
LUGAT A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z
3.1. DİN NEDİR? DİNİN DOĞRU TUTULMASI
Sûre-i Şûra Âyet: 13- (O) “Dini doğru tutun, onda tefrikaya düşmeyin.” diye (asl-ı) dinden hem Nuh'a tavsiye ettiğini, hem sana vahyeylediğimizi, hem İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi sizin için de şeriat yaptı. (Açık yol, umûmi kanun yaptı. Bu vahiyler ve tavsiyeler hepsi arasında müşterek bir asıldır.) Senin, kendilerini davet etmekte olduğun (bu) şey müşriklerin üzerinde büyüdü (ağır geldi). Allah kimi dilerse buna (bu dine, tevhide) onu seçip çeker, (ancak kendisine itaatle) dönmekte olanları buna muvaffak eder.
Not: “Din” ihtiyarî fiillerin -iyiliğine veya kötülüğüne göre- sonunda iyi veya kötü bir neticeye varacağına, sevap veya ikab bir âkıbete sebep olacağına inanarak, Hakk Teâlâ indinde en güzel âkıbete ermek için tutulacak yoldur. Bu sûretle “din” insanların tabiatta cereyan eden cebr ve ızdırar tazyiklerinin üstüne, istekleriyle yükseltecek olan bir hürriyet yolu, yani hürriyet ve iradenin muvaffakiyet ve mesuliyeti kanunudur. Onun için bütün tabiatların fevkinde her şeyin Hâlık'ı, her şeyi alîm olan Allah-u Teâlâ'nın hüküm ve iradesine yükselmeden doğru din bulunamaz. Dinin doğrusu إِهْدِناَ الصِّراَطَ الْمُسْتَقِمَ صِرَاطَ الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ “İhdinessırata'l-mustakîm, sırata'l-lezîne en'amte aleyhim” diye beyan buyrulan sırat-ı mustakim, tevhid ile Allah-u Teâlâ'nın hükmüne iman ve taat, yani “İslâm”dır. Onu doğru tutmak da, erkânını halelden muhâfaza ederek, âyât ve edillesinden doğrusunu anlayıp, iman ve amelde ihlâs ile tatbik etmektir. Bu dini doğru tutmaktan bir murad da, Allah'ı bir tanımak, ona itaat etmek, peygamberlerine, kitaplarına, âhiret gününe inanmak ve bir Müslüman, ne ile Müslüman oluyorsa onları yapmak, kısaca mü'min ve Müslim olmaktır. Bunlar dinin ana hatlarıdır. Şeriat değildir. Çünkü bu esas-lardan münşaib olan şeriatler muhteliftir.
3.2. İSLÂM DİNİNDEN BAŞKA İTTİHAZ EDİLEN DİNİN ALLAH TARAFINDAN KABUL OLMAYACAĞI
Sûre-i Âl-i İmrân Âyet: 85- Kim İslâm'dan başka bir din ararsa, ondan (bu din) aslâ kabul olunmaz ve o, âhirette de en büyük zarara uğrayanlardandır.
102- Ey iman edenler! Allah'tan nasıl korkmak lâzımsa öylece korkun. Sakın siz, Müslüman (olmak)tan başka (bir sıfatla) can vermeyin.
3.3. İSLÂM DİNİNİN SÖNMEYECEĞİ VE KIYÂMETE KADAR BÂKÎ KALIP, BÜTÜN DİNLERE HÂKİM OLACAĞI, BU HÂKİMİ-YETİN ANCAK SÂLİH KULLAR VASITASIYLA OLABİLECEĞİ
A) Sûre-i Tevbe Âyet: 32- Dilerler ki Allah'ın nurunu ağızlarıyla (puf deyip) söndürsünler. Hâlbuki Allah kendi nurunu (İslâm Dini ve Kur'ân) kendisi tamamlamaktan (îla etmekten) başkasına razı olmaz. İsterse kâfirler hoş görmesin.
33- O, Resûlü'nü hidâyetle, hak din ile -(sırf) o dini her dine gâlib kılmak için- gönderendir. İsterse müşrikler hoş görmesin. (Allah-u Teâlâ bu dini bütün dinlere gâlib ve faik kılmış ve onları nesh etmiştir.)
Not: İslâmiyet bu âyet-i kerimelerin bir mûcizesi olarak günden güne intişar edecek ve inkişafına kimse mâni olamayacaktır. Birçok yüksek zevatın beyanına göre de, nihâyet Hazreti İsa'nın nüzulü ve Hazreti Mehdi'nin zuhuruyla, İslâmiyet hâkimiyeti tamamen şark ve garbı ihata edecektir. Bütün gayr-i Müslimler ya İslâmiyet'i kabul edecek veya bir kısmı Müslüman olacak, bir kısmı da Müslümanlara cizye vermek sûretiyle idare-i İslâm'da yaşamaya mecbur kalacaklardır.
