
LUGAT A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z
7.1. YENİLMESİ HELÂL OLANLAR
A) Sûre-i Bakara Âyet: 168- Ey insanlar! Yerdeki şeylerden, helâl ve temiz olmak şartıyla yiyin, şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o, size hakikaten apaçık bir düşmandır.
169- O, size ancak kötülüğü, hayasızlığı ve Allah'a karşı bilmeyeceğiniz şeyleri söylemenizi emreder.
172- Ey iman edenler! Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin (maddeten ve manen) en temiz olanlarından yiyin, Allah'a şükredin, eğer (hakikaten) O'na kulluk ediyorsanız.
B) Sûre-i Mâide Âyet: 5- Bugün size bütün iyi ve temiz (nimetler) helâl kılındı. Kendilerine kitap verilenlerin yiyeceği (boğazladıkları yahut bütün yemekleri veya ekmek ve yemişleri) sizin için helâl olduğu gibi, sizin yiyeceğiniz de onlar için helâldir. Namuskâr, zinaya sapmamış ve gizli dostlar da edinmemiş (insanlar) hâlinde (yaşamanız şartıyla) mü'minlerden hür ve iffetli kadınlarla, kendilerine sizden evvel kitap verilenlerden yine hür ve iffetli kadınlar dahi, siz onların mehirlerini ver(ip nikâh ed)ince (size helâldır). Kim imanı tanımayıp kâfir olursa, herhâlde bütün yaptığı boşuna gitmiştir ve o, âhirette en çok ziyana uğrayanlardandır.
C) Sûre-i En'âm Âyet: 118- Artık (o sapanların sözlerine bakmayın da) üzerine Allah'ın ismi anılan (Besmele çekilen hayvan)lardan (Allah'tan başkası adına kesilen veya ölmüş bulunan hayvanlardan değil) yiyin, eğer O'nun âyetlerine iman edenler(den)seniz.
7.2. YENİLMESİ HARAM OLANLAR
A) Sûre-i Bakara Âyet: 173- O, size ölüyü (murdar hayvanı), kanı, domuz etini, bir de Allah'tan başkası için kesileni kat'iyyen haram kıldı. Fakat kim bunlardan yemeye muztarr kalırsa -(kimseye) saldırmamak ve haddi (ölmeyecek miktarı) geçmemek şartıyla- onun üzerine günâh yoktur. Şüphesiz ki Allah çok yarlığayıcıdır, hakkıyla esirgeyicidir.
B) Sûre-i Mâide Âyet: 3- Ölü (boğazlanmayarak ölen hayvan eti), kan (akmış kan yemek cahiliyette âdet, pişirip yerlerdi. Etin içindeki kan müstesna), domuz eti, Allah'tan başkası adına boğazlanan (cahiliyet devrinde Araplar kurban keserlerken putlarının adlarını anarlardı. Allah bunu haram etmiştir), -(henüz canı üstünde iken yetişip) kestikleriniz müstesna olmak üzere- boğulmuş (Cahiliyette Araplar koyunu boğarak öldürürler, etini böyle yerlerdi. Allah-u Teâlâ bunu da haram etti), vurulmuş (odunla veya herhangi bir sert cisimle vurulup öldürülmüş hayvan eti. Cahiliyette Araplar böyle de yaparlardı, menedilmiştir), yukarıdan yuvarlanmış (yüksek bir yerden düşüp ölmüş yahut bir kuyuya veya bir çukura yuvarlanıp ölmüş hayvan eti), süsülmüş (başka bir hayvan tarafından öldürülmüş. Cahiliyette bu sûretle ölen hayvan eti de yenirdi), canavar yırtmış olup da ölenler (cahiliyyette canavarın yırtıp öldürdüğü hayvanın artıklarını da yerlerdi), dikili taşlar üzerinde (onlar adına) boğazlanan (cahiliyette Kâbe'nin etrafında dikilmiş 360 taş vardı. Bunlara taparlar, saygı gösterirler, kurbanlarını da burada ve bunların adına keserlerdi. Nakışlı sûretlerden ibaret olan asnam -heykelleri- bunlardan başka idi), (hayvanlar) fal oklarıyla (cahiliyet devrinde Kâbe yanında bulunan ve para ile çektirilen yedi fal oku, bugünkü milli piyango gibi) kısmet (ve hüküm) aramanız üzerinize haram edilmiştir. (Bütün) bunlar yoldan çıkıştır. Bugün kâfirler dininizden umutlarını kestiler. Artık onlardan korkmayın. Benden korkun. Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim (dinin hükümlerini ikmâl ettim), üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak Müslümanlığı (verip ondan) hoşnut oldum. Kim son derece açlık hâlinde çaresiz kalırsa, günâha meyil maksadı olmaksızın (haram olan etlerden yiyebilir). Çünkü Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.
100- De ki: “Murdarla temiz -murdarın çokluğu hoşunuza gitse de- (hiçbir zaman) bir olmaz. Onun için, ey selim akıl sahipleri, (murdarı ihtiyar etmek hususunda) Allah'tan korkun (temizi alın). Olur ki kurtuluşa erersiniz.”
C) Sûre-i En'âm Âyet: 121- Üzerlerine Allah'ın ismi anılmayanlardan yemeyin. Çünkü bu, muhakkak ki bir fısktır. Filhakika şeytanlar, sizinle mücâdele etmeleri için kendi dostlarına mutlaka telkinlerde bulunurlar. Eğer onlara itaat ederseniz, şüphesiz ki siz de Allah'a eş tanıyanlarsınızdır.
D) Sûre-i Nahl Âyet: 115- O, size ancak ölüyü, kanı, domuz etini, bir de Allah'tan başkası için kesilmiş olan (hayvanlar)ı haram kıldı. (Bununla beraber kim bunlardan yemeye) muztarr kalırsa (kimseye) saldırmamak ve haddi (ölmeyecek miktarı) geçmemek şartıyla (yiyebilir). Çünkü Allah hakkıyla yarlığayıcı, kemâliyle esirgeyicidir.
7.2.1. Etleri Yenilen Hayvanlar
Tabiatında vahşet ve denâet olmayan ve tab'an iğrenç görülmeyen hayvanların etleri -şerâiti dâiresinde- helâldir yenilebilir.
Tavuk, kaz, ördek, zürafa, deve kuşu, bağırtlan kuşu, güvercin, bıldırcın, koyun, keçi, deve, sığır, manda, ekin kargası, tavus, kırlangıç, baykuş, tavşan, turna gibi hayvanlar bu cümledendir. Serçe ve sığırcık kuşlarını yemekte beis görülmemiştir. Yarasa hakkında ihtilâf vardır. Hudhûd kuşunun etini yemek mekruh görülmüştür. Saksağan, kumru, bülbül, keklik kuşlarının etleri esasen helâldir. Yiyenlere bir afet isabet etmesi, insanlar arasında bir kanaat meselesi olduğundan, etlerinin yenmesi müstahsen görülmemiştir. Karatavuk, zumman, elhoca, incir kuşlarının her nev'i yenilir.
Şâfiilere göre kırlangıç, tavus, hudhûd, papağan kuşlarının etleri haramdır. Martı ve Balıkçıl kuşları ise helâldir.
7.2.2. Etleri Yenilmeyen Hayvanlar
Azı dişleri ile kapıp avlayan, parçalayan ve kendisini müdafaa eden hayvanların etleri haramdır, yenilmez. Kurt, ayı, arslan, kaplan, pars, sincap, semmur, sansar, maymun, sırtlan, fil, kelb (köpek), kedi, keler, tilki, gelincik gibi hayvanlar bu yenilmeyen mahluklar sınıfındandır. Azı dişleri olup da bununla başkasına saldırmayan bir hayvanın eti ise yenilebilir. Deve gibi.
Tırnakları ile kapıp avlayan, tırmalayan ve tab'an deni olan kuşların etleri de haramdır ve tahrimen mekruhtur. Kerkes, çaylak, kartal, kuzgun, akbaba, alaca karga, yarasa, atmaca, şahin gibi. Bunlar cife yemekten çekinmezler. Tırnaklı olduğu hâlde bununla hayvanları avlamayan bir kuş ise yenilebilir. Güvercin gibi.
Habis olan, yani tab'an iğrenç bulunan bir takım hayvanların etleri de haramdır, yenilmez. Fare, yaban faresi, akrep, yılan, çıyan, kene, kurbağa, kara ve deniz kaplumbağası, arı, kara sinek, sivrisinek, köstebek, kirpi, bit, pire, solucan ve sâir haşaratlar gibi. Atlar, cihada yarayan kıymetli hayvanlardır. Bu cihetle bunların etlerini yemek, İmâm-ı A'zam'a göre tahrimen veya tenzihen mekruhtur.
İmâmeyn'e göre tenzihen mekruhtur.
Ehl-i merkeblerin ve anaları merkeb olan katırların etleri haramdır veya tahrimen mekruhtur. Vahşi merkeblerin ve anaları sığır olan katırların etleri ise haram değildir. Hayvanlar analarına tâbidirler.
İmâm Mâlik'ten bir rivâyete göre ehl-i merkeblerin etleri mekruh, bir rivâyete göre de haramdır. Meşhur olan kavle göre atların etleri de haramdır. İmam Şâfii ile İmâm Ahmed'e göre beygirlerin etleri mekruh değildir.
Daima suda yaşayan, suda barınan, taayyüş eden hayvanlardan her nevi balık etleri yenilebilir, helâldir. Kalkan balığı, sazan balığı, yunus balığı, yılan balığı, çupra balığı, uskumru balığı bu cümledendir. Suda yaşayan bu hayvan-ların balık cinsinden olanlarının cümlesi yenir. Âyet-i kerime de bu hususu tayin etmiştir. Diğer su hayvanları habaisten, pis ve kerih olan mahlûkattan sayıldığından yenilmeleri câiz değildir. Mesela yengeçler, midyeler, istirid-yeler, ıstakozlar helâl değildir, etleri yenilemez. Kezâlik deniz insanı, deniz aygırı, deniz hınzırı gibi balık sûretinde bulunmayan deniz hayvanlarının yenilmeleri helâl olmadığı gibi av edilmeleri de helâl görülmemektedir.
7.2.3. Etleri Yenilen Bu Hayvanlara Âit Meseleler
Temiz olmayan şeyleri yemiş olan kümes hayvanlarıyla, ahır hayvanlarının etleri, bir müddet hapis edilmeksizin hemen kesildikleri takdirde mekruhtur. Hapis müddeti tavuklar için üç, koyunlar için dört, sığırlar ve develer için de on gündür. Cellâle denilen bu hayvanlar, temiz olmayan şeylerden etleri kokmayacak miktar yemiş oldukları takdirde hapisleri lâzım gelmez. Etleri kerahetsiz yenilebilir.
Eti yenilecek bir hayvan, şarab içirilip de akabinde boğazlanacak olsa yenilmesi maalkerâhe helâl olur. Hınzır sütü ile beslenmiş koyunların yenilmesi helâldir. Çünkü süt, müstehlek olur, eseri kalmaz. Deve, koyun, sığır gibi ölmüş hayvanların memelerinden çıkacak sütler de temizdir. Yalnız sütle beslenen küçük kuzuların, öldükten sonra karınlarından çıkarılan peynir mayaları da temizdir.
Boğazlanan bir hayvanın karnından çıkan yavrusu, İmâm-ı A'zam'a göre yenilmez. Ayrıca boğazlanması lâzımdır. İmâmeyn'e göre eğer hilkatı tamam olmuş ise ayrıca boğazlamaya lüzum yoktur. Eti yenilebilir. Eimme-i Selâse'nin de kavli böyledir.
Besmele ile kesilip etleri yenilen hayvanların etindeki kanları, karaciğerleri, dalakları tahirdir, yenilebilir. Akar kanlar ise âyetle sabittir ki haramdır. Kesilen bir hayvanın ödü, bezi, bevl torbası, tenasül uzvu, husyeleri mekruhtur, yenilmemelidir.
Hınzırın bütün cismi temizlikten mahrum olduğundan hiçbir şeyi helâl değildir. Yalnız kıllarından istifade edilip edilmeyeceği hususu da ihtilâflıdır. İmameyn ile İmâm Şâfii'ye göre hınzırın kıllarından badana fırçası yapılması ve bununla ayakkabı dikilmesi caizdir. Kıldan bir miktarın suya düşmesi İmam Muhammed'e göre suyu kirletmez. Ebû Yusuf'a göre kirletir. Hınzırların Dâru'l-Harb'e götürülüp harbîlere satılması caizdir.
Allah rızası ve misafire ikram için kesilen bir hayvanın eti yenilebilir. Fakat o misafirin veya herhangi bir şahsın yemesi için değil, mücerred kudumuna tazim için boğazlanırsa, Besmele çekilse dahi yenilemez. Bu, Allah için, misafire ikram için değildir. Binâenaleyh böyle bir hayvan, o zâtın misafirliğine riâyet, kendisine ikram ve itam niyetiyle kesilmelidir.
Kezâlik herhangi bir ölüye tazim için kabri üzerinde kesilen kurbanın eti de helâl olmaz. Meğerki kurban, rızayı hak için kesilip sevabı istenilen bir Müslümana bağışlamalıdır. Eğer nezri o kabirde kesilmeye matuf değil ise evinde de o zâtın ruhuna atfen kesilebilir.
Suda kendi kendine zahiren sebepsiz olarak ölüp de suyun yüzüne çıkan balıklar yenilemez. Fakat ağ içinde kurtulamayıp ölen, göle veya denize atılan balık otunu yemekle su içinde ölen, avlanıp da sudan çıkarılmadan başlarına tokmakla vurulup öldürülen, suyun açılıp kurumasından dolayı veya sıcaktan, soğuktan dolayı ölen, buz arasında sıkışarak ölen balıklar yenilebilir. Balıklarda boğazlanma muamelesi olmaz. Çekirgeler de boğazlanmadan yenilir.
7.2.4. Keler ve Tavşan Etinin Yenilip Yenilmemesi
Buharı Hadis No: 1127- İbn-i Abbas'ın (ra) rivâyet ettiği hadis-i şeriften istidlal olunan hükme göre: Eimme-i Şâfiiyeye göre keler yemek câiz görülmüştür. İmâm Mâlik'ten müsbet, menfi iki ictihad rivâyet edilmiştir. Müdevvene'deki kavli Şâfiilerle beraberdir.
