
18.1. NAFAKAYA ÂİT BAZI UMÛMÎ BİLGİLER
Nafakalar, hükmen birer vecibedir. Nafaka verilmesinin sebepleri ise zevciyyet, karabet (yakini olması) ve mülkten (câriye veya kölesi olmaktan) ibarettir. Kadınların nafakaları kocalarına lâzım gelir. Kadınlar, gerek mu'sir (fakir), gerek mûsir (zengin) olsunlar. Zevceler ile çocuk bulunan evladın nafakaya istihkakları için nafakayı verecek kimselerin zengin olmaları şart değildir. Nafakayı temin etmesi şarttır. Aksi takdirde borçlanmak üzere bu nafaka istidane (borç alma/borçlanma) tarikiyle temin edilir. Diğer kimselerin nafakalarında ise nafakayı verecek kimsenin zengin olması şartıdır. Bu yesardan (zenginlikten) maksat, yesâr-ı fıtıradır. Yani sadaka almasını haram kılacak miktardır ki, ihtiyac-ı asliyeden başka en az iki yüz dirhem gümüş tutarı bir maldır. Velev ki nâmı (çoğalan ticaret malı) olmasın. Erkek evladın nafakaya istihkakı için fakir, hür, gayr-i bâliğ olması şarttır. Binâenaleyh fakir veya çalışmaya mâni arızaları bulunmaması, bâliğ ve başkasının kölesi olan evlad olmaması şarttır. Şu kadar var ki, tahsil-i ilimde bulunan fakir evlad bâliğ olsa dahi nafakası babasına vâcibdir. Babası onu tahsilden menedemez. Elverir ki rüşd sahibi olsun. Kız evlada gelince, bunların da fakir ve hür olmaları şarttır. Bunlarda büluğ ve çalışmaya istidad şart değildir. Binâenaleyh bâliğa olsalar da kesbe icbar edilemezler. Usûlün, yani ana babanın nafakaya istihkakı için fakir olmaları şarttır. Kesbe, yani çalışmaya, kazanmaya kadir olmaları şart değildir. Zevi'l-erhâm denilen yakın akrabaların nafakaya istihkakı için, kadın iseler fakir bulunmaları, erkek iseler hem fakir, hem de sagir (küçük) bulunmaları şarttır. Binâenaleyh zevi'l-erhamdan kesbe kadir olan bâliğ erkekler nafakaya müstahik olmazlar. Meğerki rüşd olup ulum-i nafia (faydalı ilim) yolunda meşgul olsunlar. Kezâlik zevatu'l-erhamdan olup bir mesleğe, bir sanata sahip olarak çalışmaya, kazanmaya kadir olan kadın da nafakaya müstahik olmaz. Zevcelerin, babalar ile anaların nafakaları takdir olunmasa da lâzım gelir. Fakat bunlardan başka kimselerin nafakaları birrıza veya bilkaza, yani mahkeme kararıyla takdir olunmadıkça lâzım gelmez. Mahkeme kararıyla takdir edilen nafaka, (zevcelerden başkalarının nafakaları hariç) tahsil edilmeksizin bir ay geçse sâkıt olur. Evlada veya babaya takdir olunan nafakalar gibi.
İhtilâf-ı din, zevce ile usûl ve füruun nafakalarına mâni değildir. Diğer akrabalara mânidir. Bu ihtilâf, yalnız Müslümanlarla gayr-i Müslimler arasında muteberdir. Diğer din ve erbâb-ı edyan arasında değildir.
İhtilâf-ı dâr ve inkıta-ı ismet, nafakaya mânidir. Binâenaleyh İslâm'ın hüküm sürdürdüğü yerde bulunan zimmîler ile ecnebi tabiiyetinde bulunan sâir gayr-i Müslimler arasında nafaka mükellefiyeti yoktur. Kezâlik Dâr-ı İslâm'a Müslim olarak gelen bir ecnebi için de Dâr-ı Harbde kalan zevcesinin nafaka-i iddetini vermek lâzım gelmez.
Havaic-i asliyye ve zaruriyye dediğimiz, yani mesken, lüzumlu ev eşyası, kışlık ve yazlık elbise, lüzumlu silâh ve kitap, bir aylık veya bir senelik erzak gibi maişet icablarından olan şeylerin bulunması, bir yesâr, bir zenginlik teşkil etmez. Bunlara mâlik olanlar da nafaka almaya müstahik olur. Bundan ziyade bulunur ise -velev ki nafaka cinsinden olmasın- nafakaya müstahik olamazlar. Bundan yalnız zevceler müstesnadır.
Hâkimin nafaka takdirinde zamanın icabına göre miktar azalır veya çoğalabilir. Hâkim, nafakaya esnafın, yani ekmek, un, su, tuz, odun, yağ, mum, sabun, tarak gibi maişet için lâzım gelen ve âdet icablarından bulunan şeylerden ve elbise ve meskenden takdir eylediği gibi, para olarak da takdir edebilir. Bu hususta hâkim muhayyerdir. Hâkim, nafakaları nafaka verecek kimseye kolaylığı mucib olacak vechile farz ve takdir eder. Mesela gündelik ile çalışanlardan günlük, haftalık ile çalışanlardan ise haftalık, tüccardan ise aylık, ziraatçıdan ise senelik olarak farz ve takdir eder. Hâkim, büyükler için her altı ayda bir, çocuklar için de her dört ayda bir kat elbise takdir eder. Nafaka alacak kimsenin nafaka hakkı, nafaka verecek kimsenin iflâs etmesiyle sâkıt olmaz. Malından verilir. Nafakalar bir atiyye ve sıla olduğu için, peşin olarak almış olduğu nafakanın bakiyesi, vefatı hâlinde malından alınamaz. Ancak bir kimse, infakına mecbur olduğu kimsenin vefatında techiz ve tekfinini ihzara mecbur olur.
18.2. ZEVCEYE (AİLEYE) ÂİT NAFAKA
Zevcenin nafakası yalnız zevcine (kocasına) âittir. Başkası bu nafakayı vermeye mecbur edilemez. Velev ki zevc, fakir ve gâib olsun. Zevce de gerek fakir, gerek zengin olsun, gerek henüz evlenmemiş veya evlenmiş bulunsun. Gerek Müslime, gerek gayr-i Müslime bulunsun. Çünkü nafaka, zevcin hanesinde ve itaati dâiresinde zevcenin nefsini hapsetmesine mukabildir. Dâr-ı İslâm'da bulunan bir gayr-i Müslim kadınla evlenen gayr-i Müslim koca muvakkaten İslâm beldesinde kalsa dahi zevcesinin nafakası hâkim tarafından takdir edilir. Şu kadar var ki müracaat esastır. Kadınlara takdir edilen nafaka, zevci ile beraber kalmadığı takdirdedir. Beraber kalır ise yalnız giyim nafakası takdir olunur. Meğerki zevce taam hususunda ona zulmede, o hâlde maruf vechile nafaka takdir olunur. Kadın giyimi gibi yatak, hanenin döşemesiyle sâir levazım ve edevâtı da nafakadan sayılır. Tezyinata müteallik bulunan şeyler ve tabib ücreti nafakaya dahil değildir. Zevc muhayyerdir (serbesttir). Her altı ayda bir yazlık ve kışlık elbise hakkı tanınır. Velev ki kendi malından almış olduğu giyim mevcut olsun.
Süknaya, yani meskene gelince: Şerefli ve zengin bir zevce için müstakil bir hâne tahsisi lâzım gelir. Orta halli için müstakil ve kilitli bir oda, fakir zevce için de müşterek kilitli bir oda, mesken-i şer'i olabilir. Şu kadar var ki zevcenin meskeni, canı ve malı hakkında emin, içinde kocasıyla kendisinden istifadeye kadir olunabilecek bir hâlde bulunmalıdır. Zevcenin meskeninde, rızası olmadıkça zevcin akrabası ikâmet edemez. Fakat câriyesini ve diğer zevcesinden olan küçük çocuğunu menedemez. Zevce de, kendisinin akrabasından olan ehlini zevcinden izinsiz ikâmet ettiremez. Evvelki kocasından olan küçük evladını da müsaadesiz bulunduramaz. Hâne, gerek zevcin mülkü olsun ve gerek kendi tarafından icar sûretiyle tutulmuş olsun. Zevce, kendi hanesini zevcine icare vererek oturabilir. Zevc icarı vermekten imtina edemez. Zevcenin gasb ettiği bir evde karı koca beraber oturuyorlar ise mal sahibi icar bedelini dilerse zevcden, dilerse zevceden alır. Bunun dışında kadından mesken ücreti talep edilemez.
Dört mezhepten hiçbirine göre kadınlar, kocalarının nafakalarını vermekle hiçbir hâlde mükellef olamazlar. Aralarında, çok az bir görüşle olmak üzere erkeğin kadınına taam, giyim ve mesken tedariki zarûridir. Hanbeli mezhebine göre ancak senede bir defa kisve (elbise) verilir. Diğer hususlarda müşterektirler. Yalnız Zahiriyye mezhebine göre zengin olan bir kadın, kendi nefsinin nafakasını teminden âciz bulunan kocasının nafakasını vermekle mükelleftir. Şu kadar var ki, köle olan veya nafaka vermeye muktedir evladı veya babası bulunan fakir bir şahsın nafakası, zevcesine teveccüh etmez. Çünkü nafaka, birbirine vâris olacak kimseler arasında câridir. Zevce de vâristir. Fakat fakir zevcine bakacak zengin vârisi vardır. Bu hâlde nafaka kendine tereddüb edemez.
18.3. ZEVCİYET NAFAKASINA EHİL OLMANIN ŞARTLARI
Bir kadının kocasından nafaka almaya müstahik olabilmesi, aşağıdaki yazılı şartların vücuduna bağlıdır.
1. Karı koca arasındaki nikâh sahih olmalıdır. Binâenaleyh fâsit ve bâtıl nikâhlardan dolayı nafaka lâzım gelmez.
2. Zevce, haddi zatında cinsi münasebete mütehammil olmalıdır.
3. Zevce, nefsini kocasına teslim etmiş olmalıdır. Haksız yere hanesine gelmeyen veya haksız yere hanesinden kaçıp giden kadın, nafakaya müstahik olamaz.
4. Zevce, mülakat ve cinsi münasebete mâni olacak bir sûretle hapsedilmemiş olmalıdır. Velev ki zulmen de hapis edilse nafakaya ehil olamaz. Meğerki kocasında alacağı ola.
5. Zevce, zifaftan evvel, yani evlenmeden evvel cinsi münasebete mâni olacak vechile kendi ailesi arasında hasta bulunmamış olmalıdır.
