ONBEŞİNCİ BÖLÜM: NİKÂH EDİLİP EDİLEMEYECEK KİMSELER, TAADDÜTÜ ZEVCAT, MEHİR, DOĞUM VE SÜT EMZİRME VE EVLİLİK MESELESİ HAKKINDA UMÛMÎ BİLGİ


15.1. NİKÂHI HELÂL OLANLAR

A) Sûre-i Nisâ Âyet: 25- Sizden kim hür ve Müslüman kadınları nikâhla alacak bir bolluğa güç yetiştiremezse, o hâlde sağ ellerinizin mâlik olduğu mü'min câriyelerinizden (alsın). Allah sizin imanınızı çok iyi bilendir. Kiminiz kiminizden (hasıl olmuşsunuz)dur. (Câriyeler de sizin gibi insanlardandır.) O hâlde -fuhuşta bulunmayan, gizli dostlar da edinmeyen namuslu kadınlar olmak üzere- onları, sahiplerinin izniyle, kendinize nikâhlayın. Ücretlerini (mehirlerini) de güzellikle onlara verin. Onlar evlendikten sonra bir fuhuş irtikâb ettiler mi, o vakit üzerlerine hür kadınlar üzerindeki cezanın yarısı (verilir. Câriyeleri almak hususundaki) bu (müsaade) içinizden sıkıntıya düşmekten (zinaya sapmaktan) korkanlar içindir. Sabretmeniz ise sizin için daha hayırlıdır. Allah hakkıyla yarlığayıcıdır, çok esirgeyicidir.

B) Sûre-i Mâide Âyet: 5- Bugün size bütün iyi ve temiz (nimetler) helâl kılındı. Kendilerine Kitap verilenlerin yiyeceği (boğazladıkları yahut bütün yemekleri veya ekmek ve yemişleri) sizin için helâl olduğu gibi, sizin yiyeceğiniz de onlar için helâldir. Namuskâr, zinaya sapmamış ve gizli dostlar da edinmemiş (insanlar) hâlinde (yaşamanız şartıyla) mü'minlerden hür ve iffetli kadınlarla, kendilerine sizden evvel Kitap verilenlerden yine hür ve iffetli kadınlar dahi, siz onların mehirlerini ver(ip nikâh ed)ince (size helâldir). Kim imanı tanımayıp kâfir olursa, her hâlde bütün yaptığı boşa gitmiştir ve o, ahirette en çok ziyana uğrayanlardandır.

Not: Bu âyet-i kerimenin hükmü, bütün gayr-i Müslimlere şâmildir. Şöyle ki: İslâmiyet'e göre müşrik, Din-i İslâm'ı kabul etmeyip Cenâb-ı Hakk'a sarahaten, yani açıktan açığa ve iltizamen, dolayısıyla şerîk ittihaz eden kimsedir. Bu itibarla müşrikler iki kısımdır. Bir kısmı zahiren ve hakikaten müşrik olanlardır. Bunlar Allah Teâlâ'ya sarahaten şerîk (ortak) ittihaz eden, putlara ve insanlara tapan, Mecusiler ile veseniler gibi kimselerdir. Diğer bir kısmı da zahiren olmasa da hakikaten müşrik olan kimselerdir. Bunlar da Din-i İslâm'ı kabul etmeyip bir takım Mucizât-ı Nebeviyyeyi ve bahusus Kur'ân-ı Azim'i inkâr eden, bunları âsar-ı beşeriyeden sayan, bu itibar ile insanları da bu harikalar hususunda Allah'a şerîk ittihaz etmiş olan kimselerdir. İşte Yahudiler ile Nasara taifesi bu kabildendirler. Bahusus bunlar Allah'a oğul isnad etmiş, teslise kail olmuşlardır.

Binâenaleyh bir Müslüman kadının bunlardan biriyle evlenmesi de katiyen haramdır. Bu hürmet, bu âyet-i kerime ile ve sâir âyetler ve hadisler ile ümmet-i Muhammediye'nin icmaı ile sabittir. Şu kadar var ki; kendilerine ehl-i Kitab denilen ve zahiren müşrik olanlardan farklı görülen Yahudi ve Hıristiyan kadınlarının iffetli olanları ile Müslüman erkeklerin evlenmeleri, bu âyet-i kerime ile tecviz buyrulmuştur. Aile hayatında asıl hakimiyet erkek tarafında olduğundan böyle bir Kitabiyenin fazla tesiri olamayacağı cihetle bu izdivaç câiz görülmüştür. Nitekim اَلرِّجاَلُ قَواَّمُونَ عَلَى النِّساَءِ “Erricâlü gavvâmûne ale'n-nisâ” (Erkekler kadınların üzerinde hâkimdirler) âyet-i kerimesi de (Sûre-i Nisâ: 34) buna işaret buyurmaktadır. Maahaza fazla lüzum görülmedikçe bir Müslümanın bir gayr-i Müslim Kitabiye ile evlenmesi pek muvafık değildir. Onun aile hayatında, bahusus çocukları üzerinde nahoş telkinatı görülebilir. Fakat böyle bir nikâh, onun muahharen İslâmiyet'i kabul etmesine bir vesile olursa, o zaman takdire şâyân bulunur.

Bidâyeti İslâm'da Müslümanlar gerek ehl-i Kitab ve gerek Kitapsız ale'l-ıtlâk gayr-i Müslimlerle kız alır verirlerdi. Bu esnada Abdullah ibn-i Revâha (ra) Müslime bir câriyesini âzad etmiş ve tezevvüc eylemişti. Bir de Beni Haşim'in halefi olan Ebû Mersedi Ganevi Kennaz ibnil-Husayn veya Mersed ibn-i Ebi Mersed Kureyş'ten Anak nâmında müşrike ve fakat cemalden nasibedâr olan bir kadını tezevvüc etmek için Resûlullah’tan istizan etmiş idi. Kezâlik Huzeyfe ibn-i Yeman Velide-i Sevda Hâsna nâm câriyesini itâk ve tezevvüc etmiş idi. Bu hadiselerden biri veya mecmuu sebebiyle “Maamafih müşrikleri iman etmedikçe nikâh etmeyin bir müşrike sizi imrendirse bile, iman etmiş bir câriye her hâlde ondan daha hayırlıdır. Müşrik erkeklere de nikâh ettirmeyin bir müşrik size hoş görünse bile, mü'min bir kul elbette daha hayırlıdır, onlar sizi ateşe davet ederler, Allah ise izniyle cennete ve mağfirete davet ediyor da âyetlerini insanlara beyan buyuruyor, gerek ki hatırda tutarlar.” emr-i fermanı nâzil olup, küffar ile münakehat, yani gerek almak ve gerek vermek ikisi de sûret-i katiyede men-u tahrim edildi.

Bu âyetin beyanıyla bu âyetin birinci fıkrasından ehl-i Kitab kadınları istisna olunarak ehl-i Kitab'dan kız almaya maalkerahe ruhsat verilmiş ve fakat ikinci fıkra muhkem kalmış ve kız vermek hiçbir sûretle tecviz edilmemiştir.

C) Sûre-i Ahzâb Âyet: 37- (Habibim!) Hatırla o zamanı ki Allah'ın kendisine nimet verdiği ve senin de yine kendisine lütufta bulunduğun zâta sen: “Zevceni uhdende tut. Allah'tan kork!” diyordun da Allah'ın açığa çıkarıcısı olduğu şeyi içinde gizliyor, insanlar(ın dedikodusun)dan korkuyordun. Hâlbuki Allah kendisinden korkmana daha çok lâyıktır. Şimdi mademki Zeyd o kadından ilişiğini kesti, biz onu sana zevce yaptık. Tâ ki oğulluklarının kendilerinden ilişkilerini kestikleri zevceler(ini almakta) mü'minler üzerine günâh olmasın. Allah'ın emri, behemehâl yerini bulan bir kaderdir.

Not: Bu âyet-i kerimelerden anlıyoruz ki, nikâhı helâl olanlar dört zümreye ayrılmaktadır.

1. Nikâhlanmaları yasak olmayan hür mü'min kadınlar.

2. Hür mü'min kadın veya kız bulamayanların mü'min câriyelerle evlenebileceği. (Hür kadın üzerine câriye nikâh etmemek şartıyla.)

3. Ehl-i Kitab'dan (Tevrat, Zebûr, İncil Kitaplarına inanan) bir ehl-i iffet kadınla evlenmek. Sadece Zebûr'a inanan bir ehl-i Kitap kadının Tevrat veya İncil'den birine tâbi olmasıyla, onunla akd-i nikâh muteber olur. Aksi durumda olmaz.

4. Evlad edindiğin kimsenin nikâhlayıp boşadığı kadınlarla evlenmenin câiz olabileceği hassaten zikredilmiştir. Bu âyet-i celîlede zikredilen, ki İslam nimetine mazhar olan Resûlullah'ın kölelikten azâd ettiği Zeyd bin Harise ile zevcesi Zeyneb'i (rha) bildirmektedir.

15.2. NİKÂHI HARAM OLANLAR

A) Sûre-i Bakara Âyet: 221- (Ey Mü'minler!) Allah'a eş tanıyan kadınlarla (müşriklerle), onlar imâna gelinceye kadar, evlenmeyin. İman eden bir câriye, müşrik bir kadından -bu, sizin hoşunuza gitse de- elbet daha hayırlıdır. Müşrik erkeklere de, onlar iman edinceye kadar (mü'min kadınları) nikâhlamayın. Mü'min bir kul müşrikten -o, sizin hoşunuza gitse de- elbette hayırlıdır. Onlar sizi cehenneme çağırırlar. Allah ise, kendi iradesiyle, cennete ve mağfirete çağırır. O, insanlara âyetlerini apaçık söyler. Tâ ki iyice düşünüp ibret alsınlar.

B) Sûre-i Nisâ Âyet: 22- Babalarınızla evlenmiş olan kadınlarla evlenmeyin. Ancak (cahiliyet devrinde geçen) geçmiştir. Şüphe yok ki o, bir hayâsızlıktı, (Allah'ın en büyük) hışmı(na bir sebep)ti. O, ne kötü bir yoldu.

23- Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, birader kızları, hemşire kızları, sizi emziren (süt) analarınız, süt hemşireleriniz, karılarınızın anaları, kendileriyle (zifafa) girdiğiniz karılarınızdan olup himayelerinizde bulunan üvey kızlarınız(la evlenmeniz) size haram edildi. Eğer onlarla (üvey kızlarınızın analarıyla) zifafa girmemişseniz (onlarla evlenmenizde) size bir beis yok. Kendi sulbünüzden (gelmiş) oğullarınızın karıları (ile evlenmeniz) ve iki kız kardeşi birlikte almanız da (keza haram edildi). Ancak (cahiliyet devrinde) geçen geçmiştir. Çünkü Allah hakikaten yarlığayıcıdır. Çok esirgeyicidir.

24- (Harb esiri olarak) Sağ ellerinizin mâlik olduğu kadınlar (mülk-i yemininiz olan câriyeler) müstesna olmak üzere, diğer bütün kocalı kadınlar(la evlenmeniz de size haram edildi. Bu hürmetler) üzerinize Allah'ın farzı olarak (yazılmıştır). Onlardan maadası ise -namuskâr ve zinaya sapmamış (insanlar) hâlinde (yaşamanız şartıyla) mallarınızla (mehir vermek veya satın almak sûretiyle) ara(yıp nikâhla)manız için- size helâl edildi. O hâlde onlardan hangisiyle faidelendiyseniz ücretlerini takdir edildiği vech ile verin. O mehirin miktarını tayin ettikten sonra aranızda gönül hoşluğu ile uyuştuğunuz şey (miktar) hakkında üstünüze bir vebal yoktur. Şüphesiz ki Allah hakkıyla bilicidir, mutlak hüküm ve hikmet sahibidir.

Not: Bu âyetlerde tâdât olunan “muharremat”, yani nikâhı haram kılınan kadınlar, on dörde bâliğ oluyor. Bunlardan yedisi neseb, yedisi sebep, yani süt gibi müsâheretle haram olmuştur. Neseb cihetiyle nikâhları haram olan kadınlar; analar, kızlar, hemşireler, halalar, teyzeler, oğlan kardeş kızları, kız kardeş kızlarıdır. Sebep ve süt cihetiyle haram olanlar ise; süt analar, süt hemşireler, kaynanalar, üvey kızlar, gelinler, bir arada iki kız kardeşler, zâtü'1-zevc evli kadınlardır.

Şimdi, aile kurumuna âit olan muharremât konusunda adı geçen bu on dört kadın sınıfını, birer birer izah edeceğiz ve neseb cihetiyle haram olanlardan başlayacağız:

1. Analar: Analardan murad, kişinin yalnız kendi anası değil, anasının ve gerek babasının anaları ve yukarıya doğru yükselen anaları da haramdır. Bu cihetle âyet-i kerimede “Analarınız” tabir buyrulmuştur ki, analarla beraber gerek ana ve gerek baba tarafından yükselen bütün nineler kasdolunmuştur.

2. Kızlar: Kızlardan murad, kendi kızlarıyla beraber, gerek oğlunun, gerek kızının kızları ve bu kızların kızları, yani kişinin oğlu ve kızı tarafından bütün sulbi hafideleri (torunları)dır.

3. Kız Kardeşleri: Bunlar da gerek ana ve baba bir; gerekse yalnız ana veya yalnız baba bir hemşirelerdir.

4. Halalar: Bunlar da kişinin babalarının ve umûmi sûrette dedelerinin hemşireleridir.

5. Teyzeler: Bunlar da kişinin, anasının ve umûmi sûrette ninelerinin büyük ve küçük kız kardeşleridir.

6. Oğlan Kardeş Kızları: Bunlar da kişinin ana ve baba bir, gerekse yalnız ana veya yalnız baba bir oğlan kardeşin kızlarıdır ki, ne kadar aşağı inerlerse inilsin bütün yeğenlerdir.

7. Kız Kardeş Kızları: Bunlar da kişinin gerek ana ve baba bir, gerekse yalnız ana veya baba bir kız kardeşin kızlarıdır. Ve ne kadar aşağı inerlerse insin bütün yeğenlerdir.

Bu yedi sınıf kadınlar, neseb cihetiyle hısım olan mahremlerdir. Şimdi de sebep olarak haram olan yedi sınıfı bildireceğiz.

1. Süt Analar: Esnâ-yı radâda süt emziren kadınlar ve bu süt anaların analarıdır ki, bilumûm süt ninelerdir. Nesebi analar ve nineler makamına kaimdirler.

2. Süt Hemşireler: Süt ananın emzirdiği kız kardeşlerdir. Erkekle beraber veya erkekten sonra emmiş olsunlar, hürmette müsavidirler. Zira bunlarda neseb evsâf ve ahkâmı câridir. Süt analar, süt hemşireler haram olunca -neseb-i karabete kıyâsen- süt babalar, süt kızlar, süt halalar, süt teyzeler, süt kardeşlerin kızları da haram olmak icâb eder. Bu cihetle radâ'en haram olanlar da yediye bâliğ olur. Âyet-i kerimeden bi'l-iltizam müstefâd olan bu hüküm Resûl-i Ekrem'in “Neseb cihetiyle haram olanların hepsi radâ cihetiyle de haram olur.” hadisinde tasrih buyrulmuştur.

3. Kaynanalar: Kaynana ki, kişinin karısının anasıdır. Gerek zifaf olmazdan önce, gerek zifaf olduktan sonra olsun, menkuhelerin anaları da haramdır. Ekser fukahanın mezhebi budur. Yalnız Ali, İbn-i Abbas, Abdullah ibn-i Zübeyr, İkrime, Mücâhid menkûhesinin anasını kable'd duhûl alabilir, demişlerdir. (Cima etmeden evvel boşarsa, kayın validesini alabilir.)

4. Üvey Kızlar: Zifaf olup harem-i ismetine girilen kadınların başka kocadan olan kızlarıdır. Zifafa dâhil olunmayan kadınların kızları olan rebibeleri almakta günâh yoktur.

5. Gelinler: Kişinin sulbünden gelen oğullarının veya hafidlerinin halîleleri olan karılarıdır ki, bütün torunlarının karıları gelin sigasına dahildir.

6. İki Kız Kardeşin Cem'i: Hür olsunlar, câriye olsunlar hâl-i hayatta iki hemşirenin bir kimsenin nikâhı altında birleştirilmesi de haramdır. Aynı zamanda ailesinin üzerine ailesinin teyzesini veya halasını nikâh edemez. Bunların cem'i de haramdır.

7. Evli Kadınlar: Bunlar da âyet-i kerimede muhsanât tabir buyrulan hür ve zâtü'1-zevc, yani kocalı kadınlardır. Bunların nikâhı da haramdır. Harb esnasında esir olup hürriyetlerini zayi eden câriyelerin nikâhı müstesna ve haram olmamak üzere gerek Müslim, gerek zimmî veya harbî gayr-i Müslim erkeklerin nikâhlarında bulunan ve hür olan bütün kadınların da nikâhları haram kılınmıştır.

