CİHAD

LUGAT A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

5.5.1. Kimlerle Ne Sûretle ve Ne Zamana Kadar Harb Edece-ğimiz ve Harbe Teşvik Âyetleri ile Harbe Dâir Bazı Bilgiler

5.5.1.1. Muharebeden Evvel İlk Yapılacak Vazifenin İslâmi İrşadda Bulunulup, İslâmı Teklif Etmek Olduğu

A) Sûre-i Hicr Âyet: 94- Şimdi sen ne ile emrolunuyorsan (kafalarını çatlatırcasına) apaçık bildir. Müşriklere aldırış etme.

B) Sûre-i Nahl Âyet: 125- (İnsanları) Rabbinin yoluna hikmetle (Hakkı açıklayan, şüpheleri gideren delillerle, sağlam hüccetlerle, Kur'ân ile), güzel öğütle (ikna edici hitabelerle, faydalı tabirlerle. Birin-cisi -yani hikmetle davet- hakikatlere talib olan havass-ı ümmet -münevverler-diğeri de avam içindir) davet et. Onlarla mücadeleni en güzel tarik (yol) hangisi ise (rıfk ile, nazik bir sûrette, en kolay tarzı, en meşhur mukaddimeleri ihtiyar ve tercih ile) onunla yap. Şüphesiz ki Rabbin, o yolundan sapan kimseyi en çok bilendir. O, hidâyete ermişleri de en iyi bilendir. (Yani sana düşen vazife ancak tebliğ ve davettir.)

5.5.1.2. Yine Muharebeden Evvel İkinci Yapılacak Vazife, İslâm'ı Kabul Etmeyenlere Cizye (Vergi) Teklif Edilerek Devlet-i İslâmiyenin Himayesi Altına Girmeyi Temin Etmek Olduğu

Sûre-i Tevbe Âyet: 29- Kendilerine kitap verilenlerden ne Allah'a, ne âhiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Peygamberinin haram ettiği şeyleri haram tanımayan, Hak dinini din olarak kabul etmeyen kimselerle, zelil ve hakir kendi el(ler)iyle cizye (vergi) verecekleri zamana kadar, muharebe edin. (Bu âyet-i kerimeye göre cizye teklifini reddedenlerle kabul edinceye kadar muharebe yapılması emrolunuyor ki, evvela harb değil, cizye vermelerini teklif etmek gerektiğini beyan buyurmuştur.)

5.5.1.3. İslâm'ı Kabul Etmeyi de, Cizye Vermeyi de Reddedenlere Karşı Galib Gelinebileceğine Hükmedildiği Takdirde Harb Açılabilece-ğine İzin Verildiği

A) Sûre-i Bakara Âyet: 193- Fitne(den eser) kalmayıncaya, din de (şunun bunun değil) yalnız Allah'ın (dini diye tanınmış) oluncaya kadar onlarla savaşın. Vazgeçerlerse artık zalimlerden başkasına hiçbir husumet yoktur.

B) Sûre-i Enfâl Âyet: 39- (Yeryüzünde) Bir fitne kalmayıncaya ve din tamamıyla Allah'ın oluncaya kadar onlarla muharebe edin. Eğer vazgeçerlerse (onları bırakın). Şüphesiz ki Allah, ne yapacaklarını hakkıyla görücüdür.

40- Eğer yüz çevirirlerse (korkmayın). Bilin ki Allah sizin mevlânızdır (sahibiniz, hâminiz, yardımcınızdır). Ne güzel mevlâdır, ne güzel yardımcıdır O.

Not: Cihad sahasına Müslümanların atılmaları için şu üç şartın vücuduna lüzum olduğu anlaşılmış oluyor.

1. Düşman, Din-i İslâm'a olan daveti kabulden ve cizye vermekten imtina etmelidir.

2. Müslümanlar ile düşmanları arasında ahd ve emân bulunmamış olmalıdır.

3. Müslümanlarda cihada kâfi şefket ve kuvvet bulunmalıdır.

Binâenaleyh harb için kâfi derecede kuvvet ve şefket mevcut olmadığı hâllerde muharebeye teşebbüs câiz değildir. Çünkü bu takdirde kendi nefislerini tehlikeye atmış olurlar.

Kendileriyle harb edilecek gayr-i Müslimler şu iki hâlden hâli olamaz:

1. Din-i İslâm'dan evvelce haberdar bulunmuş olurlar. Kendi muhitlerinde İslâmiyet'e dâir malumat, şayi ve davet bulunmuş olur ki, bunlar ile harbe başlamadan evvel, kendilerini İslâmiyet'i kabule davet etmek icab etmez. Davet olunmaları evlâdır. İslâmiyet'i kabul etmezler ise cizye, vergi vermeleri teklif olunur.

2. Din-i İslâm'dan evvelce haberdar olmayan bir milleti, davet-i hakikîyye sûretiyle İslâmiyet'e davet etmeye lüzum vardır. Çünkü cihaddaki kudsi gayenin husûlü vaiz ve nasihatle, güzel mücadele ile kabil oldukça, bu hususta kılıç istimali muvafık olmaz. Böyle cahil bir millet, bir dereceye kadar mazur sayılırlar. Böyle hareket etmek de İslâm için vecibedir. Şâyet gayr-i Müslim bir düşman, Müslümanların yurduna ansızın saldırırsa, İslâm'a davet, vakit kaybıyla cüretlerinin tezayüdüne bais olacağı melhuz bulunursa, artık davete lüzum kalmaz. Harbe mübaşeret olunur.

İslâm mücahidleri için, icab-ı hâle göre, birbirinin imdadına koşmak da bir vecibedir. Bu keyfiyet harbin vaziyetine göre tayin olunur.

Harbe lüzum görüldüğü zaman veliyyü'l-emrin ilk vazifesi, göndereceği birliklerin üzerine bir emir (kumandan) tayin etmektir. İmaret, azim bir ema-nettir. Bunu ancak muttakî olan zâtlar ikame edebilir. Onun için kumandan tayin olunacak zât adil, harb siyasetine vâkıf, muharebe usûlüne aşina, helâl ve harama âlim olmalıdır. Böyle bir emir, veliyyü'l-emrin naibidir. Veliyyü'l-emre itaat vâcib olduğu gibi, naibine de itaat bir vecibedir. Ancak emirin, emr ve nehyettiği şey bir masiyet veya helâka mucib ise kendisine itaat lâzım gelmez.

Muharib kuvvetler ya zamanımızdaki muvazzaf ve ihtiyat erleri gibi veya gönüllü efraddan meydana gelir. Hangisi olursa olsun kumandana itaatle memurdurlar.

5.5.1.3.1. Cizye (Kitabîlerden Alınan Vergi)

Cizye, İmâm-ı A'zam'a göre hem ehl-i Kitab'dan hem de Acem ve Arap müşriklerinden alınıp kabul edilebilir. İmâm Ebû Yusuf'a göre bu cizye Arap müşriklerinden ve kitabîlerden alınmaz, başkalarından alınabilir. İmâm Şâfii'ye göre bu cizye Arap ve Acem olan, yani Arap olmayan bütün kavim-lerin ehl-i Kitab olanlarından alınabilir, putperestlerden alınıp kabul edilmez. İmam Mâlik'e göre de cizye, bütün kâfirlerden kabul edilebilir.

Mecusilerden cizyenin kabul edileceği hususunda da Ashâb-ı Kirâmın ittifakı vardır. Çünkü onlar hakkında ehl-i Kitab muamelesi yapılmasına dâir bir hadis-i şerif vardır.

5.5.1.3.2. Cizyenin Miktarı

Bu, kazanan fakirler hakkında on ikişer dirhemdir. Orta hâlli kimseler hakkında yirmi dörder dirhemdir, zenginler hakkında da kırk sekizer dirhemdir. Kazançtan âciz veya mariz (hasta), veya şeyh-i fani ve kadınlar ile çocuklar hakkında cizye yoktur. Bu cizyeler, sene ibtidasında alınır. İmâm Şâfii'ye göre cizyenin miktarı, her şahıs için bir dinardır. Bu zenginden de fakirden de sene nihâyetinde alınır. Cizye ile mükellef olan şahıs, İslâmiyet'i kabul edince veya ölünce bu cizye sâkıt olmuş olur. Bu vergiyi kendi elleriyle hazineye getirmeleri emrolunmuştur. Çünkü küfür için esaret, vergi bir ceza-i İlâhidir.

5.5.1.4. Şartlar Ne Olursa Olsun Zaruret Hâlinde, Haram Aylarda da, Mescid-i Haram Yanında da Harb Edilebileceği

A) Sûre-i Bakara Âyet: 191- Onları (size harb açanları) nerede yakalarsanız öldürün, onları sizi çıkardıkları yerden (Mekke'den) çıkarın. Fitne (din yüzünden tazyik, hakaret, bozgunculuk) katlden (öldürmekten) beterdir. Onlar Mescid-i Haram yanında, orada sizinle döğüşünceye kadar (yani döğüşmedikçe), siz de orada kendileriyle döğüşmeyin. Fakat orada sizi öldürürlerse siz de onları öldürün. Kâfirlerin cezası böyledir.

192- Bununla beraber (muharebeden) vazgeçerlerse (siz de bırakın), şüphesiz ki Allah çok yarlığayıcı, hakkıyla esirgeyicidir.

194- Haram ay, haram aya bedeldir. (Muharebenin haram olduğu ay Zilkade’dir.) Hürmetler karşılıklıdır. Onun için kim sizin üzerinize saldırsa siz de, tıpkı onların üstünüze saldırdıkları gibi ona saldırın. (Fakat daima) Allah'tan korkun ve bilin ki şüphesiz Allah takva sahipleriyle beraberdir.

217- Sana haram olan ayı, ondaki muharebeyi sorarlar. De ki: “Onda (o ayda) muharebe etmek büyük (günâh)tır. İnsanları Allah yolundan menetmek, onu inkâr etmek, (ziyaretçilerin) Mescid-i Haram'a gitmelerine mâni olmak, onun halkını oradan çıkarmak ise Allah katında daha büyük (günâh)tır. Fitne katlden de beterdir.” Kâfirler, güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaya devam edeceklerdir. İçinizden kim dininden döner de o, kâfir olarak ölürse, onların (o gibilerin) yaptığı (iyi) işler dünyada da, âhirette de boşa gitmiştir. Onlar o ateşin (cehennemin) arkadaşıdırlar. Onlar orada (bir daha çıkmamak üzere) ebedî kalıcıdırlar.

B) Sûre-i Tevbe Âyet: 36- Hakikatte ayların sayısı Allah yanında, Allah'ın kitabında -tâ gökleri ve yeri yarattığı günden beri- on iki aydır. (Yani kameri aylardır ki şunlardır: Muharrem, Safer, Rebiu'l-evvel, Rebiu'l-âhir, Cumad-el ulâ, Cumad-el uhrâ, Receb, Şaban, Ramazan, Şevval, Zilkade, Zilhicce) Onlardan dördü haram olanlardır. (Zilkade, Zilhicce, Muharrem, Receb) İşte bu en doğru hesabdır. O hâlde (bilhassa) bunlarda (o haram aylarda) nefislerinize zulmet-meyin. (Bundan diğer aylarda zulm edin mânası çıkarılmamalıdır. Maksat bu aylarda ahlak terbiyesi sayesinde diğer aylarda da zulme meydan verilmemek itiyadının, terbiyesinin tamamen kökleştirilmesidir. Bu ayların hürmetini kabul etmekle beraber) müşrikler sizinle nasıl topyekûn harb ederlerse, siz de onlarla topyekûn harb edin. (Bu zaruretin tahakkuku haram aylarda da olsa savaşa aslâ mâni değildir.) Bilin ki Allah (fenalıktan) sakınanlarla beraberdir. (Takva sahipleri olan mü'minlerin nusretine bir beşarettir.)