B) Sûre-i Enbiyâ Âyet: 105- Andolsun ki, Zebur'da zikirden sonra yazmıştık ki, muhakkak yere benim sâlih kullarım vâris olacaklardır.
106- Muhakkak ki, bunda (Kur'ân-ı Mübin'de) âbidler olan bir kavim için mükemmel bir mev'ize (tebliğ, irşad) vardır.
Not: Bu âyet-i kerimeler göstermiş oluyor ki, arza daima hâkim olacak kimseler salih insanlardır. Salih insanlar ise Allah'a ve Resûlüne itaat eden zevat-ı kirâmlardır. Allah'a ve Resûlüne itaat yalnız iman, ibadet ve ahlak yönünden değil, Allah'ın ve Resûlünün bildirdiği nice dünyevi ziyneti tesise sebep olacak amelleri, teknik ve tekâmül vasıtalarının temini ve imâlinin vücuduna sarf-ı hayat ve ilm-i mübalağa lâzımdır. Ancak arza hâkimiyet bununla kaimdir. Hususen bu asırda cihan milletleri, her türlü fenni tekâmüle en mütekâmil vasıtaları ve harb sanayini sonsuzluğa doğru götürürken, fabrikasız, sanatsız, iktisadiyatsız, ilimsiz olarak yaşamakla böyle bir hâkimiyeti tasavvur hem Kur'ân'a, hem Resûlün tebligatına ve hatta hayat-ı Muhammediyelerine muhaliftir. Bu hâle bir de cehaliyet ve gayr-i ahlaki unsurlar ilave edilirse, hâkimiyet düşüncesi bir hayalden ibaret olur. Demek ki Kuran-ı Azim'in münderecatı, ulvî beyanatı güzelce nazara alınıp da muktezasınca hareket edilirse, cemiyet-i beşeriyye her türlü feyz ve terakkiye nâil olur; fakat ibadet ve taatten mahrum, selah-i hâlden bînasib olan kimselerin ise hayatlarını rıza-yı İlâhiye muvafık bir sûrette tanzim etmemiş olacakları cihetle, her türlü mahrumiyetlere namzet bulunurlar, onların istikballeri pek vahimdir. İşte tebligat-ı Kur'âniyeye adem-i riâyetin neticesi.
107- Ve seni (başka bir şey için değil) bütün âlemlere bir rahmet olmak için gönderdik.
Not: Peygamber Efendimizin böyle bütün âlemlere rahmet olması, şeriatının cihanşumül bulunması, O'nun bütün mahlûkattan efdal bulundu-ğuna en kuvvetli bir şâhiddir. Binâenaleyh Resûlullah meleklerden de efdaldir, bundan şüphe edilmemelidir. Hem meleklerden ve hem de bütün enbiyâdan efdaldir.
3.4. İSLÂM DİNİNİN BİR NUR OLDUĞU
Sûre-i Nisâ Âyet: 174- Ey insanlar! Size Rabbinizden hakikî bir bürhan (Resûlullah sav) gelmiştir. Size apaçık bir nur (İslâm dini ve şeriatı) göndermişizdir.
3.5. İSLÂM DİNİNİ TERKEDEN BİR KAVMİN GÖTÜRÜLÜP YERİNE, BU DİN UĞRUNA MÜCADELE EDECEK BİR KAVMİN GETİRİLECEĞİ
Sûre-i Mâide Âyet: 54- Ey iman edenler! İçinizden kim dininden dönerse Allah -mü'minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve zorlu, kendisinin onları seveceği, onların da kendisini seveceği- bir kavim getirir ki onlar Allah yolunda savaşırlar ve hiçbir kınayanın kınamasından (dedikodusundan, ayıplamasından) çekinmezler. Bu, Allah'ın lütf-u inâye-tidir ki, onu kime dilerse ona verir. Allah ihsanı bol, en çok bilendir.
3.6. İSLÂM DİNİNİN EN DOĞRU YOL OLDUĞU
Sûre-i Şûra Âyet: 53- (İslâm dini öyle doğru bir yol ki, o) Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi kendisinin olan Allah'ın yoludur. Gözünüzü açın: (Bütün) İşler ancak Allah'a dönüp varır. (Artık vasıtalar, taalluklar ortadan kalkar, her şey ve herkes doğrudan doğruya O'na döner. Bu kavl-i kerimde itaat eden mü'minler için vaad, günâhkârlar için tehdit vardır.)
3.7. ALLAH KATINDA MUTEBER OLAN DİNİN İSLÂM DİNİ OLDUĞU
Sûre-i Âl-i İmrân Âyet 19- Hak din, Allah indinde İslâm'dır. (Müslümanlıktır.) Kitap verilenler (başka sûretle değil) ancak kendile-rine ilim geldikten sonra, aralarındaki ihtirastan dolayı, ihtilâfa düştü. Kim Allah'ın âyetlerini inkâr ederse şüphesiz ki Allah hesabı pek çabuk görendir.