Buraya kadar izah ettiğimiz muharremât, yani nikâhı haram olan kadınlar, ondokuz sınıfa bâliğ oluyor. Bunlara Nisâ sûresinin 22'inci âyetindeki bir nehiy de inzimâm ederek yirmiye bâliğ olur. Bu âyetteki nehiy şöyledir:

“Ey Mü'minler! Bir de (neseben veya radâ'en) babalarınızın (ve dedelerinizin) menkûhesi olmuş bulunan kadınlardan hiçbir kadını nikâh etmeyiniz. Şu kadar ki (bu fâsit nikâhtan cahiliyet zamanında) olmuş geçmiş olanlar başka. Zirâ (behimi âdet üzerine oğulların veya torunların, atalarının cinsi münasebette bulunduğu) bu kadınları nikâh etmeleri pek çirkin bir fuhuş, menfur ve kötü bir yol olduğu muhakkaktır.”

İslam’ın zuhurundan önce cahiliyet devrinde Araplar veraset tamahı ile babalarının karılarını tezvic ederlerdi. Bu âyet-i kerimeyle, bu iğrenç âdet mutlak sûrette nehy olunmuştur.

Nikâhları haram olan bu kadın nevileri tâdâd olunduktan sonra bunlardan başkalarını nikâhlamanın helâl olduğu Nisâ sûresi'nin 24'üncü âyetinde şöyle bildirilmiştir.

“Ey Mü'minler! Bu (sayıla)nlardan geri kalan kadınlar(ı nikâhlamak) size helâl kılındı. Siz erkekler, iffetinizi muhafaza (ve nesli idâme) edip sefaletten korunarak mehirlerinizle onların nikâhlarını talep edesiniz. Bu helâl kadınlardan birisiyle (aile kurup) müstefid olmak isterseniz, onların ecirlerini (mehirlerini) bir fariza olarak kendilerine veriniz. Mehir tesmiye olunduktan sonra her ikinizin gönül hoşluğuyla yaptığınız tenzil veya ibrâda günâh yoktur. Şüphesiz ki Allah Alîmdir. (Vicdani temayüllerinizi çok iyi bilir.) Hakîmdir. (Her emrinde isabet vardır.)”

Bu âyet-i kerime ile şu hakikat tebliğ buyrulmuştur: Aile kurumundan ve nikâh ile istifrâşın teşriinden gaye, nefsi fenâlıktan korumak ve neslin devamına hizmet etmektir. Yoksa yalnız kazâ-i şehvet etmek ve nefsi körlemek değildir. Kazâ-i şehvetin akd-i nikâhtaki mevkii asli değil, tâli derecede arızidir ve neslin devamına müteferridir. Bu cihetle cinsi mukarenet ve kazâ-i şehvet niyetiyle akd-i nikâh şeklen ve zahiren sahih olursa da, diyâneten helâl olmaz. Hele bu niyet kalbde gizli kalmayıp da sarahaten zikredilir veya muvakkat bir zaman ile takyid edilirse, bu sûrette akd-i nikâh hem diyâneten, hem kazaen fâsit olur. Çünkü nikâhtan gaye, aile kurumunun ebediliği ve neslin devamıdır.

Nikâh olunmaları haram ve helâl olan kadınlar hakkındaki buraya kadar izah ettiğimiz Nisâ sûresinden sonra Bakara sûresinin şu meâldeki 221'inci âyetinin hükmüne gelince:

“Ey Mü'minler! Müşrik (ve gayr-i Müslim) kadınları da iman etmedikçe nikâh etmeyiniz. Gayr-i Müslim (hür) bir kadın (hüsn-ü ânıyla ve iyi hâliyle) sizi hayrette bıraksa bile, iman etmiş bir câriye her hâlde ondan hayırlıdır. (Ey Mü'minler!) Müşrik (ve gayr-i Müslim) erkeklere de onlar iman etmedikçe (sizden hiçbir kız veya kadın) nikâhlamayınız. Gayr- Müslim bir erkek (her hâliyle) sizi hayrette bıraksa bile, iman etmiş bir köle, o kâfirden muhakkak hayırlıdır. Çünkü o imansızlar sizi cehenneme davet ederler, Allah ise izniyle (emriyle) cennete ve mağfirete davet ediyor ve âyetlerini nâsa beyân buyuruyor. Umulur ki, onlar bu âyetleri hatırda tutarlar.”

Bu âyet-i kerimedeki müşrik kelimelerini hep gayr-i Müslim diye tefsir ederek kavis içinde işaret ettik. Çünkü “müşrik” kelimeleri “mü'min” mukabilinde zikrolunmuş bulunduğundan, bütün ehl-i Kitab da müşrik tabirinde dahil bulunmuyorlar.

Bu âyet-i kerime iki nehyi ihtiva etmektedir:

1. Mü'min erkeklerin gayr-i Müslim kadınlarla evlenmeleri

2. Gayr-i Müslim erkeklerle Müslüman kadınlarının evlenmeleri.

Bu iki taraflı yasak, ibtidâ-i İslâm'da cezri hareketle tesis ve tatbik olundu. Sonra bu iki nehyin birincisi Mâide sûresinin 5'inci âyetindeki ve şu meâldeki kavl-i şerifiyle nesh ve tâdil buyrulmuştur:

“Ey Mü'minler! Sizden önce kendilerine Kitap verilen ümmetlerin hürre kadınlarına da -nâmusunuzu muhafaza ederek zina etmeksizin ve gizli dost tutmaksızın mehirlerini kendilerine verdiğiniz takdirde- nikâh etmek bugün size helâl kılındı.”

Buyrulmakla umûmi sûrette gayr-i Müslim kadınların haram kılındığı ihtar, şimdi de bu âyetle nesh ve tadil edildiği sarahaten bildiriliyor. اَلْيَوْمَ “El-yevm (bugün)” tabiriyle Müslüman erkeklerin ehl-i Kitab kadınları nikâh edebilmelerine müsaade olunmuştur. Ve o tarih Müslümanlarla ehl-i Kitab arasında siyâsi ve ictimâi münasebetlerin tesisine başlandığı tarihtir. Bu âyetin ilk fıkrasında da bu münasebetin bir ciheti daha hatırlatılarak şöyle buyruluyor:

“Ey Mü'minler! Size bugün tayyibât (bütün temiz nimetler) da helâl kılındı. (Habâis, yani pis şeyler değil) Kendilerine Kitap verilen ümmetlerin taamları da size helâldir. Sizin taamınız da onlara helâldir.”

Görülüyor ki, müşriklerle mücadele eden İslâm dini semavi bir kitaba iman eden ümmetlerle yemek ve aile kurmak gibi en ehemmiyetli hususlarda hüsn-ü münasebet tesisine çalışmıştır. Ancak bu aile münasebeti tesisi, ehl-i Kitab kızlarıyla, kadınlarıyla evlenmeye inhisar edip, onlarla Müslüman kızlarının ve kadınlarının evlenmelerine müsaade olunmamıştır. Bu husustaki hürmet-i asliye sabıkı vechile ibka edilmiştir. Çünkü “Erkekler kadınlar üzerinde durup onları görüp gözetirler” kavl-i şerifine göre, İslâm aile hukukunda aile riyaseti erkeğe verilmiştir. Bu cihetle Müslüman kadınlarının ve kızlarının gayr-i Müslimlerle evlenerek onların velâyeti altına girmelerine müsaade olunmayıp haram kılınmıştır.

15.2.1. Süt Kardeşliğin İzdivaca Mâni Olduğu

Buharî Hadis No: 1796- Abdullah ibn-i Abbas'ın (ra) şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Bir kere Nebi'ye (sav) (Hz. Ali tarafından): “Yâ Resûlallah! Hamza'nın kızını niçin tezevvüc etmezsin.” denilmiştir. Resûl-i Ekrem “Hamza'nın kızı süt kardeşimin kızıdır.” buyurdu.

Hz. Ali (ra) Resûl-i Ekrem'e (sav) “İzdivaç şerefini Kureyş'e tahsis eder de Beni Hâşimi niçin mahrum edersin?” diye sorduğunda bu cevabı vermişlerdir. Resûl-i Ekrem'i ve amcası Hz. Hamza'yı Ebû Leheb'in âzadlısı Süveybe emzirmişti. Hz. Ali Efendimizin böyle bir süt kardeşliğinden haberi olmadığı için bu izdivacı teklif etmişlerdi. Buharî 1798 numaralı hadis-i şerifte Resûl-i Ekrem, “Süt, velâdet ve nesebin haram kıldığı her şeyi haram kılar.” buyurmuşlardır.

Velâdet ve neseb yolu ile haram olan her şey radâen de haramdır. Bu hususta ictihadı hâiz ulemâ arasında ihtilâf yoktur, icma vardır. Resûl-i Ekrem, süt kardeşliğinin tahakkuku için 1799 numaralı Buharî hadisinde: “Radâa ancak mecâadandır.” buyurmuşlardır. Bu hadisteki son cümle edebi ve hukuki bir vecizedir ve “Kendisiyle hürmet sabit olan radâ” yalnız açlığını sütle telâfi edebilen emzik çağındaki nevzâd hakkında muteberdir, demektir. Bir süt kuzusu olan çocuğun neşv-ü neması ve bedeni teşekkülü yalnız sütle temin edildiği için çocuk murdia kadının kendi mevlûdu çocuğu gibi kendisinin bir cüzü ve vücudunun bir parçası oluyor. Buharî bu Hadis-i Sahihinde “Radâ”nın azı da çoğu da hürmeti icab eder başlığıyla açtığı bir bâbında rivâyet etmiştir ki, müellifin iltizam ettiği bu mezhep pek çok ashab ve tabii ulemâsından naklolunmuştur. Bunlara göre radâ müddeti içinde bir kere emmekle de hürmet sabit olur. Çünkü: “Vaktiyle sizi emzirmiş olan süt analarınız(ın nikâhı) da (kendi analarınız gibi) haram kılınmıştır.” kavl-i şerifi mutlaktır, adetle mukayyed değildir. Adetle takyid, Kur'ân'ın nassına ziyade kılmaktır.

İmâm Şâfii ile ashabı bu hadis ile ve adedi ihtiva eden diğer hadislerle istidlal ederek en az beş defa emzirilmesini şart kılmışlardır. Fakat çocuğun bedeni teşekkülü sırasında kadının ecza-yı bedeniyesinin karışması bir defa emmekle de hasıl olur. Yeter ki, radâ müddeti içinde emzirilmiş olsun.

C) Sûre-i Nûr Âyet: 3- Zina eden erkek; zina eden veya müşrik olan kadından başkasını nikâhlamaz. Zina eden kadını da zina eden veya müşrik olan bir erkekten başkası nikâhlamaz. Bu (sûretle evlenmek) mü'minler üzerine haram kılınmıştır.

Not: Müşrik ve müşrike nikâhının menhi olduğu muharremat bahislerinde geçtiği vechile malum. Zâniyeyi nikâha gelince; bu âyetin zahirinden bunun da mü'minlere haram ve müşrik nikâhına karib olduğu anlaşılıyor. Maamafih ihtilâf ciheti yok değildir.

1. Bazıları “Bu âyette maksat, nikâhın hükmünü beyan değil, zinanın şenaatini beyandır. Burada nikâh vatı (çiftleşme) mânasınadır ve binâenaleyh hürmette de zinanın hürmetidir.” demişlerse de mânasızdır. Çünkü Kur'ân'da nikâh, hep akid mânasına varid olduğundan, vatı mânasına hamli doğru olmaz.

2. Hz. Âişe'den (rha) menkuldür ki “Bir erkek bir kadınla zina etse, onu tezevvüc edemez. Bu, âyetle haramdır. Mübaşeret ettiğinde zina etmiş olur.” Ebû Hayyam Tefsirinde, Ashab-ı Kiramdan İbn-i Mesud ve Beraa ibn-i Azib (ra) hazretlerinin dahi kavlinin böyle olduğu zikredilmiştir. Fakat buna mukabil Hz. Peygamber'den (sav) bu mesele sual edilmiş “Evveli sifah ve ahiri nikâhtır, haram helâli tahrim eylemez.” buyurmuş olduğu nakledilmiştir. Ebû Bekir-i Sıddık, İbn-i Ömer, İbn-i Abbas ve Câbir'den ve Tavus, Said ibn-i Müseyyeb, Câbir ibn-i Zeyd, Âta, Hasen'den ve Eimme-i Erbaa'dan menkul olan da cevazdır. Ancak Fahri Razi Tefsirinde mezkûr olduğu üzere “Zâni ve zâniyenin afif ve afife ile afif-ü afifenin zâniye ve zâni ile tezevvücünün haram olması Hz. Âişe ve İbn-i Mesud gibi Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer ve Hz. Ali'nin de mezhepleridir.” deniliyor.

3. Hasen'in kavlince bu hürmet, mahdud olan zâni ve zâniye haklarındadır. “Hadd vurulmuş zâni, ancak bir zâniyeyi tezevvüc edebilir. Bir mahdud, mahdud olmayan bir kadını tezevvüc etmişti, Hz. Ali onun nikâhını reddeyledi.” diye rivâyet etmiştir.

4. Bazıları “Bu hükmün Medine'de İslâm'ın bidâyetinde varid olup ba'dehu mensuh olduğunu” söylemişlerdir. Said ibn-i Müseyyeb'den bu sûredeki ve Sûre-i Nisâ'daki âyetlerin umûmlarıyla mensuh olduğu rivâyet edilmiş ve bu şayi olmuştur. Mu'tezile'den Cubbai de “İcma ile mensuhtur.” demiş. Bu aslâ doğru değildir. Zira Ebû Bekir, Ömer, Ali gibi zevatın muhalefetlerini sebkeden bir meselede icma sahih olamaz. İcmaın nâsıh olamayacağı ilmi usûl-i fıkıhta sabittir. Sûrenin başındaki وَفَرَضْنَاهاَ “ve feradnâhâ” kaydı bu sûrede mensuh hüküm olmadığını iş'ar için kafidir.

5. Abdullah ibn-i Ömer'den, İbn-i Abbas'tan (ra) Mücahid'den, Said ibn-i Cübeyr'den ve yine Said ibn-i Müseyyeb'den varid olan rivâyetlere göre bu âyetin sebeb-i nüzulü şudur: Cahiliyede fahişeler işleten kirahaneler (kerhaneler) kerhaneciler vardı. İslâm geldiği vakit Medine'de bunlardan Ümmi Mehzûl gibi meşhur karılarla kapıları bayraklı, alametli dokuz kadar kerhane bulunuyordu. Bu karılar, bu kerhaneciler hep müşriklerden idi, içlerinden servet edinmiş olanları da vardı. İslam'da zina haram olduğundan bu fahişelerden bazısı yeni Müslüman olan fukaradan bazısına nikâh teklif etmiş ve kabul ederlerse nafakalarını taahhüt etmek istemiş, onlar da fakr-ü ihtiyaçları hasebiyle Resûlullah’tan (sav) istizan etmişler, bunun üzerine bu âyet nâzil olmuş, o nikâhın mü'minlere haram olduğu anlatılmıştır. Bundan dolayı bazı müfessirin bu hürmetin sebeb-i nüzulü olanlara mahsus olduğuna kail olmuşlardır ki, tahrimin bilhassa kerhane fahişeleri mekulesi hakkında olduğunu söylemektir. Ve bu fahişelerin vasf-ı barizi ise zinayı istihlal veya istihfaf etmektir ki, küfürdür. İslâmiyet'in hakimiyeti ile o cehaliyyet bakiyesi olan kerhaneler kalkmış ve hududun ikamesi memâlik-i İslâmiyye'de artık öylelerinin zuhuruna meydan bırakmamış olduğu müddetçe bunların nevi şahıslarına münhasır kalmış olması hasebiyle bu, onların şahıslarına mahsus kaldı, diyenler de olmuştur.

6. Cumhur-i müfessirînin beyanına göre; “Bu tahrim, zina edenleri nikâh etmekten mü'minleri zecr-u tahzirde mübalâğa içindir.” demişlerdir. Şimdi bu mevcut mütalaalara göre bir mü'min, ihtiraz edilmesi lâzım gelen böyle haram bir nikâhı bilfarz irtikâb etmiş olsa, o nikâh mün'akid olur mu? Yoksa o da bir zina mı olur?

Şimdi bu telhis ile âyetin mânâsını tespit edelim: Burada üç kısım vardır: Müşrikler, zinayı istihlâl veya istihfaf edenler, etmeyenler.

Evvela; herhangi bir mü'min veya mü'minenin bir müşrike veya bir müşrik ile nikâhı mün'akid olmaz, katiyen haramdır, bir zina olur.

Saniyen; zâni ve zâniye sebeb-i nüzul olan kerhaneciler ve sermayeleri gibi zinayı istihlâl veya istihfaf eden takımdan ise hürmet-i mahsus olanı istihlâl veya istihfaf, küfür olmakla bunlar müşrik hükmünde olduklarından, nikâhları nikâh olmaz. Katiyen haramdır, müşrik nikâhı gibidir. Onun için âyette اَلزاَّنِي وَالزاَّنِيَةُ “Ez-zâni ve'z-zâniye” müşrik ve müşrikeye denk tutulmuş “Mü'minlere ise bu haram kılındı.” buyrulmuştur. Âyet, iki kısmın nikâhını tahrimde nasstır. Meğerki tevbeleri tahakkuk etmiş bulunsun.

