ALTINCI BÖLÜM: EHL-İ İMANIN YÜKSEK SIFATLARI HAKKINDA BİLGİ


LUGAT A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

6.1. MUTTAKİLERİN (ALLAH'TAN KORKANLARIN) SIFATLARI

A- Sûre-i Bakara Âyet: 1- Elif, Lâm, Mîm. (Allah ile Resûlu arasında İlâhi bir şifredir.)

2- Bu, o Kitap'tır ki kendisinde (Allah katından gönderilmiş oldu-ğunda) hiç şüphe yoktur. (O) takva (Allah'tan korkanlar) sahipleri için doğru yolun tâ kendisidir.

3- (O ittika sahipleri ki) Onlar gayba (duyguların içine girmeyen, akıllarca da vücûdu hemen bilinemeyip, ancak peygamberlerin haberiyle malûm olanlara) inanırlar, namazı dostdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden de (Allah yolunda) harcarlar.

4- (O takva sahipleri ki Habibim) Onlar sana indirilene de, senden evvel indirilenlere de (semâvi Kitap'lara) inanırlar. Âhirete ise onlar şüphesiz bir bilgi ve inan beslerler.

5- İşte onlar Rablerinden (gelen) hidâyetin tam üzerindedirler. Asıl muradlarına kavuşanlar da işte onlardır.

B- Sûre-i Âl-i İmrân Âyet: 15- (Habibim) De ki: “Size bunlardan (dünya hayatının kadın, para, hayvânât ve nebâtât gibi geçici nimetlerinden) daha hayırlısını haber vereyim mi? Takvaya erenler için Rableri katında altlarından ırmaklar akan cennetler -ki orada ebedî kalıcıdırlar- (her şeyden) temizlenmiş zevceler, Allah'tan da bir rıza vardır.” Allah kullarını hakkıyla görücüdür.

16,17- (O takvaya erenler) “Ey Rabbimiz! Biz iman ettik. Artık bizim günâhlarımızı yarlığa ve bizi o ateşin azabından koru.” diyenler, sabredenler, (imanlarında) gerçek olanlar, (Allah'a) itaatle boyun eğenler, infak edenler, seherlerde Allah'tan mağfiret isteyenlerdir.

133- Rabbinizin mağfiretine ve takva sahipleri için hazırlanmış olan cennete -ki eni göklerle yer (kadardır)- koşuşun.

134- Onlar (o takva sahipleri) bollukta ve darlıkta infak edenler, öfkelerini yutanlar, insanlar(ın kusurların)dan af ile geçenlerdir. Allah iyilik edenleri sever.

135- Ve çirkin bir günâh işledikleri yahut nefislerine zulmettikleri vakit, Allah'ı hatırlayarak hemen günâhlarının yarlığanmasını isteyen-lerdir. Günâhları Allah'tan başka kim yarlığar? Bir de onlar işledikleri (günâh) üzerinde, bilip dururlarken ısrar etmeyenlerdir.

C- Sûre-i A'râf Âyet: 154- Vaktaki Musa'dan o öfke uzaklaşıp sükûn hasıl oldu, (bıraktığı) levhaları aldı. Onun bir nüshasında (şu da yazılı idi: “Sapıklıktan kurtulup) hidâyet(e), (azabdan sıyrılıp) rahmet(e kavuşmak) o kimselere mahsustur ki, onlar Rablerinden korkarlar.”

201- Takvaya erenler (yok mu?) Onlara şeytandan herhangi bir arıza iliştiği zaman (Allah'ın emr veya nehyettiği şeyleri) iyice düşünürler, bir de bakarsın ki onlar (hakikati) görüp bilmişlerdir bile.

D- Sûre-i Enfâl Âyet: 29- Ey iman edenler! Eğer Allah'tan korkar-sanız O, size iyi ile kötüyü ayırdedecek (bir marifet ve nur) verir, suçlarınızı örter, sizi yarlığar. Allah, büyük lûtf-u inâyet sahibidir.

E- Sûre-i Enbiyâ Âyet: 49- (Öyle takva sahipleri) Ki onlar tenhada da Rablerine candan saygı gösterirler. Onlar kıyâmetten korkanlardır.

F- Sûre-i Nûr Âyet: 37- (Öyle) Adamlar (vardır ki), onları ne bir ticaret, ne bir alışveriş Allah'ı zikretmekten, dostdoğru namaz kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymaz. Onlar kalblerin ve gözlerin (dehşetle) döneceği günden korkarlar.

G- Sûre-i Zuhruf Âyet: 67- Dostlar (dünyada masiyet üzerinde ahbaplaşanlar) o gün (kıyâmet günü) birbirine düşmandır. Takva sahipleri (Allah yolunda, onun taati uğrunda dost olanlar. Çünkü onlar sâdık dostlardır ve dostlukları ebedîdir) müstesna.

H- Sûre-i Hucurât Âyet: 13- Ey insanlar! Hakikat biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık (Âdem -as- ile Havva'dan. Yahut her birinizi bir ana ve bir babadan. Binâenaleyh hepiniz bu yaradılışta müsavisiniz. Soyla sopla böbürlenmeye bir sebep yoktur). Sizi, (sırf) birbirinizle tanışmanız için büyük büyük cemiyetlere, küçük küçük kabilelere ayırdık. Şüphesiz ki sizin Allah nezdinde en şerefliniz takvaca en ileride olanınızdır. (Zira ruhlar ancak takva ile mânevî meziyetlerle olgunlaşır. Şahıslar onunla yükselir.) Hakikaten Allah her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır.

