ONİKİNCİ BÖLÜM: LUKÂTA BAHSİ

12.1. LUKÂTALARIN MAHİYETİ, NEVİLERİ VE FIKHİ MÜTALAASI

12.1.1. Lukâta

Canlı olsun olmasın yerde bulunan ve sahibi malum olmayan mal demektir. Malum bir insanın gâib ettiği bir mal da lukâta hükmündedir. Şu kadar var ki bunun için ilana lüzum yoktur, bu sırf emânettir, bunu mümkün ise hemen sahibine iade etmek lâzımdır.

Lukâtaların nevilerine gelince, bu da ehemmiyetli olup olmamak itibarıyla iki nev'e ayrıldığı gibi, canlı olup olmamak itibarıyla da iki nev'e ayrılır.

Mesela: Bazı kırlarda, tarlalarda, bahçelerde müteferrik sûrette bırakılmış, sahipleri tarafından aranılması mutad bulunmamış olan başaklar, meyveler, kabuklar, çekirdekler ehemmiyetsiz olan lukâtalardandır. Bunlara “tafih” denir.

Nisabı sirkat miktarından az olmayan altın, gümüş, mücevherat, uruz ve emtia (ticari olsun veya olmasın her türlü eşya ve mal) gibi sahipsiz şeyler de ehemmiyetli, kıymetli, tabir-i aharla tafih sayılmayan cansız lukâtalardan addedilir. Behâim denilip sahipsiz bulunan zi-hayat (canlı) hayvanlar da canlı lukâtaları teşkil eder.

Lügat itibarıyla بهائم “behâim”, herhangi dört ayaklı hayvan demek olan بهيمة “behime”nin cem'idir. Temyiz istidadından mahrum olan herhangi zi-hayata “behime” denir. Bu isim; develere, sığırlara, atlara, koyunlara, kuşlara, tavuk gibi hayvanlara ve ehlî bir hâle getirilmiş güvercinlere şâmildir. Binâenaleyh lukâta ahkâmı bunların hepsinde câri olabilir.

Mâlikilere göre at, hımar (merkeb) evde bırakılmasına müsaade edilen kelb (köpek) vesâire gibi behâim iltikat edilebilir. Fakat sahrada ve sâir yerlerde sahipsiz görülen develer iltikat edilemez. Bunlar hâlleri üzerine bırakılır. Meğerki insanların hıyânetinden korkulsun. Bu şartla bir deve lukâta olarak alınır ise bir sene ilan edilir, sahibi çıkmadığı takdirde yine mahalline terk edilir.

Şâfiilere göre, kırlarda yitik bir hâlde bulunan ve kendilerini yırtıcı hayvanların binnisbe küçüklerinden tepmeleriyle, uçmalarıyla veya koşmalarıyla kendilerini koruyabilen memlûk hayvanları hıfz için almak câiz ise de, teleflerinden korkulmazsa iltikatı câiz değildir. Fakat kendilerini müdafaa edebilen bu gibi hayvanlar; bir ümranda, bir kasaba civarında bulunacak olsa, temellük niyetiyle, yani bilâhare sahibi zuhur edince bedelini ödemek üzere iltikat caizdir. Çünkü bu gibi yerlerde bunlara hain kimselerin el koymaları mümkündür, buna meydan vermemek için bu niyetle almak caizdir. Kendilerini küçük yırtıcı hayvanlardan dahi koruyamayacak koyun, keçi gibi sahipsiz hayvanlara gelince, bunları kırlarda da, karye civarında da herhangi bir vakit temellük için iltikat caizdir.

Mezheb-i Hanbeliye gelince, şehirlerde ve sahralarda bulunan koyunlar lukâtadan madûddur, haklarında lukâta ahkâmı câri olur. İmâm Ahmed'den bir rivâyete göre koyun ve kümes hayvanlarını veliyyü'l-emrden başkası iltikat edemez. Deve, at, katır, geyik, kelb, doğan, gibi kendilerini müdafaa edebilecek hayvanları iltikat câiz değildir. Hatta veliyyü'l-emr dahi bunları iltikat edemez, bu bir gasb sayılır. Mevziine iade edilse dahi tazmin olunmasından kurtulamaz. Şu kadar var ki, veliyyü'l-emr veya nâibi dört ayaklı (dâlle denilen) hayvânâttan ibaret lukâtaları, sahibi nâmına muayyen yerlerde hıfz için ahz edebilir. Bunları ilan lâzım gelmez. Çünkü bu gibi dâlleler için hükümetçe muayyen bir mevzi bulunacağından sahipleri buraya müracaat eder, hayvanını bulunca beyyine ikame ederek alır, bunların yalnız vasıflarını beyan etmeleri kifâyet etmez. Çünkü burası umûm için açıktır. Veliyyü'l-emr, bu hayvanları koruya (meraya) salabilir veya faydasına binâen satarak semenini (sattığı miktarı) sahipleri için saklar.

Zahirilere göre de şehirde, sahrada medfun veya gayr-i medfun olarak bulunan ve Müslümanların bulundukları bir müddet içinde darb edildiği üzerindeki alametten (dağlandığı, damga vurulduğu) anlaşılan her mal lukâtadır ve her düşürülerek bulunan mal da -nasıl bir mal olursa olsun- lukâtadır. Ziyanına meydan vermemek için bunu aldığına en az bir âdil şahid işhad etmelidir ve ilanda bulunmalıdır. Zahirilere nazaran ضالة “Dâlle” denilen dört ayaklı hayvanlar üç kısımdır.

Birincisi: Koyun, keçidir. Bunlar, kurdun tasallutundan veya insanların gasb etmelerinden korkulacak bir yerde bulunur da kendilerini hıfz edecek kimse bulunmazsa, su kenarına da yakın olmazsa, bu hayvan kendisini bulup alana helâl olur. Velev ki sonra sahibi zuhur etsin. Artık bunu alamaz, tazmin ettiremez.

İkincisi: Otlamaya, su kenarına gitmeye kuvveti bulunan devedir. Bunu kimsenin ahz etmesi helâl değildir. Bunun hükmü, serbest bırakmaktır. Bunu alanlar telefinden zâmin olur.

Üçüncüsü: Otlamaya, su kenarına gitmeğe, kuvveti bulunmayan deve ve sâir sığır, at, katır, hımar (merkeb), geyik gibi hayvanlardır ve kendisine kurdun tasallutundan, nâsın gasbından korkulmayan koyundur. Bunları alıp ve dâima ilanda bulunmak farzdır. Sâhiplerini bulmak imkânı olmayınca bunlar, ya hâkime veya bulan tarafından Müslümanların menfaatine tahsis edilir. Sahiplerinden kaçmış köleler, câriyeler de bu hükümdedir.

