
9.1. ALLAH'A İMAN EDİP, DÂVETİNE İCABET EDENLERİN DUÂLARINI ALLAH-U TEÂLÂ'NIN KABUL EDECEĞİ
Sûre-i Bakara Âyet: 186- Kullarım (Habibim) sana beni sorunca (haber ver ki) işte Ben muhakkak yakınımdır. Bana duâ edince Ben o duâ edenin dâvetine icabet ederim. O hâlde onlar da Benim dâvetime (itaatle) icabet ve bana iman(da devam) etsinler. Tâ ki (o sâyede) doğru yola ulaşmış olalar.
9.2. İNSANLAR İÇİN EN HAYIRLI VE MÛTEBER DUÂLAR
A- Sûre-i Bakara Âyet: 200- Menâsikinizi (hacca âit ibadetlerinizi) bitirince (câhiliyette) atalarınızı (böbürlenerek) andığınız gibi, hatta daha kuvvetli bir anışla Allah'ı anın. Artık o insanlardan kimi, “Ey Rabbimiz! Bize (nasibimizi) dünyada ver.” der ki onun âhiretten nasibi yoktur.
201- Kimi de “Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyi hâl ver, âhirette de iyi hâl ver ve bizi o ateş (cehennem) azabından koru.” der. رَبَّنَا آتِناَ فِي الدُّنْياَ حَسَنَةً وَفِي الآخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ (“Rabbenâ âtinâ fiddünya haseneten ve fi'l-âhireti haseneten ve gınâ azâbe'n-nâr” -Ey Rabbimiz! Bize dünyada bir güzellik ver Ahırette de bir güzellik ver. Ve bizi ateş azabından koru.-” duâ budur.)
B- Sûre-i Âl-i İmrân Âyet: 191- Onlar (o salim akıl sahipleri öyle insanlardır ki) ayakta iken, otururken, yanları üstünde (yatar) iken (hep) Allah'ı hatırlayıp anarlar ve göklerin, yerin yaradılışı hakkında inceden inceye düşünürler. (İmâl-i fikr ederler ve şöyle derler:) “Ey Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın. Sen (bundan) pâk ve münezzehsin. Bizi ateşin azabından koru.”
192- “Ey Rabbimiz! Hakikat, Sen kimi o ateşe sokarsan şüphesiz onu hor ve hakir edersin. (Orada) zalimlerin hiçbir yardımcıları da yoktur.”
193- “Ey Rabbimiz! Doğrusu biz ‘Rabb'inize inanın’ diye insanları imana çağıran bir dâvetçiyi (Peygamberimiz'i -sav-) işitip hemen imana geldik. Ey Rabbimiz! Artık bizim günâhlarımızı yarlığa. Kusurlarımızı ört, canımızı da iyilerle beraber al.”
194- “Ey Rabbimiz! Senin peygamberlerine karşı bize vaad ettik-lerini ver. Kıyâmet günü yüzümüzü kara çıkarma. Şüphe yok ki Sen aslâ sözünden dönmezsin.”
C- Sûre-i Bakara Âyet: 286- Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez. Herkesin kazandığı (hayır) kendi faidesine, yaptığı (şerr) kendi zararınadır. “Ey Rabbimiz! Unuttuk yahut yanıldıysak bizi tutup sorguya çekme. Ey Rabbimiz! Bizden evvelki (ümmet)lere yüklediğin gibi üstümüze ağır bir yük yükleme. Ey Rabbimiz! Takat getiremeyeceğimizi bize taşıtma. Bizden (sadır olan günâhları) sil, bağışla, bizi yarlığa, bizi esirge. Sen Mevlâmızsın bizim. Artık kâfirler güruhuna karşı da bize yardım et.”
Not: Bu Sûre-i Bakara'nın son iki âyet-i kerimesinin nüzul sebebi şudur: Ashâb-ı Kirâm, aynı sûrenin 284'üncü âyeti nâzil olunca büyük bir endişeye düştüler. “Demek” dediler, “Kalblerimizden geçen hatıralardan da hesaba çekileceğiz.” Resûlullah'a (sav) müracaat ettiler. Âyetin hükmünün öyle olduğu kendilerine beyan buyrulunca, derhâl mutlak bir teslimiyet gösterdiler. Bunun üzerine iş bu iki âyet nâzil oldu. Biz buraya duâ kısmını aldık. 285'inci âyeti ihtisar için almadık. İman bölümünde alınmıştır.
D- Sûre-i Mâide Âyet: 118- (İsa -as- kavmi için Rabbine münacatında:) “Eğer kendilerine azab edersen şüphe yok ki onlar senin kullarındır. Eğer onları yarlığarsan mutlak galib (ve) yegâne hüküm ve hikmet sahibi olan da hakikaten Sensin Sen.” (Resûlullah -sav- bu âyet-i celîle nâzil olunca bütün bir gecede bu âyeti okuyarak ümmetinin affını niyaz etmiştir.)
E- Sûre-i Yusuf Âyet: 101- “Yâ Rabb! Sen bana mülk(-ü saltanat) verdin ve sözlerin tevilini (kitapların tevilini, rüya tabirini) öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen, dünyada da, âhirette de benim yârimsin. (Yahut veliy-yi umûrumsun, yardımcımsın.) Benim canımı Müslüman olarak al. Beni salihler (zümresine) kat.”
Not: Bu âyetler Cenâb-ı Hakk'a edilecek tazarru ve niyazın İlâhi bir örneği ve tâlimidir. İmâm Cafer-i Sâdık (ra) diyor ki: “Kim bir derde ve musibete giriftâr olur veya olacağından endişe eder de beş defa ‘Rabbena’ derse, Allah onu lutfiyle selâmete çıkarır.” Hasân-ı Basri Rahmetullahi aleyh de bunu teyid etmiştir.
F- Sûre-i İbrahim Âyet: 40- (İbrahim -as-) “Ey Rabbim! Beni dostdoğru namaz kılmakta berdevam et. Zürriyyetimden de (böylece namaz kılanlar yarat.) (Zürriyyetinin tamamını zikretmemesi, içlerinde kâfirlerin de bulunacağının kendisine Cenâb-ı Hakk tarafından bildi-rilmiş olmasındandır.) Ey Rabbimiz! Duâmı kabul et.”
41- “Ey Rabbimiz! (Kıyâmette) hesab ayağa kalkacağı gün beni, ana ve babamı ve bütün iman edenleri yarlığa.” (Ebeveyninin kâfir olmasına rağmen onlara duâ etmesi, Müslüman ve tevbekâr olmalarını arzu eyleme-sindendir. Bazıları: “Onların cehennemlik olduğu henüz kendisince malûm değildi.” Bazıları: “Anası Müslüman olmuştu da ona duâ etti.” Kimi de “Ebeveyninden murad Âdem -as- ile Hz. Havva'dır.” demişlerdir.)
G- Sûre-i Ahkâf Âyet: 15- (Ebû Bekir-i Sıddık'ın -ra- duâsıdır) “…Ey Rabbim! Gerek beni, gerek ana ve babamı nimetlendirdiğine (tevhid ve İslâm nimetine) şükretmemi, senin razı olacağın iyi amel (ve hareket)de bulunmamı bana ilham et. (Nitekim kâfirlerin işkenceleri altında inleyen dokuz mü'minin âzad edilmesi şerefine nâil olmuştu.) Zürriyetim hakkında da benim için salâh nasib et. (Bütün neslimi salih Müslümanlar yap!) Şüphesiz ben Sana döndüm. Şüphesiz ben (Sana) teslim olanlardanım.”
