yani yedi uzuv. “Allah ile birlikte hiçbir şeye tapmayın.” buyrulması; kiliselerine, havralarına girdikleri zaman Hıristiyanların, Yahudilerin yaptıkları gibi Allah-u Teâlâ'ya eş tutmayın, Allah için namaz kılın, demek oluyor.

5.1.15. Mescidlerin Maddi ve Manevi İmarına Ehliyetli Olanların Ancak Mü'minler Olabileceği İmar Etmeyip Yıkanların ise Zalimlerin tâ Kendileri Olduğu

A) Sûre-i Tevbe Âyet: 17- Allah'a eş koşanların kendi küfürlerine bizzat kendileri şâhid iken, Allah'ın mescidlerini (Mescid-i Haram'ı) imar etmelerine (ehliyetleri) yoktur. Onların (hayır nâmına) bütün yaptıkları boşa gitmiştir ve onlar ateşte ebedî kalıcıdırlar.

18- Allah'ın mescidlerini ancak Allah'a ve âhiret gününe iman eden, namazı dostdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah'tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır.

28- Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir necistir. Onun için bu yıllardan sonra onlar Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer fakirlikten korkarsanız, Allah dilerse, sizi yakında kendi fazlından zenginleştirir. Çünkü Allah, gerçek bilicidir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.

Not: Bu âyetlerin nüzulüne sebep bazı rivâyetler vardır. Bir rivâyete göre: Abbas bin Abdü'l-Muttalib Bedir muharebesinde esir olduğu zaman Müslümanlar onu -müşrik olduğundan ve akrabası ile münasebetini kestiğinden dolayı- ayıplamışlardı. Abbas da dedi ki: “Bizim fena taraflarımızı söylüyor, iyi tarafla-rımızı gizliyorsunuz. Biz Mescid-i Haramı imar ediyoruz.” Bu âyet-i celîle nâzil olarak, müşriklerin iman etmedikçe yaptıkları bu amelin bir hükmü olmadığı ve kendilerinin de cehennemde ebedî kalacakları bildirildi. Ve ondan sonra gelen âyetlerde imana ancak kimlerin ehil olabileceği beyan edilerek, bundan böyle müşriklerin Mescid-i Harama yaklaşmamaları emrolundu.
Mescidlerin imarına ehliyetli olanlar, bu âyette vasıfları sayılan kâmil ilim ve amel erbâbıdır. İmardan maksat da mescid binalarını inşa etmek, onların mamuriyetine itina eylemek, döşeyip dayamak, kandillerle nurlandırmak; oraları, daima ibadetlerle, zikirlerle, ilmi derslerle şenlendirmektir.

Âyet-i kerimede yıkılması emrolunan mescid مسجد ضرار “Mescid-i Dırâr”dır. Âyet-i kerimede zikredildiği vechile hulâsa olarak bildirilen mescidin tarihçe-yi hayatı şöyledir: Bu âyet-i kerime “Kubâ mescidi”ne karşı bir bina yapıp onu güyâ mescid edinen, hakikatte ise Kubâ mescidinin cemaatini ikiyi ayırmak, mü'minler arasına nifak sokmak ve bekledikleri rahibe, bir mabed hazırlamış olmak gibi mel'unâne kasıtlar güden 12 münâfık hakkında nâzil olmuştur. Bekledikleri o rahib, Resûlullah'ın (sav) “Fâsık” diye ad verdiği Ebû Amir idi. O, câhiliyette hıristiyan papazı olmuş, Cenâb-ı Risâletmeâb Efendimizin bi'setine (Risâletine, Nübüvvetine) hased etmiş, Uhud ve Huneyn'de Resûlullah'a karşı savaşmış, nihâyet “Hevazin” kabilesinin inhizâmı üzerine me'yusen Şam'a kaçmıştı. Oradan münâfıklara emirler veriyor; “Benim için bir savmea bina edin. Ben Rum (Roma) kayserine gidiyorum. Büyük bir ordu ile gelip Muhammed'i (sav) ve ashâbını sürüp çıkaracağım.” diye haber göndermişti. Münâfıklar da Kubâ mescidinin yanında “Mescid-i Dırâr”ı yapmışlardı. Resûl-i Ekrem Efendimiz Tebük seferinden dönüşünde Medine'ye yakın “Zievan” mevkiinde konakladı. Münâfıklar geldiler. Kendisini mescide namaz kılmaya davet ettiler. Resûl-i Ekrem (sav) bu davete icabet etmeye hazırlanırken bu âyet-i kerime nâzil oldu. Ebû Amir de Şam'ın “Kınnesrin” kasabasında sefilâne öldü. Mescid-i Dırârı da yıktılar ve yaktılar.
Temeli takva üzerine tesis edilen mescid hakkında ihtilâf vardır. Bu, Mescid-i Nebî mi, yoksa Mescid-i Kubâ mıdır? İmâm Buharî, Mescid-i Kubâ olduğuna işaret etmiştir. Diğer muhaddisler ise Mescid-i Nebî demişlerdir