Buharî Hadis No:1083- Ubey ibn-i Kâ'b'dan (ra) şöyle rivâyet edilmiştir. Ubey demiştir ki: “(Bir kere) ben bir kese buldum. İçinde yüz dinar vardı. (Onu) Nebi'ye (sav) arz ettim. Resûlullah: ‘Bunu bir sene (mecâmi-i nâsta) bildir, ilan et.’ buyurdu. Ben de bir sene onu ilan ettim. Fakat onu bir bilene tesadüf etmedim. Sonra Resûlullah'a geldim. Resûlullah ‘Bir sene (daha) bildir.’ buyurdu. Onu bir sene daha ilân ettim. Fakat bir bilen kimseye tesadüf etmedim. Sonra üçüncü bir defa daha Resûlullah'a arz ettim. Bu defa Resûlullah: ‘Bu paranın kesesini, sayısını, ağız bağını hıfzet. Sahibi gelir (de, sayısını, çıkınını, ağız bağını haber verir)se keseyi ona ver! Gelmezse onunla müstefid ol.’ buyurdu.”

Hadis metnindeki tarif-i ilânı, şarihler şöyle beyân etmektedir: Yitik bir şey bulup da alan kimsenin sokaklarda, halkın toplantı yerlerinde, cemaat çıkarken mescid kapılarında ve daha bunlara müşabih olan mecâmi-i nâsta: “Kimin bir şeyi kaybolduysa gelsin, benden sorsun, istesin.” diye nida etmesidir, sûretinde tefsir ve tarif etmişlerdir ki, halk toplantılarında kaybolan şeyin herkese ifşa edilmesinden ibaret bulunduğundan “tarifi” biz, “bildirir” diye tercüme ettik. Aynı zamanda şarihler bu ilâmın mescid dahilinde icra edilmemesini kaydetmektedirler.
Yitik bir şeyi bulan kimsenin ancak bir sene tarif ve ilan etmesi esası kabul edilmiştir. Hidâye'de İmâm Ebû Hanife'nin ve Muhammed'in mezhebinin bu merkezde olduğu bildiriliyor. Yalnız İmâm-ı A'zam, on dirhemden az olan lukâtanın dört defa, ziyade kıymette olanın da bir sene tarif ve ilanını kabul etmiştir. İmâm Muhammed ise, bunun az veya çok olması gibi bir tefrika lüzum görmemiştir ki, zâhiru'1-mezheb de budur.

Bir sene ilan keyfiyeti Ali, İbn-i Abbas, Said ibn-i Müseyyeb ve Şa'bi'den de rivâyet edilmiştir. İmâm Mâlik, Kufe fukahası ve İmâm-ı Şâfii de buna zâhib olmuşlardır. İbn-i Cevzi, “Bu bir sene müddet târih-i ilandan muteberdir; yitiği bulduğu günden değil.” demiştir.

Munziri, “Bu hadisin zahirine nazaran eimme-i fetvadan hiçbirisi üç sene ilan keyfiyetini kabul etmemiştir.” diyor. Bu müddet, Hz. Ömer'den de mervi olmakla beraber müşârünileyh hazretlerinden üç ay ilan edilmesi hakkında da bir rivâyet vardır ki, bunu İbn-i Hazm da nakletmiştir. Dört ay rivâyeti de vardır. Servi de “Dirhem dört gün tarif olunur.” demiştir.

Bâzı ulemâ tarafından bu hadis ile bir sene mürurunda multakitin bulduğu mala mâlik olacağına istidlal edilmiştir ki, bunu Şarih Ayni “Çok garib bir ictihaddır.” diyor. Çünkü lâkit olan mal multakitin yed’inde vedia olarak bulunur ve bir sene mürurunda sahibi çıkarsa sahibine red olunur. Bu babda fetva imâmlarının icma vardır. Husûsiyle Hazreti Peygamber de “Bir sene, sahibi çıkarsa, ona ver!” buyurmuştur.

İmâm Buharî'nin Sahihi'ndeki senedine göre bu hadis-i şerifi Şu'be Seleme'den, o da Suveyd ibn-i Gafel'eden, Suveyd de, Ubey ibn-i Kâb'dan rivâyet etmiştir. Buharî'nin hadisi sûret-i sevkine göre, bulunan bu yüz dinar kıssasını Suveyd, Ubey ibn-i Kâ'b'dan işitiyor ve Seleme'ye bildiriyor. Seleme de Şu'be'ye bu paranın, bulan multakit tarafından üç sene ilan edilmesi emrolunduğu, şeklinde rivâyet ediyor. Aradan on sene bir zaman geçiyor; Seleme ile Şu'be Mekke'de birleşiyorlar. Bu mülakatlarında Seleme Şu'be'ye: Vaktiyle sana anlattığım bu kıssanın zamana âit olan kısmını Suveyd'den üç sene mi, yoksa bir sene olarak mı işittiğini pekiyi bilmediğini söyleyerek, tereddüdünü izhâr etmeği dini bir vazife addediyor.

Seleme'nin zamana âit bu şekki, hükm-i fıkhi üzerinde müessir olmuş, yitik bir şeyi bulan kimsenin ancak bir sene tarif ve ilan etmesi esası kabul edilmiştir.

Bu Hadisten Müstefad Olan Fıkhî Hükümler

Birinci Hüküm:

Hadisten müstefâd olan hükm-ü fıkhi, bulunan paranın sahibini bulmak için tarif ve ilan müddetidir ki, bunun üç sene olduğu müstefad olmakta ise de, yukarıda izah ettiğimiz râvinin üç sene midir, yoksa bir sene mi sûretinde şekk ve tereddüdü, meşkûkun -ki üçtür- sükûtunu icab ettiğinden, umûmîyetle fukaha tarafından bir sene olarak kabul edilmiştir. Şârih İbn-i Battal, “Fetva imâmlarından hiçbirisi hadisin zahirine bakarak lukâtayı tarifin müddeti için üç sene olarak hükmetmemiştir.” diyor.

İkinci Hüküm:

Medâr-ı tarif ve tayin olmak gibi, mesâlihe mebhi lukâtanın çıkınının, kesesinin, çıkındaki ağız bağının, sayısının hıfzıdır. Kesesinin hıfzı emr olunduğuna göre, paranın hüsn-ü muhafazası bi-tariki'1-evlâ olur.

Üçüncü Hüküm:

Bulunan parayı, bulan kimsenin kendi malına karıştırmayarak kesesiyle ayrıca muhafaza etmesidir. Muhâfaza sebebi, bulunan paranın sahibini tayindeki müşkülâta mebnîdir. Bu cihetle İmâm Ebû Hanife ile İmâm-ı Şâfii, bulunan paranın hadiste bildirilen evsâf-ı selâsesini bildiren kimseye bilâ beyyine verilmesini tecviz etmemişlerdir. Bu para bunundur, diye beyyine ile verilmesi vâcibdir, demişlerdir. Ancak itimâd olunan sâhib-i mala verilebileceğini kabul etmişlerdir.