Not: Bu âyet-i kerimenin nüzul sebebinin, Ebû Bekir-i Sıddık (ra) hakkında olduğu rivâyet edilmektedir. Âyet-i kerimenin evvelinde kırk yaşından bahsedilmektedir ki; Ebû Bekir-i Sıddık, Resûlullah'ın bi'setinden iki sene sonra kırk yaşına ermiş, kendisi de ana ve babası da, oğlu Abdurrahman ve Onun oğlu Muhammed de (ra) iman etmişlerdi. Kızları da aynı şerefe nâil olmuşlardır. Kırk yaşın kemâl işareti olduğu da anlaşılmaktadır.
9.2.1. Erzel-i Ömür Hakkında Duâda Bulunmak
Sûre-i Nahl Âyet: 70- …Sizden bazılarınız da erzel-i ömre (ömrün çürük ve duygusuz çağına) döndürülüyor ki, (az bir şey öğrendikten sonra artık bir şey bilmez olasınız)…
Buharî Hadis No: 1710- Enes ibn-i Mâlik'ten (ra) rivâyete göre Resûlullah (sav) her zaman: “Rabbim! Cimrilikten, ağır canlılıktan, erzel-i ömürden, kabir azabından, Deccal'ın (ve yalancı insanların) iğfalinden, dirim ve ölüm fitnesinden sana sığınırım.” diye duâ ederdi.
Katâde “Erzel-i ömür doksan yaştır.” demiştir. Hz. Ali “yetmiş beş yaş”, Enes ibn-i Mâlik “yüz yaş” olarak tayin etmişlerdir. İkrime'den gelen bir tebşire göre Kur'ân okumaya devam eden erzel-i ömüre red olunmaz. Tabakat kitaplarında hadis ile meşgul olanların çoğunun uzun ömürlü oldukları zikrolunduğuna göre, hadis okuyanların da erzel-i ömürden masuniyetleri kabul olunabilir. Hayat (dirim) fitnesi: Hayattaki fitneler. Memat fitnesi: Münker ve Nekir meleklerinin kabirde suallerini korku ile karşılamak sûretindedir.
9.2.2. Kıymetli Duâlardan
Berâ b. Azib'den (ra): (Ensâr-i Evsi) şöyle demiştir: Nebî-i Ekrem (sav) bana buyurdu ki; “Yatağına vardığında (ibtida) namaz abdesti gibi (bir) abdest al, sonra sağ tarafına uzanıp
اَللَّهُمَّ أَسْلَمْتُ نَفْسِي إِلَيْكَ وَ وَجَّهْتُ وَجْهِي إِلَيْكَ وَفَوَّضْتُ أَمْرِي إَلَيْكَ وَأَلْجَأْتُ ظَهْرِي رَغْبَةً وَرَهْبَةً إِلَيْكَ لاَ مَلْجَأَ وَلاَ مَنْجَأَ مِنْكَ إِلاَّ إِلَيْكَ آمَنْتُ بِكِتاَبِكَ الَّذِي أَنْزَلْتَ وَنَبِيِّكَ الَّذِي أَرْسَلْتَ “Allahümme eslemtü nefsî ileyke ve veccehtü vechî ileyke ve fevvadtü emrî ileyke ve elce'tü zahrî ileyke rağbeten ve rahbeten ileyke lâ melcee ve lâ mencâe minke illâ ileyke âmentü bi-kitâbike'llezî enzelte ve Nebîyyike'llezî erselte” (Allah'ım! Kendimi sana teslim ettim, yüzümü sana çevirdim, işimi sana ısmarladım, sana itimâd ettim, seni dilerim ve senden korkarım, senden başka sığınacak -mahmî-, Senden başka kurtaracak -halâskâr- yoktur; halâs ve himâye ancak sana âittir. Allah'ım! İndirdiğin Kitab'ına inandım ve gönderdiğin Peygamber'ine iman ettim). de.
Şâyet o gece ölecek olursan fıtrat, yani Din-i İslâm üzere ölürsün. Bu sözler, söyleyeceği(m dünya kelâmı) benim en son sözüm olsun. Berâ (ra) der ki, bunu Nebî-i Ekrem'in (sav) huzurunda tekrar ettim.
Not: Bu duâyı şerifi pek çok sahâbe-i kirâm rivâyet etmişlerdir.
9.2.3. Yemek Duâsı
Buharî 1061 numaralı hadisten müstefid olunduğu vechile, Zuhri'nin İbn-i Abbas'tan mevsulen rivâyetinde, bunun Hâlid ibn-i Velid olduğu mezkûr ve mahfuzdur, diye İbn-i Abbas'ın şöyle rivâyet ettiğini naklediyor:
Bir kere ben, Resûlullah (sav) ile beraber, Hâlid ibn-i Velid de bulunduğu hâlde Meymune'nin (Ezvac-ı Mutahharedendir) odasına girmiştim. Meymûne bize içi süt dolu bir kap ile geldi. Resûlullah (sav) içti. Ben de yanında kendisiyle beraberdim. Hâlid sol tarafta idi. Resûl-i Ekrem bana “İçmek nöbeti senin hakkındır. Fakat istersen Hâlid'i tafdil edebilirsin.” buyurdu. Ben de “Yâ Resûlallah! Senin artığını hiçbir kimseye bahş-ü ihsan edemem.” dedim. Sonra Resûlullah (sav) “Kim ki, Allah ona bir taam yemek müyesser kılarsa, o kimse: ‘Yâ Rabb! Bu nimetini bize mübarek kıl ve bundan daha hayırlı nimetlerini it'am ve ihsan buyur!’ diye duâ etsin. Cenâb-ı Hakk her kime de süt içmek nasib ederse o da: ‘Yâ Rabb! Bu sütü bize mübarek kıl, bundan ziyadesini de bize ihsan buyur!’ diye duâ etsin.” buyurdu.
1. اَللَّهُمَّ باَرِكْ لَناَ فِيهِ وَأَطْعِمْنَا خَيْراً مِنْهُ “Allâhümme bârik lenâ fîhi ve at'imnâ hâyren minh.”
2. اَللَّهُمَّ باَرِكْ لَناَ فِيهِ وَزِدْناَ مِنْهُ “Allâhümme bârik lenâ fîhi ve zidnâ minh.”
Hadis-i şerifte “Allahım! Bu taamı bize mübarek kıl.” sûretindeki duâ, yemek sonunda edilen me'sûr duâların biri ve pek muhtasarıdır. Yemeğe besmele ile başlayıp ve böyle bir duâ ile bitirmek, asr-ı saadetten beri devam edegelen bir sünnet-i kadîmedir. Bu sünnet-i seniyyeye bağlılığımızın gitgide gevşemekte olduğunu görerek, bir tenbih ile, Hâlık ve Râzıkımıza karşı borçlu olduğumuz vazife-i şükran ve mahmideti hatırlatmak isterim. Tevfik ise Allah'tandır.
Daima görülen ve bilinen bir hakikattir ki, en mütevazı kazanç sahiplerinden bile vazâif-i diniyesine bağlı olup, Allah-u Teâlâ'nın bahşettiği nimete her vesile ile şükür-güzâr olanların günden güne kazançlarında vûs'at, maişetlerinde feyz-ü bereket hâsıl oluyor. Diğer taraftan elindeki servetin nereden geldiğini, kimin verdiğini hatırlamayan ashâb-ı gafletin umulmadık ziyanlarla, muazzam servetlerinin mahv-u tebâh olduğu da nâdir vâkıalardan değildir.