5.5.1.5. İslâm'a Harb Açanlara Karşı ise Şartlar Ne Olursa Olsun Muharebeyle Mukabele Yapılacağı

A) Sûre-i Bakara Âyet: 190- Size harb açanlarla, Allah yolunda siz de döğüşün (müdafaa harbi yapın. Ancak) aşırı gitmeyin (yani sizinle savaşmayanlara dokunmayın. Savaştıkları sûrette de kadınları, çocukları, ihtiyarları öldürmeyin. İşkence yapmayın. Ahidleştiğiniz kimselere karşı ahdinizi tutun). Şüphesiz ki Allah aşırı gidenleri sevmez.

192- Bununla beraber (muharebeden) vazgeçerlerse (siz de bırakın). Şüphesiz ki Allah çok yarlığayıcı, hakkıyla esirgeyicidir.

B) Sûre-i Hacc Âyet: 39- Kendileriyle mukatele edilen (yani düşmanların hücumuna uğrayan mü'min)lere, uğradıkları o zulümden dolayı (bilmukabele harbe) izin verildi. Şüphesiz ki Allah, onlara yardım etmeye elbette kemâliyle kadirdir.

C) Sûre-i Tahrîm Âyet: 9- Ey Peygamber! Kâfirlerle, münâfıklarla savaş (kâfirlerle kılıçla, münâfıklarla da hüccetle), onlara karşı sert davran (eğer rıfk-u mülayemet artık son haddine varıp da fayda etmezse) onların barınacakları yer cehennemdir. O, ne fena gidiştir.

Not: Senenin herhangi bir ayında cihada başlanılması câiz olduğu gibi, düşmanın mukavemetini kırmak, zaferi temin etmek için harb vasıtalarından herhangi birini kullanmak da caizdir. Binâenaleyh أَشْهُرُ الْحُرُمِ “Eşhuru'l-Hurum” denilen Receb, Zilkade, Zilhicce ve Muharrem aylarında harbe başlanabilir ve harbde her nevi silah kullanılabilir. Bu cihetle Müslümanlar, harbde kendi taraflarından icad edilmiş olan silahları kullanacakları gibi, başka milletler tarafından icad edilen silahları da kullanabilirler.

İslâm ordusunda -görülecek bir menfaat ve maslahata mebnî- gayr-i Müslimlerin de bulunarak harbe iştirak etmeleri caizdir. Müslümanlar da -kendileri için yine bir menfaat mevcut olduğu takdirde- gayr-i Müslimlerin kendi aralarında yaptıkları muharebelerde, iki taraftan birine yardım edebilir. Aksi takdirde yapamaz.
Düşmana gündüz veya gece baskın yaparak, ellerindeki silah ve malları alabilirler. Bu harb icablarındandır. Bu gibi şeylerde ganimete taalluk eden ahkâm tatbik edilir.

Kumandan izin verdiği ve bir mücahidin kendine güveni olduğu takdirde, harb meydanında mübareze yapılabilir. Yalnız bu teklifin evvela İslâm'dan gelmesi İmâm-ı A'zam'a göre câiz değildir. Mübareze, kumandanın bulun-maması veya izni olması hâllerinde caizdir.

Düşmanın kaleleri, müstahkem mevkileri, mezraları (ekilmiş yerleri ve ağaçları), görülen lüzum üzerine her türlü silahla tahrib ve imha edilebilir. Şu kadar var ki, mahsur bir kalenin veya beldenin içerisinde kadınlar, çocuklar ve bazı Müslim esirler, tacirler bulunacağı cihetle, bu yerlerin başka vasıtalar ile elde edilmesi kabil olmayınca tahribine kıyam edilir. Mâliki fukahasına göre düşmana karşı zehirli ok, süngü kullanılması, atılması haramdır. Zehirle öldürülmesi kerih görülmüştür. Bilcümle bu tahriblerde düşmana bir diyet veya tazminat verilmesi lâzım gelmez. Hatta böyle bir muharebede ölen kadın ve çocukların hakkında dahi bir tazminat veya diyet mevzu bahis olamaz.

Düşmanı ateş ile yakmak câiz değildir. Bazılarına göre de evvela düşman bu vechile hareket ederse, bilmukabele câiz görülmüştür. İmâm Şâfii'ye göre iltica edecek yerleri olmayan düşmanın kaleleri, haneleri ve ağaçlarının yakılması kerihtir. Düşman, Müslümanları siper ittihaz etse dahi, lüzumu hâlinde tahrib edilir. Harb esnasında öldürülmesi câiz olmayan kadınların, çocukların, ihtiyarların, körlerin, mefluçların, matuhların, kötürümlerin, sakatların, rahib ve rahibelerin harbden sonra da öldürülmeleri câiz değildir. Çocuklar ile matuhlar hiçbir sûretle öldürülmezler, diğerleri ise harbe iştirak etmiş veya harbe teşvik etmişler ise öldürülebilirler. Harb neticesinde elde edilen ganimetler mümkün olursa Dâr-ı İslâm'a getirilir. Aksi takdirde emtia ve hayvânât kesilerek yakılır, silahlar kabil ise yakılır veya kullanılmaz hâle getirilir. Bu cevaz İmâm-ı A'zam'a göredir. Mâlik'e göre câiz değildir. Şâfii ve Ahmed ibn-i Hanbel'e göre, bunları mâlikinden başkasının imhası câiz değildir.

5.5.1.6. Evvela En Yakın Kavim ve Aşiretleri Islah-ı Hâlden Sonra Diğer Milletlerle Harb Edileceği

Sûre-i Tevbe Âyet: 123- Ey iman edenler! Kâfirlerden size yakın olanlarla (memleket ve neseb itibarıyla) muharebe edin. (Resûl-i Ekrem -sav- evvela kendi kavim ve aşiretleriyle savaşa girişti. Sonra diğer Araplarla, daha sonra da Şam'da bulunan Romalılarla savaştı. Şam O'nun irtihâlinden sonra fethedildi. Sonra Irak'a ve daha sonra da diğer memleketlere geçildi.) Onlar sizde büyük bir azm-u şiddet bulsunlar. Bilin ki Allah muhakkak takva sahipleriyle beraberdir.

5.5.1.7. Lüzumu Hâlinde Harbin Müslümanlara Farz Olduğu

Sûre-i Bakara Âyet: 195- Allah yolunda mallarınızı harcayın. (Savaştan kaçarak, hasislik ve hamiyetsizlik ederek, dünyaya taparak.) Kendinizi tehlikeye atmayın. (Daima da) İyilik edin. Allah muhakkak iyilik edenleri sever.

216- (Ey mü'minler! Tab'an) Sizin hoşunuza gitmediği hâlde uhdenize kıtal (düşmanlarla savaş) yazıldı (farz edildi). Olur ki bir şey hoşunuza gitmezken, o sizin için hayırlı olur, bir şeyi de sevdiğiniz hâlde o da hakkınızda şer olur, Allah bilir, siz bilmezsiniz.

5.5.1.8. Umûmi Harb, Seferberlik Zamanında Topyekün Harbe İştirak Edileceği

Sûre-i Tevbe Âyet: 38- Ey iman edenler! Ne oldunuz ki, size “Allah yolunda elbirlik gazaya çıkın.” (Peygamberimizin Tebük seferi. Bu sefer Hicretin 9'uncu senesi Receb'inde vâki olmuştu. Mevsim çok sıcak, ortalık kuraktı. Müthiş bir kıtlık hüküm sürüyordu.) denildiği zaman yere (mıhlanıp) ağırlaştınız? Âhiretten (vazgeçip yalnız) dünya hayatına mı razı oldunuz? Fakat bu dünya hayatının faidesi âhiretin yanında pek azdır.

39- Eğer (emrolunduğunuz bu cihada) elbirlik çıkmazsanız (Allah) sizi pek acıklı
bir azaba dûçar eder, yerinize sizden başka (itaatli) bir kavmi getirir. Siz O'na hiçbir şeyle zarar yapamazsınız. Allah her şeye hakkıyla kadîrdir.

41- (Ey mü'minler!) Sizler gerek hafif, gerek ağırlıklı olarak (“Genciniz, ihtiyarınız, zengininiz, fakiriniz, yayanız, süvariniz -atlınız-, zayıfınız, kaviniz...” Âmâ İbn-i Ummi Mektum -ra- yâ Resûlallah! “Bu davete ben de dahil miyim?” diye sorunca “Evet” cevabını almıştı. Bunun üzerine 91'nci âyet-i kerime nâzil olarak o gibi zuafa istisna buyruldu.) Elbirlik (savaşa) çıkın. Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla cihad edin. Eğer bilirseniz bu, sizin için çok hayırlıdır. (Allah korusun, memleket ciddi bir istilaya maruz kalırsa, bu âyet-i celîle hükmünce her sınıf için mücadele gerekir.)

5.5.1.9. Harbe Teşvik Edici Âyetler

A) Sûre-i Bakara Âyet: 218- Hakikat, iman edenler, bir de Allah yolunda (yurtlarından) hicret edip de savaşanlar (yok mu?) İşte onlar Allah'ın rahmetini umarlar. Allah (mü'minleri) hakkıyla yarlığayıcı, (onları) cidden esirgeyicidir.

243- (Habibim, sayıları) Binlerce olduğu hâlde ölüm korkusuyla yurtlarından (bırakıp) çıkanları gör(müş gibi bil)medin mi? Allah onlara “Ölün!” dedi, sonra da kendilerini diriltti. Herhâlde Allah insanlara karşı fazl(-u inâyet) sahibidir. Fakat insanların pek çoğu şükretmezler.

Not: Bu âyet-i celîle, “Vasıt” şehrinde vuku bulan bir taundan kaçıp da kâmilen ölenler hakkındadır. Hem sâri hastalıkların zuhur ettiği yerlere girilmemesi ve öyle yerlerden çıkılmaması, hem de hak uğrunda muharebeden kaçılmaması lüzumuna işaret ediyor. Bundan ibret alarak ölümden kaçmanın mümkün olamayacağını tefekkürle davet edilen cihad emrinden feragat yapmamak lâzımdır.

244- Allah yolunda muharebe edin. Bilin ki şüphesiz Allah hakkıyla işitici, kemâliyle bilicidir.

B) Sûre-i Nisâ Âyet: 74- Artık âhiret (saadeti) yerine (geçici) dünya hayatını satacak olanlar, Allah yolunda muharebe etsin. Kim Allah yolunda vuruşup da öldürülür yahut (düşmanına) galebe ederse, ona pek büyük bir ecir vereceğiz.

75- Size ne oluyor ki Allah yolunda -ve acz-u ızdırap içinde bırakılıp: “Ey Rabbimiz! Bizi ahâlîsi zalim olan şu memleketten (kurtarıp) çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!” diyen erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda- düşmanla çarpışmıyorsunuz?

76- İmân edenler, Allah yolunda harb ederler, küfredenler de şeytan yolunda savaşırlar. Öyle ise o şeytanın dostlarıyla döğüşün. Şüphesiz ki şeytanın hilekârlığı zayıftır.

