5.3.1. Zekât Hakkında Gelen Âyet, Zekâtın Kimlere Verileceği ve Zekât Hakkında Genel Bilgi
A) Sûre-i Bakara Âyet: 254- Ey iman edenler! İçinde ne bir alışveriş, ne bir dostluk, ne de bir şefaat (imkân) bulunmayan bir gün gelmezden evvel size verdiğimiz rızıktan (Hak yolunda) harcayın. Kâfirler zulmedenlerin tâ kendileridir. (Zekât hakkında inen âyet budur. Vermeyenler hakkında çok ağır bir akıbete delâlet vardır.)
B) Sûre-i Tevbe Âyet: 60- Sadakalar (zekâtlar) Allah'tan bir farz olarak ancak fakirlere, miskinlere (sadakaların) üzerine memur olanlara, kalbleri (Müslümanlığa) alıştırılmak istenenlere, kölelere, esirlere, (borcundan fazla nisabı, malı, parası olmayan) borçlulara, Allah yolunda (harcamaya) ve yol oğluna (yani memleketinde zengin bile olsa meşru bir maksatla seyr-u sefer ederken muhtaç kalmış olan yolculara, sokağa atılmış çocuklara) mahsustur. Allah hakkı ile bilendir.
Not: Sadaka maldan sırf Allah için muhtaçlara temlik edilmek üzere çıkarılan vergidir. Bunda Cenâb-ı Hakk'a sıdk-u ihlas bir esas olduğu için sadaka denilmiştir. İki kısımdır: Farz, tatavvu (nafile).
Farz olan sadaka, bütün nevilerine şâmil olmak üzere “zekât”tır ki, burada maksud olan da budur. Sadr-ı İslâm'da zekât resmen “Âmil”ler, yani tahsildarlar tarafından cibâyet edilir ve ancak bu âyet-i kerimede sayılan sekiz sınıfa tahsis olunurdu.
Zekât verilirken daima ihtiyaç sahiplerinin asli ihtiyaçlarından fazla nisaba mâlik olmayanlarına verilir. Allah yolunda harcamaya gelince: Gaza ve cihada, hacc masraflarına, harb teçhizatına, dini, ilmi ve hayri müesseselere ki, şahıslara verilmek üzere tahsis olunmaktadır.
5.3.1.1. Zekâtın Tevzi Şekli
Sadakalar; muhtelif nevilere ayrılan zekât, öşür malı, ganimet gibi rızay-ı Hakk için sarf edilecek mallar, sekiz sınıfa âittir.
Bu mallar birinci olarak fakirlere, yani maişetini temin edecek hiçbir şeye mâlik olmayan yoksullara verilir.
İkinci olarak miskinlere, yani elindeki malı, idaresine kafi gelmeyen kimselere verilir.
Üçüncü olarak, o sadakaların tahsili üzerine memur olanlara, tahsil-darlara verilir.
Dördüncü olarak, kalbleri telif edilmiş bulunanlara, yani İslâmiyet'i henüz kabul edip tam bir kuvvet-i kalbe mâlik, metin bir itikada nâil olması arzu edilenlere veyahut haiz olduğu mevki itibarıyla İslâmiyet'i kabul etmesi, başkalarının da İslâmiyet'ine vesile olacağı umulan kimselere verilir.
Beşinci olarak, azad edilecek kölelere, yani bir bedel mukabilinde azad edilmesi meşrut olup da o bedeli bulamayan ve mûkâteb nâmını alan kölelerin azad edilmeleri için verilir.
Altıncı olarak borçlulara, yani bir masiyet, günâh uğrunda olmaksızın borçlandığı hâlde bunu ödeyebilecek fazla bir malı bulunmayan kimselere verilir.
Yedinci olarak Allah yolunda cihada atılanlara, yani fakir olan gazilere verilir. Bu İmâm-ı A'zam'a göredir. İmâm Şâfii'ye ve İmâm Mâlik'e göre bunlara zengin olsalar dahi verilir.
Sekizinci olarak da yolculara, yani yanında bir malı bulunmayıp yurdundan ayrılmış olan misafirlere, hacılara verilir.
C) Sûre-i Hadîd Âyet: 7- Allah'a ve Peygamberine iman (etmekte sebat) edin. (Sizden evvel geçenlerin ardından Allah'ın) size (tasarruf için) vekalet verdiği (mal)dan (O'nun uğrunda) harcayın. İçinizden iman edip de (o sûretle) harcayanlar (yok mu?) Onlar için büyük mükâfat vardır. (Bu âyet zekâta ve diğer infaklara şâmildir.)
10- Ne oluyor size ki (iman ettikten sonra) Allah yolunda harcamıyorsunuz. Hâlbuki göklerin ve yerin (bütün) mirası Allah'ındır. (Herkes ve her şey fanidir. Allah bakidir. Harcarsanız mükâfatlana-caksınız.) İçinizde fetihten evvel (Allah yolunda) harcayan ve muharebe eden kimseler (diğerleriyle) bir olmaz. Onlar derece itibarıyla (o fetihten) sonra harcayan ve muharebe edenlerden daha büyüktür. (Bununla beraber) Allah (bu iki zümreden) her birine en güzel olanı (cenneti) vaadetti. Allah, ne yaparsanız hakkıyla haberdardır.
11- Allah'a karz-ı hasenle (gönül isteğiyle, en değerli malından, en hayırlı işlere) ödünç verecek kim? İşte O, bunu(n mükâfatını) kat kat artıracaktır. Ona (başkaca) çok değerli bir mükâfat da vardır.
18- Hakikat, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar ve Allah'a karz-ı hasenle (gönül hoşluğu ile) ödünç verenler (yok mu?) Onlar(ın mükâfatı) kat kat artırılır. Onlar için çok şerefli (başka) bir mükâfat da vardır.
Not: Bir kimsenin zekât vermekle mükellef olması için bazı şartlar vardır.
- Zekât verecek kimse, Müslüman, hür, âkıl ve bâliğ olmalıdır. Binâenaleyh gayr-i Müslimlere, köle ve câriyelere, mecnunlara, çocuklara zekât farz değildir. İmâm-ı Şâfii'ye göre çocuklar ile delilerin mallarından da zekât lâzım gelir.
- Zekât verecek kimse, Havaic-i asliyesinden, yani zaruri ihtiyaçlarından ve borcundan başka nisab miktarı veya daha ziyade bir mala mâlik bulunmalıdır. Binâenaleyh bu kadar malı olmayan kimseye zekât farz olmaz.
Şer'i şerifin bir şey hakkındaki miyar, alâmet tayin etmiş olduğu miktardır. Şöyle ki; zekât hususunda altının nisabı yirmi miskal, yani 96 gramdır. Gümüşün nisabı ise 200 dirhemdir, yani 642 gramdır. Koyun ile keçinin nisabı kırk, sığır ile mandanın nisabı otuz, devenin nisabı da beştir.
5.3.1.3. Havaic-i Asliye
Mesken ile haneye mahsus lüzumlu eşyadan ve kışlık, yazlık elbise ile hizmetçi, köle veya câriyeden ve bir aylık -sahih görülen diğer bir kavle göre bir senelik- nafakaya mahsus erzaktan ibarettir. Borca mukabil elde tutulan nukut da bu hükümdedir.