Hidâye Sahibi de Eimme-i Hanefiyyenin nokta-i nazarını bildirerek: “Keler yemek mekruhtur. Çünkü Hz. Âişe Resûl-i Ekrem'den bu hayvanı eklin hükmünden sorduğunda Resûlullah Hz. Âişe'yi yemekten nehyetmiştir.” diyor.
Not: Bu hayvanın husûsiyeti hakkında müellifler diyorlar ki, bu küçük hayvan hiç su içmezmiş, yedi yüz ve daha ziyade yıl yaşarmış, kırk günde bir katre tebevvül edermiş, ölünceye kadar hiçbir dişi düşmezmiş.
Buharı Hadis No: 1126- Enes İbn-i Mâlik'ten rivâyet edilen hadis-i şeriften istifade edilen bilgiye göre:
1. Av avlamak için sa'y etmenin cevazı.
2. Av peşinde koşan cemaatten birisi bir hayvan avlarsa, ona mâlik olup arkadaşlarının hakk-ı iştiraki bulunmayacağı.
3. Tavşan etinin ekli (yenmesi) câiz olduğu ki, bu cevaz hükmü fıkhen Eimme-i Erbaa'nın mezhebidir ve ulemânın kâffesi tarafından kabul edilmiştir. Yalnız Abdullah İbn-i Amr İbn-i As, İbn-i Ebi Leyla, İbn-i Abbas'ın kölesi İkrime yenilmesini kerih görmüşlerdir. Şârih Ayni, Hanefilerden de bazı mekruh addedenler varsa da, en sahih olan mezheb ammenin ictihadıdır, diyor. (Ayni, Umdetu'l-Kârî C. 6, S. 259-260)
4. Av eti hediye olabilir.
7.2.5. Misk Kullanılması veya Kullanılmaması
Bazı ulemâ ve Ashâbın âlimlerinden bazıları “Misk ne ölüye ne de diriye kullanılır.” demişlerdir. Bunlara göre, misk sanki meyteden ayrılmış bir parçadır. (Geyikten alınan bir madde)
Hanefi İmâmları Misk'in erkekler ve kadınlar tarafından kullanılmasının helâl olduğuna hükmetmişlerdir. Menfi ictihad ehlinin ictihadı gayr-i sahih bir kıyastır. Çünkü Ebû Davud'un Ebû Saîd-i Hudrî'den merfuan bir rivâyetine göre, Resûl-i Ekrem: “Sizin en güzel kokunuz misktir.” buyurmuştur. Bu rivâyet aradaki ihtilâfı kesip atan bir nasstır. İbn-i Münzir'in ceyyid bir isnâd ile rivâyetine göre Resûl-i Ekrem'in miski vardı, onu sürünürdü.
7.3. MUZTARR KALINCA HARAM OLANLARDAN (HELÂL OLARAK DEĞİL) YENİLECEĞİ
Sûre-i En'âm Âyet: 145- De ki: “Bana vahy olunanlar arasında, yiyen bir kimsenin yiyeceği içinde (sizin haram dediklerinizden böyle) haram edilmiş bir şey bulmuyorum. Yalnız gerek ölü, gerek dökülen kan, gerek domuz eti -ki bu, şüphesiz bir murdardır- yahut Allah'tan başkasının adına boğazlanmış bir fısk olmak müstesnadır. (Bunlar haramdır. Bununla beraber) kim (bunlardan bir şeyi yemeye) muztarr kalırsa (kendisi gibi zaruret hâlindeki bir kimseye) tecavüz etmemek ve (zaruret miktarını) aşmamak üzere (yiyebilir).” Çünkü Rabbin çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.
Not: Bir insanın, son derece aç kalıp başka helâl bir şey bulamadığı takdirde, hınzır eti gibi haram olan bir şeyden yalnız hayatını kurtaracak bir miktar yemesi helâl olur ve lâzım gelir. Eğer bunu yemez de açlıktan ölürse, bir nevi intihar etmiş olacağından, İndallah mesul bulunur. Bilâkis bu hâlde ihtiyacından fazla yediği takdirde de İmâm-ı A'zam'a göre yine mesul olur. İmâm Mâlik ve Şâfii'ye göre bundan doyuncaya kadar da yiyebilir.
Böylece muztarr kalan kimseye bu ruhsat verilmiştir ki, hiç kimsenin malına tecavüz edilmemesi teminat altına alınmıştır. Yol kesmek veya hırsızlık yapmak veya muztarr kaldığı ihtiyacından fazla yiyip başka muztarr kalacakların hakkına tecavüz edilmemek gibi hukuk-i nâsın korunması sağlanmıştır. Çünkü aç kalan bir kimse, kendi canını kurtarmak için yol kesiciliğe çıkıp ona buna saldıramaz ve kendisi gibi muhtaç olan bir şahsın hayatını kurtaracak kadar elinde bulunan bir gıdasına tecavüz edemez. Ancak böyle bir tecavüz bulunmaksızın başkasına âit bir maldan bilâhare imkân vukuunda tazmin etmek üzere hayatını kurtaracak kadar bir şey alabilir.
7.4. DENİZ AVLARININ (BALIK CİNSLERİNİN) HELÂL OLDUĞU
A) Sûre-i Mâide Âyet: 96- Deniz avı yapmak ve onu yemek -kendinize de, misafire de faide olmak üzere- sizin için helâl edildi. İhramda bulunduğunuz müddetçe ise kara avı haram kılındı. Huzuruna varıp toplanacağınız Allah'tan korkun.
B) Sûre-i Nahl Âyet: 14- O, denizi -ondan taze bir et (çabuk bozulup kokacak balık) yemeniz, ondan giyeceğiniz (kullanacağınız) ziyneti (kadınların kullandıkları inci, mercan) çıkarmanız için- (hizmetinize) râm edendir. Gemilerin orada (suları) yararak gittiklerini görüyorsun ki (bu, sırf Allah'ın) lütf-u kereminden (nasib) aramanız ve (O'na) şükretmeniz içindir.
7.5. AV İÇİN TERBİYE EDİLMİŞ HAYVANLARIN TUTTUK-LARININ YENİLECEĞİ
Sûre-i Mâide Âyet: 4- Kendilerine hangi şeyin helâl edildiğini sana sorarlar. De ki: “Bütün iyi ve temiz (nimetler) size helâl edilmiştir.” Allah'ın size öğrettiğinden öğretip (terbiye ederek) yetiştirdiğiniz avcı hayvanların size tutuverdiklerinden de yiyin ve üzerine Besmele çekin. Allah'tan korkun. Çünkü Allah, hesabı pek çabuk görendir.
7.6. GİYECEK MADDELERİN TEMİZ OLANLARININ GİYİLMESİNİN HELÂL OLDUĞU
A) Sûre-i A'râf Âyet: 32- De ki: “Allah'ın kulları için çıkardığı ziyneti (pamuk, keten gibi nebattan; ipek, yün gibi hayvandan; zırh vesâire gibi madenlerden husûle gelen tecemmülatı) temiz ve hoş rızkları kim haram etmiş?” De ki: “O(nlar) dünya hayatında iman edenler içindir. (Kâfirler bittebâ dünyadan istifade ederlerse de asıl bunlar mü'minler içindir.) Kıyâmet günü ise yalnız (ve yalnız) onlara mahsustur.” İşte biz âyetleri, bilenler için, böylece tafsil ederiz.
B) Sûre-i Nahl Âyet: 14- O, denizi -ondan taze bir et yemeniz, ondan giyeceğiniz (kullanacağınız) ziyneti (kadınların kullandığı inci, mercan ziynetleri ki kadınlara mübah olduğuna delâlet etmektedir.) çıkarmanız için- (hizmetinize) râm edendir. Gemilerin orada (suları) yararak gittiklerini görüyorsun ki (bu, sırf Allah'ın) lütf-u kereminden (nasib) aramanız ve ona şükretmeniz içindir.
7.7. YENİLECEK ŞEYLERİN ENVAINA VE YEMEK YEMENİN ÂDÂBINA VE BUNLARA BENZER BİR TAKIM HÜKÜMLERE DÂİR AHKAMLAR
Buharî'nin unvanındaki (At'ime) kelimesi taâmın cem'idir. Taâm yenilen şeylere ıtlâk olunur. Müellif Buharî (At'ime) unvanını izah için Kur'ân'ın şu meâldeki üç âyetini zikretmiştir:
A) Sûre-i Bakara Âyet: 172- Ey mü'minler! Size rızık olarak verdiğimiz helâl mallarınızdan yiyiniz de Allah'a şükrediniz. Eğer Allah'a kulluk etmek isterseniz.
267- Ey mü'minler! Helâl kazancınızı (siz yediğiniz gibi) muhtaç-lara da yediriniz…
B) Sûre-i Mü'minûn Âyet: 51- Ey Peygamberler! Helâl rızıktan yiyiniz ve iyi iş işleyiniz…
Bu âyetlerin tebliğ ettikleri umûmi hükümler şunlardır: Yenilecek rızkın helâl kazanç olması, yediğimiz nimetlerin Allah'ın lütuf ve inâyeti eseri olduğu, bu cihetle Allah'a kulluk etmiş olmak için ona şükrolunması, helâl kazancımızdan kendimiz yediğimiz gibi cemiyetin düşkün sınıflarına da yedirilmesi lüzumu, peygamberlerin de ümmetler gibi helâl rızıklardan müstefid olmalarının mübah olduğu.
Buharî Hadis No: 1646- Ebû Seleme'nin oğlu (ve Peygamberimizin oğulluğu) Ömer'den (ra) rivâyete göre şöyle demiştir:
“Ben Resûlullah'ın (sav) terbiyesi altında bir oğlandım. Yemek yerken elim yemek kabının her tarafında dolaşırdı. Resûlullah bana: ‘Ey Oğul! (Yemeğe başlarken) Allah adını an, (بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ Bismillâhirrahmâ-nirrahîm de) sağ elinle ye ve sana yakın olan taraftan ye.’ buyurdu. Bundan sonra ben her zaman Besmele ile sağ elimle, önümden yemek yedim.”
Besmeleye dâir bu hadisteki Peygamberin emri vâcib derecesinde kat'i olmamakla beraber, ulemânın cumhurunun veyahut ittifakına göre müstehabdır. Adâb-ı diniyemizdendir. Yemeğin sonunda Allah'a hamd etmek اَلْحَمْدُ لِلَّهِ “Elhamdü lillah” demek de aynı derecede müstehabdır. Sofrada bulunanların Besmeleyi unutmaları ihtimâllerine mebnî cehren söylemek de ayrıca müstehabdır. Yemeğin önünde unutulur da ortasında veya sonunda hatırlanırsa hatırlandığı zaman söylenmesi de müstehabdır. Yemeğin sağ el ile ve önüne tesadüf eden cihetten yenilmesi de en mühim adâb-ı medeniyedendir. Bu ehemmiyetine mebnî İmâm Şâfii hadisteki emri اَلأُمُّ “El-Umm”de vücuba hamletmiştir. Fakat Hanefi ulemâ-sından pek çoğu, Gazali ve Nevevî mendûb olduğunu tasrih etmişlerdir. Sağ el, sol elden daha kuvvetli ve daha ziyade bereketli olması cihetiyle yemek vazifesine tahsis olunmuştur. Resûl-i Ekrem abdest, gusül, ayakkabı giymek, yürümek ve elbise giymek gibi birçok işlere sağ tarafla başlardı.
7.7.1. Toplu Olarak Bir Arada Yemek Yeme Hükmü
Buharî Hadis No: 1850- Ebû Hüreyre'den (ra) rivâyete göre, Resûlullah (sav): “İki kişinin taâmı, üç kişiye kifâyet eder (doyurur). Üç kişinin taâmı da dört kişiye kifâyet eder.” buyurmuştur. Şüphesiz ki, bu hadis ile kifâyet derecede doymağa kanâat edilerek, aç fakirlere yardım olunması gibi ictimaî ve ulvî bir gaye taşımakla beraber, aile topluluğu ile yemek yemenin de bir iktisâdi formül olduğuna ihbardır ki, Taberâni'nin de Abdullah ibn-i Ömer'den bir rivâyeti bunu teyid etmektedir. Şöyle ki, Resûl-i Ekrem: “Ey Mü'minler! Yemeğinizi âilecek toplu yiyiniz, ayrılmayınız. Çünkü (toplu yemekte bereket vardır.) Bir kişinin taâmı iki kişiye yetişir.” buyurmuştur. Buharî'nin 1848, 1849 numaralı hadislerinden nakl-i rivâyetlere göre Resûlullah'ın (sav) vefatına kadar körpe kuzu kebabı, hâlis buğday unundan yapılmış ince yufka ekmek yemediği, yüksek masa üstünde veya küçük sofra gibi yemek teknesinde yemek yemediği zikredilmektedir.
7.7.2. Az Yemenin Fazileti ve Terkinin Tehlikeli Olduğu Hakkında
Buharî Hadis No: 1851- İbn-i Ömer'den (ra) rivâyete göre, İbn-i Ömer beraber yemek üzere ve sofrasına bir fakir getirilmedikçe yemek yemezdi. Yine böyle bir gün birisi İbn-i Ömer'in sofrasına getirildi, onunla beraber yedi. Fakat adam çok yedi. Bunun üzerine İbn-i Ömer hizmetçisine: “Bu adamı bir daha yanıma koyma, çünkü ben Nebî'nin (sav): ‘Mü'min bir midesine koymak için yer. Kâfir ise karnındaki yedi bağırsağını doldurmak (karnını şişirmek) için yer.’ buyurduğunu işittim.” demiştir.
Bu hadiste nasıl bir mâna kasdolunduğunu tayin hususunda ihtilâf olunmuştur. Bunlar içinde en isabetlisi, mü'minin ihtirâsattan feragati, kâfirin ve münâfığın da doymak bilmeyen hırsı için bir mesel ve en beliğ bir örnek olarak irâd olunmasıdır. Tahâvi'nin İbn-i Ebi İmrân'dan naklettiği mâna da bu meâldedir. Hadisi hakikat mânasına hamletmek müşküldür. Çünkü nice mü'minler vardır ki kâfirlerden çok yerler. Maamafih azim olan bu tehdid-i nübüvvetten intibâh etmek, mü'mine fazilet cihetiyle elzemdir.