İmam Mâlik'le ashabı, Ahmed ibn-i Hanbel, Dâvud-u Zahiri, “Paranın hadiste bildirilen evsâf-ı selâsesini doğru dürüst tarif eden kimseye verilir; beyyine talebine lüzum yoktur.” demişlerdir ki, hadisin zahiri de bunu ifade etmektedir. Fakat İmam Ebû Hanife ve Şâfii “Bu para benimdir.” demek, bir iddiadır. Müddeinin beyyine ikâmesi اَلْبَيِّنَةُ عَلَى الْمَدِي “El beyyine ale'l-medî” hadisi muktezâsıdır, diyerek beyyinesiz verilmesini tecviz etmemişlerdir. Hattâ lukâtanın, evsâf-ı selâsesi takrir edilerek verildikten sonra birisi çıkar da kendisine âit olduğunu beyyine ile ispat ederse, Sâdat-ı Hanefiyye göre multakitin tayin-i evsaf ile verdiği kimseden parayı istirdad edip sahibine vermesi muktezidir. Verdiği kimse şâyet malı telef ettiyse, sâhib-i malın talebine göre multakit ya aynen veyahut bedelen ödemeğe mecburdur. Bunun için Hanefi fukâhasına göre, para verilirken kefâletle verilmelidir, demişlerdir. Ödedikten sonra multakitin ibtidâ tayini evsâf ile verdiği kimseye hakk-ı müracaatı vardır. Fakat beyyine-i âdile ile verdikten sonra ikinci bir iddiaya itibâr edilmez; tazmini lâzım gelmez. Bu eşya ve evsâf-ı selâseden birinci derecede hâiz-i ehemmiyet olan, para kesesiyle ağzının bağıdır. Paranın kemiyeti ikinci gelir.

Dördüncü Hüküm:

Yitik bir para bulan kimsenin onu alırken, sahibini bulduğu zaman vermek üzere alması, muktezidir. Onu temellük için alırsa gasb hükmündedir. Binâenaleyh telef veya zayi ettiği sûrette sun-u taksiri lâhik olmasa bile tazmini lâzım gelir. Lukâtaya karşı multakitin vaziyeti bir yed-i emindir. Sahibi bulununcaya kadar hüsn-ü muhafazaya memur ve alelade ilan ile mükelleftir. Ara sıra mecâmi-i nâsta: “Para kaybeden var mıdır?” diye soruşturmaktan ibarettir.

Bir Mühimme:

Hadisin beyne'l-eimme maruzu ihtilâf olan mühim bir noktası “Paranın sahibi çıkmazsa faydalan!” emri ve müsaadesidir. Şimdi multakit, bulduğu paradan ne sûretle müstefid olacaktır. İmâm Şâfii, bulan kimse o paraya, sahip ve mâlik olarak istifâde eder, demiştir. Zengin ve fakir diye bir tefrike lüzum görmemiştir. Bu hususta Ubey ibn-i Ka'b'ın intifa etmesiyle istidlal etmiştir. Ubey ibn-i Ka'b, hakikaten Ashabın belli başlı zenginlerinden idi. Hidâye sahibi bu istidlâle cevap veriyor: “Ubey, Peygamber kendisine izin verdikten sonra yüz dinara mâlik olmuştur. Hükm-i hâkimle lukâtada zenginin mülkiyeti Hanefilerce de kabul edilmiştir.” diyor. Bu meselede iki nevi vilâyet içtimâ etmiş bulunuyor: Para bulan kimsenin vilâyet-i hâssasıyla devletin vilâyet-i âmmesi. Binâenaleyh vilâyet-i hâssa, vilâyet-i âmmenin hükmüne verilmiştir. Bulunan parada Hanefiler, zenginin tasarrufunu, hükümetin iznine tâbi tutmuşlardır. Çünkü bulunan para fi'l-asıl bulanın değildir. Hz. Ali'den (ra) mervi olan bir haber de mezheb-i Şâfii'yi teyid için dermeyan edilmektedir. Ali (ra): “Bir kere bir dinar bulmuştum. Bu para ile Resûl-i Ekrem'e gelip arz ettiğimde ‘bunu ilan et’ buyurdu. Bilâhare gelip: ‘Yâ Resûlallah! İlan ettim, fakat bir bilene ve sahibine tesadüf etmedim.’ demiştir. Resûl-i Ekrem: ‘Artık onunla intifa sana âittir.’ buyurdu. Bu bir dinarı üç dirheme terkin edip buğday, yağ aldım. Bu sırada paranın sahibi çıkageldi. Paranın evsafını tarif etti. Ben de Nebi'ye (sav) gidip haber verdim. Resûlullah: ‘Bu adam dinar sahibidir, artık buna ver.’ buyurdu. Ben de ona verdim.”

Bu mevzua dâir Ömer'den (ra) de şu haber rivâyet edilmiştir: Süfyân ibn-i Abdullah (ra) bir kere bir heybe bulmuştu. Bunu Hz. Ömer'e getirip hükmünü sordu. Hz. Ömer, bir sene ilan etmesini emretti. “Sana gelip evsâfını tarif eden olursa ona verirsin, olmazsa bu heybe senindir.” demiştir. Bir sene sonra sahibi çıkmayınca vaziyeti Hz. Ömer'e arz ettiğinde Hz. Ömer: “Şimdi bu heybe senindir, çünkü Resûlullah (sav) bize bu sûretle emretti.” demiştir. Süfyân “Benim buna ihtiyacım yoktur.” demesi üzerine de Hz. Ömer beytü'l-mâl hesabına almıştır. Bu hadisler hep İmâm-ı Şâfii hazretlerinin ictihadına vesile olmuştur. Hanefilerce delil addedilmemektedir. Bu bâbda Âsım ibn-i Damre'nin Hz. Ali'den bir rivâyeti vardır ki, Hanefiler için bu bir hüccettir. Asım demiştir ki:

“Hz. Ali'ye bir kere birisi geldi. ‘Ben bir çıkın dirhem buldum. Evsâfını tarif eden bir kimse zuhur etmedi. Ne buyrulur?’ diye sordu. Hz. Ali:

‘Tasadduk et! İleride sahibi zuhur eder de senin tasadduk ettiğine razı olursa, ecri ona âittir. Olmazsa onu ödersin de sadakanın ecri senin olur.’ demiştir. Bu bâbda Eimme-i Hanefiyye göre, multakit eğer fakir olursa, temellük sûretiyle istifâde ve istimâl eder. Zengin olursa tasadduk eder. Şu kadar ki ‘Hükümetin izni ve hâkimin hükmü ile gani de temellük edebilir, sahihtir.’ denilmiştir. Bütün bu hükümler, para bulan kimsenin bulduğu paraya karşı bir sene ilandan sonraki şer'i vaziyettir.” (Hidâye)