107- Bir de (Müslümanlara) zarar vermek için, küfr için, mü'minlerin arasına ayrılık sokmak için ve daha evvel Allah ve Resûlü ile harp eden(in gelmesini iştiyak ile) beklemek ve gözetmek için bir (bina yapıp onu) mescid edinenler ve “(Bununla) iyilikten başka bir şey kasdetmedik.” diye muhakkak yemin edecek olanlar vardır. Allah, şâhidlik eder ki onlar şeksiz, şüphesiz yalancıdırlar.

108- (Habibim) Onun içerisinde hiçbir vakit (namaza durma -Mescid-i Dırâr-). Tâ ilk gününde temeli takva üzerine tesis edilen mescid, senin içinde kıyamına elbet daha layıktır. Orada tertemiz olmalarını arzu etmekte olan rical vardır. Allah da çok temizlenenleri sever.

B) Sûre-i Bakara Âyet: 114- Allah'ın mescidlerinde (secde edilen ibadet yerlerinde) onun adının anılmasını menedenlerden, onların harab olmasına koşanlardan daha zalim kimdir! Onların (hakkı) oralara korkak korkak girmekten başkası değildir. Dünyada rüsvaylık onlarındır. Âhirette en büyük azab da yine onların. (Müşrikler, Müslümanları Mescid-i Haram'da ibadetten menediyorlardı. Nüzule sebep budur. Usûl-i fıkıh kaidesine göre, sebebin husûsiliği hükmün umûmiliğine mâni değildir. İbadete ne sûretle olursa olsun mâni olanlar, bu âyetin hükmüne tâbidir.)

5.1.16. Namazın Cemaatle Kılınması ve Kılındığı Zaman da Kısa Tutulması

A) Sûre-i Bakara Âyet: 43- Dostdoğru namazı kılın, zekât verin, rükû eden (mü'min)lerle birlikte rükû edin (cemaate devam edin).

B) Sûre-i Âl-i İmrân Âyet: 43- “Ey Meryem! Huşû ile Rabbinin divanında dur, secdeye kapan. (Allah'a) rükû edenlerle beraber eğil (cemaatle namaz kıl).”

Not: Kadınların da cemaate iştirak etmelerine, mescidlere gelerek cemaatle namaz kılmalarına cevaz verildiği.

C) Sûre-i Müzzemmil Âyet: 20- Şüphe yok ki Rabbin, senin gecenin üçte ikisinden biraz eksik, yarısı, üçte biri kadar ayakta durmakta olduğunu ve senin maiyetinde bulunanlardan bir zümrenin de (böyle yaptığını) biliyor. Geceyi gündüzü Allah saymaktadır (saatlerini). O, bunu sizin sayamaya-cağınızı (bu kıyama muktedir olamayacağınızı) bildiği için size karşı (ruhsat canibine) döndü. (Gece namazının farziyetini kaldırdı). Artık Kur'ân'dan kolay geleni (ne ise onu) okuyun. Allah muhakkak bilmiştir ki içinizden hasta(lanan)lar olacak, diğer bir kısmı Allah'ın fazlından (nasib) aramak üzere yeryüzünde yol tepecekler, başka bir takımı da Allah yolunda çarpışacaklardır. O hâlde ondan (Kur'ân'dan size) kolay geleni okuyun…