84- Artık Allah yolunda savaş. Sen kendinden başkasıyla mükellef (sorumlu) tutulmayacaksın. İman edenleri de teşvik et. Olur ki Allah o küfredenlerin savletini defeder. Allah, satvetçe de çok çetindir, kahr-u ceza bakımından da çok çetindir.

5.5.1.10. İslâm Devleti ile Aralarında Anlaşma Bulunan Bir Kavme ve İslâm Devletine İltica Edenlerin Öldürülmemesi

Sûre-i Nisâ Âyet: 89- Onlar kendilerinin küfrettikleri gibi sizin de küfredip onlarla beraber olmanızı arzu ettiler. O hâlde onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar, içlerinden dostlar edinmeyin. Eğer (aldırış etmeyip) yüz çevirirlerse, onları nerede bulursanız yakalayıp tutun, onları öldürün. Onlardan ne bir dost, ne de bir yardımcı edinmeyin.

90- Sizinle aralarında antlaşma bulunan bir kavme iltica edenler yahut ne sizinle, ne de kendi kavimleriyle muharebe etmekten göğüsleri daralıp (yani ne milletdaşlarıyla birlikte sizinle, ne de sizinle birlikte kendi milletdaşlarıyla savaşmak istemeyip doğruca) size gelenler müstesnadır. (Onlara dokunulmaz.) Allah dileseydi elbette onları sizin başınıza musallat eder de sizinle herhâlde savaşırlardı. Artık onlar sizi bırakıp bir tarafa çekilirler de sizinle vuruşmazlar ve barışı size bırakırlarsa (tâbi olurlar veya müsalemet -sulh- teklifinde bulunurlarsa) o hâlde Allah onların aleyhinde sizin için (tecavüze) bir yol bırakmamıştır.

91- Diğer bir takımını da şu hâlde bulacaksınız: Onlar hem sizden emin olmak, hem kendi kavimlerinden emin olmak isterler. (Sizin yanınızda sizden, kavimlerinin yanında onlardan gözükmek sûretiyle.) Ne zaman fitneye döndürülürler (sevk-u davet edilirler)se onun içine baş aşağı atılırlar. Öyle ise onlar sizi bırakıp bir tarafa çekilmezler, barışı size bırakmazlar, ellerini çekmezlerse, onları nerede bulursanız yakalayıp tutun, onları öldürün. İşte size onlar hakkında apaçık bir hüccet (ve selahiyet) verdik.

5.5.1.10.1. İslâmiyeti Kabul Eden Harbîlere Müteallik Meseleler

Bir düşmanın İslâmiyet'i kabul etmesi, kendisiyle harbin devamına mânidir. Binâenaleyh muharib bir düşman, Din-i İslâm'ı kabul edince İslâm camiasına girmiş, nefsi de, malı da masuniyet kazanmış olur. Din-i İslâm'ı kabul etmiş olmasına hükmedilebilmesi, şu üç tarikten birisiyle sabit olabilir.

A) Nass Tarikidir: Din-i İslâm'ı kabul ettiğini sarahaten ikrâr veya itiraf etmesi gibi.

B) Delâlet Tarikidir: Cemaatle namaz kılması gibi. Bu İmâm-ı A'zam'a göredir. İmâm Şâfii'ye göre ise imanına hükmedilmez.

C) Tebaiyyet Tarikidir: Bir çocuğun anasına babasına veya bulunduğu dâra tebean Müslüman sayılması gibi.

Harbî bir kimsenin İslâm olması ile malının mahfuz olmaması, ancak şu vechile zuhur eder. Bunun dışında malı ve canı tamamıyla emniyette olur.

1. Bir harbî, İslâmiyeti kabul ettikten sonra Dâr-ı İslâm'a gelse, sonra o vatanı olan Dâr-ı Harb, Müslümanlarca zabt olunsa, orada bulunan menkul ve gayr-i menkul malları fey'i olmuş olur. Fakat bir zımmîye veya bir Müslümana vedia olarak bırakmış olduğu malları, kendisine âittir. Dâr-ı Harb'de kalmış küçük çocukları da kendisine tebean Müslüman sayılacağından bunlar fey olamaz. Büyük evladı ve ailesi ise fey sayılırlar.

2. Böyle bir harbî, Müslüman olduktan sonra Dâr-ı İslâm'a gelmeden evvel Müslümanlar tarafından zabt olunursa, o beldede kendi elindeki menkul malları tamamen kendisine âit olur, bunlar “fey'i” olarak zabt edilmez. Vedia olarak bıraktıkları mallar da böyledir. İmâm-ı A'zam'a göre bu vedia malları Müslümanlara değil, bir harbîye bırakılmış ise fey olur. Gayr-i menkul mallarına gelince bunlar, İmâm-ı A'zam ile İmâm Muhammed'e göre fey'i (mâli ganimet) kabilindendir. İmâm Ebû Yusuf ile İmâm Şâfii'ye göre menkul mallarla, gayr-i menkul mallar müsavidir.

3. Bir harbî Dâr-ı İslâm'a geldikten sonra, İslâm'ı kabul ettikten sonra, ülkesi Müslümanlar tarafından fethedilse, orada bulunan bütün malları, evladı ve zevcesi fey'i olmuş olur. Çocuklardan murad, bâliğ olmayan çocuklardır.

4. Annesi ve babasından biriyle olmaksızın Dâr-ı Harb'den Dâr-ı İslâm'a yalnız getirilen gayr-ı bâliğ çocuk Müslüman sayılır. Annesi veya babasından biriyle beraber esir olursa harbî sayılır.

5. Bir harbî Dâr-ı Harb'de İslâm olup aynı yerde bir Müslim tarafından kasden veya hata tarikiyle öldürülecek olsa, Müslime yalnız keffaret lâzım gelir. Çünkü maktul her ne kadar İslâm ise de düşman bir kavme mensup bulunmuştur. Bu İmâm-ı A'zam'a göredir. İmâm Ebû Yusuf'a göre hata sûretinde diyet iktiza eder. İmâm Şâfii'ye göre hata sûretinde diyetle beraber keffaret de lâzım gelir. Amd sûretinde ise kısas icab eder.

6. Mücahidlerin muhasara ettikleri bir belde ahâlîsinin bir kısmı İslâm'ı kabul eder, bir kısmı da zımmî olarak yaşamayı isterse; veliyyü'l-emr dilerse Müslüman olmayanlarını öldürür, dilerse beldesinde bırakır. Bu hâlde, o günkü ahvâle göre sulha iltizam edilir veya edilmez. Böyle bir beldede İslâm kuvvetlerini tutmak, o kuvvet kendisini savunacak güçte olduğu takdirde caizdir. Aksi takdirde câiz olmaz. Aynı zamanda o beldedeki Müslüman olanların irtidatından korkulursa, yine kuvvet bulundurmak câiz olmaz. Bu takdirde İslâm mücahidleri tehlikeye atılmış olunur.

5.5.1.11. Düşmandan Tehlike Gelmeyeceği Takdirde Düşmanı Takip Etmenin Lâzım Geldiği

Sûre-i Nisâ Âyet: 104- (Düşmanlarınız olan) Kavmi aramakta (takip etmekte) gevşek davranmayın. Siz acı duyuyorsanız, şüphesiz ki onlar da sizin duyduğunuz o acı gibi acı duyuyorlar. Hâlbuki siz Allah'tan onların ümit edemeyecekleri şeyleri umuyorsunuz. Allah gerçek bilicidir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir.

5.5.1.12. Düşman Tarafından İstila ve İstirdad da Yapılacak Muamele

Gayr-i Müslim kavimler, Dâr-ı Harb'de birbirlerinden istila (galebe) tarikiyle elde ettikleri mallara, esirlere derhâl mâlik olurlar. Çünkü bunlar kendileri için mübahtır, memleketlerine götürmeleri şart değildir.

Gayr-i Müslim bir kavim, harb neticesinde Müslümanların mallarından elde ettikleri şeylere mâlik olurlar, ancak bunları kendi ülkelerine götürmeleri şarttır. Dâr-ı İslâm'dan Dâr-ı Harb'e kaçan hayvanlara da harbîler mâlik olurlar. Bu Hanefiyye ve İmâm Ahmed'in ictihadına göredir. İmâm Mâlik ve İmâm Şâfii hazretlerine göre İslâm mallarına mâlik olamazlar. Zahirilere göre de harbîler, Müslümanların ve zımmîlerin mallarına aslâ temellük edemezler. Müslümanlar ne zaman o ülkeyi alırlarsa, alınan mallar sahiplerine iade edilir, velev ki başkalarına intikal edilmiş olsa dahi. Hatta emân ile Dâr-ı İslâm'da bu malları satanlardan dahi geri alınır. İmâm Şâfii'nin de kavli Zahirilerin kavli gibidir. Bu mallar ancak sahibinden satın alınır veyahut kendilerine bağışlanır veya zımmîden kendilerine mirasen intikal ederse iadesi memnûdur. İslâm tacirlerinin elinden de bu mallar alınmaz.

Gayr-i Müslim muharibler hiçbir vechile harb neticesinde Müslümanlardan veya zımmîlerden aldıkları hür veya müdebber, ümmi veled, mukateb olan erkekleri ve kadınları esir almaları ile onlara mâlik olamaz. Bunda bütün müctehidler ittifak etmişlerdir. Ancak Dâr-ı Harb'e intikal eden malları almak için harbîler takip edilmezler. İntikalden evvel almağa gayret gösterilir. Fakat kadınlar ile çocuklar söz konusu olunca Dâr-ı Harb'e ithal etmiş olsalar dahi takip edilmeleri icab eder. Meğerki kuvvet ve imkân mevcut bulunmasın. Veya bunu takip, büyük zarar ve tehlikelere sebep olsun.

Şu fıkhî meselelere göre mücahidlerin istila ettiği yerlerdeki ehl-i harbe âit gayr-i Müslimlerden alınan mallara ve esirlere Müslümanlar mâlik olurlar. Bu esirler ve mallar, Müslümanlardan istirdad edilmiş ise tevziden evvel alınan malları ganimet olur. Tevziden sonra ise, yani mücahidlere verildikten sonra ise âit olduklarına iade olunurlar. İmâm Şâfii'ye göre ise böyle düşmandan istila yolu ile elde edilen mallar, herhâlde eski sahiplerine verilir. Bunlar ganaime aslâ dahil olmaz. İmâm Zuhri, ganaimden saymıştır.

Boğaz harici olan denizler, ne Dâr-ı İslâm, ne de Dâr-ı Harb sayılır. Binâenaleyh harbîler, bu denizlerde elde ettikleri Müslüman mallarını, sefine-lerini, gemilerini Dâr-ı Harb'e ithal etmeden sahip olamazlar. Bu hâlde bunları, sahipleri her kimin elinde bulursa meccanen alabilir. Fakat Dâr-ı İslâm'a emân ile gelen, yani müsaade ile gelen bir gayr-i Müslimin sattığı istila mallarına vaziyet edilemez.
Vaktiyle Müslümanların elinde iken harbîler tarafından istila edilmiş olan arazi parçası, tekrar Müslümanlar tarafından alınır ise öşriye ve hariciye olan araziler, eski sahibi taksimden ve hariciye olmasına hükmolunmasından evvel zuhur ederse bunu meccanen alır. Evvelki hâli üzerine kalır. Yani öşriye ise öşriye, hariciye ise hariciye. Bu araziler taksimden veya hariciye olmasına hükümden sonra zuhur ederse, buna ancak o vechile kıymetiyle sahip olabilir. Şu kadar var ki, bu arazi üzerine ağaç dikilerek bahçe hâline getirilmiş, evler yapılmış ise artık eski sahibi bunları söktürüp yerlerini kıymetiyle alamaz. Öşriye, elde edilen arazinin beşte birinin beytü'l-mâle bırakılıp, mütebakisinin mücahidlere dağıtıldığı araziye denir. Hariciye de, gayr-i Müslimlerin elinde bırakılan araziye denir. Arâzî-i emîriyye ise, bu istila edilen arazi, bedel istirdad kıymetiyle ahz etmek muamelesi câri olmaz. Yani evvelki sahipleri bu araziye müdahale edemezler. Bu şart üzerine haraç vaz' ile hükümet tarafından bazı kimselere şer'i üzere satış ve teslim edilmiş olmasıdır. Aksi takdirde eski sahipleri istiladan sonra sahip oldukları gibi, vefatları hâlinde varislerine mülkiyet vechi üzere veraset câridir.