6.2. TAM MÜ'MİN VE KÂMİL İNSANLARIN SIFATLARI

A- Sûre-i Enfâl Âyet: 2- Mü'minler ancak onlardır ki, Allah anıldığı zaman yürekleri titrer. Karşılarında âyetleri okununca (bu), onların imanını artırır, onlar ancak Rablerine dayanıp güvenirler.

3- (Mü'minler) Onlardır ki namazı dostdoğru kılarlar, kendilerine rızk olarak verdiğimizden (Allah yolunda) harcarlar.

4- İşte onlar gerçek mü'minlerin tâ kendileridir. Rableri katında dereceler, yarlığanma ve sayısı bitmez, müddeti tükenmez rızk (hep) onlarındır.

B- Sûre-i Tevbe Âyet: 71- Mü'min erkekler de, mü'min kadınlar da birbirlerinin velileri (dostları ve yardımcıları)dır. Bunlar (insanlara) iyiliği emrederler, (onları) kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar, namazı dostdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah'a ve Resûlune itaat ederler. İşte bunlar, Allah onları rahmetiyle yarlığayacaktır. Çünkü azizdir (vaad ve vaîdini yerine getirmekten hiçbir şey O'nu acze düşürmez), hakîmdir (her şeyi yerli yerinde, hikmetle yapandır).

C- Sûre-i Secde Âyet: 15- Bizim âyetlerimize ancak öyle kimseler iman eder(ler) ki, bunlarla kendilerine öğüt verildiği zaman, onlar büyüklük taslamayarak, yüzü üstü secdeye kapanırlar ve Rablerini, hamd ile tesbih (ve tenzih) ederler. (Secde âyetidir.)

16- Yanları yataklarından uzaklaşır (gece namazı kılmak için yataklarından kalkarlar), korku ve ümit ile (azabından korku, rahmetinden ümit ile) Rablerine duâ ederler. Kendilerini rızıklandır-dığımız şeylerden de (hayra) harcarlar.

D- Sûre-i Hucurât Âyet: 15- Mü'minler ancak o kimselerdir ki, Allah'a ve Resûlune iman ettikten sonra şüpheye sapmayıp Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşırlar. İşte onlar (imanlarında) sâdık olanların tâ kendileridir. (Yoksa kupkuru “iman ettik.” demekle iş bitmez.)

6.3. MUHAKKAK FELÂH BULMUŞ (KURTULMUŞ) MÜ'MİNLERİN SIFATLARI

Sûre-i Mü'minûn Âyet:1- Mü'minler muhakkak felâh bulmuştur (korktuklarından emin, umduklarına nâil olmuşlardır).

2- (Öyle mü'minler) Ki onlar namazlarında huşûya riâyetkârdırlar. (Kalbleri Allah korkusuyla dolu, uzuvları sakin ve mutmain olarak veya namaz için bütün himmetini toplamak, ondan başkasından yüz çevirmek, gözünü namaz kıldığı yerden ayırmamak, faidesiz amellerden kaçınmak ve namazın bütün şer'i vecibelerine riâyet etmek sûretiyle namaz kılanlar.)

3- (Öyle mü'minler) Ki onlar boş (lakırdılardan) ve faidesiz şeylerden yüz çeviricidirler.

4- (Öyle mü'minler) Ki onlar zekât (vazife)lerini yapanlardır.

5- (Öyle mü'minler) Ki onlar ırzlarını koruyanlardır.

6- Şu var ki zevcelerine yahut sağ ellerinin mâlik olduklarına (kendi câriyelerine) karşı (olan durumları) müstesnadır. Çünkü onlar (bu takdirde) kınanmışlar değildir.

7- O hâlde bunların ötesini isterse (bu ikiden başkasıyla şehvetini yerine getirmek dilerse) şüphe yok ki onlar haddi aşanlardır. (Bu âyet; mut'a, yani muvakkat nikâhın, istimna bilyedin -eliyle şehvetini getirmenin-, hayvan ve erkek kullanmanın haram olduğuna delâlet eder.)

8- (Öyle mü'minler) Ki onlar emanetlerine ve ahidlerine (gerek kendi aralarındaki ahidlere gerek Cenâb-ı Hakka karşı olan vazifelerine) riâyetkârdırlar.

9- (Öyle mü'minler) Ki onlar namazlarına devam ederler. (Namazlarını vakti vaktince huşû ile kılarlar. Kat'iyyen namazlarını tehir etmezler. Ramazan'da kılıp diğer zamanlarda kılmamazlık yapmazlar. Hazerde seferde, sıhhatte hastalıkta, varlıkta yoklukta, sürurda kederde, kışta yazda namazlarından aslâ noksan bir şey yapmazlar. Tabii bu namaz farz olan namazlardır.)

10- İşte onlar vâris olanların tâ kendileridir.

11- Ki onlar Firdevs'e (bütün cennetlerin en yükseğindeki cennete) vâris olacaklardır. Onlar bunun içinde ebedî kalıcıdırlar.