5.1.17. Namaz Kılmanın (Secdenin) ve Zekât Vermenin İmân Alâmeti Olduğu

A) Sûre-i Tevbe Âyet: 5- (Dokunulması) Haram olan o aylar çıktığı zaman artık o müşrikleri, onları nerede bulursanız öldürün. Onları (esir olarak) yakalayın, onları hapsedin, onların bütün geçit yerlerini tutun. Eğer tevbe ederler, (tevbelerini ve imanlarını tasdik için) namaz kılarlar, zekât verirlerse, yollarını serbest bırakın. Çünkü Allah çok yarlığayıcıdır, çok esirgeyicidir.

Not: Bu âyet-i celîleye, آيت سيف “Âyet-i seyf (kılıç âyeti)” derler. Bu hüküm yalnız Arap müşriklerine âitti. Nitekim bundan sonraki âyetler de bunu göstermektedir. Şirkten ve küfürden rücû edenlere ilk emir namaz ve zekât olduğuna göre, namazın dindeki yeri gâyet sarih olarak bildirilmiştir. Bunun içindir ki “Namaz dinde, baş gibidir bedende.” sözü tahakkuk etmiş oluyor.

10- Onlar bir mü'min hakkında ne bir yemin, ne de bir vecibe gözetip tanımazlar. Onlar taşkınların tâ kendileridir.

11- (Bununla beraber) Eğer tevbe ve rücû ederler, namaz kılarlar, zekât verirlerse, artık onlar dinde kardeşlerinizdir. Biz âyetleri bilecek bir kavim için açıklarız.

B) Sûre-i Hacc Âyet: 18- Görmedin mi, göklerde olan herkes ve yerde bulunan herkes, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu hakikaten Allah'a secde ediyor. Birçoğunun üzerine de azab hak olmuştur. (Bunlar kâfirlerdir. Zira bunlar imanın eseri olan sücuddan, secdeden imtina etmişlerdir.) Allah kimi (bedbahtlıkla) hor kılarsa onu saadete kavuşturacak (hiçbir kuvvet) yoktur. Şüphesiz ki Allah ne dilerse (onu) yapar.

5.1.18. Geçmiş Ümmetlerin de Namaz Kıldıkları ve Mescidle-rinin Olduğu

Sûre-i Yunus Âyet: 87- Musa'ya ve biraderine: “Mısır'da kavminiz için evler hazırlayın. O evlerinizi namazgâh yapın (Oralarda) dostdoğru namaz kılın. (Ey Musa!) Mü'minleri (dünyada nusret ve âhirette cennetle) müjdele.” diye vahyettik.
Not: “İbadet etmek için evler yapın.” mânasında mescidlerin bina edilmesidir ki “Kâbe'ye müteveccih mescidler yapın.” demektir. Musa (as) Kâbe'ye doğru namaz kılardı. Geçmiş ümmetlerin de bizim gibi namazla memur olduklarını ve mescidleri bulunduğunu Kur'ân haber verdiğine göre, bugünkü ehl-i Kitab'ın secdesizliği tamamıyla bâtıl olup, gittikleri yol ve tutumları Tevrat kitabına göre de yanlıştır.

5.1.19. Mescid Yapmanın Lüzumu ve Mescidler Yakınında İkamet Etmek

Sûre-i İbrahim Âyet: 37- “Ey Rabbimiz! Ben evladlarımdan kimini (İsmail -as- ile vâlidesi Hâcer'i) Senin mukaddes olan evinin yanında ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Sebebi şudur ki Rabbimiz, dostdoğru namaz(larını) kılsınlar. Artık Sen insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir. Onların şükretmeleri me'mul olduğu için kendilerini bazı meyvelerle rızıklandır.”