Yemek veyahut başka zamanlarda içtiği suyu solundakine değil sağındakine vermek Kadi İyaz'a göre sünnettir. “Bunda ulemânın ihtilâfı yoktur.” diyor. Su, çay, kahve veya başka meşrubat tevzi ederken de sağdan sola doğru bu kadim sünnet tatbik edilmelidir. Musafahalar, hâl ve hatır sormaların dahi bu vechile yapılması muvafıktır. Nevevî de: “Sağa ikram, sünnet-i vazıhadır.” demiştir. Sağa ikram hususunda İbn-i Hazm: “Sağında kim bulunursa bulunsun şârib ona ikram etmeye şer'an mecburdur. Bu şer'i mecburiyetten halâsın bir yolu varsa, o da sağ tarafındaki zâtın sola verilmesine muvafakatıdır. O, muvafakat etmezse, şârib ona vermeye mecburdur.” demiştir.
Ebû Ya'le'l-Mevsili'nin isnâd-ı sahih ile İbn-i Abbas'tan tahricine göre, Resûlullah'a (sav) su gibi meşrubattan bir şey takdim edildiğinde: “Büyüklere sunmakla dağıtmaya başlayınız.” buyurmuştur. Bu hadis, Resûl-i Ekrem'in sağında kimse bulunmayıp meclistekilerin hepsi muvacehesinde bulundukları bir vaziyete göre şeref-vârid olmuştur.
Meyve ve emsali me'kûlât da mesnun olarak meşrubattaki merasime tâbi midir?
Cevap: Meşrubat ve me'kulâtın hepsinde teyâmümün müstehab olduğunda ulemânın ittifakı vardır.
Sütün su ile tağşişinin hürmeti, satılan süte âit kişinin kendi içeceği, ailesine içireceği sütün içine su koymakta hiç mahzûr-ı dini olmamasıdır.
9.2.4. Müyessir Duâlar
Nisaburî Ebû Ali Abdurrahman ibn-i Muhammed Fevaid'inde, Muhammed ibn-i Hanefiyye'den tahric etmiştir: Berâ ibn-i Azib (ra) Ali ibn-i Ebi Talib (kerremallahü veche) hazretlerine demişti: “Senden Allah aşkına rica ederim, Rahmân Teâlâ azze ve cellin gönderdiklerinden bilhassa Cibril'in Resûlullah'a getirdiklerinden, Resûlullah'ın (as) bilhassa sana öğrettiklerinden en efdâlini bana sûret-i mahsusa da öğretmez misin?” Hz. Ali “Yâ Berâ!” dedi. “Allah'a İsm-i Âzam'ı ile duâ etmek istersen Sûre-i Hadîd'in evvelinden on âyeti ve Sûre-i Haşr'in âhirini oku sonra de ki: يَا مَنْ هُوَ هَكَذَا وَلَيْسَ شَيْءٌ هَكَذَا غَيْرِهِ ‘Yâ men hüve hâkezâ veleyse şey'un hâkezâ gayrih’ Ey o böyle olan ve ondan başka bir şey olmayan Zât-i Ecel! Senden dilerim ki bana şöyle şöyle yap. Vallahi yâ Berâ! Benim aleyhime duâ etsen yere geçerim.”
9.3. ALLAH-U TEÂLÂ'YA DUÂDA BULUNURKEN ZÂTINA VE ŞÂNINA LAYIK OLMAYAN İSİMLERLE DUÂ TALEP ETMEMEK
Sûre-i A'râf Âyet: 180- En güzel isimler Allah'ındır. O hâlde O'na bunlarla duâ edin. O'nun isimleri hakkında eğri ve aykırı yola gidenleri bırakın. Onlar, yapmakta olduklarının cezasına uğratılacaklardır.
Not: Allah-u Teâlâ'nın en güzel isimleri Esmâ-i Hüsnâ buyrulan 99 ismi şerifleridir ki, duâda en çok kullanılan Esmâ-i İlâhiyye'dir. Esmâ-i İlâhiyye çok, fakat Cenâb-ı Hakk'ın şeksiz bir olduğu sabittir. Esmâ-i Has olan Allah lâfz-ı celâliyle de duâ yapılması şer'idir. Bu duâ hususunda bazı husûsi şerâite riâyetin elzem olduğunu Kur'ân sarahaten bildirmektedir. “O'nun isimleri hakkında eğri ve aykırı yola gidenleri bırakın.” buyrulmasından istidlâl edilmiştir ki, niyaz ettiğimiz Allah'ı saymak ancak bu sûretle tahakkuk eder:
1. Allah'ın isimlerini Allah'tan başkasına isnad etmemek. Yani bu sûretle duâda bulunmamak.
2. Cenâb-ı Hakk'ı kendine vermediği ve hakkında Kitap ve Sünnette bir nass bulunmayan isimlerle adlandırarak bir talebde bulunmamak. Ona ancak Kitap ve Sünnette olan isimleriyle ve tazim vechile duâ etmek.
3. Duâda hüsn-i edebe riâyet etmek.
4. Cenâb-ı Hakk'ı, mânası bilinmeyen isimlerle anmamak. Mesela: Cenâb-ı Hakk'a “Âlim” denilir de “Fakîh, âkıl” denilmez.
9.4. ALLAH-U TEÂLÂ'YA YAPILAN DUÂNIN GİZLİCE VE YALVARARAK (YÜKSEK SESLE OLMAYARAK) YAPILMASINI RABBİN TA'LÎM BUYURDUĞU VE FAKAT MUVAFIK OLMAYAN DUÂLARDA BULUNMAKTAN SAKINILMASI
A- Sûre-i A'râf Âyet: 55- Rabbinize yalvara yakara gizlice duâ edin. Şu bir hakikattir ki: Allah haddi aşanları sevmez.
Not: Duâda ve duâdan gayride emr olundukları şeyi çiğneyip geçenlere Cenâb-ı Hakk bu âyetiyle şunu tenbih buyurmuştur ki; duâ eden kimsenin, kendine lâyık olmayanı istemesi yakışmaz. Peygamberlerin mertebesini veya göğe yükselmesini talep etmek ve duâda gevezelik yapmak, günâh ve kötü amelleri irtikâb etmeyi talep etmek gibi.
B- Sûre-i A'râf Âyet: 56- Yer(yüzün)de -o, iyi bir hâle getirildikten sonra da- fesatçılık etmeyin. O'na (Cenâb-ı- Hakk'a), korkarak ve umarak, duâ edin. Şüphe yok ki iyi hareket edenlere Allah'ın rahmeti çok yakındır.
205- Rabbini, içinden yalvararak ve korkarak, (fakat) yüksek olmayan bir sesle sabah ve akşam an (kıraat, duâ ve benzerleri). Gafillerden olma.
9.5. İMAN ETMEYEN VE ALLAH'IN ÂYETLERİNİ TEKZİB EDENLERİN DUÂLARININ KABUL OLMAYACAĞI
Sûre-i A'râf Âyet: 40- Bizim âyetlerimizi yalan sayıp da onlara karşı kibirlenmek isteyenler (yok mu?) Onlar için gök kapıları açılmayacak (duâları, amelleri yahut ruhları göklere yükselmeyecek), onlar deve iğne deliğine girinceye kadar cennete girmeyeceklerdir. Biz günâhkârları böyle cezalandırırız.