3.8. YERYÜZÜNDE BULUNAN İNSANLARIN TÜMÜNÜN ÜMMET-İ İSLÂM'A DAVET OLUNDUKLARI, ÜMMET-İ İSLÂM'DAN BAŞKA ÜMMET OLAMAYACAĞI, DİNDE FIRKALARA AYRILMIŞ OLUP HİÇBİR ZAMAN DA EBEDÎ OLARAK BİR ÜMMET ÜZERİNDE OLAMAYACAKLARI
A) Sûre-i Hûd Âyet: 118- Eğer Rabbin dileseydi bütün insanları muhakkak ki bir tek ümmet yapardı. Onlar ihtilâf edici bir hâlde (işte böylece) devam edip gideceklerdir. (Yani kimi mü'min, kimi kâfir, müşrik olarak ebedî bu hâl üzerinde ihtilâfları devam edecektir.)
B) Sûre-i Mü'minûn Âyet: 51- Ey Resûller! (Muhtelif zamanlarda bütün peygamberlere vâki olan İlâhi hitabdır. Ümmetleri de bu emirlere tâbidir.) Temiz ve helâl olan şeylerden yiyin Güzel amel (ve hareket)lerde bulunun. Çünkü ben ne yaparsanız hakkıyla bilenim. (Bütün peygamberler müşterek esas üzerinde ittihad ederek geldikleri için, ümmetlerin hepsi bir ümmettir. İhtilâf, bu ittihadın görüşünden ayrılmakla hak ve bâtıl gurupların vücûduna sebep olmuşlardır. Bu iki gurup, mezkûr âyet-i kerimede bildirildiği üzere kıyâmete kadar devam edecektir.)
52- Şu (insanlar) bir tek ümmet hâlinde sizin ümmetinizdir. Ben de sizin Rabbinizim. Benden korkun.
53- Fakat (o kavimler) dinlerde (muhtelif) fırkalara ayrılmak, her fırka kendi ellerindeki (sahip oldukları din) ile böbürlenmek sûretiyle parça parça oldular.
Not: Dinin esası akaidde, şeriatların asıllarında birdir. Değişmeyen “fıtrat” budur ki o, asıllara, külliyata taalluk eder. Bütün peygamberler o asıllarda icma hâlinde birleşmişlerdir. O asıllar Allah'a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, âhiret gününe, kaza ve kadere iman etmek gibi esaslardır. Şeriatlar ise o esasların feri'leri olmak üzere peygamberlere indirilen daha husûsi hükümleri muhtevidir. Bir hadis-i şerif meâli: “Peygamberler babaları (dinleri) bir, anaları (şeriatları) ayrı biraderlerdir. Yani iman esaslarında birdirler, amelleri ve hükümleri hususunda ayrılırlar.”
3.9. İSLÂM DİNİNE ZORLA DEĞİL, GÖNÜL HOŞNUTLUĞU İLE GELİNMESİNİN ESAS OLDUĞU
Sûre-i Şuarâ Âyet: 3- (Habibim) Onlar mü'min olmayacaklar diye âdeta kendine kıyacaksın.
4- Eğer dilersek Biz onların tepesine gökten bir âyet (bir musibet) indiriveririz de ona boyunları eğilekalır.
3.10. İNSANLARIN İLK YARATILIŞLARINDA ALLAH'IN DİNİ ÜZERİNDE İKEN, ÇOĞALDIKTAN SONRA NEFİSLERİNE UYARAK, ASIL DİNDEN UZAKLAŞTIKLARI
Sûre-i Yunus Âyet: 19- İnsanlar bir tek ümmetten başka (bir şey) değildi. Sonra ihtilâfa düştüler. (Evvelce Hak din üzere iken bilâhare mü'min ve kâfir alarak ikiye ayrıldılar.) Eğer Rabbinden bir söz (ezelî bir takdir) geçmiş olmasaydı, hakkında ihtilâf edegeldikleri şeylere dâir aralarında (şimdiye kadar) muhakkak hüküm verilmiş, bitmişti bile. (Yani derhâl azab iner, tekzibcilerin ukubeti ta'cil edilirdi.)
3.11. İSLÂM DİNİNE SAHİP ÇIKIP, ONUN UĞRUNDA MÜCA-DELEYE DAVET OLUNDUĞUMUZ
Sûre-i Saf Âyet: 14- Ey iman edenler! Allah'ın (dininin) yardımcıları olun. (İsa'nın -as- havarileri gibi) Nitekim Meryem oğlu İsa (da) havarilerine “Allah'a (müteveccih olarak) benim yardımcılarım kim (olacak)?” demiş, havariler de, “Allah'ın yardımcısı (kul)ları biziz.” (diye) söylemişlerdi. İşte İsrailoğullarından bir zümre (ona) iman etmiş, bir zümre de küfürde kalmıştı. Nihâyet biz o iman edenleri düşmanlarına karşı destekledik de bu sûretle galib (olarak) çıktılar.
