
Lâkit:
Mensup olduğu aile, şahıs tarafından bir yere (sokağa, cami avlusuna, okul kapısına, bahçesine vesâireye) atılmış diri veya ölü çocuk demektir. Bu, bir ihtiyaç veya zina töhmetinden kurtulmak maksadıyla vuku bulur. Yerden alıp kaldırana “multakit”, kaldırma işine de “iltikat” denir. Bu kaldırma işinin sıhhati (muteber olabilmesi) için bazı şartlar vardır.
1. Multakit; mükellef, yani âkıl ve bâliğ olmalıdır. Binâenaleyh çocukların, mecnunların, atılan çocukları kaldırmaları sahih olmaz.
2. Multakit, lâkiti hıfz ve siyanete muktedir olmalıdır. Binâenaleyh lâkiti muhafazadan âciz olan veya lâkit hakkında ahlâkından korkulan bir multakitten hâkim, lâkiti alarak emin bir kimseye tevdi eder. Multakitin, hür veya Müslim olması şart değildir. Şu kadar var ki, Müslim olduğuna hükmedilen bir lâkit, edyân-ı teakül edecek (konuşabilecek) bir çağa takarrüb edince multakiti olan gayr-i Müslimden alınır. Bu mesele Hanefiyyeye göredir.
Şâfiilere göre ise multakitin mükellef, hür, reşid, Müslim, adaletle, yani fısktan selâmetle muttasıf (bu vasıfların olması) olması şarttır. Köle ancak mâlikinin izni ile alabilirse de yine lâkit mâlikine âit olur. Diğer din sahipleri birbirlerinin lâkitlerinı alabilirler.
Mâlikilere göre bir kimse, kölesini, zevcesini iltikatten menedebilir. Multakit, vâki olan iltikatına işhadda (şahadette) bulunmalıdır.
Hanbeli fukahasına göre de köleler, câriyeler, efendilerinin izni olmadıkça lâkiti kaldıramazlar, ellerinden alınır. Gayr-i Müslim de Müslim olduğuna hükmedilen bir lâkiti kaldıramaz, kaldırdığı takdirde elinden alınır.
Bir lâkitin multakitleri müteaddit olunca lâkit hakkında menfaatli olan multakit tercih olunur. İkisi de müsavi olunca tercih hakkı hâkimin reyine bırakılır. Mâlikilere göre, sıfatları müsavi olanlar arasında kura atılır. Hanbeli mezhebince de böyledir. Fakat ikisinden birisi hakkını, diğer multakite teslim edebilir. Lâkiti görmek esas değil, almak esastır. Lâkit ilk görenin değil, ilk alan veya ilk defa elini üzerine koyanındır. Lâkitin alınmasını emreden kimsenin nâmına alınan lâkit niyete bağlıdır. Kendisine niyet ederek alır ise kendinin, teklif edenin nâmına niyet ederek alır ise âmirine âit olur. Mâliki mezhebince de emin ve ehil iki kimse koşarak gitseler, ilk el koyanın veya alanın olur. Bunlar, her vechile müsavi olurlarsa kura atılır. Bir lâkiti iki kimse iltikat etmiş olduğunu iddiasıyla bila beyyine (delilsiz) ihtilâfta bulunsalar, söz mealyemin (yeminsiz) lâkite ilk el koyanındır. İmam Şâfii'nin de kavli böyledir.
11.2. LÂKİTLERE ÂİT HÜKÜMLER
1. Lâkiti atan veya terk ederek ziyanına meydan veren şahıs âsimdir, günâhkârdır. Onu alıp hıfz etmek ise mendubdur. Yani ölüme terk edilmiş bir çocuğu alıp ihya etmek demektir. Bir şahsı ihya ise bütün beşeriyeti ihya gibidir. İltikat, çok kere mendubiyetten çıkar, belki cemiyete müteveccih bir farz-ı kifaye olur. Bir işi hiçbir fert yapmaz ise bütün cemiyet âsim olur. Lâkiti bir kimse görüp de almaz ve zayi olacağına hükmederse, bu iltikat, kendisi için farz-ı ayn olmuş olur (canavarın parçalamasından, bir kuyuya düşmekten korkmak gibi vesâire hâller). Eimme-i Selâse'ye göre de lâkitleri iltikat, bazen farz-ı kifâye, bazen de farz-ı ayn olur.