- Zekâtın lüzumu için mal, hakikaten veya hükmen nâmi, yani artıcı bulunmalıdır. Artıcı olmayan mallar nisabdan fazla olsa dahi zekâta tâbi değildir. Hakikaten çoğalma, ticaret yoluyla veya tevalût veya tenasül ile olur. Ticarette kullanılan herhangi bir eşya, hayvan, mülk veya bir vasıta zekâta tâbi olduğu gibi, dölünü veya sütünü almak için kırlarda otlatılan ve “Sâime” nâmı alan hayvanlar da zekâta tâbidir. Nitekim ileride bildirilecektir. Altın veya gümüş nakitler, külçeler, ziynet takımları (altın ve gümüş olmak şartıyla) kendileriyle ticarete niyet edilmese de veya bunlar nafakaya, ikametgaha sarf edilmek üzere saklanılmış olsa da, nisab miktarına bâliğ olunca zekâta tâbi olurlar.
- Zekâtın lüzumu için tam bir mülk bulunmalı, yani bir malda mülkiyet ile vaziyet (yani elde bulundurma) ictima etmelidir. Mal sahibisin, fakat elinde değildir. Hem o mala sahip olacaksın ve hem o mal elinde bulunacaktır. Mesela bir kadın, mehrini eline geçirmedikçe, bundan dolayı zekât ile mükellef olmaz. Borçlu olan kimse, borcuna karşılık olan bir malından dolayı zekât ile mükellef olmaz. Çünkü bu mala vaziyeti var ise de mâlikiyeti yoktur. Satın alınıp da henüz ele geçmemiş bir mal ise makbuz hükmünde olarak zekâta tâbidir. Bu, nisaba dahil olup, sahih olan kavle göre zekât verilir. Yolculukta bulunan kimse de malının zekâtıyla mükelleftir. Yolculuk ifaya mâni değildir. Vekil tayin etmek sûretiyle bu vazifeyi görür.
- Zekâtın lüzumu için bir mal üzerinden tam bir sene geçmiş bulunmalıdır ki, buna (havl-i hevelan) denir. Yalnız ticaret malları böyle değildir. Sene sonunda elde mevcut bütün ticari mallar muhasebe edilerek, zekâtı tam olarak o günkü maliyeti üzerinden hesab edilerek, kırkta biri verilir. Ticaret mallarının dışında zekâta tâbi altın, gümüş ve paraların artması, artış senesine göre hesablanarak, senesini dolduran malın zekâtı verilir. Yani artan malın üzerinden bir sene geçmedikçe zekâta tâbi olmaz. Bunlar zekâtın farziyetinin şartlarıdır. Bir de zekâtın sıhhatinin şartı vardır ki, zekât verilen bir malın veya bir paranın zekât verilmek üzere niyet edilmesidir. Zekâtta niyet şarttır. Bu niyet kalbden yapılmakla icra edilir. Vekil tayin edilmiş kimselerin de zekâta o şahıs adına niyet etmeleri de şarttır.
Bunlar emval-i batıne ve emval-i zahire diye iki kısma ayrılır. Nakit paralarla, evlerde, mağazalarda bulunan ticaret malları, emval-i batınedir. Saime denilen hayvanlarla bir kısım arazi mahsulatı ve madenler ile yeraltındaki hazineler ve gümrüklere uğrayan ticaret malları ile nukut da emval-i zahiredendir. Bunların hepsi de birer muayyen nispette zekâta tâbidirler.
Batıni malların zekâtlarını vermek, sahiplerinin diyanetine havale edilmiştir. Bunlar, bu malların zekâtlarını diledikleri fakirlere, muhtaçlara bizzat verebilirler.
5.3.1.5. Zekâta Tâbi Olmayan Mallar
1. Bir kimsenin gerek kendi şahsının ve gerek geçimiyle mükellef olduğu kimselerin ihtiyaçlarını karşılayan, bu cihetle “Havâic-i asliye” adını alan şeylerden zekât lâzım gelmez. İkametgahlar, hanelerin lüzumlu eşyaları, giyinmeye, kuşanmaya mahsus lüzumlu libaslar, elbiseler; binmeye veya ihtiyaçlarını görmeye mahsus hayvanlar, vasıtalar; hizmete mahsus köleler, câriyeler, hizmetçiler; bir aylık veya bir senelik yenilecek, içilecek ve yakılacak şeyler; ilim sahiplerinin birer ciltten veya takımdan ibaret olan kitapları; sanat erbâbının birer takım aletleri havaic-i asliyeden sayılır. Binâenaleyh bunlara mâlik olanlar, zengin nisaba mâlik sayılmazlar.
2. Ticaret için olmayan fazla ev eşyasından, kitaplardan, sanat aletlerinden, fazla elbiseden, fazla yenilecek, içilecek, yakılacak şeylerden, altın ve gümüşten olmayan ziynet takımlarından, yakut, zümrüt, inci, elmas gibi huliyattan dolayı da zekât lâzım gelmez. Bunların kıymetlerinin toplamı en az nisab miktarına bâliğ olunca, sahipleri zengin sayılırsa da kendilerine zekât değil, sadak-ı fıtır, kurban ve durumuna göre hacc mükellefiyeti olur. Kendilerine zekât ve sadaka verilemez.
3. Bir kimsenin mâlik olduğu hâlde elinden çıkıp bir daha eline geçmesine imkân olmadığı kanaatine varılan mallarından ve paralardan zekât lâzım gelmez. İnkâr edilip de ispatı mümkün olamayan alacaklar da böyledir
4. Borca karşılık bir mal, nakit olsun, Saime veya ticaret malı olsun, zekâta tâbi değildir. Ödünç paralar, telef edilmiş şeylerin bedeli, kadınlara verilecek mehir paraları, geçmiş senelere âit zekât paraları bu borç cümlesindendir. Binâenaleyh bir kimsenin hacet-i asliyesinden başka elinde nisaba mâlik nukudu veya ticaret eşyası bulunduğu hâlde bu miktarda borcu bulunursa, kendisine zekât farz olmaz. Borcunu çıktıktan sonra en az 200 dirhem gümüş karşılığında bir parası veya ticaret malı bulunmadıkça zekât lâzım gelmez. İmam Şâfii hazretlerine göre ise, nisab miktarı bir paraya veya ticari eşyaya mâlik olan, bunun mukabilinde borcu olsa da zekât ile mükellef olur. Mezheb-i Hanefiyyeye göre, borçlu fakirdir. Nisab miktarı fazla malı yok ise kendisine zekât verilmesi bile caizdir. Zekât ise yalnız zengine farzdır. Bağışlanan borca bir sene sonra zekât düşer.
5. Bir borca kefil olan kimsenin malından da, kefil olduğu borca karşılık olan miktar hakkında zekât lâzım gelmez.
6. Ticaret için değil, yalnız kira ve icar yolu ile istifade edilen hanelerden, dükkanlardan, akarlardan, kaplardan, aletlerden, makine, vasıta ve cihazlar-dan zekât lâzım gelmez. Bunlardan temin edilen kazançların nisaba uygun şekilde zekâtları lâzım gelir.
7. Ticaret için olmayan atlar zekâta tâbi değildir. Dişileriyle erkekleri karışık olsun olmasın, Saime olsun veya olmasın müsavidir. Merkep, katır, av için talim edilmiş köpek ve pars, ticaret için olmayınca zekâta tâbi olmazlar. Yük ve çift hayvanları ve kesilip etleri yenilmek için veya damızlık için ahırlarda veya kırlarda beslenen hayvanlar ve en az altı ay ahırda alef ile beslenilen “Alûfe” adını alan hayvanlar, zekâta tâbi değillerdir. İmâm Mâlik'e göre bunlar da zekâta tâbidirler.
8. Haram mal için zekât verilmez. Helâl ile haram ayrılması mümkün olmadığı takdirde zekâtı verilir. Aksi takdirde sahibi var ise sahibine, yok ise fukaraya verilir.