Not: Havariyyun Hz. İsa'nın (as) asfiyası ve havassı idi. Ona herkesten evvel bunlar iman etmişlerdi. On iki zât idi. حَواَرِيُّونَ “Havariyyûn”, “halis beyaz” mânasına gelen َحوَارٌ “havâr”ın ism-i mensubundan cem'idir. Safa-yi mahabbet ve ihlasa aykırı şeylerden pak ve müberra oldukları için kendilerine o isim verilmiştir.
3.12. İNSANLARIN HİLKAT-I İSLÂM FITRATINDA HALK-OLUNDUĞU
Sûre-i Rûm Âyet: 30- O hâlde (Habibim) sen yüzünü bir muvahhid (Allah'ın birliğine iman eden) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir ki O, insanları bunun üzerine yaratmıştır. (Fıtrat-ı İslâm üzere) Allah'ın yaratışına (hiçbir şey) bedel olmaz. Bu, dimdik ayakta duran bir dindir. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.
3.13. İSLÂM DİNİNE GİRMENİN, ALLAH'IN MUVAFFAK KILMASIYLA OLDUĞU
Sûre-i Hucurât Âyet: 17- Onlar İslâm'a girdiklerini senin başına kakıyorlar. (Onlara) De ki: “Müslümanlığınızı benim başıma kakmayın. Bilakis sizi imana muvaffak ettiği için sizi Allah minnettar eder, eğer siz (‘inandık’ demenizde) sadık (insan)larsanız.”
3.14. ÜMMET-İ MUHAMMED'İN VASAT BİR ÜMMET OLDUĞU
Sûre-i Bakara Âyet: 143- Böylece sizi (ey Muhammed ümmeti!) vasat (orta, ifrat ve tefritten azâde, hayırlı, adil ve mümtaz) bir ümmet yapmışızdır, insanlara karşı (hakikatin) şâhidler(i) olasınız, bu Peygamber de sizin üzerinize tam bir şâhid olsun diye…
3.15. İSLÂM DİNİNE GİRİP DE BU DİNDE ŞEKKİ OLANLARIN SIFATI
Sûre-i Hacc Âyet: 11- İnsanlardan kimi de Allah'a (dininin) yalnız bir taraf(ın)dan (tutup) ibadet eder. (Yani şek ve tereddüt içindedir.) Eğer kendisine bir hayır (cisminde sıhhat, geçiminde bolluk) dokunursa ona yapışır. Eğer bir fitne (bir şer, bir bela, geçiminde bir darlık) isabet ederse yüz üstü döner (irtidad eder). Dünyada da, âhirette de hüsrana uğramıştır o. Bu ise apaçık ziyanın tâ kendisidir.
3.16. DİNLERİNDE İHTİLÂF EDİP FIRKALARA AYRILANLARA CEZA VERİLECEĞİ, İHTİLÂFIN SEBEBİNİN GAYR-İ AHLAKÎ CİHETTEN VE İHTİRASTAN OLDUĞU; TEFRİKAYA DÜŞMENİN GETİRECEĞİ ZARARLAR
A) Sûre-i Bakara Âyet: 213- (Bunlar) İnsanlar bir tek ümmetti (Kimi iman etmek, kimi küfre sapmak sûretiyle ihtilâfa düştüler). Binâenaleyh Allah (rahmetinin) müjdeciler(i, azabının) haberciler(i) olmak üzere (onlara) peygamberler gönderdi ve beraberlerinde -insanların ihtilâfa düştükleri şeyler hakkında aralarında hüküm vermek için- hak (ve gerçek) kitaplar da indirdi. Hâlbuki kendilerine apaçık deliller geldikten sonra birbi-rine karşı olan ihtiras ve hasedden ötürü ihtilâfa düşenler; o (Kitap) verilenlerden başkası değildir. İşte Allah (böylece) iman edenleri, kendi iradesiyle, hakkında ihtilâfa düştükleri hakka (gerçeğe) ulaştırdı. Allah kimi dilerse onu doğru yola iletir.
B) Sûre-i En'âm Âyet: 159- Dinlerini (bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr etmek sûretiyle) parça parça edenler (yahut dinde firkalara ayrılanlar), ayrı ayrı fırkalar (bir reise tâbi ve ona yardımcı cemaat) olanlar yok mu? Sen hiçbir vechile onlardan değilsin (Senin onlarla hiçbir sûretle alakan yoktur). Onların işi (cezası) ancak Allah'a âittir. Sonra O, ne yapıyorlardı, kendilerine haber verecektir. (Dinde ihtilâfa, tefrikaya düşen Müslim ve gayr-i Müslim her cemiyete şâmil ve hükmü âm bir sûredir. Bazıları Yahudiler, müşrikler, Nasranilerdir demişlerse de Ebû Hüreyre -ra- bu ümmetin içinden çıkacak sapkın fırkalar olduğunu söylemiştir.)