6. Zevce, başkası tarafından gasb edilmemiş olmalıdır.
7. Zevce, hacc farizasını ifa için sefere çıkmamış olmalıdır. Kocası ile beraber çıkar ise yalnız hazer, yani ikâmet nafakasına müstahik olur. Nafile haccda da böyledir. İkâmetin dışında ki nafakaya, yani vesâit-i nakliye ücretini veya başka şeyleri kendisi temin eder.
8. Zevce, câriye ise tebviye bulunmuş olmalıdır. Yani husûsi bir meskende kocasına teslim edilmeyen câriyenin nafakasından zevci mesul değildir.
9. Zevce, hürmet-i müsahareyi mucib bir harekette bulunmamış olmalıdır. Mesela: Bir kadın, zevcinin oğluna veya babasına nefsini teslim edecek olsa, ayrılık vâki olacağından nafakaya istihkakı kalmaz. Bu hâl, talâk-ı bain zamanı vuku bulur ise nafaka hakkı sâkıt olmaz. Talâk-ı ric'iyyede olur ise nafaka hakkı fesholur.
10. Zevce, irtidad, yani dinden ayrılmış olmamalıdır. Dine dönüp istiğfar etse de nafakası avdet etmez. Bu kayıt, iddeti içinde rücû eden kadınlara mahsustur. Sonra İslâm olup tecdid-i iman ve tecdid-i nikâh eder ve nefsini de teslim ederse, yeniden nafaka hakkına haiz olur.
11. Zevce, vefat iddeti ile iddet bekleyen olmamalıdır. Kocası ölen bir kadın, iddeti içinde kocasının malına ancak vâris olur. Nafaka alamaz.
Mâlikilere göre bu beyan edilen şartların dışında kadının nafakaya ehil olabilmesi için zevce veya zevcenin veliyy-i mücbiri, zifaf icrasına talib bulunmuş olmalıdır. Yalnız bu şart duhulden evvel aranır. Bazı fukahalarına göre duhulden sonra da şarttır. Bu şartlara bâliğ bulunması da şart koşulmuştur.
Şâfiilere göre müstakil bir şart vardır ki, kadın bu hâlde nafaka hakkını kaybeder. Zevce, talâk-ı bainden dolayı, iddet beklemiş bulunmamalıdır.
Hanbelilere göre müstakil olan şartlardan biri, zevce yaşlı olup, kendisine cinsi mukarenette bulunmak mümkün olmamalıdır. Fakat Sevrî'ye göre bu bir maraz olup nafakanın vücuduna mâni olmaz. Mukarenete ehil olmayan küçük yaştaki çocuklar da böyledir. İkinci bir müstakil şart da zevce, şüphe ile vuku bulan bir münasebetten dolayı, iddet bekleyen bir kadın bulunmamalıdır. Kocasının izni olmaksızın da olsa, mahremiyle hacca giden zevcesinin nafakası sâkıt olmaz.
18.4. ZEVCİYET NAFAKASININ RIZA İLE VEYA HÂKİM KARARI İLE TAKDİRİ
Zevciyyet nafakası; zevc ile zevce arasında karşılıklı rıza ile olabileceği gibi, bilkaza, yani hâkime müracaatla da tayin ve takdir olunabilir. Bu hâlde erkeğe bir borç olmuş olur. Çünkü nafaka bu iki şarttan birisiyle tahakkuk eder.
Bir kadın, gâib bulunan kocası üzerine maruftan ziyade nafaka takdir ettiremez. Ettirmiş olur ise, kocası gelince fazlasını almaya hak sahibi olur.
Nafaka, ta'cil ile, yani peşin verilmekle muaccel olur, artık istirdad edilemez. Yani bu nafaka bitmeden ölüm veya bir talâk vâki olsa geriye kalan, sarf edilmeyen nafakayı almaya yetkisi olamaz.
Nafaka takdirinin sıhhatinde zevcenin talebi şart olduğu gibi, getirilmesi mümkün olduğu takdirde zevcin huzuru da şarttır.
Nafaka takdirinde zevc ile zevcenin hâlleri nazara alınır ve hâkim nafakayı ödeyecek kimsenin hâline münasib müddetlerle takdir eder. Senelik olduğu takdirde peşin verilmesini emreder. Bu müddetlerin takdiri her ne kadar hâkime âit ise de zevc, bu yazılı müddetleri kabul etmeyebilir. Mesela: Bir yıllık takdir edilen nafakayı haftadan haftaya vermeyi kabul ederse, hilâfına icbar edilemez. Hâkim, nafakayı gıda maddeleri üzerinden veya nakten takdir arasında muhayyerdir. Zevc ile zevcenin de kendi aralarında nafakayı böyle iki sûretten biri ile birrıza takdirleri sahihtir. Hâkimin nafakayı takdiri, bir hükümdür. Bu hüküm bir müddetin mûruriyle, geçmesiyle nihâyet bulmaz. Fakat karı kocanın beraber yiyip içmeleri gibi ittifak edilmiş hâllerde sâkıt olur.
Nafaka, nakit olarak takdir edilir ise, kocanın ihaneti zahir olmadıkça zevceye lâzım gelen ihtiyaçları çarşıdan alıp getirmek ve bedellerini mukadder nafakadan ödemek zevc üzerine lâzım gelir ve bu nafakadan geriye kalan zevceye âit olur. İhanet olursa, ya kendisi veya bir emine ihtiyaçlarını temin ettirebilir.
Zevce, takdir edilen bu nafakayı iktisaden artırabilir veya bu nafakadan sadaka, hibe gibi muavenetlerde (yardımlarda) bulunabilir. Şu kadar var ki, ailesinin sıhhati ve hayatı için hâkime müracaatla nafakanın israf edilmemesi ve nefsinin zarara düşmemesi için kadına, takdir edilen nafakanın sarfına emir ettirilebilir.
Mâlikilere göre de nafakanın takdirinde yalnız zevcin değil, belki zevc ile zevcenin hâlleri nazara alınır, ona göre nafaka takdir olunur.
Şâfiilere göre nafakanın lüzumu, zevcin zimmetinde borç olması, iki tarafın rızasına veya hâkimin takdirine bağlı değildir. Binâenaleyh mürur eden günlerin nafakaları da zevcenin müracaatı üzerine hüküm altına alınır.
Hanbelilere göre de zevciyyet nafakasının, rıza ve kazaya muhtaç olmaksızın edâ edilmesi vâcibdir. Gerek Şâfii ve gerek Hanbeli fukahasınca zevcenin nafakası her gün güneşin doğması ile veya fecrinde verilmesi vâcibdir. Fakat ittifakla bunu tehir edebilirler. Kocasının evvelce ölmüş olduğu tespit edilirse, gâib olan kocasından aldığı nafaka hakkının fazlası mirasına mahsub edilir. İmâm Şâfii ile Ebûl-Âliye'nin, Muhammed ibn-i Sirin ile İbn-i Münzir'in kavilleri de böyledir.
18.5. ZEVCİYET NAFAKASINI VERMEKTEN ÂCİZ OLAN KOCA HAKKINDAKİ HÜKÜM
Zevc, fakir olsa da iktisaba (kazanmaya) muktedir oldukça, çalışıp kazanarak zevcesine infak etmesi lâzım gelir. Lâkin çalışıp kazanarak bakmaktan dahi âciz kalıp da zevcesi nafakasını isterse hâkim, zevcin zimmetinde borç olmak üzere hüküm gününden itibaren nafaka takdir eder. Kocası nâmına veresiye mal almak veya ödemek sûretiyle borç edinmesi için zevceye izin verir. Zevce, hâkimden izinsiz borç edinir ise alacaklı zevce değil, zevceye müracaat eder. İzinli olur ise alacaklı muhayyerdir. Musire, yani fakir olan bir zevce, yukarıdaki meseleler mucibince hâkim hükmü ile ebeveynine veya mahreminden birine, kime âit ise nafakası, o zevceye ikrazda bulunması lâzım gelir. Feragat hâlinde, zevcenin talebi üzerine hâkim tarafından cebirle hapis olunur. Bu hüküm, zevcenin zatü'z-zevc olmaması hâlindedir. Zevcin zevciyyet nafakasını vermekten âciz bulunması, nikâhın feshini icab ettirmez.
Mâlikilere göre zevciyyet nafakası, zevcin zimmetinde bulunan bir borçtur. Velev ki zevc fakir olsun, velev ki nafakasının miktarı rıza ile veya kaza ile takdir edilmiş bulunmasın. Fakat bir erkek, zevcesinin nafakasını vermezse, zevcesinin talebi ve aşağıdaki şartların tahakkuku hâlinde araları tefrik olunur. Evliliğe son verilir.
1. Zevc, zevcesinin hâl ve istikbale âit taam ve giyim temininden âciz olmalıdır. Geçmiş nafaka borcu için nikâh feshedilmez.
2. Zevcenin nikâh zamanında zevcinin böyle fakir olduğunu bilmemesi şarttır.
3. Zevc, nafakayı vermeden aczini iddia ettiği hâlde bunu ispat edememiş olmasıdır. İspat ederse, hâkim mühlet verir. Hapis ve hastalık hâlinde bu süre temdit edilir. Süre bitince nikâh fesholur.
4. Zevc, “Ben zenginim. Fakat bakmaktan imtina ediyorum.” derse, bir kavle göre hapsedilir, diğer bir kavle göre talâka hükmedilir. Hiç cevap vermez ise hâkim, fevren hemen boşar.
5. Zengin olduğunu iddia edenin malı var ise infaktan imtina etse dahi cebren malından nafakaya mecbur edilir.
Şâfiilere göre zevc, nafakanın en az miktarını vermekten âciz olunca bakılır: Eğer kadın bu hâle sabrederse, nikâhları feshedilmez. Takdir edilecek nafaka, kocasının zimmetinde borç olur. Bundan mesken ve hizmetçi ücreti müstesnadır. Fakat bu hâle zevc sabretmez de hâkime müracaat ederse, nikâhları fesholunur. Hâkim üç gün mühlet verir, dördüncü günün sabahında nikâhın feshine karar verir. Ama zevc, bu mühletten evvel nafakayı teslim ederse artık fesh câiz olmaz. Şâyet zevcenin bulunduğu yerde hâkim olmaz ise zevce, bu mühlet hakkını bizzat kendisi kullanır. Nafakanın verilmesi hâlinde yine nikâhın feshi câiz olmaz. Zevcenin, zevcinin fakir olduğunu evvelce bilmesi, nikâhın feshine mâni değildir. Zevcin nafaka verecek kudreti olduğu müddetçe fesh-i nikâha gidilmez.