2. Lâkiti tutmak hususunda multakit, başkalarına tercih olunur. Hattâ veliyyü'l-emr dahi bir lüzum görülmedikçe velâyet-i ammesine istinaden lâkiti multakitten almamalıdır. Multakit kendisi verir ise almak hakkını kaybeder.
3. Multakit lâkiti hâkime götürüp teslim etmek isterse hâkim, kendisini beyyinesiz tasdik etmeyebilir. Beyyine ikame ederse hâkim, başka bir kimsenin davasına lüzum görmeksizin bu beyyineyi kabul eder. Bu takdirde hâkim muhayyerdir. Dilerse lâkiti alır, dilerse almaz. Ahlâkından korkulursa, sinn-i iştihaya takarrüb edince multakitten herhâlde alınır. Multakitin talebi ile başka birine verilen lâkitin de tekrar multakitin isteğine karşı hâkim yine muhayyerdir.
Mâlikilere göre multakit, lâkiti aldığı yere veya başka bir yere koyamaz. Meğerki hâkime ref etmek veya başka bir şahsa “Bu senin çocuğun mu?” diye almış olsun. Bu takdirde hâkim veya o şahıs kabul etmez ise eski yerine red edebilir. Şu kadar var ki helâkından korkulmamalıdır, nâsın gidip geleceği bir yer olmalıdır.
4. Lâkitin velisi, veliyyü'l-emrdir (devlet reisi veya nâibidir). Binâenaleyh lâkiti evlendirebilir, malında tasarruf yapabilir; multakit ise bunları yapamaz. Multakit, lâkit nâmına hibeyi alabilir, bir sanata verebilir, bir beldeden diğer bir beldeye nakledebilir. Ecir olarak veremez, sünnet ettiremez, ettirir de bu yüzden vefat ederse zâmin olur (tazmin eder). Hanbeli fukahasına göre multakit, emin değil ise lâkiti alıp sefere çıkarmasına müsaade edilmez.
5. Lâkitin velâsı ve âkılesi, beytü'l-mâle âittir. Binâenaleyh vâris bırakmaz ise malı beytü'l-mâle kalır. Hataen yapacağı cinâyetlerin diyetini de beytü'l-mâl tediye eder. Eimme-i Selâse'ye göre de böyledir. Hâkim, lâkitin velâsını multakitine verebilir. Bunların arasında velâ-i muvalât tesis edilebilir. Bu takdirde multakit lâkite vâris olabilir, lâkit de bir cinâyet işler ise diyetini multakit öder.
6. Multakit, lâkiti infaka mecbur değildir. Hâkimin izni ile alacağı bir borç olmak üzere infak eder ise karibine (babasına) ve zuhur etmez ise lâkite rücû edebilir. Aksi takdirde rücû edemez, teberru etmiş sayılır. Mâlikilere göre lâkitin hizânesi (lâkitin büyütülüp bakılması), nafakası, çalışmaya kadir bir hâlde bâliğ oluncaya kadar multakitine lâzım gelir. Meğerki lâkitin malı bulunsun veya kifâyet edecek nafakası beytü'l-mâlden itâ edilsin. Çocuk kendi kendine çıkıp, kendi kendine gâib olmuş veya kaçmış ise multakit, nafaka için babasına rücû edemez Aksi takdirde babası zengin ise ve kendisi de rücû etmek şartıyla çocuğa bakmış ise nafaka için rücû edebilir. Bu takdirde babasının çocuğu kasden atmış olması da sabit olmalıdır.
7. Lâkitin nafakası ve muhtaç olduğu ilaç parası ve ihtiyaca mebnî veliyyü'l-emr tarafından tezvic edilince zevcesinin mehiri beytü'l-mâlden tediye edilir. İmâm Şâfii'ye göre malı olmayan lâkitin nafakası, beytü'l-mâle âittir. Hanbeli fukahasına göre bu nafaka, beytü'l-mâle âittir. Beytü'l-mâl nafakadan âciz ise cemiyete farz-ı kifaye olur.