Harbîlerden istirdad edilen mallar Dâr-ı İslâm'a getirilmeden tekrar düşman bunu gasb eder de ikinci mücahid bir kavim alırsa, birinci mücahid taifenin hakkı sükût eder. Aksi takdirde olursa ilk sahiplerine iade edilir.

Dâr-ı İslâm'dan Dâr-ı Harb'e kaçıp iltihak eden bir köleye harbîler mâlik olamaz. Binâenaleyh bunu satın alan bir tacirden meccanen alınır. Bu İmâm-ı A'zam'a göredir. İmâmeyn'e göre ise harbîler sahip olurlar. Fakat bu köle, kısmen hür sayılan müdebber, ümmi veled veya anlaşmalı köle olsa, buna harbîlerin mâlik olamayacağında ittifak vardır.

Muharib bir düşmanın istila yoluyla elde ederek Dâr-ı Harb'e ithal etmiş olduğu bir Müslüman köle veya câriye, firar ederek Dâr-ı İslâm'a avdet eylese azad olmuş olur.

İslâm mücahidlerinin tekrar istila ettiği beldelerdeki evvelce esir edilmiş müdebber, ümm-i veled veya mükateb olan köleleri, câriyeleri istirdad eyleseler, bunları eski sahipleri meccanen ahz ederler, mücahidler arasında ganimet malları gerek taksim edilsin, gerek edilmesin. Bunlar taksime tâbi tutulmuş ise mücahidlere beytü'l-mâlden bunların bedelleri tediye edilir.

Dâr-ı Harb'e giren İslâm mücahidlerinin elde ederek Dâr-ı İslâm'a çıkardık-ları bazı kimseler, İslâm ve zımmî olduklarını veya Dâr-ı Harb'e ticaret için emân ile gitmiş bulunduklarını ispat ederlerse, sebilleri tahliye edilir. İslâm alâmet ve siması müşahede olunduğu takdirde de tecavüzden kutrulurlar.

5.5.1.13. Mücahidlerin Harb İçinde Vazifelerinin Neler Olduğu ve Bu Zahmetlere Katlanmadıkça Cennete Hemen Girilemeyeceği

Sûre-i Âl-i İmrân Âyet: 139- (Ey mü'minler!) Gevşemeyin, mahzun olmayın, siz eğer (gerçekten) mü'min iseniz (düşmanlarınıza galib ve onlardan) çok üstünsünüz.

140,141- Eğer size (Uhud'da) bir yara değmiş bulunuyorsa (Bedir'de) o kavme de o kadar yara değmiştir. O günler (öyle günlerdir ki) Biz onları insanlar arasında (kâh lehlerine, kâh aleyhlerine olmak üzere elden ele ve nöbetleşe) döndürür dururuz. (Bu da) Allah'ın (ezeldeki) ilmini iman edenlere açıklaması, içinizden şehidler edinmesi, mü'minleri tertemiz yapıp kâfirleri (murdar ölümle) helâk etmesi içindir. Allah zalimleri sevmez.

Not: Bedir Muharebesinde Müslümanlar zafer bulmuş, düşmanlarına çok zayiat verdirmişlerdi. Uhud Muharebesinde ise Müslümanlar fazla zayiat vermiş-lerdi. Cenâb-ı Hakk bu vakıadan müteessir olan Müslümanları hem teselli buyuruyor, hem üzülmeyip bunun bir ilm-i İlâhi tahtında olduğunu ve sebebini açıklayarak, kıyâmete kadar da böyle devam edeceğini bildiriyor. Aslâ ve aslâ “Gevşemeyin, üzülmeyin.” buyurarak, harb sahasındaki mücahidin büyük bir vazife-i askeriyesini hatırlatıyor ve hüküm olarak bir esasa rabt edilmiş olunduğunu müşahede ediyoruz.

142- Yoksa siz -Allah içinizden savaşanlar(la savaşmayanlar)ı belli etmeden- sebat edenler(le etmeyenler)i belli etmeden cennete gireceği-nizi mi sandınız?

5.5.1.14. Cihad Emrinde Tembellik Göstermemek Gerektiği, Aksi Takdirde Sonunda Umûmi Tehlikelerin Baş Göstereceği

Sûre-i Enfâl Âyet: 25- Bir de böyle bir fitneden (eseri ammeye sirâyet eden günâhlardan: Meşru olmayan şeylerin aranızda karar bulması, iyiliği ve meşruyu emretmek hususunda dalkavukluk edilmesi, birliğin parçalanması, bidatların zuhuru, cihad emrinde tembellik gösterilmesi gibi hareketlerden) sakının ki, o içinizden yalnız zulmeden-lere çatmaz. (Ammeye de sirâyet ve hepsini perişan eder.) Hem bilin ki Allah, şüphesiz azabı çetin olandır.

Hulâsa: Cihad bâbındaki emirler hep bir tertib ve intizam içinde gelmiştir. Bu meyanda tanzim ettiğimiz mevcut delillere göre Cenâb-ı Peygamber'in (sav) ilk vazifesi, tebliğden ve Cenâb-ı Hakk'a eş koşanlardan yüz çevirmekten ibarettir. (Sûre-i Hicr Âyet: 94) Sonra güzel bir mücadele, tatlı bir münakaşa ile memur edildi…(Sûre-i Nahl Âyet: 125) Müslümanlar, haklarında reva görülen bunca işkencelerden dolayı muharebeye izin istedikleri hâlde, buna müsaade edilmedi. Hatta bu bâbda sabr-u tahammül edilmesine dâir âyet-i kerime nâzil olmuştur. Bİlâhare Sûre-i Hacc'ın 39'uncu âyetiyle görülen lüzum üzerine, zulme karşı mukavemete izin verildi. Bu da bir emir değil izin idi. Muahharen Eşhur-u Hurum geçmek şartıyla, yani haram olan aylarda muharebe yasak olduğundan, bu aylar geçtikten sonra cihad kabul edildi. Sûre-i Tevbe'nin 5'inci âyetidir ki, Arap müşriklerine münhasır idi. Bu âyete âyet-i seyf (kılıç âyeti) derler. Derken düşmanların hücum ve taarruzuna karşı cihad ile mukabele ve müdafaaya emir geldi. (Sûre-i Bakara Âyet: 191) Bütün bunlardan sonra Sûre-i Bakara'nın 244'üncü âyetinin nâzil olmasıyla umûmi olarak cihad farz edilmiş oldu.
İşaret ettiğimiz Bakara sûresinin 191'inci âyetinin cümle-i kerimesiyle, Mümtehine sûresinin 8'inci ve Tevbe sûresinin 7'nci âyetlerinden ve birçok benzerleriyle Buharî'nin Enes bin Mâlik'ten (ra) tahric ettiği “Kuvvetinize, cesaretinize güvenip de düşmanla kolay kolay muharebeyi arzu etmeyin. Fakat bir kere de harbe başladınız ve karşılaştınız mı artık sebat edin.” meâlindeki hadisten ve nice benzerlerinden de istidlal edileceği vechile İslâm'da cihad en son çare olarak kabul edilmiş, sulh-u müsalemet ise bir asıl ve esas diye tanınmıştır. Bunun aksini iddia etmek garazkârlıktan başka bir şey değildir.

5.5.2. Allah'ın, Cihad Edenleri -Özür Sahibi Olmayarak- Etmeyenlerden Çok Üstün Kıldığı

Sûre-i Nisâ Âyet: 95- Mü'minlerden özür sahibi olmaksızın (evlerinde) oturanlarla, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşanlar bir olmaz. Allah mallarıyla, canlarıyla savaşanları, derece itibarıyla, oturanlardan çok üstün kıldı. (Gerçi) Allah hepsine de cenneti vaad etmiştir. (Fakat) Allah savaşanlara, oturanların üstünde daha büyük bir ecir vermiştir.

5.5.3. Lüzumu Hâlinde Allah Yolunda Hicret Etmenin Gerektiği ve Hicret Etmekten Muaf Olanların Kimler Olduğu, Resûl-i Ekrem'in Hicreti

A) Sûre-i Nisâ Âyet: 97- Öz nefislerinin zalimleri olarak canlarını alacağı kimselere melekler derler ki: “Ne işte idiniz?” Onlar: “Biz yer(yüzün)de (Mekke'de) (dinin amellerini tatbikten) âciz (kimse)lerdik.” derler. Melekler de: “Allah'ın arzı (yeryüzü) geniş değil miydi? Siz de oraya hicret edeydiniz ya!” derler. İşte onlar (böyle). Onların barınakları cehennemdir. O ne kötü bir yerdir. (Mekke'de kâfirlerin arasında kalıp onlarla hemhâl olan Müslümanlar hakkında nâzil olmuştur.)

98- Erkeklerden, kadınlardan, çocuklardan zaaf, acz içinde bırakılıp da hiçbir çareye gücü yetmeyen ve (hicrete) de bir yol bulamayanlar müstesna.

99- İşte onlar (böyle). Allah'ın onları affedeceğini umabilir(ler). Allah çok affedici, çok yarlığayıcıdır.

100- Kim Allah yolunda hicret ederse yer(yüzün)de gidecek, barınacak birçok yerler de bulur, genişlik de bulur. Kim evinden, Allah'a ve O'nun Peygamberine muhacir olarak çıkıp da sonra kendisine ölüm yetişirse, muhakkak ki onun mükâfatı Allah'a düşmüştür. Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.

Bu âyet-i kerimenin nüzulüne sebep: Cenda bin Damre (ra) hasta idi, 98'inci âyet nâzil olduğu zaman “Ben istisna edilenlerden değilim, ben hicrete çare bulurum, hem Medine'nin yolunu bilirim. Vallahi bu gece Mekke'de yatmayacağım. Ecelim geldiyse yolda ölürüm.” diyerek yola çıktı ve yolda vefat etti.

B) Sûre-i Tevbe Âyet: 40- Eğer siz ona (Resûl'üme) yardım etmezseniz (hatırlayın o demleri ki) kâfirler onu (Mekke'den) çıkardıkları (hicretine sebep oldukları o demler öyle demlerdir ki, Resûlullah ancak) ikinin ikincisinden ibaretti. (Haktan başka medetkârı yoktu.) (Bir tek arkadaşı vardı; Ebû Bekiri's- Sıddık -ra-) O zaman onlar (Sevr dağının tepesindeki) mağaradaydılar. Peygamber, o vakit arkadaşına (Ebû Bekiri's-Sıddîk -ra-): “Tasalanma, Allah, hiç şüphe yok bizimle beraberdir.” diyordu. Allah o (arkadaşı)nın üzerine (kalbine) sekinetini (kuvve-i maneviyyesini) indirmiş, onu (Habibini) görmediğiniz (manevi) ordularla teyid etmiş, kâfirlerin kelimesini (küfürlerini) alçaltmıştı. Allah'ın kelimesi (tevhid kelimesi) ise, o çok yücedir. Allah mutlak galibdir, yegâne hikmet ve hüküm sahibidir.