9.6. İMANSIZ OLARAK ÖLDÜĞÜ TEBEYYÜN EDEN KİMSELERE DUÂ YAPILMAMASI
Sûre-i Tevbe Âyet: 84- Onlardan ölen hiçbir kimseye ebedî duâ etme. (Duâ ve istiğfar etme, defn veya ziyaret için) kabrinin başında da durma. Çünkü onlar Allah'ı ve Resûlünü inkâr ile kâfir oldular. Onlar fâsık (adam)lar olarak öldüler.
9.7. TEVBE VE İSTİĞFAR EDİP HAK YOLUNA DÜŞENLERE MELEKLERİN DUÂ EYLEDİĞİ
Sûre-i Mü'min Âyet: 7- Arşı yüklenen, (Hamele-i Arş denilen melekler. Dört melektir. Kıyâmet günü Sûre-i Hâkka âyet 17 mıskâkınca, miktarı sekize iblağ edilecektir. Arşı yüklenmelerinden maksat, onların hıfz ve tedbire memur olduklarını mecaz tarikiyle beyandır. Yahut arşın sahibi olan Cenâb-ı Hakk'a mânevî yakınlıklarından ve şereflerinden kinayedir.) Bir de onun etrafında bulunan (Arşı tavaf eden melekler) Rablerini hamd ile (tenzih ve) tesbih ederler. (İmanın fazlını izhar ve erbâb-ı imanı tâzim ettiklerini beyandır ki: سُبْحَانَ اللهِ وَبِحَمْدِهِ “Sübhanallahi ve bihamdihi” derler.) Ona iman ederler. Mü'minlerin de yarlığanmasını (şöylece) isterler: “Ey Rabbimiz! Senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O hâlde tevbe edenleri, Senin yoluna uyup gidenleri yarlığa, onları cehennem azabından koru.”
8- “Ey Rabbimiz! Onları da, onların atalarından, zevcelerinden, nesillerinden salih olanları da -kendilerine vaad ettiğin- Adn cennetlerine sok. Yegâne galib, hüküm ve hikmet sahibi olan şüphesiz ki Sensin Sen.”
9- “Bir de onları (bu dünyada) her türlü fenalıklardan koru. Sen kimi kötülüklerden korursan o gün (âhirette) muhakkak ki onu rahmet(ine mazhar) etmişsindir.” Bu, en büyük necat ve saadetin tâ kendisidir.
10- Küfredenlere (melekler tarafından) nida edilir: “Allah'ın buğzu, sizin kendinize olan buğzunuzdan elbet daha büyüktür. (Onlar cehenneme girerlerken nedâmetle nefislerine buğzedecekler. Kendilerine olan buğuzları budur.) Çünkü siz (dünyada) imana dâvet olunuyordunuz da küfür (de ısrar) ediyordunuz.”
Not: Âyet-i kerimenin meâli çok calib-i dikkattir ki, melekler bile şerre duâ etmemektedirler. Onların yarın, ebedî hüsrana uğradıkları zamandaki nefislerindeki nedâmetlerinden dolayı nefislerine buğzu gibi, Allah'ın kendilerine buğz ettiğini hatırlatıyorlar.
9.8. DUÂ ETMEDE HAYRA ACELECİ OLMAK, ŞERRE DUÂDA İSE SABIRLI OLMAK, HEMEN BEDDUÂ ETMEMEK
Sûre-i İsrâ Âyet: 11- İnsan, hayra olan duâsı gibi, şerre de duâ eder. (Herhangi bir sebeple öfkelendiği veya sıkıldığı zaman kendine, ailesine, malına bedduâ eder. Yahut hayır zannederek şerr ister. Eğer Allah-u Teâlâ hayr duâ gibi bedduâyı da hemen kabul etseydi, insanlar baştanbaşa helâk olurdu.) Pek acelecidir (bu) insan. (Her hatıra geleni, sonunu düşünmeden hemen yapar. Nadr bin Haris ısrar ile şöyle duâ etmişti: “Yâ Rabb! Eğer bu İslâm dini hak ise bizim cezamızı ver.” Cenâb-ı Hakk onun kendi aleyhindeki bu duâsını kabul etmiş, Bedir muharebesinde onun boynu vurulmuştur. Bu sûretle bedduâda ısrar eden diğer kâfirler de birer birer en şedid cezalarını bulmuşlardır. Onun için insan, şerre duâ hususunda çok azimet sahibi olmalıdır.)
9.9. MALCA VE EVLADCA NEYE NÂİL OLURSAN VEYA GÖRÜRSEN, BUNUN ALLAH'TAN OLDUĞUNU UNUTMAYARAK DUÂDA BULUNMAK
Sûre-i Kehf Âyet: 39- “Bağına girdiğin zaman maşallah, (‘Bu Allah'ın dilediği ve ihsan ettiğidir.’ demektir.) Allah(ın yardımın)dan başka hiçbir kuvvet yoktur (yani mâşaallah, lâ kuvvete illâ billâh) demeli değil miydin? Malca ve evladca beni kendinden az (ve aşağı) görüyorsan.”
40- “Rabbimin bana senin bağından daha hayırlısını vermesi, (dünyada ve âhirette), (senin) üstüne ise gökten yıldırımlar göndererek (bağının) kaypak (yalçın) bir toprak hâline gelivermesi memuldur.”
41- “Yahut olabilir ki suyu (yerin) dib(in)e çekilir de bir daha onu ara(yıp bul)maya güç yetiremezsin.”
Not: Bir mü'mini hor gören bir kâfir ile arasında geçen muhaverenin bir naklidir. Kâfir malca, evladca mü'minden üstün olduğu için gururlanıp, böyle bir küstahlık içinde iken, mü'min olan diğer kişi âyetlerdeki hikmetli sözleri sarf etmiştir. Bundan sonraki âyetlerde bildirildiği üzere o kâfirin malı helâk olmuştur. Bu kıssadan hisse almamız gerekirse: Her nimetin Rabbimizden olduğunu tefekkür ederek taşkınlık yapmayıp, Kur'ân'da tâlim edilen duâda bulunulmalıdır. Veren de O'dur. Alan da O'dur. Verdiği gibi almasını da bilir. O kâfir “Hiçbir sûretle bu malın elimden alınmasına imkân yoktur.” diyordu. Bir evvelki âyetlerde bu kıssanın başlangıcını nakletmedik.
9.10. SIKINTILI ZAMANLARDA DUÂLARIN KABUL OLUNACAĞI
Sûre-i Furkân Âyet: 77- De ki: “(Şedâid zamanlarında kendisine) Duâ ve (ilticâ)nız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi? (Fakat mademki) Şimdi (O'nu da, Resûlunü de) muhakkak sûrette tekzib ettiniz, o hâlde (bu tekzibinizden dolayı size artık) yakın bir azab lâzım oluyor (demektir).”
Not: “Duâ ve ilticanız olmasaydı” meâlinin aslına şu mânalar da verilmiştir:
1. “Eğer (Cenâb-ı Hakk'ın) sizi İslâm'a dâveti olmasaydı...” Çünkü ins ve cinnin yaratılması ancak Allah-u Teâlâ'ya ibadet ve onu marifet hikmetine müsteniddir.
2. “Eğer (Allah ile beraber diğer tapılanlara da) tapmış olmasaydınız o size ne diye azab edecekti?” Mânaları verilmiştir ki, Kur'ân'ın Zariyat sûresi 56'ncı ve Nisâ Sûresinin 147'inci âyetlerinin meâline benzer.