C) Sûre-i Câsiye Âyet: 17- Onlara (din) emr(in)den açık deliller de (helâl ve harama ve Resûl-i Ekrem Efendimizin hak peygamber olduğuna âit mûcizeler) vermiştik. Şimdi onların (bu emir hakkında) ihtilâfa düşmeleri (Peygamberin hak peygamber olduğu meselesinde, başka sebeple değil) ancak kendilerine (hakikat-i hâle dâir) bilgi geldikten sonra aralarında ihtirastan (adavet ve hasedden ve riyaset sevdasından) dolayıdır. Şüphesiz Rabbin onların ihtilâf etmekte oldukları şeyler hakkındaki hükmünü kıyâmet günü aralarında verecektir.
D) Sûre-i Enfâl Âyet: 46- Allah'a ve Resûlüne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin. Sonra korku ile zaafa düşersiniz, rüzgarınız (kesilip) gider. Bir de sabr(-u sebat) edin (katlanın). Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.
Not: Bu âyetle, bilhassa muharebe saflarında dikkate alınması gereken ehemmiyetli vazifelere işaret vardır. Bununla beraber, Müslümanların her zaman ihtilâf ve tefrikadan çekinmeleri elzemdir. Tefrika; evvela korkuya, sonra zaafa düşmeye, sonra da ikbâl-i devletin inkisarına sebep olur. Bu yol azim bir felakettir.
3.17. MÜSLÜMANLARIN DOSTLARININ KİMLER OLDUĞU VE MÜSLÜMANLARA ARKA ÇEVİRENLERİN MAĞLUB OLACAĞI
Sûre-i Mâide Âyet: 55- Sizin yâriniz ancak Allah'tır, O'nun Peygamberidir. Allah'ın emirlerine boyun eğici olarak namazı dostdoğru kılan, zekâtı veren o mü'minlerdir.
56- Kim Allah'tan, Peygamberinden ve iman edenlerden yüz çevi-rirse, hiç şüphe yok ki galip gelecek olanlar Allah'ın yardımcılarının tâ kendileridir.
3.18. DİN-İ İSLÂM'I SEÇENLERİN DAİMA ÂCİZ GÖRÜNEN-LERDEN OLDUĞU
Sûre-i Şuarâ Âyet: 111- Dediler ki “Arkana hep bayağı kimseler düşmüşken biz sana iman eder miyiz?” (Malca, servetçe fakir kimseler, sanat erbâbı olanlar.)
3.19. DİN İÇİN ZORLAMA OLMADIĞI
Sûre-i Bakara Âyet: 256- Din için zorlama yoktur. Hakikat iman ile küfür apaçık meydana çıkmıştır. Artık kim şeytanı (putları, kahinleri, sihirbazları, insanları tuğyana sevk edenleri, azdıranları) tanımayıp da Allah'a iman ederse o, muhakkak ki kopması (mümkün) olmayan en sağlam kulpa (Müslümanlığa, Peygambere veya Peygamber varislerine) yapışmıştır. Allah hakkı ile işiticidir, (her şeyi) kemâliyle bilicidir.
3.19.1. İkrah Nedir? Nelerden İkrah Olunduğunda Yapılacak Hükümler
Sûre-i Nahl Âyet: 106- Kalbi iman ile mutmain (iman akîdesi sağlam) olduğu hâlde (küfrü telâffuz etmesi için) icbar edilen (hayatına kasd veya bir uzvunu katl gibi bir şey ile korkutulan bir mü'min, böyle bir ikraha mebnî küfrü izharından dolayı kâfir olmaz. İtibar kalbedir. Elverir ki, kalbindeki iman sabit bulunsun). Velâkin her kim imandan sonra Allah Teâlâ'yı inkâr eder de küfre sine açarsa, işte onların üzerine Allah'tan bir gazab vardır ve onlar için pek büyük bir azab da vardır.
Not: İkrah; lügatte bir kimseyi istemediği bir sözü söylemeye veya bir işi yapmaya zorlamaktır. Istılahta ikrah, bir kimseyi tehdit ile korkutmakla, rızası olmaksızın bir sözü söylemeye veya bir işi yapmaya haksız yere sevk etmektir.
Buna “icbar” da denilir. Ve bu ikrah iki kısma ayrılır:
1- İkrah-ı Mülci:
Bu nefsi katl ile uzvu katl ile veya bunlardan birine sebep olacak şiddetli bir darb ile yapılan ikrahtır ki, mukrehin rızasını izale, ihtiyarını ifsad eder, maamafih asın ihtiyarı yine sabit bulunur. (İhtiyarı dışında yapılan işlerde, ikraha maruz kaldığında bu durumları içten kabullenmeyip gönlün razı olmaması)
2- İkrah-ı Gayri Mülci:
Yalnız gam ve elemi mucib olacak derecedeki darb ve hapis gibi şeyler ile yapılan ikrahtır ki, mukrehin rızasını izale ederse de ihtiyarını ifsad etmiş olmaz.