C) Sûre-i İsrâ Âyet: 76- Yakında seni, neredeyse bu yerden çıkarmak için herhâlde rahatsız edecekler. (Fakat) O takdirde kendileri de arkandan pek az kalacaklardır.

77- (Biz bunu) Senden evvel gönderdiğimiz peygamberler için de sünnet (ve kaide yapmışızdır. Peygamberleri aralarından çıkaran ümmetleri helâk etmek onlar hakkında Allah'ın bir sünneti, bir âdeti, bir kanunu olmuştur). Sen Bizim sünnetimizde (Habibim) hiçbir değişiklik bulmazsın.

D) Sûre-i Ankebût Âyet: 56- Ey iman eden kullarım! Şüphesiz ki Benim arzım geniştir. O hâlde bana ibadet edin. (Hangi yerde ibadet kolay olacaksa, güçlük çekilen yerden oraya hicret edin. İşkenceye maruz kalan Mekke Müslümanlarının zayıfları hakkında nâzil olmuştur.)

5.5.4. Harb Ganimetlerinin Neler Olduğu ve Tatbik Yolu, Buna Tecavüz Etmenin Büyük Günâh Olduğu

A) Sûre-i Enfâl Âyet: 1- (Habibim) sana harb ganimetleri(nin hükmünü) sorarlar. De ki: “(Bu) Ganimetler Allah'ın ve Resûlünündür. O hâlde (tam) mü'minlerseniz Allah'tan korkun, (ihtilâfa düşmeyip) aranızı düzeltin, Allah'a ve Peygamberine itaat edin.” (Bu ihtilâf Bedir ganimeti yüzünden olmuştu.)

41- Eğer Allah'a (iman etmiş), hak ile bâtılın ayrıldığı gün, iki ordunun birbirine
kavuştuğu (Bedir) gün(ü) kulumuz (Muhammed)e indirdiğimiz (âyetler)e inanmışsanız, bilin ki, ganimet (düşmandan harben alınan mal) olarak aldığınız herhangi bir şeyin mutlaka beşte biri Allah'ın, Resûlünün, hısımların, yetimlerin, yoksulların, yolcunundur. Allah her şeye hakkıyla kadirdir.

67- Hiçbir peygamberin yeryüzünde ağır basıp (harb edip) zaferler kazanıncaya kadar (muharib düşmandan) esirler alması (vâki) olmamıştır. Siz geçici dünya malını arzu ediyorsunuz. Hâlbuki Allah âhireti (daha çok âhiret sevabını kazanmanızı, âhireti düşünmenizi) ister. Allah azizdir (dostlarını düşmanları üzerine galib kılandır). Hakîmdir (Herhâle layık olanı hakkıyla ve hikmetiyle bilendir).

68- Eğer Allah'ın geçmiş bir yazısı olmasaydı, aldığınız (fidye)de size herhâlde büyük bir azab dokunurdu.

69- Artık elde ettiğiniz ganimetten helâl ve hoş olarak yiyin. Allah'tan korkun. Şüphesiz ki Allah çok yarlığayıcıdır, çok esirgeyicidir.

Not: Fidye de ganimet cümlesinden olduğu için, bu âyeti ganimet grubuna aldık. Âyet-i kerimedeki “Büyük bir azab dokunurdu.” cümlesindeki mânaya deriz ki: Bedir günü düşmandan getirilmiş olan yetmiş esirin fidye karşılığı bırakılması istişare neticesini tasvib eder mahiyette olmasına rağmen, fidye alınıp alınmaması hakkında bir vahyin gelmesine intizar edilmeden böyle bir karar alınması, İlâhi tasvibe mugayir olur, diye Ashâb ve Resûlullah ağlaşıyorlardı. Allah-u Teâlâ bu kararın İlâhi takdire uygun olduğunu beyan buyurarak, gerçekten böyle bir vahiy gelmeden alınan kararın aleyhlerine olabileceği ihtar mahiyetinde bildirilmiştir.

B) Sûre-i Âl-i İmrân Âyet: 161- Bir peygamber için emanete (yahut ganimet malına) hainlik etmek? (Bu) olur şey değil. Kim böyle hainlik eder (ganimet ve ammeye âit hasılattan bir şey aşırır, gizler)se kıyâmet günü hainlik ettiği o şey(in günâhını) yüklenerek gelir. Sonra herkes ne etti, ne kazandıysa (mücâzat ve mükâfatı) eksiksiz ödenir. Onlar haksızlığa uğratılmazlar. (Bedir ganimetleri arasında bulunan bir kadife kaybolmuştu. Münâfıklar onu herhâlde Peygamber almıştır diye mel'ûnane bir şayia çıkarmak istediler. Allah bu âyeti inzal buyurdu.)
C) Sûre-i Haşr Âyet: 6- Allah'ın onlar(ın malların)dan Peygamberine verdiği “Fey' ”(e gelince) Siz bunun üzerine ne ata, ne deveye binip koşmadınız (yani bu husus da zahmete uğramadınız, yaya gittiniz). Fakat Allah peygamberlerini dileyeceği kimselere musallat eder. Allah her şeye hakkıyla kadirdir.

7- Allah'ın (fethedilen diğer küffar) memleketler(i) ahâlîsinden Peygam-berine verdiği “Fey' ” Allah'a, Peygamberine, hısımlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalanlara âittir. Tâ ki (bu mallar) içinizden (yalnız) zenginler arasında dolaşan bir devlet olmasın. Peygamber size ne verdiyse (fey'i vesâireyi yahut ne emrettiyse) onu alın, size ne yasak ettiyse ondan da sakının. Allah'tan korkun. Çünkü Allah(ın) azabı çetindir.

8- (Bilhassa o fey') Hicret eden fakirlere âittir ki onlar Allah'tan fazl(-u inâyet) ve hoşnutluk ararlar ve Allah'a ve Peygamberine (mallarıyla, canlarıyla) yardım ederlerken yurtlarından ve mallarından (mahrum edilerek) çıkarılmışlardır. İşte bunlar sâdıkların tâ kendileridir.

Not: Küffardan alınan ganimetler ya harb edilerek alınır yahut harbsiz alınır. Harb yolu ile alınan ganimetlerin beşte biri, yani yüzde yirmisi, beytü'l-mâle âittir. Bunlar ihtiyaç sahiplerine verilir. Geri kalanı mücahidine dağıtılır. “Fey' ” yolu ile yani harbsiz ve meşakkatsiz alınan ganimetler ise yine ihtiyaç sahiplerine dağıtılır. Bunlar mücahidlere verilmez. Nadroğullarından alınan “fey'” müstesnadır. Allah-u Teâlâ bu ganimeti Resûlullah'ın geçimi için tahsis buyurmuştur. Artanını yine hak yolunda kullanmak üzere tasarruf buyur-muşlardır. Sulh yolu ile alınan memleketlere bir vergi tahsis edilir ki buna “cizye” denilir. Bu gelir beytü'l-mâle âit olup, Umûr-i Devlet-i İslâmiye için kullanılır. Zaten bu vergiyi vermeyi küffarın kendisi kabul etmiştir. Küffarın malının, canının, ırzının, ticari ve zirai hayatının korunmasını deruhte eden Devlet-i İslâmiye'ye karşı verilen bir vergidir. Esirlerin mübadelesinden doğan gelirler de ganimet cümlesinde olup beytü'l-mâle âittir. “Fey'” yolu ile alınan ganimetlerden Resûlullah'ın (sav) akrabası olan Haşim ve Muttaliboğullarına da husûsi bir hak tahsis edilerek, beytü'l-mâlden ihtiyaçları temin edilmiştir.

Ganimet: Harbî olan kâfirlerden savaş neticesinde elde edilen mala denir. Bu mal cüz'i dahi olsa beşte biri Allah-u Teâlâ için, Peygamber için, Peygamberin karabetleri (yakını olanlar) için, yetim ve fakirler için, yolcular içindir. Mücahidlerden arta kalanlar da fakirlere tekrar tahsis olunur. Beytü'l-mâle konulmaz.

Görülüyor ki ganimetin tevzi yeri iki kısma ayrılır:

1. Ganimetin beşte biri (%20), yukarıda zikredilen yerlere sarf edilecektir.

2. Ganimetlerin yüzde sekseni de, yani beşte dördü de cihad niyetiyle harb sahasına atılmış bulunan İslâm erlerine, mücahidlere âittir. İmâm Ahmed'e göre harbe iştirak eden gayr-i Müslime ganimetten hisse verilir. İşte ganaim onlara tevzi edilir. Velev ki içlerinden bir takımı bilfiil harbe iştirak etmemiş olsunlar. Hastalık ve bazı sebeplerden dolayı harbde hizmetleri görülen kadınlara, çocuklara, kölelere, zımmîlere ganimet malından verilebilir.

Beşte biri de beş kısma ayrılır: Bu beş kısmın biri Allah'a, yani O'nun rızası için sarf edilir. Ulemâdan Ebu'l-Âliye'ye göre Cenâb-ı Hakk nâmına da bir hisse ayrılır ki bu, Kâbe-i Muazzama'ya sarf edilir. Cenâb-ı Hakk'a böyle bir maldan hisse ifrazı yapılması -O'nun zât-ı ulûhiyeti bundan ganidir- bunun böyle zikredilmesi bir tazim içindir, teberrük içindir. Onun için bu ganimetin beşte biri beş kısma ayrılır ki, biri Peygamber içindir. Bu kısım Resûlullah'a verilir, O da bununla muhterem ehl-i beytinin ihtiyaçlarını temin eder. Mütebakisi de Müslümanların menfaatine sarf edilir. Geriye kalan dört kısım da karabet sahiplerine, yani Resûl-i Ekrem'in akrabaları olan Beni Haşim ve Muttalib ile Müslümanların yetimleri, fakirleri ve nafakalarını temin edemeyen Müslüman yolculara sarf edilir. Demek ki bu beş kısmın bir kısmı Resûlullah'a, bir kısmı Resûlullah'ın kariblerine, geri kalan üç kısmı da beytü'l-mâle vazz edilerek, fakir olan yetimlere, miskinlere, yolculara sarf edilecektir.

İmâm-ı A'zam'a göre Resûl-i Ekrem Efendimizin âhirete irtihâliyle kendisine ve Beni Haşim ile Beni Muttalib'e âit olan hisseler sâkıt olmuştur. Ancak Beni Haşim ve Beni Muttalib'in fakirleri var ise onlara da sâir fakirler gibi bu ganimet hissesinden yardım edilir.

İmâm Şâfii'ye göre irtihâl-i Nebevîden sonra Resûl-i Ekrem'e âit hisse Müslümanların mesalihine, mesela vesait-i harbiye tedarikine sarf edilir. Beni Haşim ile Beni Muttalib yine hisselerini alabilirler. Mütebaki üç hisse de beytü'l-mâle konularak fakir yetimlere, yoksullara ve yolculara sarf edilir.