6.4. ALLAH'IN HAS VE VELİ KULLARININ SIFATLARI VE BU KULLARA DAHİL OLACAK KİMSELER

A- Sûre-i Furkân Âyet: 63- O çok esirgeyen (Allah'ın has) kulları, ki onlar yer(yüzün)de vakar ve tevâzu ile yürürler, kendilerine beyinsizler (hoşa gitmeyecek) lâflar attığı zaman “selâm(etle)” de(yip geçe)rler.

64- Onlar ki gecelerini Rableri için secdekârlar ve kâimler olarak geçirirler (Yani geceleyin namaz kılarlar, geceyi ibadetle ihya ederler).

65- Onlar ki: “Ey Rabbimiz!” derler, “bizden cehennem azabını sav. Gerçek O'nun azabı dâimî bir helâktır.”

66- “Hakikat o, ne kötü bir karargâh ve ikametgâhtır.”

67- Onlar ki harcadıkları vakit ne israf, ne de (eli) sıkılık yapmazlar; (harcamaları) ikisi arası ortalama olur.

68- Onlar ki Allah'ın yanına başka bir İlâh daha (katıp) tapmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar, zina etmezler. Kim bunlar(dan birini) yaparsa cezaya çarpar.

69- Kıyâmet günü de azabı katmerleşir ve o, (azabın) içinde hor ve hakir ebedî bırakılır.

70- Meğerki (şirkten) tevbe ve iman edip iyi amel (ve hareket)te bulunan kimseler ola. İşte Allah bunların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.

71- Kim (günâhlarından) tevbe (ve rücû) eder, güzel amel (ve hareket)de de bulunursa muhakkak o, Allah'a -tevbesi makbul ve (Allah'ın) rızasına erişmiş olarak- döner.

72- Onlar ki yalan şâhidlik etmezler, boş ve kötü lakırdıya rastladıkları vakit şerefli (insanlar) olarak (ondan yüz çevirip) geçerler.

73- Onlar ki kendilerine Rabbinin âyetleri okunduğu (yahut onlara vaaz ve nasihat edildiği) zaman bunlara karşı (münâfıklar gibi) kör ve sağır (yıkılıp) düşmezler (iyi dinlerler, iyi anlarlar, hakkı bunda görürler ve ona tâbi olurlar).

74- On1ar ki “Ey Rabbimiz!” derler “bize zevcelerimizden ve nesillerimizden gözler(imizin) bebeği olacak (salih insanlar) ihsan et. Bizi takva sahiplerine rehber kıl.”

75- İşte (bütün) onlardır ki (buraya kadar zikredilen sıfat sahipleri) zorluklara katlanıp dayanmaları sebebiyle gurfe(ler)le (cennetin en yüce dereceleriyle) mükâfatlandırılacaklar, orada sağlık ve selâm ile karşılanacaklardır. (Melekler tarafından, yahut birbiri tarafından.)

76- Orada ebedî kalıcıdırlar onlar. O, ne güzel bir karargâhtır, (ne güzel) bir ikametgâhtır.

B- Sûre-i Ankebût Âyet: 9- İman edip de güzel güzel amel (ve hareket)de bulunanlar (yok mu?) Biz onları herhâlde salihler (zümresin)e (katıp) sokacağız. (Peygamberlerle velilerle beraber haşretmek sûretiyle.)

C- Sûre-i Zâriyât Âyet: 17- Onlar gecenin (ancak) az bir kısmında uyurlardı. (Mütebaki saatlerini namazla, ibadetle geçirirlerdi.)

18- Seher (gecenin son altıda bir vakti) vakitlerinde de onlar istiğfar ederlerdi.

19- Onların mallarında sâilin ve (kemâl-i iffetinden dolayı dilencilik etmeyen) yoksulun da bir hakkı vardı.

D- Sûre-i İnsan Âyet 6- (O kâfûr ki cennette bir kaynağın adıdır. Suyu kâfur gibi beyazdır. Güzel kokulu ve serindir.) Bir pınardır ki onu (ancak) Allah'ın (veli) kulları içerler. Onu (nereye isterlerse kolayca) akıtırlar, fışkırtırlar.

7- (Onlar) Adağını yerine getirirler(di), şerri yaygın (ve salgın) olan günden korkarlar(dı).

8- (Yemeğe olan) Sevgi(lerine ve iştahlarına) rağmen (yahut Allah sevgisiyle) yoksulu, yetimi, esiri (yahut mahpusu ve köleyi. Sadr-ı nübüvette esir edilenler düşman müşrikleri idi. Binâenaleyh o kabil esirlere yedirip içirmek de câiz ve bunda sevab memuldur. Yalnız bizim dinimizde olmayanlara zekât ve keffâret verilmez: Esir de borçlular da dahildir; “Borçlun senin esirindir, binâenaleyh esirine iyilik et.” Borçlular da esirler gibidir.) doyururlar(dı).

9- “Biz, size ancak Allah'ın yüzü (suyu) için (rızası için, sevabı için) yediriyoruz. Sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür istemeyiz.”