Salisen; istihlâl ve istihfâf gibi küfür delili olmayarak zinası vazıh olmuş, evvelce de başından hiç nikâh geçmemiş ise, afif müminlerin bunları nikâhı tahrimen mekruh ve maamafih mün'akid olur. Âyetin tahriminin bu kısma derece-i şümulünde bir nevi şüphe vardır. Onun için mevrid-i ictihad olmuştur. Ve işte zikrolunan ihtilât, ancak bu kısım hakkındadır. Yalnız Hz. Âişe ve İbn-i Mesud ve Berâa ibn-i Azib hiçbirinde nikâhı tecviz etmemiş, bu kısmın hürmetini ve diğer iki kısım derecesinde tutmuşlardır.

İşte zinanın neticesi öyle azab, böyle mahrumiyettir. Mü'min olanların zinadan tevakki etmeleri ve haddini icra eylemeleri farz olduğu gibi, zâni ve zâniye nikâhından ictinab etmeleri ve yekdiğerini öyle töhmetlerden korumaları da lâzımdır. Yoksa ictinab bahanesiyle şuna buna zina isnad ederek ehl-i iffetin namusuna dokunmak da büyük bir cinâyettir. Beyyinesiz ve hususen iffetli bir kimseye zina suçu isnad etmek cezaya mültezim olduğu gibi, zinanın cezasından sonra nikâhın harametine kadar gitmesi, iftira edenin de şâhidliğinin ebedî olarak kabul olmaması, ancak hâllerini ıslah edenler müstesna. Çünkü Allah gafurdur, rahimdir. Muhsar olmayanlara hadd-i kazif mucib olmaz. Fakat taziri icab eder. Meğerki makzuf, kazif olunduğu şey ile maruf olsun. (Fahri Razi)

İşte bu sebeplerdendir ki mü'minlere bu nikâhtan ziyadesiyle kaçınılması için tenzih maksadıyla olan men'e tahrim (haram) denilmiştir.

Fakat zina etmiş bir kadının veya erkeğin, zina etmemiş bir kimse ile nikâhları da sahih olabilir. Elverir ki, bir daha zina rezaletini irtikâb etmesinler. Bir kavle göre de bu hürmet, bu âyet-i kerimenin nüzulüne sebebiyet vermiş olan muayyen kimselere mahsustur veyahut bu hüküm Nûr sûresinin وَأَنْكِحُوا الْأَياَمَى مِنْكُمْ “Ve enkihu'l-eyâmâ minküm” âyeti (32) kerimesiyle mensuh bulunmuştur. Çünkü الْأَياَمَى “Eyâmâ” kocaları olmayan kadınlar demektir ki, bu tabirin zâniyelere de şümulü vardır. Binâenaleyh bir Müslüman, vaktiyle zina etmiş olan bir Müslüman kadın ile veya zimmîye ile evlenebilir. Elverir ki, bir daha iffete muhalif harekette bulunmasın. Öteden beri iffetle muttasıf kadınlar ile evlenmek ise elbette ki evlâdır. Bu üçüncü âyet de bu sûredeki ikinci hükmü muhtevidir.

D) Sûre-i Ahzâb Âyet: 50- Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin zevceleri ve Allah'ın sana ganimet (olarak nasip) ettiklerinden sağ elinin mâlik olduğu kadınları, (düşmandan esir alınan kadınları) seninle beraber (Medine'ye) hicret eden amcanın kızlarını, halanın kızlarını, dayının kızlarını, teyzenin kızlarını, bir de eğer mü'min bir kadın kendisini Peygambere bağışlayıp da (mehirsiz nikâhlanmayı talep edip de) eğer Peygamber de nikâhla almak isterse onu -(fakat bu sonuncusunu) diğer mü'minlere değil, yalnız sana has olmak üzere- senin için helâl kıldık. Öbür (mü'min)lerin zevceleri ve sağ ellerinin mâlik oldukları (câriyeleri) hakkında uhdelerine ne farz etmiş olduğumuzu bildirdik. (Dört kadına kadar izdivaç edebilmek ve velisiz, şâhidsiz ve mehirsiz evlenmemek ve zevcelerin taaddüdü hâlinde adalete riâyet etmek hususlarındaki hükümleri beyan ettik.) (Bağış sûretiyle, mehirsiz olarak izdivacın sana tahsisi) senin için hiçbir darlık olmaması içindir. Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.

15.2.2. Evli Bulunulan Kadının Hala ve Teyzesini Tezevvüc Edememek

Buharî Hadis No: 1800- Câbir'den (ra) “Resûlullah (sav) bir kadının, onun halası üzerine yâhut onun teyzesi üzerine nikâh olunmasını nehyetti.” dediği rivâyet olunmuştur.

Bir kadının gerek halası gerek teyzesi üzerine nikâh olunması hürmet hususunda birdir, ayrı değildir. Hadisin zahiri, bir kadınla halasının ve bunlardan birisinin öbürü üzerine nikâhının haram olduğunu ifade eder. Yine bir kadınla teyzesinden birisinin önce, öbürüsünün de sonra onun üzerine nikâhının haram olduğunu bildirir. Sonra bundan delâleten bir kadınla teyzesinin, bir kadınla halasının birden tezvic olunmalarının hürmeti hükmü de müstefâd olunur ki bu hüküm, Buharî'nin mevzuumuz olan hadisten önce Ebû Hüreyre'den gelen bir rivâyette Resûl-i Ekrem'in: “Bir kadınla onun halası, yine böyle bir kadınla onun teyzesi nikâh olunmaz.” buyurduğu tasrih olunmuştur. Şu kadar ki, ikisi birden nikâh olunduğunda ikisinin de nikâhı bâtıl olur. Fakat bir kadınla, mesela halası -birisi önce, öbürüsü sonra- ayrı ayrı tezvic olunursa önceki sahih, sonraki nikâh bâtıl olur. Resûl-i Ekrem mevzuumuz olan hadisi, Mekke'nin fethi sırasında irâd ettiği bir hutbesinde tebliğ buyurmuştur.

E) Sûre-i Mü'minûn Âyet: 7- O hâlde kim bunların ötesini isterse (bu ikiden başkasıyla yani nikâhlı zevcesi veya câriyesinden başkasıyla şehvetini yerine getirmek dilerse) şüphe yoktur ki onlar haddi aşanlardır. [Bunlar da muvakkat denilen mut'a nikâhı -hayvan veya erkek kullanma- (istimnâ bi'l-yed -Mastürbasyon, 31 çekme-) amelleridir ki haram edilmiştir.]

15.2.3. Şigâr Sûretiyle İzdivacın Yasak Olduğu

Buharî Hadis No: 1801- Abdullah ibn-i Ömer'den (ra) Nebi'nin (sav) şigâr (sûretiyle nikâh)dan nehyettiği rivâyet olunmuştur.

Müellif Buharî şigârın tefsirini de rivâyet ederek: “Şigâr, bir kimsenin kızını diğerine, -o da kızını kendisine vermek şartıyla- tezvic etmesidir. Aralarında mehir de yoktur.” diyor ki, değişmek tabiriyle hulâsa edebiliriz. İslam devrinden önce Araplar arasında bu yolda kızlarını, kız kardeşlerini veya akraba karılarını mübadele etmek ve birinin bid'i (kadınlık kıymeti) öbürü için mehir sayılarak mehirsiz nikâh eylemek câri ve muteberdi. Müslim'in: لاَ شِغاَرَ فِي الْاِسْلاَمِ “Lâ şiğara fi'l-İslâm” “Müslümanlık'ta mehirsiz değişmek sûretiyle nikâh yoktur.” sûretinde rivâyeti vechile bu yolla nikâh yasak edilmiştir.

Bu yolla mübadele şartıyla ve her iki taraf kadının kadınlık kıymeti bedeli mehir addolunarak akd-i nikâh olunursa, bu nikâh ve izdivaç hakkında ihtilâf edilmiştir. Hanefilerce bu akid sahihtir. Her iki taraf için mehr-i misli lâzım gelir. Bu ictihâd Atâ ibn-i Ebi Rebâh, Amr ibn-i Dinar, Zühri, Mekhûl, Sevrî gibi Tabii âlimleriyle Kûfe fukahasından da naklolunmuştur. Bir kısım fukâha da şigâr sûretiyle akd-i nikâhın fâsit ve bâtıl olduğuna hükmetmişlerdir ki, bu da Şâfii, Ahmed ibn-i Hanbel, İshâk, Ebû Sevrî'nin ictihadıdır. Bu hususta üçüncü bir ictihad daha vardır ki, o da şöyledir: Eğer mübâdiller kadınlarıyla birleşmemişlerse nikâh fesh olunur. Yeniden beyyine ve mehir ile nikâh akdolunur. Eğer birleşmişlerse emr-i vâki kabul olunup iki taraf için mehr-i misli lâzım gelir. Bu da Evzâi'nin mezhebidir.

15.2.4. Mut'a Nikâhının Haram Olduğu

Buharî Hadis No: 1802- Câbir ibn-i Abdullah ve Seleme ibn-i Ekvâ'dan (ra) şöyle dedikleri rivâyet olunmuştur. Biz (Huneyn seferi) içinde bulunduk. Resûlullah (sav) bize gelerek: “Size mut'a sûretiyle (muvakkat bir zaman için) nikâh ve izdivaca izin verildi. Muvakkat bir zaman için evlenebilirsiniz.” buyurdu.

İmam Buharî bu hadisi: “Resûlullah (sav) mut'a sûretiyle muvakkat nikâhı en son nehyetti.” başlığıyla açtığı bir bâbında rivâyet etmiştir. Bu unvâna göre, muvakkat bir zaman için nikâha önce müsaade olunup sonra nehy olunduğu anlaşılıyor. Câbir ibn-i Abdullah ile Seleme''nin yukarıdaki rivâyetleri de bu müsaadeyi açık bir sûrette ifade ediyor.

İslâm'dan önce cahiliyet devrinde muvakkat nikâh câri idi. İslâm'ın zuhurundan sonra da bazı gazâlarda, gazilerin zinada bulunmalarını önlemek için, mut'a denilen muvakkat nikâha müsaade olunmuştu. Müellif Buharî'nin bu bâbdaki bir rivâyetine göre, İbn-i Abbas'tan mut'a nikâhı sorulduğunda: Resûlullah tarafından müsaade olundu, diye cevap vermiş. Kölesi İkrime tarafından: “Bu müsaade kadın ihtiyacının şiddeti ve onların azlığı ve harb ve gaza gibi müstesna zamanlara âit değil midir?” denilince “Evet öyledir.” diye tasdik etmiştir. Fakat bu müsaade ve ruhsat devam etmiş değildir. Yine Buharî'nin bu bâbındaki bir rivâyetine göre, Hz. Ali, İbn-i Abbas'a: “Resûlullah Hayber gazası sırasında mut'a nikâhını ve ehl-i merkep etinin yenilmesini yasak etti.” demiştir. Mut'a nikâhının nasıl tatbik olunduğunu yine Buharî'nin bu bâbındaki Seleme ibn-i Ekva'nın rivâyetinden anlıyoruz. “Bir erkekle bir kadın sözleşip vâde tayin etmeyerek izdivaçta mutabık kalsalar, bunların birlik yaşamaları müddeti üç gündü. Üç günden sonra bu çiftler bu müddeti artırmak isterlerse artırabilirlerdi. Ayrılmak isterlerse de ayrılabilirlerdi.” Râvi Seleme der ki: “Bilmiyorum bu müsaade bize Peygamberin Ashabına mı mahsus idi; yoksa bütün Müslüman ümmetine mi şâmildi?” demiştir. Fakat Beyhaki'nin Delâil'inde Ebû Zerr-i Gıfâri'den gelen bir rivâyette, bu müsaadenin Ashaba mahsûs olduğu tasrih edilmiştir. Bu rivâyete göre Ebû Zerr, “Biz Peygamber'in Ashabına üç gün için mut'a-i nisâ helâl kılındı. Sonra Resûlullah yasak etti.” demiştir. (Mut'a: Kadını intifa maksadıyla muayyen bir zaman için muayyen bir meblağ mukabilinde icar ve isticar demektir.)

Mut'anın menhi ve mensuh olduğuna dâir delillerin kuvvetine mebnî bunun hürmetinde ümmetin icmaı bulunduğu naklolunuyor. Bu cihetle ehl-i sünnete göre mut'a sûretiyle nikâh sahih değildir. Şiiler arasında hâlâ câri ve muteberdir. Şâfii mezhebinde mut'a, nikâh-ı fâsid hükmündedir. Bu cihetle hadd-i zina sâkıt olur. Mehr-i misli lâzım gelir, iddet icab eder, mut'a kaydı lağvolur. Hanefilerce de hadd sâkıt olur.

15.3. NİKÂH HUSUSUNDA EVLENECEK KADINLARIN VASIFLARI VE İTAAT HUSUSLARI

15.3.1. Bakire ile İzdivacın Efdal Olduğu


Buharî Hadis No: 1789- Âişe'den (rha) şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Bir kere Resûlullah'a (sav): “Yâ Resûlallah! Lütfen bana bildirir misin? Sen bir vadiye insen de orada iki nevi ağaç bulsan 1- Üzerindeki mahsulü yenilmiş 2- Mahsulü yenilmemiş. Deveni hangisinde yayar, otlatırsın? diye sordum. Resûlullah: Başkası tarafından otlatılmayan ağaçta, dedi.” (Âişe “Ben işte o ağacım” dedi) Hz. Âişe bu sorusu ile Resûlullah'ın kendisinden başka bakir bir kız olarak kimseyi tezevvüc etmediğini kasdediyordu.

Buharî bu hadisi “Nikâh-ı Ebkar” başlığıyla açtığı bir bâbında rivâyet etmiştir. Ebkar lâfzı bikrin cem'idir. “Bikr”, er görmedik genç kıza denir ki, bu hadis-i şerif bikrin nikâhının efdal olduğuna delâlet eder.

15.3.2. Dindar Olanlarla İzdivacın Efdal Olduğu

Buharî Hadis No: 1793- Ebû Hüreyre'den (ra) rivâyete göre, Nebi (sav) şöyle buyurmuştur: “Kadın dört (hâl ve sıfatı) için nikâh olunur: Malı için, soyu için, güzelliği için, dini için. (Ey Mü'min! Sen bunlardan) dindar olanı ele geçirmeye bak. (Eğer dediğim gibi yapmazsan) yoksulluğa düşersin.”

Bu hadis, Müellif Buharî'nin kefâet (zevcin, zevcenin benzeri ve dengi olması) bahsinde rivâyet ettiği hadislerden birisidir. Kurtubi'nin beyanına göre hadisin mânası: “Bu dört umde, bir kadını nikâh etmek hususunda rağbet edilip nazarı itibara alınacak şeylerdir.” demektir. Fakat nikâh hususunda itibar olunan kefâet umdeleri, bu dört hısâl-i hamidiye münhasırdır, sanılmamalıdır. Ve hiçbir âlim böyle bir iddiada bulunmamıştır. Çünkü kefâetin muaşeret, usûl ve adabına göre daha müteaddit cihetleri vardır. Hadisin sarahatle ifade ettiği şudur ki, bu dört sûret ve siret kasdıyla nikâh etmek mübahtır. Daha beliğ bir üslup ile ifade ettiği ikinci bir cihet de din hususundaki kefâetin öbürlerinden ziyade rağbete ve itibara şâyân bir umde olduğudur. Bu cihetle dini vaziyeti yolunda olan bir köle, nesebi yüksek bir kadınla evlenebiliyor. Resûl-i Ekrem'e: “Yâ Resûlallah! Kızlarımız kölelerimizle evlenebilecekler mi?” diye sorulması üzerine Hucurât sûresinin şu meâldeki 14'üncü âyeti nâzil olup: “Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve sizi şubelere ayırdık ve kabileler (hâlinde bölüm bölüm) kıldık. Tâ ki birbirinizi (soyunuzla) tanıyasınız. Muhakkak ki, Allah yanında en itibarlınız, en takvalı olanınızdır.” buyrulmuştur.

Müellif Buharî bu bâbın unvânındaki, “Dinde kefâet” başlığından sonra da bu hakikate işaret ederek Furkân sûresinin şu meâldeki 54'üncü âyetinde: “Allah-u Teâlâ o kudret sahibidir ki, bir katre sudan bir beşer (bediası) yarattı; sonra onu erkek ve dişi tarafından iki soy kıldı. Rabbin çok kudretli bulunuyor.” buyrulmuştur. Erkeğin kadına nikâh hususundaki benzerliği, neseb cihetiyle değil din cihetiyledir. Bu hususu daha vazıh bir şekilde açıklayan şu hadis-i şerife dikkat buyrulması meseleyi izaha kâfidir.

Buharî Hadis No: 1794- Sehl ibn-i Saad'ın (ra) şöyle dediği rivâyet olunmuştur. Bir kere Nebi'nin (sav) yanından zengin birisi geçmişti. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem:

“Bu zengin kişi hakkında ne dersiniz?” diye onu tezkiye etmişti. Mecliste hazır bulunanlar da: “İzdivaca tâlib olsa reddolunmaz, şefaat tavsiye ederse şefaati kabul edilmeye, sözü dinlemeye lâyık bir kimsedir.” diye şahadet ettiler. Bu sırada Müslüman fakirlerden birisi (İbn-i Şuraka -Uhud mücahidlerinden-) geçti. Resûlullah: “Bu fakir kişi hakkında ne dersiniz?” diye sordu. Orada bulunanlar; zengin kişiye yaptıkları şahadetlerinin aksini söylediler. Bunun üzerine Resûlullah (sav):

“Bu fakir yok mu, öbür zengin gibi dünya dolusu insandan hayırlıdır.” buyurdu.

