ONYEDİNCİ BÖLÜM: DÜNYA NİMET VE DEVLETİNİN BİR İMTİHAN VESİLESİ OLDUĞU

LUGAT A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

17.1. MAL, MANSIB, İLİM, RÜTBE VE ÇEŞİTLİ DERECELERİN VERİLMESİ İLE İMTİHAN OLDUĞUMUZ

A- Sûre-i Bakara Âyet: 155- Andolsun sizi biraz korku, (biraz) açlık, (biraz da) mallardan, canlardan ve mahsullerden yana eksiltme ile imtihan edeceğiz. Sabredenlere (lutf-u keremimi) müjdele.

156- Ki onlar kendilerine bir belâ geldiği zaman, “Biz (dünyada) Allah'ın (teslim olmuş kulları)yız ve biz (âhirette de) ancak O'na dönü-cüleriz.” diyenlerdir. (Bu ümmete verilen şu güzel haslet hiçbir ümmete nasib olmamıştır.)

B- Sûre-i Âl-i İmrân Âyet: 186- Andolsun ki mallarınız ve canla-rınız hususunda imtihana çekileceksiniz. Sizden evvel kendilerine Kitap verilenlerden ve Allah'a eş tanıyanlardan da herhâlde incitici birçok (lâflar) işiteceksiniz. Eğer katlanır, sakınırsanız, işte bu, hadiselere karşı (gösterilmiş) bir azm(-u metanet)dendir.

C- Sûre-i En'âm Âyet: 165- O, sizi (Ey Peygamberin ümmeti!) yer(yüzün)ün halifeleri yapan, size verdiği şeylerde sizi imtihana çekmek için kiminizi derecelerle kiminizin üstüne çıkarandır. Şüphe yok ki Rabbin, cezası pek çabuk olandır ve muhakkak ki O, hakkıyla yarlığayıcı, hakkıyla esirgeyicidir.

D- Sûre-i Ankebût Âyet: 2- İnsanlar (yalnız) inandık demeleriyle bırakılıvereceklerini, kendilerinin imtihana çekilmeyeceklerini mi sandı-(lar)? (İman ettikleri için türlü işkencelere maruz kalan Müslümanlar hakkında nâzil olmuştur ki, bütün iman edenlere şâmildir.)

3- Andolsun, Biz onlardan evvelkileri de imtihan etmişizdir. Allah, elbette sâdık olanları da bilir, elbette yalancı olanları da bilir.

E- Sûre-i Zümer Âyet: 49- İnsana bir zarar dokunduğu zaman Bizi çağırır (yalvarır). Sonra kendisine Bizden bir nimet verdiğimiz vakit “Bu, bana ancak bilgi(m)den dolayı verilmiştir.” der. Hayır bu, bir imtihandır. Lâkin onların çoğu bilmezler. (O nimetin verilmesinin bir istidrac, bir imtihan olduğunu idrak etmezler.)

F- Sûre-i Muhammed Âyet: 31- Andolsun sizi imtihan edeceğiz (cihad emriyle ve diğer meşakkatli tekliflerle). Tâ ki içinizden müca-hidleri ve sabr-u sebat edenleri belirtelim. Haberlerinizi (muharebe ve diğer hususlarda itaat veya isyanlarınızı) açıklayalım. (Dileriz Mevlâdan ki ağır suallere muhatab tutup bizi imtihan buyurmasın, yoksa rüsvay oluruz.)

17.2. DÜNYA HAYATINI (DÜNYA İÇİN) İSTEYENE DÜNYADA VERİLECEĞİ VE FAKAT ÂHİRETTE NASİBİ OLAMAYACAĞI

A- Sûre-i Hûd Âyet: 15- Kim (yalnız) dünya hayatını ve onun ziynet (ve ihtişam)ını arzu ederse, onların yaptıklarının (çalıştıklarının) karşılığını burada tamamen öderiz. Onlar bu hususta bir eksikliğe de uğratılmazlar.

B- Sûre-i Şûra Âyet: 20- Kim âhiret ekimi dilerse (âhiret sevabını kazanacak iyi niyet ve iyi amel ve hareketlerde bulunursa. Cenâb-ı Hakk sevabı ekime teşbih buyurmuştur. Çünkü sevab, dünyadaki salih amel ile hasıl olan bir faidedir. Onun için “Dünya, âhiretin tarlasıdır.” denilmiştir.) Onun ekinini artırırız. (Sevabını bire karşı ona, yedi yüze ve daha fazlasına kadar artırır.) Kim de (sadece) dünya ekimini isterse ona da (yalnız) bundan veririz. Âhirette ise onun hiçbir nasibi yoktur.

C- Sûre-i Ahkâf Âyet: 20- Kâfirlere, ateşin karşısına (getirilerek) gösterileceği gün, (denilir ki): “Siz bütün zevkleri(nizi) dünya hayatınız içinde (yaşayıp) bitirdiniz. Bunlarla safa sürdünüz (artık size burada zevk ve lezzet nâmına bir şey kalmadı). İşte yer(yüzün)de haksız yere kibirlenmekte ve fısk(-u fücur)a sapmakta olmanıza mukabil bugün horluk azabıyla cezalandırılacaksınız.”

17.3. YARATILAN HER ŞEYDEN İMTİHAN OLUNACAĞIMIZDAN DOLAYIDIR Kİ, ZİYNET (SÜS) VERİLDİĞİ VE BUNLARIN BİZE SEVDİRİLDİĞİ

A- Sûre-i Âl-i İmrân Âyet: 14- Kadınlara, oğullara, yığın yığın birikti-rilmiş altın ve gümüşe, salma güzel atlara, (deve, sığır, koyun, keçi gibi) hayvan-lara, ekinlere olan ihtiraskârâne sevgi insanlar için bezenip süslenmiştir. Bunlar, dünya hayatının (geçici) birer faidesidir. Allah(a gelince) nihâyet dönüp varılacak yerin (cennetin) bütün güzelliği O'nun yanındadır, nezdindedir.