Hanbelilere göre de zevc, taam, elbise, meskenden ibaret olan zevciyyet nafakasının en aşağı miktarını vermekten âciz kalınca zevce muhayyerdir. Dilerse zevciyyetin devamını ihtiyar eder, dilerse derhâl nikâhın feshini ihtiyar eder. Bu hâlde üç gün müddet tanıyabilir, dilerse tanımaz, isterse bir müddet sonra fesih cihetine gidebilir. İzdivacın devamını talep ettiği hâlde dilerse yine fesh-i nikâh yapabilir. Yakın bir zamanda şifa bulacağı bir hastalıktan dolayı da nikâhın feshine gidilemez. Zevcin fakir olduğunun evvelce bilinmiş olması da şart değildir. Hatta akid zamanında fakirliğine razı olduğu gibi nafaka hakkından da vazgeçtiğini, istemediğini şart kılsa, yine fesh-i nikâh hakkı vardır. Meğerki zevc, nafakadan âciz bulunsun. Nafakayı vermekten âciz bulunanın, başka birisinin zimmetindeki alacağı nafakaya kifâyet eder ise nikâhın feshine gidilemez. Kâdir değil ise feshedilir.
Zahiriyyeye göre bir kadın, nafakasının, elbisesinin, mehrinin verilmemesinden dolayı nikâhı feshedemez. Hak ettiği nafaka miktarını bulabilirse kocasının malından bizzat alabilir. Ata'ya, Zühri'ye, İbn-i Şübrûme'ye göre de zevcin nafakayı veremez bir hâlde olmasından dolayı zevcesi muhayyer olamaz. Nafaka bir borçtur. Bundan dolayı acz ile nikâh feshedilemez.
18.6. GÂİB ZEVCLER (KOCALAR) ÜZERİNE TAKDİR EDİLECEK NAFAKALAR
Bir kimse, zevcesini nafaka bırakmaksızın terk ile ihtifa veya sefer müddetince, yani en az on sekiz saat uzak veya daha yakın bir yere giderek “tagayyüb (ortadan kaybolan)” veya “mefkud (kayıp olan)” olursa hâkim, zevcenin zevciyyet hakkında ikame, yani açacağı davayı ispat edebilecek delilleri üzerine, hüküm gününden itibaren kadri maruf nafaka takdir eder, zevci nâmına da borçlanma izni verir. Borçlanma yolu ile nafakasını temin edemez ise meşru kazanç yoluna tevessül eder. Bu yolla kazanarak geçindiği parayı hâkimin emriyle kocasına borç olarak kaydedebilir. Buna da muktedir olmazsa her gün için tese'ülde (dilenmekte) bulunabilir. Bunu da borç olarak tespit ettirebilir. Şu kadar var ki, hâkim, gâib bir zevc üzerine nafaka takdir etmeden evvel nafaka talebinde bulunan zevceye “Zevcinin nafaka terk etmediğine ve el'ân kocasına isyan etmediğine ve iddeti geçmiş, talâk olmuş bulunmadığına dâir” yemin verdirir. Buna “yemin-i istizhâr” denilir.
Zevci gâib olan bir zevceye nafaka takdiri için zevce âit herhangi bir malın, paranın ne sûretle olursa olsun mevcut olması lâzım gelmez. Bunu zevce delillerle ispata da mecbur değildir. Hâkim ancak nafakaya hükmeder. Fesh-i talâka hükmedemez. Eğer zevc geldiğinde nikâhı ikrâr ederse takdir olunan nafakayı verir, ikrâr etmez ise yeniden ispata ihtiyaç vardır. Kadın, ispat edemezse maalyemin zevcin olur. Kadın, gâib olan zevcinin yanında bulunan malı varsa, hâkimin izni ile müstefid olur. Başka sûretle istifadeye izin verilemez. Ancak zevce âit bir malın emânette veya alacağı olduğu şahısların inkâr etmelerini kadın delillerle ispat eyler ise, zevceye hüküm gününden itibaren o maldan verilmek üzere nafaka takdir olunur. Vedialar mutlaka takdim olunur. Gâib olan zevc gelip de ailesini boşadığını ve iddeti bitmiş olduğunu iddia ve ispat ederse, ailesinin almış olduğu nafakayı zevcesine ve bu hâli bildiklerini ispat ettiği borçlusuna veya elinde emânette bulunan şahıstan tazmin ettirebilir. Ama ispat edemediği takdirde bunlar zevciyeti bilip de, talâkı bilmediklerine yemin ederlerse kabul olunup tazminattan beri olurlar. Gâib zevcin bir vakıf gelirinde istihkakı olduğunu mütevelli ikrâr etse, bundan zevceye nafaka verilir. Emanet sahibinin elindeki malın nafaka cinsinden olması şarttır.
Mâlikiyeye göre gâib zevc hakkında fazla olarak mühim üç şart vardır. Birincisi; nafakanın vücubi hususunda gâib, hazır hükmündedir. İkincisi; gâib zevcin malının, nafaka cinsinden olması şart değildir. Akar kabilinden olsa da nafaka için satılır. Bina, bağ, bahçe gibi. Üçüncüsü; gâib kocanın yeri belli olmaz ise, hâkim bir miktar mühlet verir, bu mühlet hitamına kadar gelmez ise hâkim, talâka hükmeder. Zevc, iddet içinde zengin olursa ailesine dönebilir. Gâib olduğu yer belli olur ise hâkim, infakı talep eder. Vermez ise talâka hükmeder. Hâkimin bulunmadığı yerde cemaat-i Müslimin bu vazifeyi ifa eder. Talâka hüküm için zevcenin evlenmiş olup olmaması şart değildir. Bir kadın, sefere çıkan kocasından peşin olarak nafakasını isteyebilir. Mutadı olmayan sefer dışında fazla günleri için ihtiyaten kefil isteyebilir.
Şâfiilerce, zevcin mahalli meçhul olsun olmasın, kadının talebi üzerine nafakaya hükmedilir, talâka hükmedilmez. Gâibin mevcut malı yok ise istidane, yani borç para alarak nafakasını temine izin verilir. Kendisinden de ayrıca bir kefil alınır. Bu kefâlet, borçlanmak kefâleti değildir, kefâlet-i ihzardan ibarettir.
Hanbelilere göre zifaftan evvel gâib olan bir zevcin zevcesi için nafaka takdir edilemez. Meğerki hâkim tarafından zevcenin nefsini teslime müstaid bir hâlde bulunduğu ilâm edilsin. Zifaftan sonra gâib olan zevcin zevcesine nafaka takdir olunur. Kefâlet de caizdir. “Ben şu kadının nafakasına fülanın zevcesi oldukça kefilim.” dese, nafaka-i mislini tazmine mecbur olur. Nafakanın temini hususunda mevcut malın nafaka cinsinden veya akardan olması müsavidir. Kadının hiçbir sûretle nafakasının temini mümkün değilse, kadın fesh-i nikâh yoluna baş vurabilir. Nikâhın feshinden sonra bir malı tespit edilse dahi fesh-i nikâha mâni olamaz. Bu fesih, zevcenin talebi ile veya hâkimin emriyle zevce tarafından yapılır. Bu, bir firkattır, bunda dönüş câri olmaz. İmâm Şâfii'nin ve İbn-i Münzir'in kavilleri de böyledir.
Nafakanın teazzüründen dolayı nikâhın feshine kail olan müctehidler, bu hususta Hz. Ömer ile Hz. Ali'nin (ra) ordu amirlerine göndermiş oldukları mektuplardan istidlal etmektedirler. Bu mektuplarda deniliyor ki “Askerlere emrediniz, ya zevcelerinin nafakalarını göndersinler veya onları boşasınlar.” Bu istidlale cevaben Hanefi fukahası diyorlar ki: وَإِنْ كاَنَ ذُو عُسْرَةٍ “Ve in kâne zû usratun” âyet-i kerimesi, nafaka vermekten âciz olan bir zevcin hâl-i yüsrine intizar edilmesini sarahaten nâtıktır. Bu sebeple Mezheb-i Hanefi, zevcin zevciyyet nafakasını vermekten âciz bulunması veya gâib olduğu hâlde nikâhın feshinin taraftarı değillerdir. Zevciyyet hukukuna riâyet edilmeyen bir cemiyette, kadınların bir müddet nafakasız kalmaları, ahlâki ve ictimai mahzurlar doğuracağından, Hanbeli mezhebi fukahasının ictihadı, asrın maslahatına daha uygun görülmüştür. Bunun içindir ki mülga Fetvahane-i Âli Heyet-i telifiyesi tarafından 23 Rebiu'l-âhir 1334 tarihinde Hanbeli mezhebine tevfikan “Zevc, gâib olarak nafakanın tahsili müteazzir olduğu takdirde zevcenin talebiyle kadı nikâhı fesheder.” diye bir madde tanzim edilerek iradesi istihsal edilmiştir. Yazılan mektupların esasen nafaka temininden ziyade, uzun müddet kocalarından ayrı kalan kadınların gönüllerini tatyib edecek şeylerin gönderilmesi istenmiştir. Çünkü Asakir-i İslâmiyenin zevcelerinin nafakaları beytü'l-mâlden temin edilmekteydi. Bunun için Hanefiyye âyet-i kerimeye istinaden fetva irad buyurmuşlardır.
18.7. ZEVCİN İFLASI VE NAFAKADAN DOLAYI HAPSİ
Borçlanarak iflâs eden bir kimsenin bu hâlinin devamı müddetince zevcesi gibi üzerine nafakası lâzım gelenlere, malından infak olunurlar.
Havaic-i asliyesinden olan bir malın satılması ile bu nafaka temin edilemez. Ancak bu asli ihtiyaçlar çok kıymetli olup da satıldığı zaman, yine ihtiyaçları görülecek ve baki kalan para ile nafaka temin edilecek ise satılır. Bir kimse, nafaka cinsinden başka emvali var iken nafakadan olan borcunu edadan imtina etse, zevcesinin talebiyle hacr (malını kullanmaktan menetme) olunabilir. Kendisi satmaz ise hâkim, satarak bu nafakaya âit borcunu öder. Zevc gâib olursa, nafaka için emvali satılmaz. Fakat hazır olup da zevcesine infaktan ve mukadder nafakasını vermekten imtina ederse, hapis ve nafaka için malları haciz olunabilir. Zevc, nafaka için hapis olduğu müddetçe de nafaka hakkı sâkıt olmaz. Hakikaten zengin olan bir zevc, nafakadan dolayı hapsedilmez Ancak fakir olanlar için hapis veya nafaka temini istenir. Zevcenin talebi üzerine hapsine gidilir.