12.1.2. Canlı Mahlukâta Karşı Lukâta

Zeyd ibn-i Hâlid-i Cüheni'den (ra) rivâyet olunduğuna göre, bir kere Nebi'ye (sav) bir Arâbi gelerek bulduğu bir yitiğin hükmünden sormuş, Aleyhi's-salâtu Vesselâm:

-“Bir sene ilan et, sonra bunun çıkınını ve ağız bağını sakla. Bu müddet zarfında birisi gelir de yitiğini ve evsâfını sana haber verirse (ona edâ et), kimse gelmezse nafakalan!” buyurmuş. Sâil:

-“Yâ Resûlallah! Koyun yitiğinin hükmü nedir?” diye sormuş. Resûlullah (buna da):
-“Bu yitik koyunu sen alır, ilan eder de sahibini bulamazsan sana âittir. Sen almaz da mü'min kardeşin alırsa, o, multakitindir, o da almazsa, artık koyun kurdundur.” buyurdu. (Bu defa da) Sâil:

-“Yitik devenin hükmü nedir?” diye sordu. Bu defa Aleyhi's-salâtu Vesselâm'ın (şiddet-i teessürle mübârek) yüzü tagayyür etti, cevâben:

-“Ondan sana ne? O hayvanın (gezecek) tabanı var, (karnında) su tulumu var (sahibi gelinceye kadar bizâtihi) suya gelir, sâfi uzun ot yer.”

Koyun, fıtratı itibarıyla zayıf olup kurda, kuşa ve umûmîyetle müfteris hayvanlara karşı mukavemetsiz bir hayvan olduğundan sıyânet için sahibine verilmek üzere bunun tevkifi emir edilmiştir.

Deveye gelince Cenâb-ı Hakk, yırtıcı hayvanlara karşı ele avuca sığmayan kuvâ-yi bedeniyeyi nefsinde halk etmiş olduğundan beri benzer yırtıcı hayvanlara bizâtihi karşı koyacak kabiliyette olduğundan, sahibi bulmasına binâen tevkifini muvafık bulmamıştır.

At, sığır gibi, ufak tefek yırtıcı hayvanlara mümâneate muktedir olan hayvanları da ulemâ deveye kıyâs etmişlerdir. Kaz, ördek, tavuk, güvercin gibi uçmakla kendisini koruyan hayvanların da iltikatı tecviz edilmemiştir. Şu kadar ki, deve ve mülhakatı hayvanların tevkif edilmemeleri, sahralardaki vaziyetleri kendileri için daha emin görülerek buralarda iltikatı tecviz edilmemiştir. Fakat mamûreler dâhilinde (yolu, mescidi, mektebi olan şehirler) serseri gezen hayvanların şunun bunun yed-i gasbına geçmesi endişesiyle, Ebû Hanife ile ashabı bunların iltikatını tecviz etmişlerdir.

Buharî Hadis No: 1084- Ebû Hüreyre'den (ra) şöyle rivâyet edilmiştir: Müşârünileyh hazretleri Nebi'den (sav): “(Zaman olur ki) ben ıyâlimin yanına döner gelirim de firâşımın üzerine düşen bir hurmayı bularak (alır) yemek üzere onu kaldırırım; sonra sadaka (hurması) olmasından korkarak, onu muhakkak sûrette bırakırım.” buyurduğunu nakletmiştir.

Yolda bir hurma bulduğunda almak ve yemek câiz olduğuna delâlet etmesi cihetiyle bu hadis rivâyet edilmiştir. Hadis şarihlerinin beyânına göre, hadiste hurma bir kayd-i ihtirâzi olarak zikredilmiş değildir. Bir hurma kıymetindeki her hakir şey de böyledir, almak caizdir.

Bu bâbda Enes ibn-i Mâlik'ten (ra) de bir rivâyet vardır. Mâlik (ra) hazretleri: Nebi (sav) giderken yolda bir hurmaya rast geldi de: “Bunun sadaka hurması olmasından korkmasaydım, muhakkak alır, yerdim.” buyurdu, demiştir.

Her iki hadis-i şerifin medlullerine ve buradaki sebeb-i rivâyetlerine göre, yola atılmış veya düşmüş bir hurma ve bu değerdeki muhakkarat, yitik eşya mahiyetinde olmayıp almak ve ilana lüzum olmadan yemek caizdir. Sahibinin talep etmeyeceği muhakkak olduğu için lukâta mahiyetini hâiz değildir. Feyzu'1-Bâri'de kütüb-i-ahâdisten naklolunduğuna göre: Hz. Ömer (ra) de bir kere Araptan birisinin elindeki bir hurmayı lukâta addederek ilan ederken yanından geçmiş ve o kaviyyu'ş-şekime Halife elindeki kırbacını sallayarak “Ye ey kaba sofu!” diye ilandan tahzir buyurmuştur.

12.2. LUKÂTALARIN AHKÂMI

Terk edildikleri takdirde zayi olmalarından korkulmayan yitikleri almak ve saklamak mubâhtır. Terk edildikleri takdirde zayi olmak ihtimâli bulunan bir lukâtayı, sahibi için alıp saklamak mendubdur. Görüldüğü yerde bırakıldığı takdirde zayi olacağından korkulan bir lukâtayı, sahibinin nâmına iltikat etmek de vâcibdir. Herhangi bir tafih (bir çekirdek gibi ehemmiyetsiz) olmayan bir lukâtayı sahibine vermeyip saklamak veya intifa etmek için iltikat da haramdır. Velhâsıl birçok defa lukâtaları iltikat, terkinden efdal bulunur. Fakat nefsinden kâfi sûrette emin olmayan bir şahıs için iltikatı terk etmesi daha hayırlıdır. Köylerin civarında gâib olmuş hayvanları hâlleri üzerine terk etmek de daha iyidir.

Mâlikilere göre lukâtaları iltikat; mekruh, vâcib, haram kısımlarına ayrılır. Şöyle ki, lukâta hakkında nefsinin emânetini, hıyanetini bilmeyen, emânetine kâni olmakla beraber bir hainin hıyanetinden korkmayan kimse için iltikat, mekruhtur. Nefsinin emin olduğuna kâni olup bir hainin hıyanetinden korkan kimse için iltikat vâcibdir. Nefsinin hıyanetine muttali olan kimse için de iltikat haramdır.

İmam Şâfii'ye göre, ziyanından korkulmayan bir lukâtayı iltikat müstehabdır. Aksi takdirde vâcibdir. Bazen da iltikat, mekruh ve haram olur.