9. Zekât; zimmete değil, malın aynına taalluk ettiği için, zekâtı verilen bir mal helâk olsa zekât sâkıt olur. Fakat bu zekâtı verilecek bir para veya mal veya ticari eşya başkasına bağışlanır veya onunla bir mesken, bir vasıta veya herhangi bir alet alınırsa, zekâtı sâkıt olmaz, bunu tazmin etmek lâzımdır. Aynı zamanda, zekâta tahsis edilmiş bir mal zayi olsa, zekât yine sâkıt olmaz. Fakat zekât için ayrılan bir mal, fakire verilmeden sahibi vefat ederse varislerine intikal eder. Zekâttan borcu olan kimse ölünce, bu borcu vasiyet etmemiş ise malından alınmaz. Varisler dilerlerse teberrûan verebilirler. Müteaddit kimselerin zekâtlarını fukaraya vermeye vekil olan zâtın, bunlardan aldığı zekât mallarını birbirine karıştırmaksızın fakirlere vermesi lâzım gelir. Aksi takdirde kendi nâmına sadaka vermiş olur, o zekât mallarını ayrıca tazmin etmek icab eder.
5.3.1.6. Zekâtları Verilecek Malların Ne Sûretle Verileceği
5.3.1.6.1. Ehlî hayvanların Zekâtı
Ehlî hayvan, ticaret kasdı olmadan, senenin yarısından ziyade bir müddetle mübah meralarda, kırlarda otlatılırsa buna “Sâime” denir. Bunlar zekâta tâbidir. Altı aya kadar otlayanlar tâbi değildir. Ancak bunlardan binilmek veya yük taşıtmak veya kesilip etleri alınmak için meralarda az çok bir müddetle otlatılan hayvanlar da zekâta tâbi değildir. Saime denilen hayvanlardan cinslerine göre senede bir defa birer muayyen zekât alınır. Şöyle ki:
5.3.1.6.1.1. Koyun ile Keçilerin Zekâtı
Bunların nisabı kırktır. Kırktan noksan için zekât yoktur. Kırk koyun için bir koyun zekât verilir. kırktan yüz yirmi koyuna kadar muaftır. Yüz yirmi bir koyundan iki yüz bir koyuna kadar iki koyun, iki yüz bir koyundan dört yüz koyuna kadar üç koyun, tam dört yüz koyun için de dört koyun zekât verilir. Sonra her yüzde bir koyun daha verilir. Verilecek zekât koyunlarının bir yaşını doldurması lâzımdır. Keçi de koyun gibidir. Koyun ile keçi birleştirilerek verilebilir. Mesela otuz koyuna on keçi ilave edilerek, yalnız hangisi sayıda fazla ise zekât ondan verilir. Müsavi olursa sahibi muhayyerdir.
5.3.1.6.1.2. Sığırlar ile Mandaların Zekâtı
Saime olan sığırların nisabı otuzdur. Otuz kırk sığıra kadar zekât olarak iki yaşına girmiş erkek veya dişi bir buzağı verilir. Kırk ile altmış sığıra kadar üç yaşına girmiş erkek veya dişi bir dana verilir. Altmış sığırdan ise birer yaşını bitirmiş iki buzağı verilir. Sonra her otuzda bir buzağı ve her kırkta bir dana hesabı üzerine zekât verilir. Bunlar da aynen koyun ile keçideki şartlara tâbidir.
5.3.1.6.1.3. Develerin Zekâtı
Saime develerin nisabları beştir. Beşten aşağısı için zekât verilmez. Birer yaşlarını bitirmiş beş deve için bir koyun, on deveden yirmi beş deveye kadar, her beşte bir koyun verilmesi icab eder. Tam yirmi beş deve için de, iki yaşına girmiş bir dişi deve yavrusu verilir. Tam otuz altı deveden kırk beşe kadar da, üç yaşına girmiş bir dişi deve verilir. Kırk altı deveden altmışa kadar, yetmiş beş deveye kadar da, beş yaşına ayak basmış bir dişi deve verilir. Yetmiş altı deveden doksana kadar da, üçer yaşına girmiş iki deve vermek icab eder. Tam doksan birden yüz yirmiye kadar da, dört yaşına girmiş iki dişi deve verilir. Yüz yirmi deveden yüz kırk beşe kadar da, böyle dört yaşında iki deveyle beraber, her beş devede de bir koyun verilir. Yüz kırk beş deveden itibaren de, mufassal fıkıh kitaplarımızda beyan olunduğu nispette zekât vermek lâzım gelir. Bu develerin erkek ve dişilerinin ve cinslerinin muhtelif olması müsa-vidir. Verilecek develerin orta hâlde dişi olması şarttır. Erkek deve verildiği takdirde kıymet itibarıyla verilir. Hayvanlar nisaba katılırken kör ve zayıflar ayırt edilmezler. Fakat bunlardan zekât verilmez.
5.3.1.6.2. Ticaret Mallarının Zekâtı
Her nevi ticaret malları zekâta tâbidir. Ticaret malı olarak alınan ve satılan malların her türlü gelirleri ticaret malı sayılır. Mesela dükkanların, evlerin, tarlaların, vasıtaların icarları, hayvanların sütleri, kılları, gübreleri ticari kazançlara dahil edilir. Sene ibtidasında, yani sene başında nisaba bâliğ olan, kıymetleri en az iki yüz dirhem gümüş veya yirmi miskal altın miktarında bulunan ticaret mallarının zekâtı için, sene sonundaki kıymetlerine itibar olunarak, zekâtları bu kıymetlere göre verilir. Bu kıymetler nisab miktarından aşağıya düşmüş bulunsa, o hâlde zekâtları verilmez. Sene içinde artıp eksilmeleri nazar-ı dikkate alınmaz. Sene sonundaki değeri esastır. Ticaret için olan hayvanlardan da adede, Saime olup olmamasına bakılmaz, kıymetleri üzerinden zekâtları verilir. Ticaret mallarının sene nihâyetindeki kıymetleri, bulundukları yerdeki piyasaya göre takdir edilir. Bu hususta sahipleri muhayyerdirler. Bu kıymetleri dilerlerse altın ile ve dilerlerse gümüş ile takdir ve tayin ederler. Ancak bir ticaret malının kıymeti iki yüz dirhem gümüşe müsavi olduğu hâlde yirmi miskal altına müsavi olmayıp eksik bulunursa, nisab miktarı gümüşe göre takdir edilerek zekâtı verilir. Malların ticaret niyeti ile alınması şarttır. Sonradan satılmak üzere alınan bir malın üzerinden bir yıl geçse dahi zekâta tâbi değildir. Daima ticari mallarda sene sonu fiyatı esastır. Ondan sonra yükselme veya eksilme nazar-ı dikkate alınmaz. Ticaret mallarının başka cins veya kendi cinsleriyle değiştirilmesi, havline tesir etmez.