Eimme-i Selâse'ye (Şâfii, Mâliki, Hanbeli Mezhepleri) göre de zevcesinin nafakasını muktedir olduğu hâlde vermekten imtina eden bir kimse, zevcesinin talebiyle hapsedilir ve bu hapis sebebiyle de zevcenin nafaka hakkı sâkıt olmaz.
18.8. NAFAKAYA ÂİT KEFÂLETLER
Kaza (mahkemece) veya rıza ile takdir edilmiş bir nafakaya kefâlet caizdir. Binâenaleyh bir kimse, kefil olduğu mefruz (boyun borcu olmuş) nafakayı tazmine mecburdur. Fakat zevc, tagayyüb edecek olmadıkça (ortadan kaybolmadıkça), gayr-i mefruz, gayr-i mukadder (takdir olmayan) nafakaya kefâlet câiz değildir. Bir kadın, hâkime müracaatla kocasının tagayyüb edeceğinden endişe ederek bilhaps gelecek ayların nafakası için kendisinden kefil alınmasını isterse bakılır: Eğer kocasının tagayyüb ve musaferet müddeti bir sene ise veya hacc yolculuğu gibi malûm ve muayyen ise kocası, bu müddete âit nafaka için kefil vermeye istihsanen mecbur olur. Gayr-i muayyen ise yalnız bir aylık nafaka için kefil vermeye mecbur olur. Takdir olunan nafakadan geri kalanını ödemeden başka beldeye gidecek kimse için de müracaatla kefil alınır. Kefâlet ebedî olmadıkça malûm olan zamanlar içinde kefâlet geçerlidir. Haftalık, aylık, yıllık gibi. “Nikâh baki oldukça kefilim.” demek bir ebedî kefâlet demektir. Talâk olmadıkça ve olduğu takdirde iddetin sonuna kadar kefâlet devam eder. Bir kimse, kendi malından başkasının menkûhesini (nikâhlı karısını) emri olmaksızın bir müddet bakacak olsa, bilâhare nafakayı ondan isteyemez. Fakat kocasının izniyle olursa talep edebilir. Vefatı hâlinde kocasının terekesinden isteyip alabilir. Bir erkek, tezevvüc, yani evlenmek kasdıyla bir kadına bakacak olsa, nafaka için sarf ettiği masrafı alabilir. İzdivaç vuku bulsa dahi.
Mâlikilere göre, sefere çıkacak bir kimseden zevcesi, nafakası için cebren kefil alabilir. Şâfiilerce de zevce, birikmiş nafaka için kefil alabilir, istikbali nafaka için kefil talep edebilirse de borcun edası işin kefil talep edemez.
Hanbelilere göre de hem müterakim ve hem istikbali nafaka işin kefâlet sahihtir. Velev ki nafaka takdir edilmiş olmasın.
18.9. NAFAKADAN AF VE SULH
Takdir olunan nafakanın maziye âit kısmı, kısmen veya tamamen ibra (af eyleme), hibe etme sûretiyle nafaka sâkıt olur. Bu nafaka, gerek kazaen ve gerek rızaen takdir edilmiş olsun. Müstakbele (ileriye âit) mukadder nafakanın yalnız ilki olan kısmı ibrayı kabildir, geri kalanı kabil-i ibra (af) değildir. Mesela: Aylar ile takdir olunan nafakanın bir yıllığı ibra edilmiş olsa, ancak bir aylık nafaka ibraya dahil olur. Çünkü aylar girmedikçe nafakası vâcib olmayacağından ibrası da muteber değildir. Her gün, her sene, her altı ay için takdir olunan nafaka hakkında da hüküm böyledir. Takdir olunmayan nafakadan ise ibra sahih değildir. “Ben senin zevcen oldukça sen nafakamdan berîsin.” demekle ibra olunmuş sayılmaz. Zevc ile zevce, nikâh esnasında bir nevi nafaka üzerine anlaşmış olsalar, bu akde riâyet de şart değildir.
Nafakadan sulh, caizdir. Bu sulh, takdir yolu ile veya muaveze yolu ile olmak üzere iki kısma ayrılır. Takdir yolu ile sulh: Mahkemece veya rıza ile nafaka takdir edilmeden evvel anlaşma yoludur. Bu takdirde takdir-i nafaka kabilinden sayılıp sulhun devam ve istikrarı lâzım gelmez, yani ileride takdir olunan nafaka azalıp çoğalabilir. Mesela: Sulhen takdir edilen meblağ, esasen kifâyet etmediğinden zevcenin talebi üzerine kifâyet edecek kadar miktar daha ilâve edilebilir. Bu farkın iblâğı delillerle ispat edilebileceği gibi, zevcin ikrârı veya yeminden imtina etmesiyle de sabit olur. Nafakadan sulh, nafakadan nükud (nakit para) veya nafaka cinsinden sâir bir şey üzerine olur. Zevc ancak nafakayı edadan âciz olduğu takdirde nafakadan bir indirme yapabilir. Aksi takdirde zevc, sulhen tayin edilen miktarı edaya muktedir olmadığını beyan iddiası kabul olunmaz. Sulh, nafaka cinsinden gayr-i bir şey üzerine akd olunursa bakılır: Eğer kazaen ve rızaen takdirinden evvel ise câiz olur, zira nafakayı takdir kabilinden olup azalma ve çoğalma da muteber olur. Giyinmeden sulh hakkında da bu mesele hükümleri câridir. Zevc ile zevce, rıza ile ayda şu kadar meblağ nafaka takdir ettikten sonra henüz aydan bir vakit geçmeden başka şey üzerine sulh olsalar bakılır: Eğer bedel-i sulh, muayyen veya gayr-i muayyen şu kadar ölçek un gibi nafaka cinsinden bir şey ise, bu sulh, nafaka takdiri kabilinden olur. Ama elbise ve emsali bir şey ise muaveze itibar olunur.
Muaveze tarikiyle vuku bulan sulhta bedelin muayyen ve malûm olması lâzımdır. Binâenaleyh nafaka-i mefruzeden, mesela orta derecede bir hâne veya orta halli bir inek üzerine yapılacak bir sulh, câiz olmaz. Ama henüz hâkim kararı olmadan veya rızaen takarrür etmeyen nafakadan anlaşmada bedelin bu vechile cehaleti, sulhu ihlâl etmez.
Takdirden evvel nafakadan bir ayn üzerine sulh yapılıp da sonra o ayn bilistihkak zabt edilse, zevce o aynın mislini veya kıymetini kocasından ister. Fakat takdirden sonra olduğu sûrette sulh, fesh olur. Mesela: Zevceyn, yani karı-koca, bir senelik mefruz nafakadan bir elbise üzerine sulh olup da elbise zevceye teslim olunduktan sonra bilistihkak zabt olunsa, sulh, münfesih olur ve zevce nafaka-i mefruzesini kocasından isteyebilir.
18.10. ZEVCİYET NAFAKASININ SÜKÛTUNU İCAB EDEN HÂLLER
1. Mahkeme kararı veya rıza ile takdir edilmeden nafaka alınmamış günlerin nafakası sâkıt olur. Ancak nafaka kaza ve rızanın vukuu ânından itibaren icab eder, istikbalidir. Hanefi fukahasından bazılarına göre zevce, nafakaya müstahik olduğu andan itibaren henüz bir ayı geçmeden evvel müracaatta bulunur ise, bu geçen günlerin nafakasına müstahik olur.
Hâkimin kazası veya iki tarafın rızası ile takdirden evvel geçen müddetin nafakası, borçlu olsa dahi sâkıt olmaz. Çünkü müracaat gününe itibar olunup nafaka takdiri gününe kadar aradaki günün nafakasının kocası tarafından ödenmesi zaruri olur. Velev ki bu günlerde nafakasını kadın, başkasından borç sûretiyle veya kendi malından harcamış olsun.
2. Toplanmış zevciyet nafakasının talâk ile sükûtunda ihtilâf vardır. Sahih olan, sâkıt olmamaktır.
3. Bir kadın, temvin yolu ile (kocasının sofrasında yemek sûretiyle) infaka razı olunca, nafakası hakkında evvel yapılmış olan farz ve takdir, sâkıt olur.
4. Zevcenin müterakim (toplanmış) nafakası, hâkimin emriyle borç alınmış olmayınca, nüşûz ile, yani isyanı ile sâkıt olur. Takdir olunan nafakalar ise nüşûzunu terk edince işlemeye başlar. Yeniden farz ve takdire hacet kalmaz. Çünkü nüşûz ile asıl farz ve takdir bâtıl olmaz.
5. Nafakaya istihkak için aranılan şartlardan herhangi birinin bulunmamasıyla, ya nafaka bidâyetten lâzım gelmez veya icab eden nafaka sâkıt olur. Bu şartlar evvelce bildirilmişti.
Mâlikilere göre aşağıdaki sebeplerden dolayı nafaka sâkıt olur.
1. Zevcin fakir olması nafakayı sâkıt kılar. Sonra zengin olsa dahi o günlerin nafakasını isteyemez. Bazen zengin bazen fakir düşse, fakir olduğu zamanlar sâkıt olur. Zengin olduğu zamanlar için nafaka sâkıt olmaz.
2. Bir kadın, kocası ile beraber yiyip içer ise başka nafakaya sahip olamaz. Binâenaleyh evvelce takdir edilmiş nafakalar da sâkıt olur. Taam ve kisve nafakasında fark yoktur.
3. Zevcenin nüşûzu ile, yani isyanı ile nafakası sâkıt olur. Binâenaleyh bir kadın, zevcini kendisine yaklaşmasından veya kendisiyle istifadeden menetse, bu men günlerine âit nafakası sâkıt olur. Şâfiiler ve Hanbeliler de bu kanaattedirler. Hatta kadın hamile olsa dahi.
4. Zevcenin zimmetindeki bir borçtan dolayı hapsedilmesiyle nafakası sâkıt olmaz.
Şâfiilerce müstakil bir şart vardır ki, kocasının men'ine rağmen nafile oruç tutan veya bir farz-ı müvessaı (başka bir zamanda da edası, ifası câiz bulunan bir farizayı) ifaya kalkan bir kadının nafakası sükût eder. Hanbelilerce de müstakil bir şart: Zevcin vefatı ile zevciyet nafakası sâkıt olur.
Şu kadar var ki bir evin yıkılmasından korkulur ise, o haneden çıkmak veya ehlini ziyarete gitmek veya zevc ile beraber veya zevcin işi için izniyle sefere çıkma nüşûz sayılmaz.