Yine aynı mevzuu ile ilgili olarak Buharî 1852 numaralı hadiste Ebû Cuhayfe'den (ra) şöyle dediği rivâyet olunmuştur. Ben bir kere Nebî'nin (sav) yanında idim. Mecliste bulunan birisine: “Ben bir yere bağdaş kurup gereği gibi yerleşip çökerek yemek yemedim.” buyurduğunu rivâyet etmiştir ki, netice itibarıyla az yemekle ilgilidir. Bu hadisi Buharî bir yere ittikâ ederek yemek yemenin hükmüne dâir açtığı bir bâbında rivâyet etmiştir. Hadiste ittikâ ederek (yani bir yere dayanarak) yemek yenilmesi açıkça nehyedilmediği için, ulemânın cumhuru kerâhetine hükmetmişlerdir. Tirmizi de bu hadisin unvanında kerahet olduğunu sarahaten bildirmiştir. Yalnız ihtilâf olunan bir cihet varsa o da nehy olunan ittikânın mahiyetidir. Bazıları ittikâyı müteâref olan bir şeye sövkenip dayanmak mânasına hamletmişlerdir ki, hadiste nehy olunan bu değildir. Çünkü İbn-i Şeybe'nin Musannef'indeki rivâyetine göre Ashâb ve Tabiin'den çoğu bu yolda ittikâ ederek yemek yemişlerdir. Bu cihetle Kamus sahibi: “İttikâyı bu yolda tefsir etmek avam talebini zaanıdır.” diyor. En doğrusu İbn-i Esir'in Nihâye'sinde, Ragıb'ın Müfredat'ında bildirdiklerine göre ittikâ, vikâ maddesinden müştak olan bağ mânasıdır. Bu itibarla hadisin mânası; Resûl-i Ekrem'in: “Ben taâm ettiğim zaman üzerinde bulunduğum döşeğe, şilteye bağdaş kurup gereği gibi çökerek yerime bağlı bir hâlde oturmadım.” buyurmuş olmasıdır ki, Resûl-i Ekrem'in sofraya oturduğunda hemen bir iki lokma yiyip kalkacak vaziyette çömeldiği ifade olunup, sofra başına çökmek, aşırı bir iştaha ile tıka basa yemekten nehiy mânasını tazammun eder.
7.7.3. Yenecek İçilecek Taamların Ayıplanmaması
Buharî Hadis No: 1853- Ebû Hüreyre'den (ra): “Nebî (sav) hiçbir yemeği hiçbir zaman ayıplamamış, yermemiştir. O, hoşlanırsa yerdi, hoşlan-mazsa bırakırdı, yemezdi.” demiştir.
Bu hadiste âdâb-ı ictimaiyeden bir mühimmeye daha temas edilmiştir ki, taâmın ayıplanmamasıdır. Taâm ki, yenilen şeydir. Peygamberimizin bunu ayıplamaması ve kusur bulmaması, mübah olan taâma âittir. Haram olanı ise hem zemm eder, hem de yenilmesini nehyeylerdi. Sonra bir taâmı -Allah'ın eser-i hilkati olduğu için- yaradılışı cihetiyle zemmetmek câiz değildir. İnsan-ların sanat-ı eseri olmak itibarıyla kusur bulmak mekruh olmamakla beraber, misafir tarafından ayıplanması edebe muhaliftir. Nevevî bir misal ile izah ederek: “Bu yemek tuzludur, tuzsuzdur, ekşidir, katıdır, olmamıştır, pişmemiştir gibi bir takım kusurlar bulmamak ve ayıplamamak âdâb-ı taâmdandır.” demiştir.
7.7.4. Davete Gelenin Yanında Misafir Getirmemesi, Getirdiği Takdirde Ev Sahibinden İzin İstenmesi Hakkında
Buharî Hadis No: 1860- Ensar'dan Ebû Mes'ud'dan (Ukbe) (ra) şöyle dediği rivâyet edilmiştir. Ensar'dan Ebû Şuayb'ın (ra) davetine, Resûlullah'ın yanında fazla olarak bir kişi geldi. Ebû Şuayb'ın evine varıldığında Nebî (sav) “Ey Ebû Şuayb! Sen bizi beş kişi olarak davet etmiştin. Şu (altıncı) kişi bize takılıp gelmiş (bir tufeyli)dir. Bak dilersen izin ver girsin, istersen bırak gitsin.” buyurdu. Ebû Şuayb: “Onu bırakmam yâ Resûlallah! İzin verdim.” dedi.
Davet yerine davetsiz, tufeyli gitmek haramdır. Meğerki hâne sahibi ile tufeyli arasında eski dostluk bulunması ve bu cihetle ziyafet sahibinin razı ve memnun olacağı malum ola. Bu sûretle caizdir.
7.7.5. Tatlı ile Beraber Harareti Giderecek Tab'an Soğuk Olan Bir Şeyin Yenmesi
Buharî Hadis No: 1861- Cafer İbn-i Ebi Tâlib'in oğlu Abdullah'tan (ra):
“Resûlullah'ı (sav) yeşil hurma ile hıyar yerken gördüm.” dediği rivâyet olunmuştur.
Bu hadisin bazı rivâyet tariklerinde Resûl-i Ekrem'in hurma ile hıyarı, bir ondan bir öbüründen yemek sûretiyle bir arada tenâvül buyurmasının sebebi, hurma tab'an hararet verdiğinden, tab'an bârid olan hıyarla hurmanın hararetini gidermektir, denilmiştir. Nasıl ki Hz. Âişe'den gelen bir rivâyet tarikinde de karpuzla taze hurmayı birlikte yediği ve hıyarı tuzla tenâvül buyurduğu da rivâyet olunmuştur. Yalnız Şârih Ayni, İbn-i Hibbân'ın rivâyet ettiği bu Hz. Âişe hadisinin senedindeki ravilerden Yahyâ ibn-i Haşimi'nin bazı ehl-i intikad tarafından kizb ile itham edildiğini haber veriyor.
7.7.6. Medine'nin Acve Hurmasının Yenilmesindeki Özel Husûsiyet
Buharî Hadis No: 1863- Sa'd ibn-i Ebi Vakkas'tan (ra) Resûlullah'ın (sav): “Her kim her gün sabahları aç karnına yedi tane (Medine'nin) Acve hurmasından yerse, o gün içinde o kimseye ne sem, ne sihir zarar vermez.” buyurduğu rivâyet olunmuştur.
Acve, Medine hurmalarının nefis bir nev'idir. Siyaha maildir. Ahmed ibn-i Hanbel'in bir rivâyetine göre: “Acve cennetten gelen bir meyvedir.” buyrulmuştur. İbnu't-Tiyn'in nakline göre, acvenin ağacını Peygamber Efendimiz garsetmiştir. Âsım Molla'nın bildirdiğine göre, bu hurma nev'ine dilimizde balçık hurma tabir olunur. Bu hurmanın semden, sihirden masuniyet temin etmesi Resûl-i Ekrem'in bu hurma hakkında duâ buyurmasından dolayı teberrük cihetiyledir. Yoksa bunun hilkati ve tabiatı cihetiyle değildir. Bu masuniyetin Medine hurma-sına tahsisi ve sayısının yedi olması sebebi ve hakikati Resûl-i Ekrem'ce malûm umûrdandır. Bizce hükmü malûm olan umûrdan değildir. Namaz rekatlarının sayısı, zekât nisâbları nasılsa bu da öyledir.
7.7.7. Müşrik ve Kâfir Kaplarından Yemek Yeyip Yememek Meselesi
Mevcut olan İslâmi delillere binâen başka kap bulunurken ehl-i Kitab'ın kabını kullanmanın kerahet olduğu hükmü anlaşılır ise de, fukaha-ı kirâm başka bir kap bulunsa da bulunmasa da yıkandıktan sonra kullanmakta kerahet olmadığına hükmetmişlerdir. Çünkü eşyada asıl olan taharettir. Müşriklerin veya ehl-i Kitab'ın domuz eti ve şarap istimal ettikleri cihetiyle bunların kaplarının temiz olamayacağı düşünülerek, yıkanmadan içinde bir şey yenmesi veya konulması kerahetlidir. Fakat yıkandıktan sonra böyle bir kerahet mevzuu olamaz. Necis olan bir madde konulmadığı tahakkuk ettiği müddetçe, müşriklerin ve ehl-i Kitab'ın kaplarının tahir olduğu fıkhen kabul edilmiştir. Yıkamak ihtiyata mebnîdir, müstehabdır.
7.7.8. Yemekten Sonra Parmakları (Yemek Yenen Parmağı) Yalamak
Buharî Hadis No: 1864- İbn-i Abbas'tan (ra) rivâyete göre Nebî (sav): “Sizden biriniz yemek yediği (ve elini yıkamak mümkün olmadığı) zaman yemek yediği parmaklarını yalamadıkça yahut (ailesinden birisine) yalatıp temizlemedikçe bir bezle silmesin.” buyurmuştur.
Şârih Hattâbi, bir kısım refah sahiplerinin kibirlenerek parmak yalamak hususunu iğrenç görüp, ayıpladıklarını bildiriyor. Sonra “Bu gafiller yalanan şeyin, yenilen yemeğin bir cüz'ü olduğunu bilmiyorlar mı?” diye cevap veriyor. Fakat bu cevap ne derece makul olursa olsun, meselenin zamanımız ictimaî hayatındaki ehemmiyetine göre kafi değildir. Peygamberimizin Ashâbının yanlarında mendilleri ve silecek bezleri bulunmuyor, son derece yokluk ve yoksulluk içinde yaşıyor ve harb, cihâd meydanlarında sudan mahrum bulunan bir cemiyet efradı, arada yedikleri bir et yemeğinin parmaklarındaki bulaşığını ne ile giderebilirlerdi? Ya kendisi yalayarak yahut devesine yalatarak izâle edecekti. Arkasına giydiği ihramına sürecek değildi ya. İşte Resûl-i Ekrem, harb ve gaza meydanlarında binde bir sıcak yemek yüzü gören gazilere, bulaşık parmaklarını ihramlarına dokundurmadan iyice yalamalarını tavsiye etmiştir. “Bal tutan parmağını yalar.” en meşhur mesellerimizdendir. Bal tutan parmağın yalanması ayıplanmayıp da yemek yenilen parmakların, o devrin ictimaî hayat ve zarureti üzerine yalanması neden müstekreh addolunsun? Şüphesiz ki bu hâl, bizim zamanımızla Peygamberimizin zamanındaki tarz-ı maişetin farklı olmasındandır. Yoksa zarurete müstenid bir hakikat-i ictimaiye olması, böyle bir ta'yibe müsâid değildir.
Şunu da hâssaten bildirmek isteriz ki, normal zamanlardaki İslâm medeni-yetinde riâyet olunan esas, edeb-i ictima, yemeğin yalnız sonunda değil, hem önünde hem de sonunda ellerin yıkanmasıdır. Sonra bu temizlik yalnız ellere münhasır olmayıp, dişten tırnağa kadar bütün vücûdumuzun haftada bir kere temizlenmesi ve boy abdesti ile vücûdun her tarafının yıkanması Peygamberimizin sünnetlerindendir. Bizzarure parmakları, erkân-ı edeb ile yalamak elbet lâzım gelir ve sünnettir.
7.7.9. Yemekten Sonra Duâda Bulunmak
Buharî Hadis No: 1866- Ebû Umâme'den (Bâhili) (ra) Nebî'nin (sav) yemeğini (yiyip yaygısını) kaldırdığı sırada şöyle duâ buyurmak itiyâdında olduğu rivâyet olunmuştur.
“Allah'ım hamd senindir, sana çok, (riyadan) temiz ve kendisinde feyz ve bereket olan hamd ile hamd ederiz. Rabbimiz (divânından) reddolunmayan (kabûl buyrulan) ve terk olunmayan (iltizâm buyrulan) ve kendisinden müstağni olunmayan hamd ile hamd ederiz.”
Yine (Buharî Hadis No: 1867) Ebû Umâme'den (ra) Nebî'nin (sav) taâmını yedikten sonra şöyle duâ buyurmak itiyâdında olduğu rivâyet olunmuştur.
“Bize kâfi derecede nimet veren ve bizi suya kandıran Allah-u Teâlâ'ya hamd ederiz. O, bizim hamdımızı reddetmez ve bizi nimetine küfredenlerden kılmaz. (Şükredenlerden kılar.)”
Ebû Davud'un rivâyet ettiği Peygamberimizin şu duâsı da meşhurdur: “Bizi nimetleriyle besleyen ve suya kandıran ve bizi İslâm camiası içinde bulunduran Allah-u Teâlâ'ya hamd ederiz.”
7.7.10. Davet Olunan Yemek Yendikten Sonra Fazla Kalmayıp Ayrılmak
Buharî Hadis No: 1868- Enes ibn-i Mâlik'ten (ra): “Ben hicâb kıssasını herkesten iyi bilirim. Ubey ibn-i Kâ'b (bile) bu vakıayı bana sormuştu.” diye şöyle anlattığı rivâyet olunmuştur:
Resûlullah (sav) Zeyneb Binti Cahş ile evlendiği gün -ki Medine'de tezevvüc etmişti- gün yükseldikten sonra nâsı yemeğe çağırmıştı. Yemekten sonra Resûlullah oturdu. Davetliler de kalkıp gittikten sonra bazı kimseler gitmeyip Peygamberin yanında oturdular. Nihâyet Resûlullah kalkıp yürüdü. Ben de beraber gittim. Hz. Âişe'nin odasının kapısına kadar gitti. Sonra bu oturanların çıkıp gittiklerini sanarak, geri döndü. Ben de beraber döndüm. Geldiğimizde bu misâfirlerin hâlâ yerlerinde oturdukları görüldü. Resûl-i Ekrem ikinci defa geri döndü. Ben de beraber döndüm. Hz. Âişe'nin odasının kapısı önüne erişti. Sonra onların çıkıp gittiklerini sanarak geri döndü. Ben de beraber döndüm. Bu sefer onların kalkıp gittikleri görüldü. Bunun üzerine Resûlullah benimle kendi arasına bir perde gerdi. Bu sırada hicâb âyeti inzal olundu.