8. Lâkite bağlı bulunan bir mal, lâkitin bağlı bulunduğu bir hayvan zahiri hâle binâen lâkite âittir. Lâkitin civarında sahipsiz bulunan mal, lâkite âit olmaz. Mâlikilere göre de lâkite bağlı olan bir mal, lâkite âittir. Fakat bulunduğu yerin altında medfun olan bir mal, lâkite âit olduğuna dâir bir yazı olmadıkça lâkite âit değildir. Şâfiilere göre, lâkitin içinde bulunduğu sahipsiz hâne, dükkân veya ikâmete mahsus bahçe lâkite âittir. Lâkitin nafakası kendi malından veya vakfedilmiş veya vasiyet edilmiş olan mallardan temin edilir. Aksi takdirde beytü'l-mâlden tediye edilir. Hanbeli fukahasına göre multakit, lâkitin malından nafakasına sarf edebilir. Velev ki hâkimin iznini istihsâl etmesin. Fakat İmâm Şâfii'ye göre, hâkim bulunduğu bir yerde onun izni olmaksızın, multakit lâkitin malını, nafakasına sarf edemez. Sarf ederse zâmin olur (tazmin eder). Lâkit, bâliğ olup da sarf edilen meblağın miktarında multakit ile aralarında ihtilâf vâki olsa, söz münfik olan multakitindir.
11.3. LÂKİTLERİN HÜRRİYET İTİBARIYLA VAZİYETLERİ
Lâkit, zahiri hâle nazaran hür sayılır. Hakkında hür olanların ahkâmı câridir. Şu kadar var ki, validesi hakkındaki zina iftirasından dolayı iftira edene ceza lâzım gelmez. Çünkü validesi meçhuldür. Eimme-i Selâse'ye göre de lâkit hür sayılır. Yalnız İmam Mâlik'e göre lâkitin zina hakkındaki şahadeti kabul olunmaz. Çünkü kendisi veled-i zina olmakla müttehimdir. Lâkit, böyle hür olduğundan multakit veya sâir bir kimse, “Bu benim kölemdir veya câriyemdir.” diye iddiada bulunsa, bu iddia beyyineye (delile) mukarin olmadıkça muteber olmaz. Bu şahadetlerin ikamesi, bir Müslim lâkit hakkındaki gayr-i Müslimin iddiası gayr-i Müslim şâhidleriyle sabit olamaz. Fakat iki Müslim şâhid ile sahihtir.
Lâkit bâliğ olduktan sonra, “Ben filan kimsenin kölesiyim.” diye ikrârda bulunsa bakılır: Eğer o kimse bu ikrârı tasdik etmezse lâkit hür olarak kalır, hatta o kimse tasdik ettiği hâlde şahadeti kabul olunmasına mâni ahrar ahkâmından bir şey câri olmuş ise yine ikrârı sahih olmaz. İkrâr sahih olduğu takdirde ise, ikrârı zamanına kadar olan tasarruflarını iptâl hususunda bu ikrârı muteber olmaz, evvelki tasarrufları (hibe, kefâlet, itâk, nikâh gibi) sahih olarak kalır.
İmâm Şâfii'nin iki kavlinden birine göre lâkitin ikrârı, cemi-i ahvalde kabul edilir. Binâenaleyh bu ikrârı ile bütün tasarrufatı münfesih olur. Mukir olan bir lâkit erkek ise, yapmış olduğu nikâh fâsit olur. Duhul vâki olmamış ise üzerine nısf-ı mehir lâzım gelir. Duhul vâki olmuş ise tam mehir lâzım gelir. İkrârı yapan kadın ise nikâh fâsit olur, zevceleriyle araları tefrik edilir. Duhul vâki olmamış ise mehire müstahik olmaz. Duhul vâki olmuş ise, câriyenin mehiri miktarına müstahik olur. Çocukları var ise hür sayılır.
Hanbelilere göre de bir lâkitin rakik (köle) olduğu beyyine ile ispat edilirse, o zamana kadar olan tasarrufatı nakz edilir. Fakat beyyine olmayıp da lâkit, bâdel-büluğ (büluğdan sonra) ikrâr ederse, sahih kavle göre, evvelce hürriyetini ikrâr etmiş veya etmemiş olsa dahi ikrârı kabul olunmaz.