Görülüyor ki hayırlı, faziletli fakirin fakirliği kefâete mâni değildir. Bu hadiste Peygamber'in yanından geçtiği bildirilen fakir zât, Resûl-i Ekrem'le Uhud gazasında bulunmuş en eski Müslümanlardan salih zâtlardandı. Artık bunun şerefi, haseb ve neseb asaleti gibi ictimai mefahirle ölçülemezdi. Gerçi şu da malum olsun ki, bu hadisten ne fakirin zenginden, ne de fakirliğin zenginlikten hayırlı olduğu anlaşılmasın. Fakirlik, zenginlik vasıflarının vâkıaya, zemin ve zamana nispetle fazilet ve mezemmet cihetleri de vardır. Zaman olmuştur ki, Resûl-i Ekrem fakirlikten istiâze etmiştir. Yine zaman olmuştur ki, fakirlikle iftihar etmiştir. Müşterek olan fikir, diyanet güzelliğidir.

15.3.3. Huysuz ve Uğursuz Kadınlardan Hazer Etmek

Buharî Hadis No:1795- Usâme ibn-i Zeyd'den (ra) Nebi (sav): “Ben sonra erkeklere, kadınlardan daha zararlı fitne ve fesat (âmili) olarak hiçbir şey bırakmadım.” buyurduğu rivâyet olunmuştur.

Bu bâbın unvanında Müellif Buharî: “Ey mü'minler! Kadınlarınızdan ve evladlarınızdan size düşman olan bir kısmı da bulunduğu muhakkaktır. Artık bunlardan sakınınız.” (Teğâbun Sûresi Âyet:14) meâlindeki âyet-i kerimeyi de zikretmiştir. Bu âyetin mazmununa göre mevzûumuz olan Usâme hadisindeki, kadınların erkekler için fesâd âmili olması umûmi değildir. Kadınların huysuz ve uğursuz kısmıdır. Bir şeyde şu'mluk ve uğursuzluk nehy olunmuştur. Bir hadis-i şerifte: “Eğer eşyada şeamet farz olunursa atta, kadında, evde ve meskende aranılmalıdır.” buyrulmuştur. Taberâni'nin zâtü'n-nitâkayn Esma'dan (rha) gelen bir rivâyeti, Buharî'nin bu hadisini izah eder mâhiyette ve şu meâldedir: “Kişinin evinin, karısısının ve atının fena olması, dünyadaki talihsizliği eseridir. Evin fenası, sahası dar, komşuları murdar olandır. Atın fenası, üstüne bindirmeyendir. Kadının fenası, kötü huylu olandır.”

15.3.4. Bir Kadının Kendi Nefsini Salih Bir Kimsenin Nikâhına Almasını Talep Edebileceği

Buharî Hadis No: 1803- Sehl ibn-i Saad'dan (ra) şöyle rivâyet olunmuştur: Resûlullah’a (sav) bir kere bir kadın gelip kendisini (zevceliğe almasını) teklif etti. (Resûl-i Ekrem gözlerini indirip sükût etti.) Orada hazır bulunan bir sahabi: “Yâ Resûlallah! Bu kadını bana tezvic etseniz.” dedi. Resûl-i Ekrem: (Mehir olarak dünyalık verecek) “Bir şeyin var mı?” diye sordu. O sahabi: “Hayır yâ Resûlallah! Yanımda hiçbir şey yoktur.” dedi. Resûl-i Ekrem: “Haydi git, araştır ve demir bir yüzük olsun (bul getir, tak).” buyurdu. Sahabi gitti. Sonra dönüp gelerek: “Hayır yâ Resûlallah! Dünyalık bir şey, demir bir halka bile bulamadım. Velâkin şu izârım (belden aşağı ihramım) var. Bunun yarısını verebilirim.” dedi. Râvi Sehl ibn-i Saad der ki: Bu fakir sahâbe'nin (izârı üzerini giyecek) ridâsı bile yoktu. Bunun üzerine Resûlullah: “İyi ama izârınla ne iş görebilirsin, neye yarar? Sen giyersen o, o giyerse sen çıplak kalırsın.” buyurdu. Adamcağız bulunduğu yere oturdu. Sonra (meyus olarak) kalkıp gitti. Resûlullah bu zâtın (ümidsiz) gittiğini görünce onu ya kendi çağırdı yahut birisine çağırtarak: “Kur'ân'dan ezberinde bir şey var mı?” diye sordu. Fakir sahabi: “Ezberimde şu sûre var, şu sûre var, şu sûre var” diye bir takım sûreler saymaya başladı. Bunun üzerine Resûlullah (sav): “Kur'ân'dan ezberindeki sûrelerle seni bu kadına mâlik kıldım (tezvic eyledim).” buyurdu.

İmam Buharî bu hadisi; “Bir kadının salih ve iyi bir kimseye iyi hâlinden dolayı kendisini teklif etmesine ve nikâhla almasını temenni eylemesi”ne dâir açtığı bir bâbında zikretmiştir ki, buradaki unvanına göre bir kadının bir salih kişiye nefsini arzetmesi tabiri, bu teklifin yalnız Peygamber'e karşı değil, herhangi iyi bir kimseye karşı da câiz olduğunu ve hayâya, iffete menâfi olmadığını ifade eder. Buharî bu hadisi aynı zamanda “Mehirsiz yalnız Kur'ân üzerine tezvic” için açtığı bir bâbında da rivâyet etmiştir ki, hadisin bu ünvanına mutabakatı pek açıktır.

Mevzûumuz olan hadisten sonra da Buharî, Hz. Hafsa'nın izdivacı vakıasını rivâyet eder. Bu rivâyete göre Abdullah ibn-i Ömer der ki, hemşirem Hafsa, zevci Huneys ibn-i Huzâfe'den dul kaldığı zamanki vaziyetini babam Ömer (ra) şöyle bildirmişti: “Hafsa dul kalınca Osmân ibn-i Affân'a gidip onu almasını teklif ettim. Osman: Bu sırada evlenmemek ciheti bana hayırlı göründü, dedi. Sonra Ebû Bekir'e istersen Hafsa'yı sana vereyim, dedim. Fakat Ebû Bekir sükût edip cevap vermedi. Aradan birkaç gün geçtikten sonra Hafsa'nın izdivacına Resûlullah tâlib oldu. Ben de kızımı Peygambere nikâh ettim. Bunun üzerine Ebû Bekir bana kavuştuğunda: Ey Ömer! Öyle sanıyorum ki, cevap vermediğime darılmışsındır, dedi. Ben de: Doğrudur, dedim. Ebû Bekir şöyle cevap verdi: Cevap vermeme hiçbir mâni yoktu. Şu kadar ki, Hafsa'yı Resûlullah'ın alacağını biliyordum. Bu (sûretle seni taltif edeceği)ni bana söylemişti. Ben de Resûlullah'ın sırrını ifşa etmemekle mükellef idim. Resûlullah Hafsa'yı almamış olsaydı, ben teklifini kabul ederdim.”

Görülüyor ki Resûl-i Ekrem kadınlarını hep böyle birer sebeple almıştır. Hz. Ömer hiç şüphesiz kızını, pek tabiidir ki, dini ve içtimâi kendi ayarında birisiyle evlendirmek zorunda idi. Bu sebeple Hz. Osman'a ve Ebû Bekir'e teklif etmişti. Bu vakıalar teklifatın meşruiyetine birer hüccet ve kat'i deliller olduğunu açıklamaktadır.

15.3.5. İstenilen Bir Kadına İkinci Bir Kimsenin Talib Olmaması ve Evli Bir Kadının Yuvasını Yıkmaya Teşebbüs Edilip Kendi İzdivacını Talep Etmemek

Buharî Hadis No: 1809- İbn-i Ömer'den (ra) şöyle dediği rivâyet olunmuştur: “Nebi (sav) sizin bazınız bir metâ almak üzere iken öbürüsünün almaya kalkışmasını nehyetti. Yine böyle kişinin (bir mü'min) kardeşinin nikâhına talib olduğu bir kadını istemesi de doğru değildir. Meğerki ikinci istemezden önce birinci talib vazgeçmiş ola yahut da birinci talib ikincisinin istemesine müsaade etmiş ola.”

Buharî Hadis No: 1810- Ebû Hüreyre'den (ra) Nebi'nin (sav) şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: “Hiçbir kadına, kız kardeşinin çanağındaki nimetin kendi kabına boşalması için onun talâkını istemek (ve onun yerine nikâh olunmak) helâl olmaz. Bu kadın iyi bilmelidir ki (ezelde) ne takdir olundu ise kendisine âit olan nimet ondan ibarettir.”

Bu hadisi Buharî: “Nikâhta helâl olmayan şeyin şart kılınması” başlığıyla açtığı bir bâbında rivâyet etmiştir. Bunun unvanında da İbn-i Mesud'un: “Hiçbir kadın, kız kardeşinin talâkını kendini nikâh için şart kılamaz.” dediğini rivâyet ediyor. Nevevî, hadisteki kardeş lâfzının neseb yahut radâ yahut da din cihetiyle kardeşe şümulü olduğunu, hatta bu hükmün gayr-i Müslim kadına da şümulü bulunduğunu bildiriyor. Şu hâlde hadisteki kardeşle uhuvvet-i beşeriye kasdolunuyor. Her asırda cemiyet hayatında sık sık tesadüf olunan en menfur bir zemime-i ahlâkiye ve içtimâiye olduğu için İslâm Dini haram kılmıştır. Herkesin ezelde takdir olunan nimete nail olacağı nasihati de edebi bir üslup ile bildirilmiştir.

15.3.6. Kadınlara İyilikte Bulunup Güzel Geçinme Hususu

Buharî Hadis No: 1816- Ebû Hüreyre'den (ra) Resûlullah'ın (sav) şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: “Her kimin Allah'a ve âhiret gününe imanı varsa, o mü'min kişi komşusuna ezâ ve cefâ etmesin. Bir de ey mü'minler! Size kadınlar hakkında hayırlı olmanızı vasiyet edip dilerim. Kadınlar eğe kemiğinden yaratılmışlardır. Bu kemiğin en eğri kısmı üst tarafıdır. Eğer sen eğri kemiği doğrultmaya çalışırsan (savaşırsan) onu kırarsın. Kendi hâline bırakırsan dâima eğri kalır (ve öyle kullanırsın), bu cihetle size kadınlar hakkında hayırlı olmanızı vasiyet ederim.”

Hadis-i şerifin bu fıkrasıyla kadın nevinin fıtraten asabi olduğuna ve fıtratı icâbı çabuk sinirlenerek eğrilik ve huysuzluk göstermelerine işaret olunup, erkeklerin kadınlar hakkında hayırhah olmaları emrolunmuştur. Bu hadisten sonra Buharî'nin bir rivâyetine göre Abdullah ibn-i Ömer kadını idareye âit, bir ana düstûra işaret ederek der ki: “Resûl-i Ekrem'in sağlığında biz, erlik vakarını muhafaza ederek kadınlarımızla bir kadın gibi çene çalıp her zaman yılışıp durmazdık. Resûlullah vefat ettikten sonra bu aile durumu bozuldu. Biz de kadınlar gibi çok sözlü olduk ve kadınlarımıza bütün bütün açıldık, saçıldık.” Bundan sonra Buharî, aile efradının birbirlerine karşı haklarına ve vazifelerine ve mütekabil sevgi ve saygılarının esaslarına işaret eden ve “Ey mü'minler! Hepiniz aile içinde birer çobansınız, birbirinizi görüp gözetmekle mükellefsiniz.” mukaddemesiyle başlayan ve erkeğin, kadının, aile çocuklarıyla hizmetçinin vazifelerini ihtiva eden Abdullah ibn-i Ömer hadisini rivâyet etmiştir. (Buharî Hadis No: 487)

15.3.7. Zevcenin Kocasından İzinsiz Yapamayacağı Ameller

Buharî Hadis No: 1818- Ebû Hüreyre'den (ra) rivâyete göre Nebi (sav) şöyle buyurmuştur: “Bir kadına zevci yanında hazır (ve mukim) iken onun rızası olmadıkça (nâfile olarak) oruç tutmak helâl olmaz. Yine bir kadın, kocasının meskenine onun izni olmadıkça kimsenin girmesine müsaade edemez. Yine bir ev kadını, kocasının izni olmaksızın aile nafakasından (âdetten fazla) sarf ederse, fazla sarfiyatın yarısı zevce edâ olunur.”

Bu hadis üç hükmü ihtiva etmektedir:

Birincisi: Kadının zevci yanında iken oruç tutmasının helâl olmadığı hükmüdür. Bu oruç, Ramazan orucu olmayıp nafile oruçtur. Zevci seferde iken serbesttir. Mukim iken tutamaz. Hadisteki “Helâl olmaz.” kaydına bakarak Hanefi mezhebi fukâhası bu nehyi tahrime hamlederek “Zevci yanında bulunan kadına, onun izni olmadan nafile oruç tutmak haramdır.” demişlerdir. Bazı Şâfii fukahası da mekruh olduğunu kabul etmişlerdir.

İkincisi: Zevcin izni olmadan zevcin meskenine kadının misâfir kabul etmemesi hükmüdür. Bu misafir, yalnız erkeğe münhasır değildir. Zevcin gelmesini istemediği kadın da böyledir. Binâenaleyh zevcin meskenine erkek olsun, zevcin hoşlanmadığı kadın olsun, girmesine müsaade etmek hakkına kadın hâiz değildir. Sebebi de fena şüpheyi ve kıskançlığı icâb etmesindendir. Ancak zarurete müstenid sebepler istisna teşkil eder. Mesela, müste’cir bulundukları evin sahibinin bir lüzum üzerine eve girmeye gelmesine yahut evin misâfire mahsûs bekleme odasına girmesine müsaade etmesi.

Üçüncüsü: Hadiste, kadın aile azığından zevcin izni olmadan fazla infak etmiş olursa, bunun yarısı zevce edâ olunur, buyruluyor. Bu hadisin bu fıkrası burada mücmel ve muhtasar alınmıştır. Buharî’nin Kitabu’z-Zekâtında rivâyet ettiği Hz. Âişe hadisi bundan daha açıktır. Bu rivâyete göre şöyle buyrulmuştur: Ev kadını, evinin taamından israf etmeyerek, (örf ve âdete göre ailesine, misâfirlerine) infak ve ikram ederse, onunla me’cûr olur. Bu malı kazandığı için de zevce, muhafaza ettiği için de hizmetçiye bir o kadar sevap verilir. Bunlardan bazısının ecir ve sevabı, öbürlerinin sevabından hiçbir şey eksiltmez.
Erkeğin kazancından kadının sûret-i tasarrufu, aile haklarına, aile dirlik ve düzenliğine âit en mühim meselelerdendir.

15.3.8. Seferden Gelen Zevcin Evine Geceleyin Ansızın Gelmemesi

Buharî Hadis No: 1828,1829- Câbir ibn-i Abdullah'tan (ra) rivâyete göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Sizden birisi aileden ayrılığını uzattığı zaman evine gece vakti ansızın gelmesin.” Yine Câbir ibn-i Abdullah'tan (ra) rivâyete göre, Nebi (sav) şöyle buyurmuştur: “(Ey Câbir! Medine'ye) gece vardığında hemen ailenin yanına (baskın yapar gibi) ansızın girme (ibtida geldiğini duyur). Tâ ki zevcinden uzak düşen kadın ustura tut(up temizlen)sin ve dağınık saçlarını tarasın.”

Müellif Buharî bu hadisler için açtığı bâbın unvanında uzun seferden dönen erkeğin, karısı yanına gece vakti ansızın varmamasının sebebini bildirerek diyor ki: “Gece vakti habersiz, baskın yapar gibi varış, zevcin uzun zaman gaybubeti sırasında karısının hıyanetinden korkusunu ve şüphesini iş'âr eder ki, doğru değildir. Bir faciaya sebep olabilir.” Nitekim Câbir ibn-i Abdullah'ın bir rivâyetine göre, Peygamber Efendimizin şâiri Abdullah ibn-i Revâha uzun bir seferden döndüğünde geceleyin evine gelmişti. Bir kadın da o sırada karısının saçını tarıyordu. Erkek sanarak kılıcını çekip kadının üzerine yürümüştü. Fakat yanlış hareketini anlayarak bir facianın önüne geçilmişti. Bu vakıa Resûl-i Ekrem'e arz olunduğunda Resûl-i Ekrem (sav), uzun seferden dönen kişinin gece vakti ailesi yanına girmesini yasak etmiştir. Yine Müellif Buharî bu unvanında bu yasağın ikinci bir sebebine de işaret ederek: “Gece ansızın gelmek, kadının ufak tefek kusurunu aramak demek olduğu için doğru değildir.” diyor. Aile reisi seferde olduğu günlerde ev kadını evini ve kendisini ihmal edebilir. Erkeğin ansızın gelip bu hâlle karşılaşmasından müteessir olması ve dolayısıyla aile rabıtasına tesir etmek ihtimâli nazar-ı dikkate alınarak, zevcin evine gece ve ansızın girmesini Resûl-i Ekrem menetmiştir. Haber vermekle bu hâllerin kadın tarafından izâlesine zaman bırakılmış olur. Bu hareketimiz de aile muaşeretinin kaçınılmaz hususlarındandır.