18.11. NÜŞÛZ (KOCASINA İSYAN) SAYILIP SAYILMAYAN HÂLLER
Bir kadının kocasına itaati icab eden hususlarda itaatten imtina etmesi, mesela meşru bir sebep olmaksızın kocasının izni yok iken hanesini terk edip anasının, babasının veya sâir bir kimsenin hanesine gitmesi bir nüşûzdur. Hâne, mülk veya kira ile kendisinin olup da başka bir ikâmetgâha naklini talep etmeden kocasını hanesine koymaması, haneden izinsiz çıkıp gitmek gibidir. Kadın, hanesini başka bir sûretle kullanmak isteyebilir. Kocanın buna muhalefeti, kadının nüşûzuna mâni olamaz ve zaten nüşûz da sayılmaz.
Bir kadın, kocasının tehiyye ettiği mesken-i şer'iye gitmekten kaçınır yahut kocasının men'ine (izin vermemesine) rağmen sanat icrasıyla meşgul olarak gece ve gündüz hanesinden çıkar giderse, nâşize olur.
Bir kadın, kendi hanesinde kocasına nefsini teslim etmekten imtina etse nâşize olur. Fakat kocasının hanesinde iken nüşûz sayılmaz.
Bir kadın, kendisinin mahremi olup kocasının göndermiş olduğu bir kimse ile kocasının hanesine gelmez ise nüşûz sayılır. Yabancılar ile gelmemesi nüşûz sayılmaz. Namaz kılmayan kocanın evinde ikâmet etmekten kaçınmak da nüşûzdur.
Bir kadın, mehirini istifa ettiği hâlde kocasıyla beraber gideceği mahalle azimetten kaçınırsa, nâşize olur. Aksi takdirde olmaz. Evli olmuş olsun veya olmasın. Kocasına mehirini kamilen hibe veya mehr-i muaccelini tamamen istifa ettiği veya mehiri tamamen müeccel olduğu veya şer'i meskende müheyya olduğu hâlde izdivactan çekinse, nâşize olur. Fakat rızası ile izdivaç ettiği hâlde mehr-i muaccelini vermedikçe nefsini teslim etmese, nüşûz etmiş sayılmaz. Nafakaya da müstahik olur. Hanesini de terk edebilir.
Dâr-ı Harbde veya mülhid, yani dinsiz, ahlâksız kimselerin sakin bulundukları mahallede ikâmet etmemesinden dolayı da isyan etmiş sayılmaz. Kocasının izni ile akrabalarının yanında oturan kadın nüşûze sayılmaz. Nafaka da alır. Kocasının talep etmemesi hâlinde ana ve babasının evinde ikâmet eden kadın yine nüşûze sayılamaz. Nafaka hakkı da ibtal olunamaz. Bu ikâmete izin verilip verilmemesi hakkında ihtilâf olur ise söz, zevcenindir.
Kocasının evinden çıkmadan izinsiz olarak başkasının çocuğunu ücretle emzirmekle nüşûz etmiş olmaz. Bu icareyi feshettirebilir. Hatta eski kocasından olan çocuğunu dahi emzirmekten menedebilir.
Bir kadın; retka' (üreme organında cimaya mâni olacak sûrette bitişiklik olan -kadın-), karna veya istimtâ' (faydalanma) mâni bir hastalığa mübtelâ veya yaşının büyüklüğünden dolayı cinsi münasebeti gayr-i kabil olsa da nafakaya müstahik olur. Bu hâller gerek kocasının hanesine nakilden evvel ve sonra olsun müsavidir. Nefsi, kocasına temkinden haksız yere menedilmeyen matuhe ve mecnune de bu hükümdedir. Erkeğin hapis veya hasta olması, nafakanın verilmesini mâni değildir.
Nafaka, esnafen (yiyilip içilecek şeylerden) takdir olununca zevce, lâzım gelen taamları pişirip izhar etmekten imtina ederse, cebr olunamaz. Eğer eşref kızlardan ise, kocası üzerine aşçı tutmak veya pişmiş taam izhar etmek lâzım gelir.
Kendi hizmetini kendi görür takımından ise zevc, aşçı tutmaya ve hazır yemek tedarikine mecbur olamaz. Meğerki zevce, malûl olup da bu işleri görmeye muktedir olamaya.
Yemek ve ekmek pişirmek, elbise yıkamak, oda süpürmek gibi ev işlerini tesviyeye, düzeltip tanzime, zevceler diyaneten mecburdurlar. Velev ki eşraftan olsunlar. Hatta bir erkek, bu işleri gördürmek için zevcesini icar eylese, icare sahih ve zevcesinin ücret alması câiz olmaz. Ücret istifası haramdır.
Aile reisi bir erkek için zevcesinin mehirini vermek, nafakasını tedarik etmek; bir kadın içinde bir şer'i mâni mevcut olmadıkça kocasının hanesinde bulunmak, kocasının meşru emirlerine itaat etmek birer hukuki vazifedir. Bu vazifeleri şer'ân ifaya, kanunen bir mecburiyet vardır. Fakat yukarda beyan edilen hükümlerde ise ahlaki bir fazilet cihetiyle diyaneten mecburiyet vardır. İhtiyara bırakılmış olan bu vazifelerin ifası, kadının nezd-i ilâhide şânını ve şerefinin artırılmasına vesiledir.
18.12. ZEVCELERİN HÂDİMLERİNE (HİZMETKÂRLARINA) ÂİT NAFAKALAR
Mû'sır (fakir bulunan) bir erkek üzerine zevcesinin hadimine âit nafaka lâzım gelmez. Fakat Mûsir (zengin olan) kimseye zevcesinin kölesi veya câriyesi bulunan hadimine nafakasını vermek lâzım gelir. Bu hadim, velev ki henüz çocuk olsa. Birden ziyâde olan hadimlerin yalnız birinin nafakasını verebilir. Zevcenin çocukları çok olup birden ziyâde hadime muhtaç olduğu takdirde, birden ziyade olanların nafakalarını vermekle mükellef olur. Fakat zevcesine hadim tedarik etmeye mecbur değildir. Hadim de zevc ve zevceye hizmete mecburdur. Hizmet etmez ise nafaka hakkını kaybeder. Hadimin yiyecek ve giyecekleri kendisine kifâyet edecek derecede olur. Bir zevce, küçük olsun, büyük olsun, yalnız ikâmet ettiği takdirde (Evin büyüklüğü veya mahallede salih kimselerin olmayışı sebebiyle) korku ve endişe duyacak olursa, erkek üzerine zevcesine bir munise (yardımcı bir kadın) tedariki lâzım gelir. Aksi takdirde gerekmez.
Mâlikilere göre zevc, zengin olduğu gibi zevce de zengin olup bizzat hizmet etmezse veya zevc, mevki sahibi olup zevcesinin bizzat hizmet etmesi münasib görülmezse, zevcesine bir veya daha ziyade hadim tedâriki icab eder. Aksi takdirde zevce, hâne işlerini bizzat görür. Kocası da müsait zamanlarda kendisine yardım eder. Dikiş gibi, nakış işleme gibi şeyler, hâne umûrundan sayılmadığından, bunları yapmak zevce üzerine lâzım gelmez.
Şâfiilere göre de zevce, hürre olup bizzat hizmet görür takımından olmayınca hadime ihtiyaç olur. Velev ki kocası fakir olsun. Aksi takdirde hizmetçiye müstahik olamaz. Meğerki hasta veya pek yaşlı bulunsun. Hâdimin zevceye bakması câiz olacak kimselerden tedariki şarttır. Câriye ve sabi gibi.
Hanbeli fukahasına göre de hasta olan veya kadr ve şeref sahibi bir aileye mensub olup da bizzat hizmette bulunur takımından olmayan bir zevce için ücretle veya satın alarak bir hadim tedariki, kocası üzerine lâzım gelmez.
Hadim; ya kadın, ya nikâhı haram olan veya çocuk veya memsuh, yani erkeklikten mahrum olmalıdır. Hadimin Kitap'lı olan gayr-i Müslimlerden olması da -sahih olan veche göre- caizdir. Çünkü ehl-i Kitab'ı istihdam mübahtır.
18.13. NAFAKAYA ÂİT ZEVC VE ZEVCENİN (KARI VE KOCANIN) İHTİLÂFLARI
Zevciyet iddiasında bulunan bir kadın, bu iddiasını inkâr edenlere karşı beyyine (delil ve şâhidler) ile ispat etse, şâhidleri ale'l-usûl tezkiye edilerek adaletleri tahakkuk ve hükme iktiran etmedikçe kendisi için nafaka takdir olunmaz. Bu hüküm tahakkuk edinceye kadar nafaka bağlanması için kadının talebini hâkim dilerse kabul eder. Borç alınan bu nafakayı kadın kocasından sonra talep edebilir. Kadın, iddiasını kaybettiği takdirde almış olduğu nafaka nâmına ne almış ise iadesi lâzım gelir.
Zevc ile zevce, mefruz nafakanın miktarında veya cinsinde ihtilâf ederse söz, maalyemin zevcin olur. Beyyine zevcenindir. Nafakanın kaza ve rıza ile takdir kılındığı tarihin başlangıcında ihtilâf olunursa söz, zevcin olup zevcenin beyyinesi tercih olunur. Zevcin elçisi, nafakayı zevceye teslim ettiğini, zevcenin de bunu almadığını iddia eylese söz, yemin ile zevcenin olur. Zevc nafakayı verdiğini, zevce de almadığını inkâr etse yine böyledir. Nafaka yerine mehire mahsuben verilen bir mal hakkında ise söz zevcin olur. Bir kimse, zevcesine gönderdiği elbiseliğin veya nakit paranın nafaka nâmına olduğunu iddia, zevce de hediye olduğunu ifade etse söz, maalyemin zevcin olur. Fakat zevce, delil getirirse kabul olunur. İkisi de delil getirirse zevcin beyyinesi tercih olunur. Bir kimse, yaptırdığı elbiseyi zevcesinin eskittikten sonra mehire mahsuben yaptırdığını, kadın da vâcib elbisesi olduğunu iddia etseler söz, maalyemin zevcenin olur. Zevc, fakir olduğunu, zevce de zengin olduğunu iddia etse söz, maalyemin zevcin olur. Her ikisi de delil ikâme etseler, zevcenin beyyinesi tercih olunur. Bu hususta zevcin fakirliği şahadet yolu ile sabit olabileceği gibi, ihbar tarikiyle de sabit olabilir. Fakat işitmekle şahadet ve ihbar kabul olunmaz.
Hanbeli fukahasına göre zevce, nefsini kocasına teslim ettiğini ve binâenaleyh nafakaya müstahik olduğunu kocasının inkârına karşı iddia etse söz, yemin ile kocasının olur. Teslimin müddetinde ihtilâf edildiği takdirde söz, yine yemin ile kocasınındır.