10- “Çünkü biz Rabbimizden, o burtarık suratlı (yüzlerin ekşiyeceği) çetin günden korkarız.” (derlerdi). (Bu hususta denildi ki: Bunu dilleriyle değil kalbleriyle söylerlerdi. Allah-u Teâlâ kalblerinden söylediklerini bildiği için onları böyle methetmiştir. Başkalarına iyilik etmek ya sırf Allah için olur, diğer hiçbir şey beklenmez ki bu, ihlâsın tâ kendisidir. Yahut bir mukabele beklemek veya halk arasında medhedilmek için yahut da bu her iki maksadı gözetmek için olur ki bunlar merduttur. Allah kabul etmez. Çünkü bunlarda şirk ve riya vardır.)

11- İşte bundan dolayı Allah bu günün şerrinden onları korumuş, (yüzlerine) bir güzellik, (yüreklerine) bir sevinç vermiş,

12- Sabrettiklerine (başkalarını nefislerine tercih etmek, mahrumiyetlere katlanmak sûretiyle ve vâcibatı edâ, haram şeylerden ictinab etmek gibi sabırlarına ve sebatlarına) mukabil onları cennetle, ipekle mükâfatlandırmıştır. (En kıymetli elbiselerle.)

6.5. MÜ'MİNLERİN FAZİLET CİHETİYLE ÜÇ GRUP OLDUĞU

1- Birinci Grup

A- Sûre-i Haşr Âyet: 8- (Bilhassa o fey'i, meşakkatsiz alınan ganimet, haraçlar, cizyeler, vergilerden alınan mallar) Hicret eden fakir-lere âittir ki, onlar Allah'tan fazl(u inâyet) ve hoşnutluk ararlar ve Allah'a ve Peygamberine (mallarıyla, canlarıyla) yardım ederlerken yurtlarından ve mallarından (mahrum edilerek) çıkarılmışlardır. İşte bunlar sâdıkların (imanlarında ve mücâhedelerinde sadâkatleri zâhir olanların) tâ kendileridir. (Demek ki birinci grup Muhacirler oluyor.)

2- İkinci Grup

B- Sûre-i Haşr Âyet: 9- Onlardan (Muhacirlerin hicretinden) evvel (Medine'yi) yurt ve iman (evi) edinmiş olan kimseler (Ensâr-ı Kirâm), kendilerine hicret edenlere sevgi beslerler. Onlara (muhacirlere) verilen şeylerden dolayı göğüslerinde bir ihtiyaç (meyli, talebi, elemi, hasedi, hiddeti) bulmazlar. Kendilerinde fakr-u ihtiyaç olsa bile (onları) öz canlarından daha üstün tutarlar. (Bu haslete “İsâr” derler ki, kişinin kendisi muhtaç iken, âharın ihtiyacını daha önde görerek onun yardımına koşması demektir. Biz buna “feragat-ı nefs” diyoruz. İşte Ensâr böyle Muhacirlere hizmet ve muhabbet ettikleri için imanda ve İslâm'da ikinci mertebeye nâiliyet kesbetmişlerdir. Bütün bu fedakârlıklar ve yüksek ahlâka erişmeleri başka şey için değil, illâ ve illâ Allah ve Resûlune itaat ve muhabbetin bir neticesidir.) Kim nefsinin (mala olan) hırsından ve cimriliğinden korunursa, işte muradlarına erenler onların tâ kendileridir. (Âyet-i kerimede beyan buyrulan “Şuh” hırs ile birlikte olan cimriliktir ve bunun âdet hâline gelmesidir.)

3- Üçüncü Grup

C- Sûre-i Haşr Âyet: 10- Bunların arkasından gelenler (yani Muhacirin ve Ensâr-ı Kirâmın arkasından kıyâmete kadar gelmiş ve gelecek olan mü'minlerdir ki; bunların şi'arı hem kendilerine, hem geçmişlerine tekaddüm etmiş olan Ashâb-ı Kirâm'ı ve Selef-i Sâlihin'i daima hayır ile yâd etmektir ki şöyle) derler: “Ey Rabbimiz! Bizi ve iman ile daha önden bizi geçmiş olan (din) kardeşlerimizi yarlığa. İman etmiş olanlar için kalblerimizde bir kin bırakma. Ey Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin.”
Not: Bu âyet-i kerime ile Cenâb-ı Hakk üçüncü grup Müslümanların kimler olabileceğini gâyet sarih olarak haber vermiştir. Teessüf olunur ki, haddini ve hakkını bilmeyen bazı kimseler, her biri İlâhi hikmetin birer tecellisi olan ve aradan bin bu kadar yıl geçmiş bulunan şüûnü idraksiz kafalarıyla güya muhakemeye kalkışarak, Ashâb-ı Kirâm'dan şu veya bu zâtın aleyhinde, hatta kimi de çehar yâr-i güzin hazaratından ilk üçü hakkında dil uzatmaktadırlar. Hâlbuki kalbinde Ashâb-ı Kirâm'dan her hangi biri hakkında gıll-ü ğış ve kin ve buğz taşıyanlar; bütün Ashâbı rahmetle yâd etmeyenler, Cenâb-ı Hakk'ın bu âyetle kasd ve methettiği mü'minler meyanına dahil olamazlar. Çünkü Allah-u Teâlâ okuduğumuz âyet-i kerimelerde mü'minleri üç sınıf olarak zikr ve tertib buyurmuştur ki, onlar da evvelâ Muhacirler, sonra Ensâr, sonra bunların ardından gelip de kendilerini hayır ile yâdeden mü'minlerdir. Onun için ehl-i ilmin tavsiyesi “Zinhar bu üç mertebeden hariç olmamaya çalışmaktır.” Bu hususta söz çoktur. Biz kısa kesiyoruz. Hulâsa olarak hakikati izah ettik.