İmâm Ahmed'e göre iltikatı terk etmek efdaldir.

İltikat edilen lukâta, sahibi için bil-işhad multakitin elinde emânettir. Onun sun-i taksiri olmaksızın zayi olursa, kendisine zamân lâzım gelmez. Aksi takdirde mazmundur ve zayiinden tazminat gerekir.

Şâfiilere göre bir kimse bir lukâtayı evvela tarif, sonra temellük etmek için iltikat ederse, bu lukâta hem tarif müddetince, hem de tariften sonra temellük edinceye kadar elinde emânet olur, temellüke niyet ettiğinden itibaren mazmun olmaya başlar. Lukâtayı hıyanet, benimsemek için iltikat olunursa, derhâl mezmun olur. Telefi hâlinde bedelini tazmin eder. Şu kadar var ki, telef olmadan hâkime def ederse zamânından kurtulur.

Hanbelilere göre lukâta, ilk sene multakitin elinde emânettir. Kendisinin sû-i taksiri olmadan telefinden mesul değildir. Ama ilk seneden sonra telef olursa, bedelini tazmine mecburdur. Telef ne sûretle olursa olsun. Şâyet bir ayıp husûlüyle kıymetine âriz olan noksanlık olursa bu da tazmin ettirilir. Lukâtayı aldıktan sonra mevziine red etse, yine tazmine mecburdur.

Bir lukâtanın emânet mahiyetinde olup olmaması, ya lukâta sahibinin tasdikiyle veya multakitin işhad etmiş olmasıyla tahakkuk eder. Bu, İmâm-ı A'zam'a göredir. İmâmeyn'e göre, ya tasdik ile veya multakitin yeminiyle taayyün eder. Bir kimse lukâtayı sahibine vermek için değil, kendi nefsi için iltikat ettikten sonra mevziine red ve iade etse, telefinden mesul olur.

İmâm Şâfii'ye göre multakit, aldığı yitiğin mevziinden gerek ayrılsın, gerek ayrılmasın lukâtayı oraya iade edince zâmin olur.

Lukâtalarda istimal sayılacak sûrette tasarruf da, zamânı mucibdir. Mesela: Bir kimse lukâta olan bir hayvanı alıp bindikten sonra mevziine red etse veya bir elbiseyi giydikten sonra çıkararak yerine iade etse, ziyaı hâlinde tazmine mecburdur. Lukâtayı sahibine bilâ özür vermese de sonra zayi olsa, bedelinin tazmini gerekir. Bu zıya-i hâl ne sûretle olursa olsun.

12.3. LUKÂTALAR HAKKINDA İŞHAD (ŞAHİDLİK) VE TARİF (İLAN)

Lukâtalar hakkında işhad ve tarif lâzımdır. Şöyle ki: Bir kimse bir lukâtayı bulsa, bunu sahibine vermek üzere almış olduğuna bazı kimseleri işhad etmek lâzım gelir ki, ileride tazminatından kurtulabilsin. Bu işhad, lukâtayı aldığı zamanda olur. Bu zamanda işhad edecek kimse bulamazsa veya işhad ettiği takdirde bir zalimin gasb edeceğinden korkarsa, işhadı terk ettiğinden dolayı kendisine zamân lâzım gelmez. Maamafih ilk imkânda işhad edilmelidir ki, ziyaından dolayı zamân lâzım gelmesin. “Ben bir yitik buldum, bende bulunmuş bir şey var, haber veriniz, bana müracaat etsin.” denilmesi kifâyet eder.

Lukâtalar hakkındaki tarife gelince, bu ilâm ve ilan demektir ki, hâdisenin daha çabuk teşhirine hizmet edecek mahalde yapılır. Hususen bulunduğu yerde ilanı daha lâyıktır. Yitik az olsun çok olsun, ilan müddeti bir senedir. Bu ilan, fasılalı olarak devam eder. Bir rivâyete göre sahibinin artık aramayacağına kanaat gelinceye kadar devam eder. Fetva da bu vechiledir. İmâm-ı A'zam'dan bir rivâyete göre bir lukâta, yüz dirhem veya emsali bir şey ise bir sene, bundan az olan muhtelif değerdeki lukâtalar için bir ay, bir hafta, on gün, üç gün, bir gün ilan edilir. Bir dânik (bir dirhemden az) ve emsali bir şeyden az ise ilan lâzım gelmez. Bu müddetlere riâyet edilmesi, lukâtanın çabuk bozulacak bir şey olmadığı takdirdedir. Aksi takdirde lukâta hakkında lâzım gelen muamele daha evvel yapılır. Mekke-i Mükerreme'nin haremi dahilindeki lukâtalar ile onun haricindeki lukâtalar aynı hükme tâbidirler. Lukâtayı bulan, ilandan sonra vefatından korkarsa, lukâta hakkında vasiyette bulunmalıdır. Vârisler dahi lukâtayı ilanda bulunurlar. Bazılarına göre multakitin ilanı kâfidir. Multakit, ilandan sonra kendi kusuru olmadan lukâtayı zayi ettiğini iddia etse, bil-ittifak kabul olunur, üzerine tazminat gerekmez. Meğerki hilâfına olarak bir beyyine sabit olsun. Bu meseleler Hanefi mezhebine göredir.

Eimme-i Selâse'ye göre lukâtalar hakkında işhad müstehabdır. Her hâlde lâzım değildir. Lukâtaların tarif müddeti bir senedir. Şöyle ki:

Mâlikilere göre bir lukâta pek az kıymetli bir şey olsa da bir sene ilan edilir. Kıymeti bir dirhemden az olanlar için ilan gerekmez. Sahipleri meçhul ise bunlardan hemen istifade edebilirler. Tariflerde lukâtanın cinsini beyan ve ismini zikretmez, muhtelif zamanlarda bu ilan yapılabilir. Bu ilanı kendisi de, bir kimse vasıtasıyla da yapabilir. Ücretle bir ilan edici bulabilir. Kendisi muktedir değilse, çabuk bozulacak bir lukâtadan zamân lâzım gelmez. Mâlikilerce meşhur olan kavle göre, Mekke-i Mükerreme ile sâir aktarın lukâtaları müsavidir.

Şâfiilerce ilan, vâcib veya mendubdur. Âdi bir lukâta hakkında bir seneden az müddetle ilan kifâyet eder. Esahh olan budur. İlân ücreti, multakite âittir. Harem dahilindeki lukâtalardan istifade helâl olmaz. Haremde ilan eder, haremden çıktıktan sonra hâkime teslim eder.