Not: Mukaddes şehirden murad Mekke-i Mükerreme'dir. Mekke-i Müker-reme kayalık, zirâata gayr-i müsaid bir beldedir. Aynı zamanda susuz, çorak bir yerdi. Hacer, Hz. Sâre'nin câriyesi idi. Hz. İbrahim'e (as) bağışla-mıştı. Ondan İsmail (as) dünyaya gelince hasbelbeşeriyye kendisinde bir kıskançlık hasıl oldu. Onların nezdinden çıkarılmalarında ısrar etti. Hz. İbrahim de (as) onları bu susuz ve çorak bir belde olan Mekke'ye getirdi. Cenâb-ı Hakk onlara zemzem suyunu ihsan etti. Bu sûretle orası şenlendi. Duâ bereketine Mekke'de her mevsimde meyvelerin, mahsullerin envâı toplanıp çoğaldı. İsmail'e (as) ve annesine karşı o kavim çok muhabbet ve hürmet ettiler. Eğer İbrahim (aley-hisselâm) “insanlardan bir kısmı” demeseydi Farisi'si, Rum'u ve insanların hepsi gönüllerini Hz. İsmail'e (as) verirlerdi. Hatta “Yehûd ve Nasara da orada hacc ederlerdi.” diye İbn-i Abbas'tan (ra) rivâyet edilmiştir.

5.1.20. İns ve Cinnin İbadet İçin Halkolunduğu

Sûre-i Zâriyât Âyet: 56- Ben cinleri de, insanları da (başka bir hikmete değil) ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım. (İns ve cinnin halkedilmesinin yegâne sebebi, Allah'ı bilmek ve bildiği üzere kendisini yaratana kulluk etmek ve secde etmek sûretiyle bu İlâhi hikmet ve gayelere erişmektir. Bu kulluk ve şükran-ı nimet vazifesini ölünceye kadar idame ettirmekle mükelleftir. Bu mükellefiyetin ehemmiyeti de âyet-i celîleyle sarahaten açıklanmış bulunuyor.)

5.1.21. Namazın, Allah Huzuru Olduğu

Sûre-i Mürselât Âyet: 48- Onlara (Allah'ın huzurunda) eğilin (Allah'a boyun eğin, O'nun vahyini kabul edin, dinine uyun, bu kibirlen-meyi bırakın, namaz kılın) denildiği zaman eğilmezler (yani namaz kılmazlar).

5.1.22. Hakikî Namaz Kılanlara Kimsenin Dokunamayacağı ve Aslâ Zarar Veremeyeceği

Sûre-i Alak Âyet: 9,10- Bir kulu, namaz kılarken menedecek (adam) gördün mü sen? (Menedilen Resûlullah -sav- idi. Menetmek ve zarar vermek isteyen ise Ebû Cehil'di. Zarar vermeye bir türlü muvaffak olamamıştır. Ne zaman zarar vermek istedi ise meleklerin müdafaası ile karşılaşmıştır. Bundan anlıyoruz ki, samimi ehl-i salâta namaz kılarken hiçbir varlığın zararı olamayacaktır. Pek çok da delilleri mevcuttur.)

5.1.23. Ezan'ın Meşruiyeti ve Müezzinler Hakkında

A) Sûre-i Mâide Âyet: 58- (Ezanla) Birbirinizi namaza çağırdığınız zaman (onu) bir eğlence ve bir oyun (mevzuu) edinirler. Bu, kendilerinin hakikaten akıllarını kullanmaz bir güruh olmalarındandır.

B) Sûre-i Fussilet Âyet: 33- (İnsanları) Allah'a davet ve (kendisi de) iyi amel (ve hareket) eden ve “Ben şüphesiz Müslümanlardanım.” diyen kimseden daha güzel sözlü kimdir? (Bazılarına göre bu âyet müezzinler için nâzil olmuştur. Buna göre müezzinler medhedilmekte olup, bununla beraber salih ameller işlemeleri esas olmak üzere zemmedilmemişlerdir.)