11.4. LÂKİTLERİN İSLÂMİYET İTİBARIYLA VAZİYETLERİ
Herhangi bir lâkitin Müslim sayılıp sayılmaması hususunda bulunduğu mekana itibar olunur. Şöyle ki; bir Müslimin veya bir zimmînin İslâm beldelerinden veya karyelerinden birinde bulduğu lâkit, Müslimdir. Bilâkis bir Müslimin veya bir zimmînin bir kilisede, bir havrada, Müslümanların bulunmadığı bir karyede (şehirde, kasabada) bulduğu lâkit de -sahih olan kavle göre- zimmî sayılır. Fakat İmam Muhammed'den bir rivâyete göre yalnız multakitin hâline itibar olunur, lâkit dinen multakitine tâbi olur. Diğer rivâyete göre de lâkit, herhâlde Müslim sayılır.
Bir lâkit, Dâr-ı İslâm'da ölü bulunursa veya sonra ölür ise dâre (yerine) tebean İslâm sayılacağından gasl olunur, cenaze namazı kılınır, İslâm makberesine defnedilir. Ve bir mahalde katil olarak bulunsa hakkında diyet ve kaseme ahkâmı câri olur.
Mâlikilere göre lâkit, tamamen gayr-i Müslimlere âit bir beldede bulunursa, dâre tebean gayr-i Müslim sayılır, velev ki multakiti Müslim olsun. İki Müslim hanesini ihtiva eden bir karyede bir Müslim tarafından iltikat edildiği hâlde olanlar dahi Müslim addedilir.
Şâfiilere, Hanbelilere göre de Dâr-ı İslâm'da bulunan her lâkit, Müslimdir. Gayr-i Müslimler tarafından işgal edilmiş olan bir İslâm beldesindeki lâkit de, orada velev bir Müslim bulundukça Müslimdir. Meğerki hilâfına beyyine kaim olsun. Öteden beri gayr-i Müslimlere âit olan bir beldedeki lâkit ise, dâre tebean gayr-i Müslimdir.
Dâr-ı İslâm'da iltikat edilen bir lâkit, bâliğ olunca izhar-ı küfretse İslâmiyet'i kabule hapis sûretiyle cebr olunur ise de katl olunamaz. Mâlikilere göre tevbe etmezse katl olunur.
11.5. LÂKİTLERİN NESEB İTİBARIYLA VAZİYETLERİ
Lâkit, mechulün-nesebdir. Binâenaleyh bir kimse çıkıp da “Bu benim oğlumdur veya benim âzadlımdır.” diye bilâ beyyine davada bulunsa, iddiası sahih olur. Nesebi veya velâsı kendisinden sabit olmuş bulunur. Ancak nefsinden tabire kadir, yani mümeyyiz, nesebi tefrik ve idrâk edebilecek bir lâkitin nesebi ise, kendisi tasdik etmedikçe başkasının mücerret iddiasıyla sabit olmaz.
Hür ve Müslim sayılan bir lâkitin nesebini bir köle veya bir zimmî bilâ beyyine iddiada bulunsa, nesebi o köleden veya zimmîden sabit olur. Şu kadar var ki bu iddia, lâkitin hürriyetine, İslâmiyet'ine müessir olmaz. Fakat böyle bir iddia beyyine ile sabit olursa, lâkit multakitine tâbi olur. İmâm Şâfii ve İmâm Ahmed'in kavilleri de bu vechiledir. İmâm Şâfii'nin diğer bir kavline göre lâkit, gayr-i Müslime mücerret iddia ile hem neseben hem de dinen tâbi olur. Ebû Sevr'e göre Dâr-ı İslâm'da bulunan bir lâkitin nesebi gayr-i Müslim lâhik olmaz. Çünkü şer'an İslâmiyet'ine hüküm kaiflere gösterilir, hangisine ilhak ederlerse nesebi ona lâhik olur.
Bir lâkitin nesebini, multakit ile hariçten bir şahıs bilâ beyyine iddia etseler, multakitin iddiası evlâ olur. Velev ki multakit zimmî, o şahıs ise Müslim olsun.