Hanbeli mezhebine göre her multakit için bir sene ilanda bulunmak vâcibdir. Bu ilanı multakit veya nâibi yapar. İlan, fasılalı yapılır. İlan ücreti, multakite âittir. Multakit, ilana ilk bulduğu günden itibaren başlar. Terk ederse âsim olur. İlana imkân bulamadığı takdirde ise iki veche vardır. Birincisi, artık ikinci sene ilan etse de etmese de hiç ilan etmemiş gibi sayılır, çünkü vakti fevt olmuştur. İkinci veche göre, ikinci sene tarif eder, sonra mâlik olur. Çünkü ilanı vakti imkânından tehir etmiş değildir. İlan, lukâtanın yalnız cinsini, mesela altın, gümüş veya siyab olduğunu beyan sûretiyle olur, fazla evsafını bildirmek câiz değildir. İmâm Ahmed'den bir rivâyete göre Mekke-i Mükerreme ile sâir aktarın lukâtaları arasında fark yoktur.

Zahiriyyeye göre de lukâtalar az olsun çok olsun ilan edilir. Ancak insanın aramayacağı pek az bir şey için ilan icab etmez. İlan mecme-i nâsta yapılır. “Kimin bir malı zayi olmuş ise alâmetini haber versin.” denilir. Bir sene bu vechile ilan yapılır. Bu sene içerisinde bir beyyine ile veya evsafını tam tarif ile ispat ederse tasdik olunur, bu mal kendisine verilir. Sahibi zuhur etmeyen lukâtayı -fakir olsun zengin olsun- multakit intifada bulunabilir, vârislere de intikal eder. Sahibinin bilâhare zuhuru ile multakitten, vefat etmiş ise vârislerinden tazmin ettirilir. Sahibi olduğunu beyyine veya tarifi ile ispatı şarttır. Şâyet böyle bir lukâta, Mekke-i Mükerreme'nin hareminde veya umreye veya hacca giden refikler arasında bulunursa dâima ilan edilir. Sahibi bulunursa sahibine, bulunmadığı takdirde mesâlih-i Müslimine tahsis edilir. Çünkü Resûl-i Ekrem (sav), hacc lukâtasını temellük için almaktan nehiy buyurmuştur.

12.4. LUKÂTALARIN BEYTÜ'L-MÂLE (HÂKİME) TEVDİİ

Zimmîlere âit olduğu anlaşılan lukâtaların, beytü'l-mâle verilmesi lâzım gelir. Sahipleri zuhur ederse, aynen veya bedelen alırlar, zuhur etmez ise nevaib-i Müslimine sarf olunur.

Müslümanlara âit lukâtaların da şahadetinden sonra, yani lukâtayı bulduğunu şâhidlerle ispat ettikten sonra beytü'l-mâle veya sahibine verilmek üzere hâkime tevdi edilmesi evlâdır. Meğerki hâkim tarafından müstahikkine verilmesi şüpheli olsun, o hâlde multakitin bizzat ahz ve hıfzı ve usûlen tasadduk etmesi daha muvafıktır. Veliyyü'l-emr de muhayyerdir. Dilerse alır, dilerse multakite iade eder. Multakit işhad ve ilandan sonra nezdinde hıfz etmek hakkına da mâliktir. Dilerse veliyyü'l-emre de ref edebilir. Veliyyü'l-emr, bir maslahata binâen lukâtayı multakitin elinden alarak beytü'l-mâl hâzinlerine tevdi edebilir. Çünkü veliyyü'l-emr, lukâta sahibi hakkında nazırdır, eslah gördüğünü ihtiyar eder. Ebû Reşid'in âzadlısı Ebû Said demiştir ki, “Ben mukâteb idim, hirrede beş yüz dirhem buldum, bunu Hz. Ömer'e haber verdim, ‘Bununla iş gör ve ilan et’ diye emrettiler, ben de bununla iş yaptım, bedel-i kitabeti ödedim, sonra da keyfiyeti Faruk-ı A'zam'a arz ettim, ‘Bu meblağı beytü'l-mâl hâzinlerine ver’ diye emrettiler.” Lukâtaları iltikat ve muhafaza için “zabit-i lukâta” nâmı verilen memurlar var ise, bunlar lukâtaları beytü'l-mâl nâmına hıfz ederler, böyle bir memur azledilip yerine başkası tayin edilse, o lukâtayı salâhiyettâr olan makamın emri olmadıkça o memurdan ahz ve tesellüm edemez. Multakit veya zabit-i lukâta, bulduğu hayvanı hizmetinde kullanıp da bir zarar vuku olursa tazmin eder.

Mâlikilere göre veliyyü'l-emr, bir lukâtaya vaziyet edince, bunu bizzat temellük ve tasadduk edemez. Bu lukâtayı, ya sahibi nâmına tevkif eder veya satarak semenini beytü'l-mâle tevdi eder.

Bir kimse, zimmîlere âit bir yerde bir lukâta elde ederse, bunu onların âlimlerine, âlimleri yok ise râhiblerinden birine tevdi etmelidir. Kendisinin ilan etmesi icab etmez.

12.5. LUKÂTALARIN MUHAFAZALARINA, NAFAKALARINA ÂİT MASRAFLAR

Lukâta olduğu beyyine ile sabit olmadıkça hayvânât kabilinden olan lukâtaların nafakaları, hâkimin emriyle sarf edilen meblağ, sahibinin zimmetine müteveccih bir borç olamaz. Hâkimin izni ile sarf edilmeyen şeyler teberru sayılır. Sahibi zuhur etmeyen lukâta, satılır ve sarf edilen nafaka bedeli tediye edilir. Hâkimin emri ile infak edilen lukâta helâk olsa, multakit, sarf etmiş olduğu nafaka bedeli ile sahibine rücû edebilir. Hâkim, lukâta olan hayvanın infakını, ya kiraya verilmek, ya satılmak sûretiyle karar verir, ya infakına emir verir ki, infak masrafı sahibinin borcu olur. Masrafı ödenmek istenmeyen lukâta, ya hapsedilir, ya satılarak masrafı temin edilir. Multakit, malı bulup aldığından dolayı bir ücret talep edemez. Şu kadar var ki, mal sahibi bir ihsanda bulunabilir. Bu müstahsendir.

Mâlikilere göre bir kimse iltikat ettiği sığır, at, deve gibi hayvanların nafakalarını tedarik için bir müddet kiraya verebilir ve o hayvana, aldığı yerden evine kadar binebilir. Lukâtanın sahibi ise dilerse nafakayı vererek lukâtayı alır, dilerse nafaka mukabili lukâtayı bulana teslim eder.

Hanbeli fukahasına göre lukâta sahibi, bunu bulup kendisine iade edene bir ücret vereceğini deruhte etse, bir kimse bunu duyunca o lukâtayı bulup sahibine iade etse, o ücrete müstahik olur. Lukâtayı bulanlar diye de tasrih edebilir, muayyen kimse için olursa, diğerleri bu ücreti alamazlar.