B- Sûre-i Kehf Âyet: 7- Biz yeryüzünde olan şeylere, onlara mahsus birer ziynet verdik, (insanların) hangisinin ameli daha güzel, onları imtihan edelim diye.

8- Bununla beraber Biz onun üstünde olan şeyleri elbet kupkuru bir toprak yapanlarız. (Bir bahara bakınız, bir de kışa. Arza ve onun üzerindeki sayılan her şeye. Ziynet bunun gibi verilmiştir. Baharı kışla helâk eden Allah, o sayılan ziynetlerin sahiplerini de dilerse böyle muhabbetsiz, zevksiz kılabilir de kimse kadınlara, mallara, paralara, hayvanlara ve ekinlere karşı bir sevgi hissedemez. Fakat imtihana tâbi tutmuş olduğundan böyle murad etmemiştir. Bununla beraber güzeli bir anda bir hastalıkla çirkin yapmakta, güzel bir genç kızı zamanla ihtiyarlık hâline getirerek, üzerindeki bütün şehveti almaktadır. Hatta o yaşlı kadınları gördüğümüz zaman tiksinmekteyiz. Bütün sayılan nimetlerin hepsi de böyledir. Tafsiline geçersek söz çok uzar.)

17.4. ÂHİRETTE NE MAL, NE EVLÂDIN BİR FAİDE VEREMEYECEĞİ, ANCAK KÜFÜR VE NİFAKTAN SALİM OLMUŞ BİR KALB İLE GİDEN-LERİN MÜSTESNA TUTULDUĞU

Sûre-i Şuarâ Âyet: 88- “ O günde ki ne mal faide eder, ne de oğullar.”

89- “Meğerki Allah'a (küfr-ü nifaktan) tamamen salim bir kalb ile gelenler ola.” (“Kalb-i selim” şek ve şirkten ârî ve hâlis kalbdir ki, o da mü'minin kalbidir. Bazıları Kalb-i selim'e “Bid'atlardan salim, sünnet-i Resûle mutmain olan kalbdir.” diye mâna vermiştir.)

17.5. DÜNYA HAYATININ METAININ GEÇİCİ VE EĞLENCEDEN İBARET OLDUĞU, ÂHİRETİN İSE DEVAMLI VE DAHA HAYIRLI OLDUĞU

A- Sûre-i En'âm Âyet: 32- Dünya hayatı bir oyundan, bir oyalanmadan başka bir şey değildir. (Hz. Ali'ye -ra- “Dünya nedir?” diye sormuşlar, “Seni Mevlâdan alıkoyan her şey!” demiştir.) Âhiret yurdu ise sakınacaklar (takvaya erecekler) için elbet daha hayırlıdır. Hâlâ aklınız başınıza gelmeyecek mi?

B- Sûre-i Kasas Âyet 60- Size verilen her şey dünya hayatının (geçici) metaıdır, onun süsüdür. Allah nezdinde olan şeyler ise hem daha hayırlı, hem daha devamlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız? (Bu âyet-i kerimeye müsteniden İbn-i Abbas -ra- der ki: “Cenâb-ı Hakk dünyayı yarattı, onun halkını da mü'min, münâfık ve kâfir olmak üzere üç sınıfa ayırdı. Mü'min, dünyada âhiret azığını hazırlar; münâfık, lükse sapar; kâfir ise yalnız maddi faide arar.” demiştir.)

C- Sûre-i Ankebût Âyet: 64- Bu dünya hayatı bir eğlenceden, bir oyundan başka (şey) değildir. Âhiret yurdu(na gelince) Şüphe yok ki o, (asıl) hayatın tâ kendisidir, (bunu) bilmiş olsalardı. (Dünyayı o bâkî hayata tercih etmezlerdi.)

D- Sûre-i Şûra Âyet: 36-39- Size verilen şey (dünya bolluğu) dünya hayatının (geçici birer) faidesidir. Allah indinde olan (sevab) ise daha hayırlı, daha süreklidir. (Bu sevablar) iman edip de ancak Rablerine güvenip dayanmakta, büyük günâhlardan ve fahiş kötülüklerden kaçınmakta, öfkelen-dikleri zaman bizzat (kusurları) örtmekte (bağışlamakta) olanlara, Rablerinin (tevhid ve ibadete âit dâvetine) icabet edenlere, namaz(ların)ı dostdoğru kılanlara -ki bunların işleri aralarında müşavere (ile)dir- kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden (Allah'a taat uğrunda) harcamakta bulunanlara, kendilerine tagallûb ve zulüm vâki olduğu zaman elbirlik (mazluma) yardım eyleyenlere mahsustur.

E- Sûre-i Hadîd Âyet: 20- Bilin ki (âhiret kazancına yer vermeyen) dünya hayatı ancak bir oyundur, bir eğlencedir, bir süstür, aranızda bir öğünüştür. Mallarda evladlarda bir çoğalıştır. (Bunun) misali, bitirdiği nebat ekicilerin hoşuna giden bir yağmur gibidir. (Fakat) sonra o (nebat) kurur da sen (onu) sapsarı bir hâle getirilmiş görürsün. Sonra da o, bir çerçöp olur. Âhirette çetin azab vardır. (Dünya hayatını âhiret hayatına tercih edenler için.) Allah'tan mağfiret ve rıza vardır. (Dünya hayatını âhiret hayatına tercih etmeyenler için.) Dünya hayatı(ndan faidelenmek) bir aldanış faidesinden başka (bir şey) değildir.