6.6. HIRS EHLİ, CİMRİ, MAL TOPLAYAN, HAKKI REDDEDENLER GİBİ OLMAYAN YÜKSEK SIFAT SAHİPLERİ

A- Sûre-i Meâric Âyet: 22,23- (Fakat şunlar) Öyle değil, namaz kılanlar ki onlar namazlarına devam edenlerdir. (Hiçbir meşguliyet, kendilerini namazlarını vaktinde kılmaktan alıkoyamayanlardır.)

24,25- Mallarında sâil ve mahrum (kemâl-i iffetinden dolayı istemekten kaçınıp da zengin sanılan ve bu yüzden sadakalardan mahrum edilenler) için belli bir hak (zekât ve devamlı verilen sadakalar gibi) tanıyanlar.

26- Ceza (ve hesab) gününün doğruluğuna inananlar (ve inandığını salih amelleriyle, fiilen de ispat edenler, bu uğurda, uhrevî sevaba nâil olmak için nefsini zahmete koşmaktan, malını Allah yolunda harcamaktan çekinmeyenlerdir).
27- Bir de (şunlar): Rablerinin azabından korkanlar.

28- Ki onlar filhakika Rablerinin azabından garantili değildirler. (Allah-u Teâlâ'nın azabına karşı emin olmak mü'mine yakışmaz. Meğerki o, pek fazla ibadetlerde bulunmuş olsun. Mü'mine lâyık olan, korku ile ümit arasında bulunmaktır.)

29,30- Şunlar da (öyle): Karılarından yahut sağ ellerinin mâlik olduklarından (câriyelerden) başkasına karşı utanacak yerlerini saklayanlar. Çünkü onlar (bunlar hakkında) kınanmış değildirler.

31- Fakat bundan (zevcelerinden, memlûklerinden) ötesini arayan kişiler (yok mu?) İşte onlar haddi çiğneyip aşanların (helâlden harama geçenlerin) tâ kendileridir. (Yani muvakkat nikâhla kadın alan, erkeklere ve hayvanlara yanaşan, el ile fena oyun oynayanlardır.)

32- (Şunlar da müstesna) Emanetlerine (dünyaya âit olsun, âhirete âit olsun kendilerine emanet edilen şeylere, şeriatın tahmil ettiği vazifelere yahut kul hakkına) ve ahidlerine (bu hususta kendilerinden alınmış sözlere. Buna; halka âit ahidler, vaadler, adaklar, yeminler dahildir) riâyet edenler.

33- Şâhidliklerini (dostdoğru) yapanlar (ketmetmeyip, çekinmeyip, doğruca edâ edenler).

34- Namazları(nın hakkını) muhafaza edenler (vakitlerinde kılanlar, şartlarına riâyet edenler, farzlarına, vâciblerine, sünnetlerine fazla ihtimâm gösterenler).

35- İşte bunlar cennetlerde ikram olunanlardır.

Not: Bu mevzuun başında “Fakat şunlar öyle değiller.” diye mevzua giriş yapmış ve öyle olmayanları izah etmekle hırs ve cimri sahiplerinden ayırmış ve bunların da kimler olduğunu izah etmiş bulunuyoruz. Şimdi bu şekilde ayırım yapmamıza sebep olan ve mevzuumuza giriş yapılmasına âmil olan âyetlerden kısaca bahsederek, daha anlaşılır bir hâle getirmek isteriz:

B- Sûre-i Meâric Âyet: 17- (Gel gel diye) Çağırır. (İmandan, hak'tan) yüz dönen, (taatten) arka çeviren kişiyi.

18- (Mal) Biriktirip de kap içinde saklayanı.
19- Hakikat, insan, hırsına düşkün ve (sabrı kıt) yaratılmıştır.
20- Kendisine şerr dokundu mu feryadı basandır.
21- Ona hayır dokununca da çok cimridir.

İşte bundan sonra; fakat şunlar, yani şu sıfatlara sahip olanlar, bu insanlardan değildir, diye mevzua giriş yapıyoruz ki, bu sıfatları haiz olmayanların zemmedildiği muhakkaktır.

6.7. SAĞCILARIN SIFATLARI

Sûre-i Beled Âyet: 8- Biz ona vermedik mi: (Görecek) İki göz.

9- (Kalbine tercüman olacak) Bir dil, (boş boğazlığına mâni olacak) iki dudak.

10- Biz ona iki de yol (hayır ve şerr yolları) gösterdik.

11- Fakat o, sarp yokuşa (dağ yoluna) sardıramadı (onu aşıp geçemedi).

12- Bu sarp yokuşun ne olduğunu sana hangi şey bildirdi?

13- (O) Kul azad etmektir. (Müslüman'ı kölelikten azad etmektir.)

14- Yahut (salgın, çetin) bir açlık gününde yemek yedirmektir.