Denizde batan bir geminin hamulesini arayıp bulanlar için -İmâm Ahmed'in tasrihine kıyasen- ücrete müstahik olurlar. İmâm Mâlik ile İmâm Şâfii'ye ve İbn-i Munzir'e göre, ücrete müstahik olamazlar, bulunan eşyalar hamule sahiplerine verilir.

12.6. SAHİPLERİ ZUHUR ETMEYEN LUKÂTALAR

Sahipleri zuhur eden lukâtalar hakkında gereken mücmel bilgiyi fıkhi mütalaalar meyanında zikretmiş olduğumuzdan ve bazı bölümlerde bahsedilmiş bulunması sebebiyle ayrıca kaydına ihtisar cihetiyle lüzum görmedik ve zaten sahibi zuhur ettiği takdirde yitiğini, ya aynen veya semenini (bedelini) almaya hak sahibidir.

Bir lukâta hakkında ilan yapıldığı hâlde muayyen müddet hitamına kadar sahibi zuhur etmezse, multakit muhayyer olur. Lukâtayı dilerse hıfza devam eder, dilerse fukaraya tasadduk, dilerse hâkime tevdi eyler, kendisi zengin ise bundan istifade edemez. Fakat fakir ise -bir rivâyete göre hâkimin müsaadesiyle- intifa edebilir. Kendisinin fakir olan babasına veya fakir olan büyük oğluna ve kendisi de fakir ise fakir olan küçük oğluna ve fakir bulunan zevcesine tasadduk edebilir. Zengin bir kimsenin intifa edebilmesi veya zengin bir kimseye borç olarak verilebilmesi için veliyyü'l-emrin izni esastır. Fakir olarak intifa ettiği lukâtadan sonra zengin olan multakit, sarf ettiğini iadeye mecbur değildir. Bu mesele Hanefiyyeye göredir.

Mâlikilere göre multakit ilandan sonra sahibi zuhur etmeyen lukâtayı dilerse sahibi için hıfz eder, dilerse fukaraya tasadduk eder ve dilerse sahibinin zuhurunda zâmin olmak üzere kendisi intifa edebilir.

İmâm Şâfii'ye göre; multakit, bir sene ilandan sonra (uhdesinde bir borç olmak üzere) bundan intifa edebilir, gerek zengin, gerek fakir olsun. Kır bir yerde sahipsiz bir hayvanı iltikat edince muhayyerdir. Dilerse ilan eder, sonra temellük eder, dilerse hâkimin izniyle satar, semenini saklar, sonra lukâtayı ilan eder, sonra da temellük eder ve dilerse eti yenen hayvanlardan ise kesip etini yer, ilanda bulunur. Sahibi zuhur edince, temellük ettiği zamandaki kıymetini tevdi eder. Umrandan iltikat edilen hayvanlar ise yenilmek sûretiyle temellük edilmez.

Hanbeli mezhebine gelince, buna göre sahibi zuhur etmeyen bir lukâta, multakitin diğer malları gibi malı olur, ister fakir olsun, ister zengin. Sahibi zuhur edince aynen alması müteazzir olunca, bedelini isteyebilir.

12.7. ÇOCUKLARIN, RAKİKLERİN (KÖLELERİN) GAYR-İ MÜSLİMLERİN İLTİKAT EDECEĞİ (BULUP ALACAĞI) LUKÂTALAR

Multakitin bâliğ, hür ve Müslim olması şart değildir. Binâenaleyh böyle olmayanların da iltikat edeceği mallar, lukâta ahkâmına tâbidir. Gayr-i bâliğ olan bir multakit nâmına ilanı, velisi veya vasîsi yapar. Ticarete mezun olmayan bir kölenin nâmına da mâliki olan kimse yapar. Lukâtaları işhad hususunda çocuklar da bâliğ hükmündedirler. Binâenaleyh işhadda bulunmadıkları takdirde kendilerine tazminat teveccüh eder. Bu meseleler Hanefiyyeye göredir.

Şâfiilere göre bir dereceye kadar mümeyyiz bulunan çocukların, mecnunların, mahcurun aleyh olan kimselerin, zimmîlerin, muahidler ile müste'minlerin, mürtedlerin Dâr-ı İslam'da lukâta iltikatları sahihtir. Maamafih bunlar, bidâyeten iltikattan menedilirler. Hâkim, fâsık olan bir multakitin elinden lukâtayı alarak bir adil kimseye teslim eder. Fâsıkın ve gayr-i Müslimlerin ilanları muteber değildir. Bu ilanları murakabe için kendilerine âdil bir kimse terfik edilir. Çocukların, mecnunların, sefihlerin elde ettikleri lukâtalar, velileri marifetiyle hıfz edilir. Velilerinin yaptıkları ilan masrafları beytü'l-mâlden verilir. Bir veli, haberdar olduğu lukâtayı almadığı takdirde, telefinden dolayı zâmin olur. Haberdar olmamış olur ise çocuğun malından tazminat gerekir. Çalışmaya mezun olmayan kölelerin iltikatları sahih değildir, meğerki bunların iltikat ettikleri lukâtaları mâlikleri kabul etsinler.

Hanbeli mezhebine göre de çocuğun veya sefihin bulduğu lukâtayı velisi hıfz eder, bir seneden sonra kendi mülküne ilâve eder. Kölelerin iltikatleri caizdir. Lukâtaya mâlikleri sahip olurlar. Zimmîlerin iltikatları da caizdir. Binâenaleyh bunlar ilandan sonra lukâtaya mâlik olurlar.

12.8. LUKÂTAYA ÂİT BAZI İDDİALAR, BEYYİNELER

Bir kimse, bulduğu lukâtayı işhadda bulunarak elinde zâyi etmiş olduğu hâlde sahibi, onun lukâta olmadığını ve oraya almak üzere kendisinin bıraktığını söyler ve iddia ederse, söz bulan kimsenindir. Ziya iddiası, yeminiyle tasdik olunur. İşhâdsız alınan ve zayi edilen bir lukâtayı gasbından dolayı iddia edilse, alan buna zâmin olur. Satın aldığı bir hâne içerisinde bulunan bir miktar para, lukâta mesabesinde olur. Satan, kendisine âit olduğunu iddia ederse, paraya sahip olur. Bir Müslümanın elindeki lukâtaya sahip çıkan kimsenin iki gayr-i Müslim şâhid ikamesi sahih değildir. Gayr-i Müslim elindeki lukâtaya ise sahihtir. Bir kimse, multakitin zayi etmiş olduğu lukâtayı bulduğu takdirde kendisine âit olup multakit, muhakeme ile ondan bunu alamaz. Fakat multakitin elinden çekip alır ise lukâta, multakite red olunur. Bütün bu meseleler Hanefiyyeye göredir.