Not: “Dünya” kelimesi دُنُوٌّ “Dünuvv (yakınlık)”tan gelen أَدْنىَ “Ednâ (çok yakın)”ın müennesidir. Öyle denilmesi, mukabili olan âhirete nispetle çok yakın olmasındandır. Bu âyet, asıl dünyayı değil, dünyanın kötü taraflarını izah etmekte, onlardan kaçınılmasını tavsiye eylemektedir. Çünkü dünya da, dünyada olanlar da beyhude yaratılmamışlardır. Dünya hayatı mezmum değildir. Kötü olan; onu Allah'a ve Peygambere itaate, güzel amellere sarf etmemek, âhireti, insanlığı unutup, sırf dünyaya ve dünyanın fenalıklarına tapmaktır.

17.6. İŞ HAYATININ AKSAMAMASI VE İNSANLARIN AZGINLAŞ-MAMASI İÇİN İNSANLARIN DÜNYALIK BAKIMINDAN MUHTELİF (BİRBİRİNDEN FARKLI) ZENGİNLİĞE SAHİP KILINDIĞI

A- Sûre-i Şûra Âyet: 27- Eğer Allah (bütün) kullarına (müsâvât üzere) bol rızık verseydi, yer(yüzün)de muhakkak ki taşkınlık ederler, azarlardı. Fakat O, ne miktar dilerse (rızkı o kadar) indirir. (Bazılarına bol, bazı kullarına da az miktar da rızık verir.) Şüphe yok ki O, kulların(ın her hâlin)den hakkıyla haberdardır, (her şeyi) kemâliyle görendir.

B- Sûre-i Zuhruf Âyet: 32- Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırı-yorlar! (Kur'ân filanlara inse idi diyenlere) dünya hayatında onların maîşet-lerini bile aralarında (onlar değil) Biz taksim ettik. Kimini derece derece diğer kiminin üstüne çıkardık ki, bir kısmı bir kısmını iş adamı edinsin. (İşte ancak bu sûretle aralarında kaynaşma ve birleşme hâsıl olur. Ve bu sayede âlemde nizam teessüs edilebilir. Ne zenginin zenginliği cihetinden bir kemâli vardır. Ne de fakirin fakirlik bakımından bir eksikliği vardır.) Rabbinin rahmeti onların toplayageldiklerinden daha hayırlıdır.

Not: Allah-u Teâlâ beşeri nizamın tesisi için kimini âlim, kimini câhil, kimini zengin, kimini fakir, kimini kavi, kimini zayıf, kimini patron, kimini amele yapmıştır. Bu hususta dahi kimsenin bir rolü yoktur. Eğer rızık, hakikatte mülk olsaydı hayvânât aç kalırdı. Çünkü onlar için mülk mutasavver değildir. İnsanlar arasında yalnız rızıkta değil, kuvvette, zaafta, ilimde, cehilde vesâirede tefâvüt vardır. Bütün bunlarda müsâvilik tasavvur edilsin, o vakit kimse kimseye hizmet etmez. Dünyanın nizamı bozulur, âlem harab olur.

17.7. DÜNYA HAYATINA ALLAH-U TEÂLÂ'NIN ASLÂ İLTİFAT ETMEDİĞİ, ESAS OLANIN ÂHİRET HAYATI OLDUĞU; TÛL-İ EMEL VE DÜNYA ZİYNETİNDEN FERAGAT ETMEK GEREKTİĞİ, KÂFİRLERE DÜNYALIĞIN NEDEN AZ VERİLDİĞİ

Sûre-i Zuhruf Âyet: 33- Eğer (bütün) insanlar (küfre imrenecek) bir tek ümmet hâline gelmeyecek olsaydı, O çok esirgeyen (Allah)a küfreden kimselerin evlerinin tavanlarını, üstünden çıkacakları merdivenleri.

34- Odalarının kapılarını, üzerine yaslanacakları tahtaları hep gümüşten yapardık.
35- (Onları) Altın ziynetler(e boğardık). Bunların hepsi dünya hayatının geçici metâından başka şeyler değildir. Âhiret (saadeti) ise Rabbinin indinde (ancak küfür ve meâsîden) kaçınanlara mahsustur. (Bunda hakikî büyüklüğün dünya büyüklüğü değil, âhiret büyüklüğü olduğuna delâlet vardır.)

17.7.1. Dünya Ziynetine Muhalefet Etmenin Gerektiği

Buharî Hadis No: 1138- İbn-i Ömer'den (ra) şöyle rivâyet edilmiştir. Müşârûnileyh demiştir ki: (Bir kere) Nebi (sav) kızı Fatıma'nın (rha) evine gelmişti de Fâtıma'nın yanına girmemişti. Sonra Ali geldi (Fatıma'yı mukedder gördü) Fâtıma da ona vâkıayı anlattı. Ali, Nebi'ye (sav): “Yâ Resûlallah! Evimize gelip de Fatıma'nın yanına girmemeniz kederlendirmiştir.” diye vâkıayı ârzetti. Aleyhissalâtu vesselâm: “Hakikaten ben (geldim, fakat) onun kapısında türlü renklerle nakışlı bir perde gördüm.” diye hikâye etti ve: “Benimle (bu ziynetli) dünya arasında ne münâsebet var?” buyurdu. Ali (ra) Fâtıma'ya gelip bunu nakletti. O da: “Resûlullah bu perde hakkında ne dilerse onu bana emretsin.” dedi. (Fâtıma'nın bu sözü Resûlullah'a erişince): “Fâtıma bu perdeyi muhtaç bir aile sahibi olan fûlana gönder.” buyurdu.