15- Yakınlığı olan bir yetime.

16- Yahut toprakta sürünen (toprağa atılmış gibi yardımsız bırakılmış fakir) bir yoksula.

17- Sonra da (o sarp yokuşu aşıp geçerken) iman edenlerden, birbirlerine sabr(-u sebat)ı (taatlere devam etmek, masiyetlerden kaçınmak hususunda halka) tavsiye, merhameti (yahut İlâhi rahmete vesile olacak sebepleri) tavsiye edenlerden olmaktır.

18- İşte bunlar sağcılardır.

19- Âyetlerimize (Hakka delil olarak gönderdiğimiz Kitab'a, Hüccet'e, Kur'ân'a) küfredenler ise solcuların tâ kendileridir.

20- Ki (onların cezası) üzerlerine kapıları sımsıkı kapatılmış bir ateştir.

Not: Allah-u Teâlâ aynı sûrenin 4'üncü âyetinde “Ki biz insanı andolsun meşakkat içinde yarattık.” buyurmaktadır. Mü'min bu meşakkatli olan İslâm yolunu tercih eder, bu sarp yokuşu aşmak için mücadele verir. İnsanın ana rahminden itibaren dünya musibetleri, âhiret şedâidi onu zorluklara, yorgun-luklara uğratıyor. Ölümde ve ölümden sonraki ahvâlde dahi aynı güçlükler mevcuttur. Gâye bütün bu güçlüklere sabır ile devam edip maksud-u âliye erişmektir. İşte solcu olan ehl-i küfür, bu ulvî yolda mücadele veremeyip, o sarp yokuşa -intizam ve sistem dolu İslâmi hayat nizamına kendisini uydurmak nefsine zor geldiğinden-kendisini vuramamıştır. Neticesi de hüsrandır.

6.8. ALLAH'A VE RESÛLÜNE İTAAT EDENLERİN ARKADAŞ-LARININ KİMLER OLDUĞU

Sûre-i Nisâ Âyet: 69- Kim Allah'a ve Peygambere itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehidlerle, iyi adamlarla (salih kullarla) beraberdirler. Onlar ne iyi arkadaştır!

6.9. HAYIR YOLUNDA BİRBİRLERİYLE YARIŞAN VE EN ÖNDE GİDENLERİN KİMLER OLDUĞU

Sûre-i Mü'minûn Âyet: 57-61- Hakikaten Rablerini büyük tanıyıp (O'nun korkusuyla) rıkkâte gelenler, Rablerinin âyetlerine iman etmekte sebat gösterenler, Rablerine eş tutmaz olanlar, Rablerinin huzuruna döneceklerinden yürekleri kork(u ile çarp)arak vergilerini verenler. (Zekâtlarını verenler, salih ameller yapanlar yok mu?) İşte bunlardır ki hayırlarda sürat yarışı yaparlar ve bunlar onun için tâ önde gidenlerdir.

6.10. ŞUURLU, TEMİZ, TAM AKIL SAHİBİ OLAN MÜ'MİNLERİN KİMLER OLDUĞU

A- Sûre-i Âl-i İmrân Âyet: 191- Onlar (o salim akıl sahipleri öyle insanlardır ki) ayakta iken, otururken, yanları üstünde (yatar) iken (yani bütün hâllerinde hep) Allah'ı hatırlayıp anarlar ve göklerin, yerin yaradılışı hakkında inceden inceye düşünürler. (Ve şöyle derler): “Ey Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın. Sen (bundan) pâk ve münezzehsin. Bizi ateşin azabından koru.”

B- Sûre-i Ra'd Âyet: 19- Öyle ya, Rabbinden sana indirilenin ancak hak (ve gerçek) olduğunu bilir kimse, o âmâ olan (bunu bilmeyip inan-mayan) kişi gibi midir? Ancak selim akılların sahipleridir ki iyice düşünür (idrak eder).

20- Onlar ki, Allah'ın ahdini yerine getirirler (Bu ahidden murad أَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ “Elestü birabbikum” bezminde, nefislerine karşı Cenâb-ı Hakk'ın Rubûbiyyetini itiraf etmeleri yahut kütüb-i mukaddesede onlardan alınan teminattır), mîsakı (kendileriyle Yaratanı ve kullar arasındaki taahhütleri) bozmazlar.

21- Onlar ki, Allah'ın bitiştirilmesini (idâmesine riâyet edilmesini) emredeceği şeyi bitiştirirler. (Akrabalık rabıtasını idâme, mü'minlerle dostluğa ve birliğe riâyet, bütün peygamberlere iman ederler. Bunda bütün insanların haklarına riâyet lüzumu da mündereceddir. Ona riâyet ederler). Rablerinden korkarlar, (bilhassa) kötü hesabdan endişe ederler. (Onun için büyük hesabdan evvel daima nefislerini hesaba çekerler.)

22- Onlar ki (sırf) Rablerinin rızasını isteyerek (her zorluğa) katla-nırlar, namazı dostdoğru kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve âşikâr (hayır yoluna) harcarlar, kötülüğü iyilikle savarlar. İşte onlar, onlar için dâr(-ı dünya)nın (iyi) bir sonucu (âhiret saadeti) vardır.