15.3.9. Saliha Kadınların Sıfatları ve Kadının İtaatsizliği Hâlleri ile Erkeklerin Kadınlar Üzerinde Hakimiyeti (Üstünlüğü) Olduğu

Sûre-i Nisâ Âyet: 34- Erkekler kadınlar üzerine hâkimdirler (ailenin reisidirler). O sebeple ki, Allah onlardan kimini (erkekleri) kiminden (kadınlardan) üstün kılmıştır. Bir de (erkekler onları) mallarından infak etmektedirler. İyi kadınlar itaatli olanlardır. Allah kendi (hak)larını (Kur'ân'da) nasıl koruduysa onlar da öylece göze görünmeyeni (erkeğinin gıyabında malını, onun ve kendisinin şeref ve namusunu, bir de ev sırlarını) koruyanlardır. Şerlerinden, serkeşliklerinden yıldığınız kadınlara gelince: Onlara (evvela) öğüt verin, (vazgeçmezlerse) kendilerini yataklar(ın)da yalnız bırakın. (Yine kâr etmezse) dövün. Size itaat ederlerse, aleyhlerinde bir yol aramayın. Çünkü Allah çok yücedir. Çok büyüktür.

15.3.9.1. Kadının İtaatsizliği Hâlleri, Saliha Kadının Sıfatı

Sûre-i Nisâ Âyet: 34- Saliha olan kadınlar da Allah'a itaat ederler. Kocalarına karşı divan durup haklarına riâyet ederler, kocalarının gıyabında nefis ve mal-u namus ve haysiyet ve esrâr-ı aile gibi muhafazası lâzım gelen hususâtı hıfz-ı ilâhiye istinaden muhafaza ederler. (Zira Allah bunun muhafazasını emretmiştir.)

Aleyhi's-Salâtu Vesselâm Efendimizden mervidir ki “Nisânın hayırlısı o kadındır ki, baktığın zaman seni mesrur eder, emredersen itaat eyler, gıyabında bulunduğu zaman da seni malında ve nefsinde hıfzeder.” buyurmuş ve bu âyeti okumuştur.

Kadının kocasına isyanı hususunda eimme-i müfessirînden şu beyanat varid olmuştur: Kadının zevcine (kocasına) isyanı (İbn-i Abbas); koku sürünmemesi, zevcini nefsinden menetmesi, mukaddemâ zevcine yaptığı muameleyi değiştirmesi (Ata); zevcinden hoşlanmaması (Ebû Mensur); zevcinin mesken-i şer'i olarak tayin ettiği ikâmetgâhta beraber oturmaktan imtina edip onun arzu etmediği bir yerde ikâmet etmesi (denilir) ki, bu mânalar az çok birbirlerine yakındır.

Şüphesiz ki vazifelerini yapan ricalin kadınlar üzerinde, kavvam olmaları ve onlardan itaat-u sadakat beklemeleri bir hakk-ı meşrularıdır. Fakat zevcesinin hakkını edâ etmeyen, kadın malına göz diken ve vazife-i infakı yapmayan ve ailesinin ırz-u namusunu muhafaza etmeyen erkekler ricaldan ma'dud değillerdir (adamdan sayılmazlar). İtaat-u sadakat beklemesi de hakları değildir. Allah, rical ve nisânın bazısını diğerine hilkaten tafdil etmiştir. Erkeğin kadında, kadının da erkekte bulunmayan bazı fıtriye-yi asliyeleri vardır ki, bunlar topyekûn karşılaştırılınca kadınların erkeklere ihtiyacı, erkeklerin kadınlara ihtiyacından fazla olduğu muhakkaktır. Bilhassa kesb-u iktisab nokta-i nazarından erkek hasleti kaim, kadın ise himaye ve muhafazaya daha ziyade muhtaçtır. Bu cihetle kadınların erkeklere itaati, hem bir hak ve hem de menfaat-i nisvanın muktezası olduğunu pek beliğ bir icaz ile tefhim eyler. Ve işte erkeklerin nübüvvet, imâmet, velâyet, ikame-i şeair, hudud-i kısasta şahadet, vucub-i cihad, vucub-i cuma, ezan, hutbe itikâf, asabelik, katl-i hata ve kasemede tahammülü diyet, talâk-u ric'atte istiklâl gibi bir takım hasâis ve hukuk-u vezaif ile temayüzleri de bu cümledendir. Hakk-ı riyasete haiz olmalarının bir sebebi, bu tefaddul-i fıtri, biri de erkeklerin mallarından bir kısmını mehir ve nafakaya sarf etmeleri kazıyyesidir ki, kesbi olan bu sebep de evvelkine merbuttur. Ve kadınların mirastan nasiplerinin yarım olması, bilhassa bu sebeple alâkadardır. Ve bunda kadınların menfaati, irste müsavi olmalarından çok ziyadedir. Bu sebepledir ki, erkeklerin itaat-u sadakat beklemeleri bir hakk-ı meşrudur.

Kadın itaat etmezse ne olacak, evvela kadına vaz-u nasihat; saniyen, yataklarda mahcur bırakmak; salisen, hafifçe şeyn âver olmayacak bir sûrette biraz dövüvermektir. Bununla beraber itaat etmemekte ısrar edecek olursa, o zaman iş muhakemeye düşer. Zevciyet baki olduğu hâlde aralarının ıslahı için biri zevcin, biri de zevcenin akrabasından olmak üzere iki hakem gönderilir. Bu hakemlerin akrabadan olması müstahabdır. Yoksa akraba dışından nasbları da caizdir. Ancak hakemi intihab hakkı evvela zevc ve zevceye âittir. Bu her iki taraftan akrabaların müşaveresiyle de caizdir.

Bu hakemler telif ve tefrik yapabilirler mi? Bu noktada müctehidler ihtilâf etmişlerdir. Bir kısmı tefrik de yapabilirler ve bir talâk-ı bain olur demişler ki, bu Hz. Ali'den mervidir. Bir kısmı da bunlar telife memurdurlar, tefrik edemezler, demişler ki, bu da Hasen'den mervidir ve İmâm-ı A'zam'ın kavlidir. Gerçi tefrik salâhiyeti tasrih edildiği, zevc de bunu kabul ve tafviz eylediği takdirde ihtilâf yoktur. Ancak zevc tefrike salâhiyet vermediği takdirde mahkeme kendiliğinden hakemeynin salâhiyet-i mutlaka ile intihabına cebr edebilir mi, edemez mi? Hasılı hakemeyn zevceynin vekilleri mesabesinde midir, yoksa mahkemenin hükme mezun nâibleri makamında mıdırlar? Ve mahkemenin re'sen tefrike salâhiyeti var mıdır, yok mudur? İşte ihtilâf bu noktalardadır. Şüphe yok ki âyetin siyakı, telif üzerindedir. Tefrikten bahis münasib görülmeyip meskûtun anh bırakılmış ve bunun için bir ictihad mevzuu olmuştur.

Bu noktayı irşâd için Allah-u Teâlâ Nisâ sûresi 35' inci âyette “Bu iki hakem cidden hüsn-i niyetle ıslah murad ederler, aralarını düzeltmek isterlerse, Allah iki tarafın beynini tevfik-u telif eder. Zevc ve zevcenin kalblerine meveddet-u muhabbet ilka eyler, bunu nasıl yapar? Her hâlde Allah alîm, habîrdir. Nasıl yapacağını bilir ve şüphe yok.” buyuruyor. Demek ki Allah'ın rızası şıkakta değil, vifaktadır. Asıl matlub olan hüsn-ü imtizaçtır. Görülüyor ki bu ahkâm, kadınların nüşûzu üzerinden yürümüştür. “Acaba erkekler tarafından nüşûz olmaz mı? Kadın herçibâdabâd itaate mi mecburdur?” gibi bir sual hatıra gelebilir. Evet, erkekler tarafından da nüşûz olabilir.

15.3.10. Kadın Kıskançlığı ve Kadınlık Gayreti

Taaddüdü zevce meselesinde itiraz olunan bir cihet, bunun kadınlık gayret ve kıskançlığıyla telif olunamaması iddiasıdır. Hakikaten kadınlar fıtraten kıskançtırlar. Gerçi zevcin de zevcesine karşı taşkın bir kıskançlığı vardır. Nasıl ki Müellif Buharî'nin “Gayret kişinin nâmına ve namusuna halel verecek haletten hamiyyet ve sıyânet eylemek mânasınadır ki, kıskançlık tabir olunur. Ve Hakk Teâlâ kullarına rahmet inzâl ve hayır ve rızk-ı kesir ihsan eylemek mânasınadır.” unvanıyla açtığı bir bâbındaki rivâyetine göre Ensâr ulularından Saad ibn-i Ubâde bir kere, “Karımla beraber bir erkek görürsem, hiç aman vermeden onu kılıcımın keskin ağzıyla vurur tepelerim.” demişti. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (sav) mecliste bulunanlara: “Saad ibn-i Ubâde'nin bu kıskançlığına şaşıyor musunuz? Emin olunuz ki, ben ondan daha kıskancım. Allah da muhakkak benden ziyâde kıskançtır.” buyurmuştur.

Allah-u Teâlâ'nın gayretini ve kıskançlığını -Ebû Hüreyre'nin (ra) rivâyetine göre- Resûl-i Ekrem, “Mü'minin Allah-u Teâlâ'nın haram kıldığı şeyleri işlememesidir.” diye tefsir buyurmuştur. Abdullah ibn-i Mesud'dan gelen bir rivâyete göre: Resûl-i Ekrem, “Allah-u Teâlâ (kulları hakkında) herkesten ziyâde gayret sahibi olduğu içindir ki, kullarına fevâhişi, yani kötü sözden ve kötü işten ibaret olan çirkin huyları haram kıldı.” buyurmuştur.

Gayret ve kıskançlık, umûmî ve müşterek bir vasıf olmakla beraber, şüphesiz ki seriu'l-infiâl olan kadınların bu fıtri seciyeleri daha fazladır. Bu sebeple Müellif Buharî Sahih'inde “Kadınların kıskanç hâlleri, asabi tabiatları, hüzün ve kederleri” başlığıyla husûsi bir bâb açmıştır. Buharî'nin kadın kıskançlığına dâir rivâyetleri arasından Hz.Âişe'ye âit olan kadınlık gayretini, numune olarak bildireceğiz:

Hz. Âişe der ki: “Peygamberin kadınları arasında Hatice'ye karşı kıskançlığım kadar hiçbir kadına gayret beslemezdim. Çünkü Resûlullah (sav) Hatice'yi çok anardı ve çok överdi. Sonra da Allah Hatice'nin cennette inciden tarholunmuş bir köşk ile müjdelenmesini Resûlullah'a vahyedip bildirmişti.”

Yine Buharî'nin müteaddit bâblarındaki rivâyetine göre, Hz. Hatice'nin hemşiresi bir kere Mekke'den Medine'ye gelmişti. Ve Peygamberin huzuruna girmek için kapı önünde izin istiyordu. Kadının sesi de Hatice'nin sesine pek benzermiş, Resûlullah kadının sesini işitince Hatice'yi hatırlayarak sarsılmış ve hemşiresini kabul ederek iltifat etmiş. Hz. Âişe der ki, artık tahammül edemeyerek: “Yâ Resûlallah! Allah sana Kureyş'in dişleri dökülmüş ihtiyar bir kadını yerine gencini verdi, dedim. Resûlullah: Yâ Âişe öyle söyleme, Hatice benimle Müslümanlık uğrunda bütün servetini feda etti, buyurdu. Ben de bundan sonra bir daha gayret göstermedim.”

İslâm hukuku kadınların taşkın derecede gayret ve hamiyetini nazar-ı itibara alarak vaktiyle erkeklerin sayısız bir hâlde izdivaclarını tahdid ederek, bunun azâmi haddini dört olarak tayin etmiştir. Bunu da mutlak bırakmayıp, kadınlar arasında adalet olunmakla takyid eylemiştir. Hatta adalete muktedir olamayacakları da bildirilmiştir ki, bu da taaddüdü zevceden bir nevi tahzir mahiyetindedir.

15.4. TAADDÜDÜ ZEVCAT (BİRDEN FAZLA EVLENME MESELESİ) VE KADINLAR ARASINDA ADALET

Sûre-i Nisâ Âyet: 2- Yetimlere (rüşdüne gelince) mallarını verin. Temizi murdara değişmeyin, (karıştırmayın). Onların mallarını kendi mallarınıza (katarak) yemeyin. Çünkü bu, muhakkak büyük bir günâhtır.

3- Eğer yetim kızlar hakkında (adaleti yerine getiremeyeceğinizden) korkarsanız, sizin için helâl olan (diğer) kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikâh edin. Şâyet (bu sûretle de) adalet yapamayacağınızdan endişe ederseniz o zaman bir (tane ile) yahut mâlik olduğunuz câriye (ile iktifa edin) bu (tek zevce veya câriye) sizin (Hakk'tan) eğrilip sapmamanıza daha yakındır.

127- Senden kadınlar hakkında fetva isterler. De ki: Onlara dâir fetvayı size Allah veriyor: Kendileri için yazılmış (farz edilmiş) olan (miras)ı onlara vermediğiniz ve nikâhlamalarını da beğenip istemediğiniz yetim kızlar ve (henüz ergin olmayan) küçük çocuklar hakkında, bir de yetimlere karşı adaleti ayakta tutmanız (onlara iyi bakmanız) hususunda (işte) Kitap'ta okunup duran (âyet)ler! Hayırdan daha ne yaparsanız şüphesiz Allah onu da hakkıyla bilicidir.

129- Kadınlar arasında adalet (ve müsavatı tatbik) etmenize ne kadar hırs gösterseniz, aslâ güç yetiremezsiniz. Bari (birine) büsbütün meyledip de ötekini (ne dul, ne kocalı bir durumda) askılı gibi bırakmayın. Eğer (nefsinizi) ıslah eder, (haksızlıktan) sakınırsanız şüphe yok ki Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.

Not: Müellif Buharî muharremât bâbında dört kadından ziyâde nikâhın da hürmetine işaret ederek İbn-i Abbas'ın (ra) “Dört kadın üzerine ziyâde nikâh, kişinin -Allah esirgesin- anası ile kızı ile kız kardeşi ile izdivacı derecesinde haramdır.” dediğini mutlak bir sûrette rivâyet ediyor. Bu rivâyetle müellif, İslâm hukukunun en mühim bir faslı olan taaddüdü zevce meselesine temas ediyor.

İslâm hukuku, İbn-i Abbas'tan rivâyet olunduğu vechile dörde kadar nikâh ve izdivaca müsaade etmiş ise de yine en mühim esas vahdet-i zevcedir. Birden fazlasına müsaade, ahlâki ve içtimâi en mübrim zaruretler üzerine iltizâm edilmiştir ve kadınlar arasında adalete ve müsavi sûrette hüsn-ü muaşerete riâyet olunması şart kılınmıştır. Aynı zamanda bunun ruhi temayüllerde müsavi sûrette harici asârını göstermenin beşer kudreti haricinde güç bir şey olduğu da bildirilmiştir. Şimdi bu ahkâm ve şerâiti, bu zaruretleri ve ferdi içtimâi lüzum ve ihtiyaçları nikâha dâir şeref varid olan âyetlerle birlikte mütalaa edeceğiz:

İslam hukukunda taaddüdü zevceye Nisâ sûresinin 3'üncü âyetiyle müsaade olunmuştur ki, meâli şöyledir:

“Mü'minler! Eğer yetim kızların haklarında adalet edeceğinizden korkarsanız hâlinize iyi, uygun kadınlardan ikişer, üçer, dörder kadın nikâh edebilirsiniz. Eğer müteaddit kadınlar arasında da adalet edemeyeceğinizden korkarsanız, bu hâlde bir kadın nikâh ediniz yahut ellerinizde mâlik bulundurduğunuz câriye nikâhlarsınız. Bu bir kadın veya câriye ile iktifa, adaletten inhiraf etmemeniz için hakka daha yakındır.”

Bu âyet-i kerimenin mazmununu açıklayan sebeb-i nüzulü hakkında müteaddit rivâyetler vardır. Sahihayn'de Hz. Âişe'den naklolunan bir rivâyete göre, Urve ibn-i Zübeyr ki, -Hz.Âişe'nin kardeşi Esma'nın oğludur.- Hz. Âişe'den, tercüme ettiğimiz âyetin mânasını sormuştu. Hz. Âişe şöyle cevap vermiştir: “Ey hemşirezadem! Bu âyette zikrolunan yetimden murad şu bir kızdır ki, o öksüz kızcağız, bir erkeğin vesâyet ve himayesi altında iken hâmisi, onun malına ve güzelliğine imrenerek nikâh ederdi. Nikâh ederken de mehirini -içtimâi mevkii itibarıyla- onun emsali kızların mehirlerinden eksik takdir ederek adaletsizlik yapardı. Bu âyet-i kerime nâzil olarak bu yolda mal tamahıyla ve emsalinden noksan mehir ile öksüz kızları aldatarak nikâh etmek nehy olunup başka kadınlardan lüzum ve ihtiyaca göre iki, üç ve nihâyet dört kadınla evlenebilmelerine müsaade olundu. Bu müteaddit kadınlar arasında da adalet temin edilememesinden korkulursa, bir hür kadınla yahut bir câriye ile evlenilmesi ve bununla iktifa olunması emrolundu.”