17.7.2. Dünya Nimetleri Yüzünden Fitneye Uğrayanların Sonunun Felaketlerle Neticeleneceği

Buharî Hadis No: 1306- Ensârdan Amr ibn-i Avf'tan rivâyet olunduğuna göre Resûlullah (sav): (Bahreyn'den gelen cizye mallarına sevinen ashâba hitaben) “Şâd olunuz ve sizi sevindirecek nimetleri (bundan böyle her zaman) umunuz. Vallahi (bundan sonra) size fakr-ü ihtiyaç geleceğinden hiç korkmam. Fakat sizin için korktuğum bir şey varsa o da sizden önce gelip geçen ümmetlerin önüne dünya (nimetleri)nin yayıldığı gibi, sizin önünüze de yayılarak, onların biribirine hased ettikleri ve nefsaniyet güttükleri gibi, sizin de birbirinize düşmeniz ve onların helâk oldukları gibi sizin de mahvolup gitmenizdir.” diye ümmeti intibâha dâvet etmiştir.

17.7.3. İnsanın Dünya Sevgisi ve Uzun Ömür İsteği Olduğu

Buharî Hadis No: 2021- Yine Ebû Hüreyre'den (ra) rivâyete göre, Nebi'nin (sav) şöyle buyurduğunu işittim, demiştir: “İhtiyar gönlü, iki huyda her zaman genç bir hâlde bulunur: Dünya sevgisi ve uzun ömür.”

Bu rivâyetin metni ve tercümesi şöyledir: “Âdemoğlu yaşlanır, büyüdükçe iki huyu da beraber büyür: Mal sevgisi, uzun ömür temennisi.”

İnsanoğlunun tûl-i emel ile yaşarken günün birinde ecelin pençesine düştüğünü tasvir eden bir hadis-i şerifi de Buharî bu bâbında şöyle rivâyet ediyor: Abdullah ibn-i Mesud (ra) der ki: Bir kere Resûl-i Ekrem bir murabba' resmetti. Bu murabba'nın ortasında da başkaca birtakım çizgiler çizdi. Bu ortadaki hat tarafına da murabba' haricinde küçük çizgiler çizdi. Sonra (bize bu hatları izah ederek) “Bakınız!” dedi, “şu ortadaki çizgi insandır, bu murabba' da insanı her taraftan kuşatan ecelidir. Murabba' haricindeki hat da emelidir. Küçük çizgiler de insanı istihdaf eden âfetlerdir (ki insan hayatı bunların nişangâhıdır). İmdi insana şu âfet (oku şaşar da) dokunmazsa bir başka âfet isabet eder. O âfet de dokunmazsa öbürüsü dokunur. (Ecel gelir, hayat-ı beşer sona erer.)” Hadiste zikrolunan büyük küçük hatlar ve çizgiler müteaddit şekillerde hadis şarihleri tarafından resmolunmuştur. Bizce hadisin mazmununa en uygun olanı şudur:

ecel
tûl-i emel insan

âfât

Buharî Hadis No: 2025- İbn-i Abbas'tan (ra) Nebi'nin (sav) şöyle buyur-duğunu işittim, dediği rivâyet olunmuştur: “Âdemoğlunun iki dere dolusu malı olsa bir üçüncüsünü ister. Âdemoğlunun (muhteris) gönlünü topraktan başka bir şey dolduramaz. Şu kadar ki (ihtirastan nefret edip) tevbe eden kişinin tevbesini Allah kabul eder.”

Bu hadisi, Buharî, mal fitnesinden sakınılması başlığıyla açtığı bir bâbında rivâyet etmiştir. Birçok vesilelerle yukarıda izah etmiştik ki, İslâm dini mal kazanmaktan ve ihtiyaç zamanı için mal iddihârından menetmiş değildir. Teşvik etmiştir. Zenginliğin, fakirliğin sahibinin hâl ve hareketine göre, her ikisinin iyi cihetleri de vardır, fena cihetleri de. Zenginliğin bir fena ciheti, bu hadis-i şerifte bildirildiği üzere, ihtiras derecesinde insanlık faziletine engel nev'idir. Nasıl ki bu bâbın Buharî'deki birinci hadisinde bu muhterisler zemmedilerek: “Altın, gümüş para ve kadife ve hamîsa denilen fâhir elbise kulu olan kişiler sürünsün, kahrolsun. Böyle menfaat düşkünlerine kâr verilirse memnundur, verilmez de ziyan ederse, Allah'ın hüküm ve takdirine kızar, isyan eder.” buyrulmuştur.

Bu hadisteki “Altın, gümüş, fâhir elbise kulu” tabirinden bu servet ve ihtişama âzâd kabul etmez bir köle gibi bağlanan ve hayırdan, içtimâi yardımdan uzaklaşan rikkat-i mucib ve yufka yürekle acınacak hâllerdir.

Müellif bu bâbında Abdullah ibn-i Ömer'den şu meâldeki bir hadisi rivâyet ediyor. İbn-i Ömer der ki: Bir kere Resûlullah (sav) omzumu tutup bana: “Ey Abdullah! Dünyada sen, garip kimse gibi yahut yolcu gibi (halktan, ihtirastan âzâde) yaşa.” buyurdu. (İbn-i Ömer'in râvîsi Mücahid der ki:) İbn-i Ömer de şöyle vasiyet ederdi: “Ey Mü'min! Akşama eriştiğinde (Dünya, âhiret işlerini gör) sabahı gözleme; sabaha eriştiğinde de akşamı gözleme, (İşlerimi akşama görürüm, deme). Sıhhatinden bir kısmını hastalık zamanına ayır, hayatından bir kısmını da ölümün için faydalı kıl.”