Hicab âyeti, kadınların örtünmelerine dâir âyet-i kerimedir ki, şu meâldedir:
Sûre-i Ahzâb Âyet: 53- Ey Mü'minler! Siz yemeğe davet olunmadıkça, yemek vaktini beklemeksizin Peygamberin evlerine girmeyiniz. Fakat davet olunduğunuz vakit de (icâbet edip) gidiniz. Yemek yeyince de hemen dağılınız. Söze, sohbete dalmayınız. Çünkü sizin izinsiz ve vakitsiz gitmeniz ve sohbete dalmanız Peygambere ezâ veriyordu. Çünkü o siz(e girmeyiniz, çıkınız demek)ten sıkılıyordu. Allah ise haktan sıkılmaz. Kadınlardan bir metâ isteyeceğiniz, bir şey soraca-ğınız zaman, onlara artık bir perde arkasından sorunuz. Böyle yapmanız hem sizin, hem de onların gönülleri için daha ziyâde temizliktir.
Bundan beş âyet sonra da hicabın şekli tarif ve talim olunarak:
59- Ey Peygamberim! Kadınlarına, kızlarına, bütün mü'min kadınlarına söyle, iç libasları üzerlerine cilbâblarını (çarşaf, câr, ferace, manto gibi dış ve boy libaslarını) giysinler (ziynetlerini göstermesinler) (buyrulmuştur).
7.7.11. Gümüş ve Altın Kap Kullanmanın Haram Olduğu
Eimme-i Hanefiyyeye göre altın kap kullanmak, gümüş kap kullan-maktan şedid tahrimdir. Bunda kadın erkek müşterektir. Buhurdan, misk kutusu, kaşık ve bu makule altın ve gümüş eşyanın is'timali, kadın ve erkek için, bilâ istisnâ haramdır. Çünkü nehy mutlaktır, umûmidir. İcma vardır. Huzeyfe (ra) hadisinde bir cemaate karşı: “Ey ashâbım! Siz gümüş ve altın bardaktan su içmeyiniz. Bunların tabaklarından yemek de yemeyiniz.” buyurur. Tezeyyün için câiz diyenler vardır; tefâhur kasdedilmeden. İmâm Muhammed bu tezeyyünde nimet-i İlâhiyyeyi izhar vardır, demiş. Ebû Yusuf (mekruf) İslâm, sâde ve müsavi bir hayat talim eder. İktisâdi, ahlâki ve ictimaî kaidedir, israftan kurtarmak için. İktisatçı, sade, müsavi hayat. Altın ve gümüş yaldızlı eşyanın kullanılmasında beis yoktur.
7.7.12. Altın ve Gümüş Kaptan Bir Şey İçilip Yenilmesinin Nehyedildiği
Buharî Hadis No: 1904- Nebî'nin (sav) hanımlarından Ümmi Seleme'den (rha) Resûlullah'ın (sav) şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: “Hani şu gümüş kaptan bir şey içen kişi yok mu? Muhakkak o kişi karnına cehennem ateşini (çurp, çurp diye) içerek gönderir.” hadisini Buharî “gümüş kap kullanmanın hükmü” başlığı ile açtığı bir bâbında rivâyet etmiştir. Bundan önce de “Altın kap kullanmanın hükmü” başlığıyla bir bâbı ve bir rivâyeti vardır ve şöyledir. İbn-i Ebi Leylâ der ki:
“Huzeyfe (ra) İran fütuhatı sırasında Medayin'de iken su içmek istemişti. Medayin eşrafından birisi gümüş bardakla su getirmişti. Huzeyfe bundan dolayı kızarak bardağı fırlattı ve şöyle dedi. ‘Bu bardak ilk defa getirilmiş olsaydı, bunu fırlatıp atmazdım. Ben bunu evvelce nehyettim, fakat adamcağız mütenebbih olmadı. Hâlbuki Nebî (sav) harir ve atlas ipekten, altın ve gümüş kaptan bir şey içmekten nehyetti ve bunlar dünyada kâfirlerin, âhirette de ey Müslümanlar sizindir.’ buyurdu.”
7.8. HARAM VE HELÂL (MÜBAH) OLAN İÇKİLER HAKKINDA
Kitâbu'l-eşribe unvandaki Eşribe, şarabın cem'idir. Şarap, haram olsun, mübah olsun, içilen mâyiin ismidir ki, içki demektir. Dilimizde her nasılsa şarap lâfzı ve onun tercümesi olan içki tabiri, bildiğimiz umûmi mânada kullanılmayıp, yalnız nassan haram olan hamr ile sâir müskiratta kullanıl-mıştır. Hâlbuki “Kitâbu'l-eşribe” yalnız bu haram olan içkilerin hürmetine dâir nassları değil, su, süt gibi helâl, mübah olan meşrubata dâir rivâyetleri de muhtevidir.
Müellif Buharî bu unvanında Mâide sûresinin 90'ıncı âyet-i kerimesini zikretmiştir ki, şöyledir: “Ey mü'minler! Hamr, kumar, dikili taşlar ve putlar, fal zarları ve kalemleri necistir, murdardır. Artık bu iğrenç şeylerden sakınınız. Umulur ki felah bulasınız.”
Cahiliyet zamanında Araplar içkiye düşkündüler. İbtida-i İslâm'da da mübah idi. Fakat Hz. Ömer dâima hürmetini iltizam ederdi. Ahmed ibn-i Hanbel'in de Hz. Ömer'den rivâyetine göre, Hz. Ömer dâima Peygamberin huzurunda “Allahım! Biz mü'minlere hamr hakkındaki hükmünü açık, şifâ verici bir sûrette bildir.” diye duâ ederdi. Bunun üzerine Bakara sûresinin “Peygamberim. Sana hamrın ve kumarın hükümlerini soruyorlar. Sen onlara bunlarda büyük günâh bulunduğunu söyle.” âyet-i (219) nâzil oldu. Bu âyet, Hz. Ömer'e okundu. O yine “Allahım, hamr hakkındaki açık ve kesin hükmünü bildir.” duâsında bulundu. Bunun üzerine Nisâ sûresinin “Ey iman eden kullar! Sarhoş olduğunuz hâlde namaza yaklaşmayınız.” (43) âyet-i nâzil oldu. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimizin münâdisi namaz vakti olunca “Sarhoş olarak namaza yaklaşılmasın.” diye ilan ederdi. Bu âyet Hz. Ömer'e de okundu. O yine “Rabbim, hamr hakkındaki hükmünü açıkça ve kesin olarak bildir.” temennisinde bulundu. Bu defa da Mâide sûresinin 91'inci âyet-i kerimesi nâzil oldu ki, meâli şöyledir: “İçki ile kumar (beliyyesiyle) da şeytan muhakkak aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah'ı anmaktan ve namaz kılmaktan alıkoymak ister. Artık şimdi siz (bu iki beliyyeden) vazgeçtiniz mi?” Bu âyet de Hz. Ömer'e okundu ve sonundaki “Nasıl vazgeçtiniz değil mi?” istifhamı okununca Hz. Ömer bu İlâhi suâli: “Vazgeçtik Allahım!” diye karşıladı.
Âyetin sebeb-i nüzulü olan bu hadisi Ebû Davud, Tirmizi ve Nesâ'i de rivâyet etmişlerdir.
7.8.1. İçkiden Tevbe Etmeden Ölenin Cennet Şarabından İçemeyeceği
Buharî Hadis No: 1888- Abdullah ibn-i Ömer'den (ra) Resûlullah'ın (sav): “Kim ki dünyada şarap içer de, sonra bu günâhından dünyada tevbe etmez(den ölür)se, o kişi âhirette cennet şarabından mahrum olur (içemez).” buyurduğu rivâyet olunmuştur.
Muttakîlere vaadolunan cennet şarâbından bu zavallılar mahrum olacaklardır. Bu bir ceza ve ukubet olarak bildiriliyor. Masiyet ve günâh, cennetten mahrumiyete mûcib olmadığından cennete girecekler, fakat hiç sekri olmayan ve içenlere yüksek lezzet bahşeden bu rengârenk şaraplarla dolu bardakları, ehl-i cennet hiç el dokunmamış saki hurilerin elinden alıp içerlerken, dünyanın bu zavallı bekrileri mahrum kalacaklardır. İbn-i Abdi'l-Berr der ki: Bazıları ileri giderek şarap içip de tevbekâr olmayan kimse cennete giremez, demişlerse de, bize göre bu mezheb gayr-i merzidir. Meğer şöyle tevcih oluna: Şarap içip tevbesiz ölen kişiyi Allah affetmedikçe cennete giremez.
7.8.2. Kâmil İman Sahibinin İçki İçemeyeceği
Buharî Hadis No: 1889- Ebû Hüreyre'den rivâyete göre Nebî (sav) şöyle buyurmuştur:
“Zinakâr (mü'min) kişi zina ettiği sıra (tam ve kâmil) mü'min olduğu hâlde zinâ edemez. İçki içen de içki içtiği zaman da (kâmil bir) mü'min olarak içemez. Hırsız da sirkat ettiği sıra (kâmil bir) mü'min olduğu hâlde sirkat edemez.”
Yine 1890 numaralı hadis-i şerifte Ebû Hüreyre'den (ra) bir rivâyette: “Halkın gözü önünde yağmacılık eden yüksek mevki sahibi (zalim kişi), yağmacılık ettiği zaman mü'min olarak çapulculuk edemez.”
Şârih İbn-i Battal der ki: Şurb u hamr hakkında vârid olan haberler içinde en şiddetli rivâyet, Ebû Hüreyre'nin bu hadisidir. Çünkü hadiste zikrolunan dört nevi fazihayı irtikâb edenlerden, irtikâb ettikleri cürmü ifa ettikleri sırada iman şuurunun kendilerinden münselib olduğu bildiriliyor ki, zahir şekline göre çok ağırdır. Tebliğin bu zahir şekline bakarak Hâricîler; bu büyük cürümleri harâm olduklarını bilerek amden irtikâb edenleri tekfir etmişlerdir, Ehl-i Sünnet ulemâsı ise bu husustaki imanı, kemâle hamlederek; “Büyük günâhları ve bu meyanda şurb-i hamrı irtikâb edenlerin imanı, tam ve kâmil olmaz.” sûretinde tefsir etmişlerdir. Şarih Hattâbi de “Şürbü hamri ve diğer fazihaları helâl addederek irtikab edenler.” diye tavsif etmiştir. Bazı âlimler de “Büyük bir tehdittir.” demişlerdir. Bu bâbda vârid olan sâir haberler de bu sûretle tefsir ve tevcih olunur. Mesela Ebû Musa El- Eş'arî hadisinde: “Üç sınıf mücrim cennete giremez: Şârib-i hamr, kat-ı rahm ve sihre inananlar.” buyrulmuştur. Ebû Hüreyre'nin bir hadisinde de: “Şârib-i hamr, puta tapan gibidir.” buyrulmuştur ki, bütün bunlar tağliz ve tehdide hamlolunmuştur.
Buharî'nin Sahih'i “Himar (Üzümden yapılan içki)” unvanını bir hüküm mahiyetinde telâkki ederdi. “Hamr, üzümden yapılandır.” diye tercüme edersek, Müellif Buharî'nin Ebû Hanife mezhebi üzerinde yürüdüğünü göstermiş oluruz. Çünkü İmâm Ebû Hanife'nin mezhebine göre hamr, üzüm suyunun galeyan eden ve kaynaması kesb-i iştidâd ederek üzerindeki kaymağını ve tortusunu atan şeklidir. Binâenaleyh Ebû Hanife'ye göre, üzümden başka meyve ve hububattan yapılan içkilere hakikî mânasıyla hamr ıtlâk olunamaz, teşbih sûretiyle denilebilir.
Ebû Hanife'den başkasının mezhebine göre hamr, üzüme münhasır değildir. Nasıl ki, Müslim'in Ebû Hüreyre'den rivâyetine göre: “Hamr, hurma ve üzüm ağaçlarının mahsullerinden ittihaz olunur.” buyrulmuştur. Bu hadisin de zahirine göre hamr, bu iki ağacın mahsûlüne münhasır olmak iktizâ ederse de böyle değildir. Çünkü aşağıda göreceğimiz Buharî'nin İbn-i Ömer'den bir rivâyetinde Hz. Ömer irâd ettiği bir hutbesinde, hamrın haram kılındığını bildirdikten sonra, bu nesnenin beş şeyden “üzüm, hurma, buğday, arpa, bal”dan yapıldığını, söylemiştir.
Şu hâlde Hanefiler için bu hadisleri tevil etmek zarûriyeti vardır ve bir kaç sûretle tevil etmişlerdir:
1. Bu iki şecerenin, yani üzümle hurmanın ikisi birden değil, ancak birisi (üzüm) matlubdur. Nasıl ki “Ey cin ve ins cemaati! Size içinizden Peygamberler gelmedi mi?” (Sûre-i En'âm Âyet: 130) kavl-i şerifinde hakikatte muhatâb olan insanlardır. Çünkü Peygamberler insan nev'indendir.
2. Yahut hamr, üzümle hurmanın ikisinden yapılan içkidir, deniliyor. Bunlar-dan üzüme hamr ıtlâkı hakikât, öbürüsüne mecaz olur. Şu hâlde üzüm şarabının azına da çoğuna da -sekr versin vermesin- hamr ıtlâk olunur. Öbürlerinin sekir hâli, hamr ile tavsif olunur. İmam Buharî'nin bu unvânındaki bir rivâyetinde İbn-i Ömer (ra): “Hamr haram kılındığında Medine'de hamrdan bir şey yoktu.” demişti. Hâlbuki Enes ibn-i Mâlik'in bir hadisine göre o kadar çoktu ki, sokaklara döküldü de sel gibi aktı. Şu hâlde İbn-i Ömer'in Medine'de hamr yoktu sözü, üzümden ittihâz olunan şarap yoktu, demek olur. Bu cihetle de hamr mutlak zikr olununca, kemâline sarf olunur ki, o da üzümdür. İbn-i Ömer'in bu hadisini rivâyeti, yukarıda bu unvanı bir hüküm ifade eder mâhiyette tercümemizin isabetini gösterir.
7.8.3. Sekir Veren Her İçkinin Haram Olduğu
Buharî Hadis No: 1891- Âişe'den (rha) rivâyete göre şöyle demiştir: “Resûlullah'tan (sav) Biti' (içkisinin hükmü) sorulmuştu ki bu Biti', Yemen halkının içtikleri baldan mamul içki idi. Resûlullah (sav): ‘Sekir (sarhoşluk) veren her içki haramdır.’ diye cevap verdi.”