Bir yerin fethi ya sulhen, ya anveten, yani kahren, cebren muharebe yapılarak vücuda gelir. Müslümanlar bir yeri sulh yolu ile fethettikleri takdirde hem o zamandaki veliyyü'l-emrin, hem de ondan sonra veliyyü'l-emr olacak zâtların, o sulh şartlarına riâyet etmeleri icab eder. Bu sûretle o yer, sulh yapan kavmin elinde mülkü olarak kalır, böyle bir yerin arazisi üzerine sulh şerâitinden olarak bir vergi konulacak olursa, suları nazara alınır. Eğer suları haraç sularından ise haraç üzerine, öşr sularından ise (yağmur, dere, kuyu, pınar, çeşme suları gibi) öşr üzerine sulh yapılır. Arap olmayan kavimlerin açmış oldukları nehirler ماؤ خراج “mâ-i harâc” (haraç suyu) sayılır.

Anveten fethe gelince, veliyyü'l-emr muhayyer olur. Şöyle ki: O beldeyi dilerse gayr-i Müslim ahâlîsi elinde bırakır, kendilerine de sâir ganimet mallarından barınabilecekleri miktarda mal terk eder, kendilerinden cizye, arazilerinden de haraç almakla iktifa eder.

Dilerse ahâlîyi çıkarıp yerlerine hariçten gayr-i Müslim ahâlî celb edip iskan eder. Bu hâlde o belde arazisi “haraciyye” olur.

Dilerse o belde ahâlîsini, İslâmiyeti kabul ettikten sonra yine yurtlarında bırakır. Yahut orasını ganimler arasında tamamen taksim eder.

Veya kısmen ganimlere taksim, kısmen de beytü'l-mâlin masarifine karşılık olarak Hükümet-i İslâmiye nâmına ibka eder. Bu vechile ahâlîye ita veya ganimler arasında taksim edilen arazi de “arâzî-i öşriyye”den olmuş olur.

Dilerse o belde arazisini ne mücahidler ne de başkaları arasında taksim etmeyip, ilelebed bütün Müslümanlar nâmına muhâfaza eyler. Bu sûrette de o belde arazisi, “arâzî-i memleket” olur. Sonraları bu gibi araziye “arâzî-i emîriyye, arâzî-i milliye” adı verilmiştir.

İmam Mâlik hazretlerine göre anveten fethedilen arazi, ganimler arasında taksim edilmez. Belki vakf olunur. Haracı Müslümanların mesalihine sarf edilir. (Cihad, Mescid, Köprü gibi yerlere sarf edilir.) Yine de veliyyü'l-emr dilerse taksim edebilir, demiştir.

İmam Şâfii hazretlerine göre de bu gibi arâzî-i meftuhe, sâir ganaim gibi beş kısma ayrılır. Bunların bir kısmı beytü'l-mâle, mütebakisi de mücahidlere verilir, demiştir. Zahiriyye de bu kavil üzeredir.

Harbîlerden muharebe esnasında veya muharib iki ordunun tekabulu sırasında
gazilerin kuvvetleriyle kahren alınan mallar üç kısma ayrılmış oluyor.

1. Ganâim-i gayri me'lufedir ki, bunlar kahren veya sulhen alınan gayrimenkul mallardan ibarettir. Araziler gibi. Yukarıda bilgi verilmiştir.

2. Ganâim-i me'lufedir ki, harb esnasında harbîlerden kahren alınan menkul mallardan ibarettir. Bunların beşte biri beytü'l-mâle, mütebakisi mücahidlere verilir. Bunlar da ganimetin taksimi bâbında zikredilmiştir.

3. Ganâim-i hâlisadır ki, mücahidlerden bazılarına tenfil sûretiyle tahsis edilmiş bulunan bir kısım ganimet mallarından ibarettir. İleride bahsedilecektir.

Ganimetler Dâr-ı İslâm'a çıkarılmadıkça bunların üzerinde mücahidlerin hakları sabit olamaz. Bu İmâm-ı A'zam'a göredir. Dâr-ı Harb'de taksimi de câiz değildir. Meğerki lüzum görülsün. O zaman taksim câiz ve muteber olur.

Eimme-i Selâse'ye göre ise mücahidler, ganimet mallarına Dâr-ı Harb'e vaziyet ettikleri andan itibaren mâlik olurlar. Binâenaleyh bu mallar Dâr-ı Harb'de mücahidlere taksim edilebilir. Zahirilere göre de böyledir.

Ganimet mallarını Dâr-ı İslâm'a nakil için Hükümet-i İslâmiyenin müstakil vesaiti mevcut değil ise gazilere sehimleri nispetinde muvakkaten tevzi edilir. Sonra bunlar, kendilerine kat'i sûrette taksim edilir.

Ganimet mallarının Dâr-ı İslâm'a nakli için lüzumuna binâen ücret mukabilinde gazilere hem cebredilebilir, hem edilmeyebilir de. Bu veliyyü'l-emrin görüşüne bağlıdır.

Gaziler ganimetten, taksimden evvel bir şey satamazlar. Fakat veliyyü'l-emr satabilir. Gazilerden bir kısmı taksimden evvel Dâr-ı Harb'de vefat etse ganimet mallarından varislerine bir şey verilmez. Dâr-ı İslâm'a çıkmış olsa idi, intikal ederdi. Bu İmâm-ı A'zam'ın ictihadıdır. İmâm Şâfii ile diğer ulemâya göre, düşmanın hezimeti istikrar ettikten sonra gazi vefat ederse, hissesi varislerine intikal eder. Velev ki ganaim Dâr-ı İslâm'a çıkmış olmasın.

Bir kumandan, bir beldeyi fethettikten sonra elde ettiği ganaimi, veliyyü'l-emrin müsaadesi olmadıkça mücahidler arasında taksim edemez. Fakat düşman beldesi fethedilmediği takdirde taksime selâhiyetlidir. Veliyyü'l-emr tarafından sarahaten menedilirse bunu da yapamaz. Ganimlerden biri, ganimet mallarından bir şey telef etse, İmâm-ı A'zam'a göre tazmin etmez. İmam Şâfii'ye göre tazmin eder.
İmâm Şâfii'ye göre bir gazinin piyade ve süvari olması, harbe iştirak ettiği zamandan itibaren muteber olur. Hanefiyyeye göre Dâr-ı Harb'e yakın bir menzile duhülle başlar.

Hanefi müctehidlerine göre piyade olanlara birer, süvari olanlara da ikişer sehim verilir. Kumandan olan zât da mücahidlerden bir fert gibi sehm alır. Eimme-i Selâse'ye göre süvari olan mücahidlere üçer sehm verilir. Atların husûsiyetleri nazar-ı dikkate alınmaz.

Tenfil:

Veliyyü'l-emr veya emir, lüzum görürse fazla bir sehm, bir atiye veya muayyen bir para vermek üzere mücahidleri harbe tergib veya teşvikte bulunabilir. Buna “tenfil” denir. Bu vechile verilen mala da “nefl” denir. Cem'i “enfal”dir.

Tenfil iki kısımdır. Biri Tenfil-i hâstır ki, bir kısım gazilere âit bulunur. Bu vechile tenfilin harb esnasında veya harb başlangıcında yapılması mendubdur. Düşmanın dağılmasından veya ganimetlerin ihraz edilmesinden sonra yapılması câiz değildir. İkincisi, Tenfil-i âmdır ki, bütün gazilere karşı yapılmış olur. Bunda da iki sûret vardır. Birinci sûret; veliyyü'l-emr tarafından gazilere hitaben, “Her kim ne elde ederse kendisinin olsun.” diye tahsis vechi olur. Bu hâlde her gazi elde edeceği mala, esire derhâl temellük eder, bunun humsi (beşte biri) alınmaz. Bunun dışındaki maldan beşte bir alınır. İkinci sûret, veliyyü'l-emr canibinden, “Her ne elde ederseniz sizin olsun.” diye teşrik vechile yapılır. Bu, câiz değildir. Bu hususta emir tarafından verilen vaidler, bu iki hâl üzerine değerlendirilir. Tenfilden evvelce haberdar olmak şart değildir. Tenfilden haberdar olmayan bir mücahid, kumandanın dediğini yapsa tenfile müstehik olur.

Mücahidlerin bazılarına daha fazla atiye verilmek üzere yapılan tenfil muteberdir. Düşman tarafında bulunan muharib bir Müslüman'ı öldüren mücahid, onun malına müstahik olamaz. Tenfil yapan (ikramiye verilmesini ilan eden) kumandan vefat edip, yerine ordu arasından ittifakla kumandan ittihaz edilse, yapılmış tenfil zâil olmaz. Meğerki ikinci kumandan o tenfili iptal etsin. Bu da ilanla olur.

İmâm Mâlik'e göre tenfil beşte birden verilir. İmâm Şâfii'ye göre ganimetin beşte birinin beşte birinden verilir. Bazılarına göre de ganaimin üçte ve dörtte birinden verilir.

5.5.5. Harb Meydanından Kaçmanın Vebal Olduğu ve Düşmana Karşı Harb Taktiği Kullanarak Geriye Çekilmenin Mahiyeti ve Harbden Korkmanın İman Zayıflığına Delâlet Ettiği

A) Sûre-i Nisâ Âyet: 77- (Evvelce) Kendilerine “Ellerinizi (muharebeden) çekin, dostdoğru namazı kılın, zekâtı verin.” denilen kimselere bakmaz mısın? Şimdi onların üzerine muharebe yazılınca (farzedilince) içlerinden bir zümre, insan(lardan başka bir şey olmayan düşman)lardan, Allah'tan korkar gibi, hatta daha şiddetli bir korku ile korkuyorlar. Onlar: “Ey Rabbimiz! Üzerimize (şu) muharebeyi niye yazdın? Bize yakın bir zamana kadar geciktirmeli değil miydin?” dediler. (Onlara) de ki: “Dünyanın faidesi pek azdır, âhiret ise sakınanlar için elbet daha hayırlıdır. Siz hurma çekirdeğinin ince ipliği kadar bile haksızlığa uğratılmayacaksınız.”

B) Sûre-i Enfâl Âyet: 15- Ey iman edenler! Toplu bir hâlde kâfirlerle karşılaştığınız zaman onlara arkalarınızı dönmeyin (kaçmayın).

16- Tekrar muharebe için bir tarafa çekilmeniz yahut diğer bir fırkaya ulaşıp mevki tutmanın hâli müstesna olmak üzere, kim öyle bir günde onlara arka çevirirse o, muhakkak ki Allah'ın gazabına uğra-mıştır. Onun yurdu cehennemdir. O, ne kötü bir sonuçtur!

5.5.6. Harb Meydanında Hafif Bir Uyumanın Rahmet Eseri Olduğu

Sûre-i Enfâl Âyet: 11- O, size o vakit kendisinden bir eminlik olmak üzere hafif bir uyku bürüyordu…

5.5.7. Allah'ın Cihad Edenlere Yardım Edeceği

A) Sûre-i Âl-i İmrân Âyet:124- O vakit sen mü'minlere, “İndirilen üç bin melekle Rabbinizin size imdat etmesi yetişmez mi?” diyordun.

125- Evet, siz sabr(-u sebat) eder, (itaatsizlikten) sakınırsanız, bu(nlar, yani düşmanlar) da ansızın üstünüze gelecek olurlarsa, Rabbiniz size nişanlı beş bin melekle imdat edecektir.

126- Allah bu (imdadı) size, başka değil, sırf (zaferin) bir müjde(si) olsun, kalbleriniz onunla yatışsın diye yaptı. (Yoksa) nusret (ve zafer) ancak yegâne galib ve yegâne hüküm ve hikmet sahibi olan Allah canibindendir.