İnsan ömrünün haiz-i kıymet olduğu, boş vaktinin israf edilmeyip değerlen-dirilmesi nazar-ı dikkati mucib bir meseledir. Bu cihetle Resûlullah şöyle
buyurmuştur:

Buharî Hadis No: 2020- Ebû Hüreyre'den (ra) rivâyete göre Nebi (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teâlâ altmış yaşına kadar (yaşatıp) ölümünü geri bıraktığı (hâlde yaratanı ve yaşatanı tanımayan) kimsenin özrünü izâle ve reddeder.”

Müellif Buharî hadisinin bâbında unvan olarak Fâtır sûresinin 36'ıncı âyetinin şu meâldeki bir cümlesini zikr etmiştir: “(Gafiller) Duygulu bir kimsenin düşünüp (Allah'ı) bileceği kadar bir zaman, sizi ömürlü kılmadık mı? Hâlbuki size
peygamber de gelmişti (irşad etmişti).”

Zemahşeri bu âyet-i kerime “Gafil yaşayan ve hâlini, şânını ıslah etmeyen kimseleri tevbihi muhtevidir.” diyor ve başa kakılan bu tevbihin uzun (çok) yaşlılar hakkında daha büyük olacağına işaret ediyor.

Allah'ı bilmek ve dinî, dünyevî hayır, saadet yollarını öğrenmek için tecrübe zamanı demek olan bu müddet, hadis-i şerifte altmış yaş olarak tahdit olunmuştur ki, artık bu yaşa varan kimsenin kusurları hakkındaki özürleri Allah divanında kabul olunmuyor. Ancak tevbe ve istiğfar etmek ve bütün varlığıyla Hakka yönelmek yolu bulunuyor. Bu tecrübe müddeti hakkında müteaddit rivâyetler vardır; Mesruk kırk, Mücâhid, İbn-i Abbas'tan kırk altı, İbn-i Abbas'tan -diğer rivâyette- yetmiş olduğu rivâyet edilmiştir. Bu yaşlar, itizarın münteha-yı haddi oluyor. Yalnız istiğfar divanı açık bulunuyor.

17.7.4. Tûl-i Emel (Dünya Sevgisi)

Buharî Hadis No: 2164- Abdullah (ibn-i Mesud)'dan (ra) şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Bir kere Nebi (sav) (Toprak ve kum üzerine değnekle zaviyeleri müsâvi) bir murabba' resmetti. Sonra (mebdei) murabbâ'ın ortasında olarak murabba' haricine uzanan bir hat resmeyledi. Sonra bu hattın ortasından itibaren bu ortadaki hatta istinad eden birtakım küçük hatlar resmetti.

ecel
tûl-i emel insan

âfât

Sonra Resûl-i Ekrem (bu resimleri tarif ederek): Şu (murabbâ'ın ortasındaki uzun) hat insandır. Şu (murabbâ) da ecelidir, her tarafından onu ihata etmiştir. Şu murabba' dışında uzanan hat da insanın emelidir. Şu ufak çizgiler de insana ârız olan âfetler ve musibetlerdir. İmdi insana şu âfet (oku) şaşırır (da dokunmazsa) öbür âfet oku isabet eder. O da şaşırırsa en sonu ecel (denilen mevt-i tabii) yakalar.

Emel, uzun ömür ve bol mal zenginliği gibi nefsin hoşlandığı şeyleri ricadır ve ümitlenmektir ki, Türkçe'de “Umma” tabir olunur. Şu hâlde bu unvanın mânası: “Boş kuruntular ve ümitlerle avunup müsbet vazifeleri ifadan uzaklaşmak.” demek olur. Bu mânaca mezmum emelin, tûl-i emel tabir olunan ve bir ümit silsilesiyle avunmaktan ibaret olan tevârûd-i âmâl şekli vardır ki, bu daha mezmumdur.

Mâna cihetiyle emele yakın olan ve dilimizde çok kullanılıp Türkçeleşmiş bulunan “Temenni, rica” tabirlerini görüyoruz; ancak bu üç tabir arasında şu fark vardır: Emel ile temenni arasındaki fark: Emel, sebeb-i vücûdu mukaddem olan ümittir. Temenni ise, bunun aksine muahhar olandır. Bazı lisan âlimleri de: “Emel, bir kişinin husûlü mümkün olan şeyi tahsil etmek istemesidir. Husûl olmayınca kişi o arzu ettiği şeyi temenni eder.” diye bir fark bildirmişlerdir. Ricaya gelince, bu da: Gönlün sevdiği bir şeye -müstakbelde hâsıl olması için- takılmasıdır. Bu cihetle rica, sahibi için bir hasisa-i fâzıladır, memduhtur. Temenni ise, emel gibi mezmumdur.

İfa-i hayra, temin-i ma'işete masruf emeller âmâl-i hayriyedir. Eğer insanda emel seciyesi bulunmasaydı, hiçbir kimse maişetini temin edemezdi. Bu nev'i uzun emeller olmasaydı bunca müellefât meydana gelir mi idi?