9.11. DUÂLARIN KABULÜ İÇİN İSTİĞFAR EDİLMESİNİN GEREKTİĞİ VE YAĞMUR DUÂSINDA İSTİĞFAR ETMENİN ŞER'İ DELİLİ
Sûre-i Nuh Âyet: 10- “Artık” dedim, “Rabbinizden mağfiret dileyin. Çünkü O, çok yarlığayıcıdır.”
11- “(O sayede) O, üstünüze bol yağmur salıverir.”
12- “Sizin mallarınızı, oğullarınızı da çoğaltır, size bağlar bostanlar verir, size ırmaklar akıtır.” (Yağmur duâsında istiğfar edilmesinin sebebi bu âyet-i celîlelerdir.)
Not: Nuh (as), kavmi için bu duâyı yapmalarını ve istiğfar etmelerini teklif etmişti ki; kavmi kırk yıl yağmursuzluk sebebiyle kıtlık çekmiş, zürriyetten kesilmişlerdi. Kadınları kısır kalmışlardı. Bu sebeple hususen yağmur duâsında istiğfar meşru kılınmıştır.
9.11.1. İstiska (Yağmur) Duâsının Meşruiyeti ve Vesile İttihaz Etmek
Mü'minin gönlüne -bütün harekât ve sekenâtında- daima Allah ile olmak yaraşır. Bir Müslüman dünyevî, uhrevî bilcümle matâlibini, ihtiyacâtını doğrudan doğruya Hâlık'ına arz eder. Hakk'tan başka her kim olursa olsun, kendi gibi âciz ve fakir bulunduğunu, her kimde ve her nerede kudret görürse Allah'ın ikdârıyla olduğunu bilir. Bundan dolayı da bu âlem-i esbab içinde ve nâs ile muâme-latında -Mutad olan teşebbüsatından geri kalmamakla beraber- başvurduğu müsmir ve gayr-i müsmir esbab ve vesâilin kâffesi Hakk'ın icâdıyla mevcut ve men ile mümteni olduğuna kâil olup matlabı hasıl olursa Hakk'a şakir, olmazsa en kavi kulun bile hakikatte âciz olduğunu düşünerek, hâline razı ve hakka karşı sâbır olur. Hacetini Hâlık'ına arz ederken de, kalbini Hâlık'ına rabtedip, batınen onlardan müstağni olur. Hâsılı mü'minin arz-ı hacet edecek yegâne mercii Allah'tır. Nefs-i duâ ve Hâlık'a arz-ı iftikâr, ibadettir. “Kişiyi Allah'a takrib (yaklaştıran) eden şey, O'na arz-ı hacet etmektir. Nâsa sevdirecek şeyse, onlardan bir şey talep etmeyi terk etmendir.” demişlerdir. Ebû Hüreyre'den (ra): “Her kim dileğini Allah'tan dilemezse, Allah ona gazab eder.” buyrulduğunu izhar ile, Allah Teâlâ kendisinden talebi terk edene gazab eder. Zavallı Âdemoğlu da kendisinden bir şey istedin mi hemen gazab eder, neticesine varılır.
İbn-i Mâce'nin Sunen'inde şöyle bir rivâyet-i hasene vardır: Biri “Yâ Resûlallah! Bana öyle bir amel göster ki, yaptığımda Allah da, halk da beni sevsin.” diye sormuş ve cevaben: “Dünyaya rağbet etme ki, Allah seni sevsin. Halkın elinde olana rağbet etme ki, halk seni sevsin.” buyrulmuş. Mürebbi-i ümmet ve âlemîne rahmet olan Nebî-i Ekrem (sav) Efendimiz شِيسِ نَعْلِ “Şis'-i na'linine, yani nalın tasması gibi en âdi bir şeye bile muhtaç olduğunuzda onu Allah'tan isteyin.” diye tâlim buyuruyorlar. Kaldı ki ferdin değil bütün nev'i beşerin deruhte edemeyeceği mühimmat-ı umûmî için müracaat, tazarru ve niyazında bigane kalmak büyük bir
gaflettir.
9.11.1.1. İstiska (Yağmur Duâsı)nın Envai Üçtür
1. Ednâ mertebesidir ki nâsın ferden-ferda yahut müctemian duâ ile meşgul olmalarıdır.
2. Evkat-ı hamsenin ferâiz ve nevâfilinden sonra yine münferiden veya müctemian, cuma hutbesi esnasında da hatib tarafından duâ edilmektir.
3. Hacet-i mühimmeye mahsus olmak üzere, musallada cemaatle iki rek'ât namaz kılıp, imâmın hutbesini dinlemek ve hutbe içindeki duâsına cemaatle âmin demek. Bazı müctehidîne göre diğer iki sûretten bu efdâldir. Bu duâda hulûs-i tâm ve kemâl-i huşû ve istislâm (tam teslimiyet) ile bermukteza-yı kerem-i İlâhi makbul olacağından kat'iyyen ümitvar olarak yapılmalıdır. Hususen bir Müslüman kardeşinin arkasından lehine duâ etmekteki fezâili düşünerek, tazarru ve niyazın mutlak kabul olacağına emin olmak gerekir. Çünkü Ebû Hüreyre'den (ra): “Bir kul günâh olan yahut akrabasıyla dargınlığı mucib olan bir şeyi dilemedikçe yahut da isti'cal etmedikçe duâsı daima müstecâb olur.” Hadis-i şerifi rivâyet olunmuştur. “Yâ Resûlallah! İsti'cal ne demektir?” diye sorulmuş. Resûlullah (sav) Efendimiz de: “Nice defalar hep duâ ettim de Rabbimin duâmı kabul buyurduğunu gördüğüm yok!” der. İsticâbetin teahhurundan dolayı bıkar, usanır da duâyı terk eder. “İşte isti'cal budur.” buyrulmuştur.
Keza Ebû Derdâ'dan (ra): “Müslüman olanın kardeşi için ardından ettiği duâ müstecabdır. Başının ucunda müvekkel bir melek vardır ki, o Müslüman kardeşine hayır duâ ettikçe, ona müvekkel olan melek ‘Âmin, istediğin gibisi senin için de olsun’ der.” Hadis-i şerifini rivâyet eder.
Yağmur duâsına veya namazına çıkıldığında ilk gün yağmazsa ertesi gün, yine yağmazsa daha ertesi gün yine çıkılır. Çünkü: “Allah duâda ilhah edenleri sever.” buyrulduğu hadis-i şerifine tazim gerekir. Hatta Mısır'ın eimme-i fukahasından Esbağ'dan naklolunduğuna göre; onun zamanında Nil nehrinin suyunun artması için bir kere yirmi beş gün mütevâliyen istiska edilmiştir. Yağmur duâsına veya namazına hazırlık yapıldıktan sonra istiskadan evvel yağmur yağdırana şükrane olarak yine duâya çıkılıp Allah-u Teâlâ'ya hamdü senâ ve temcid edilir. Mezheb-i Şâfii'nin esahh kavline göre namaz da kılınır.
9.11.1.2. Sünnet-i Müekkede Olan İstiskanın Riâyeti Lâzım Gelen Bazı Mendubâtı da Vardır
1- Duâ günü ve duâdan evvel üç gün -ki cem'an dört gün eder- imâmın emriyle memleket halkı mütevâliyen oruç tutarlar. Mendub olan bu orucun farz olduğunu bile söyleyen vardır. Çünkü oruçlunun duâsının makbul olduğuna dâir haberler de vardır: “Üç kimsenin duâsı reddolunmaz: İftar edinceye kadar oruçlu, imâm-ı âdil, mazlum.” (Hadisi Tirmizi) Ebû Hüreyre yine Enes'ten (ra) bunu: “Oruçlunun, pederin, yolcunun.” lâfızlarıyla rivâyet etmiştir. Dördüncü gün musallaya çıkacakların gece, mutadlarından az yemek yemeleri daha âlâ olur.