5.3.1.6.3. Altın ile Gümüşün Zekâtı
Altın ile gümüş, sikke hâlinde olsun olmasın ve nafaka gibi mesken gibi bir hacete sarf edilmesine niyet edilmiş olsun olmasın nisab miktarında olup üzerinden bir sene geçince zekâta tâbi olur. Altının nisabı yirmi miskal, gümüşün nisabı iki yüz dirhemdir. Altın ve gümüşte nisab değerlerine göre değil, vezinlerine bakılır. Ancak diğer ticari mallar olursa, bunların da kıymetleri üzerine ilave edilerek zekâta dahil olur. Altın ve gümüş her türlü eşya, kaşık, çatal, tabak ne olursa olsun, bunların yekun miktarları nisaba mâlik olduğu takdirde zekâtı lâzım gelir. Altın ve gümüşte tayin-i zekâtın efdaliyeti, sanatı itibarıyla kıymeti üzerinden verilmesidir. İmâm Şâfii'ye göre altın ile gümüş birbirine nisabı ikmâl için ilave edilemez. Belki her birinde tam bir nisab muteberdir. Mezheb-i Hanefiyye de ise ilave edilmek sûretiyle nisabın tayini caizdir. Altın ve gümüşün karışık hâlde bulunmaları veya başka bir eşya içinde karışık olmaları, galibiyetlerine bağlı olarak muamele görürler.
5.3.1.6.4. Evrak-ı Nakdiye ile Banknotların Zekâtı
Kaime ve evrak-ı nakdiye denilen kağıt paralar ve bankaların, istenilen zaman nakte tahvil edilen ve bedeli alınabilen banknotlar nukut hükmündedir Ticaret mallarıyla beraber nisab miktarınca olunca, sene nihâyetinde kıymetleri üzerinden kırkta bir zekâtı verilir.
5.3.1.6.5. Matlub Borç Paraların Zekâtı
Başkalarını zimmetinde olup borç denilen ve nisab miktarına bâliğ bulunan paralar, zekâta tâbi olup olmamak bakımından şöylece üç nevidir:
A) Kuvvetli Deyn: Bu, borç verilmiş olan paralar ile ticaret mallarının bedelleri olan alacaklardır. Bunlar borçlular tarafından ikrâr edilmekte olunca, tahsil edildiklerinde geçmiş senelere âit zekâtları da verilmek lâzım gelir.
B) Vasat Deyn: Bu, ticaret için olmayan bir malın bedelinden, mesela bir hâne kirasından veya adi bir libasın satış akçesinden birinin zimmetinde bulunan alacaktır. Bunun da zimmete geçtiği günden itibaren geçecek seneler için zekâtı lâzım gelir. Nisab miktarı tahsil edilmedikçe, zekâtın derhâl verilmesi icab etmez. Meğerki başka ilave edilecek bir parası ola. İmâm-ı A'zam'dan daha sahih olan bir kavle göre, böyle bir alacak tahsil edildikten sonra üzerinden bir sene geçmedikçe zekâtı verilmez. Yani geçmiş senelerin zekâtı verilmez.
C) Zayıf Deyn: Bu, bir şeyin bedeli olmaksızın bir kimsenin zimmetinde bulunan alacaktır. Varisin elinde kalmış olan vasiyet akçesi gibi ve henüz tahsis edilmemiş diyet bedeli. Kadının kocasındaki mehrinden alacağı gibi. Bu nev'i alacakların geçmiş seneleri için zekât lâzım gelmez. Tahsil edilip üzerinden bir sene geçmedikçe zekâtı verilmez. İmam Şâfii'ye göre borç, zekâtın edasını tehir etmez. Ele geçmese dahi zekâtlarının verilmesi icab eder.
5.3.1.6.6. Arazi Mahsulatının Zekâtı
Öşriyeye âit meselede buna dâir izahat verilmiş olup, o kısma bakınız.
5.3.1.6.7. Madenlerin ve Definelerin Zekâtı
Yerlerin altında yaratılmış veya saklanmış olarak bulunan mallara “Rikâz” denilir. Bunlardan yaratılmış olan mallar, madenlerdir. Gizli kalmış olan mallar da definelerdir ki, bunlara “Kenz” de denir. Madenler şöylece üç nevidir:
A) Muntabi olan, yani ateş ile yumuşayan, erimeye kabiliyeti bulunan maddelerdir. Altın, gümüş, bakır, kalay, tunç, demir ve cıva madenleri. Bu madenlerin beşte biri hükümete, geri kalan var ise mâlikine, yok ise bulana âittir.
B) Muntabi olmayan, yani erimeye kabiliyeti olmayan kireç, alçı taşı, yakut, elmas, firuze gibi. Bu gibi madenlerden hisse alınmaz. Bunların tamamı sahibine, yok ise bulana âittir.
C) Mayi bir hâlde bulunan madenlerdir. Su, tuz, zift, neft gibi. Bunlar-dan bir şey alınmaz. Bunlar da tamamen arazi sahibine âittir.
Definelere gelince bunlar da üç grupta toplanır:
1. Kenz-i İslâmidir: Bu, üzerinde İslâmiyet alameti olan definelerdir. Bunlar “lukâta”, yani bulunmuş mal mesabesindedir. Bunları bulanlar, fakir iseler kendilerine, değil iseler fakirlere sarf veya hükümete tevdi ederler.
2. Kenz-i Cahilidir: Bu, gayr-i İslâmi hazineler olup, beşte biri hükümete, geri kalan arazi sahibine, yok ise bulana âittir. Sahipsiz arazide olursa, beşte biri hükümete, diğeri bulana âit olur.
3. Kenz-i Müştebihtir: Bu da, Müslümanlara mı gayr-i Müslimlere mi âit olduğu bilinmeyen gömülerdir. Bunlar, bir kavle göre Kenz-i Cahili, bir kavle göre de lukata hükmündedir.
Denizlerden çıkarılan incilerden ve kuyulanmış nakitlerden ve balıklar ile anberlerden zekât nâmına bir şey alınmaz. İmâm Ebû Yusuf'a göre denizden çıkarılan nukuttan, inci ile anberden beşte bir nispetinde bir hisse alınır. İmâm Şâfii'ye göre altın ve gümüşten başka madenlerden zekât alınmaz. Altın ile gümüşten de nisab miktarından noksan olmaması şartıyla kırkta bir nispetinde zekât alınır.
5.3.1.6.8. Zekâtı Ödeme Yolları
Zekâta tâbi malların zekâtlarını ayni ile vermek câiz olduğu gibi, kıymetlerini vermek de caizdir. Bu hususta sahipleri muhayyerdir. İmâm Şâfii'ye göre kıymetleri verilmez. Hemcinsinden verilmesi lâzımdır. Zekâtlar, senesi gelmeden fakirlere verilebildiği gibi, diğer senelere de tehir edilebilir. Yalnız iki seneyi geçmemek şartıyla. Mâlikilere göre ta'cil edilmez. İmam Şâfii'ye göre yalnız bir sene ta'cil edilir. Zekâtın, ehil olan kimseye bizzat teslim edilmesi şarttır.
5.3.1.6.9. Zekâtın Masrafı
Zekâtın kimlere verileceği kısmında âyet-i celîle ile gösterilmiştir. Oraya bakınız.
5.3.1.6.10. Kendilerine Zekât Verilmesi Câiz Olmayanlar
1. Bir kimse kendi zekâtını fakir bulunan zevcesine, usûl ve füruuna, yani babasına, anasına, dedesine, nenesine, oğullarına, kızlarına ve bunların çocuklarına, torunlarına veremez. İmâm-ı A'zam'a göre zengin kadın fakir kocasına da veremez.
2. Havaic-i asliyeden başka nisaba mâlik olanlara da verilmez. Çünkü onlar zengin sayılırlar.
3. Benî Haşim ile onların azadlılarına zekât verilemeyeceği gibi öşür, nezr, keffaret gibi sâir vâcib sadakalar da verilemez. Kendilerine nafile ve hediye tarikiyle sadaka verilebilir. Benî Haşim'den maksat Resûl-i Ekrem (sav) Efendimizin amcaları Hz. Abbas ile Haris'in evlad ve ahfadından ve Hz. Ali ile kardeşleri Akil ile Cafer'in zürriyetinden ibarettir. Bu zâtların, ihtiyaç-larına göre beytü'l-mâlın ganaim kısmından hisseleri vardır. Bu hisseleri alamadıkları takdirde, ihtiyaçtan kurtulmaları için kendilerine zekât verile-ceğine bazı fukaha kâil olmuşlardır.