Hadisteki بِتِعُ “Biti'” hakkında İmâm Ebû Hanife: “Bu Yemen içkisidir, fakat Yemen halkı bu kelimenin “t” harfini üstün okurlar da بِتَعُ “Bita'” derler.” demiştir ki, baldan yapılan koyu ve kıvamlı şıradır. İbn-i Muhayriz, Ebû Mûsa el-Eş'arî'nin Basra camiinin minberinde hutbe irâd ederken şöyle söylediğini işittim, demiştir: “Ey Basralılar! Medine ahâlisinin içkisi Büsr ve Temr denilen hurma şarabıdır. Fars halkının içkisi de üzüm suyudur. Yemenlilerin ki Biti' ve Habeşlilerin ki de Sükürkedir ki, pirinçten, darıdan yapılır.”
“Sekir veren her içki haramdır.” hadisi, Resûl-i Ekrem'in “Cevamiu'l-kelim” diye anılan toplu sözlerinden birisidir. Kelimeleri az, ifade ettiği mânalar ve hükümler çoktur. Resûl-i Ekrem'den yalnız Yemen içkisinin hükmü sorulmuştu. O, içkinin mâhiyetini umûmi bir kanun hâlinde tarif ederek cevap vermiştir ki, her içki bununla ölçülmelidir, demek oluyor. Bu bâbda İmam Buharî'nin bir rivâyetine göre, Ma'n İbn-i İsâ, Enes ibn-i Mâlik hazretlerine “Fukka”nın hükmünü sormuş, o da “Sekir vermedikçe içmekte günâh yoktur.” demiş. “Fukka (Şerbetçilerin çarşıda sattıkları mutlaka şerbete denir)” ki, hububattan ve meyvelerden ve sâireden tertip ederler. Bu cihetle şıra ve boza envâ'ı, sekr verecek derecede tahammür etmedikçe içilmesi helâldir.
Yine bu bâbında Buharî'nin rivâyetine göre, Abdullah ibn-i Ömer der ki; Ömer (ra) Resûlullah'ın minberinde bir hutbe irâd ederek şöyle demişti: “Allah-u Teâlâ hamrı haram kıldı. (Bugün) Hamr şu beş şeyden yapılıyor ki; üzüm, hurma, buğday, arpa, baldır.” Hamr (Âm bir isim olup mutlaka) akıl ve şuuru karıştıran ve kendi hâlinde bırakmayan (sekir veren) içkidir.
Şârih İbn-i Hacer de der ki; Hz. Ömer bu hitâbesiyle şunu demek istemiştir: Âyetteki hamr ile murâd, üzümden yapılan şaraba münhasır olmayıp, başka şeylerden yapılanlara da şâmildir. Şârih Ayni de onu takip edip: “Üzümden başkasına hakikaten hamr denilemez, teşbih tarikiyle denilir.” diyerek aşağıda izah edeceğimiz Hanefi mezhebini müdafaa etmiştir. Hz. Ömer'in hutbelerinde şarap imal edilen beş şeyi zikretmesi, Ömer zamanında Medine'de yalnız bunların meşhur olmasına mebnîdir, yoksa bunlara münhasır demek değildir.
7.8.4. Üzüm ve Buna Mümasil Meyvelerden Hoşaf Şıra ve Sirke Yapılmasının Meşru Olduğu
Buharî Hadis No: 1893- Es-Sa'idi, Ebû Useyd'den (ra) rivâyete göre muşârunileyh Nebî'yi (sav) kendisinin düğün yemeğine davet etmişti. Filhâl gelin olan karısı da davetlilere hizmet etmekte idi. Useyd (râvisi Sehl ibn-i Sâd'e) demiştir ki: “Ey Sehl! Bu gece ziyafette Resûlullah'a (sav) ne içirdim bilir misin? Tevr (dediğimiz kab için)de geceden bir kaç hurma ıslattım. Bunun şırasını içirdim.”
Hadisteki تَوْرٌ Tevr kelimesini ehl-i lügatçiler müteaddit sûrette tefsir etmişlerdir. Bakır kap, çömlek gibi kâse, testi, taştan oyulmuş çanak. Hadis-teki إِنْقَاءُ inka' lâfzı da kuru hurma ve üzümü ıslatarak hoşaf ve şıra yapmaktır. Gece ıslatılırsa gündüz içilir, gündüz ıslatılırsa gece içilirdi ve tahammür ettirilmezdi. Bu cihetle şıra ve hoşaf makulesi meşrubat, İmâm Ebû Hanife'ye göre, kükreyip kükrememesi iştidad ederek üzerindeki kaymağını, tortusunu atmadıkça tahammür etmez. İmâm Ebû Yusuf'la Muhammed'e göre, tahammür için kükremek ve iştidâd şarttır, kaymağını atmak şart değildir.
1894 numaralı hadis-i şerife göre Nebî (sav) kırba ve tulum makûlelerinden başka kaplarda şıra ve sirke yapılmasını nehyetmiştir. Bu nehy üzerine Ashâb: “Yâ Resûlallah! Herkes tulum, kırba bulamaz ki!” demeleri üzerine Resûl-i Ekrem, halkın balçıktan mamûl çömlek ve küp makûlesinde ziftlenmemiş olarak hoşaf, şıra ve sirke kurmalarına müsaade etti. Hz. Ali'den (ra) Buharî'nin Sahihi'nde bir rivâyetine göre, ziftli kap gibi kuru kabaktan oyulmuş susak içinde kurulmasının nehiy olunduğunu rivâyet ediyor ki, ziftli ve sırlı küplerde ve çömleklerde nehyin devamı, bunlarda üzüm ve hurma daha çabuk tahammür ettiğindendir.
İbn-i Esir Nihaye'sinde der ki: Bu kaplarda intibaz, sadr-ı İslâm'da haram kılınmıştır. Sonra nesih olundu. Ancak İmam Mâlik'le Ahmed ibn-i Hanbel bu bâbdaki tahrimin baki olduğuna zâhib olmuşlardır.
1895 numaralı Ebû Katâde'den (Hâris) (ra) rivâyete göre Ebû Katâde şöyle demiştir: “Nebî (sav) hurma ile ermemiş hurma koruğunu, yine hurma ile üzümü bir arada birleştirmeyi nehyetti. Bunlardan her birisi ayrı ayrı hoşaf ve şıra yapılmalıdır.” buyurdu.
Hadis metnindeki تَمْرٌ Temr, kemâle gelmiş hurmanın ismidir. Zehv de kemâle gelmemiş, fakat alacalanmış hurma koruğunun adıdır. Temr ile Zehv'in, Temr ile üzümün birleştirilmesinin sebeb-i nehyine gelince, bu nehyin sebebi maişet darlığı ve tasarruf endişesidir. Yoksa iki katığın bir arada birleştirilmesini nehiy değildir. Çünkü Resûl-i Ekrem'den böyle bir nehyin sudûru sahih değildir. Bu cihetle ehl-i intikad, hadisteki nehiy tenzihidir, kerahete mahmuldür, tahrimi nehiy değildir, demişlerdir.
7.8.5. Su, Süt İstimalinin Meşruiyeti ve Âdâb-ı İslâmiyesi
Buharî Hadis No: 1896- Cabir ibn-i Abdullah'tan (ra) şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Bir kere Ebû Humeyd Resûl-i Ekrem'e Naki' (mer'asın)-dan bir kase süt getirmişti. Resûlullah (sav) Ebû Humeyd'e: “Bu kaseyi bir bezle örtmedin mi? Keşke bunun üzerine bir ağaç tahta parçasını olsun üstüne eymine koysaydın.” buyurdu. (Nezâfet ve tahârete ihtimâm buyurmalarının numunesi.)
Bu hadisi Buharî “süt içmenin beyanı” unvanıyla açtığı bir bâbında rivâyet etmiştir. Çok süt içmek sekir verir diyen bazı kimselerin iddialarını red için Buharî bu bâbı açmıştır. Ve süt içmenin helâl olduğunu Kur'ân'ın şahâdetiyle beyan için Nahl sûresinin 66'ıncı âyetini zikretmiştir. Meâli şöyledir: “Muhakkak ki sağım hayvanlarında sizin için şüphesiz yüksek bir ibret vardır. Bakınız, size o sağmal hayvan karınlarında kanla gübre arasından hâlis bir süt içiriyoruz ki, bunu içenlerin boğazlarından kayar gider.”
Buharî'nin bu bâbında ve gerek Hacc ve Savm bahislerinde rivâyet ettiği vechile Veda haccında Arefe günü Arafat'ta Hz. Peygamber hutbe irâd ederden, herkes Resûl-i Ekrem'in oruçlu olup olmadığında tereddüt ettikleri sırada amcası Hz. Abbas'ın karısı Ümm-i Fadl bir bardak süt göndermişti. Resûl-i Ekrem deve üzerinde enzar-ı âmmede içerek herkesin şüphesini izâle etmişti. Buharî bu rivâyetiyle de sütün sekir vermesi gibi bâtıl bir kanâati reddetmiş bulunuyor.
Süte su karıştırarak içilmesi hususunda Buharî'nin rivâyet ettiği 1898 numaralı hadis-i şerife göre, ravi Cabir ibn-i Abdullah diyor ki: Resûl-i Ekrem Efendimizin bostan sahibinden gecelemiş içilecek istediği suyu getirerek, bostan sahibi:
“Yâ Resûlallah! Gecelemiş suyum var.” dedi. Ve bostan çerkesine gitti. Sonra Resûlullah ile Ebû Bekir'in yanına geldi ve bir bardağın içine su koyup, sonra suyun üzerine de elcil koyununun sütünden sağdı. Bunu Resûlullah (sav) içti, sonra kendisiyle beraber gelen zât (Ebû Bekir) içti.
Ayakta su içmenin beyanı hususunda Buharî açtığı bir bâbın unvanında şu hadis-i şerifi naklediyor ki, Şârih İbn-i Battal'ın dediği gibi, ayakta su içmenin kerahetine dâir vârid olan hadislerin sahih olmadığına işaret etmiştir. Şârih İbn-i Hacer de İbn-i Battal'ın bu tevcihini beğenmeyerek, Buharî nazarında hadisler teâruz edince, hükme taarruz etmemek müellifin mesleği muktezasıdır, diyor.
Şüphesiz ki ayakta su, süt gibi herhangi bir şeyin içilmesinin câiz olup olmadığını ifade eden birçok hadisler vârid olmuştur. Şârih Ayni tarafından büyük bir ihtimâm ile ve bütün senetlerini muharricleriyle berâber göstererek toplanmış olan bu hadisleri burada nakil ve tercüme edecek değiliz. Hatta ehl-i intikadın cevâz, kerâhet, harâm hükümlerini ve nehiy hadislerinin müsbit hadislerin neshini veya bunun aksini iddia edenlerin nokta-i nazarlarını da hikâye etmek istemiyoruz. Yalnız Muhakkik Nevevî'nin nokta-i nazarını bildirmekle iktifa edeceğiz.
Nevevî Müslim Şerhinde der ki: En doğrusu hadisteki nehyin, kerâhet-i tenzihiyeye haml olunmasıdır. Resûl-i Ekrem'in içmesi, bunun da câiz olduğunu beyandan ibarettir. Binâenaleyh iki nevi nasslar arasında tearuz yoktur. Hele bu nasslar arasında nâsih mensûh aramak fâhiş bir yanlışlıktır. Nevevî Müslim Şerhi'nde, ayakta su içmenin kerâhet-i tenzihiye olduğunu iddia etmiştir. Fakat Ravza'da da Rafii'ye uyarak: “Ayakta su içmek mekruh değildir.” demiştir.
Görülüyor ki, kerahet hakkındaki ictihâd zayıftır. Buharî'nin unvanındaki işareti ve tercüme ettiğimiz Hz. Ali ve bundan sonra tercüme edeceğimiz İbn-i Abbas hadislerini rivâyeti, Müellifin ayakta su içmenin cevazına taraftar olduğunu iş'âr eder.
Buharî Hadis No: 1899- Ali'den (İbn-i Ebû Tâlib) (ra) rivâyete göre, bir kere Hz. Ali (Kûfe Mescidi'nin) geniş kapısına gelmiş ve orada ayak üzeri su içmişti. (Halkın şüphesini izale için) “Bir takım kimseler birisinin ayak üstünde su içtiğini fena görürler. Hâlbuki ben Nebî'nin (sav) benim içtiğimi gördüğünüz gibi su içtiğini gördüm.” dedi.
Buharî Hadis No: 1900- İbn-i Abbas'tan (ra) Nebî (sav) “Ayakta zemzem suyu içti.” dediği rivâyet olunmuştur. Kapalı bir kabın suyunu bir bardağa veya maşrapaya koymadan su vesâire içmek de Resûl-i Ekrem tarafından nehye-dilmiştir. Çünkü kırba, testi, güğüm gibi içindeki su görülmeyen kapların ağzından -bardağa, maşrapaya koyup suya muttali olmadan- ezbere su içmekten nehyolunması, suyun içinde muzır bir şeyin bulunması ihtimâline mebnîdir. Husûsiyle Arabistan gibi bilâd-ı harre'de susuzluktan bunalan semnak hayvan-ların su tulumlarına ve destilerine girmeleri az değildir.
Buharî Hadis No: 1901- Ebû Saîd el-Hudrî'den (ra) rivâyete göre, Ebû Sa'id “Nebî (sav) tulumun ağzını dışarı kıvırmaktan, yani (bir maşrapaya koymadan) tulumun ağzından su içmekten nehyetti.” dediği rivâyet olunmuştur.
Buharî Hadis No: 1902- Hadiste de aynı mahiyette kırba veya desti gibi su kabının ağzından (bir maşrapaya koymaksızın) su içmekten nehyetmiştir.
Buharî Hadis No: 1903- Enes İbn-i Mâlik'ten (ra) rivâyete göre, Nebî (sav) (su içerken) bir bardak suda üç defa nefes alırdı.
Bir mü'minin İbn-i Abbas'tan rivâyetine göre, Resûl-i Ekrem “Bir şey içerken sığır gibi bir solukta içmeyiniz. İki, üç nefes alarak içiniz ve içmeye başlarken Besmele çekiniz. İçip bardağı kaldırınca da اَلْحَمْدُ لِلَّهِ (Elhamdü lillah) deyiniz.” buyurmuştur. Üç nefeste içilmesi hakkındaki Enes hadisi daha kuvvetli olduğundan üç nefes müstehabdır. Ve hiç şüphesiz ki, nefes alarak içilmenin sıhhi menfaatleri çoktur.