C) Sûre-i Cuma Âyet: 9- Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrıldığı(nız) zaman hemen Allah'ı zikretmeye gidin. Alış-verişi bırakın. Bu, bilirseniz sizin için çok hayırlıdır.

Not: Bütün bu âyetler ezanın meşruiyetine birer delil olup, ezanla istihza etmenin ise küfür olduğuna hüccettir. Ezan, lügatta ilan, bildirmek demektir. Şer'i şerifte, farz namazlar için muayyen vakitlerde malum vechile okunan mübarek sözlerden ibarettir. Ezan okuyan zâta “müezzin” denir.

Hicret-i Nebevîyenin birinci senesinde Medine-i Münevvere'de Mescid-i Nebevî inşaatı nihâyet bulmuş, Ashâb-ı Kirâm muntazam bir hâlde toplanarak cemaatle namaz kılmaya başlamışlardı. İşte bu sırada Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz namaz vakitlerinin ilanı hususunda Ashâb-ı Kirâmıyla istişarede bulundu. Nihâyet Ashâb-ı Kirâmdan bazı zâtların aynı sûrette görmüş oldukları sadık bir rüyaya ve onu müeyyid olan bir vahye mebnî bildiğimiz vechile ezan okunmaya başlanmıştır ki bu, erkekler hakkında vâcib kuvvetinde bir sünnet-i müekkededir.

Erkekler tarafından gerek münferiden ve gerekse cemaatle farz namaza başlanacağı sırada kamet yapılır. Ezan okunurken, ezanın her cümlesinin arası bir sekte ile ayrılır, kamette ise sekte yapılmaz, sürat gösterilir.

Cuma'dan başka bir farz için birden ziyade ezan ve hiçbir farz için birden ziyade kamet meşru değildir. Binâenaleyh bir camii şerifte ezan ve ikametle vakit namazı kılındıktan sonra, tekrar aynı vakit içinde yapılacak bir cemaatte ezan ve kamet yapılmaz. Velev ki münferiden kılınsın.

Evde veya kırda kılınacak farz namazlar için hem ezan hem de kamet efdaldir.
Bir namaz için daha vakti gelmeden ezan okumak câiz değildir. Böyle bir ezanı iade lâzım gelir. İmâm Ebû Yusuf ile Eimme-i Selâse'ye göre yalnız sabah namazı için vaktinden evvel ezan okunması caizdir.

Ezan ile kametin arasını biraz ayırmak muvafıktır. Akşam ezanından sonra üç kısa âyet okunacak kadar bir fasıla verilmeli, sonra kamette bulunmalıdır. Diğer vakitlerde ise her iki rekatında on iki âyet okunacak iki veya dört rekat namaz kılınacak kadar bir fasıla verilmelidir.

Müezzin olan zâtın sünnete âlim, muttakî olması müstehabdır. Cahillerin, fâsıkların ezan okumaları mekruhtur. Sarhoşun, mecnun ile henüz mümeyyiz bulunmayan çocuğun okuyacağı ezanı iade etmek mendub veya vâcibdir. Âkıl olan bir çocuğun ezan okuması da bir rivâyette mekruhtur. Ezanı oturarak okumak mekruhtur. Meğerki kendi nefsi için okuyacak olsun. Misafirden gayrisinin vasıta üzerinde ezan okuması da mekruhtur. Kadınların, matuhların, cünüblerin ezan okumaları veya kamette bulunmaları mekruhtur. Bunların kametleri değilse de ezanları iade edilmelidir. Abdestsiz kimselerin de kamette bulunmaları mekruhtur. Ezan okunurken konuşanların söze nihâyet vermeleri, hatta Kur'ân okuyan kimsenin de durup ezanı dinlemesi efdaldir. Teselsülen kılınacak kaza namazları için bir ezan kifâyet edeceği hâlde, kaza edilecek her farz namazı için birer kamet gerekir.

HAKK'A DÂVET

NASİHAT-I İSLÂMİYYE