23,24- (Ki o sonuç) Adn cennetleridir. Onlar -atalarından (murad, ana ve babalarıdır) zevcelerinden, zürriyetlerinden salah erbâbı olanlar da beraber- olmak üzere oralara girecekler, melekler de her bir kapıdan onların yanına sokulacaklar (ve şöyle diyeceklerdir): “Sabrettiğiniz şeylere mukabil sizlere selâm (ve selâmet). Dâr(-i dünya)nın güzel bir sonucudur bu.”

C- Sûre-i Zümer Âyet: 18- (O kullarım ki) Onlar söze (gerek Cenâb-ı Hakk'ın kelâmına, gerekse Resûl-i Mükerrem'in -sav- hadis-lerine, gerek müelliflerden selefin ve hatta kâfirlerin beyanına dikkatle) kulak verirler de onun en güzeline (yani kendilerinin salah yollarını gösteren âyetlere) uyarlar. İşte bunlar temiz akıl sahipleri olanların tâ kendileridir.

Not: “Kulak verirler de onun en güzeline uyarlar.” nazm-ı celîli hakkında bazı ulemânın istidlâllerini bildirmekte menfaat vardır. Allah'ın emrine dikkatle kulak verirler de onun en güzeline uyarlar. Mesela “kısas” ile “af” karşısında kaldıkları zaman “aff”ı ihtiyar ederler. Yahut iyiliği de fenalığı da tazammun eden herhangi bir sözü işittikleri zaman onun iyi tarafını söylerler, kötü tarafından sarf-ı nazar ederler. Ruhsattan ziyade azimetle hareket ederler. İbn-i Abbas (ra) diyor ki “Ebû Bekir (ra) Müslüman olunca ona; Osman, Abdurrahman bin Avf, Talha, Zübeyr, Saad bin Ebi Vakkas ve Said bin Zeyd (ra) gelip meseleyi sordular. O da dâire-i imana girdiğini haber verdi. Bunun üzerine hepsi Müslümanlığı kabul ettiler. İşte bu âyetin nuzûl sebebi budur.” diyor.

6.11. ALLAH-U TEÂLÂ'NIN CENNETİ VAADETTİĞİ KULLAR, DÜNYA VE ÂHİRET MAHZUN OLMAYACAK OLANLAR

A- Sûre-i Tevbe Âyet: 112- (Yalnız Allah yolunda ölenler veya öldürülenler değil) Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, seyahat edenler (oruç tutanlar, cihad ve tahsil-i ilim gibi faideli seyahatler yapanlar) rükû edenler, secde edenler, (yani namaz kılanlar) (insanlara) iyiliği emredenler ve (onları) kötülükten vazgeçirmeye çalışanlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlar (emrettiklerini yapanlar, nehyettiklerinden kaçınanlar yok mu? İşte onlar da cennet ehlidirler. Habibim) sen o mü'minlere dahi (cenneti) müjdele.

B- Sûre-i Nahl Âyet: 97- Gerek erkekten, gerek kadından kim, o mü'min olarak, iyi amel (ve hareket)de bulunursa hiç şüphesiz onu (dünyada) çok güzel bir hayat ile yaşatırız ve (o gibilere) herhâlde yapageldiklerinin daha güzeliyle ecir veririz.

C- Sûre-i Ahzâb Âyet: 35- Şüphesiz ki (Allah'ın emrine) râm olan erkeklerle (Allah'ın emrine) râm olan kadınlar, iman eden (Allah'a ve Resûlune ve tasdiki icab eden şeylere iman eden, onları tasdik eden) erkeklerle iman eden kadınlar, taate devam eden erkeklerle taate devam eden kadınlar, sâdık (niyetlerinde, sözlerinde ve hareketlerinde doğru olan) erkeklerle sâdık olan kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, mütevazı olan erkeklerle mütevazı olan kadınlar, sadaka (farz olsun, nafile olsun) veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan (farz, nafile) erkeklerle oruç tutan kadınlar, gizli yerlerini (haramdan) koruyan erkeklerle gizli yerlerini (haramdan) koruyan kadınlar, Allah'ı çok zikreden (tesbih ile tahmid ile tehlil ile tekbir ile Kur'ân tilâveti ve ilim ile iştigal eden) erkeklerle (Allah'ı) çok zikreden kadınlar (işte) bunlar için Allah mağfiret ve büyük mükâfat(lar) hazırlamıştır.

Not: Hususen efdal-i zikir olan “Lâ ilâhe illallah”, bununla beraber derunî ve kalbî olarak lâfza-i celâli ism-i has olan “Allah” lâfzının zikrine devam etmektir.

D- Sûre-i Ahkâf Âyet: 13- “Rabbimiz Allah'tır.” deyip de sonra (bütün hareketlerinde) doğruluğu iltizam edenlere, (evet) onlara hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır. (Ne ölürken, ne kıyâmette, taht-ı emniyettedirler.)

Not: Cenâb-ı Hakk, ilmin hulâsası olan tevhid ile amelin müntehâsı olan istikâmeti bir arada cem etmiştir ki, Rabbim Allah diyenler mutlaka istikâmet üzere olmalıdırlar. Tevhidin gereği budur. Onun için tevhid ile istikâmet, doğruluk beraber zikredilmiştir.

