
Hibe:
Lügatte, nâfi olacak bir şeyi teberru eylemektir. Bağışlamak tabir de olunur. Lügatî mânaya göre hibenin mal olup olmamasında fark yoktur. Fıkıh ıstılahında hibe, bir malı bedelsiz olarak başkasına hâlen temlikten ibarettir. Hibenin lügavî mânâsı daha âmdır. Istılahi medlulü ise daha hâstır; mal bağışlamaktır.
Vâhib:
Temlik eden kimseye denir. Mevhûb, bağışlanan şeydir. Mevhûbûn leh, hibeyi kabul eden kimsedir. İttihab da hibeyi kabul demektir. Hâlen temlik kaydıyla vasiyet hâriç kalır. Çünkü vasiyet bade'l-mevt temliktir.
Şârih Kirmâni hibeyi, “Bilâ-ivâz temliktir.” diye tarif ettikten sonra, hibenin bu umûmî medlulü altında ibra, sadaka, hediye gibi neviler bulunduğunu bildiriyor ki, hibenin bu nevilere taksimi, Şârih Ayni'nin beyânı vechile, mânâ-yı şer'i itibarıyla bir taksim olmayıp, lügavî mânaya göre taksimdir.
İbra:
Borçluya borcunu bağışlamaktır.
Sadaka:
Ahiret sevabı için hibe edilen maldır.
Hediye:
Mevhubun lehe vâhib tarafından ikram olarak götürülen veya gönderilen armağana denir. Hediye eden kimseye muhdi, hediye edilen şahsa da muhdâ ileyh denilir.
Görülüyor ki, hibenin bunlardan her üçüne de lügavi manâca şümulü vardır. Şer'i ıstılahta ayrılır. Mânâyı lügavî itibarıyla hibenin ibahaya da şümulü vardır.
İbaha: Bir şeyi ivâzsız (karşılıksız) ekl-ü tenâvül etmek için âhare izin ve ruhsat vermektir. Ve temliki tezammun etmediği için hibeden farklıdır. Yani bir şeyi karşılıksız olarak bir kimseye yiyip içmesi için izin ve ruhsat vermektir. O kimse de bunu alıp almamak da serbesttir.
Hibe bir akiddir. Sâir akidler gibi hibe de icâb ve kabul ile mün'âkid olur. Binâenaleyh icâb ile kabul, hibenin rüknüdür. Şu kadar ki, kabz ile tamam olur. Akd-i bey'in tamam olması kabza mütevakkıf olmadığı hâlde, hibede mevhubun lehin mâl-i mevhubu kabz etmesiyle tamam olması, hibenin teberrudan ibaret olmasından, teberruunda teslim ile vücut bulmasındandır.
Hibede kabz elzemdir. Hibede kabzın ehemmiyetini fukahanın: “Hibede kabz, bey'ide kabul gibidir.” sözleri tebarüz ettirmektedir. Bu sebeple vâhibin: “Şu malı sana hibe ettim.” demesi üzerine mevhubun ileyh hibe edilen mecliste o malı kabz etse, hibe tamam olur. “Kabul ettim.” diyerek kavlen kabulüne lüzum görülmez. Sarahaten temlikte meclis şart değildir. Meclisin dışında da malı alabilir.
Hibede icab, mânâ-yı lügavisinden anlaşıldığı üzere “Bağışladım.” gibi, bir malı meccânen ve sarahaten temlik ifade eden sözlerdir. Delâleten temlik ifade eden sözler de hibeyi icab eder. Mesela kişinin kadınına bir çift küpe yahut bir ziynet metâsı verip de: “Al takın.” veyahut “Al kullan.” demesi, meccânen temlike delâlet edip hibeyi icâb eder. Çünkü zevciyet karinesiyle zevcin: “Al tak.” sözü, “Bunu sana bağışladım.” demek olur. Bu sebeple sarih olmayan ve icâba delâlet eden, karine de bulunmayan sigalarla hibe mün'âkid olmaz. Yukarıdaki misalde zevc, bir ecnebiye: “Al takın.” demiş olsa, bu söz hibeye delâlet etmeyip olsa olsa âriyet olur. Delâletle hibelerde meclis şarttır. Hibe edilen yerden sonra başka yerde aynı malı alamaz. Alır ise bu bir gasb sayılır.
Hibenin hikmet-i meşruiyeti, insanları buhulden (cimrilikten) kurtarıp kerem sahibi kılmaktır. Kalbde hasedi izâle edip gönüllerde sevgi ikâmesine sebep olur. Bir mekârim-i ahlâk vesilesidir.
Hediye edilen az bir şey olsa bile, hediye edilen kimsenin onu hakir görmeyip kabul etmesinin mekârim-i ahlâktan olduğu Buharî hadislerinden anlaşılmıştır. (Hadis No: 1125)
Ele geçmeyen bir hibeden rücû sahihtir. Kabz ise iki türlü olur. Kabz-ı hakikî ve kabz-ı hükmî. Kabz-ı hakikî, bir malı el ile alıp tutmaktır. Hükmî ise, bu tahliye ile yani hibe edileni, hibeyi almaya izinli zâtın alabileceği bir hâlde mânialardan hâli bulundurup “Onu kabz et.” demekle hâsıl olur. Binâenaleyh hibe için sarahaten veya delâleten izin verilmesi şarttır. İzinsiz bir malın kabzı gasbdır.