Bu hadisten önce Buharî'nin (Bir şey içerken kabının içinde nefes almaktan nehiy) hakkında da bir bâbı ve bir rivâyeti vardır ve şöyledir: Ebû Katâde (ra) şöyle demiştir. Resûlullah (sav) buyurdu ki: “Sizin biriniz bir şey içtiğinde su kabının içinde nefes almasın, çiş ettiği zaman da sağ eliyle tenasül azâsına dokunmasın. (Helada) Silindiği zaman da sağ eliyle istincâ etmesin, silinmesin.”
Hadis şarihlerine göre, bu hadis ile bir şey içerken su kabının içinde nefes almaktan nehy olunduğu gibi, su kabında nefes vermek, huhlamak, üfürmek de nehy olunmuştur. Bu nehyin yemek kabına da şümulü vardır. Adâb-ı ictimaiye hesabına pek büyük bir kıymeti hâiz olan bu nehyin, yalnız başına yenilip içilme hâllerine şümulü yoktur. Çünkü başkasını tiksindirmesi mevzûu bahis değildir.
7.9. GİYİLECEK ESVABIN ENVAINA VE AHKAMINA DÂİR BİLGİLER
Müellif Buharî bu unvandan sonra A'raf sûresi'nin 32'nci âyetinin kavl-i şerifini zikretmiştir ki, bu âyetin tamamının meâli şöyledir:
“(Peygamberim, müşriklere) De ki; Allah'ın kulları için yarattığı (isti'mâli mübah her) ziyneti ve rızk nev'inden temiz ve hoş bunca yiyecekleri ve içecekleri kim haram kılmıştır? (Bu tahrim kimsenin hakkı ve haddi değildir.) De ki, o ziynet ve hoş rızıklar dünya hayatında iman edenlere, kıyâmet gününde hâlis olarak verilir. İşte biz (medeni hayat öğrenmeyi) bilen bir kavme (medeniyet âdabını bildiren) âyetlerimizi böyle tafsil ederiz.”
İbrâhim Nehâi'den, Ferrâ'dan ve Sûddi, Zuhri, Katâde gibi selef âlimlerinden rivâyete göre, cahiliyet devrinde Araplar Kâbe'yi çıplak tavaf ederlerdi ve hacc günleri et ve yağlı yemek yemezlerdi. Müslümanların da bu cahiliyet adetine uymalarını menetmek üzere bu âyet-i kerime nâzil olmuştur. Bundan önceki âyet-i kerime de bu husus için gönderilip: “Ey Âdemoğulları! (Gerek tavafta ve gerek namazda) Her mescid dahilinde ziynetinizi (libasınızı üzerinize) alınız. Ve yiyiniz, içiniz, fakat israf etme-yiniz. Çünkü Allah israf edenleri muhakkak sevmez.” buyrulmuştur. Bu âyetten sonra müellif Buharî, ta'lik denilen bir tarik ile Resûl-i Ekrem'in şöyle buyurduğunu rivâyet ediyor: “Ey mü'minler! Yiyiniz, içiniz, giyiniz, sadaka veriniz. Bir hâlde ki israf ederek, kibirlenerek değil.” Abdullâtif Bağdadi: Bu hadis-i şerif, insanın nefsine âit ruhi, bedeni ittihâzı icab eden tedbirleri muhtevidir, demiştir. Nasıl ki yukarıdaki âyet-i kerime hakkında da tıbbın yarısını muhtevidir, denilmiştir. İlm-i Tıp, yukarıda husûsi bir bâbında bildirdiğimiz vechile bir taraftan tedavi, öbür taraftan da tahaffuz kaidelerini talim ettiğine göre de israfsız yemek, içmek, hıfzıssıhhanın tamâmı, tıbbın da yarı kaynağı bulunur. İslâm Müte-fekkirlerinden Muhammed Abduh hazretlerine bazı müsteşrikler “Kur'ân'da tıbba dâir bir şey var mıdır?” diye sormuşlar; O da: “Yazın! Âyet vardır.” demiş “Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz.” cümlesini söylemiştir.
7.9.1. Kibirlenmek Şiarı Üzere Giyinmenin Menhi ve Cehennemi Mucib Olduğu
Buharî Hadis No: 1942- Ebû Hüreyre'den (ra) rivâyete göre, Nebî (sav) “İzâr (denilen libâs)ın iki topuktan aşağı sarkanı ateştedir.” buyurmuştur.
İzâr: Arapların giydikleri boy libasıdır ki, bunun topuktan aşağı lüzumsuz uzatılması, kibirlenmek şiarı idi. Bunun için hadiste ağır cezâ tâyin olunarak nehy olunmuştur. Bir de aşağı sarkan libâs değil, libâsa muhâzi olan ayak, cehennemde azab olacağından hadiste bundan kinaye olarak libâs zikr olunmuştur.
7.9.2. En Sevimli Esvabın Bürd-i Yemani Elbisesi (Keten ve Yün Elbise) Olduğu
Buharî Hadis No: 1943- İbn-i Mâlik'ten (ra) şöyle dediği rivâyet olunmuştur. Nebî'ye (sav) en sevimli esvab, bürd-i yemâni elbise giymekti.
Hadis metnindeki hibere, bürd-i yemani denilen ve pamuktan veyahut ketenden nesc olunan çubuklu kumaştır.
7.9.3. Bir Elbise İçinde İpeğin Bulunabileceği Meşru Miktar
Buharî Hadis No: 1946- Ömer'den (ra) rivâyete göre, Resûlullah (sav) harirden (hâlis ipek elbise giymekten) nehyetmiştir. Yalnız baş parmağı yanındaki iki parmağıyla (şahâdet ve orta parmaklarıyla) işaret ederek, şu kadarı müstesna demiştir. (Ravi Ebû Osman Mehdi der ki) Resûlullah bu işâretiyle (libâsın iki parmak miktarı ipek) alametlerini (ve bu miktarın menhi olmadığını) kasdetmiştir.
Gerek bu ve bundan önce geçen bir takım hadislere istinaden ulemânın cumhuru, ipek libâs giymenin erkeklere harâm olduğuna hükmetmişlerdir. Bu hadisteki elbisede iki parmak miktarı ipek alâmet -ki kumaşların kenarına konulur ve saçak tabir olunur- müstesnâdır. Haram değildir.
İpekli giymenin hürmetinin sebebine gelince, bunun erkekler için israf ve vesile-i gurur ve kadınlara benzer olması gibi birtakım sebepleri vardır.
Buharî 1947 numaralı hadiste Resûlullah'ın (sav): “Her kim dünyada harir libâs giyerse, âhirette giyemez.” buyurduğu Ömer'den (ra) rivâyet olunmuştur.
Hatta Resûl-i Ekrem'in Buharî 1948 numaralı hadis ile ipekli kumaş üzerine oturmaktan nehyetmiş olduğunu Huzeyfe (ra) rivâyet etmiştir.
7.9.4. Erkeğin Süslenmesinin Menhi Olduğu
Buharî Hadis No: 1949- Enes ibn-i Mâlik'ten (ra) Nebî (sav): “Kişinin (süslenmek ve neşelenmek için vücûduna) zaferân (safran) sürünmesini nehyetti.” dediği rivâyet olunmuştur.
Ahmed ibn-i Hanbel gibi Sünen sahiplerinin Hârisi ve Ebû Umame'den sahihan rivâyetlerine göre Resûl-i Ekrem: “Hayatta sâdelik imandandır.” buyurmuş olduğundan, erkekler için renkli şeylerle yapılacak vücût ve yüz tuvaleti mekruh ve çirkin addolunmuştur. Yalnız yeni evlenen gençler müstesnadır.
7.9.5. Güvey veya Gelin Elbisesinin Câiz Olduğu
Buharî Hadis No: 1144- Âişe'den (rha) rivâyet olunduğuna göre (Bir kere) Âişe-i Sıddıka'nın huzuruna (Habeşi) Eymen girmişti. O sırada Hz. Âişe'nin üzerinde kalın Yemen bezinden mamul, beş dirhem kıymetinde bir libâs bulunuyordu. (Darlık zamanlarını yâd ederek) “Ey Eymen! Gözünü câriyeme doğru kaldır da bak. O, (üzerimdeki libâsı şimdi) ev içinde giymekten arlanır. Hâlbuki Resûlullah (sav) zamanında benim bu neviden bir libasım vardı. Medine'de zifaf için süslenen her kadın, onu ariyet almak üzere muhakkak bana haber gönderirdi.” demiştir.
7.9.6. Giyinmekte Edeb ve Erkan Mevzuu
Buharî Hadis No: 1951- Ebû Hüreyre'den (ra) rivâyete göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Sakın sizin biriniz bir ayakkabı ile (herkesin gözü önünde) gezmesin. Ya ikisini birden çıkarsın (çıplak gezsin) yahut ikisini de giysin (giyimli gezsin).”
Sıhhi bir zaruret üzerine tek giyimli olarak gezmek mecburiyeti bu nehiyden tabiatıyla müstesnâdır. Yine Resûl-i Ekrem Efendimiz Buharî 1952 numaralı hadis-i şerifte: “Sizin biriniz ayakkabısını giyeceği zaman, sağ ayağı ile başlasın, çıkaracağı zaman da sol ayağıyla çıkarmağa başlasın. Bu sûretle sağ ayak, giyilen iki ayağın önü, çıkarılan iki ayağın da sonu olsun.” buyurduğunu Ebû Hüreyre (ra) rivâyet buyurmuşlardır.
Müellif Buharî'nin Âişe'den bir rivâyetine göre, Resûl-i Ekrem abdest alırken, ayakkabısını giyerken sağ azasıyla başlamak itiyâdında idi. Bu cihetle sağın sola fazlı, rüçhanı kabul olunmuştur.
7.9.7. Yüzük Takınmak
Buharî Hadis No: 1953- Enes ibn-i Mâlik'ten (ra) rivâyete göre, Resûlullah (sav) gümüşten yüzük bir mühür edinmişti. Üzerine de مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللهِ “Muhammed Resûlullah” (Âli unvanını) nakşettirmişti. Bunun üzerine Resûlullah: “Hiç kimse (ben hayatta iken) bu yazıyı yüzüğüne nakş ve taklit etmesin.” buyurdu.
Hadis metnindeki hâtem kelimesini yüzük diye tercüme ettiysek de, üzerine “Muhammed Resûlullah” cümlesini hâkkettirmiş olduğuna göre bu, Nübüvvet mührü idi ki, devletlerle siyasi münasebâta başlanması ve bilhassa Şarki Roma İmparatorluğuna gönderilecek bir nâme-i Peygamberînin mühürlenmesi lüzumu üzerine ittihaz olunmuştur. Bu cihetle Resûl-i Ekrem başkalarının böyle bir yazı ile hatem edinmelerini menetmişti. Ve bu yasak Peygamberin hayat-ı zamanına münhasır idi. Bir haberde لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللهُ “Lâ ilâhe illallah” kelime-i tevhidinin de ziyâde olduğu rivâyet olunmuş ise de, bu ziyadenin sahih hadislere muhalif ve şazz bir rivâyet olduğunu Şârih Ayni bildiriyor.
Buharî'nin bu bâbındaki bir rivâyetine göre, Enes ibn-i Mâlik, Resûlullah'ın bu yüzüğünün yazısının üç satır olduğunu bildiriyor ve Muhammed, Resûl, Allah Elfaz-ı Şeriflerinin birer satır teşkil ettiklerini haber veriyor. Buharî'nin yine Enes ibn-i Mâlik'ten diğer bir rivâyetine göre, Resûlullah'ın bu hatemi hayatında parmağında bulunmuştur. Sonra Ebû Bekir, Ömer ve Osman (ra) hilâfetleri zamanında, bu mübarek hatemi sırasıyla parmaklarına takmışlardır. Hz. Osman, Eris kuyusunun başında otururken, bu yüzüğü dalgın bir hâlde parmağından çıkarıp, takmak sûretiyle oynarken kuyuya düşürmüştür. Enes ibn-i Mâlik der ki, “Kuyunun suyunu çekerek yüzüğü üç gün aradıysak da bir türlü bulamadık.” Yine Buharî'nin diğer bir rivâyetine göre, halife Osman tarafından aynı yazı yazılı gümüş bir hâtem yaptırılmıştır. Resûl-i Ekrem'in bu mübarek yüzüğünü küçük parmağına taktığı muhakkaktır. Ancak sağ elinin mi, yoksa sol elinin parmağına mı taktığı hakkındaki rivâyetler muhteliftir. Şârih Ayni bu sağ, sol el rivâyetlerini Umdetu'l-Kârî'de birer birer nakletmiştir. İmâm-ı Şâfii sağ el, Mâlik sol el hakkındaki rivâyetleri tercih etmişlerdir. Hanefi mezhebine âit ârâ ve ictihâdlar ise muhteliftir. Bagavi'nin beyanına göre Resûl-i Ekrem ilk defa sağ eline, sonra sol eline takmıştır. Muhakkak olan bir cihet daha vardır ki, Resûl-i Ekrem bu hateminin yazılı kaşını mübarek avucunun içine alırdı.
Müellif Buharî'nin yine bu bâbında müteaddit tarik ile rivâyetine göre, Resûl-i Ekrem bu hatemini ilk önce altından yaptırmıştı. Bu altın yüzüğü ancak bir gün takmışlardı. Çünkü Resûlullah'ın elinde altın yüzük gören her sahâbinin kuyumculara koşarak hemen bir altın yüzük yaptırıp parmağına taktığını görünce, ferdâsı günü irâd ettiği bir hutbesinde: “Ben böyle altın bir yüzük yaptırmıştım. Fakat kullanmayı muvafık bulmuyorum.” diye çıkarmış, bunun üzerine Ashâb da çıkarmışlardır. Sonra Resûl-i Ekrem gümüş yüzüğü yaptırmıştır. Bu cihetle erkekler için altın yüzük haram olmuştur. Asr-ı Saadette altın madeni çok azdı. Bu da Mısır tarikiyle Şarki Roma İmparatorluğundan geliyordu. Belki bu nehyin iktisâdi hayat üzerinde ciddi tesir yapması muhakkak olduğundan, erkeklerin istimalini nehyetmiştir.