Hanbeli mezhebine göre bir kimse, bir multakitin zayi ettiği bir lukâtayı bulacak olsa, bunu multakite iade eder. Fakat ikinci multakit, birinci multakiti bilmeyip de bir sene müddetle ilan ederek buna mâlik olur. Mal sahibi zuhur edince bunu ikinci multakitten alır.

12.9. LUKÂTA MESABESİNDE OLUP OLMAYAN BAZI ŞEYLER

Ehlî olduğu anlaşılan her türlü hayvanlar hakkında lukâta ahkâmı cereyan eder. Ayaklarında çan bulunan bir doğan kuşu, boynunda kılâdesi (gerdanlığı) bulunan bir ceylân, ehl-i hayvan muamelesine göre lukâta hükmüne tâbi olur. Bunları köy veya şehir civarında yakalayacak olanın, sahibine vermek üzere işhad ve ilan etmesi lâzımdır. Ehlî güvercinler de bu ahkâma tâbidir. Kuşlar analarına tâbi olduklarından, bunların yavruları analarına tabiyeten lukâtaya dahil olurlar. Bir kimsenin ağına sahipsiz düşen kuş, kabının içinde biriken yağmur suyu veya velime münasebetiyle atılan paralar veya tarlasına atılan gübreler lukâta mahiyetinde değildir. Bunları başkalarının almaları câiz olmaz. Meğerki bunları ihraz etmek üzere ağını vesâireyi vâz ve ihzar etmiş olsun.

“Bir işten maksat ne ise hüküm ona göredir.” kaidesine teferru eden meselelerdendir. “Kim alırsa alsın, kendisinin olsun.” demek sûretiyle tesbib edilen, yani başıboş bırakılan bir hayvan veya herhangi bir malı bulup hıfz edene âittir. Sahibi zuhurunda alamaz. Böyle söylememiş ise hak sahibidir. Fakir bir kimsenin evinde ölen garib kimsenin vârisi olmaz ise, bıraktığı cüz'i bir malı kendi nefsine tasadduk edebilir. Fakat diğer bir kavle göre tasadduk edemez. Çünkü bu lukâta mesabesinde değildir, beytü'l-mâle âit olur. Elinde emânet olunan bir malı tasadduk edebilirse de sahibinin sonradan zuhur etmesiyle iadesi gerekir. Şöyle ki, emânet sahibini veya borcu olan kimseyi bulmaktan ümidini kesmesi icab eder, aksi takdirde hıfzı gerekir. Yolda uyumuş bir sarhoşun yola düşmüş elbisesini bilâhare kendisine vermek üzere alması lukâtadır. Fakat parmağından yüzüğünü, boynundan kesesini alacak olsa, zayiinden mesul olur. Atılan elbisesinden mesul olmaz. Yolda ölmüş bir koyunun yününü almak, derisini soyup dabağ etmek caizdir. Fakat sahibi deriyi istediği takdirde dibağat masrafını vermek sûretiyle alabilir. Aksi takdirde satılıp masraf düştükten sonra parası iade edilir.

Bostanda bırakılan bir miktar sebzeler, karpuzlar vesâireleri “Dileyenler almalı!” demiş ise caizdir. Tarlalarda, bağlarda müteferrik sûrette bırakılan başaklar gibi ehemmiyetsiz lukâtaların ilân ve işhadı lâzım gelmez. Bunlardan istifade edilebilir. Sahibi, bu toplananları multakitlerin ellerinden dilerse alabilir. Irmaklarda bulunan meyveler, sular ile akıp gelen kereste kabilinden olmayan odun parçalarından derhâl menfaatlenilebilir. Velev ki miktarları çok olsun. Makberlerde kuru ağaçlardan istifade caizdir. Bir başörtüsü veya bir ayakkabı değişecek olsa, sahibi aranmalıdır. Lukâta mesabesindedir. Şu kadar ki, bunun bir yanlış eseri olmuş olması şarttır. Bunların, alınandan kıymeti az olsun çok olsun müsavidir. Kasden bırakıldığı anlaşılan malın yerine bırakılan bir maldan istifade etmesi caizdir.

Mâlikilere göre bir kimse, büyük bir sahrada bulduğu sahipsiz bir koyunu kesip yiyebilir, bedelini de tazmin etmez. Kestiği koyunun etini veya bu koyunu ümrana getirecek olsa, nakil ücretini alarak iadesi gerekir.

Şâfiilere göre bir Müslimin Dâr-ı Harbde bulduğu bir mal, eğer o Müslim oraya eman ile, yani bir müsaade ile girmiş ise veya orada sâir Müslümanlar bulunmaktaysa lukâtadır. Aksi takdirde ganimetten sayılır.

Hanbelilere göre:

1. Dâr-ı Harbde İslam ordusu arasında bulunan lukâtalar, bir yıl ilân edilip sonra beytü'l-mâle taksim edilmek üzere ganaim emvaline âit olur. Eman ile girilen yerdekiler lukâta ahkâmına tâbidir.

2. Bir kimsenin bir mehlekeye terk ettiği bir hayvanı başka bir yere alarak yedirip içirse, mehlekeden kurtarmış olsa, ona mâlik olur. Fakat bilâhare gelip almak üzere bırakılmış olanı temellük edemez. Mehlekeye terk edilen bir hayvanın üzerindeki eşyaya, bir mala da mâlik olamaz.

3. Avlanan balığın karnından çıkan -işlenmemiş- inciye mâlik olunur. Satılan balığın karnından çıkan bu inciye avcı mâlik olur, alan olamaz. Fakat avlanan balığın karnından çıkan altın veya böyle işlenmiş inciler, lukâtadır. Nehirlerde tutulan balıklardan çıkan inci vesâire de lukâta ahkâmına tâbidir. Deniz sahilinde bulunan anbere de bulana âittir. Deniz, sahile atmış olabilir.

4. Bir hanenin sahibi ile sakini (oturanı) o hanede medfun, yani gömülü bulunan bir malı münazaa etseler, vasfını tarif edene âit olur.

5. Bir kimse hamamda vesâire yerde elbisesi veya ayakkabısı yerine başka bırakılmış elbise veya ayakkabıyı bulsa, bunlar lukâta mahiyetindedir. Eğer bu değiştirilme bir hırsızlık eseri ise, satılarak alınan malın bedelinden fazlası tasadduk edilir veya hâkimin reyine bırakılır. Bu muamele daha uygun görülmüştür.

6. Uyumuş veya bayılmış insan, üzerinde bulduğu eşyaya, paraya mâlik olur. İlâna mahal yoktur. (Elbisesi veya kesesinde bulunması şartıyla.)

HAKK'A DÂVET

NASİHAT-I İSLÂMİYYE