Bu İkrahların Hükümleri Şöyledir:
1. Bir mü'min, bir ikrahı mülciye binâen lisanen küfrü kabul etse, indallah kâfir olmuş olmaz. Elverir ki, kalben imanında sebat etmiş olsun. Maamafih böyle bir ikraha rağmen sebat edip de küfrü lisanen kabul etmezse, tarik-i efdali iltizam etmiş olur. Bu yüzden öldürülürse şehid sayılır. İslâmiyet'i ilk kabul edenlerden olan Ammar ile babası Yasir ve annesi Sümeyye böyle bir ikraha maruz kalmışlardır. Babası ile validesi sebat ederek öldürülmüşlerdi. İslâmiyet'te ilk şehid edilen bu iki zâttır. Ammar ise kalben değil, lisanen küfrü kabul etmişti. Ammar'ın böyle hareket etmesinin haberi Resûlullah'a “Ammar irtidat etti, dinden döndü.” şeklinde geldi. Resûl-i Ekrem ise: “Hayır... Ammar'ın bütün aza-yı bedeniyesi iman ile doludur, o irtidat etmez.” diye buyurdu. Ammar ise ağlayarak huzur-u Nebevîye geldi, o Resûl-i Merhamet Penâh da Ammar'ın gözlerini sildi, ona teselliyet verdi, öyle bir ikraha mebnî küfrü lisanen telaffuz edebileceğini, ondan dolayı indallah mesul olmayacağını kendisine tebşir buyurdu.
2. Bir kimse bir ikrah-ı mülciye binâen başkasının bir malını itlâf edebilir. Bu mübahtır. Maamafih başkasının malına tecavüzden kaçınır da bu yüzden öldürülürse sevaba nâil olur.
3. Herhangi bir ikraha mebnî başkasının hayatına kasdetmek veya bir uzvunu veya onu helâkından korkulacak derecede dövmek veya kendi anasını babasını -velev ki az da olsun- dövmek câiz olmaz, haramdır. Nefisler müsavidir. Bir kimse kendi nefsini kurtarmak için başkasının nefsine kasdedemez; anaya, babaya ezada bulunmak ise kat'iyyen memnûdur.
4. Zina da katil hükmündedir. Binâenaleyh ikraha mebnî zina da helâl olmaz. Hatta İmâm-ı A'zam'dan bir kavle göre de bundan dolayı hadd-i zina da lâzım gelir. Deniliyor ki ikrah, şiddetli bir korkuyu icab eder. Böyle bir korku ise intişar-ı âlete manidir. Zina vâki olduğu takdirde ise onun ikrah tarikiyle değil, bilihtiyar vâki olduğu anlaşılmış olur.
5. İkrahtan dolayı yapılan talaklar, İmâm-ı A'zam'a göre vâki olur. İmâm-ı Şâfii'ye göre vâki olmaz.
6. İkrah-ı mülciden dolayı şarap içmek, hınzır etini yemek veya kendi kendine ölmüş meyte sayılan herhangi bir hayvanın etini yemek vâcibdir. Hayatı kurtarmak için bu iltizam edilir, bunda başkasına bir zarar yoktur ve Cenâb-ı Hakk'ın nehyine kasden bir rıza, muhalefet de mevcut değildir.
3.20. İSLÂM DİNİNİN EN MUKADDES ŞEHRİ OLDUĞU GİBİ, BÜTÜN DÜNYA ŞEHİRLERİNDEN DE EN HÜRMETLİ, KIYMETLİ ŞEHRİN, MERKEZ-İ İSLÂM OLAN MEKKE ŞEHRİ OLDUĞU
Sûre-i Neml Âyet: 91- (De ki) “Ben ancak bu şehrin (Mekke'nin) Rabbine -ki O, bunu hürmetli kılmıştır- ibadet etmekle emrolundum. Her şey O'nundur (Yaratmak ve tasarruf etmek itibarıyla). Ben Müslümanlardan (İslâm dininde ve itaatle sebat edenlerden) olmakla emrolundum.”
3.21. MÜ'MİNLERİN, AMEL-İ SALİHA İŞLEDİĞİ VE KÂFİRLERE KARŞI MÜCADELE VERDİĞİ MÜDDETÇE, DİN-İ İSLÂM'IN DAİMA KÂFİRLERE HÂKİM OLACAĞI
Sûre-i Nûr Âyet: 55- Allah, içinizden iman edip de güzel güzel amel (ve hareket)te bulunanlara yemin ile vaad etti ki, kendilerinden evvel gelenleri (İsrailoğullarını) nasıl (kâfirlerin) yerine getirdi (hâkim kıldı) ise, onları da yer(yüzün)de muhakkak (müşriklerin) yerine geçir(ip hükümran ede)cek, onlara kendileri için beğendiği dini (İslâmı), herhâlde payidar kılacak, onların korkuların(ı üzerlerinden kaldırdık)dan sonra (hâllerini) kat'i bir eminliğe çevirecektir. (Nitekim Cenâb-ı Hakk bu vaadini icaz buyurmuştur.) (Tâ ki) Onlar (bu güvenlik içinde) bana ibadet etsinler, bana hiçbir şeyi ortak tutmasınlar. Kim bundan sonra nankörlük ederse, artık onlar fasıkların tâ kendileridir. (İlk defa bu nankörlüğü irtikâb ve asayişi ihlal edenler Hz. Osman'ın -ra- katilleri olmuştur.)