Mâliki mezhebine göre hibe, mücerret icab ve kabul ile olur. Artık o mala izin verilmeden de kabz edebilir. Hibe eden kimse, hibe ettiğini tahliyeye mecburdur. Şu kadar var ki, henüz hibe ele geçmeden, hibe eden kimsenin yanında borç olarak bulunan bu mal, kendisi ölüm hastalığına mübtelâ olursa, hibe bâtıl olur. Hibe sahibi hibe ettiğini mevhubun lehe, yani hibeyi alacak kimseye vermeyi tehir etse, o zât da hibeyi almak için müracaat etmiş olduğu hâlde kabzı tehire bıraksa, bununla hibe bâtıl olmaz. Vefat etse dahi hibeyi vârislerinden alabilir. Mâlikilere göre hibenin rükünlerinden biri, hibeyi ifade eden sıgadır veya bunu ifade eden fiildir. Mesela; erkek veya kız evladını bir altın gibi huliyyattan bir şey ile tezyin etse, kızlarına çeyiz yapsa, bu bir hibedir. Fakat erkeğin ailesine tezyin ettiği mücevherat bir âriyet olur. Meğerki sarahaten hibe ettiğini beyan etmiş ola.
Şâfii mezhebine göre de hibe, icab ve kabul ile mün'akid olur. Fakat esahh olan kavle göre, icab ve kabul her hâlde şart değildir. Bir taraftan vermek veya o hibeyi göndermek kabza kifâyet eder. Bunlar icab ve kabul mesabesindedir. Birinin veya her ikisinin vefatında veya vâhib izninden rücû edince veya mahcur bir hâle gelince izin bâtıl olur, hibe münfesih olur. Eğer hibeyi kabz etmemiş ise. “Şu malı al.” diyerek yalnız önüne koymak kâfi değildir. Kabz esastır. Fakat diğer bir kavle göre, kabzdan evvel vefat eden vâhibin veya mevhubun lehin vârisi, kabz veya kabza izin hususunda kendi yerine kaim olur. Çünkü vâris, murisinin halefidir. Mücerret ölüm ile akd-i hibe münfesih olmaz.
Hanbeli mezhebine göre de hibe, hibeye delâlet eden herhangi bir kavil veya fiil ile yapılabilir. Kabz ile de lâzım olup rücûa mahal kalmaz. Binâenaleyh hibe, kavlen icab ve kabul ile mün'akid olacağı gibi, kavlen icab ve kabul bulunmaksızın fiilen teati ile de sahih olur. Kabz bulunmadıkça hibeden rücû edebilir. Kabz için vâhibin izni şarttır. Fakat kabz bulunmadıkça mevhubun leh, hibe edilen mala mâlik olamaz, ictihadında bulunan fukahalar da vardır. Buna göre kabz da hibenin bir rüknü bulunmuş oluyor. Bu mezhebe göre hibe edilen zât, hibeyi kabz etmeden evvel hibe eden zât ölür ise bu, rücû etmek veya kabza izin vermek vârislerine intikal eder. Fakat hibe olunan zâtın kabulden evvel vefatıyla hibe bâtıl olur.
Zahiriyye mezhebine göre hibe ve sadaka yalnız lâfız ile yani mücerret icab ile tamam olur. İhraz ve kabz edilmesinin mânası yoktur. Hibe-i sahihadan da rücû câiz olmaz. Bundan ana ve baba müstesnadır. Bunlar evladlarına yaptıkları hibeden rücû edebilirler. Meğerki yapılan hibe telef edilmiş olsun. Kısmen telef olsa, kalandan rücû edebilir. Ebû Süleyman'ın da kavli budur. Hibenin tagayyür etmesi, evladının elinden çıkması veya evladının ölmesi de rücûa mânidir. Kendi nefsi ve ailesi için gına (varlık) bırakmamak sûretiyle yapılan hibe, tasadduk nafiz olmaz.
Hibe gayr-i lâzım bir akiddir. Binâenaleyh hibede bir mâni bulunmayınca rücû ve fesh câridir. Sadaka ve fakire yapılan hediyeden rücû câiz değildir.
Hibe ile mevhubün lehe gayr-i lâzım olarak mülk sabit olur. Binâenaleyh hibeyi kabul eden zât, o mülkte tasarruf eder. Meğerki usûlü dâiresinde rücû vâki olsun.
Hibe, bir akdi lâzım olmadığı cihetle onda hıyâr-ı şart (muhayyerlik) sahih değildir. Muhayyer olmak üzere yapılan bir hibe, hibedir. Muhayyer tutulan gün bâtıl olur.
Hibe, fâsit şartlar ile bâtıl olmaz. Binâenaleyh bir kimse malını başkasına satmamak üzere bir şahsa hibe etse, sahih olur. Bu şart ise bâtıl olduğundan, buna riâyet icab etmez.
Zimmîler de hibe hükmünde Müslümanlar mesabesindedirler. Çünkü muamelâta âit hususlarda, İslam ahkâmını iltizâm etmişlerdir. Hınzır veya hamri kendi aralarında hibeleri sahihtir. Gerek Müslimin zimmîlere, gerek zimmîlerin Müslümanlara bunları hibe etmesi veya hibeye ivâz vermeleri câiz değildir. Bir Müslimin bir müste'mine ve bir müste'minin de bir Müslümana hibesi caizdir. Dâr-ı Harbden Dâr-ı İslam'a tekrar gelen bu hibeden rücûları da sahih olur. Bir müste'min, kendisine hibe edilen malı kabz etmeden Dâr-ı Harbe giderse, hibe bâtıl olur. Kendisinin hibe ettiği bir mal kabz olunmadan Dâr-ı Harbe giderse, yine bâtıl olur. Fakat kendisi veya naibi gelip alabilir. Dâr-ı Harbe gönderilmez. Müste'min Müslümana, kendisine hibe edilen bir malı kabz için verebilir. Dâr-ı Harbe giderse, bu izin kıyasen câiz olmaz. İstihsanen câiz olur. Zira onun izni, Dâr-ı Harbe gittikten sonra da bakidir. Bir müste'minin, Müslüman bulunan mahremine veya böyle bir Müslümanın mahremi olan müste'mine hibe ettiği malı teslim olunduktan sonra rücû edemezler.