B) Sûre-i Enfâl Âyet: 17- Onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü onları. Attığın zaman da (Habibim) sen atmadın, ancak Allah attı. (Ve bunu) mü'minleri kendinden güzel bir (nimet) imtihan(ı) ile denemek için (yaptı.) Şüphesiz ki Allah hakkıyla işiten, kemâliyle bilendir.

C) Sûre-i Tevbe Âyet: 25- Andolsun ki Allah birçok (savaş) yerler(in)de ve Huneyn gününde size yardım etmiştir. (O Huneyn günündeki) çokluğunuz o zaman size ucub vermişti de bu, size (gelecek kazadan) bir şeyi gidermeye yaramamıştı. Yeryüzü, o genişliğine rağmen başınıza dar gelmişti. Nihâyet (bozularak) gerisin geriye dönüp gitmiştiniz.

26- Sonra Allah, Resûlü ile mü'minlerin üzerine sekinetini (kuvve-i maneviyyesini) indirdi, görmediğiniz (melek) orduları(nı) indirdi ve kâfirleri azablandırdı. Bu, o kâfirlerin cezası idi.

5.5.8. Harb Meydanında Kumanda Sahiplerine İtaat Edip Tefrikaya Düşmemek ve Cihadda Sebat Etmek Gerektiği

A) Sûre-i Bakara Âyet: 249- Vaktaki Tâlut ordusu ile ayrılıp çıktı. Dedi ki: “Şüphesiz Allah sizi bir ırmakla imtihan edicidir. İşte kim ondan (kana kana) içerse benden değil, kim de onu tutmazsa artık o benden. Eliyle bir avuç alanlar başka (onlara müsaade var.)” derken (ırmağa varır varmaz) içlerinden birazı müstesna olmak üzere ondan (bol bol) içtiler. Nihâyet o (Talût) ve mahiyetindeki mü'minler vaktaki onu (ırmağı) geçtiler. (Beri yanda kalanlar) dediler ki: “Bugün bizim Câlut'a ve ordusuna karşı (duracak) tâkatımız yoktur.” (Âhirette) muhakkak Allah'a kavuşacaklarını bilenler (ve itaatle ırmağı geçenler) ise “Nice az bir cemiyet, daha çok bir cemiyete Allah'ın izni ile galebe etmiştir. Allah sabır (ve sebat) edenlerle beraberdir.” dediler.

250- Onlar (Tâlut'a itaat eden mü'minler) Câlut ile askerlerine karşı çıktıkları zaman (niyaz edip) dediler ki: “Ey Rabbimiz! Üzerimize (yağmur gibi) sabır yağdır. Ayaklarımıza sebat ver (er meydanından kaydırma). Bu kâfirler güruhuna karşı bize yardım et.”

Not: Câlut, Amalika'dan cebbar bir hükümdardı. Rum denizi sahilinde, Mısır'la Filistin arasında sakindiler. İsrailoğullarına galebe etmişlerdi. Irmağı geçenlerin sayısı Bedir sayısına muadildi (310 kişi).

B) Sûre-i Âl-i İmrân Âyet: 121- Hani sen mü'minleri muharebeye elverişli yerlerde ta'biye etmek üzere erkenden ailenden (Medine'den) ayrılmıştın. Allah hakkıyla işitendir, (her şeyi) kemâliyle bilendir. (Uhud muharebesine işaret)

122- O zaman içinizden iki zümre zaaf göster(mek iste)mişti. Hâlbuki onların yardımcısı Allah'tı. Mü'minler ancak Allah'a güvenip dayanmalıdır.

123- Andolsun ki siz (adetçe, silahça, binekçe düşmandan daha) zayıf ve dûn iken Allah size Bedir'de kat'i bir zafer verdi. Allah'tan sakının, tâ ki şükretmiş olasınız.

144- Muhammed bir peygamberden başka (bir şey) değildir. Ondan evvel daha nice peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi O ölür yahut öldürülürse ökçelerinizin üstünde (gerisin geri) mi döneceksiniz? Kim (böyle) iki ökçesi üzerinde (ardına) dönerse, elbette Allah'a hiçbir şeyle zarar yapmış olmaz. Allah şükür (ve sebat) edenlere mükâfat verecektir.

145- Allah'ın izni (emri ve kazası) olmadıkça hiçbir kimseye ölmek yoktur. O, vadesiyle yazılmış bir yazıdır. Kim dünya menfaatini dilerse kendisine ondan veririz. Kim de âhiret sevabını isterse ona da bundan veririz. Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız.

146- Nice peygamber (gelip geçmişti ki) maiyetinde birçok âlimler muharebe etti de Allah yolunda kendilerine gelen (belalar)dan dolayı ne gevşeklik, ne zaaf göstermediler, (düşmana) boyun da eğmediler. Allah sabr(-u sebat) edenleri sever.

147- İşte onların sözü: “Ey Rabbimiz! Bizim günâhlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı yarlığa. (Muharebede) ayaklarımızı iyice diret. Kâfirler güruhuna karşı bize yardım et.” demelerinden başka bir şey değildi.

148- Nihâyet Allah onlara hem dünya nimetini (nusret, ganimet, şeref, şân) hem âhiret sevabının güzelliğini verdi. Allah iyi hareket edenleri sever.

200- Ey iman edenler! Sabr(-u sebat) edin. (Düşmanlarınızla) Sabır yarışı edin. (Onlara galebe çalın. Sınırlarda) nevbet (nöbet) bekleşin (yurdunuzu çiğnetmeyin). Allah'tan korkun. (Bu sayede) Felâh bulacağınızı umabilirsiniz.

C) Sûre-i Enfâl Âyet: 45- Ey iman edenler! (Harbeden) bir (düşman) topluluğuna çattığınız vakit sebat edin ve Allah'ı çok anın. Tâ ki umduğunuza kavuşasınız.

46- Allah'a ve onun Resûlüne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin. Sonra korku ile zaafa düşersiniz, rüzgârınız (kesilip) gider. Bir de sabr(-u sebat) edin (katlanın). Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.

47- Yurtlarından çalım satarak, insanlara gösteriş yaparak çıkanlar, (halkı) Allah'ın yolundan (hak dininden) menedenler gibi olmayın. Onlar ne yaparlarsa (hepsini) Allah (ilmi ve kudretiyle) çepeçevre kuşatıcıdır.

5.5.9. Anlaşmasını Bozan Kavimlerle Akdimizden Döneceğimiz ve Fakat Anlaşmayı Bozmayanlarla Anlaşmayı Devam Ettirmek, Anlaşmayı Bozan ve İslâm'a Tecavüz Eden Küfrün Önderlerinin ise Katledilmesi Gerektiği

A) Sûre-i Enfâl Âyet: 56- Onlar, içlerinden kendileriyle muahede ettiğin kimselerdir ki, (muahededen) sonra her defasında ahidlerini bozarlar. Onlar sakınmazlar da.

57- Onun için eğer bunları harbde muhakkak yakalarsan, onlar(a yapacağın ceza) ile arkalarında (ahdi bozacak) kimseleri de ürküt. Memuldur ki (onlar da) iyice ibret alırlar.

58- Eğer (muahede eden) bir kavmin hainliği (ahdine sadakat-sizliğini anlayarak bu cihetten) kat'i endişeye düşersen, (evvela) hak ve adalet üzere (keyfiyeti) kendilerine (bildir ve ahidlerini) at. Çünkü Allah hainleri sevmez.

Not: İkide bir ahdi bozanlar, Kureyza Yahudileri idi. Resûlullah (sav) kendileriyle, aleyhlerine hareket etmemek üzere muahede yaptığı hâlde, müşriklere silahla yardım ettiler. Sonra da unuttuk dediler. Tekrar muahede yapıldı. Yine bozup Hendek muharebesinde müşriklerle birleştiler. Kab bin Eşref hayvanına binip Mekke'ye gitti. Müslümanlar aleyhine Mekkelilerle ittifak muahedesi yaptılar.

72- İman edip hicret edenler, Allah yolunda bulunanlar, canlarıyla cihadda bulunanlar, (muhacirleri) barındırıp yardım edenler (yok mu?) İşte onlar (mirasta) birbirlerinin velîleridir. İman getirip de hicret etmeyenlere ise, hicret edecekleri zamana kadar, sizin onlara hiçbir şey ile velâyetiniz yoktur. (Bununla beraber) eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, yardım etmek üstünüze borçtur. Şu kadar ki sizinle aralarında anlaşma bulunan bir kavim aleyhinde değil. Allah yapacaklarınızı hakkıyla görücüdür.

Not: Muhacirle Ensar hicret sebebiyle birbirlerinin mirasçısı olurlardı. Sonra bu hüküm nesh edildi. Mü'min bir kavimle ihtilâfa düşen kâfirler, eğer mü'min bir kavim ile muahedeli iseler, muahedeli münkir kavme karşı dahi tecavüzü ve o mü'min kavme yardıma Allah-u Teâlâ bu âyete göre izin vermemiştir. Aralarındaki ihtilâfı bertaraf etmek haklarına sahiptirler.

B) Sûre-i Tevbe Âyet: 4- Muahede yaptığınız müşriklerden size (ahidlerinin şartlarında) hiçbir şey eksiklik yapmamış, aleyhinizde (düşmanlarınızdan) hiçbir kimseye yardım etmemiş olanlar (bu hükümden) müstesnadır. O hâlde, onların müddetleri (bitinceye) kadar ahidlerini tamam-layın. Çünkü Allah (haksızlıktan) sakınanları sever.

Not: Şartlarında hiçbir şey eksiklik yapmamış demek: Ahidlerini bozmamış yahut sizden kimseyi öldürmemiş, size aslâ zarar vermemiş, mânasındadır.

7- O müşriklerin Allah yanında, Resûlü yanında nasıl bir ahdi olabilir. Mescid-i Haram'ın yanında muahede ettikleriniz müstesnadır. O hâlde bunlar size karşı (ahidlerine sadakat hususunda) doğrulukla hareket ederlerse, siz de kendilerine öylece doğrulukla muamele edin. Şüphesiz ki Allah (ahde vefasızlıktan) sakınanları sever.

Not: Ahidlerine daima hainlik eden müşriklerin elbette Allah ve Resûlü yanında bir ahdi olamaz. İstisna edilen muahede, Hudeybiye muahedesidir ki, Mekke civarında idi. Resûl-i Ekrem (sav) Kureyşlilerle bu anlaşmayı yapmış idi. Bunlar Bekir oğulları kabilelerinden Huzeyme, Mudlic, Düiloğullarıdır. Ancak bunlardan Düiloğulları ahidlerini bozmuşlar, Resûl-i Muhterem Efendimizin ahdinde dahil olan Huzâa'ya tecavüz etmişlerdi. Onları silahlandırıp tahrik edenler de Kureyş müşrikleri idi. Bu sebeple Hudeybiye musâlahasının hükmü münfesih olmuş, Müslümanlar harekete geçmişler, en nihâyet Mekke'yi fethetmişlerdir. Kureyş'in İslâm'ı kabul etmesine mukabil, Düiloğullarının haricindeki diğer Bekir oğulları kabileleri kendi dinlerini bırakmamışlardır. Buna rağmen sırf verdikleri sözde durdukları için bunların ahidleri bozulmayarak devam etmiştir. Kur'ân'da müstesna bırakılan bu kabiledir. Bir küll olan aslını, yani Hudeybiye muahedesinin nakzından sonra onun fer'inin yürürlükte bırakılması, İslâm adaletinin, İslâm'daki vicdan hürriyetinin şaheser misallerinden birini teşkil eder.