Keza dargın olanların bu üç gün içinde barışmaları, herkesin istiğfar ve ettiklerini bir daha etmemek üzere tevbe, sadaka-i hayratta bulunmaları, mezalimden huruç eylemeleri, yani mal, cân, ırz gibi ibadullaha taalluk eden hukuktan dolayı istihlâl etmeleri de mendubdur. Çünkü: Hûd'un (AS) lisanından Allah-u Teâlâ, Kitab-ı Kerîm'inde: “Ey benim kavmim! Rabbinizden mağfiret dileyiniz, sonra O'na tevbe ediniz ki, üzerinize yağmuru bol bol yağdırsın.” buyuruyor. Yağmursuzluğun başlıca sebepleri; nâsın amelinin bozukluğundan, fukara hukukunun gasp olunmasından, alışverişteki hile ve desiseden neş'et eder. Nitekim: “Bir de hiçbir kavim yoktur ki, zekât vermesin de istifadelerine karşı yağmur alıkonulmasın.” hadisini rivâyetle İbn-i Mesud (ra) “Nâs (insanlar) ölçeklerini eksik ölçerlerse, gökyüzünün yağmur tanelerinden mahrum bırakılırlar.” rivâyeti de vardır.
2- İstiskanın mendûbâtından biri de, üç gün oruçtan sonra yine oruçlu olarak ve -alâmet-i tezellül olmak üzere- eskimiş, yıpranmış elbiselerini giyerek, masum çocukları ve âciz ihtiyarları, hatta bazılarınca açlıktan zayıflamış hayvanları mustashiben sahraya mâşiyen (yürüyerek) çıkıp, o câlib-i merhamet heyet ile istiğfar ve niyazda bulunmaktır. O günkü çıkışta söz söylerken, yürürken, otururken hep tevâzu tavrı takınmak da mesnundur. Çünkü: “Ancak zayıf olanlarınızın yüzünden değil midir ki, merzuk ve mansûr olursunuz.” Diğer hadiste de: “Huzû' ve huşû sahibi gençleriniz, otlar hayvanlarınız, beli bükülmüş ihtiyarlarınız, emzikte yavrularınız olmasaydı, üzerinize azab-ı İlâhi gökten boşanırcasına dökülürdü.” rivâyeti vardır. Lakin senedi zayıf görülmüştür.
Buharî Hadis No: 533- Abdullah ibn-i Zeyd (ibn-i Âsım ibn-i Ka'b-ı Ensâri -ra-) şöyle demiştir: Nebî-i Ekrem (sav) istiska etmek üzere (musallaya) çıktı ve (mübarek) ridâsını tahvil etti. Yine Abdullah ibn-i Zeyd'den (ra) olan (diğer) bir rivâyette: “İki rek'ât (namaz) da kılındı.” denilmiştir. Bu hadis-i Nebevî istiskanın meşruiyetini ispat etmektedir. Nitekim mesnun olduğu beyne'l-Müslimîn mücma'un aleyhtir.
İki rekat namazdan sonra imâm hutbeye çıkar. Bayram namazlarındaki tekbirâta bedel istiğfar eder. Birinci hutbede 9, ikinci hutbede 7 defa âyet ve kûreb duâsını okur. İkinci hutbenin sülüs miktarını da okuduktan sonra kıbleye döner ve ridâsının sağ tarafını sola, sol tarafını da sağa getirerek, tahvil ve omuz cihetine gelen tarafını aşağıya, aşağıya gelen tarafını omzuna getirerek “Tenkîs” eder.
Sırren ve cehren pek çok duâ eder. Hatib ridâsını tahvil ve tenkis ederken cemaat da oturdukları yerde ona imtisal ederek, duâ ederken ellerin sırtını semâya getirirler. Hatibin cehri duâsına âmin denir. Gizli duâsında cemaat da duâ ederler. Duâdan sonra hatib yine cemaate dönüp vaaz ve nasihat ve Allah'a taate tergib eder. Hatibin her iki hutbede sözünü yine istiğfar ile hitama erdirmesi mesnundur.
İstiskanın hükmü: Mesnun olduğunda ve ilk günkü istiskadan sonra yağmur yağmazsa ikinci ve üçüncü günlerde yağmur duâsına çıkılacağında ve yağmurun kesretinden dolayı zarar hasıl olduğunda refîni Hakk'tan niyaz etmenin sünnet olduğunda ittifak vardır. Ancak duâdan başka namaz, hutbe ve tahvil-i ridâ meselelerinde eimme-i erbaa arasında ihtilâf vardır. Ebû Hanife'ye göre namaz mesnun değildir. İmâm, halk ile beraber sahraya çıkıp duâ eder. Halk münferiden namaz kılarlarsa caizdir.
İmameyn cemaatle bayram namazı gibi iki rekât salât-ı istiskanın mesnun olduğuna kâil olmuşlardır.
3- İstiskanın üçüncü meselesi vaktinin tayinidir. İstiskanın vakt-i muhtarı bayram namazının vaktidir.
İstiskada zalimlerin, kâfirlerin aleyhine, (helâkına) mü'minlerin lehine (necatına) duâ etmek mesnundur. Bazılarınca zalime ve küffara hürriyet-i dini ayak altına alan makuleden iseler helâklarına, değil iseler tevbelerine duâ edilir, demişlerdir.
İbn-i Mesud (ra) dedi ki: “Bilen söylesin. Bilmeyen de (Allah-u a'lem bi muradihi) desin. Zira duâsını bilmediği şey için bilmiyorum, demesi de ilimdir.”
9.11.2. Vesile İttihaz Etmenin Lüzumu ve Meşruiyeti
Buharî Hadis No: 537- Enes (ibn-i Mâlik)'ten (ra), Şöyle demiştir: Halk kıtlığa dûçar olduklarında Ömer ibn-i Hattâb (ra) [(Nebî-i Ekrem'in -sav- amm-i mükerremi) Abbas ibn-i Abdulmuttalib (ra) ile (tevessül ederek) istiska eder ve: “İlâhi! Bizler (eyyâm-ı hayatında) Peygamberimiz (sav) ile tevessül ederek senden niyazda bulunurduk da bize yağmur(lar) ihsan ederdin. (Şimdi de) Peygamberimizin amm(-i muhterem)i ile tevessül ederek senden niyaz ediyoruz.
Bize (yine)] yağmur ihsan et.” diye duâ eylerdi.
Tevessül, vesile ittihaz etmek demektir. “Vesile”de Cevheri'nin beyanına göre âhere tekarrübe bâdi olan şeye ıtlâk olunur. Şevket-i kudretinden dolayı kendisine yanaşmak müşkil olan bir zâttan, matlubunu kolaylıkla istihsal için sevdiği zâtı araya koymak gibi ki, o aradaki zât (vesile) işini gördürme, isteyen kimsenin onu araya koyması da o sahib-i kudret olan zâta aradaki o vasıta ile (tevessül) olmuş olur. Bârigâh-ı Hakk'a tekarrüb için hüsn-i zan olunan salihîn ile tevessül edildiği gibi âmâl-i saliha ile de tevessül edilir.