7.9.8. Erkeklerden Kadınlaşanlara, Kadınlardan da Erkekle-şenlere Lânet Olduğu
Buharî Hadis No: 1954- İbn-i Abbas'tan (ra) şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Nebî (sav) erkeklerden kadınlaşanlara, kadınlardan da erkekleşenlere lânet etti (ilendi) ve: “Bu makule kimseleri evinizden kovunuz.” buyurdu. İbn-i Abbas der ki; “Nebî (sav) falanı çıkardı, Ömer de filanı çıkardı.”
Hadisteki Mühannesîn kelimesi Mühannes'in cem'i sigasıdır; “Kadınlaşan erkekler” demektir. Erkeğin kadınlaşması; orta oyununda görüldüğü vechile erkeğin sesini kadın sesi gibi incelterek söylemesi, kadın gibi kırıla, döküle yürümesi ve kadın gibi naz ve işve izhar etmesidir. Şârih Ayni lügat âlimlerinden bu mânaları naklettikten sonra, zamanımızda mühannes, kendisine livata olunan kişidir, diyor. Kamus Tercümesinde de böylece tercüme olunmuştur.
Kadının erkekleşmesi de kadının sözünde, ef'âl ve harekâtında erkeklere benzemesidir. İslâm ictimaî âdabına göre, her iki insan nev'inin fazileti, fıtrat-ı asliyelerini muhâfaza etmekte bulunduğundan, hilâf-ı fıtrat ve tabiat hareket edenleri Resûl-i Ekrem tel'in etmiştir. Ve “Bu makule maskaralar evinize gelirse, onlara misafir hürmeti göstermeyerek kovup çıkarınız.” buyurmuştur. Tel'in, lânet olunan şahsın hayır ve saadetten uzaklığını dilemektir ki, Türkçe'de ilenmek tabir olunur.
Şu kadar ki, giyim hususunda her beldenin örf ve âdeti birbirinden farklı bulunduğundan, erkek ve kadın giyimlerinin teşebbühünde hüküm, münhasıran her beldenin örfüdür, âdetidir. Şârih Kirmâni'nin beyanı vechile, erkeğin kadına, kadının erkeğe -sözünde, harekatında- benzeyişi bazen fıtri olur. Bunlar da hadisteki levm ve ta'zirden müstesnâdırlar.
Resûlullah'ın hanesinden kovduğu maskaranın Enceşe adında Habeşi bir siyah köle olduğunu hadis şarihleri bildiriyor. Hiyt adında bir muhannes maskarası, Tâif'in fethi sırasında kovulmuştu. Hz. Ömer'in kovduğu maska-ranın adı bilinememiştir.
7.9.9. Sakal ve Bıyık Hususu
Buharî Hadis No: 1955- İbn-i Ömer'den (ra) Nebî'nin (sav): “Müşriklere (herhâl ve hareketinizde) muhalefet ediniz (ve benzemeyiniz) sakallarınızı bırakınız, bıyıklarınızı da iyice ve derince kesiniz.” buyurduğu rivâyet olunmuştur.
İbn-i Ömer'in kölesi ve bu hadisin râvisi Nafi der ki: İbn-i Ömer her ne zaman hacc veya umre ederse, başını tıraş ettirirken sakalını eliyle tutardı, bundan arta kalanını kestirirdi. Buharî'nin bu bâbındaki rivâyete göre, İbn-i Ömer, bıyıklarını kestirmekte de mübalağa ederek, derince kestirirdi. Hatta derisinin beyazı görünürdü. Yine Buharî'nin bu bahisteki rivâyetine göre, bıyıkları derince kırkmak, kadim beş sünnetten, yani geçmiş Peygamberlerin âdetlerinden birisidir ki, hadis metninde “Fıtrat” tabiriyle ifade olunmuştur. Diğer dördü de hitan, ud yerini, koltuk altını temizlemek, tırnaklarını kesmektir. Müslim'in Hz. Âişe'den rivâyetinde bu fıtrat-ı kadîmenin on olduğu rivâyet olunup, sayıda şu beş fıtrat ve sünnet ziyâde kılınmıştır: Misvak (diş temizliği), parmak mafsallarının temizliği, sakal bırakılması, istinşah (burun temizliği). Ravi Mus'ab birisini unuttuğunu bildirmiştir. Ebû Davud'un Ammâr ibn-i Yâsir'den rivâyetinde öbürü de Mazmaza (ağızda suyun çalkalanması) sûretiyle on sünnet-i kadîme tamamlanmıştır.
7.9.9.1. Sakalın Boyanma Hususu
Buharî Hadis No: 1956- Ebû Hüreyre'den (ra), Nebî'nin (sav): “Ashâbım, Yahûdiler, Hıristiyanlar sakallarını boyamazlar, siz onlara muhalefet ediniz. (Kına ile boyayınız.)” buyurduğu rivâyet olunmuştur.
İbtida-i İslâm'da Resûl-i Ekrem, hakkında hilâfına vahiy nâzil olmayan hususlarda Yahûdilerin ve Hıristiyanların gönüllerini tatyib için bu ehl-i Kitab'a muvafakat edip, yalnız putperest müşriklere muhalefet ederlerdi. Cenâb-ı Hakk İslâm Dinini sâir dinler üzerine âli kılıp, böyle bir saygıya lüzum kalmayınca, ehl-i Kitab'ın âdetlerine de muhalefet etmişlerdir. Şu kadar ki, “Ehl-i Kitab'a muhalefet ediniz.” emri, müşriklere muhalefet gibi vücûbi bir emir değildir. İbahaya mahmuldür, boyamak mübahtır, demektir. Bu cihetle Resûl-i Ekrem'in kendi sakalını boyadığı -en sahih rivâyete göre- vâki değildir. Maamafih Resûl-i Ekrem'in boyamaya ihtiyacı da yoktu. Çünkü sakalının beyaz telleri yirmiye bâliğ olmamıştı. Ebû Bekir'in, Ömer'in boyadığı rivâyet olunuyor.
Kadınların saçlarını siyah boya ile boyamalarında kerahet yoktur. Siyahla saç, sakal boyamak kerahet-i tahrimesi erkeklere mahsustur.
7.9.10. Saç Hususu
Buharî Hadis No: 1957- Enes ibn-i Mâlik'in (ra) (Resûlullah'ı vasfederken) Şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Nebî'nin (sav) (mübarek) saçı ne kısa, ne kıvırcık, ne de iki kulağı arasına ve boynuna sarkık, uzun olmayıp ikisinin arası mutedil idi. Yine Enes'in (ra) -1958 no'lu hadis- şöyle vasfettiği rivâyet olunmuştur: Nebî'nin (sav) iki eli, iki ayağı kalındı. Ben ne ondan önce, ne de sonra (güzellikte bir benzerini) görmedim. Resûlullah'ın iki avucu (hilkaten ve sûreten) açıktı.
7.9.10.1. Çocuk Başının Tıraşı
Buharî Hadis No: 1959- Abdullah ibn-i Ömer'den (ra), Resûlullah'ın (sav) çocuk başının bir kısım saçını tıraş edip bir kısmının bırakılmasını nehyettiğini işittim, dediği rivâyet olunmuştur.
Hadis metnindeki kaza lâfzı -ki biz bunu çocuk başının, bir kısmını tıraş edip, bir kısmının saçını bırakması diye tercüme ettik- izâha muhtaçtır. Kazâ fi'l-asl cemi sigasıdır, gökyüzünde, şuraya buraya dağınık bir hâlde bulunan bulut parçalarına denilmiştir. Bu aslâ göre çocuğun başının bazı yerlerini tıraş edip, bazı yerlerinin saçını bulut parçaları gibi dağınık bırakmağa denilmiştir ki, dilimizde perçem bırakmak tabir olunur.
İcmâlen bildirdiğimiz bu mânayı Müellif Buharî, bu hadisin râvilerinden Ubeydullah diliyle hulâsa olarak şöyle rivâyet ediyor: Ömer Ubeydullah'a şöyle izah ediyor: Ey Ubeydullah! Erkek çocuğun nâsiyesi ve alnı ile alnının iki tarafındaki sudgunda (yani gözle kulak arasında) saç bırakmakta bir mahzur yoktur. Çünkü kaza yalnız nâsiyede perçem bırakıp başın her tarafını tıraş etmektir.
Kaza'ın ve perçem bırakılmasının niçin yasak edildiğine gelince; o devirde perçem bırakmak Yahûdiler, müşrikler, fâsıklar arasında şayi, âdet olması ve genç çocuklar için vesile-i töhmet bulunmasıdır. Bu cihetle Nevevî Müslim Şerhi'nde bunun kerahet olduğunda icmâ'ı vardır, demiştir. Gazali de temizlik kasdıyla başın ya tamamen tıraş edilmesinde yahut da tamamen saçın bırakılmasında mahzur olmadığını İhyâ'u'l-Ulûm'da bildirmiştir. İbn-i Abdul Berr de, tamamen tıraşın mübah olduğunda icma bulunduğunu iddia etmiştir.
Âişe'den (rha) Buharî 1960 numaralı hadiste bildirdiğine göre, “Ben Resûlullah'ın, hoşlandığı en güzel koku ile kokulanırdım. Hatta kokunun O'nun başında ve sakalında parlayıp şakıdığını görünceye kadar devam ederdim.” buyurması, koku sürülmesinde mahzur olmadığının açık delilidir, sünnettir. Şu kadar var ki, erkekler için koku tuvaletinin yalnız buna münhasır olduğunu da ifade etmiş bulunuyor. Bu cihetle erkeklerin yüzlerini kokulayıp süslemeleri meşru değildir. Kadınlara gelince, onlar için hilkat-ı asliyelerini tagyîr etmemek şartıyla, her türlü tezyin ve tecmil meşrudur, mübahtır.
7.9.11. İpek Elbisenin İstimali ve Kimlere Haram ve Helâl Olduğu
Ukbe bin Amir-i Cûheni'den (ra) (Kur'ân'ı ilk mushaf içinde cem edendir) şöyle demiştir: Nebî-i Ekrem'e (sav) bir ipek ferrûc (Ferâce) ihda edilmişti. Onu giyip içinde namaz kıldı. Namazdan çıktıktan sonra (giymiş olması) bed'ine gitmiş gibi (Beden-i şerifinden) şiddetle çıkar(ıp at)tı ve “Bu(nu kullanmak) mûttakîne yaraşmaz.” buyurdu.
Not: Bu ipek kaftanı çıkarırken de “Bunu giymekten beni Cibril aleyhisselâm nehyetti.” buyurmuşlar. لِلْمُتَّقِينَ Li'l-muttekîn, cem'i müzekker-i salim olduğu için, ipeğin yalnız erkeklere haram olup, kadınların müstesna olduklarını bu lâfz ile ihbarda işaret vardır. Maahaza ümmete haram olduğuna kâil olmuşlardır. Cem'i müzekker-i salimi tağlib tarikiyle nisaya teşmil etmek isteyenler, haririn erkek ve kadın “Hariri her kim dünyada giyerse âhirette giymekten mahrum olur.” hadisi vechile zükûr ve nisâ içinde haramdır, demişlerdir. Fakat altınla ipek Zeyd bin Erkam'dan (ra) mervi “Ümmetimin ünsasına helâl, zükuruna haramdır.” hadisine ve Ali bin Ebi Talib (kere-mallahü veche) ile Ebû Musa El-Eş'âri, Abdullah bin Amr ibn-i As, Ukbe bin Amir'in (ra) bu meâldeki Aleyhissalât Efendimizden işitip müttefikan rivâyet ettikleri âsâra muttali olmamış gibi görünüyorlar.
Eimme-i Mâlikiyeden Ebû Bekr bin el-Arabî libas-ı harir kullanma hakkındaki ihtilâf-ı ulemâyı on kavle kadar çıkarıyor.
1. Her hâlde haramdır.
2. Harbden başka her vakit haramdır.
3. Seferden başka her vakit haramdır.
4. Marazdan başka her vakit haramdır.
5. Gazâdan başka her yerde haramdır.
6. Alemden başka yerde istimali haramdır ki, alem sancağa ve kumaş üzerinde
nişan olsun diye yapılan damgaya ıtlâk olunur.
7. Erkeklere de, kadınlara da haramdır.
8. Üste giyilmesi haram, ayak altına yayılması helâldir. Bu, Ebû Hanife ile ulemâ-
yı Mâlikiyye'den İbnu'l-Mâceşun'un kavlidir.
9. Herhâlde mübahtır.
10. İbrişim gibi başka bir şeyle karışık da olsa haramdır.
7.9.12. Kırmızı Elbise ve Sâir Giyim Hakkında
Ebû Cuhayfe (Vehb bin Abdullah Sûvâi) (ra), şöyle demiştir: Bir (defa) gördüm ki, Resûlullah (sav) kızıl sahtiyandan bir kubbe içinde idi. İlânihaye hadis… -Başka renk karışmamış kan kırmızı bir hulle idi- Binâenaleyh bundan, safi kırmızı olan libas giyinmenin mekruh olmadığı hükmü istinbat olunuyor. Hanefiyyeden bazı kimselerin ise bunu mekruh gördükleri rivâyet ediliyor. Bunlar kara kalemli kırmızı hulle olduğunu beyanla hadisi tevil tarafına gitmişlerdir. Kırmızı libasın kerahetine delilleri de Abdullah b. Ömer'den (ra) Süneni Ebi Davud'da mervi şu meâldeki hadistir. “Üzerinde kırmızı iki sevb, yani bir hulledân olan biri, Resûlullah'a (sav) uğrayıp selâm verdi. Selâmını red buyurmadılar.” adem-i redd-i selâm, sebeb-i ahardan da olabilir. Delâleti sarih değildir.
7.10. HARAM VE HELÂL OLDUĞU ŞÜPHELİ ŞEYLERDEN İCTİNAB ETMEK VE BUNLARIN NELER OLDUĞU
7.10.1. Dünyada Mü'min Erkeklere Altın ve İpeğin İstimalinin Yasak Olduğu
Sûre-i Hacc Âyet: 23- Şüphe yok ki, Allah Teâlâ, iman edenleri ve salih salih amellerde bulunanları altlarından ırmaklar akan cennetlere girdirecektir. Orada altından bileziklerle ve incilerle süsleneceklerdir ve oradaki libâsları ipektir.