3.22. İSLÂM'I KABUL EDEN ERKEK VE KADINDAN HER BİRİNİN İSLÂM'A GİRİŞİNİN, BİAT ŞARTLARININ NELER OLDUĞU
Sûre-i Mümtehine Âyet: 12- Ey Peygamber! Mü'min kadınlar -Allah'a hiçbir şeyi eş tutmamaları, hırsızlık yapmamaları, zina etmemeleri, evladlarını öldürmemeleri, (Araplar cahiliyette kız çocuklarını diri diri toprağa gömüp öldürürlerdi, maksud bunun men'idir.) elleriyle ayakları arasında bir iftira düzüp getirmemeleri, (yani gayr-i meşru bir çocuk dünyaya getirip de onu zevcine nispet ve iftira etmemeleri), herhangi bir (emredeceğin) iyilik hususunda sana âsi olmamaları şartıyla- sana biatlaşmaya geldikleri zaman biatlarını kabul et. Onlar için Allah'tan mağfiret isteyiver. Çünkü Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.
Not: Bu âyet-i kerime Mekke-i Mükerreme'nin fethi günü nâzil olmuştur. Resûlullah (sav) erkeklerin bey'atlarını bitirdikten sonra kadınların da bey'atlarını kabul buyurmuştur. Onlarla olan bey'atlaşması el tutmak sûretiyle değil, sözle olmuştur. Kadına el vermek, bizzat kadınların ellerini tutmak sûretiyle kat'iyyen varid değildir.
3.23. DİN-İ HAKK'IN TAV'AN (İSTEYEREK) VEYA KERHEN (İSTEMEYEREK) KABUL EDİLDİĞİ VE MUTLAKA DA EDİLECEĞİ
Sûre-i Âl-i İmrân Âyet: 83- Artık Allah Teâlâ'nın dininden başkasını mı arıyorlar? Hâlbuki ona göklerde olanlar da, yerde olanlar da isteyerek ve istemeyerek münkat olmuşlardır. Ve ona döndürülecek-lerdir.
Not: Hakk Teâlâ hazretlerine tav'an ve kerhen (isteyerek veya istemeyerek) inkıyad ve teslimiyet meselesine dâir tefsirlerde müteaddit tevcihat vardır. Ezcümle deniliyor ki, semalardaki melekler Cenâb-ı Hakk'ı tav'an tasdik etmişlerdir. Yerde bulunan insanların ise bir kısmı tav'an, bir kısmı da kerhen tasdikte bulunmuşlardır. Onun için kerhen tasdik edenler sûret-i Haktan görünür, fakat kalben iman etmemiş münâfıklardan bulunurlar. Sonra tashih-i itikad nasib-i müyesser olursa, ihlas-ı din sahibi olurlar. Fıtrat-ı selimeyi haiz, kemâl-i hulûs ile vahdaniyet-i İlâhiyyeyi musaddık olarak din-i İlâhiye münkat bulunan zümre-i salihînle birlikte mükâfata nâil olurlar. Aksi takdirde imansız olarak âhirete intikâl edip, ebedî cezaya maruz kalırlar. Kerhen iman edenlerin bu ulvî dine münkat olabilmeleri için, akli düzene müracaatla, güzel düşünüp de samimi sûrette İslâmiyet'i kabul etme iradesini kullanmaları gerekir. Hayat yollarına çıkartılan birçok vesile-i rahmet olacak hadiselerden ibretle hakka rücû etmeleri gerekir. İnançları samimiyet kesb etmeyenlerle, küfür içinde yaşamış bir kimse, öleceği saatte gözleri önünde parlamaya başlayan azab-ı İlâhiyenin tesiriyle iman ederse, bu bir yeis olacağından makbul olmaz. Firavunun gark olacağı zamandaki imanı gibi.
Diğer bir tevcihe göre tav'an ve kerhen iman أَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ “Elestü birabbiküm” (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?) hitabının teveccüh etmiş olduğu âlem-i ervahta vâki olmuştur. O zaman tav'an iman edenler, bu âlemde de imanlarını muhâfaza ederek saadete ermişlerdir. Kerhen iman edenler ise bu âlemde küfürlerini izhar ederek, ebedî hüsrana uğramışlardır ve uğrayacaklardır.
Velhâsıl: Bütün zevi'l-ukul ergeç, ister istemez Cenâb-ı Hakk'ı tasdik edecek, ona inkıyad edecektir. Fakat bir kısmının tasdik ve inkıyadı vakt-i mahsusunda vâki olmamış olacağı için nezd-i İlâhide makbul olmayacaktır. Cenâb-ı Hakk, cümlemizi samimi imandan ayırmasın, âmin.