4. Kendisine zekât verilecek kimsenin, zekâtın sarfı, yani tevzii zamanında zekâta ehil olması şarttır.
5. Bir kimse zekâtını zengin bir erkeğin küçük çocuğuna veremez. Fakat zengin bir kadının fakir, yetim ve babası Müslim olan çocuğuna verebilir.
6. Zekât, gayr-i Müslimlere verilemez. Nafile sadakaların verilmesinde ittifak vardır. Yalnız İmâm Züfer zekât verilmesine kâildir.
7. Zekâtın verilmesi için tetkik edilmesi de zaruridir. Tetkik edilmeden verilen zekâtın, zekât verilenin zengin olduğu anlaşılınca, İmâm-ı A'zam'a göre iadesi gerekir.
5.3.1.6.11. Sadaka-i Fıtır
Sadaka-i fıtırın vücubu, zekâtın farz olmasından mukaddemdir. Orucun farz olduğu seneye musadiftir. Sadaka-i fıtır, Ramazan bayramının birinci günü fecrin tulûundan itibaren vâcib olursa da, bundan evvel de, bundan sonra da verilir. Eimme-i Selase'ye göre sadaka-i fıtır, Ramazan-ı Şerifin son akşamı güneşin batmasından itibaren vâcib olur. Bayramdan sonraya tehiri haramdır. Tehir ile sâkıt olmaz. Yine vermek lâzımdır. Sadaka-i fıtır, nisab miktarı mala sahip olan her Müslüman için vâcibdir. Velev ki çocuk veya mecnun bulunsun. Bunların velileri, bunların sadakalarını vermezlerse, bunu kendileri bâliğ olunca ödemekle mükelleftirler. Eimme-i Selase'ye göre, bayram günüyle gecesine mahsus, kendisiyle ailesi efradının yiyeceklerinden ve sâir hacet-i asliyelerinden fazla fitre miktarı bir mala sahip olan bir Müslüman için sadaka-i fıtır bir vecibedir.
5.3.2. Topraktan Yetişen Meyve ve Mahsullerden de Zekât Verileceği
Sûre-i En'âm Âyet: 141- O çardaklı ve çardaksız cennet (gibi üzüm) bağ(larını), o meyveleri ve tatları çeşitli hurmaları, mezruatı, zeytinleri, narları -birbirine hem benzer, hem benzemez bir hâlde- yaratıp yetiştiren O'dur (Allah'tır). Her biri mahsul verdiği zaman mahsulünden yiyin. Devşirildiği ve toplandığı gün de hakkını (sadakasını) verin. İsraf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.
Not: Bu âyet-i kerime, zekâtın farziyetinden evvel Mekke-i Mükerreme'de nâzil olduğundan, buradaki “hak”tan murad, birçok müfessirlere göre miktarı gayr-i muayyen bir tasadduktan ibarettir. Bu gibi nimetlerden fakirleri de mümkün mertebe müstefid kılmak bir insaniyet vazifesidir, bir merhamet-i İslâmiye eseridir. Veyahut bundan murad, mahsulatın usûlü dâiresinde onda birini veya yirmide birini selahiyettâr makama vermektir. Bu “hak” üzerinde ihtilâf vardır. İbn-i Abbas (ra) ve Enes bin Mâlik'e (ra) göre bu “hak” farz olan zekâttır. (Yani öşür ve nısf-ı öşürdür). Tavus, Hasen, Cabir bin Zeyd, Said bin Müseyyeb, Muhammed bin Hanefiyye Hazeratı da bu ictihaddadırlar. İmâm-ı A'zam Ebû Hanife hazretleri bu âyet-i kerimede zikr edilen beş nev'e -az olsun, çok olsun- vücub-i zekâtın tereddüb ettiğini, ekseriyet ise beş “Vesk”a, yani üçyüz “sa”a bâliğ olmadan bu farzın tahakkuk etmeyeceğini söylemişlerdir ki miktarı bin kiloya kadardır. Zekâtın Medine-i Münevvere'de farz olduğu sabittir. Bu âyet ise Mekkîdir. Onun için bu âyetin mensuh olduğu da beyan edilmiştir. Şu kadar ki, İbn-i Cevzi tefsirinde, İbn-i Abbas'ın ve Katade'nin rivâyetlerine istinaden, bu âyetin Medine'de nâzil ve binâenaleyh muhkem olduğunu yazmıştır. Ali bin Hasen, Ata, Mücahid ve Hammad'ın beyanlarına göre bu âyetteki “hak”, mahsulün toplandığı güne tereddüb eden ve zekâttan başka olan bir haktır, âyet mensuh değildir. Bu hak da toplama zamanında hazır olanlara yedirmek ve ekin ve meyveden düşenleri fakirlerin devşirebilmeleri için tarla ve bahçelerde bırakmaktır. Mücahid diyor ki: “Hurma kesimi zamanında hurma salkımlarından bir kısmını gelip geçenin yemesi için tarlalarda bırakırlardı.” Rubeyyi de ekin başaklarından yere düşenlerin de fakirlerin hakkı olduğunu söylüyor. Zeyd Bin Esam Medinelilerin hurma salkımları getirerek mescidin yanına astıklarını ve fakirlerin bunlardan hurmaları asalarıyla düşürüp yediklerini hikaye etmiştir.
5.3.3. İnfak Edilecek En Evlâ Kimseler
A) Sûre-i Bakara Âyet: 215- Onlar, hangi şeyi nafaka olarak vereceklerini sana sorarlar. De ki: “Maldan vereceğiniz şey (evveliyetle) ananın, babanın, akrabanın, yetimlerin, yoksulların, yol oğlunun (misafirin hakkı)dır.” Her ne hayır işlerseniz şüphesiz Allah onu çok iyi bilen (mükâ-fatını veren)dir.
273- (Sadakalar) Allah yolunda kendilerini vakfetmiş fakirler içindir ki, onlar yeryüzünde dolaşmaya muktedir olmazlar. (Hâllerini) bilmeyen, iffet ve istiğnalarından dolayı onları zengin (kimse)ler sanır. Sen (Habibim) o gibileri simalarından tanırsın. Onlar insanlardan yüzsüzlük edip de (bir şey) istemezler. Siz (Hak yolunda) ne mal harcarsanız şüphesiz Allah onu hakkıyla bilicidir.
B) Sûre-i Nûr Âyet: 22- Sizden (dinde) fazilet ve (dünyada) servet sahibi olanlar, akrabalarına, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere vermelerinde kusur etmesin, affetsin, aldırış etmesin. Allah'ın sizi yarlığa-masını sevmez misiniz? Allah yarlığayıcı, çok esirgeyicidir. (Ebû Bekir-i Sıddık -ra- akrabasından iftira hadisesiyle alakalı olan için öteden beri yaptığı maddi yardımı kesmişti. Bu âyetin nüzul sebebi budur.)
C) Sûre-i Rûm Âyet: 38- Haydi akrabaya, yoksula, yol oğluna (yolcuya) hakkını ver (Sıla-ı Rahim yapmak, iyilik etmek, sadaka vermek sûretiyle). Bu, Allah'ın cemalini (rızasını) dilemekte olanlar için (her şeyden) hayırlıdır. Ve onlar korktuklarından emin, umdukla-rına nâil olanların tâ kendileridir.