Bu türlü tevessül ve istiskânın yalnız ümmet-i Muhammed'e has olmayıp, geçmiş ümmetler de kendi Peygamberlerinin ehl-i beytiyle istiskâ ederek yağmur duâsına çıkarlarmış. Bahusus, bu ulvî hareketin ehl-i beyt ile istiskânın mübah olduğunu göstermektedir.
Sıddıkı A'zam Efendimiz de Hz. Abbas'tan (ra) nusret için duâ etmesini talep eder, kendisi de âmin derlerdi. “Ben umarım ki yâ Abbas! Nebî-i Ekrem'e (sav) yakınlığın dolayısıyla duân boşa çıkmaz.” derdi.
Fukaha “Zelzele esnasında namaz kılmak meşru olduğu gibi, sahraya çıkmak da mesnundur.” demişlerdir. Bu namazlar cemaatle kılınmaz.
9.12. SABRETMEK VE NAMAZ KILMAK SÛRETİYLE ALLAH'TAN YARDIM TALEBİNDE BULUNMAK
Sûre-i Bakara Âyet: 45- Hem sabır (ve sebat) ile, hem namazla (Hakk'tan) yardım isteyin. (Gerçi) bu, elbette büyük (ağır ve çetin bir şey)dir. Ancak (Allah'a karşı) yüksek saygı gösterenlere göre öyle değil.
Not: Bu âyet-i celîleden anlaşıldığına göre iki amel insanlara zor görünmektedir. Fakat iman eden ve Allah'ın emirlerine ve Zât-ı Ahadiyet'ine tâzim edenler için ise kolay olduğudur. Birincisi namaz kılmak, ikincisi sabr-ı tahammül gösterebilmektir.
9.13. HER İNSANIN DÜNYA VE ÂHİRET İŞLERİ HUSUSUNDA “ALLAH'IN İZNİ İLE” MÂNASINA GELEN “İNŞAALLAH” DEME-DİKÇE, BİR ŞEY HAKKINDA “BEN BUNU YAPARIM!” DEMEME-SİNİN EMROLUNDUĞU
Sûre-i Kehf Âyet: 23- Hiçbir şey hakkında “Ben bunu herhâlde yarın yapıcıyım.” deme.
24- Meğerki (sözünü) Allah'ın dilemesi(ne bağlamış olasın. Yani “İnşallah -Allah dilerse-” diyesin). Unuttuğun zaman Rabbini an (Allah'ın meşiyyetini hatırlayarak yine “İnşaallah” de) ve (şöyle) de: “Umulur ki Rabbim beni bundan daha yakın bir hayra ve muvaffakiyete erdirir.” (İnşaallah demeyi unutup da bilâhare Allah'ı anmış olmaklığım yüzünden memuldur ki, Hakk evvelki unuttuğumdan daha hayırlısını ve muvaffakiyetlisini bana ihsan eder.)
Not: İctimaî ahvâllerimizle sıkı sıkıya bağlı bir emirdir. Her günkü hayat mücadelemizde karşılaştığımız vâkıalardır ki, “Bunu yarın yaparım, yarın veririm, yarın gideceğim.” gibi bazı hissi hareketlerimizin iktizası olarak böyle söyleriz. Allah-u Teâlâ bu hususta bizi uyarıyor. Yarının değil, her anın sahibi Allah'tır. O dilerse onu yaparsın, O dilerse seni muvaffak kılar. O hâlde sen mücerret muvaffakiyetini kendine hamletme, seni ancak muvaffak kılacak olanın Allah olduğunu unutma ve onun için işte “inşaallah de!” buyrulmuştur.
9.14. DUÂYA İŞTİRAK EDİLMESİYLE DUÂLARIN KABUL OLACAĞI
Sûre-i Yunus Âyet: 88- Musa: “Ey Rabbimiz!” dedi, “hakikaten Sen Firavun'a ve ileri gelenlerine dünya hayatında ziynet(-ü haşmet) ve (nice) mallar verdin, senin yolundan saptırsınlar diye mi Ey Rabbimiz! Sen onların mallarını yok et Rabbimiz, kalblerini şiddetle sık ki, onlar o çetin azabı görecekleri zamana kadar iman etmeyeceklerdir.”
89- (Allah) Dedi ki: “İkinizin de duâsı kabul olunmuştur. O hâlde yine istikâmette (doğru hareketinizde) devam edin. (Bu doğru hareketlerinden murad; kıbleye, yani Kâbe'ye müteveccih mescidler yapmalarında devam etmelerinin tavsiye buyrulmasıdır. Zira Musa (as) Kâbe'ye doğru namaz kılardı. Bir evvelki âyet-i kerimede de mescid yapmalarını Rabbimiz emir buyuruyor.) Sakın bilmezlerin yoluna uymayın.”
Not: “İkinizin de duâsı kabul olunmuştur.” tebşiratında, bir kişi duâ ediyor, ikinci şahıs veya bir topluluğun âmin diyerek duâya iştirak etmiş olduğu anlaşılıyor. Nitekim Musa'nın (as) yapmış olduğu mezkûr duâya kardeşi Harun da (as) âmin demişti ve duâ kabul olmuştu. Bu münasebetle duâ edecek kimse, bir kişi dahi olsa duâsına iştirak edecek, yani âmin diyecek bir kimseyi, duâsının icabeti için bulundurması lâzımdır. Bu şekilde yapılan duâların kabul olunacağına bu âyet-i kerimeden istidlâl edilmiştir.
9.15. SALİH AMEL İŞLEYENLERİN DUÂLARININ KABUL OLACAĞI
Sûre-i Şûra Âyet: 26- İman edip de iyi amel (ve hareket)lerde bulunanlar(ın duâsın)a icabet eder. Onlara fazl(u kerem)inden (daha nicesini) artırır da. (İbn-i Abbas -ra- göre o kimseye din kardeşine şefaat etmek hakkını da tanır.) Kâfirlere gelince; onlar için de çok çetin bir azab vardır.
Not: İbrahim bin Ethem'e (kuddisesırrıhu) sormuşlar: “Biz Allah'a duâ ediyoruz. Fakat kabule mazhar olamıyoruz. Sebebi nedir?” Demiş ki: “Zira O, sizi iyi amele dâvet ediyor da dâvetine icabet etmiyorsunuz.” buyurmuşlardır ki, âyet-i kerimede de Rabbimiz salih amel işleyenlerin duâsına icabet edeceğini vaadediyor. Demek ki duâlarımızın Rabbimize yükselmemesi iyi amelde bulunmadığımızdandır. “Siz duâ edin, ben de icabet edeyim.” buyuruyor ama, şartının da salih amel olduğu anlaşılmaktadır. Onun için “Kişinin ameli duâdır.” demişlerdir.
9.16. KÂFİRLERİN VE FÂSIK KİMSELERİN DUÂLARININ KABUL OLMAYACAĞI
Sûre-i A'râf Âyet: 40- Bizim âyetlerimizi yalan sayıp da onlara karşı kibirlenmek isteyenler (yok mu?) Onlar için gök kapıları açılmayacak, (duâları, amelleri yahut ruhları göklere yükselmeyecek) onlar, deve iğne deliğine girinceye kadar cennete girmeyeceklerdir. Biz günâhkârları böyle cezalandırırız. (Yani deve iğne deliğinden giremeyeceğine göre bunların da cennete girmelerine imkân ve ihtimâl yoktur, demektir.)