Not: Bu âyet-i kerime gereğince mü'min erkeklere altın ve ipek istimali dünyada değil âhirette olduğundan, dünyada bunları kullanmak ve giyinmek haramdır. Bu libaslar dünyada kadınlara mahsustur. Erkeklere haramdır. Çünkü erkeklerin dünyadaki vaziyetleri, mesaileri bu gibi ipek kumaşlar ile bezenmelerine mânidir ve bu bir muktezay-ı hikmettir. Fakat âhirette ise -mü'minler için ebedî istirahat ve saadet âlemi olduğundan- mü'min olan erkekler orada ipekten libâslar giyerler, dünyadaki emre imtisallerinin orada böyle mükâfatını görürler.
7.10.2. Altın Yüzüğün Erkeklere Haram Olduğu
Erkekler için altın yüzük istimali haramdır. Kadınlar için istisna delili vardır. Erkekler için de altın yüzük kullanılmasının mübah olduğuna hükmeden fukaha vardır. Bunların delili de Tahâvi'nin Meâni'l-Âsâr Şerhinde Muhammed ibn-i Mâlik'e muttasıl bir sened ile rivâyet ettiği Berâ ibn-i Azib'in diğer bir hadisidir ve şöyledir: Ravi Muhammed ibn-i Mâlik diyor ki: “Ben, Berâ hazretlerinin parmağında altın yüzük gördüm. O sırada kendi-sinden niçin bu yüzüğü kullandığı soruldu.” O da cevaben: “Bu yüzük Resû-lullah'ın (sav) bana bahşettiği bir armağandır. Bunu bana Resûlullah takmıştır ve ‘Allah'ın ve Resûlullah'ın sana ihsan ettiği bu yüzüğü kullan.’ buyurdu.” demiştir.
İşte bu haber altın yüzüğün kullanılmasının mübah olduğuna delâlet eder. Altın yüzüğün kullanılmamasına kâil olan fukahâ bu hadise karşı iki türlü cevap veriyor.
1. Mübih olan nass ile muhrim olan nass tearuz ettiğinde muhrimin tercih edilmesi bir asıldır.
2. Bu rivâyet olunan Berâ vakası, altın yüzük istimali tahrim edilmezden evvel cereyan etmiş bir hadisedir. Nişan yüzükleri bir hediye, teberrük gibidir. Bu hadisi nesh eden hadislere binâen altın yüzük bilâ kaydı şart yasak olunmuştur.
Gümüş yüzük istimali caizdir. Bütün ehl-i hadisin rivâyetine göre Resûl-i Ekrem Efendimiz gümüşten bir yüzük edinmişti. Üstünde Habeşistan taşından bir kaş vardı. Üstünde de üç satır olarak مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللهِ “Muhammed Resû-lullah” yazılı idi. Muhammed bir satır, Resûl bir satır, Allah bir satırdı. Bu ibârenin cümle-i şerifesinin yüzüklere yazılmaması ehl-i ilim tarafından ihtar edilmiştir.
“İhtiyar”da bilâ lüzum hatem kullanmanın terk-i evlâ ve efdal olduğu bildirilmiştir. Bir ihtiyaç üzerine olursa sünnettir, demişler. Tatarhâniyye'de mutlak sûrette caizdir ve biz Hanefiler bu kavil ile amel ederiz, denilmiştir.
Yalnız altın nişan yüzüğünün istimali bir vesile-i israf ve tefâhur olması düşünülmediğinden, bir vesile-i teberrüktür denilmektedir. Bu yüzüklerin kullanılmasında belki de musâb olacakları beyan edilmektedir; nikahtaki gayey-i şer'iyye düşünülürse. Hulâfa-yı Erbaanın da gümüş yüzükleri var idi. Üzerlerinde yazıları da var idi.
7.10.3. Harir (İpek) Elbisenin Haramiyeti Hakkında
İpekten mamul eşyanın istimali erkekler için haramdır, kadınlar için değil. Bu hususta pek çok hadis-i şerif variddir.
İslâm'da giyilen şeyin temiz olması, israf ve sefâheti, kibr-u gururu mûcib olmaması nizamına amirdir. Dinimiz giymek için yün, keten, pamuk elbise tavsiye eder.
1. Zaruri giyim. (Giyimlik ihtiyaç)
2. Müstehab giyim. (Tezeyyün için, üzerinde nimet-i İlâhiyyeyi izhar kasdıyla giyim) İş elbisesi ile mescide girilmesinden Resûlullah hoşlanmazdı.
3. Mübah giyim. (Cuma'larda, bayramlarda, halk toplantılarında güzel elbise giyilmesidir) (gurur vesilesi olmamak şartıyla) Resûlullah Hâne-i Saadetten harice çıkarken alelade zamanlarda bin dirhem kıymetinde ridâ giydikleri hâlde, cuma namazına çıkarken dört bin dirhem kıymetinde bir ridâ ile namaz kılardı. Hulâsa: Kibir ve gurur için giyimde kerahet vardır. İsrâf ise esasen haramdır.
İpeği az olan kumaşın şer'an giyilmesi caizdir. Mikyas, yani bu hususta ölçü: Şâfiilerce veznini, Hanefilerce erişi ibrişim, argacı keten, yün olursa, o kumaştan yapılan elbiseyi giymekte beis yoktur. Dinimiz bize en iyi elbise olarak pamuk, keten, yün elbise tavsiye eder. Bu zarûri olan giyimdir ki, ne israf ve ne de nefs-u kibr-u gurur olacak. Ne de sakil, başkalarının nazar-ı tahkir ve istihfafına sebep olunsun. Mübah olan giyim ise cuma namazlarıyla bayram namazlarında -gurur ve kibir olmamak şartıyla- daha kıymetli elbise giymektir. Bu da verilen İlâhi nimetin şükrünün ifâsı ve izhari içindir. Çünkü: “Cenâb-ı Hakk, kullarına verdiği nimetlerinin eserini kullarının üzerinde görmekten hoşlanır.” buyrulmuştur.
Mübah olan giyimin bir de müstehab derecesi vardır. Bu da halk topluluklarında güzel elbise giyinmektir ve gurur vesilesi olmamak şartıyladır. Çünkü Nebî'miz (sav) hâne-i saadetten harice çıkarken bin dirhem değerinde bir ridâ ile çıkarlardı. Fakat namazı dört bin dirhem kıymetinde bir ridâ ile kılarlardı. Kibir için giyinmekte kerahet vardır. Nitekim Nebî'miz “Kibretmeyerek ye, iç, giy.” buyurmuşlardır.
7.10.4. Haram-Helâl Olduğu Şüpheli Şeylerden İctinab Etmek
Buharî Hadis No: 959- Numan ibn-i Beşir'den (ra) Nebî'nin (sav) şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir:
“Helâl olan şeyler bellidir; haram olanlar da bellidir. Fakat helâl ile haram arasında birtakım şüpheli şeyler vardır (ki bunlar helâl mıdır, haram mıdır çok kimseler bilmezler). Kim ki kendisince günâh olması sezilen bir şeyi terk ederse o, hurmeti âşikâr olan şeyi çoktan bırakmış demektir. Kim ki, günâh olması şüpheli olan şeye cüret ederse, bu da hurmeti vazıh muharremâta dolmaya yaklaşmıştır. Günâhlar (haramlar) Allah'ın korusudur (yasak yeridir), hangi çoban ki, (davarlarını) koru etrafında otlatırsa, çok sürmeden koruya dalabilir.”
İbn-i Hacer Fethûl-Bari de bu hadise göre ahkâm üç kısma ayrılır diye şöyle izâh ediyor:
Birinci Kısım: Hakkında nass vârid olup, işlenmesi Şâri tarafından emr-u taleb olunur. Terkine de azab tereddüb eder. Bu kısım Helâl-i beyyindir; beyana muhtaç olmayarak herkesin bildiği bedihiyyat-i şer'iyyedir. Yemek yemek, su içmek, söz söylemek, gezmek gibi.
İkinci Kısım: Nassan terk-i taleb olunan ve işlenmesine vaid tereddüb eden şeydir. Bu kısım da Haram-ı beyyindir. Bu da beyana muhtaç olmayarak herkesin bildiği muharremât-ı şer'iyedir. Bu da ya zâti bir sıfat-ı zahireden dolayı memnû olur; müskirat ve mevadd-ı semmiyye isti'mâli gibi. Yahut bir sıfat-ı hafiyyeden dolayı memnû olur; zina gibi. Yahut da tahsilindeki, iktisa-bındaki fenalıktan dolayı menedilmiş olur; fâiz, gasb, sirkat gibi.
Üçüncü Kısım: Hill-u hurmeti vazıh olmayan ve herkesçe bilinemeyen şeylerdir.
Bu hill-u hurmeti şüpheli olan umûr neden ibarettir. Bu bâbda ulemâ muhtelif mütâlaalar dermeyan etmişlerdir.
Birincisi: Bunlar, hill-u hurmetinde ulemânın ihtilâf ettiği şeyler olmasıdır: Beygir etinin yenilmesi helâl veya haram olması hakkındaki ihtilâf gibi. “Allah, atları, katırları, merkepleri, münhasıran sizin binmeniz ve ziynetlenmeniz için yarattı. Daha sizin bilmediğiniz ne çeşit merâkib yaratacaktır.” (Nahl Sûresi Âyet: 8) kavl-i şerifinde İmâm Ebû Hanife ile İmâm Mâlik, atların gaye-i hilkati münhasıran rûküb ve ziynetten ibaret olduğunu kâbul ederek, at etinin hürme-tine kâil olmuşlardır ki, bu kavil İbn-i Abbas'tan menkuldur. İmâm Şâfii, İmâm Ahmed, İshak; at etinin helâl ve mübah olduğunu kabul etmişlerdir.
İkincisi: Helâl ile haram arasındaki umûr-ı müştebihenin mekruh şeyler olması mütâlâasıdır ki, Mâverdi'nin kavlidir. Mekruh, helâl ile haram arasında bir merhale olmak itibarıyla terki, vera-u takva muktezâsıdır.
Üçüncüsü: Hattâbi'nin kavlidir ki, haram, helâl karışık bir mal sahibi ile muamele yapılmasıdır. Bir de çarşıda yiyecek meyve vesâire alacak olan bir kimseye mal sahibinin “Tadına bakınız.” diye izin vermesi üzerine bir tane meyve yenilerek bir şey almadan gidildiğinde bu bir meyve, haram ile helâl arasında şüpheli addedilmiştir. Bu bir meyve kat'a haram değildir. Çünkü sahibi izin vermiştir. Kat'i helâl değildir; çünkü sahibinin izni, bir alışveriş yapılmasına mutealliktir.
Hayâtu'l-Hayevân'da bu mevzû ile alakadar olmak üzere İmâm-ı A'zam Efendimizin de bir menkıbesi hikâye olunur. Bir kere Irak'ta Bâdiye sürüle-rinin koyunlarıyla Kûfe'nin koyunları birbirine karışmış, koyun sahiplerinin hukuku ayırt edilemeyecek bir şekle girmişti. İmam Ebû Hanife bu koyunların etlerini takvaya münâfi addederek yemedi. Koyun sınıfının vasati kaç sene yaşadığını sormuş, yedi sana yaşadığının bildirmesi üzerine tam yedi sene ağzına koyun eti koymamıştır.
Emvâl-i Müsliminden bir kıymeti hâiz olmayan bir hurma, bir zeytin, bir lokma ekmek gibi şeylere tesadüf edildiğinde, yerden alıp yenilmesi helâl olduğunda ve bu ufak nimete hürmet ifade ettiğinde ulemânın icmaı vardır. (Umdetu'l-Kârî)
Bir de vesvese meselesi vardır: Kesilen bir hayvanın “Besmele ile kesilip kesilmediği meçhulümüzdür.” diyerek, şüphelenip et yememek. Hâlbuki bedevi olsun, medeni olsun bir Müslümanın zebihasında iştibâh etmek muvafık olmadığından, Resûl-i Ekrem Efendimiz böyle kimselere cevaben: Şüphelerini reddetmek için “Ne lâzım? Siz bu eti yerken Besmele çekiniz, sonra yiyiniz.” buyurmuştur.
Yine böyle bazı kimseler muhtaç olduğu bir şeyi almak için çarşıyı, pazarı dolaşır da: “Acaba bu çarşı halkının malı helâl midir, yoksa haram mıdır?” diye alamadan döner. Hâlbuki ortada hurmete delâlet eden bir şey yoktur.
Bazı kimseler de av eti yemekten imtina ederler de sebep olarak derler ki: “Bu avlanan hayvan birisinin malı olması, kapalı veya bağlı bulunduğu yerden boşanarak, ipini kopararak kaçarken avlanmış bulunması muhtemeldir.” Bu düşünce, vesveseden başka bir şey değildir.
Bazıları da ehl-i ilmin ittifak ettiği bir habere istinad ederek ve ibâhası hakkında tevili mümteni delil-i kavi bulunduğu hâlde mübah olan bir şeyi yemezler; bu da müvesvislerin vera-u takvası cümlesindendir.
Resûl-i Ekrem'e: “Yâ Resûlallah! Birisi namaz kılarken ‘Abdestim bozuldu.’ diye gönlünde bir vesvese duyuyor. Bu adam namazı kat' edip bozar mı?” diye soruldu. Resûl-i Ekrem:
“Hayır bir (yellenme) sesi işitmedikçe yahut bir koku duymadıkça namazı kat' edip bozmaz.” diye cevap verdi.
Fukahamız; “Yakin, şek ile zâil olmaz.” düstûr-ı fıkhisinde bu hadisten istifade etmişlerdir. Hiç şüphesiz ki vesvese şeytani, iman ve ibadet yolunun kutta-ı tarikidir. Hem muttakî bir mü'minin sûret-i haktan görünme yolunu keser: Hem de “Abdestim bozuldu.” diye bir musalliyi namazdan alıkor. Vesveseciler şu hadisi sık sık hatırlamalıdırlar.
Resûl-i Ekrem buyurmuştur ki: Kişi fiilen bir fenalığı irtikâb etmedikçe, lisanen fena bir söz söylemedikçe, nefsi hâtıralarını Cenâb-ı Hakk affeder. Vesvese mulga ve matruhtur, hükmü yoktur. (Umdetu'l-Kârî)
HAKK'A DÂVET
NASİHAT-I İSLÂMİYYE