12- Eğer ahidlerinden sonra yine andlarını bozarlar ve dininize saldırırlarsa, küfrün önderlerini hemen öldürün. Çünkü onlar (hakikatte) andları olmayan adamlardır. (Bu sûretle) umabilirsiniz ki (onlara tâbi olanlar) vazgeçerler. (İslâm'ın yaptığı muharebelerin hedefi işkence ve eziyet değil, onların ısrar etmekte oldukları kötü hâllerinden vazgeçirilmeleridir.)

13- (Ey mü'minler!) Andlarını bozan, o Peygamberi sürüp çıkarmayı kuran ve bununla beraber ilk defa da sizinle kendileri (muharebeye) başlayan bir kavim ile dövüşmez misiniz? Onlardan korkacak mısınız? Eğer (gerçekten) inanmış kimselerseniz, kendisinden korkmanıza daha çok lâyık olan bir Allah vardır.

14- Onlarla muharebe edin ki, Allah sizin ellerinizle onları azablandırsın, onları rüsvay etsin, size onlara karşı nusret versin, mü'minler zümresinin göğüslerini ferahlandırsın.

15- Ve kalblerindeki gazabı gidersin (işkence gören mü'minlerin kalblerindeki husumetin, ıstırabın ateşi sönsün). Allah kimi dilerse ona tevbe nasib eder, Allah hakkıyla bilendir, tam bir hüküm ve hikmet sahibidir O. (Nitekim küfrün imâmları -rehberleri- olan Ebû Süfyân bin Harb, İkrime bin Ebû Cehil, Süheyl bin Amr gibi ruesa, Mekke'nin fethi günü tevbekâr olup İslâm'ı kabul etmişlerdir.)

16- Yoksa siz (kendi hâlinize) bırakılıvereceğinizi, içinizden cihad edenleri, Allah'tan, Resûlünden ve mü'minlerden başkasını sır dostu edinmeyenleri Allah'ın bilmediğini (O'nun uğrundaki fedakârlıklarınızın mükâfatsız kılacağını) mı sandınız? Allah, ne yaparsanız (hepsinden) haberdardır.

5.5.9.1. Harbîler ile Yapılacak Musâlahalara (Anlaşmalara) Dâir Meseleler

Harbî denilen gayr-i Müslim düşmanlarla lüzumunda muharebe yapılacağı gibi, icab ettiği takdirde mütareke, muraveze (sulh), mukâleme ve musâlaha da yapılabilir.

Uzun müddetli anlaşmalarda, akidleri bir muahedename ile tesbit etmek şer'an şarttır. Kitabu'l-Mu'âhede denilen bu vesikalar, musâlaha şerâitini ihtiva eder, iki muhasım tarafın imzalarını muhtevi bulunur.

Musâlahanın şartı, bir maslahat ve zaruretin tahakkukudur ki, Şâfii'lere göre bütün gayr-i Müslimler ile veya bir iklimde bulunan gayr-i Müslimler ile muahede akdi, veliyyü'l-emr ile onun naibine mahsustur. Lüzumu hâlinde o belde valisinin de selahiyeti dahilindedir. Şu kadar var ki, münkir olduğu takdirde veliyyü'l-emrden isti'zan, yani izin istemesi icab eder.

Yapılacak bir musâlahadan dolayı Müslümanların düşmandan Cu'l (bir miktar harb tazminatı) almaları veya vermeleri caizdir. Alınacak bu cu'l, düşmanın elçileri vasıtasıyla kendileri tarafından gönderilmiş olursa bu, cizye mahiyetinde olup tamamen beytü'l-mâle vaz olunur. İslâm ordusunun düşmanı harb sahasında sıkıştırması neticesi olarak istihsal edilmiş bulunursa, ganimet emvalinden sayılarak ona göre muamele yapılır.

Musâlaha, ya bir müddetle mukayyed olur veya müebbet bir sûrette yapılır. Bu anlaşmayı ya veliyyü'l-emr veya mezun ettiği harbi idare eden kumandan yapar. Fakat veliyyü'l-emr, kumandanlarının böyle bir sulh yapmasına izin vermez, zimmet akdi yapmaktan menederse, artık kumandanlar bunu yapa-mazlar. Şâyet yaparlarsa veliyyü'l-emrin lüzum görmesine göre muahede akdi câri olur. Emir razı olmaz ise, istediği vechile anlaşma yapılır. Düşman da bunu kabul ederse, o vechile muamele yürürlüğe girer. Fakat düşman, veliyyü'l-emrin musâlaha teklifini kabul etmez ise, hâl-i sabık avdet eder. Şu kadar var ki düşman, bu sulh veya akdi zimmetten evvelki vaziyetini almadıkça kendisine hemen harb açılmaz.
Musâlaha müddeti, görülen lüzuma göre uzun veya kısa olabilir. Bu cihet, veliyyü'l-emrin ictihadına, görülen lüzumun derecesine tâbidir.

Şâfii fukahasına göre fazla bir zaruret görülmediği takdirde dört aylık musâlaha (mütareke) yapılması caizdir. Zaruret hâlinde ise on sene olabilir. Lüzum görülürse bu musâlaha müddeti yine onar sene olmak üzere yeni akidlerle temdid edilebilir.

Musâlahaların hükmü, iki tarafın kıtale nihâyet vermekle mal, can ve ırz masuniyetini temin etmektir. Artık hiçbir Müslüman, ehl-i İslâm ile muvadeada bulunan bir kavmin hukukuna tecavüz edemez. Eğer ederlerse onlara mâlik olamazlar. Esir edilen bir kadını bunlardan satın alan bir kimse dahi ona mâlik olamadığı gibi, onunla istifraş etmesi de helâl olamaz. Müslümanların tecavüz ettiği başka bir kavme gelmiş olan taifelerine dahi tecavüz edemezler.
Yine Müslümanlar, kendileriyle musâlaha yaptıkları kavmin emân verdikleri bir kavmin dahi hukukuna tecavüz edemezler.

Birbirinden esir almamak veya esirleri öldürmemek şartıyla musâlaha yapıldığı takdirde, bu hükme riâyet olunur. Meğerki düşman bu şarta riâyet etmesin.
Rehin teatisi sûretiyle yapılan musâlaha hükmüne riâyet icab eder. Düşmanın rehin olarak elde edeceği Müslümanlara suikast etmesi melhuz olursa, rehin verilmesi câiz olmaz. Nitekim bir mühim iş için Dâr-ı Harb'e gönderilecek sefirler hususunda da bu vechile hareket olunur. O elçinin gönderilmesinden sarf-ı nazar edilir. Hatta bu hâlde sefir tayin edilecek zât, gitmekten imtina ederse emir cebredemez. Ancak veliyyü'l-emrin zann-ı galibine göre bir tehlike melhuz değilse zorlar. Ammenin menfaati icabıdır.

Sulh yapılan bir düşman rehin olan Müslümanları katl etse, Müslümanların da kendi ellerindeki rehin olan gayr-i Müslimleri katl etmeleri câiz olmaz. Hatta musâlahada böyle bir şart olsa dahi. Çünkü böyle bir şart bâtıldır.

Sulhun her iki tarafa menfaati olmadığı takdirde, tarefeyn usûl-i dâire-sinde bu anlaşmayı bozabilirler. Çünkü musâlahanın bekası bir maslahatın vücuduna mukayyeddir. Musâlahanın bekasını temin edecek bir kat'i müeyyide mevcut değildir. Ancak Müslümanlık, kendi mensuplarına verdiği dini, ahlaki bir terbiye ile Müslümanların musâlaha ahkâmına pek ziyade riâyet etmelerini temin etmiştir. Sebepsiz yere nakz-ı ahd etmek câiz değildir. Ve zaten bu muahedeyi, ya tarafeyn akd-i nakzederler veyahut tayin edilen müddet hitam bulmuş olur. Hangi sûretle olursa olsun bundan sonra harb açabilirler. Hatta esirleri ve rehinleri öldüreceklerini söyleseler dahi. Fakat buradaki zarar nazar-ı dikkate alınarak hareket edilmesi muvafıktır.

5.5.9.2. Sulhu Bozan Başlıca Sebepler

Bir musâlaha, muvakkat olsun olmasın, bunun nakzedilmesi ya sarahaten ya da delâleten olur. Sarahaten nakz, muahedenin bozulduğunu şifaen veya tahriren bildirmekle olur. Delâleten nakz da muahede ahkâmına muhalif hareketle vücuda gelir. Binâenaleyh ne delâleten ve ne de sarahaten bir fesh-i akdi ifade eden bir vaka ve كتاب نقض “Kitab-ı nakz” denilen düşman tara-fından gönderilen bir beyyine, bir mektup veya iki Müslim veya iki zımmî veya iki harbî şahâdet etmedikçe düşman üzerine hücum edilemez. Demek ki نبذ عهد “Nebz-i ahd” dediğimiz musâlahayı fesh etmenin, evvelce ilgili Emire veya naibine tebliğ edilmesi icab ediyor. Bu musâlaha, o milletten alınan bir bedel mukabilinde muayyen bir müddet için akd edilmiş ise o bedelin mütebaki müddete âit kısmını da kendilerine iade etmek lâzım gelir. Bu sûretle nebz-i ahd İslâm tarafından bozulduğunda, düşman, tahribat edilen yerlerini tamir edip, dağılmış askeri kuvvetlerini müstahkem mevkilerine celb etmedikçe dahi onlara tecavüz edilemez.
Eimme-i Selâse'ye göre Müslümanların yaptıkları muahedelere herhâlde vefa ve riâyet etmeleri lâzımdır. Müddetinden evvel bozmaları câiz olmaz. Meğerki düşmanın sulha ihanetinden korkulsun, böyle bir emare zahir olsun.
Düşman nakz-ı ahd ettiği takdirde Müslümanlar, kendi ellerinde bulunan kimseleri katl etmezler. Belki bunların sebillerini tahliye ederler. Erkek iseler me'menlerine isal edilirler. Kadın ve çocuk iseler ehillerine teslim edilirler.

Dâr-ı Harb'de bulunan bazı Müslümanlar gadren katledilecek olsalar, veliyyü'l-emr maslahata göre hareket eder. Ya muahedeyi bozup harb eder, ya maktullerin diyetlerini alır. Katilleri teslim ile maktullerin diyetlerini tediye şıklarından her birini kabul ederlerse, veliyyü'l-emr yine muhayyer olur. Dilerse katilleri alıp öldürür, dilerse katilleri istirkak eder. Dilerse diyetlerini alır. Gerek istirkak, yani köle ve câriye edilmesi istenen katiller ve gerek alınacak diyetler, maktullerin varislerine verilir.

Düşman tarafından bilmukabele verilmiş rehinler mevcut olduğu takdirde ise bunlar, hür iseler Dâr-ı Harb'e iade olunur. Köle iseler iade edilmeyip, Dâr-ı İslâm'da satılıp, paraları Dâr-ı Harb'e gönderilir. İslâm için bir mahsur olursa satılmayıp aynen iade edilir.

Düşman tarafından mukabeleten verilmiş olan rehinler, cevahir ve sâire gibi eşya ve emtia kabilinden olan şeyler olduğu takdirde veliyyü'l-emr, bu rehinleri beytü'l-mâlde hıfz ettirir. Düşman, maktullerin diyetlerini verdiği hâlde bunları hemen iade etmez. Rehinler diyetlerden kıymet itibarıyla az ise iade eder, çok ise etmez.

HAKK'A DÂVET

NASİHAT-I İSLÂMİYYE