9.17. DUÂ HAKKINDA UMÛMÎ BİLGİLER
Buharî Hadis No: 743- “Ey Muâz! Mazlumun (fenâ) duâsından hazer et (sakın), zira mazlum ile Allah arasında (duânın kabulüne) hiçbir hâil (perde) yoktur.” buyurduğu bildirilmiştir.
Muâz (ra) hazretlerinin Yemen'e vali tayin edildiği zaman söylenen bir emir olduğu için, zekât malından çok kıymetli bir malı almak da bir zulüm olmuş olur. Zaten zulüm, bizatihi çirkindir. Her mazlumun duâsında tahziri tazammun edilmesi gerektiğinin izharıdır ki, mazlum kâfir olsa bile, onun âhı da Divân-ı Kibriyâ'ya kadar yükselecek ve aslâ reddedilmeyecektir.
Sûre-i Tevbe Âyet: 103- …“Habibim, ashâb-ı zekâta duâ eyle. Senin duân onların gönlüne sükûnet bahşeder.”… (Bu âyete göre “Zekât alanın zekât verene duâ etmesi vâcibdir.” demişlerdir. Fakat cumhuru ulemâya göre, böyle duâ edilmesi müstehabdır.)
Enbiyâdan (as) başkasına bi'l-istiklâl salâta tecviz etmişlerdir ki, İmâm Ahmed ibn-i Hanbel'in kavli de böyledir. İmâm Ebû Hanife ile ashâbı, İmâm Mâlik, Şafii hazerâtı gibi ehl-i ilim ekseriyetle, “Enbiyâdan (as) başka kimseye müstakilen salât edilmez.” demişlerdir. Mesela اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى آلِ أَبِي بَكْر “Alla-hümme salli alâ âl-i Ebi Bekir” gibi. Hattâbi diyor ki: “Salât, esas itibarıyla duâdır. Fakat duâ olunan kimseye göre mânası değişir. Aleyhisselâtu Vesselâm Efendimizin ümmetine salâtı, ümmetine duâ ve istiğfar buyurmasıdır. Ümmetinin Resûl-i Ekrem'e salâtı, ziyade-i kurbet ve menzilet temennisinden, daha açık bir tabir ile Resûl-i Ekrem'in yanında şeref ve itibar sahibi olmak arzusundan ibarettir.” Nevevî diyor ki: “Salât lâfzıyla duâ, enbiyâ için şiâr olmuştur.” Enbiyâ-yı Kirâma da “azze ve cell” denilmesi câiz değildir. Çünkü bu ifade Allah-u Teâlâ'yı zikir ve yâd etmenin şiârıdır.
İbn-i Âmir'in bir hastalığında Abdullah ibn-i Ömer (ra) iyâdeye gelmişti. İbn-i Amir: “Ey İbn-i Ömer! Bana duâ ediniz.” demişti. İbn-i Ömer abdestli olmadığını itizaren bildirerek Resûl-i Ekrem'in (sav) “Abdestsiz namaz ve duâ, mâl-ı mesrûktan verilen sadaka kabul olunmaz.” buyurduğunu işittim. “Sen de bir ara Basra'da vali bulunmuştun.” diyerek İbn-i Âmir'e üzerinde halk hukuku bulunması ihtimâli ile tevbekâr olmasını hatırlatmıştır. Ganimetten çalınan mallardan sadaka verilemeyeceği, verildiği takdirde kabul olunmayacağına delâlet vardır. Sadakanın tehiri câiz değildir. Âtiyen sadakayı kabul edecek fakir bulamamak gibi bir mahzur vesile olabilir. Şârih İbn-i Battal: “Hadisin zâhirine göre sadaka verecek fakir bulamamak vaziyeti, malın çoğaldığı bolluk zamanında hâsıl olur ki, bu da kıyâmetin takarrübü zamanıdır.” diyor. Şârih Ayni ise Umdetu'l-Kâri'de hem naklediyor, hem de şâyân-ı ittiba bir mütâlaa olmadığını bildiriyor. Sonunda hadisten zahir olan bu vaziyetin “Habibim! Küre-i arz, sînesinde sakladığı hazinelerini ortaya döktüğü an… üstünde hayır, şer ne işlendi ise birer birer haber verir.” (Sûre-i Zilzâl Âyet: 2) kavl-i şerifi mucibince yerin hazinelerinin zahir olduğu zamanda vâki olmalıdır ki, bu da eşrât-ı saat cümle-sindendir, diyor.
Tirmizi'nin Ebû Hüreyre'den (ra) merfûan rivâyet ettiği bir hadis-i şerifte, duâ-i mazlumun reddedilmeyeceği şu sûretle tasrih edilmiştir. Üç sınıf vardır ki, duâsı Divân-ı Kibriyâ'dan reddolunmaz:
1. İftar zamanında sâimin duâsı.
2. Adil bir devlet reisinin duâsı.
3. Mazlumun duâsı.
Duâ-i mazlumu Allah bulutların üstüne ref ettirir; gökyüzünün kapıları duâ-i mazluma açılır da Cenâb-ı Hakk: “İzzetim hakkı için ey mazlum, bir zaman sonra olsa bile, elbette sana nusret ederim.” buyurur.
Sahih-i Buharî hadislerindendir ki, Resûl-i Ekrem'in Muâz ibn-i Cebel'i Yemen'e vâli tayin ederken verdiği evâmir arasında: “Ey Muâz! (Asi olsa bile) mazlumun duâsından ictinab et. Çünkü mazlumun duâsıyla Allah arasında (icabete mâni) hiçbir hâil yoktur.” fermanı da vardı.
1. Duânın adabı hususunda ihtilâf edilmemiş değildir. İmâm-ı Mâlik duâ esnasında ellerini kaldırmanın mekruh olduğuna kâil olmuş ise de diğer ulemâ “Herhangi bir duâda ref-i yedeyn caizdir.” derler. Yani elleri gökyüzüne tevcih ederek duâ etmek, duâ adabındandır. Hatta koltuk içlerinin aklığı görününceye kadar duâ da elleri kaldırmanın adâbındandır. Bazıları yağmur duâsında el kaldırmayı tecviz etmişlerdir.
2. Duâ adabından biri de sonunda ellerini yüzüne sürmektir.
3. Bazı ulemânın kavlince de, duâda elleri kaldırmakla beraber, eğer bir belânın refî için duâ ediliyorsa ellerin arkasını, lehte bir şey isteniyorsa avuçları semâya doğru açmak sünnettir.
Yağmur yağması için duânın câiz olduğu gibi, yağmamasına da duâ etmek caizdir.
O da rahmetten usanmak değil de, rahmetin devamı ile beraber zarar ve ziyana sebep olmayacak kadar taam istemek adâb-ı şükrandandır.
Namazın haricinde duâ ederken semâya bakmanın keraheti ise muhtelefün fihtir. Kadı Şurayh'a göre mekruhtur. Duâ ederken gözlerini de ellerini de semâya doğru kaldırana “Yahu, elini çek, gözünü de indir. Zira O'nu göremeyeceğin gibi elin de oraya varamaz.” demiştir. Ekseriyet ise: “Caizdir, çünkü Kâbe, kıble-i salât olduğu gibi semâ da kıble-i duâdır.” derler.
Not: Namazda maksudun gayri ile meşguliyet kalbi hazzından çıkartır. Huşû zâil olur. Ya sehiv, ya galat vâki olur. “Namazda sağa, sola iltifat helâktir.” buyrulmuştur.