D) Sûre-i Duhâ Âyet: 8- Seni, bir fakir olduğunu bilip de zengin yapmadı mı?
9- O hâlde yetime gelince, (ona sakın) kahretme.
10- Sâile (yol oğluna, ilim tahsil ve talep edene) gelince, (onu) da azarlayıp kovma. (İlim tahsil edenlere, alimler için “Âhiret postacısı” denilmiştir. “Tahsil-i ilim için kapına geliyor ve âhirete bir şey gönderecek misin?” diyor, demişlerdir.)
5.3.4. İnfakta Mallarımızın Hepsinin Dağıtılmasını Rabbimizin İstemediği
Sûre-i Muhammed Âyet: 36- Dünya hayatı ancak, bir oyun ve bir eğlencedir. Eğer iman eder, (şirkten) sakınırsanız sizi mükâfatlandırır. (Size mükâfatlarınızı verir.) O, sizden mallarınızı(n tamamını) da istemez. (Yalnız farz olan zekâtı ister. O farz olan zekât da kırkta bir olup çok cüz'idir.)
37- Eğer sizden onlar(n tamamını) ister, bu sûretle sizden (talepte) ileri giderse, cimri olursunuz ve (bu cimrilik) sizin kinlerinizi (İslâm dinine karşı, Peygambere karşı) açığa çıkarır.
38- İşte siz Allah yolunda (ancak farz olanı) harcamanıza davet edilmekte olanlarsınız. Fakat içinizde (yine) cimrilik edenler vardır. Kim cimrilik ederse kendi nefsine cimrilik etmiş olur. Allah (sizin nafakanıza muhtaç değildir) ganidir. Siz ise (O'nun) fakirler(i, muhtaçları)sınız. Eğer (O'na taatten) yüz çevirirseniz yerinize sizden başka bir kavmi getirir. Sonra da onlar sizin benzerleriniz olmazlar. (Yüz çevirmek hususunda belki Allah'a itaat ederler.)
5.3.5. Malların ve Kazançların İsraf Edilmemesi ve İnfakın Ne Sûretle Yapılabileceği
Sûre-i İsrâ Âyet: 26- Hısıma, yoksula, yolda kalmışa hak(lar)ını ver. (Malını) israf ile saçıp savurma.
27- Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleri (biraderleri) olmuşlardır. Şeytan ise, Rabbine (karşı) çok nankördür.
29- Elini boynuna bağlı olarak asma (cimrilik etme). Onu büsbütün de açıp saçma (İsrafa da sapma, itidal ve iktisada riâyet et. Bu, sehavete tavsiyedir). Sonra kınanmış, pişman bir hâlde oturup kalırsın.
5.3.6. Yapılacak Sadakaların En Güzelinden ve Helâlinden Verilmesi
A) Sûre-i Bakara Âyet: 267- Ey iman edenler! (Hak yolunda) infakı (harcamayı) kazandıklarınızın en güzellerinden ve sizin için yerden çıkardıklarımızdan yapın. Kendinizin göz yummadan alıcısı olmadığınız pek adi, bayağı şeylere yeltenmeyin. Bilin ki şüphesiz Allah her şeyden müstağnidir, asıl hamde layık olandır. (Bazılarına göre bu emir zekât hakkındadır. Maamafih tatavvu sadakasında da o emir dâiresinde hareket etmek lâzımdır.)
B) Sûre-i Âl-i İmrân Âyet: 92- Siz, sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcayıncaya kadar aslâ iyiliğe ermiş (Birr-u taat etmiş) olmazsınız. Her ne infak ederseniz şüphesiz Allah onu bilicidir.
5.3.7. Sadakaların Gizli Verilmesinin Evlâ Olduğu ve Günâhlardan Bir Kısmına Keffaret Olacağı
Sûre-i Bakara Âyet: 271- Eğer sadakaları aşikâre verirseniz, o ne güzel! Eğer onları gizler, onları (bu sûretle) fakirlere verirseniz, işte bu sizin için daha hayırlıdır, (Allah o sebeple) günâhlarınızdan bir kısmını yarlığar. Allah ne yaparsanız ondan hakkıyla haberdardır.
5.3.8. Verilen Sadakaların Başa Kakılmaması
Sûre-i Bakara Âyet: 263- İyi (güzel ve tatlı) bir söz ve bir ayıp örtme, ardından eziyet gelen bir sadakadan hayırlıdır. Allah (kullarının sadakalarından) müstağnidir, Halîmdir. (Ukubette, cezada acele edici değildir.)
5.3.9. İnfak Etmeye Kudreti Yetmeyenlerin Tatlı Sözle İhtiyaç Sahiplerine Mukabele Etmeleri
Sûre-i İsrâ Âyet: 28- Şâyet Rabbinden umduğun rahmeti arayarak onlardan sarf-ı nazar edersen (yardım etmek istediğin hâlde muktedir olmadığından dolayı böyle bir mecburiyette kalırsan) o hâlde kendilerine yumuşak bir söz söyle(mekle mukabelede bulun).
5.3.10. Allah Yolunda Kullanma Gayesiyle Mal Toplamanın Câiz Olduğu
Sûre-i Sâd Âyet: 31- Hani ona (Süleyman -as-) öğleden sonra bir ayağını tırnağı üstüne dikip, üç ayağının üzerinde duran süratli koşu atları gösterilmişti de.
32- “Gerçek ben, mal (yani at) sevgisine (sırf) Rabbimi zikretmek için düştüm.” demişti. Nihâyet (bu atlar) perdenin arkasına gizlenmiş-(ler)di.
33- (Dedi ki) “Onları bana döndürün.” hemen ayaklarını, boyun-larını okşamaya, taramaya başladı. (Bizim dinimizde olduğu gibi, Süleyman'ın -as- dininde de harb için at beslemenin mendub olduğu anlaşılmaktadır.)
5.3.11. Yaptığımız İnfakların Mükâfatlanacağı ve Yüksek Dereceler Verileceği
A) Sûre-i Bakara Âyet: 245- Kimdir o ki Allah'a güzel bir ödünç versin de (Allah da) onu kat kat, birçok artırsın. Allah (kimini) daraltır, (kimini) genişletir. (Rızkını kısarak fakir yaparak daraltır. Kalblerini daraltır da sahibi sadaka veya ödünç veremez. Rızkını genişletir. Yani verilen sadakalardan malının artacağına dâir kuluna itimat verir.) Siz (hepiniz) ancak ona döndürü(lüp götürü)leceksiniz.
261- Mallarını Allah yolunda harcayanların hâli yedi başak bitiren, her başakta yüz “dane” bulunan bir tek tohumun hâli gibidir. (Bire yedi yüz oluyor.) Allah kime dilerse kat kat verir. Allah, ihsanı bol olan, hakkıyla bilendir.
262- Mallarını (Allah yolunda) harcayıp da sonra o harcadıklarının arkasından bir başa kakış ve bir eziyet takip katmayanlar (yok mu?) Onların Rableri yanında mükâfatları vardır. Onlara hiçbir korku yoktur. Mahzun da olacak değillerdir onlar.
265- Allah'ın rızasını istemek ve ruhlarında olan (iman)ı kökleştirip takviye etmek için mallarını harcayanların hâli de bir tepenin üzerinde bulunan güzel bir bahçenin hâline benzer ki, ona bol bol yağmur isabet etmiş de meyvelerini iki kat vermiştir. Ona bol bir yağmur düşmese de (hiç olmazsa onda) bir çisinti (bulunur). Allah, ne yaparsanız (hepsini) hakkıyla görücüdür.