Bir Müslimin bir mürtede hediyesi sahihtir. Mürtedin bu hediyeye ivâz vermesi, yani mukabele etmesi, İmâm-ı A'zam'a göre sahih değildir. Binâenaleyh katl veya Dâr-ı Harbe iltihakına hükmedilirse, hibe münfesih olmaz. Fakat verdiği ivâz, vâhibden geri alınır. Bir mürtedin hibesine mukabil bir mal verildikten sonra mürted öldürülse veya Dâr-ı Harbe gitse, hibesi vârislerine red olunur. İvâz da mevcut ise sahibine verilir. Mürted, onu istihlâk etmiş ise mürtedin malından ödettirilir.
Eimme-i Selâse'ye göre hibeden rücû edilmez. Bundan babalar müstesnadır.
Şâfii mezhebine göre şartı, müfside mukarin olan herhangi bir hibe sahih olmaz. Bir malı mülkünden çıkartmadan hibe etmek gibi. Bundan rukbâ ve umrâ müstesnadır. Bunlardaki şart-ı fâsit, lağv olup kendileri sahihtir. İleride görülecek mevzudur.
Hanbeli fukahasınca hibeye münâfî bir şart, sahih değildir. Bu hâlde şart fâsit olmakla beraber, hibe sahih olur. Hibeyi satamamak, başkasına bağışlamamak şartları gibi.
8.2. HİBENİN SIHHATİNİN ŞARTLARI
1. Hibenin, vücut ve adem-i müteredded (muhataralı) olan bir şeye muallak olmaması şarttır. Binâenaleyh bir kimse “Şu işim yoluna girerse” veya “Fülan zât gurbetten gelirse bu malım sana hibe olsun.” dese sahih olmaz.
2. Hibenin müstakbel bir zamana muzaf olmaması şarttır. “Şu gelecek ayın başından itibaren şu malımı fülana hibe ettim.” dese, hibe sahih değildir. Bunda rukbâ müstesnadır.
3. Hibenin muvakkat bulunmaması şarttır. Binâenaleyh bir kimse bir malını bir şahsa, bir müddet için hibe etse sahih olmaz. Bunda umrâ müstesnadır.
4. Vâhibin teberrua ehil (hür, âkıl ve bâliğ) olması şarttır. Bunlara ise hibe sahihtir. Sarhoşların hibeleri sahihtir.
5. Hibede vâhibin rızası şarttır. Cebren, zorla yapılan hibe sahih değildir. İkrah zâil olduktan sonra vahib, hibesi hakkında muhayyerdir. Hibeye zorlanan sadaka eylese, sadakaya zorlanan hibe eylese sahihtir.
6. Mevhubun hibe zamanında mevcut olması şarttır. Binâenaleyh bir kimsenin koyunun doğuracağı yavrusunu hibe etmesi bâtıldır.
7. Mevhubun haddi zatında memlûk olması şarttır. Havada uçan kuşun hibesi bâtıldır.
8. Mevhubun mahuz (ayrılmış, müstakil) olması şarttır. Taksimi kabil olmayan bir malın hibesi sahih olmaz.
9. Mevhubun, vâhibin malı olması şarttır. Hibe bir akid olup, bu akdin ifası ancak mal sahibine âittir.
10. Mevhubun mütekavvim bir mal olması şarttır.
11. Mevhubun, mevhub olmayan bir şeye ittisali ecza sûretiyle muttasıl olmaması, diğer bir tabir ile vâhibin mülkünden ve hukukundan mevhubun müfrez bulunması şarttır. Binâenaleyh bir kimse mülkünü hibe edip üzerindeki malını veya malı hibe edip mülkünü hibe etmese, bu hibe sahih olmaz. Fakat mülkünü hibe edip üzerindeki binayı sökmek veya o mülkteki meyvelerin, ekinlerin biçilmesi, toplanması şart koşulur ise sahih olur.
12. Ayniyat kabilinden olan mevhubun, vâhibce malum ve muayyen olması şarttır. Binâenaleyh bir kimse tayin etmeksizin “Malımdan bir şey veya mâlik olduğum şeylerin bir miktarını hibe ettim.” dese sahih olmaz. “İki kitaptan birisini hibe ettim.” dese, hibe sahih olmaz. Ama “Şu iki kitaptan birini al.” derse sahih olur. Bu kitabı, o akid meclisinde tayin edip alması lâzımdır. Meclisten sonra muteber değildir.
13. Hibede mevhubun lehin temellüke ehil olması şarttır. Binâenaleyh bir kimse bir cenine, mesela zevcesinin doğuracağı bir çocuğa hibe etse sahih olmaz. Ölü ile beraber diriye de hibe etse, diriye sahih olur. Bir kimse, kendi kölesine de hibe edemez. Velev ki bu köle müdebber veya ümmi veled bulunsun.
14. Mevhubun lehin mevhubu kabz etmesi, sahibinin izni ile olması şarttır.
15. Mevhubun lehin kabza ehil olması şarttır. Binâenaleyh gayr-i mümeyyiz çocukların, mecnunların kabzları, yani ona sahip olmaları sahih değildir. Kabz hususunda büluğ ve hürriyet şart değildir.