Görülüyor ki, müteaddit zevceye müsaade, zevcin kadınlar arasında adalete riâyet etmesi şartıyla kayıtlıdır. Fakat bu ortak kadınlar arasında adalete riâyet edebilmek mümkün müdür? Bunun beşer kudreti haricinde imkânsızlığı Nisâ sûresinin 129'uncu âyetinde şöyle bildiriliyor:

“Ey Mü'minler! Kadınlar arasında -sevgi ve saygıya kadar- ne derece hırslı olursanız olunuz her hususta aralarında adalete ve müsavi harekete muktedir olamazsınız. Bari büsbütün birine meyletmeyiniz. Bu hâlde öbürüsünü (ne evli, ne bekâr) askıda kalmış gibi (mühmel) bırakırsınız. Böyle bir hâl vukuunda bozulan aile dirliğini düzeltir ve bir tarafa meyletmekten sakınırsanız, Allah sizin geçmiş kusurlarınızı bağışlar ve size merhâmet eder.”

Cenâb-ı Hakk'ın insanlara kudretleri dâhilinde teklifte bulunması âdet-i ilâhiye muktezâsı bulunduğundan, erkeklere sevgi hususunda kadınlar arasında adalet ve müsavata riâyet etmeleri teklif olunmamıştır. Ancak vicdani bir sır olan bu kalbi temayül açığa vurularak infak ve iaşede, hüsnü muaşerette bir tarafa meyledilip öbür tarafın mühmel bırakılması âyet-i kerimede nehy olunmuştur. Bu âyetin tefsirinde Müfessir Beyzâvi merhumun rivâyet ettiği bir hadiste Peygamber Efendimiz de: “Bir er kişi ki, iki karısı olup da bunlardan birisine fazla meylederse, kıyâmet gününde o kişi mahşer yerine bir tarafı sarsak olarak gelecektir.” buyurmuştur. Yine böyle izhâr-ı temayül edip icra-yı adalet edemeyecek olanların âyet-i kerime mucibince bir kadınla iktifa etmeleri emrolunmuştur. İslâm aile hukuku, taaddüdü zevceye harb gibi âfetlerin nüfus tahribatını tamir ve ihya edecek zaruretler karşısında müsaade etmiştir. Yoksa behimi bir arzuyu tatmin etmek için değil.

Cahiliyet devrinde erkekler, vesâyetleri altındaki yetim kızlarla, mallarına göz dikerek evlenirlerdi. Birkaç yetim kızla teehhül edenler de vardı. Yetimler kimsesiz oldukları için zevcleri gerek mehirde, gerek teehhülden sonra kendilerine türlü türlü haksızlıklar ve eziyetler yaparlardı. Hatta miraslarına konmak için ölmelerini isteyenler de bulunurdu. Cenâb-ı Hakk bu âyet-i kerimede kimsesiz yetimlere haksızlık etmemek hususunda kendisine güvenemeyenlere, kimsesiz olmadıkları için öyle bir haksızlık yapmaktan çekinecekleri diğer kadınlarla evlenmelerini emretmiş, bu sûretle aynı zamanda yetimlerin de hukukunu sıyânet buyurmuştur.

İslâm'dan evvel zevcelerin sayısı tahdit edilmiş değildi. Onun için bir adamın on, hatta daha fazla karısı bulunabilirdi. Bu âyetle zevcelerin sayısı azami dörde indirilince, bundan ziyâde karısı bulunan Müslümanlar, fazlasını derhâl terk ettiler. Zevceler arasında “adalet”; yedirme, giydirme, barındırma, zevci muamele, sevgi ve güzel muamele vesâire hususlarında tam bir müsaviliktir. Bu temin edilemeyince -ki temini hemen hemen imkânsızdır- bir zevce ile iktifa etmek zaruridir. “Bu (bir tek zevce veya câriye) sizin (haktan) eğrilip sapmamanıza daha yakındır.” kaydı da asıl olanın, kaidenin, adalet kaidesinin bir tek zevce ile evlenmekten ibaret olduğunun pek açık bir delilidir. Taaddüdü zevcat asli bir kaide değil, bir şazdır. Düşünmeli ki bu âyetin nüzulü zamanında on ve daha ziyade zevceye mâlik adamlar vardı. Cenâb-ı Hakk bunu azami dörde indirmiş, onu da tatbiki çok güç bir adalet esasına dayamıştır. Bununla beraber tâdat-ı zevcatta bulunanları kınamak olamaz.

Şeriat-ı İslâmiye, bir erkeğin nikâhı altında adalete riâyet etmek şartıyla nihâyet dört kadının cem edilebileceğini tecviz buyurmuştur. Adaleti icab ettiren böyle bir izdivaca tevessül eden Müslümanların uhdesine düşen vazifeler vardır; başlıcaları şunlardır:

1. Kasme riâyettir, yani müteaddit ailesi olan kimse, kendi iktidarında olan şeylerde, sohbet ve müvaneset hususunda zevceleri arasında müsavata riâyet etmektir.

2. Kasm hususunda zevcelerinin bakir ile dulunu, tazesi ile yaşlısını, eskisi ile yenisini, Müslimesiyle Kitabisini, sağlamı ile sakatını, delisi ile akıllısını müsavi tutmak.

3. Zevc, zevcelerinin günlerini tayin ettiği şekilde adaletle yerine getirmek. Nöbetlerini ihmal etmemektir.

4. Zevcelerinden birinin nöbetini artırmak için mehirini azaltmak veya vereceği bir malını almak, zevc için câiz değildir.

5. Zevc, zevcelerinin birinin nöbetinde diğerinin yanına giremez. Nöbetinin gayrinde o kadınla cinsi münasebette bulunamaz. Fakat bir ihtiyaca mebnî gündüzün diğerinin yanına gitmekte ve hasta olduğu vakit geceleyin iyadetinde bulunmakta bir beis yoktur. Hatta hastalığı artarsa, vefatına veya iyi oluncaya kadar yanında kalabilir.

6. Zevcin hastalanmasıyla kasm sâkıt olmaz. Binâenaleyh zevc, hastalanıp kaldığı zevcesinin yanında kaldığı günler kadar diğer zevcelerinin yanında da o kadar kalır. Eğer hastalığı aynı hanede ise zevcelerinin her gün birini yanına alır.

7. Bir erkek, iki zevcesini rızaları bulunmadıkça bir hanenin bir odasında beraber iskan edemez. Fakat bir hanenin ayrı ayrı kilitli odalarında iskan edebilir. Kadınlar da buna muhalefet edemezler. Eşraf kızlarını ayrı hanede tutmak gerekir.

15.5. DOĞUM VE SÜT EMZİRME MESELESİ

A) Sûre-i Bakara Âyet: 233- Anneler çocuklarını iki bütün yıl emzirirler. (Bu hüküm) emmeyi tamam yaptırmak isteyen(ler) içindir. (Yani anneler çocuklarını, bizzat emzirmeye zorlanamazlar.) Onların (annelerin) maruf vech ile (kudretine, örf-ü adete göre) yiyeceği, giyeceği; çocuk kendisinin olan (babaya) âittir. (Bu kavle göre evlad babaya nispet olunur.) Kimse takatinden ziyadesiyle mükellef tutulmaz. Ne bir anne çocuğu yüzünden, ne de bir çocuk kendisinin olan (bir baba) çocuğu sebebiyle zarara sokulmasın. (Valideyi emzirmeye zorlamak, emzirmek istediği hâlde elinden almak, babaya ağır masraflar yüklemek.) Mirasçıya düşen (vazife) de bunun gibidir. (Çocuğun babası ölürse, emziren kadının yiyeceği, içeceği mirasçısına düşer.) Eğer (ana ve baba) aralarında rıza ve müşavere ile (bil-ittifak çocuğu iki sene dolmadan) memeden kesmeyi arzu ederlerse, ikisinin üzerine de vebal yoktur. Çocuklarınızı (başkalarına) emzirtmek isterseniz, meşru sûrette verdiğiniz (emzirme ücretin)i teslim etmek (ödemek) şartıyla yine uhdenize vebal yoktur. Allah'tan korkun ve bilin ki şüphesiz Allah, ne yaparsanız hakkıyla görendir.

B) Sûre-i Ahkâf Âyet: 15- Biz insana ana ve babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. Anası onu zahmetle (karnında) taşıdı. Onu zahmetle de doğurdu. Onun bu taşınması ile sütten kesilmesi (müddeti) otuz aydır. Nihâyet o, yiğitlik çağına erdiği, (hele) kırk(ıncı) yıl(ın)a ulaş(ıp da tam kemâline var)dığı zaman (şöyle) demiştir: “Ey Rabbim! Gerek beni, gerek ana ve babamı nimetlendirdiğine (tevhid ve İslâm nimetine) şükretmemi, senin razı olacağın iyi amel (ve hareket)te bulunmamı bana ilham et. Zürriyetim hakkında da benim için salâh nasib et. (Bütün neslimi salih Müslümanlar yap.) Şüphesiz ben sana döndüm. Şüphesiz ben (sana) teslim olanlardanım.”

Not: Hamli ve fisâli de otuz aydır. Bakara ve Lokman sûrelerinde buyrulduğuna göre bu otuzun iki senesi emzirme müddeti, altı ay da hamil müddeti olmuş oluyor. Demek ki hamlin ekalli müddeti, rıdâın da ekseri müddeti gösterilmiştir. Rivâyet olunur ki, Hz. Ömer (ra) bir kadın mürafeaya götürülmüştür ki, altı ayda doğurmuştu, haddini emretti. Hz. Ali (ra) bu âyeti ihtar ederek “Had lâzım gelmez, hamlin ekalli müddeti altı aydır.” diye itiraz etti. Hz. Ömer de tasdik eyledi. Fahruddin-i Razi bunu naklettikten sonra der ki, “Akıl ve tecrübe dahi bunun böyle olduğuna delâlet ederler.” Ashâb-ı tecârib diyorlar ki: “Ceninin tekevvünü için mukadder bir zaman vardır, o zaman tezauf edince, cenin harekete başlar. Bu mecmua iki misli munzar olunca cenin anasında infisal eyler.” Mesela ceninin hilkatinin otuz günde tamam olduğunu farz edelim, bu zaman katlanıp altmış gün oldu mu cenin hareket eder. Bu mecmua iki misli olan yüz yirmi daha artınca yüz seksen eder ki, altı aydır, o vakit cenin infisal eder. Ehl-i tecâribe göre ekalli otuzdur, otuz beş, kırk, kırk beş güne kadar teehhür eder.

30 olursa 30+30= 60+120= 180 gün- altı ayda doğar
35 olursa 35+35= 70+140= 210 gün- yedi ayda doğar
40 olursa 40+40= 80+160= 240 gün- sekiz ayda doğar
45 olursa 45+45= 90+180=270 gün- dokuz ayda doğar

Ashâb-ı tecâribin tıbbi mülâhazaları, Nebî-i Zîşân'ın şu hadisinde haber verdiğine mutabıktır. “Her birinizin hilkatı, anası karnında kırk gün toplanır.” Hatta tecrübe sahipleri derler ki, “Kırktan sonraki sıkıt selâsı yer alıp da soğuk suya konulduğu zaman etrafı mütemeyyiz küçük bir şey zuhur eder.”

Demek ki hamlin ekalli müddeti Kur'ân'ın nassına göre de, tıbbın tecrübelerine göre de bir olarak altı aydır. Ama hamlin ekseri müddeti hakkında Kur'ân'da bir delâlet yoktur. Ebû Ali ibn-i Sina Unvanı Şifâ'dan dokuzuncu makalenin altıncı faslında demiştir ki “Tamamıyla itimat ettiğim mevsuk bir yerde bana bâliğ oldu ki, bir kadın hamil senelerinin dördüncüsünden sonra bir çocuk doğurdu, dişleri bitmişti, hem de yaşadı.” Aristotalis'ten de şöyle hikâye edilmiştir; “Hayvanların vilâdet ve hamil zamanları mazbuttur. İnsandan başka ki, gebe bir kadın bazen 7-8 ayda doğurur, sekizinci de Mısır gibi muayyen beldelerden mâadasında az yaşar. Galib olan dokuzuncu aydan sonra doğmaktır.” Hasılı hamlin ekalli müddeti altı ay olduğu gibi, ridâ müddetinin de ekseri iki senedir. Ancak İmâm-ı A'zam Ebû Hanife hazretleri bu âyette bir de şu mâna ihtimâlini nazar-ı dikkate almıştır: Hamli de, fisali de otuz aydır. Bu sûretle hamil müddeti de otuz ay, rıdâ müddeti de otuz ay olmak ve ikisinin de ekseri beyân edilmiş bulunmak lâzım gelir. Hz. Âişe'nin rivâyet eylediği bir hadis-i şerif, hamlin ekseri müddetinin iki seneden ziyâde olamayacağını ispat etmiş olmakla, hamil hakkında mezkûr ihtimâl sâkıt olmak lâzım gelirse de fısal hakkında iki sene müddet-i rıdâ nokta-i nazarından ekserin otuz ay olması şüphesi bakidir. Bu ihtimâli ref edecek bir delil yoktur. Binâenaleyh muharrim, mübiha tercih olunmak kaide-i usûliyesi mucebince, otuz ay içinde emişenler hakkında ihtiyaten hürmet-i rıdâ sabit olmak lâzım gelir. Lâkin Sûre-i Lokman'da (Âyet: 14) وَفِصاَلُهُ فِي عاَمَيْنِ “Ve fisalühü fî âmeyni” (Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur.) mutlak olduğu için İmameyn bu şüpheye iştirak etmemişlerdir. Fetvada bu tercih olunmuştur.

15.5.1. Süt Emzirme Hususunda Umûmî Bilgi

Lügatte süt emmek, meme emmek mânasına olan rezâ (rıdâ) şer'an: “Bir kadının sütünün vakt-i mahsusunda bir çocuğun midesine gitmesinden ibarettir.” Bu rezâ, nikâha mânidir. Şöyle ki:

Sütana sayılacak bir kadın, dokuz yaşından daha küçük olamaz. Fakat bu kadının bikr veya sinni iyase (adetten kesilmiş yaşa) vâsıl olup olmaması ve hayatta bulunup bulunmaması müsavidir. Süt de çocuğun midesine gerek ağzından ve gerek burnundan vâsıl olsun ve kendisine gerek meme ile ve gerek emzik ile verilsin müsavidir. Bu sütün az bir miktarda olmasıyla çok miktarda bulunması arasında da fark yoktur. Her hâlde hürmet sabit olur.

Suya, ilaca veya hayvan sütüne katılmış olan kadın sütü hakkında galibiyete itibar olunur. Yemeğe karıştırılmış olan kadın sütü, galib ve gayr-i matbuh bulunsa da bununla rezâ tahakkuk etmez. Kadın sütü peynir, yoğurt veya ayran yapılıp çocuğa verilmesi, rezâ hükmünü sabit kılamaz. Aşağıdan veya kulaktan, baş yarığından akıtılan sütlerden de rezâ meydana gelmez. Bu meseleler Hanefiyyeye göredir.

Mâlikilere göre henüz bikr veya doğuramayacak bir yaşta ihtiyar veya henüz mukarenete mütehammil olmayacak derecede küçük bulunan kızların ve kadınların ve memesinde süt bulunduğu malum olan ölmüş bir kadının sütleriyle hürmet sabit olur. Bir kere emzirilen veya bir kap ile kendisine süt içirilen çocuğun cevfüne (boğazından içine) giden veya boğazına gidip de geri gelmeyen en az bir miktar süt ile de hürmet tahakkuk eder. Aşağıdan rükne sûretiyle verilen süt, çocuğu bir defa doyuracak miktarda bir gıda teşkil ederse bununla hürmet sabit olur, illâ olmaz.

Şâfiilere gelince; bunlara göre rezâ ile nikâhın memnuniyeti sabit olmak için bir takım şartlar vardır. Ezcümle:

1. Rezi (süt emen çocuk) kendisine süt verildiği zaman tam diri olmalıdır.

2. Süt veya onunla yapılan ekmek vesâire çocuğa en az beş defa müteferrik sûrette verilmelidir. Her defasında verilen miktar az veya çok olsun müsavidir.

3. Süt veren kadın, bu esnada tamamen berhayat olmalıdır. Ölmek üzere olanlardan dahi rezâ sabit olmaz. Fakat ölmeden evvel bir kaba alınan süt bilâhare çocuğa beş defa verilirse hürmet sabit olur. Bikrin sütüyle rezâ hükmü tahakkuk eder. Suya karışan süt galib ise rezâ tahakkuk eder. Kadının sütü ile peynir olarak veya bu sütün kaymağı veya yağı alınarak çocuğa yedirilse, bununla da hürmet tahakkuk eder.