Müellif Buharî, Abdullah ibn-i Mesud'un bu hadisinin unvanında Âl-i İmrân sûresi'nin 185'inci âyet-i celîlesini zikretmiştir: “Herkes ölüm acısını tadacaktır. Acılarımızın ecirleri ancak kıyâmet günü ifa olunacaktır. O gün kim ki ateşten uzaklaştırılır da cennete konulursa, işte o bahtiyar, necat bulup, muradına ermiştir. Yoksa dünya hayatı hiç şüphesiz aldatıcı, hileli, kalp (sahte) bir metâdan ibarettir.”

Şarih Kirmani “Bu âyetin emel ve tûl-i emel unvanına mutabakat noktası, âyetteki ‘dünya hayatının bir gurur metâı olduğu’ fıkrasıdır ki, bununla emelin bir hiçten ibaret olduğu bildirilmiş oluyor.” diyor.

Âl-i İmrân'ın bu âyetinden sonra da Buharî Hicr sûresinin 3'üncü âyetini zikretmiştir ki, meâli şöyledir: “Habibim, Kur'ân'ı inkâr eden şu kâfirleri bırak, yesinler (behimi arzularından) müstefid olsunlar, (dünyada serbest yaşayacağız) emeli onları oyalasın. Onlar sonra (başlarına gelecek ukûbeti görüp) bilecekler.”

Görülüyor, ki her iki âyet-i kerimede işaret ve zikrolunan emeller şerre masrûf olan ve sırr-ı hilkatinden bihaber bulunan kâfirlerin emelleridir.

Bu âyetlerden sonra Buharî bu unvanında Hz. Ali'nin (ra) bir hadisini mevkuf bir tarik ile şu meâlde rivâyet etmiştir: “Ey mü'minler! Dünya arkasını çevirerek -yel gibi esip- gitmekte, âhiret de karşılayarak aynı süratle gelmektedir. Bu iki âlemin insanlar arasında çocukları vardır. Ey Müslümanlar! Siz âhiretin zâde-i fazileti olunuz, dünyanın ibn-i zamanı olmayınız. Bu dünya iş günüdür, hesab günü değildir. Fakat yarın âhiret hesab günüdür, iş günü değildir.” (Buharî)

Buharî'nin mevkufen rivâyet ettiği Hz. Ali'nin bu hadisini, Abdullah ibn-i Mübarek ile İbn-i Ebi Şeybe, Ebû Nu'aym Hazreti Ali'ye müntehi müteaddit tarik ile ve şu ziyade ile şöyle rivâyet etmişlerdir: Hz. Ali der ki: “Müslümanlar! Hakkınızda en çok korktuğum şey, hevâ ve arzunuza uymanız ve tûl-i emeldir. Hevânıza ve nefsinizin arzusuna uymak sizi haktan çevirir; tûl-i emel de âhireti unutturur.”

17.8. CENNETE GİRMENİN TEMİNATININ, DÜNYA HAYATININ SIKINTI VE YOKSULLUK HÂLİNE KATLANMAK OLDUĞU

Sûre-i Bakara Âyet: 214- (Ey mü'minler!) Yoksa siz, sizden evvel geçenlerin hâli başınıza gelmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluk(lar) ve sıkıntı(lar) gelip çattı ve (çeşitli belâlarla) sarsıldılar ki, hatta peygamber(leri) maiyetindeki mü'minlerle birlikte: “Allah'ın yardımı ne zaman?” diyordu. Gözünüzü açın: Allah'ın yardımı yakındır muhakkak. (Ashâb-ı kirâmın Âhzâb muharebesinde çektikleri çetin sıkıntılar üzerine nâzil olmuştur.)

17.9. ALLAH-U TEÂLÂ'NIN DÜNYA HAYATINDA DİLEDİĞİNİN KADRİNİ YÜKSELTECEĞİ, MÜLKÜ DİLEDİĞİNDEN ALIP DİLEDİĞİNE VERECEĞİ VE İSTEDİĞİNİ VEZİR, İSTEDİĞİNİ DE REZİL EDECEĞİ

Sûre-i Âl-i İmrân Âyet: 26- (Habibim) De ki: “Ey mülkün sahibi Allah! Sen mülkü kime dilersen ona verirsin, mülkü kimden dilersen ondan alırsın. Kimi dilersen onun kadrini yükseltir, kimi dilersen onu alçaltırsın. Hayr (şeriatın ve salim aklın beğendiği), yalnız Senin elindedir. Şüphesiz ki Sen her şeye hakkıyla kâdirsin.”

Not: “Hayr” “Şerr”in zıddı; bazıları “Ona mutlaka halkın gönlünün aktığı, beğenip sevdiği şey; akıl, ilim, mal, adalet, iyilik gibi” diye tarif etmişler. Bu tarife göre “hayr” herkesin rağbet ettiği şey demek olur. Hayr iki kısımdır:

1. Mutlak (bağımsız, şartsız) hayr: Her hâlde, herkesin katında rağbet edilen, arzu edilen şey, cennet gibi. (“Şerr” de bu sûretle ikiye ayrılır, cehennem gibi).

2. Mukayyed (bağlı) hayr: Bazılarınca hayr olan şey diğer bazılarınca şerr olabilir. Çok mal gibi. Istılahta hayr, şeriatın ve salim aklın beğendiği şeydir. İbn-i Abbas (ra) der ki; “Hayr'ın mânasını Allah'tan başka kimse bilmez.”

17.10. DÜNYA HAYATINDA REFAH İÇİNDE EĞLENİP HAKKI UNUTANLARIN AKIBETİNİN CEHENNEM OLDUĞU

Sûre-i Âl-i İmrân Âyet: 196- (Allah'ı ve Peygamberi) Tanımayanların (refah içinde) diyar diyar dönüp dolaşması, zinhar seni aldatmasın. (Bu ve emsali âyetlerin muhatabı, Resûl-i Ekrem -sav- vasıtasıyla bütün mü'minlerdir.)