16. Âkıl ve bâliğ olan kimselere yapılan hibelerde onların kabızları şarttır. Kendilerinin bizzat almaları esastır. Babaları, kocaları alamaz.
17. Mevhubun lehin mevhubu kabz etmesi, hibenin tamamiyeti için şarttır. Cumhur-u ulemâya göre kabz bulunmadıkça temellük hâsıl olmaz. Kabz olmayınca mevhub, vâhibin mülkünde kalmış olur. Hibede ise teslimiyet şarttır.
18. Hibenin sıhhatinde mevhubun lehin muayyen olması şart değildir. Bir kimse malını iki kişiye veya bir cemiyete, topluluğa da hibe edebilir. “Cemiyetten dileyen şu malımı alabilir, hibe ettim.” dese sahihtir.
Mâliki fukahasına göre vâhib, teberrua ehil, mevhubun leh de temellüke ehil olmalıdır. Hibe edilen bir malı alan ve hibe edince veya her ikisinden birince aynen veya miktaren meçhul bulunması, hibenin sıhhatine mâni değildir.
Şâfiilerce mühim ve müstakil bir ictihad vardır ki, hibe ivâzsız olmalıdır. Binâenaleyh bir hibe, malum bir mala karşılık olursa satış olmuş olur. Meçhul bir ivâza mukarin olursa bâtıl olur.
Zahiriyye mezhebine göre de mevhubun filhâl mevcut, malum, sıfatı, kıymeti maruf olmak lâzımdır. Aksi takdirde hibe bâtıldır. Binâenaleyh henüz yaratılmamış olan, hibe olamaz
8.3. İVÂZ (AZ VEYA ÇOK BİR KARŞILIK) ŞARTIYLA YAPILAN HİBELER
Hibenin şarta taliki câiz değilse de şart ile takyidi caizdir. Yani hibenin mahiyetinde ivâza mukarin olmak bir şart değildir. Bu cihetle hibe satıştan ayrılır. Fakat bazı hibelerin birer ivâz şartıyla yapılması muteberdir. Binâenaleyh ivâz şartıyla mukayyed olan hibeler, sadakalar sahih ve şart muteberdir. Mesela bir kimse, bir şahsa hitaben: “Bana şu kadar para” veya “zahire vermek” veya “Benim şu kadar borcumu ödemek şartıyla şu hanemi sana hibe ettim.” deyip, o şahıs da bunu kabul eder ve ifa ederse, hibe sahih olur.
Hibenin şarta taliki câiz olmadığı cihetle bir kimse bir şahsa hitaben “Bana şu kadar para verirsen, beni ölünceye kadar beslersen, sen benimle güzel muaşerette bulunur isen, şu malım senin olsun.” deyip, bu malı o şahsa teslim etse, o da kabz etse, bununla hibe sahih olmuş olmaz. Binâenaleyh verdiği hibeyi geri alır. Velev ki şart koşulan karşılık vâhibe verilmiş olsun.
Mâlikilere göre de hibede ve emsalinde şarta taliki, sahih değildir, “Şöyle yaparsam, şu malım hibedir.” dese, öyle yapınca ne hibe, ne sadaka ne de vakıf olduğuna hükmedilemez.
İvâz şartıyla olan hibe, İmâm-ı Şâfii ile İmâm Züfer'e göre ibtidaen ve intihaen beyidir. Şâfiilere göre malûm bir ivâz mukabilinde yapılan hibe, ezher olan kavle göre bey'i olarak sahihtir. Meçhul bir ivâz mukabilindeki hibe ise bâtıldır.
Hanbeli mezhebine göre de hibenin şarta taliki sahih değildir.
Zahiriyye mezhebine göre şart ile olan hibeler aslâ câiz değildir.
8.4. KABİL-İ KISMET (TAKSİM) OLMAYAN MALLARIN HİBELERİ
Kabil-i kısmet olmayan bir malın, mesela bir hanenin veya bir memlukün hisse-i şayiasını, yani muayyen bir kısmını birisine hibe ve tahliye sûretiyle teslim etmek sahihtir.
Mâlikilere göre kabil-i kısmet olmasa da müşaın kısmen hibesi sahihtir. Bu hâlde müşaın tamamı hibe edilene teslim edilirse, kabz hâsıl olur. Bu şahıs, bunun bir kısmını hibe yoluyla temellük eder, bir kısmı da elinde vedia bulunmuş olur.
Hanbeli mezhebine göre de müşa olan bir mal, menkul olsun, gayr-i menkul olsun, kabil-i taksim olsun olmasın, şerîke de, başkasına da hibe edilebilir.
İmam Şâfii'ye göre de kabil-i kısmet olsun olmasın, müşaın hibesi her hâlde caizdir.
8.5. BORÇLARIN HİBE VE İBRASI
Bir kimse, bir şahsın zimmetindeki alacağını, o şahsa hibe edebilir. İmâm Ebû Yusuf'a göre hibe kabul bulunmadıkça sahih, deyn sâkıt olmaz. Borçluya bağışlanacak borcun miktar olarak malumiyeti şart değildir. İmâm Ebû Yusuf'a göre hem hükmen ve hem diyaneten borçlu, borcundan beri olur. İmâm Muhammed'e göre diyaneten beri olmaz. Bu sûretle borcun sâkıt olması, borçlunun talebi üzerine vâki olan hibeler için câridir.
Alacaklı kimse, borçlusunun borcunu vefatından sonra vârislerine hibe edebilir.