18.14. İDDET NAFAKASINA MÜTEALLİK MESELELER
Nikâh-ı sahih ile menkuhe (nikâhlanmış) iken ric'iyyen veya bainen boşanmış veya cüb ve innet (erkeğin cinsî temasta bulunmasını engelleyen acizlik hastalığı) yahut adem-i kefâet, yani denk olmamak gibi bir sebeple kocasından ayrılan bir kadının iddet müddetince kadr-i maruf nafakası, yani taam ve mesken ile iddetin imtidâdı (uzaması) hâlinde kisvesi (elbisesi) eski kocası üzerine lâzım gelir. Kadının gebe olup olmaması müsavidir. Cüb, innet ve adem-i kefâet sûretlerinde zevcenin veya velisinin talebiyle firkat (ayrılık) vuku bulmuş olması taleple olacağına göre haksız yere olmadığından nafakanın iptal ve ıskatını icab etmez. Ancak nikâh-ı fâsidden dolayı takarrübden (yaklaşma, cinsi münasebetten) sonra tefrik olunan bir kadının nafaka ve süknası, kocası üzerine lâzım gelmez.
Kadının talebi ile firkatin meydana gelmesi bir masiyet sebebiyle olur ise kadına, iddet nafakasından dolayı yalnız mesken nafakası lâzım gelir.
Mesela: Bir zimmî kadın Müslüman olduğu hâlde kocası İslam'ı kabul etmez ise kadına iddet nafakası lâzım gelir. Bu bir masiyet değildir. Fakat irtidad eden (dinden dönen) veya kocası irtidad edip de kendisi veseniye veya mecusiye olduğu hâlde İslâm'ı kabulden imtina eyleyen ve bu sebeple kocasından tefrik edilen bir kadın için süknadan başka nafaka lâzım gelmez. Üvey validesine takarrübden dolayı boşanmalar bu kabilden olmayıp iddet nafakası lâzım gelir.
Üç talâkla ayrılmış bir kadının yanına emin bir kadın verilerek iddet devamı sağlanır. Bu iddet içinde kocasının hanesinde ikâmete mecbur olan zevcenin yanına hâkim tarafından verilen kadının nafakası beytü'l-mâlden ödenir. Zevce, talâkı gerek iddia etsin, gerek etmesin. Bu talâk, izdivaçtan evvel vâki olmuş ise zevcesine nafaka lâzım gelmez. İddet müddeti bitmeden zevc veya zevceden birinin ölümü de iddet nafakasına mânidir. Kaza ve rıza ile nafaka takdir edilmeden iddet müddeti bitecek olur ise yine hüküm böyledir.
Zevc ve zevce arasında iddetin nihâyet bulup bulmadığına dâir ihtilâf olursa söz, yemin ile zevcenin olur. Yeminden ictinab ederse nafaka hakkını kaybeder. İddet bekleyen bir kadın, hamile olduğunu ikrâr eder, kocası reddeder ise söz, kadının olup talâk anından itibaren iki seneye kadar nafaka alabilir. Bu hâlde kadının muayenesine veya hamlin zuhur ve inkişafı için bir müddet beklemeye hacet yoktur. Şâyet mezkûr müddet geçer de yüklü olmadığı anlaşılırsa, iddet bekleyen kadın hayız görmediğini ve kendisinin gebe olduğunu zanneylediğini ifade ederse, geçmiş nafaka kendisinden alınamaz. Şâyet bu kadın “Ben yüklü olduğumu zannetmiştim, hâlbuki ben mümteddettu't-tühur- bulunuyorum.” (Hayız görmeye başlanmış olduğu hâlde gebelikten veya iyâstan dolayı olmaksızın bir ârızaya mebnî uzun bir müddet âdetten kesilen bir kadına “mümteddettu't-tühur” denir) deyip kocası da “Sen gebelik iddiasında bulundun, bunun ekser müddeti ise iki senedir.” dese, buna iltifat olunamaz. O kadın üç hayız görünceye veya iyas sinnine (adet kesilme yaşına) bâliğ olup sonra üç ay geçinceye kadar nafaka vermek lâzım gelir. İddet nafakasını uzun müddet aldıktan sonra kadın gerçeği söylese, geçmiş günlerin nafakasını zevcine iade etmesi gerekir. Kadın tarafından böyle bir ikrâr olmadığı müddetçe de erkek, zevcesinin birleştirilmesi câiz olmayan kimse ile de evlenemez. Mesela hemşiresi ile ikrâr olur ise caizdir. İddet müddetinde sulh ile yapılacak nafaka, ay için olur ise caizdir, hayız için olur ise câiz değildir. Hâmile kadın da bu hükme bağlıdır.
İddet bekleyen bir kadının nafakaca istihkakı için, vefattan dolayı değil, talâk veya fesihten dolayı iddet beklemesi ve kendisinin hür veya tebvie edilmiş, yani kocasının hanesinde oturması gereken câriye bulunması ve nüşûz, yani kocasına isyan etmemesi hâlinden beri olması şarttır. Vefattan dolayı kadın hamile dahi olsa nafaka alamaz. Nikâh-ı fâsidde de hüküm böyledir.
Bütün bu meseleler Hanefi mezhebine göredir.
Mâlikilere göre ise:
1. Ric'iyyen boşanan, gebe olsun olmasın, nüşûze olsun olmasın, kocasına isyan etsin, yani evinden izinsiz çıksın, çıkmasın iddet nafakasına müstahik olur. İddet içinde kocası ölürse nafaka sâkıt olur.
2. Bainen boşanan kadın, hâmile olmayınca, süknadan, yani meskenden başka nafakaya müstahik olmaz. Gebe olunca hem taam, hem mesken ve hem de zamanı hulul etmiş ise kisveye müstahik olur. Kocası ölür ise nafaka sâkıt olur. Hâmile olduğunu iddia etmesiyle süknadan başkasını alamaz. Meğerki gebe olduğu, hamlin hareketiyle zahir olsun. Bazılarına göre hamile kadın doğurmadıkça nafakaya sahip olamaz. Her iki hâlde de hamlin başlamasından itibaren nafakaya hak kazanır.
3. Kocası ölen hamile kadının ancak iddet müddetince ikâmet ettiği hâne kocasının mülkü ise mesken hakkına haizdir.
4. Mümtedde't-tühur olduğu bahanesiyle uzun müddet nafaka hakkını kullanmasına mahal yoktur.
Şâfiilere göre ise:
1. Ric'iyyen iddet bekleyen, ne sûretle olursa olsun nafaka alamaz.
2. Bainen boşanan kadın gebe olmadıkça nafakaya müstahik olamaz. Evinden izinsiz çıkmadıkça doğum oluncaya kadar nafaka alabilir.
3. Kocası vefat eden kadın, gebe olsa da süknadan başka nafaka alamaz. Bainen talâk iddetinde kocası ölür ise nafaka hakkı devam eder.
Hanbelilere göre ise:
1. Ric'iyyen talâkta da zevce gibi nafakaya sahip olur.
2. Bainen boşanan veya muhtelia bulunan (kocasından boşanan) veya nikâhı fesh edilen kadın, nafakaya müstahik olamaz. Gebe olur ise olur. Lian yolu ile kocasından ayrılan kadın da nafaka alamaz. Meğerki hâmile olur. Neseb de nefyedilmiş ise yine alamaz.
Kocasının vefatından dolayı iddet bekleyen bir kadın, hâmil olmayınca nafaka alamaz. Bâinen boşanan kadın, gebe olduğunu iddia ederse kendisine üç ay nafaka verilir. Sonra kabilelere gösterilir. Bu kontrolde hamile olmadığı anlaşılırsa nafaka kesilir, fazla verilen nafaka da istirdat edilebilir.
18.15. FÜRUUN (EVLAD VE AHFADININ) NAFAKALARI
Hür, fakir, bâliğ olmayan erkek evladın ve hür, fakir bulunan kız evladın nafakaları yalnız hür olan babaları üzerine lâzım gelir. Babaları infaktan kaçınır ise hâkim tarafından hapsedilebilir. Ve icabında babaları üzerine nafakaları farz ve takdir edilerek bunun borçlanarak sarf edilmesi için analarına ve bâliğ olan kız evladına emir verilebilir. Babalar fakir dahi olsa evladın nafakaları sâkıt olmaz. Binâenaleyh böyle bir baba, kazanıp nafakaya ehil olan evladına bakmaya mecburdur. Fakat böyle bir baba, hasta veya kötürüm olmakla çalışmaktan âciz bulunsa veya kazancı nafakalarına kifâyet etmese yahut hazır malı mevcut olmadığı hâlde tagayyüb etse evladının diğer karibleri, yani babalarının bu vefatı takdirinde nafakaları üzerine lâzım gelecek olan hısımları, bu evlada infaka mecbur olurlar. Bu akraba, bu evladın kötürüm olmayan babalarına bilâhare rücû edebilirler. Fakat fakir ve kötürüm olan bir baba, ölü hükmündedir. Kendisine rücû, yani verilen nafakanın tahsilini talep edemezler. Fakir olduğunu iddia eden kimseler, çocuklarının nafakalarından dolayı hapsedilemezler. Bu nafakalar müterakim, yani toplanmış, birikmiş bulunsun, bulunmasın. Nafakalarına takdir edilen meblağlar, babasının ölümü ile terekesinden, yani malından istifa olunur, alınır.
Bir baba, fakir olan çocuğuna kazanç çağına kadar infaka mecburdur. Sonra onu haline münasib bir sanata koyar veya bir ücretle çalıştırır ve kazancından infak eder. Geri kalanını ihtiyacı varsa kendisi kullanır, yok ise çocuk nâmına saklar. Babası “mübzir (israf eden, sorumsuz)” ise bu fazla, hâkim tarafından emin bir kimseye teslim edilir. Anası da, babası da fakir olan bir çocuğun anası, hâkimin izni ile borçlanarak çocuğa infak eder, sonra babasından alınır. Başka karibleri (yakınları) olmadığı takdirde böyledir. Aksi takdirde karibler bakmaya mecburdur.
Bu nafakalar yaşla ve servetle mütenasib olacaktır. İktiza ederse hâdim (hizmetçi) dahi tutulabilir. Çalışmaktan âciz olmadığı müddetçe bâliğ olan veya zengin olan erkek evladın nafakası ve hatta süt emzirme parası kendilerine âit olur. Mazeretler müstesnadır. Mesela okumak gibi tahsil-i ilme ihtiyaç olduğu hâllerde çocuğun nafakası, fakir, fakat bedenen çalışmak gücüne sahip olsa dahi nafakası babasına âittir. Büyük kız evladlar ise fakir olup kocaları bulunmadığı takdirde babaları tarafından infak olunurlar. Gerek bakire olsun gerek seyyibe (dul) olsun; iddeti bitmiş dul olması lâzımdır. Gâiblerin mallarından, satılmaya muhtaç olmayan gayr-i menkûl malları haricinde nafaka takdir edilir. Yalnız nafaka alacak kimseden kefil alınır. Evladın nafakaları usûl ile yani baba, ana tarafı olmadığı takdirde havaşisinden, yani bunların dışındaki akrabalardan temin edilir. Usûl ve havaşilerin ictimaı veya bu usûl ile havaşilerin kendi aralarında ictimalarındaki tertibe göre nafaka tahsisi varid olur. Bir baba, evladının ailesine bakmakla mükellef değildir. Nafakasına mükellef olan büyük evladı olsa dahi.