197- Azıcık bir faidedir (O). Sonunda varıp sığınacakları yer cehennemdir. O, ne kötü yataktır!

17.11. VERİLEN NİMETLERE ŞÜKRETMEYİP TEKFİR EDENLERİN SIFATLARI

A- Sûre-i İsrâ Âyet: 83- İnsana nimet verdiğimiz zaman (sağlık ve bolluk verdiği zaman, zikrullah'tan), yüz çevirip yan çizer. Ona şerr (hastalık ve fakirlik) dokununca da pek ümitsiz olur. (Allah'ın rahmetinden ümidini keser.)

B- Sûre-i Rûm Âyet: 36- Ne zaman insanlara bir rahmet tattırdı isek onunla şımarmışlardır. Kendi ellerinin öne sürdükleri (günâhlar) yüzünden onlara bir fenalık isabet edince de hemen onlar, (Allah'ın rahmetinden) ümitlerini kesiverirler. (Mü'minin şânı; nimet zamanında şükretmek, şiddet ve sıkıntı zamanında da Rabbinin lutf-u rahmetini niyaz ve ümit eylemektir.)

17.12. KUR'ÂNDAKİ BU HİKMETLERİ YALAN SAYANLARIN CEZAYA UĞRAYACAĞI

Sûre-i Kalem Âyet: 44- Artık bu sözü (Kur'ân’ı) yalan sayanları bana bırak (sen üzülme Habibim). Biz onları, kendilerinin bilmeyecekleri bir cihetten, derece derece azaba yaklaştırıyoruz.

Not: Derece derece azaba yaklaştırmaya istidrac denilir ki bu, bir kul günâhını tazeledikçe, Cenâb-ı Hakk'ın onun sıhhatini, ikbâlini, devlet ve nimetini artırması, onun şükrünü, tevbesini, istiğfarını unutturması, bu sûretle onu gazab ve azabına derece derece yaklaştırması ve nihâyet ansızın onu yakalaması demektir. Bir kulun masiyetlerinde, günâhlarında devam ve ısrar etmesine rağmen, Allah'ın ona dünyada ne arzu ederse vermesi, o kul için rahmet değil, azaba delâlet eden bir istidrac hâlidir.

17.13. MUTLAK RIZK SAHİBİNİN ALLAH OLDUĞU VE RIZKIN İNEN KAPISI BULUNDUĞU

A- Sûre-i Hûd Âyet: 6- Yerde yürüyen hiçbir canlı hariç olmamak üzere rızıkları Allah'ın üstünedir. Onların duracak yerlerini de, emanet edilen yerlerini de (sulbde, rahimde) O bilir. (Bunların) hepsi (ve bütün hâlleri) o apaçık Kitap'tadır (Levh-i Mahfuz'da).

B- Sûre-i Ankebût Âyet: 60- Nice canlı mahlûk vardır ki, rızkını kendisi taşımıyor. Onu da, sizi de Allah rızıklandırıyor. O, hakkıyla işiten, kemâliyle bilendir.

C- Sûre-i Duhân Âyet: 29- Ne gök, ne yer onların üstüne ağlamadı. Onlara (aman, ve) mühlet verilmedi.

Not: Bir hadis-i şerifte “Her mü'minin mutlak iki kapısı vardır. Bir kapı-sından onun ameli yükselip çıkar. Öbür kapısından da rızkı iner. Artık o ölünce bu iki kapı ona ağlar.” Bundan sonra Resûl-i Ekrem (sav) bu âyeti okumuştur. (Tirmizi, Enes bin Mâlik -ra-) Bu âyet-i kerime de Firavun ve ehlinin denizde boğulması sebebiyle beyan buyrulmuştur ki, “Gök ancak mü'minler için ağlar, kâfirler için değil.” demektir. Hadis-i Nebevî âyeti tefsir etmiş bulunduğundan, mevzuun tevsiine mecbur olduk.

17.14. HEM DÜNYA İÇİN, HEM ÂHİRET İÇİN ÇALIŞMANIN LÂZIM GELDİĞİ VE FAKAT DÜNYA HAYATINI ÂHİRET HAYATINA TERCİH ETMEMEK GEREKTİĞİ, VERİLEN HER NİMETTEN SORULACAĞI

A- Sûre-i Kasas Âyet: 76- Filhakika Kârun Musa'nın kavmindendi. (Amcazâdesi idi. Güya ona iman da etmişti.) Fakat onlara karşı serkeşlik etti o. Biz ona öyle hazineler verdik ki, anahtarları(nı taşımak bile) güçlü kuvvetli büyük cemaate ağır geliyordu. O vakit kavmi (mü'minler) ona şöyle demişti: “Şımarma! Çünkü Allah şımarıkları sevmez.”

77- “Allah'ın sana verdiği (maldan harcayıp) âhiret yurdunu ara. Dünyadan nasibini de unutma. Allah'ın sana ihsan ettiği gibi sen de (insan-lara sadaka vererek) ihsanda bulun. Yer(yüzün)de fesat arama. Çünkü Allah fesatçıları sevmez.”

78- (Kârun) Dedi ki: “Bu (servet) bana ancak bende olan ilimle (ilim sayesinde) verilmiştir.” (Musa ve Harun'dan -as- sonra İsrail-oğulları içinde Tevrat'ı en iyi bilen o idi.) (O, mademki âlimdi) kendisinden evvelki nesillerden kuvvetçe ondan daha üstün, cemiyetçe (malca veya cemaatçe) daha kesretli kimseleri Allah'ın hakikaten helâk etmiş olduğunu bilmedi mi? Mücrimlerden günâhları sorulmaz. (Çünkü Allah-u Teâlâ sormaya muhtaç değildir. Her şeyi bilir.)