Şâfii fukahasına göre hibe-i zımniye, izne ihtiyaçtan müstesnadır. Şöyle ki; borçluya borçtan ibra, bir hibe-i zımniyyedir. Bu, kabule ve kabz için izne muhtaç değildir.
Mâlikilere göre bir kimse, alacağını medyununa hibe edebileceği gibi, medyunun vârislerinden bazılarına da hibe edebilir.
Hanbeli fukahasına göre bir kimse, alacağını medyununa hibe etse veya medyunun alacağından ibra eylese veya alacağını borçlusuna helâl kılsa sahih olup, kabule muhtaç olmaksızın alacağı sâkıt olur. Velev ki borçlu bunu reddetsin.
8.6. KASIRLARA (KÜÇÜKLERE, MECNUN VE MATUHLARA) YAPILAN HİBELER
Çocuklar, mecnunlar, matuhlar gibi kasırlara hibe yapılabilir, sadaka verilebilir. Bunların kabulleri ve kabzları velilerine, vasîlerine veya mürebbilerine âittir. Bu hususta evvela baba, sonra babanın babası, daha sonra bunların vasîleri, bunlardan hiçbirisi bulunmadığı takdirde de bunların mürebbileri, yani kendilerinin hacr ve terbiyelerinde bulundukları sâir kimseler bu kabul ve kabza salâhiyettâr olurlar. Şu kadar var ki, bir çocuk mümeyyiz olursa, onun da kabul ve kabzı muteber olur. Mürebbi ana, kardeş, dayı gibi akrabadan olacağı gibi, yabancılardan da olabilir. Bir kimse velâyeti, vesâyeti veya hacr ve terbiyesi altında bulunan bir çocuğa malını hibe edebilir. Bunun için ilâm ve işhadda bulunması lâzımdır. Küçük kızı nikâhında bulunduran bir kimse, kocası olarak hibeyi kabz edebilir. Bir kimse, sagir olan evladlarına hibe yapabilir. Onlar da bâliğ olunca hibeyi teslim alırlar. Mümeyyiz olsun veya olmasın bir çocuğun malından hibe yapılamaz.
Mâlikilere göre bir kimse, sagir veya sefih olan evladının bir malını ivâz mukabilinde başkasına hibe edebilir. Bu, İmâm A'zam ve İmâm Ebû Yusuf'a göre câiz değildir.
Çocuğa verilen hibelerden, anası ve babası muhtaç olmadıkça istifade edemezler.
8.7. MARİZLERİN (HASTALARIN) HİBELERİ
Vârisi ve borcu olmayan bir kimse, maraz-ı mevtinde bütün emvalini birine hibe ve teslim etse, tamamında sahih olur. Vefatından sonra terekesine beytü'l-mâl emini müdahale edemez. Yalnız vârisi zevcesi ise yine hibe sahihtir. Tamamını ahz eder. Koca da böyledir.
Bir marizin vârisinden birisine yapmış ve teslim etmiş olduğu hibeden sonra, ölmeyip kurtulur ise hibe sahih olup diğer vârisler müdahale edemezler.
Mâliki mezhebine nazaran da maraz-ı mevtteki hibe, terekenin sülüsünden muteber olur. Bir de kocasının izni olmadan bir kadının malının üçte birinden fazlasını, hasta olup olmasın hibe yapamaz.
İmâm Şâfii'ye göre sülüsten tenfiz edilecek bir hibe, vesaye üzerine mukaddemdir. Terekenin sülüsünden evvela hibe çıkartılır. Geriye kalan, vasiyetlere tevzi edilir.
Şâfiilere göre maraz-ı mevtte vârise yapılan hibe merduttur. Hibeyi alan ölse, geliri dahi mülke rücû eder.
Hanbeli fukahasına göre maraz-ı mevtte vuku bulan hibeler, atiyeler, min vechin vasiyet ve min vechin hibe hükmündedirler. Vârislerin icazetleri bulunmadıkça içlerinden herhangi birine hibe yapılması sahih değildir.
8.8. HİBENİN EVLADLARA YAPILIP YAPILMAMASI
Buharî Hadis No: 1133- Numân ibn-i Beşir'den (ra) rivâyete göre: “Yâ Resûlallah! Ben Amre binti Revaha'dan olan oğluma bir (köle) hediye verdim. Fakat yâ Resûlallah! Amre bana seni şâhid tutmamı emreyledi.” dedi. Resûlullah: “Numan'a hediyen gibi öbür çocuklarına da hibe ettin mi?” diye sordu. Beşir:
-“Hayır, etmedim.” diye cevap verdi. Bunun üzerine Nebi (sav) Beşir'e:
-“Allah'tan korkunuz da çocuklarınız arasında adalet ediniz.” buyurdu.
Numan diyor ki, artık babam Peygamberin yanından dönüp geldi. Numan'a verdiği hediyesini red eyledi.
Bir çocuğa hibe edip de öbürlerini mahrum etmek câiz olup olmadığında ulemâ ihtilâf etmişlerdir.
Ahmed ibn-i Hanbel ve birçok ehl-i ilim “Kişi çocuklarının bir kısmını mahrum ederek öbür kısmına dünyalık hibe ederse, bu hibe bâtıldır.” demişlerdir. Müsavat vâcibdir. Tefâdulun haram olduğuna kail olmuşlardır.
Ebû Hanife, Ebû Yusuf, Muhammed, Şâfii ve bir rivâyette Ahmed ibn-i Hanbel de: “Çocukların bir kısmını mahrum, bir kısmını hibe ile merzuk etmek caizdir.” demişler ve mevzuumuz olan Numân ibn-i Beşir hadisindeki emri nedbe hamletmişlerdir.