Mâlikilere göre:
Evlad fakir, hür ve evladın babası zengin olmalıdır. Evlad, bâliğ, âkıl, kesbe (çalışıp kazanmaya) kadir bulunmamış olmalıdır. Mecnun veya kesbe kadir olmayacak hâlde malûl olan evladın nafakası, büluğda bile sâkıt olmayıp devam eder. Kız evladı ise kocaya varıncaya kadar devam eder.
Şâfiilere göre ise:
Evlad, fakir, hür, kız ise evlenmemiş olmalıdır. Erkek evladın, sagir (küçük), yani gayr-i bâliğ olması şarttır. Mecnun, malul, sagir hükmündedir. Evlad nafakası, ecdada da lâzım gelir. Kadınlar, evladlarının nafakalarını vermekle mükellef değildirler.
Hanbeli fukahasına gelince:
Evlad, fakir ve hür, baba da hür olmalıdır. Her ikisi de köle veya biri hür diğeri köle olsa, yine birbirine nafaka ile mükellef değildirler. Fakir bir çocuğun babası bulunmadığı takdirde çocuğun vârisleri, mirasları miktarına göre nafakasını vermeye mecburdurlar.
18.16. USÛLÜN (BABALARIN, DEDELERİN, VALİDELERİN) NAFAKALARI
Muhtaç olan babaların, dedelerin, validelerin nafakaları, evlad ve ahfadlarına lâzım gelir. Yalnız füruu bulundukça diğerlerine nafaka lâzım gelmez. Bu hususta yalnız cüziyyet ve akrebiyyete itibar olunur. Mirasça itibar olunmaz. Mesela: Muhtaç bir kimsenin bir oğlu, bir kızı ve bir de oğlunun oğlu bulunsa, nafakayı yalnız oğlunun veya kızının vermesi icab eder. Füruun dereceleri müsavi olduğu takdirde ise nafakayı aralarında alesseviye tahammül, yani müsavi olarak verirler. Bir oğlan bir kız olsa, nafakayı müsavat üzere verirler. Oğlunun oğlu ile kızının kızı ictima etseler yine böyledir. Nafaka alacak kimsenin usûlü ile füruu ictima etse, evvela evlad-ı sülbiye tercih olunur. Sonra cüziyyet cihetiyle akrebiyyet muteber olur. Bundan sonra veraset ciheti nazara alınır. Binâenaleyh bir kimsenin oğlu ile babası veya validesi ictima etse, nafakası bizzat oğluna âit olur. Yine nafakaya muhtaç kimsenin füruu ile havaşisi ictima etse, irse bakılmayıp cüziyyet ve kurbiyyete itibar olunur. Binâenaleyh bir kimsenin kızı ile ana baba bir kardeşi veya kızının evladı ile li-ebeveyn karındaşı ictima etse, nafakasını birinci takdirde kızı, ikincisinde ise kızının evladı verir. Usûl ile füruu ve havaşi birleşmiş olsa, yine bu tertibe riâyetle usûl ile füruu hükmü nazara alınır. Bir kimse, babasının zevcesine infaka mecbur değildir. Fakat babasının hadimine vermeye mecburdur. Bu hadim babasının zevcesi olsa bile.
Fakir olup da kocaları bulunmayan kadınların nafakaları, evladları üzerine lâzım gelir. Kocaları olup da fakir, kesbden âciz veya malı mevcut olmadığı hâlde gâib olursa, bu kadınların nafakaları bilâhare kocalarına ödettirmek üzere evladları üzerine nafakaları borç olarak verilmesi mecburiyettir. Vermedikler takdirde hapsolunurlar. Evlad ve aile sahibi olan kimse, nafakaya muhtaç ana ve babasına müstakilen nafaka vermeye kadir değil ise bunları sofrasında yedirmesi lâzımdır. Ayrıca nafaka vermesi gerekmez. Evlad ve aile sahibi değilse, kazaen nafakaya mecburdur. Usûlün nafakaya istihkakında ihtilâf-ı din mâni değilse de, ihtilâf-ı tabiiyyet mânidir. Bir kimse, çocuk veya mecnun bulunan evladının hem uruzunu, yani satılacak şeylerini, hem de akarını velâyeti cihetiyle satabilir. Bunların paralarını -ihtiyaç sahibi ise- kendi nafakasına sarf edebilir.
Mâlikilere göre:
Evlad hür, ebeveyn zengin veya kesbden âciz olmalıdır ki evlad nafakaya mecbur olsun. Fakir fakat ancak çalışmak gücüne sahip evlad nafakaya mecbur edilemez. Din ihtilâfı bunlarca da muteber değildir. Fakir olan analarına bakmakla mükellef oldukları gibi, fakir olan kocaya sahip olan validelere bakmaya mecburdurlar. Evlad, ebeveynin hadimine de nafakaya mecburdur, hayvanlarına da. Baba ile anadan gayri kariblere nafaka verilmesi icab etmez. Hatta İmâm Mâlik'ten bir rivâyete göre valideler, öz evladlarından nafakayı almaya, onlara nafaka vermeye mecbur değildirler, çünkü analar asabeden değildir.
Şâfiilere göre:
Ebeveyn, fakir, evlad ise erkek olsun, kız olsun zengin olmalıdır. Fakir olan ve kadına ihtiyacı olan babayı evlendirmeye de mecburdur. Aksi takdirde helâl olmaz. Evladlar birden ziyade oldu mu verecekleri nafaka, vâris olacakları hisse nispetinde tevzi olunur. Nafaka ile mükellef evlad gâib olsa da diğer evladlarından nafaka temin edilerek gâib olanın malından veya kendisinden gâibin nâmına ödenen nafakayı alırlar.
Hanbelilere göre ise:
1. Nafaka alacaklar, fakir olup malları ve kesbe kudretleri bulunmalıdır. Nafaka vereceklere farz ve ta'sib sûretiyle vâris olmalıdır. Şu kadar var ki bir Müslim, gayr-i Müslim olan kardeşinin nafakasına mükellef değilse de gayr-i Müslim olan babanın nafakasıyla mükellef olur.
2. Fakir olan bir babanın nafakası ile zevcesinin nafakası ve küçük fakir olan çocuklarının nafakaları, zengin olan evlad üzerine lâzım gelir.
3. Babadan başka nafaka verecekler, müteaddid olunca, nafakayı hisse-i irsiyelerine göre verirler.
4. Nafaka verilmesinde evvela zevce, sonra memlûk takdim olunur. Bunlardan sonra baba ced üzerine, oğul ve kız baba üzerine, oğul oğulun oğlu üzerine takdim edilir.
Zahirilere göre de her erkek ve kadın üzerine ilk evvel kendi nafakası teveccüh eder. Kendi nafakasından fazla bir mala mâlik bulunursa, nafakaya muhtaç olup elinden iş gelmeyen anasına, babasına, dedelerine, ceddelerine, oğullarına, kızlarına ve bunların oğullarına, torunlarına, erkek ve kız kardeşlerine ve kendi zevcelerine nafaka verir. Bunların arasında derece farkı yoktur, miraslarının nispetleri de nazar-ı dikkate alınmaz. Aralarında müsavat üzere nafaka vermek icab eder. Birbirlerine de takdim edilmezler. Bunların nafaka ve giyimlerinden fazla malı kalırsa yine muhtaç olup kesbden her vechile âciz bulunan mahrem zevi'l-erhama ve sâir vârislerine nafaka vermeye mecbur tutulurlar. Bunlar da amcalar, halalar, dayılar, teyzeler ve kardeş çocuklarıdır. Ana, baba, ced, cedde ile zevceden gayri akraba kesbe kadir oldukları müddetçe nafaka alamazlar. Şâ'bi gibi bazı zâtlara göre hiçbir kimse, başkasının nafakasını vermeye mecbur değildir, icbar edilemez. Diğer bazı zâtlara göre de bir insan, yalnız kendi babasıyla kendi öz anasına nafaka vermeye mecbur olabilir.
18.17. HAVAŞİNİN USÛL VE FÜRUUNDAN BAŞKA KARÎBLERİN (AKRABALARIN, YAKINLARIN) NAFAKALARI
Nafaka almaya müstahik oldukları hâlde usûl ve füruundan, yani ana, baba, ced, cedde, evlad ve ahfaddan başka kimseleri bulunmayan şahısların nafakaları, neseben sâir akrabalarına teveccüh eder. Havaşi üzerine nafakanın lüzumunda bunların nikâhları birbirine haram, zengin ve birbirlerine vâris olmaları, bâliğ olan nafaka alacak kimsenin i'sari ile beraber herhangi bir sebeple kesbden âciz bulunmaları şarttır. Fakat çocuklarla kocasız bulunan kadınların nafakaya istihkaklarında fakir olmaları kâfidir. Şu kadar var ki, muallime, kabile, yani ebe gibi bir yol ile bilfiil kesbde bulunan kadınlar, bu nafakaya müstahik olmazlar. Nafaka verecekler müteaddit olur ise irse itibar olunur. Amcası ile dayısı ictima etse, amcası nafakaya mecbur olur. Bunların hepsi de hakikaten vâris iseler, nafakayı hisse-i irsiyyeleri nispetinde yüklenirler.
Mâlikilere göre havaşi, nafakaya müstahik olmaz. Nafaka verilmesi yalnız sulbi evlad ile baba ve ümmehat arasında câridir.
Şâfiilere göre de evlad ve ahfaddan, abâ ve ecdaddan ve ümmehat ile ceddattan başka karibler arasında nafaka mükellefiyeti câri değildir.
Hanbelilere göre ise bir kimse, usûl ve füruundan başka farz ve ta'sib sûretiyle kendilerine vâris olabileceği kariblerinin nafakaları ile de mükellef olabilir. O karibler, kendisine gerek vâris olabilsinler ve gerek olmasınlar. Kardeşler, erkek kardeş kızları, amcalar, amca kızları ve atikler gibi. Bu kabil akrabanın nafakaya istihkakları için şöylece üç şart vardır:
1. Nafaka alacak kimse, fakir ve kesbden âciz olmalı.
2. Nafaka verecek kimsenin sarf edilecek malı, yirmi dört saatlik nafakalarından fazla olmalı.
3. Nafaka verecek kimse, nafaka alacak kimseye farz veya ta'sib sûretiyle vâris olmalıdır. Bundan usûl ve füruu müstesnadır.