3.24. İSLÂM'IN ŞARTLARI
İbn-i Ömer'den (ra), şöyle demiştir: Resûlullah (sav) buyurdu ki: “İslâm beş şey üzerine bina olunmuştur: Allah'tan başka İlâh olmadığına ve Muhammed'in (sav) Allah'ın Resûlü olduğuna şahâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, haccetmek, Ramazan orucunu tutmak.”
3.25. KÂMİL MÜSLÜMAN'IN SIFATLARI
Abdullah b. Amr (İbn-i'l-As)'dan (ra), şöyle demiştir: Nebî-i Muhterem (sav) buyurdu ki: “Müslüman; dilinden, elinden Müslümanlar selâmette kalan kimsedir. Muhacir de, Allah'ın nehyettiğini terk edendir.”
Not: Diğer bir rivâyette Müslümanların efdâlidirler.
Abdullah b. Amr (İbn-i'l-As)'dan (ra), şöyle demiştir: Resûlullah'a (sav) biri: “İslâm'ın en hayırlısı hangisidir?” diye sordu. “İt'âmı taâm etmen (yedirip içirmek) ve tanıdığına, tanımadığına selâm vermendir.” cevâbını verdiler.
Buharî'nin Ammâr b. Yâsir'den (ra) rivâyet ettiği eserde: “Üç şeyi her kim bir araya getirebilirse imanı da tamam toplamış olur: Nefsine karşı olsa da insafı elden bırakmamak, herkese selâmı bezl etmek, fakir iken de infâk eylemek.” denilmiştir ki, bundan da mekârim-i ahlâkın ne dereceye kadar matlub olduğu anlaşılır.
Abdullah b. Ömer'den (ra), Şöyle demiştir: Resûlullah (sav) buyurdu ki: “Ağaçların içinden bir nev'i vardır ki yaprağı düşmez. O ağaç, Müslim(-i kâmil)in benzeridir. Nedir o? söyleyin?” Oradakiler kırlardaki ağaçları saymağa daldılar. Abdullah (ibn-i Ömer) der ki, “Bunun hurma ağacı olduğu hatırıma geldiyse de (söylemeye) utandım.” Ondan sonra “Yâ Resûlallah! Bize söyle nedir?” diye sordular. Resûlullah (sav) “Hurma ağacıdır.” cevâbını verdi.
Not: Hurma ağacının her cüz'ü bir iş için nâfi ve onunla intifaın dâim olması gibi, insanlara her cihetle faydalı olan kimse Müslim-i kâmildir.
Peygamberimiz Mescid-i Kubâ kapısı önünde Ensar topluluğuna hitâb ederek:
- “Siz Allah'a iman eder misiniz?” Ensar buht-u hayret içinde sükût ettiler. Resûl-i Ekrem tekrar ederek:
- “Siz Allah'a iman eder misiniz?” diye suâli iade buyurdu: Ömer ibn-i Hattâb (ra):
- “Ben de kendileriyle beraber olduğum hâlde elbette iman ederler, yâ Resûlallah!” diye cevap verdi. Bundan sonra Resûl-i Ekrem şöyle bir suâl daha sordu:
- “Siz kazaya razı olur musunuz?” Ensar:
- “Evet, yâ Resûlallah! Razı oluruz.” diye cevap verdiler. Resûl-i Ekrem:
- “Belâya sabreder misiniz?” diye sordu. Ensar:
- “Evet, sabrederiz.” diye cevap verdiler. Resûl-i Ekrem son bir suâl daha irâd ederek:
- “Bollukta nimet-i İlâhiyyeye karşı şükreder misiniz.” buyurdu. Ensar:
- “Evet, şükrederiz, yâ Resûlallah!” dediler. Bunun üzerine Mefhar-i Âlem (sav) Efendimiz:
- “Kâbe'nin sahibine yemin ederim ki, siz bihakkın mü'min kişilersiniz.” deyip yanlarına oturdu ve “Ey ensar cemaati! Cenâb-ı Hakk Kur'ân-ı Kerim'inde sizi ‘Ehl-i Kubâ çok temiz ve nezih kişilerdir.’ diye medh-ü senâ buyurmuştur.”
- “Siz nasıl temizlenir, nasıl abdest alırsınız?” diye sordu. Ensar:
- “İbtidâ üç taşla, sonra da su ile temizlenir, abdest alırız.” demişlerdi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem:
- “Ehl-i Kubâ, son derece temizliği seven kimselerdir.” nazmı şerifini okumuştur. Kubâ ehlinin batınen nezih, zahiren çok temiz, bihakkın mü'min kişiler oldukları lisan-ı Kur'ân ile teksir ve tesbit buyrulmuştur. Bu hadis-i şerif; kâmil bir insanda, hususen bihakkın iman etmiş kişide aranacak vasfı beyan etmektedir.
HAKK'A DÂVET
NASİHAT-I İSLÂMİYYE