Şarih Ayni Umdetu'l-Kari'de nedbe haml için altı nevi delil serdetmiştir. Altıncı delilini zikretmekle kifâyet edeceğiz. Ayni diyor ki: “Bil-icma sabit bir hakikattir ki, evlad sahibi bir kişi, malını çocuklarından başkasına vermek hakkını hâizdir. Ecnebi bir şahsa malını vermek salâhiyetini hâiz olan kişi, çocuklardan birisine vermek hakkından niçin menedilsin.”
Ahmed ibn-i Hanbel, hibenin sıhhatini kabul etmekle beraber vâhibin hibesinden rücûu vâcibdir, demiştir. Bu bâbda mühim bir ictihadı daha vardır ki, hibe edilen çocuğun borçlu olması gibi bir sebeb-i tercih bulunursa, hibede tefâdulun cevazına hükmeylemesidir.
Evlada hibede müsavatın emr-i mendûb olduğuna kail olan ulemâdan İmâm Ebû Yusuf da: Evlada hibede tesviye yalnız bir noktada vâcibdir ki, o da vâhib olan babanın hibede evladının birisini tafdil ile öbürlerini ızrar kasdetmesidir. Bundan mâada ahvalde cumhur-u ulemânın ictihadı vechile evlada hibede, aralarında müsavata riâyetin müstehab olmasıdır. Binâenaleyh evladdan birisinin tafdili sûretiyle hibe sahihtir, fakat mekruhtur. Cumhur-u ulemâ bu babda vârid olan emirleri nedbe, nehiyleri de tenzihe hamletmişlerdir.
Evlada hibede tesviyenin gerek vücubuna, gerek müstehab olduğuna kail olanlar, tesviyenin sıfatında da ihtilâf etmişlerdir: Ahmed ibn-i Hanbel ile bâzı Şâfiiler ve Mâlikiler, hibede evlad arasında adalet, mirasta olduğu gibi erkek evlada iki sehim vermektir. Bu zümre-i ulemâdan başkaları ise, erkekle kız evlad arasında böyle bir farka lüzum görmemişlerdir. Bu bâbda isnâd ettikleri bir haber de vardır. Said ibn-i Mansûr'un, Beyhaki'nin İbn-i Abbas'tan merfûan rivâyetlerine göre, Resûl-i Ekrem (sav): “Ey ashabım ve ümmetim! Atiyye ve hibede çocuklar arasında müsâvâta riâyet ediniz. Ben, evladdan birisini tafdil eder olsaydım, kadınları tafdil ve tercih ederdim.” buyurmuştur.
8.9. HİBEDEN RÜCÛ ETMEK
Buharî Hadis No: 1134- İbn-i Abbas'tan (ra), Resûlullah'ın (sav): “Hibesinden geri dönen her kişi kay'eden, sonra kay'ine döne(rek yiye)n kelb gibidir.” buyurdu, dediği rivâyet edilmiştir.
İbn-i Abbas'ın bu hadisiyle ihticâc ederek Tavus, İkrime, Şâfii, Ahmed, İshak: “Vâhib için hibe ettiği şeye rücû etmek câiz değildir. Şu kadar ki, babanın evlada ivâzsız hibe ettiği şeye rücûu sahihtir.” demişlerdir.
İmam Mâlik'e göre sevap kasdıyla bir ecnebiye edilen hibenin ivâzı alınmadıkça, vâhibin hibesine rücûu sahihtir. Bir rivâyete göre, Ahmed İbn Hanbel'in ictihadı da böyledir. İmâm Ebû Hanife ile Ashabının: “Hibe edilen mal mevcut oldukça mevhubun leh tarafından mevhubun ivâzı vâhibe verilmedikçe, vâhibin hibeden rücû hakkı vardır.” demişlerdir.
Buharî, zevc ve zevcenin yekdiğerine hibesinin câiz olduğunu İbrahim Nehâi'den talikan rivâyet etmiştir. İbrahim Nehâi: “Zevc ile zevce zi-rahmi mahrem menzilesindedir. Bunlardan biri öbürüsüne bir şey hibe ederse, bu hibe sahih olduğu gibi, hibeden rücû da muteber olmaz.” demiştir.
Hibede kabzın hediye edilen şeyin mühdâ ileyhe nakli ile de hâsıl olacağı Buharî'nin 1137 numaralı hadis-i şerifesi ile sabittir. Bu vechile ahkâmdandır.
Not: Tamam olan bir hibeden rücûa yedi hâl mânidir.
1. Neseben karabet-i mahremiyye: Nesebce olan karabet-i mahremiyye, hibe-i sahihadan rücûa (dönmeye) mânidir. Velev ki hibe eden ve hibe olunan arasında din veya tabiiyet ihtilâfı bulunsun. Binâenaleyh bir kimse, usûlüne veya füruuna veya kardeşlerine veya bunların evladına yahut amcalarına, halalarına, dayılarına, teyzelerine bir malını sahih sûrette hibe ve teslim etmiş bulunsa, artık bundan rücû edemez. Fakat neseben zi-rahmi mahrem olmayan kimseler arasındaki karabet-i nesebiye veya musaheret veya süt emişme, hibeden rücûa mâni değildir.
2. Zevciyet: Hibe zamanında zevciyet, hibe-i sahihadan rücûa mânidir. Binâenaleyh bir erkek zevcesine, bir kadın zevcine bir malını hibe ve teslim etse, artık bundan rücû edemez. Velev ki bundan sonra boşanmış olsalar dahi.