Mâlikilere göre lâkitin nesebi, beyyine bulunmadıkça mücerret iddia ile ne multakitten, ne de başkasından sabit olmaz. Meğerki bu iddianın sıdkına delâlet edecek bir vech bulunsun, kaht ve gâla gibi.
Bir lâkitin nesebini hariçten iki kimse bilâ beyyine iddia ederse, Müslim olan evlâ olur. Köleye, hür tercih edilir. İmâm Şâfii ile İmâm Ahmed'e göre ise lâkitin, Müslim veya rakik olduğuna hükmedilemez. Birisi beyyine getirir ise o muteber olur. İkisi de beyyine getirir ise beyyineler tearuz ile sâkıt olur, yine kaiflere müracaat edilir.
Bir lâkitin nesebini iki kimse iddia edip ikisi de tarih beyan ederek beyyine ikame edecek olsalar lâkitin yaşı hangi tarihe tevafuk ediyorsa, o tarih sahibinin beyyinesi müreccah olur. İkisinin tarihine de tevafuk etmese, İmâm-ı A'zam ile İmâmeyn'e göre bu iki müddeinin de lehine nesebin sübutuna hükmedilir. Sahih olan budur.
Bir lâkitin nesebini iki Müslim veya iki köle veya iki zimmî iddia edip hiçbir sûrette beyyinesi olmayıp sadece birisi lâkitin cisminde bir alâmeti, hakikatine mutabık olarak haber verdiği hâlde diğeri veremese, verenin lehine hükmedilir. İkisi de aynı alâmeti verirlerse, nesebi ikisinden de sabit olur.
Bir lâkitin nesebini bir kadın iddia edince bakılır: Eğer zevci mevcut olup da ikrâr ederse sahih olur. İddiayı tasdik etmediği takdirde, kabilenin veya bir erkek ile iki kadının şahadetiyle hükmedilir. İllâ edilmez.
İmam Şâfii'ye göre kadının bu iddiası bilâ beyyine hiçbir hâlde tasdik olunmaz. İmâm Ahmed'e göre bir kadın, bir lâkitin nesebini iddia edecek olur ise iddiası kabul olunup, lâkitin nesebi yalnız kendisine ilhak edilir, zevcine ilhak edilmez, nitekim bir erkek de böyle iddiada bulunsa aynısı icra olunur. Şâfiilerden bazı zevata göre de böyledir. İmâm Ahmed'den ve Şâfii'den diğer bir kavle göre, kocası yok ise iddiası kabul olunur, kocası var ise onun ikrâr ve rızası olmadıkça lâkitin nesebi sabit olmaz. İmâm Ahmed'den diğer bir kavle göre, kadının kardeşleri veya maruf nesebi var ise bu iddiası bilâ beyyine tasdik edilmez ve illâ tasdik olunur. Müddei, câriye olduğu takdirde de böyledir. Şu kadar var ki, câriyenin neseb hususundaki bu iddiası tasdik edilse de, lâkitin köleliği hususunda tasdik olunamaz.
Bir lâkitin nesebini iki kadın iddia edip de yalnız birisi beyyine ikame etse, neseb buna âit olur. İkisi de beyyine ispat ederse, ikisinden de neseb sabit olur. Bu kadınların her biri “Bu benim şu zevcimden hâsıl çocuğumdur.” diye iddia ve o vechile beyyine ikame etseler, İmâm-ı A'zam'a göre hem o kadınlardan ve hem de kocalarından sabit olur. İmâm Muhammed ve İmâm Ebû Yusuf'a göre bu neseb, hiçbirinden, yani ne o kadınlardan, ne de kocalarından sabit olmaz.
İki kadından biri neseb iddiasına iki erkek, diğeri ise iki kadın şâhid ikame etse, iki erkeğin şahadetine itibar olunur. Bir çocuğun böyle iki kadının iddiasına ayrı ayrı kabileler şahadet etseler, bir rivâyete göre ikisinden de sabit olur, bir rivâyete göre olmaz.
Bir lâkit, mal bırakarak vefat ettiği hâlde bir kimse zuhur ederek kendi oğlu veya kızı olduğunu iddia etse, bu iddiası beyyinesiz tasdik olunmaz.
HAKK'A DÂVET
NASİHAT-I İSLÂMİYYE