Hanbeli fukahasına gelince; bunlara göre, bikrin ve gebe olmamış bulunan kadının sütü ile rezâ hükmü sabit olmaz. İçilen sütün boğazdan geçmesi şarttır. Çocuk, süt emme zamanında en az beş defa süt emmiş bulunmalıdır. Bir rivâyete göre bir defa veya üç defa emmesi de kâfi görülmüştür. Peynir ile de rezâ olur. Taam ile su ile veya sâire ile karışıp üç vasfı, yani rengi, tadı, kokusu baki bulunan bir kadın sütü ile de hürmet-i rezâ vücuda gelir.

Zahiriyye mezhebine gelince; İbn-i Hazm diyor ki, “Hürmeti mucib olan rezâ, her biri diğerinden ayrı olmak üzere en az beş defa süt emmektir. Ölmüş bir kadının sütünü emmekle de tahakkuk eder. Süt emen çocuk, sütü bizzat süt veren kadının memesinden emmelidir. Hatta memesi çocuğun ağzına sağılsa veya sütü bir taama karıştırılarak yedirilse hürmet-i rıza meydana gelmez. Uzun müddet çocuğa gıda olsa dahi.”

Binâenaleyh rezâ, yani süt müddeti, İmâm-ı A'zam'a göre doğum tarihinden itibaren otuz ay, İmâmeyn'e ve İmâm Züfer'e göre de iki kameri senedir.

Mâliki mezhebine göre rezâ müddeti, iki seneden ve nihâyet iki sene ile iki aydan ibarettir. Yalnız çocuk yemek yediği hâlde içtiği süt kendisine kâfi gelir ise rezâ tahakkuk etmez. Çocuğun sütten müstağni olmuş olması lâzımdır.

İmam Şâfii'ye göre rezâ müddeti, iki sene-i kameriyenin hitamına doğru nihâyet bulur.

Hanbeli fukahasına göre rezâ müddeti, tam iki senedir. Bundan sonra içilecek süt ile rezâ hükmü sabit olmaz.

Zahiriyyeye göre rezâ için muayyen bir müddet yoktur. Bu hususta küçük ile büyük müsavidir. Binâenaleyh süt emen, pek yaşlı bir şahıs olsa da yine hürmet-i rezâ vücuda gelir. Hz. Âişe ile İbn-i Mesud, İbn-i Abbas gibi sahabe-i kiram da bu kanaatte bulunmuşlardır.

Hulâsa, icmaen süt emişme ile nikâh haramiyeti tahakkuk eder, fakat veraset ve süt emzirene nafaka hakkı tahakkuk edemez. Aynı zamanda ıtk, redd-i şahadet, velâyet-i nikâh, velâyet-i mal gibi sâir ahkâm-ı neseb sabit olmaz.

Rezâ sebebiyle nikâhları haram olan kadınlar, karabet-i nesebiye cihetiyle nikâhları haram olan kadınlar gibidir. Binâenaleyh emzirenin emene nesli haram, emenin emzirene nefsi haramdır. Bu esasa göre, nesebleri tayin hususunda şer'an haram olanlara göre ebedî bir hürmet sadır olur.

Bir boşanmış kadın, kendisini boşamış olan kocasından sütü mevcut olduğu hâlde başkasıyla evlense, İmâm-ı A'zam'a göre doğum olmadıkça süt (azalsın, çoğalsın) birinci kocaya âittir. İmâm Şâfii'nin de kavilleri böyledir. Yalnız birinci kocadan mütehassil süt kesilip sonra ikinci kocadan olan haml ile toplanmaya başlanmış olan süt ikinci kocaya veya her iki kocaya âit olduğu Şâfii hazretlerine göre ictihad edilmiştir. Bu ikinci kocadan hamile olduğunda eğer haml, sütün inmesine sebep olacak bir hâle gelmemiş ise bu süt, birinci zevce âittir. Fakat sütün inmesine sebep olacak bir hâle gelip de bu sebeple miktarı artmış ise, bu hâlde İmâm-ı Şâfii'nin iki kavli vardır. Bir kavle göre bu süt, yine birinci zevcindir. İkinci kavle göre de bu süt, her iki zevce âittir.

Rezâ, zamanın ve mekanın ihtilâfı ile muhtelif olmaz. Bir kadının yirmi otuz sene evvel doğurduğu evlad ile yirmi otuz sene sonra süt vermiş olduğu çocuklar arasında sütkardeşliği tahakkuk eder. Dâr-ı İslâm'da vuku bulan bir rezâ ile Dâr-ı Harbde vuku bulan rezâ arasında fark yoktur.

Rezâ ile hürmet-i müsahere de sabit olur. Zinadan hasıl olan süt ile de hürmet-i musâhere sabit, rezâ hükmü câri olur.

Rezâ ile hürmetin sübutu için sütananın malûm olması lâzımdır. Binâenaleyh bir kızı veya bir oğlanı müteaddit kadınlar aynı memlekette emzirmiş oldukları hâlde bunlar alettayin bilinmeyip bu hususta bir emare de mevcut olmasa bu kız ve oğlan, başka bir mâni bulunmadığı takdirde o karye ahâlîsinden herhâlde birisiyle evlenebilir.

Şek ile hürmet-i rezâ tahakkuk etmez. Binâenaleyh sütü bulunmayan bir kadının memesini ağzına almış olan bir çocuk hakkında rezâ hükmü sabit olmayacağı gibi, sütü mevcut olduğu hâlde çocuğun ağzına süt gidip gitmediğini malûm bulunmadığı takdirde de rezâ hükmü sabit olmaz. Hanefiyye, Şâfiiye ve Hanbeli fukahası bu ictihaddadır. Şâfiilerce nikâh-ı fâsidden de, şüphe ile vuku bulan mukarenetten mütevellid süt ile hürmet-i rezâ sabit olmaz. Kezâlik zinadan mütehassil süt ile zâni hakkında hürmet-i rezâ sabit olmaz. Hünsa-i müşkilin sütü ile de bu hüküm sabit olmaz.

Rezâ'nın sübutu, beyyine ile olacağı gibi ikrâr ile de olabilir. Rezâ hususunda zevcin ikrârı muteberdir. Kadının ise değil. Kadın ancak boşanma yollarını arayabilir. Bilâ ısrar vâki olan ikrârından zevc rücûunda muteberdir. Bir kimse, evvelce aralarında süt bulunduğunu ısrarla söylediği hâlde evlense araları tefrik edilir. Evvelce ikrârda yanılmış olduğunu söylese câiz olur.

Beyyineye, yani şahadete, gelince rezâ da nisab-ı şahadet, âdil olmak şartıyla iki erkek veya bir erkek ve bir kadındır. Bir kadının süt emzirdiğine dâir şahadetini zevc ile zevce tasdik eyleseler nikâh fâsit olur. Takarrüb vâki olmamış ise mehir lâzım gelmez. Fakat zevce tekzib ettiği hâlde zevc tasdik etse, nikâh yine fâsit olur. Fakat mehir sâkıt olmaz. Bilâkis zevc tekzib etmiş olup zevce tasdik etse, nikâhları hali üzere kalır. Zevc yeminden imtina ederse, aralarına tefrik lâzım gelir. Zevc ve zevce anlaşmazlar ise rezâya şahadetle zevceyn arasında hemen firkat vâki olmaz. Hâkimin ayırmasına lüzum vardır.

Zevc ile zevcenin rezâ hakkındaki ikrârları beyyine ile de ispat edilebilir. Bu ispat üzerine beynleri (araları) tefrik edilir. Takarrüb vâki olmuş ise tesmiye edilmiş mehiri ile mehr-i mislinden hangisi az ise ona müstahik olur. Aksi takdirde olmaz.

Mâlikilere göre rezânın vukuunda mükellef olan zevce ile zevc ittifak edince nikâhları fesh olur. Bu hâlde zevce, medhulün biha (duhul olunan ise) mehr-i müsemmasına, bu da yok ise mehr-i misline müstehak olur. Rezâyı yalnız zevc ikrâr ettiğinde, zevce gayr-i medhulün biha ise mehire müstahik olmaz. Medhulün biha ile gârre nail olur. Bir dinarın dörtte biri kadarına müstahik olur.

Şâfiilere göre de zevc, rezâyı ikrâr ederse zevcesiyle araları tefrik olunur. Zevce ikrâr ederse bakılır: Eğer zevci inkâr ediyorsa, bu kadını kendi rızası ile aldığına yemin ettiği takdirde tasdik olunur. Yemin etmediği takdirde ise zevce, kendi ihtiyarı ile bile bile nefsini temkin etmemiş ise tasdik edilir. Rezâda şahadet bir erkek iki kadınla tespit edildiği gibi, yalnız dört kadının şahadetleri ile de sabit olur.

Hanbelilere göre zevcin rezâya dâir ikrârından sonra hata iddiası herhâlde kabul edilmez. Zahiren süt emişmesi mümkün olmayan ikrâra da itibar olunmaz. Validesi veya kızı yerinde olamayacak bir yaşta bulunan bir kadın hakkında “Bu benim süt annemdir, süt kızımdır.” demesi gibi. Rezâ hususunda zevcenin mücerreti makbul değildir. Şahidleri bulunduğu takdirde muteberdir. Aksi takdirde nikâhları hükmen devam eder. Ahmed ibn-i Hanbel'den bir rivâyete göre rezâ hususunda bir kadının şahadeti yemin ile beraber makbuldür. Adil bir erkeğin de şahadeti caizdir. Bu hususta ne şâhide, ne de meşhudun lehe yemin tevcih edilmez.

Rezâ ile hürmetin sübutu meselesi beynel-müctehîdin bir ittifak mevcuttur. Maahaza şunu da ilâve edelim ki, bir zaruriyet olmadıkça öyle onun bunun çocuğuna süt vermemeli, verince de unutulmaması için bir yere kaydedivermelidir. Süt annenin tayini hususunda da basiret üzere hareket lâzımdır. Fıkıh kitaplarında ve bilhassa “Neylû'l-Mearib” ile “Keşşafu'l-Kına” da deniliyor ki: Bir çocuğun müşrikeden, zimmîyeden, fâcireden, hamkâdan, sû-i ahlâk sahibesinden, zenciyyeden, cüzzamlı, beresli kadınlardan, behimeden süt emmesi, bunların sütleri ile beslenmesi mekruhtur. Çünkü rezâ, tabiatları tagyîr eder. Süt emzirendeki ârazın çocuğa tesirinden korkulur.

Not: Süt analığın vücuda gelmesi için, daha süt müddetini bitirmemiş olan bir çocuğun velev bir defa olsun memeden süt emmesi veya memeden sağılmış bir sütü içmesi lâzımdır. Süt çocuğun midesine gerek ağzından ve gerek burnundan vasıl olsun ve gerek emzikle verilsin müsavidir. Bu sütün az miktarı ile çok miktarı aynı hükümdedir. Süt verenin de bakire olması veya ölmüş bulunması veya sinni iyase vasıl olması (analık hâlinden kesilmiş olması) arasında da fark yoktur. Şu kadar var ki, süt veren, dokuz yaşından daha küçük olamaz. Fakat Şâfiilere göre çocuğa bu süt en az beş defa müteferrik sûrette verilmiş olmalıdır, az olsun çok olsun müsavidir. Ve sütü içilen kadın, sütü alındığı zaman berhayat bulunmalıdır.

Süt müddeti, İmam-ı A'zam'a göre velâdetten itibaren otuz aydır. İmâmeyn'e göre iki kameri senedir. Bu müddetten sonra mideye giren bir süt ile, hürmet-i rıdâ (rezâ) sabit olamaz. Mâlikilere göre rıdâ müddeti, iki seneden ve nihâyet iki sene ile iki aydan ibarettir. Şâfiilere göre bu müddet, iki sene-i kameriyenin nihâyetine doğru hitama erer. Binâenaleyh bu süt, henüz iki kameri ay bitmeden verilmiş olmalıdır. Hanbeli fukahasına göre de bu müddet iki senedir. Ondan sonra hürmet-i rıdâ sabit olmaz. Fakat Zahiriyeye göre ise süt için müddet yoktur, her ne zaman içilse hürmet-i rıdâ sabit olur. Binâenaleyh ihtiyat etmelidir. Bir kimse, yaşlı olsa da refikasının memesini emmemelidir. Hz. Âişe ile İbn-i Mesud ve İbn-i Abbas (ra) gibi sahabe-i kiram da bu kanaatte bulunmuşlardır. Delilleri de şudur.

Hz. Âişe'den rivâyet olunan bu hadise göre (Buharî Hadis No: 1791) çocuğun emmesiyle olduğu gibi bâliğin, yani erlik çağındaki kişinin emmesiyle de hürmet-i rıdâ sabit oluyor ki, Hz. Âişe'nin, Dâvud-u Zâhiri'nin mezhebi budur. Fakat Ashâbdan, Tabiin'den ve İslâm merâkiz-i medeniyesindeki ulemâdan cumhurun mezhebine göre rıdâ hürmeti ancak iki seneden az bir zaman içinde emmekle sabit olur. İmâm Ebû Hanife iki buçuk sene, İmâm Züfer de üç yaşına kadar müddet içinde nevzâdın emmesiyle hürmet-i rıdâ tahakkuk eder, demişlerdir. Bunlar da Bakara sûresinin şu meâldeki 233'üncü âyetiyle istidlal etmişlerdir: “Analar çocuklarını -emzik zamanını tamamlamak isteyenler için- tam iki sene emzirirler.” Bu âyet-i kerime hükmünü teyid eden birçok ahâdis-i meşhure rivâyet olunmuştur. -Mevzuumuz olan- Sehle kadın meselesine gelince: Cumhura göre bu hadisin ifade ettiği hüküm, Sehle ile Salim'e mahsustur. Bazı ulemâ da bunun mensuh olduğunu iddia etmişlerdir. Bu cihetle Hanefi fukahası rıdâyı “Nevzad'ın bu müddet içinde kadın memesini sormasıdır.” diye tarif etmişlerdir. Bu tarife göre bir kaba sağılan sütün içilmesiyle veya müddet-i rıdâ haricinde emilmekle yahut bir hayvan memesinden emzirilmekle rıdâya terettüb eden hürmet tahakkuk etmez.

15.6. HÜRMET-İ MÜSAHARE (NİKÂHLARI MUVAKKATEN VEYA EBEDİYEN HARAM OLMA) MESELESİ

Aslında nikâhları helâl olup da bazı şer'i sebeplerden dolayı muvakkaten veya ebeden nikâhları haram olmuş olanlarla evlenmek de câiz değildir. Bunlar iki kısma ayrılır: Nikâhı muvakkaten haram kılanlarla, ebedî haram kılan sebeplerdir. Muvakkaten haram olanları şöylece sekiz bölümde tâdad edebiliriz:

15.6.1. Nikâhı Muvakkaten Haram Kılan Sebepler

15.6.1.1. Hakku'l-Gayr


Hakku'l-gayr nikâha mânidir. Şöyle ki, başkasının ailesi ile izdivaç etmek, şer'an memnu olduğu gibi, başkasının henüz iddet-i vefat veya iddet-i talâk ile müddeti bitmemiş bir kadınıyla da izdivaç memnudur. Bu memnuiyet bir muvakkat hürmetten ibarettir. Zevciyet ve iddet zâil olunca bu hürmet de zâil olur. Nikâh-ı fâsidden veya şüpheli nikâhtan dolayı iddet bekleyen kadınlar ile izdivaç da bu hükümdedir.

15.6.1.2. Meharimin Aralarını Birleştirmek

Mahremlerin aralarını cem etmek de nikâha mânidir. Şöyle ki, biri birinin mahremlerinden olan kadınları nikâhta cem etmek haramdır. Bu da bir “hürmet-i muvakkate”dir. Zevciyet kalkıp iddet bittikten sonra muvakkaten haram olan tekrar helâl olur. Binâenaleyh bir erkek, birbirinin neseben veya süt emişme ile mahremi olan iki kadını hakikaten veya hükmen nikâhında tutamaz. İki kadının birbirine mahrem olması, bunlardan hangisi erkek farz edilse diğerine nikâhı müebbeden memnu olmakla malûm olur.

Neseben veya rezâen iki kız kardeş gibi ki, bunlardan hangisi erkek farz edilse, diğerinin neseben veya rezâen kardeşi bulunmuş olur. Demek oluyor ki bir kimse, nikâhında bulundurduğu zevcesinin kız kardeşini, halasını, teyzesini zevcesiyle evli bulunduğu müddetçe nikâhına alamaz. Bu hususta hür ile hür olmayan müsavidir. Yani bir kimsenin câriyesi ile evlenen bir şahıs, bilâhare o câriyenin mehariminden birine, mesela teyzesine mâlik olsa, bununla cinsi münasebette bulunamaz. Yine kullandığı câriyesinin teyzesiyle evlenecek olsa, artık o câriye ile münasebette bulunamaz. İrtidat eden bir kadın, Dâr-ı Harbe iltihak edince iddeti sâkıt olur. Binâenaleyh onun mahremleriyle evlenmekte hiçbir mâni kalmaz. Sonra ailesi dine rücû etse dahi sonradan aldığı zevcenin nikâhı bâtıl olmaz.