3. Sahih bir hibenin tamamına mukabil hibe edilen malın gayrisinden verilip hibe eden tarafından ivâz olduğu bilinerek kabz edilen bir mal, hibeden rücûa mânidir. Bu ivâz şart edilmiş olsun veya olmasın. Gerek hibe olunan malın cinsinden olsun veya olmasın, gerek hibeyi alan tarafından ve gerek başkası tarafından verilsin müsavidir. Binâenaleyh hibeye karşılık olmak üzere bizzat hibeyi alan veya onun emriyle veya onun emri olmaksızın başka bir şahıs az çok bir şey verip hibe eden de bunu bilerek kabz eylese, artık hibesinden ve hiçbir miktarından rücû edemez.
4. Ziyade-i muttasıla: Hibe edilen bir malın tamamen ayninde kıymetinin ziyade olmasına mucib bir sûrette vücuda gelen ziyade-i muttasıla, hibeden rücûa mânidir. Fakat kıymetinin artmasını mucib olmayan bir ziyade-i muttasıla rücûa mâni olmadığı gibi, es'arın yükselmesinden ileri gelen fazla bir kıymet de rücûa mâni olmaz. Binâenaleyh hibe olunan mal üzerinde, mesela bir arsa olup da buna sahip olan kimsenin bunun üzerine kıymetini, artmasını icab eder tarzda bina yaptırsa, rücû sahih olmaz. Şu kadar ki, rücûun sahih olmadığı yer, hasıl olan kıymetinde cereyan eder. Geniş bir arazinin bir köşesinde inşa edilen binanın yeri, ancak rücûa mânidir. Diğer sahada rücûun sıhhatine mâni olmaz. Hibe edilen bir mal, bir mekandan diğer bir mekana nakil edilirse kıymetinin ziyadeliğine mucib olur ve nakil masrafına ihtiyaç gösterirse, İmâm-ı A'zam ile İmâm Muhammed'e göre rücûa mâni olur. İmâm Ebû Yûsuf'a göre bu nakil rücûa aslâ mâni olmaz. Rücûa mâni olan ziyade-i muttasıla zâil olunca, rücû hakkı avdet eder. Gebe olan bir atın doğumundan sonra rücû hakkı avdet eder.
5. Hibe alan kimsenin aldığı hibeyi mülkünden çıkarması rücûa mânidir. Binâenaleyh satılan, bağışlanan veya vakfedilen bir mal hakkında rücû hakkı kalkar. Velev ki başka sebeplerle tekrar kendisine mal avdet etmiş olsun.
6. Hibe edilen malın telef veya itlâf edilmesi, hibeden rücûa mânidir.
7. Hibe edenle hibeyi alandan birisinin vefatı, hibeden rücûa mânidir. Böyle hâlde vârisler rücû hakkına sahip değildir. Hibeyi alan kimsenin ölümünde de hibe eden hibesini alamaz. O kimsenin vârislerine intikal eder.
8.10. HİBE VE VAAD EDİLEN ŞEYİ KABZEDİLMEDEN (ELE GEÇMEDEN) EVVEL HEDİYE EDEN VEYA EDİLENİN VEFATI HÂLİNDEKİ HUSUSLAR
Ulemânın bu husustaki ihtilâflarını ve nokta-i nazarlarını izâh etmezden evvel, Buharî'nin bu bâbdaki iki talikini mütâlâa edelim. Buharî yukarıdaki unvandan sonra Selmâni Ubeyde ibn-i Amr'ın şu ictihadını talikan rivâyet ediyor: Müşârünileyh:
“Eğer hediye eden kimse vefat eder ve hediye edilen şey, hediye eden kimseden ayrılarak hediye edilen kimseye vâsıl olup kabz edildikten sonra o da vefat etmiş bulunursa, o hediye, mühdâ ileyhin veresesine âittir. Eğer hediye eden kimseden ayrılmamış ise onun veresesine âittir.” demiştir.
Bu ictihada göre, hediye kabz edilmezden evvel tarafeyn vefat etmiş olursa hediye, hediye eden kimsenin veresesinin hakkı oluyor.
Hasan-ı Basri de meseleyi şöyle tasvir etmiş ve “Bir şey hediye edilip kişinin vedâatıyla gönderilirken tarafeynden herhangi biri yerine vasıl olmadan vefat ederse etsin, o hediye mühdâ lehin veresesine âittir.” demiştir ki, hediyenin bir kişinin vedâatiyle gönderilmekte olması, mühdâ ileyhin kabzı mahiyetini hâiz bulunuyor. Ve bu sûretle onun veresesini müstefid oluyor. Böyle bir resûle tevdi edilmeyen hediyenin sahibi vefat ederse, bu sûretle kabz bulunmadığı için Hasan-i Basri'ye göre hediye, muhdinin veresesinin oluyor.
Seleften bu iki zâtın ictihadlarını bu iki sûretle mütâlâa ettikten sonra, şimdi mezâhib-i muhtelife imâmlarıyla, diğer ulemânın ictihadlarını mütalâa edelim:
Ebû Hanife'ye, Şâfii'ye, Ahmed ibn-i Hanbel'e ve fukahadan, tabii ulemâsından birçoklarına göre hibede, hibe edilen şeyi mevhubun lehin kabzı şarttır. Tarafeynin vefatı hâlinde tehaddus eden vaziyet bu esasa tevfik edilir. Şu kadar ki, Ahmed ibn-i Hanbel kabzı yalnız mekilât ve mevzûnâta tahsis etmiştir. İmâm Mâlik bey'e kıyâs ederek hibede de kable'l-kabz mülkiyet sabit olur, demiştir. Ebû Sevr'in mezhebi ile Şâfii'nin kavl-i kadimi de böyledir. İbn-i Ebi Leylâ da böyle hükmetmiştir.