6.12. MÜ'MİNLER İÇİNDE İNSANLARI DOĞRU YOLA SEVKEDECEK İRŞAD EHLİNİN (MÜRŞİD-İ KÂMİLİN) BULUNACAĞI, BU ZÂT-I MUHTEREMLERDE FEYZ-İ İLÂHİNİN OLACAĞI, BU ZÂTLARLA BERABER OLMANIN EMİR OLUNDUĞU GİBİ, BU ZÂTLARA BİAT EDİLMESİ VE BU BİATTA SADAKAT GÖSTERİLMESİNİN ZARURİ OLDUĞU, BU EHL-İ İRŞADIN, HAKKIN BURHANI VE KUDRET-İ İLÂHİYENİN BİR REMZİ OLDUKLARININ BEYANI HAKKINDA

A- Sûre-i Kehf Âyet: 17- …Allah kime hidâyet ederse o, doğru yola erdirilmiş, kimi de şaşırtırsa, artık onun için hiçbir zaman irşad edici bir yâr bulamazsın. (Bu âyet ehl-i irşadın bulunacağını ve vazife-i irşadın taraf-ı İlâhiden tedbir edildiği ve edileceğinin açık bir delilidir.)

B- Sûre-i İsrâ Âyet: 53- (Mü'min) Kullarıma söyle: “(Kâfirlere) en güzel (söz) ne ise, onu söylesinler.” Çünkü şeytan aralarına fesat sokar. Zira şeytan insanın apaçık bir düşmanıdır. (Ehl-i irşadın irşadını efendice yapması hususunda İlâhi emirdir.)

C- Sûre-i Hadîd Âyet: 19- Allah'a ve Peygamberlerine iman edenler (yok mu?) Onlar sözü özü doğru olanlar, Allah için şâhidlik edenlerdir. Onların hem mükâfatları, hem nurları vardır. (Manevî ve hatta maddi feyizleri vardır.) Küfredenler(e), âyetlerimizi yalan sayanlar(a gelince), onlar da cehennemin yârânıdırlar. (Mürşidin içi ile dışı bir olacak. “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol!” sırrı tecelli edecektir ki ehl-i irşad olabilesin. Gerçek ve kâmil insan olmanın sırrı budur. O zaman feyz-i İlâhiyeye erişirsin.)

D- Sûre-i Tevbe Âyet: 119- Ey iman edenler! Allah'tan korkun. Bir de sâdık olanlarla beraber olun. (imanında, amelinde, ahdinde, sözünde doğru olanları, hakikatten ayrılmayanları tercih ve iltizam edin. Onlarla rabıta kurunuz. Tâ ki bu yolla İlâhi feyze siz de nâil olasınız.)

E- Sûre-i Fetih Âyet: 10- Gerçek, sana biat edenler (bu biat Hudeybiyye'deki biat-ı Rıdvan'dır) ancak Allah'a biat etmiş olurlar. Allah'ın eli onların (Peygamber'e -sav- biat edenlerin) elleri üstündedir. (Yani Cenâb-ı Hakk onların biatlerine muttalidir. Onlara mükâfat verecektir.) Şu hâlde kim (bu bağı) çözerse (ahdini bozarsa) kendi aleyhine çözmüş olur. Kim de Allah ile sözleştiği şeye vefa (onun hükmünü ifa) ederse, O da ona büyük bir ecir verecektir.

Mürşid-i kâmil vâris-i nebidir. Allah yolunda irşada tâlib olup biat eden kimse, bu biatına sadakat göstermek sûretiyle matlubuna vâsıl olabilir. Maddi cihad olduğu gibi, mânevî cihad da bir vazife-i diniyedir. Zira Resûlullah (sav): “Küçük muharebeden, büyük muharebeye döndük.” buyurmuşlardır ki, küçük muharebe küffarladır; büyük muharebe nefisle cihaddır. Buna cihad-ı ekber denilmiştir.
Biat hususunda Hazreti Mevlâna (kaddesallâhu sırrehu):

“El ele Hakkın elin tuttu isen eğer,
Hakk ile halk olan zât sendedir,
Bihakkın emrine girdiysen eğer,
İşte Kur'ân, işte tefsir sendedir.”

Buyurarak biatin mânevî yerini tayinle ilgili meseleyi sarih olarak açıklamışlardır.
18,19- Andolsun ki Allah mü'minlerden -seninle o ağacın altında biat ederlerken- razı olmuştur da kalblerindekini (sıdkı, vefâyı, ihlâsı) bilerek üzerlerine kuvve-i maneviyyeyi indirmiş ve onları yakın bir fetih ile (Hayber fethi ile) ve alacakları birçok ganimetlerle mükâfatlandırmıştır. Allah mutlak galibdir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir.

Not: Allah-u Teâlâ Allah yolunda sıdk-ı ihlâs ile kâmil mü'minlerin etrafında toplanarak gerek küffarla, gerek nefis yolu ile cihada tevessül edenlerse, Allah-u Teâlâ onlara nusret ihsan edecek, çok büyük nimetler, sevablar lütfedecektir. Yeter ki her amel Allah'ın rızası, cemâli, sevabı ve dini için olsun.

HAKK'A DÂVET

NASİHAT-I İSLÂMİYYE