Usûl ve füruu kabilinden olmayıp aralarında farz ve ta'sib sûretiyle veraset câri bulunmayan erham sahipleri ise ne nafaka vermekle, ne de almakla mükellef ve müstahik bulunmazlar. Halalar, ammeler gibi. Diğer rivâyete göre asabeden, farz sahiplerinden bir kimse bulunmadığı takdirde, zevi'l-erham üzerine nafaka lâzım gelir.
Zahiriyyeye göre de havaşi, derecelerine bakılmaksızın müsavi sûrette nafakaya müstahik olabilir.
18.18. KÖLELERİN VE CÂRİYELERİN NAFAKALARI
Menfaatleri tamamen mâliklerine, yani köle ve câriye sahiplerine âit olan kölelerin ve câriyelerin nafakaları, mâliklerine lâzım gelir. Bunlar ne sûretle köle ve câriye olurlarsa olsunlar. Yani gerek tamamen köle olsun ve gerek müdebber, gerek küçük, gerek büyük olsun, tamüssihha (sıhhatli) olsun veya olmasınlar.
Mâlik infaktan imtina ederse, köle çalıştırılarak nafakası temin edilir. Artanı mâlikine verilir, eksik olur ise mâlikine tazmin ettirilir. Şâyet kölenin ücretle çalıştırılması mümkün olamaz ise nafakasını vermeye, aksi takdirde müdebber köle değil ise satmaya mâliki mecbur olur. Mukâtebeli ve kısmen azad edilmiş köleler için nafaka mecburiyeti yoktur. Hizmeti başkasına vasiyet edilmiş köleler de böyledir. Müşterek kölelerin nafakaları da müşterektir. Müşterek bir câriyeden doğan çocuk da böyledir.
Mâlikilere, Şâfiilere ve Hanbelilere göre de rakiklerin (kölelerin) nafakaları mâliklerine âittir. Bunlar âmâ, kötürüm, naşize bulunsalar dahi. Kölesine bakamayan mâlik, hâkim tarafından kölenin ya satılmasına veya azad edilmesine icbar edilir. Çalışacak durumda ise çalıştırılır.
18.19. MEMLÛK OLANLARIN (KÖLE OLANLARIN) ZEVCELERİNE ÂİT NAFAKALAR
Mevlâsının, yani sahibinin izni ile evlenmiş olan bir kölenin zevcesine âit nafaka, o köle üzerine lâzım gelir. Velev ki bu zevce, mevlâsının kızı olsun. Mevlâsının tediye etmediği borçtan dolayı köle satılabilir. Nafakadan dolayı borç yenilendikçe köle de yeniden satılır. Köleyi alan kimsenin bundan haberi yok ise, köleyi kendisine satan mâlikine red edilir. Ölen kölenin nafaka borcundan dolayı mâliki muahaza olunamaz. Mevlâsının izni ile evlenmiş olan müdebbirin zevcesine âit nafaka, o müdebbirin kesbine âittir, rakabesine taalluk etmez. Çünkü müdebber köle satılamaz. Mûkatebeli kölenin zevcesine âit nafaka, kölenin çalışmasına bağlıdır. Aksi takdirde nafaka için köle satılabilir. Mâliklerinin izni olmadan teehhül eden (evlenen) mukâtebeli, müdebber veya kısmen azad edilmiş kölelerin zevcelerine kendilerinin nafakalarını vermeleri icab etmez. Çünkü bunların nikâhları nafiz (geçerli) değildir. Fakat bunlar bilâhare tamamen azad edilirlerse, kendilerine müstakbel nafaka ve mehir lâzım gelir.
18.20. CÂRİYE OLAN ZEVCELERİN (AİLELERİN) NAFAKALARI
Câriye olan bir zevcenin nafakası, gerek tamamen rakik ve gerek müdebbere veya ümm-i veled olsun, tebvie edilmiş ise kocasına, edilmemiş ise mevlâsına âittir. Tebvie; zevce olarak yanında bulundurulan câriye demektir ki, bu sûretle ancak onu alana âit olabilir. Ara sıra mevlâsına hizmet etmesi, tebvieyi ihlâl etmez. Mukâtebeli câriyenin de nafakası zevcine âit olup bunlarda tebvie esas değildir. İzinle evlenmek şarttır. Câriye gündüz mevlâsının yanında, gece kocasının yanında kalır ise, gündüz nafakası mevlâsına âit olur. Kocasının hanesine gitmekten menedilen câriyenin nafakası kocasından sâkıt olur. Bir câriye, mevlâsının izni ile kendi kölesine nikâh edilse, nafaka mevlâsı üzerine lâzım gelir; tebvie bulunsun bulunmasın. Mevlâ infaktan ictinab eder ise, ya infakla veya satmakla hâkim tarafından cebrolunur.
18.21. KÖLELERİN VE CÂRİYELERİN ÇOCUKLARINA ÂİT NAFAKALAR
Mâliklerinin izni ile evlenen köleler, kendi çocuklarına, infaka mecbur değiller. Bu köleler gerek rakik, gerek mukâtib, gerek müdebber olsunlar. Zevceleri de gerek hürre olsun, gerek olmasın. Bu hâlde çocukların nafakaları şöyle tayin olunur.
1. Bir kölenin zevcesi, hürre ve mukâtebe ise, çocuğun nafakası zevceye âit olur. Başkasının rakikası, müdebbiresi veya ümm-i veledi ise çocuğunun nafakası mevlâsına âittir.
2. Hür olan kimsenin rakika, mukâtebe, müdebbere veya ümm-i veled bulunan zevcesinden doğan çocuğun nafakası, zevce mukâtebeli ise kendisine, değil ise mevlâsına âit olur. Çocuğun hür olması şart koşulmuş ise hür olan babasına âit olur.
3. Mukâtebin istifraş, yani çocuk için nikâh ettiği câriyesinden mütevellid çocuğun nafakası, mukâteb üzerine lâzım gelir.
Müdebbere veya ümm-i veled olan bir câriyenin mevlâsı fakir olur ise çocuğun nafakasını, sonra mevlâsına müracaat etmek üzere zengin ve hür olan kocası temine mecbur olur. Fakat tam rakikanın çocuğunu hür olan kocası infaka mecbur olmaz. Bu hâlde ya satar, ya infak eder.
Rakik: Köle ve câriye demektir. Bire de, birden ziyadeye de ıtlâk olunur.
Müdebber: Azad olması mevlâsının vefatına muallak bulunan köle demektir. Müennesi müdebberedir.
Mükâteb: Mevlâsıyla akd-i kitabette bulunmuş olan köledir. Müennesi mükâtebedir.
Ümm-i Veled: Çocuğun kendi mevlâsından olduğunu ikrâr eden çocuk doğurmuş câriye
18.22. EHLÎ HAYVANLARIN NAFAKALARI
Ehlî hayvanlara sahiplerinin infakta bulunmaları diyaneten bir vazifedir. Aksi takdirde bunları “Ya sat, ya başkalarına bağışla.” veya “Kendilerine infakta bulun.” diye hâkim tarafından diyaneten emrolunur, kazâen (hukuken) emredemez. Zahiri mezhebe göre böyledir. İmâm Ebû Yusuf'a göre, aksi takdirde hükmen satmaya mecbur edilir. Müşterek malların infakı beraber yapılıp bunlardan birinin imtinası hâlinde “Ya hisseni sat, ya infak et.” denir. Hayvanın beslenmesi meselesi hususunda şu noktalara dikkat edilmelidir. Arının kovanında bal, süt emen yavrunun ihtiyacı kadar annesinde sütün bırakılması elzemdir. Hayvanın takat getiremeyeceği yükü yüklememek, fazla yürütmemek, eziyet etmemek gibi sâir muameleler de bulunmak.
Mâlikilere göre de bir kimse mâlik olduğu hayvânâtın yiyeceğini tedarike mecburdur. Meğerki merada oturulmakta bulunsunlar. Nafakadan âciz kalınır ise, eğer hayvan eti yenilmez cinsinden ise onu elinden çıkarmaya mecbur olur. Aksi takdirde ya elinden çıkarır, ya boğazlar. Ağaçların dahi ziyanına meydan verecek hallerden dolayı sahibine emrolunur. Bunu yapmazsa günâhkâr olur.
Şâfiilere ve Hanbelilere göre de hayvânâtın aleflerini (yemlerini) sularını ve kendilerine faydalı olan sâir şeyleri tedarik etmek sahipleri üzerine lâzımdır. Eti yenen hayvanların ihmalinde, ya satılması veya icare verilmesi veya infak etmeye veya kesmeye sahipleri icbar edilir. Yenilmeyecek takımından ise ya satmaya, ya infaka mecburdur. Aksi takdirde bunların icrası için hâkim el koyar. Bunları yapmak imkânı olmaz ise hayvanların nafakası beytü'l-mâlden temin edilir. Sahipleri fakir ise borçlandırılmaz. Fakat hâne, su yolları, arazi gibi ruhsuz malların harab bırakılması mekruhtur. Reşid olmayanların mallarını korumak velilerine âittir. Mecnun ve matuhlar da bu gayr-i reşidler gibidir. Hatta bir kimse arazisini ekmeyip muattal bıraksa bakılır: Eğer verimli araziyi ekmekten müstağni ise (ihtiyacı yok ise), kendisine icbar edilemez. Müstağni bir durumda değilse, bunun bizzat veya müzaraa yolu ile ekilmesi için cebrolunur. Çünkü bu hayvânât ve mahsulât hakkında gereken hassasiyetin gösterilmesini Bakara sûresi 204-206'ncı âyet-i kerimeleri şiddetle tenbih etmektedir.
“İnsanlardan öylesi de vardır ki, dünya umûruna âit sözleri hoşuna gider. Allah Teâlâ'yı da kalbindekine şahid tutar (yemin eder); hâlbuki onun düşmanlığı pek şiddetlidir. O senden ayrıldı mı veya bir iş başına geçti mi yeryüzünde fesada, ekinleri, nesilleri, (sürüleri, çocukları) itlâfa koşar. Allah Teâlâ ise fesadı sevmez. Ona Allah'tan kork denilince de onu izzeti nefsi tutar, hamiyyeti, câhiliyyesi kendisini günâha sürükler. Artık ona -ceza olarak- cehennem yeter. Cehennem ise ne fena yataktır.”
HAKK'A DÂVET
NASİHAT-I İSLÂMİYYE