Vaad meselesine gelince, bunda da fukâhanın ihtilâfı vardır. Bu hususta Ebû Hanife, Şâfii, Evzâi vaad ile bir şey lâzım gelmez, vaad menfaatten ibarettir. Menafia ise kabz taalluk etmez. Sâhibi rücû edebilir, demişlerdir. İmâm Mâlik'in ictihadı da buna yakındır.
Buharî'nin bu bâbda sened-i muttasıl ile rivâyet ettiği Câbir hadisine göre, vaad eden ve hatta vaad eden kimsenin ölümü sebebiyle vekâletini deruhte eden zâtın vaad edileni yerine getirmesinin bir ahlâk-i haseni kabul edilmiş olduğu hadisten müstefid olunmuştur.
8.11. UMRÂ VE RUKBÂ
Buharî Hadis No: 1143- Câbir'den (ra) Nebi (sav) “Umrânın (sıhhati ve) hibe olunan kimseye âidiyyeti ile hükmetti.” dediği rivâyet olunmuştur.
Umrâ ve Rukbâ hibenin husûsi bir nevidir.
Umrâ lügaten ömürden, Rukbâ da murakabeden me'huzdur. Eimme-i Lügatten Ebû Ubeyd: “Umrâ, bir kimsenin öbür kimseye ‘Ömrüm oldukça bu evi sana bağışladım.’ yahut ‘Ben sağ oldukça bu evimi sana bağışladım.’ diyerek hibe etmesidir. Ve vâhib böyle deyip de evi mevhubun lehe teslim edince, o onun olur.” demiştir. Bu sûretle umrâ tabiri, ömrüm oldukça veyahut ömrün oldukça, diyerek ömürlerine nispet edilmesine mebnî umrâ denilmiş oluyor. Rukbâ tabiri de, her iki tarafın yekdiğerinin mevtine, müterakkib ve muntazır olmalarına mebnî bulunuyor.
Şârih Ayni Umdetu'l-Kari de şeyhi Hafız Irâki'den umrânın üç kısmını şu sûretle naklediyor.
Birinci kısım:
“Şu evimi sana veriyorum. Vefatında veresene âittir.” diye bağışlamaktır. Bu bir hibedir, bütün ulemâya göre sahihtir. Nevevî: “Bu nevi umrânın sıhhatinde ihtilâf yoktur. Ancak ihtilâf, bu bağışlanan evin rakabesine mi, yoksa menfaatine mi mâlik olduğu hakkındadır.” demiştir ki, bu ihtilâfı şimdi göreceğiz.
İkinci kısım:
Hiç vereseye âit olacağı zikredilmeyerek: “Bu evimi ömrün oldukça sana verdim.” demektir. Bu kısım hakkında da dört nevi ictihad tebarüz etmiştir ki, esahh olan birinci kısım gibi sahih olmasıdır. Binâenaleyh o, hayatta oldukça mevhubun lehin, vefatında da veresesinin olur. İmâm Şâfii'nin kavl-i cedidi, İmam Ebû Hanife'nin, İmâm Ahmed ibn-i Hanbel'in mezhepleri de böyledir.
Üçüncü kısım:
“Ömrüm oldukça bu ev senindir vefat vukuunda verene avdet edecektir.” demektir. Bu yolda hibe de sahihtir.
Evin rakabesinin mi, yoksa menfaatinin mi muammere intikal edeceği hakkındaki ulemânın ihtilâfına gelince: Eğer mülk-i rakabe intikal eder denilirse, muammer için bey', şirâ, hibe gibi tasarrufat câiz olur. Menfaat intikal eder, denilirse, bu sûrette vakıf gibi olur. Cumhur-u ulemâya göre bu temlik, malın rakabesinin temliktir. Ebû Hanife'nin, Şâfii'nin, Ahmed ibn-i Hanbel'in ictihadları da böyledir. İmâm Mâlik yalnız malın menfaatini temlik olduğuna zâhib olmuştur.
İmâm Ebû Hanife ile onun ictihadında olan zümre-i ilmiye, Cabir hadisi ve emsali ahâdis-i şerife ile ihticac ederek muammerun aleyhin umrâya, yani mevhubun lehin hibe olunan şeye mülk-i tam ile mâlik olduğu esasını kabul ettiklerinden, sâir emlak sahiplerinin mallarındaki tasarrufları gibi tasarruf eder demişlerdir. Yalnız esas itibarıyla hibede kabul ettikleri aslâ göre kabzı şart kılmışlardır.
Rukbâya gelince: Yukarıda da bir derece bildirdiğimiz üzere bu kelime “rukub”dan müştaktır. Ve bir kişinin öbürüne “Ben senden evvel ölürsem şu malım senindir, sen benden evvel ölürsen yine benimdir.” diyerek, malını öbürünün rukub ve intizârına vermektir. Birbirinin ölümünü gözetledikleri için rukbâ denilmiştir.
İmam Ahmed ibn-i Hanbel ile Ebû Yûsuf rukbâyı câiz gören alimlerdendir. İmâm Şâfii de cevaza kail olmuştur. İmâm Ebû Hanife, Muhammed, Mâlik indinde ise bâtıl görülmüştür.
HAKK'A DÂVET
NASİHAT-I İSLÂMİYYE