270- Nafakadan ne harcadınız yahut adaktan ne adadınızsa muhakkak Allah bilir. Zalimlerin hiçbir yardımcıları yoktur.
274- Mallarını gece gündüz, gizli aşikâr (Hak yolunda) harcayanlar (yok mu?) İşte onların, Rableri katında mükâfatları vardır. Onlara hiçbir korku da yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir.
B) Sûre-i Rûm Âyet: 39- İnsanların mallarında artış olması için faiz (cinsin)den verdiğiniz şey (nakdi mal, sadaka vesâire) Allah katında artmaz. Allah'ın rızasını dileyerek verdiğiniz zekât ise, sevaplarını kat kat artıranlar onlar (onu verenler)dir.
C) Sûre-i Hadîd Âyet: 10- Ne oluyor size ki Allah yolunda harcamıyorsunuz? Hâlbuki göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. İçinizde fetihten evvel de (Allah yolunda) harcayan, muharebe eden kimseler diğerleriyle bir olamaz. Onlar derece itibarıyla (o fetihten) sonra harcayan ve muharebe edenlerden daha büyüktür. (Bununla beraber) Allah bu (iki zümreden) her birine en güzel olanı (cenneti) vaad etti. Allah ne yaparsanız hakkıyla haberdardır.
11- Allah'a karz-ı hasenle (gönül hoşnutluğu) ile ödünç verecek olan kim? İşte o bunu(n mükâfatını) kat kat artıracaktır. Ona (başkaca) çok değerli bir mükâfat da vardır.
18- Hakikat, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar ve Allah'a karz-ı hasenle ödünç verenler (yok mu?) Onlar(ın mükâfatı) kat kat artırılır. Onlar için çok şerefli (başka) bir mükâfat da vardır.
D) Sûre-i Leyl Âyet: 17,18- Hâlbuki o çok sakınan (küfürden, şirkten) malını (Allah nezdinde sırf) temizlenmek için (hayırlara) veren, ondan (o ateşten) uzaklaştırılacaktır. (Bilal-i Habeşi'yi -ra- kurtaran Hz. Ebû Bekir -ra- hakkında nâzil olup umûma şâmildir.)
5.3.12. İnsanların Halketmek Sıfatı Olmadığı Hâlde Bu Kadar Cimri Olduğu, Eğer Halkedici Olsa idi (O Kadar Cimri Olacaktı ki) Beşer İçin Bir Yardımlaşma İmkanı Olamayacağını Sarih Olarak Beyan Eden Âyetler
A) Sûre-i Nisâ Âyet: 53- Yoksa onların (yeryüzünün) mülk(-ü saltanatın)dan bir hissesi mi var? Fakat öyle olsaydı insanlara, çekirdeğin arkasındaki minik bir tomurcuğu bile vermezlerdi.
B) Sûre-i İsrâ Âyet: 100- De ki: “Rabbimin rahmet hazinelerine siz mâlik olsaydınız, o zaman harcama(ktan tükenir) korkusuyla muhakkak cimrilik ederdiniz.” Çok cimridir insan!
5.3.13. Cimriliğe Teşvik Edenin Şeytan Olduğu
Sûre-i Bakara Âyet: 268- Şeytan sizi fakir olacaksınız diye korkutur. Size cimriliği emreder. Allah ise (nafaka hususunda) size kendisinden bir yarlığama ve bir bolluk vaad ediyor. Allah (ihsanı) geniş olan (her şeyi) hakkıyla bilendir.
5.3.14. Hırslı Kimselerin Bariz İşaretleri
A) Sûre-i Meâric Âyet: 19- Hakikat, insan hırsına düşkün (ve sabrı kıt) yaratılmıştır.
20- Kendisine şer (zarar, fakirlik, bir hastalık) dokundu mu feryadı basandır.
21- Ona hayır (bolluk, zenginlik) dokununca da (içinde Allah-u Teâlâ'nın da hakkı bulunan mal verilince de) çok cimridir.
B) Sûre-i Âdiyât Âyet: 8- Gerçek o (insan), mal sevgisinden dolayı pek katıdır (cimridir).
5.3.15. Gösteriş İçin İnfak Yapanlar Hakkında İnen Âyetler
A) Sûre-i Bakara Âyet: 264- Ey iman edenler! Sadakalarınızı; -malını insanlara gösteriş için harcayan, Allah'a ve âhiret gününe inanmayan bir kimse gibi- başa kakmak ve incitmek sûretiyle heder etmeyin. Çünkü onun hâli, üzerinde bir toprak bulunup da kendine şiddetli bir yağmur isabet eden, bu sûretle o, kendisini kaskatı bir taş hâlinde bırakmış olan kaypak bir kayanın hâli gibidir. Onlar (dünyada) işledikleri hiçbir şeyden (sevap kazanmaya) muktedir olamazlar. Allah kâfirler güruhuna hidâyet vermez.
266- Sizden herhangi biriniz arzu eder mi ki hurmalardan, üzümlerden onun bir bahçesi olsun, altından ırmaklar aksın, orada kendisinin her çeşit meyveleri bulunsun. (Fakat) ona ihtiyarlık çöksün, âciz ve küçük çocukları da olsun, derken (onun veya biricik yavrularının geçim vasıtaları olan) ona (o bahçeye) içinde bir ateş bulunan bir bora isabet etsin de o, yanıversin? İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildirir. Olur ki iyi düşünürsünüz.
B) Sûre-i Nisâ Âyet: 38- Allah'a ve âhiret gününe inanmadıkları hâlde mallarını insanlara gösteriş için sarf edenler(i de Allah sevmez). Şeytan kime arkadaş olursa, o ne kötü bir arkadaştır.
5.3.16. İnfak Etmeyenlerin ve Zekâtlarını Vermeyenlerin Ağır Cezaya
Uğrayacakları
A) Sûre-i Âl-i İmrân Âyet: 180- Allah'ın fazl(u kereminden) kendilerine verdiğini (sarf-u infakta) cimrilik edenler, zinhar bunun kendileri için bir hayır olduğunu sanmasın(lar). Bilakis bu onlar için bir şerdir. Onların cimrilik ettikleri şey kıyâmet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah ne yaparsanız (hepsinden) hakkıyla haberdardır.
B) Sûre-i Nisâ Âyet: 37- Onlar, hem (binnefs) cimrilik yapan, hem insanlara cimriliği emredenler, Allah'ın lütfu inâyetinden kendilerine verdiğini gizleyenlerdir. Biz o nankörlere hor ve hakir edici bir azab hazırlamışızdır.
C) Sûre-i Tevbe Âyet: 34- Ey iman edenler! Şu muhakkak ki, (Yahudi) bilginleri(ni)n ve (Hıristiyan) rahibleri(ni)n birçoğu bâtıl (sebepler)le insanların mallarını yerler, (onları) Allah'ın yolundan menederler. Altını ve gümüşü yığıp ve biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar (yok mu?) (Zekât, hayır ve hasenat hakkını ödemeyenler) İşte bunlara pek acıklı bir azabı müjdele.
35- O gün ki bunlar, üzerlerinde (yakılacak) cehennem ateşinin içinde kızdırılacak da o kimselerin alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak, “İşte bu, (denilecek), nefisleriniz için toplayıp sakladıklarınız! Artık saklayıp istifçilik ettiğiniz bu nesneleri(n acısını haydi) tadın.”