79- Derken ziyneti (debdebesi) içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzu edenler: “N'olurdu” dediler, “Kârun'a verilen (şu servet) gibi bizim de (malımız) olsaydı. O, hakikaten büyük nasib sahibidir.”

80- Kendilerine ilim verilenler de (dünyanın fâni, âhiretin bâkî olduğunu bilenler şöyle) dedi: “Yazıklar olsun size. Allah'ın sevabı, iman ve iyi amel (ve hareket) eden kimseler için daha hayırlıdır. Buna da sabır ve sebat edenlerden (taatlere tahammül edenlerden, şehvetlere ve dünya ziynetine kapılmayanlardan ve Cenâb-ı Hakk'ın az veya çok taksimine razı olanlardan) başkası kavuşturulamaz.”

81- Nihâyet biz onu da, sarayını da yere geçiriverdik. Artık Allah'a karşı kendisine yardım edecek hiçbir cemaati da yoktu onun. Bizzat kendisini müdafaa edebileceklerden de değildi o.

82- Dün onun mevkiini temenni edenler, sabahleyin (şöyle) diyorlardı: “Vay, demek ki Allah, kullarından kimi dilerse onun rızkını yayıyor (genişletiyor yahut) daraltıyor. Allah bize lütfetmeseydi, bizi de muhakkak batırırdı. Vay, demek ki hakikat şudur: Kâfirler felâh bulmazlar!”

83- İşte âhiret yurdu! Biz onu yer(yüzün)de ne tegallub (kibir, gurur ve cebbariyet) ne fesat arzusuna düşmeyeceklere veririz. (İyi) sonuç (Allah'ın ikabından) sakınanlarındır.

84- Kim iyi (hâl) ile gelirse onun için bundan daha hayırlısı vardır. Kim de kötü (hâl) ile gelirse, o kötülükleri işleyenler yapmış olduklarından başkasıyla cezalandırılmaz(lar).

B- Sûre-i Tekâsür Âyet: 8- Sonra, andolsun o gün elbet ve elbet size nimet(ler) sorulacaktır. (Bütün nimetlerden; yediğimiz, içtiğimiz, giydiğimiz, sahip olduğumuz her şeyden, hatta sıhhatimizden sorulacağız.)

17.15. KÂFİRLERİN DE DÜNYA NİMETLERİNDEN İSTİFADE EDEBİLECEKLERİ

Sûre-i Bakara Âyet: 126- Şunu da zikret ki: İbrahim; “Yâ Rabbi! Burasını bir emin belde kıl, ahâlîsini, Allah'a ve âhiret gününe iman etmiş olanları da semerelerden merzuk buyur.” demişti. Allah Teâlâ da: “Kâfir olanı da az bir müddet müstefid ederim, sonra da onu ateş azabına muzdar kılarım. Ne fena bir gidiş!” diye buyurmuştu.

17.16. EVLAD VE MALLARIN ALLAH YOLUNDAN ALIKOYMAMASI

Sûre-i Münâfikûn Âyet: 9- Ey iman edenler! (İlâhi izzete ermek isteyen mü'minler) Sizi ne mallarınız, ne evladlarınız Allah'ın zikrinden (beş vakit namazdan yahut Kur'an'dan, namaz gibi Allah'ı hatırlatan ibadetlerden) alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar hüsrana uğrayacakların tâ kendileridir.

Dünya işlerinin en mübremi olan mal ve evlad işleri, onların bakımı, derdi, zevki bile alıkoymasın. Zira Sûre-i Hadîd'de geçtiği üzere; dünya hayatı ziynet, levh-ü le'ib, tefâhur, mal ve evlad da tekâsürden ibarettir. Bunların en mübremi, en ciddisi de mal ve evlad ve iyâl kaygısı ve zevkidir. İşte lehv-ü le'ib şöyle dursun, ziynet ve tefâhurun sebebi olan mal ve evlad bile sizi oyalayıp da alıkoymasın. Bunlarla hiç meşgul olmayın değil, fakat bunlar sizi asıl izzetin ruhu olan “Zikrullah”tan alıkoymasın. Allah'ı ve Allah için işi yapmayı, Allah'ı zikr-u tazim için yapılan namaz gibi ibadetlerle, onun semeresi olarak Allah muhabbetiyle yapılan ubudiyetleri unutturmasın. Cuma ve cemaatten, namaz, oruç, zekât, hacc, cihad, kırâat-i Kur'ân, vaz-u nasihat, tehlil, tesbih, tahmid gibi sırf Allah'a takarrüb için yapılan ve daima Allah'ı andırıp Allah için Allah'a lâyık güzel işler düşündürmeye alıştıran taatlerden gaflet ettirmesin “Ve her kim öyle yaparsa -yani mal ve evlad ile uğraşacağım diye Allah düşüncesinden gaflet ederse- işte onlar hüsrana düşenlerdir.” Çok ziyan etmiş, bâkîyi fâniye değişmiş, sonunda bakiyet izzetinden mahrum kalmış kimselerdir. Mal ve evlad, dünya hayatı gider. Allah yanında onlara zillet ve hüsrandan başka bir şey kalmaz. “Onun için Allah'ı unutmayın ve size merzuk kıldığımız şeylerden infak edin.” Burada mü'minleri izzete erdirmek siyakında iki haslet gösteriliyor: Birisi Zikrullah'tan gaflet etmemek, birisi de infak.