D) Sûre-i Muhammed Âyet: 38- İşte siz Allah yolunda (ancak farz olanı) harcamanıza davet edilmekte olanlarsınız. Fakat içinizde (yine) cimrilik edenler vardır. Kim cimrilik ederse ancak kendi nefsine cimrilik etmiş olur. Allah (sizin nafakanıza muhtaç değildir) ganidir. Siz ise (O'nun) fakirler(i, muhtaçları)sınız. Eğer (O'na tâatten) yüz çevirirseniz, yerinize sizden başka bir kavmi getirir. Sonra da onlar sizin benzerleriniz olmazlar. (Yüz çevirmek hususunda belki Allah'a itaat ederler.)
E) Sûre-i Hâkka Âyet: 33- “Çünkü o, O büyük Allah'a inanmazdı.”
34- “(Kendisi) Yoksula yemek vermeye teşvik etmezdi.”
35- “Onun için bugün burada kendisine (acıyacak) hiçbir yakın (ve dost) yoktur.”
36- “Gıslîn'den (kanla karışık irin veyahut cehennemde bir ağaç) başka yiyecek de yoktur.”
37- “Ki onu (bilerek) hata eden (kâfir)lerden başkası yemez.”
Not: Teklif ikidir:
1. Allah'ın emrini büyük tanıma تَعْظِيمٌ لِأَمْرِ اللهِ (Ta'zimün li emrillah)
2. Allah'ın yarattıklarına şefkat göstermek شَفْقَةٌ لِخَلْقِ اللهِ (Şefkatün li halkillah)
Kim Allah'ın birliğini tasdik etmez, ona inanmazsa; onun emrini tanımayı terk etmiş olur. Kim de yoksulu ihmâl ederse, Allah'ın yarattıklarına karşı şefakatini kırmış olur. Bunların ikisini de yapmayanlar, boynundan Allah'a olan kulluk “Rıbkasını” atmıştır. Bu âyet fakire merhametsizliğin en büyük günâh olduğuna delildir. Çünkü Cenâb-ı Hakk bunu “O büyük Allah'a inanmazdı.” mâna-i celîlesi ile küfür üzerine atfetmiştir.
5.3.17. İnfak Eden Aile Reislerinin Ölümden Sonra İnfaka Devam Etmeyen Varislerinin -ki Evladlarının- Ellerinden Mallarının Alınacağı
Sûre-i Kalem Âyet: 17- Biz, o bahçe sahiplerini nasıl belaya uğrattık ise muhakkak bunları da (Mekkelileri) belalandırdık. (Kıtlıkla, açlıkla, fakat ibret almadılar.) Hani (bahçe sahipleri) sabah olunca onu (bahçenin meyvelerini) mutlaka devşireceklerine, biçeceklerine yemin etmişlerdi. (Yoksullara babalarının veregeldikleri sadakayı göstermemek için.)
18- (Bu bâbda) İstisna da yapmıyorlardı. (İnşaallah da demiyor-lardı.)
19- Hâlbuki onlar uyurlarken hemen Rabbinden (gönderilen) dolaşıcı bir bela onu sardı da (geceleyin bir ateş bahçeyi yakıverdi de).
20- (O bahçe) Simsiyah kesiliverdi.
21- İşte sabaha karşı birbirlerini çağırdılar.
22- “Devşirecekseniz erkence mahsulünüzü (devşirmeye) çıkın.” diye.
23- Derken onlar aralarında fısıldaşarak gittiler.
24- “Sakın bugün karşınıza hiçbir yoksul (çıkıp) oraya (bahçeye) girmesin.” diye.
25- (Fakirleri) Men'e (sanki) güçleri yetecek adamlar tavrıyla erkenden gittiler.
26- Fakat onu (bu hâlde) görüverince dediler ki: “Herhâlde biz yanlış gelenleriz.” (Bizim bağlarımız bunlar değil.)
27- (Sonra hakikati anlayınca) “Hayır, biz mahrum (kalmış)larız.”
28- Ortancaları (en adil, hayırlı re'ye yahut yaşça) “Ben size demedim mi? (Allah'ı) tenzih etmeli değil miydiniz?” dedi.
29- “Seni (tesbih ve) tenzih ederiz. Ey Rabbimiz! Hakikaten biz zalimlermişiz.” dediler.
30- Şimdi kabahati birbirlerine yüklemeye başladı(lar).
31- “Yazıklar olsun bize!” dediler, “hakikaten biz azgınlarmışız.”
32- “Rabbimizin bize, bunun yerine, ondan daha hayırlısını vermesi mümkündür. Biz (bütün dilek ve isteklerimizi artık) gerçekten Rabbimize çevirenleriz.”
33- İşte azab böyledir. Âhiret azabı ise elbet daha büyüktür; (bunu) bilselerdi. (Mücahid'in ve İbn-i Mesud'un -ra- rivâyetlerine göre bu dilekleri lütfen ve tefaddulen yerine getirilmiştir.)
Not: Bu âyetlerdeki misaller (bahçe sahibi) rivâyete göre, Sakif kabilesinden Müslüman bir zâttı. “San'a” yakınında üzüm, hurma ve ekin bahçesi vardı. Mahsulleri toplama zamanında fakirlere de hatırı sayılır nasib ayırırdı. O vefat edince, oğulları “Ailelerimiz çok, mal az; yoksullara bir şey veremeyiz.” dediler. Cenâb-ı Hakk onların bahçesini yakıverdi. Allah-u Teâlâ sahavet ehlinin malını artıracağını taahhüd etmiştir. Evladlar aynı vazife-i İslâm'a devam etmedikçe bu taahhüd-ü İlâhinin de onların üzerinden kalkacağı tabiidir. Eski nimeti ve devleti bulabilmeleri için istiğfar edip sahavet vazifesine avdet etmeleri gerekir. Nitekim bu misallerde de işaret buyrulmuştur.
5.3.18. Ölürken veyahut Âhirette En Çok Nedamette Bulunanların İnfak
Etmeyenler Olduğu ve Mutlaka Ölmeden Evvel Hayırlı İşlerin Elzem Olduğunun Beyanı
A) Sûre-i Münâfikûn Âyet: 9- Ey iman edenler! Sizi ne mallarınız, ne evladlarınız Allah'ın zikrinden alıkoymasın (beş vakit namazdan yahut Kur'an'dan, Allah'ı hatırlatan ibadetlerden). Kim bunu yaparsa işte onlar hüsrana uğrayanların tâ kendileridir.
10- Herhangi birinize ölüm gelip de (ölümün emarelerini görüp de) “Ey Rabbim! Beni yakın bir müddete kadar geciktirseydin de sadaka verip dursaydım, iyi adamlardan olsaydım.” demesinden evvel size rızık olarak verdiğimizden (Allah yolunda) harcayın. (Mallarınızın bir kısmını da âhiret yolunda harcayın. Zekât ve hacc yüzünden taksiri bulunan herkes ölümü hâlinde mutlaka hayata dönmeyi isteyecektir.)
11- Hâlbuki Allah hiçbir kimseyi, eceli gelince aslâ geri bırakmaz. Allah, ne yaparsanız hakkıyla haberdardır.
B) Sûre-i Teğâbun Âyet: 16- O hâlde gücünüzün yettiği kadar Allah'tan korkun. (Öğütlerini) dinleyin, itaat edin, (mallarınızdan Allah yolunda) kendinizin hayrı olarak harcayın. Kim nefsinin (koyu) cimriliğinden korunursa, işte onlar muradlarına erenlerin tâ kendileridir.
HAKK'A DÂVET
NASİHAT-I İSLÂMİYYE