15.6.1.3. Şirk Sebebiyle Olan Hürmeti Muvakkate

Şirk de nikâha mânidir. Şöyle ki: Müslümanların şûrikeler ile yani ehl-i Kitab'dan sayılmayan sâir gayr-i Müslimeler ile nikâhları câiz değildir. Bu husustaki hürmet, şirkin devamı müddetince devam eder, şirkin zevaliyle zâil olur. Binâenaleyh bir Müslim, müşrike (Allaha eş ve ortak koşan kadın) ile evlenemez. Bu müşrik hâl devam ettikçe.

Güneşe, yıldızlara ve istihsan ettikleri sûretlere tapanlar, muattie, zenadika, batıniyye, ibahiye, nusayriye, teyamenniye denilen taifeler ve mutekidleri (itikadları) ikfar olunan bir kısım mezahibe sâlik olanlar, umûmen abede-i evsan hükmündedirler.

Bir Müslim, güneşe veya aya tâzimatta bulunan bir sabiyeyi nikâh ettikte nazar olunur: Eğer bu kadın, bazı semavi ecrama tâzimatta bulunmakla beraber bir Peygamberi musaddik ve bir semavi kitaba itikad eder ise nikâhı câiz olur. Fakat ecram-i semaviyeye veya sâireye hakikaten ibadet maksadıyla tâzimatta bulunmakta ise, müşrike olacağından nikâhı câiz olmaz.

Dinden dönen mürted kadınların nikâhları da hiçbir kimse için câiz değildir.

Bir Müslim, zimmî olan ehl-i Kitab bir kadını tezevvüc edebileceği gibi harbî olan Kitabiyeyi de tezevvüc edebilir. Evlâ olan Müslime ile evlenmektir. Bir Müslim, Müslüman olan zevcesi üzerine gayr-i Müslimeyi de nikâh edebilir. Bir Müslimin nikâhında bulunan ehl-i Kitab kadının milliyet veya din değiştirmesi de nikâhına mâni değildir. Fakat şirke düşse araları tefrik edilir. Eğer cinsi münasebet vâki bulmamış ise mehir ve mut'a nâmına bir şey lâzım gelmez.

Ebeveyninden biri Kitabi, diğeri Mecusi olan çocuk Kitabi hükmündedir.

Yukarıda beyan edilen bütün meseleler, Hanefiyyeye göredir. Müslimler ile müşrikeler arasında nikâhın adem-i cevazı sâir mezheplerce de aynı görüş esasına matuftur. Müslimler ile Kitabiyat arasındaki nikâha gelince; bu nikâh, İmâm Mâlik'e göre Hanefiyye mezhebince olduğu gibi mekruhtur. İbn-i Kasım'a göre (Mâliki fukahasındandır) mekruh değildir. Fakat diğer Eimme-i Selâse'ye göre bir Müslim, câriye olan bir Kitabiye ile evlenemez, velev ki o Müslim köle olsun.

Tevrat ile İncil ehli olan iki taifeden başka İbrahim ile Şit'in sahifelerine, Zebûr'a mütemessik olduklarını iddia eden gayr-i Müslimler, ehl-i Kitab'dan sayılmazlar. Bunların nikâhları ve kestikleri haramdır.

Hanbeli fukahasından Kadi'nin dermeyan ettiği bir veche göre bunlar da ehl-i Kitab'dan sayılırlar. Bunların cizyeleri alınabilir, kadınları ve zebihaları helâl olur.

15.6.1.4. Lian Sebebiyle Husûle Gelen Hürmet

Lian da nikâha mânidir. Lian, yani mulâane (lanetleşme), afife (namuslu) olan zevcesine zina isnad eden veya onun çocuğunu inkâr ederek iftirada bulunan kimse ile bu zevcenin huzur-u hâkimde usûlüne tevfikan yapacakları dörder şahadet ile birer nefrinden ibarettir. İşte bu liane mebnî kocasından tefrikine hükmedilen kadını artık kocası tekrar tezevvüc edemez. Meğerki bu koca nefsini tekzib edip hakkında iftira cezası tatbik edilsin. O zaman ailesini alabilir. Bu, İmâm-ı A'zam'a göredir. İmâm Ebû Yusuf ile İmâm Züfer'e göre ise lian ile hürmet-i müebbede sabit olur. Eimme-i Selâse'ye göre de lian ile ebediyen zevciyet sükût eder. Zahiriyyeye göre de böyledir. Kocası o kadını ebediyen nikâh edemez. Zevc nefsini tekzib etmiş ola dahi. Kendisine iftira cezası tatbik edilir. Nikâh fâsit olur.

15.6.1.5. Mülk Sebebiyle Husûle Gelen Hürmet

Mülkün vücudu da nikâh akdine muvakkaten mânidir. Şöyle ki: Bir kimse, kendi câriyesi ile akd-i izdivaçta bulunsa, bu akid muteber olmaz. Bir kadın dahi, âzad etmedikçe kölesine kendi nefsini tezvic edemez. Velev ki, o kölenin yalnız bir sehmine mâlik olsun. Şu kadar var ki, câriyenin hürretül-asl veya başkasının mu'tekası olması ihtimâline mebnî efendisi tarafından istimal edilecek ise kendisi ile ihtiyaten bir nikâh akdetmesi müstahsendir. Buna “nikâh-ı tenezzühi” denir.

15.6.1.6. Hürre Üzerine Câriyeyi Nikâh

Hür olan kadın üzerine câriyeyi nikâh etmek de sahih değildir. Fakat câriye üzerine hürre nikâhı sahihtir. Eimme-i Selâse'ye göre hür bir Müslim bir câriye-yi Müslime ile izdivaçta bulunamaz. Ata'ya göre hürre ile izdivaç mümkün olamazsa caizdir. Mücâhid'e göre hepsi caizdir.

15.6.1.7. Üç veya İki Talâkın Vukuundan Sonra Meydana Gelen Hürmet

Nikâhın akdine muvakkaten mâni olan sebeplerden biri de üç veya iki talâkın vukuudur.

Bir kimse, bir veya iki talâk ile boşadığı hür zevcesini ve bir talâk ile boşadığı câriye olan zevcesini, gerek iddeti içinde ve gerek iddeti nihâyet bulduktan sonra tekrar rızasıyla tezevvüc edebilir. Fakat üç talâk boşadığı hür zevcesini ve iki talâk ile boşadığı câriye bulunan zevcesini, rızası bulunsun bulunmasın bir daha tezevvüc edemez. Bu talâklar gerek talâk-ı bain ve gerekse talâk-ı ric’i sûretiyle olsun. Bu sûretle her iki zevcenin boşanması hâlinde eski zevcine helâl olabilmesi için “tehlil-i şer'i” denilen nikâh akdiyle ancak izale edilebilir. Yani üç veya iki talâktan sonra eski zevcine tekrar nikâh edilebilmesi için şu şartlar lâzımdır:

1. Boşanmış olan bir kadının iddeti bittikten sonra sahih bir nikâh ile başka bir erkekle evlenip, o zevcin ölmesi veya boşaması neticesinde iddetini bitirdikten sonra eski zevcine dönebilmesidir. Tecdid-i nikâh yapabilir. Fâsit nikâhlarla bu tehlil meydana gelmez.

2. İkinci bir koca ile evlenen kadına hakikaten ve hükmen duhul, yani cinsi münasebette bulunulması şarttır. Bu takarrüb, guslü icab edecek kadar şart olması gerekse de, her hâlde bu ikinci zevcin âkıl, bâliğ ve münasebette inzal olması şart olmadığı gibi kefâet (denk olma) da şart değildir. Kitabiyelerin böyle üç talâk üzere boşanması hâlinde de tekrar izdivacın câiz olacağı ve bu hürre hakkında tatbik edilecek tehlilin aynı olacağı fıkhi bir hükümdür. İkinci bir izdivaç hâlinde eski talâklar bâtıl olup, yeniden üç talâk üzerine nikâh akdedilir.

İkinci akdedilen nikâhın takarrübden sonra boşanması şart koşularak, yani tehlili kabul ederek yapılan nikâhlar fâsit olup, eski zevcine tekrar tezvici haramdır. Bütün mezahib-i fukahaya göre bu hükm-ü fıkıh geçerlidir. İmâm Muhammed'e göre (Hanefiyyeye) böyle tehlil şartı ile yani “Bu kadını sen nikâh edip, cinsi münasebetten sonra boşayacaksın.” diyerek nikâh akdi sahihtir, fakat ilk kocasına nikâhı tezvic edilemez, diyor. Bu şartlar, muvakkat bir nikâh olup, muvakkat nikâhlar ise fâsiddir. Zahiriyye mezhebine göre de ikinci nikâhın tehlil şartına mukarin olması câiz değildir. İkinci zevc muhayyerdir. Dilerse boşar ve dilerse boşamaz, tutar. Şâyet nikâh akdedilirken kadının takarrübünden sonra boşaması şart koşulur ise bu nikâh fâsit olur. Mutlaka aralarını ayırmak gerekir.

Bu tehlil şartı ile mesela, “Seni evvelki kocana helâl kılmak üzere tezevvüc ettim.” demek sûretiyle nikâh akdi câiz ve bununla tehlil-i şer'i hâsıl olup olmayacağı hususunda müctehid-i kiramın ihtilâflarını beyan etmiş bulunuyoruz. İmâm-ı A'zam'a göre bu şart ile yapılan bir nikâh, sahih olup şart bâtıldır. Çünkü bu gibi fâsit şartlara mukarin olan nikâhlar sahih olup, şartlar lağv bulunur. Binâenaleyh ikinci şahıs bilâhare dilerse boşar, dilerse boşamaz. Meğerki son akidde emr-i talâk, zevceye veya başka birine usûlü dâiresinde tefviz edilmiş olsun. Maahaza mezkûr şart, lağv olmakla beraber, bu vechile vuku bulan bir nikâh, kerahetten hâli değildir. Onun için İmam Ebû Yusuf''a göre tehlil şartı ile yapılan bir nikâh fasittir. Bu nikâh ile birinci kocaya izdivaç mümkün değildir.

15.6.1.8. Meşru Adedi Tecavüzden Dolayı Hurmet

Meşru adedi tecavüz de nikâha mânidir. Müslümanlıkta bir zevce ile evlenmek asıldır. Bir Müslim, bir, iki ve nihâyet üç, dört kadını nikâhında cem edebilir, bundan fazlasını da cem edemez. Rakik olanlar, yani köleler, nikâhlarında iki zevceden ziyadesini tutamazlar.

15.6.2. Nikâhları Helâl Olup da Bazı Sebeplerden Dolayı Nikâhları Ebeden Haram Olanlar

Sıhriyet de nikâha mânidir. Şöyle ki: Musâheret sebebiyle nikâhları helâl olan kadınlar, müebbeden haram olurlar. Bu sebepler üç hususta tâdat edilebilir. Bu hürmet-i musahare üç hâl vukuunda sabit olur.

A) Sıhriyet (hürmet-i musâheret) nikâh-ı sahihe ile sabit olur. Sebeb-i nikâh, ebeden birleşmelere mâni olur. Bu kadınlar dört sınıfa ayrılır:

1. Abâ ve ecdadın zevceleridir. Bunlar, üvey analar ve üvey ceddelerdir.

2. Gelinlerdir. Bunlar, evlad ve ahfadın zevceleridir.

3. Kayın validelerdir. Bunlar zevcenin validesiyle baba ve anası cihetinden ilâ nihaye ceddeleridir.

4. Üvey kızlardır. Bunlar, zevcenin kızları ile evlad ve ahfadının kızlarıdır. Binâenaleyh bir kimse, kendisinin takarrüb etmiş veya kendisini şehvetle mes eylemiş olduğu zevcesinin kızlarıyla veya hafideleriyle müebbeden evlenemez. Fakat bir kimse, henüz cinsi münasebet veya mes etmeden (el sürmeden, okşamadan) evvel boşamış veya vefat eden zevcesinin kızı ile veya hafidesiyle evlenebilir. Nikâh olduğu kıza takarrüb etmiş, mes etmiş veya etmemiş olsa dahi, bu nikâh sebebiyle bu kızın ceddi o kimseye ebeden haram olur. Boşanmış olsalar dahi.

B) Sıhriyet sebebiyle haram olan kadınlar neseb cihetiyle haram oldukları gibi, rezâ, süt emişme cihetiyle de haram bulunurlar. Yukarıda beyan edilen tâdatlara aynen riâyet şarttır. Şu kadar var ki, zevcin süt kızı ile hafidesiyle nikâhın câiz olmaması, zevcenin medhulün biha olması hâlindedir. Yani duhulun, zifaf olması veya şehvetle tutması hâlinde vâki olması.

C) Sahih veya fâsit nikâh ile veya zina tarikiyle vuku bulan mücameat ile hürmet-i musahare sabit olduğu gibi, şehvetle yapılan mes, takbil (öpmek) veya muaneka (kucaklama) ile veya tenasül cihazına/uzvuna bakmak ile de sabit olur. Bu hâllerin nikâhlı olma ile nikâhsız bulunmaları müsavidir. Binâenaleyh bir kimse, bir kimsenin yalnız cildi üzerini şehvetle tutması, öpmesi, kucaklaması ile o tutulan tarafeyn, her iki tarafın birbirlerinin nesebleri hususunda nikâhları sahih olmayanların nikâhlarını haram kılar. Bunlardan birisinin niyeti bozuk olmuş olsa kâfi. İki tarafın aynı niyet üzere bulunması şart değildir. Şehvetle vâki olan mes ve takbil veya nazarın hürmet-i musahareyi husûle getirmesi hususunda kasıt ile sehv, cebren veya rızaen vukuu arasında fark olmadığı gibi, sarhoş ile sarhoş olmayan, bâliğ ile murahik, âkıl ile mecnun da müsavidir. Bu meselede mühim olan, mes edilen uzvun, harareti hissedilmeyecek derecede kalın bir sevb ile kapalı bulunmamasıdır. Kapalı bulunur ise hürmet-i musahare tahakkuk etmez. Elde kalın bir eldivenin bulunması gibi. Hürmet-i musaharenin tahakkuku için ikinci mühim bir şart, kadının berhayat ve müştehad olması da lâzımdır. Dokuz yaşındaki kızlar müştehad iseler de maduni müştehad değildirler. Son derece ihtiyar kadınlar, hükmen müştehaddırlar. Kezâlik bu hususta erkeğin de emsali mücamaata muktedir olabilecek bir yaşta bulunması lâzım gelir.

Yukarda beyan olunan bu meseleler Hanefiyyeye göredir.

Mâlikilere göre de nikâh ile hürmet-i musahare sabit olabileceği gibi, akidden veya şüphe-i akidden olan gayr-i meşru mukarenetler ile de hürmet-i musâhere kısmen sabit olur. Binâenaleyh bir kadının zinadan mütevellid kızı, zâniye ve zâninin usûl ve füruuna haram olur. Bir kimse, ailesi diye sehven kızı ile takarrübde bulunsa, hürmet-i musahare sabit olur. Bir kimse, zevcesinin oğlu ile fiili şen'ide bulunsa, Eimme-i Selâse'ye göre zevcesi kendisine haram olmaz. İmâm Ahmed'e göre haram olur.

Şâfiilere göre, hakikî zina ile musaharet sabit olmaz. Fakat mezniyye ile zinadan mütevellid çocuğu arasında neseb, irs, hürmet-i nikâh sabit olur. Bu hususta bütün müctehidler müttefiktirler. Şâfii mezhebine göre zevcesini şehvetle mes veya takbil etse, yalnız bununla hürmet-i musâhere tahakkuk etmez. Çünkü bunlar iddeti icab ettirmez. Diğer bir kavle göre bunlar telezzüz itibarıyla mukarenet hükmündedir. Şüphe ile vâki olan mukarenetten ise hürmet-i musâhere sabit olur. Mesela bir erkek, bir kadını zevcesi zannederek mukarenette bulunsa veya nikâh-ı fâsid ile aynı hâl zahir olsa, hürmet-i musâhere sabit olur. Fakat mahremiyet hasıl olmaz. Ekseri fukahaya göre bu hususta erkeğin şüphesi muteberdir.

Hanbeli fukahasına göre mukarenetler, şu üç kısma ayrılır.

1. Mübah olan mukarenetler: Sahih nikâh ile veya mülk-i yemininde bulunanlar (câriyeler) ile mücamaatlardır. Bunlar ile bil-icma hürmet-i musâhere sabit olur.

2. Şüphe ile vuku bulan mukarenetler: Bunlar, nikâh-ı fâsid ile, şirâ-i fâsid ile veya zevcesi câriyesi olmak zannıyla vuku bulan mücemaatlardır. Bunlar ile de bil-icma musaharet sabit olur. Yalnız bu hususta mahremiyet vücuda gelmez, yani erkek, kendisine nikâhı haram olan kadına mahrem olmaz, o kadına mahremi imiş gibi bakamaz.

3. Mahza haram olan mukarenetler: Bunlar da zinadan ibarettir. Bunlar ile de Hanefiyyeye, İmâm Ahmed'e, Ata'ya, Nehâi ile Sevrî'ye göre hürmet-i musahare sabit olur. Fakat mahremiyet sabit olmaz. Şâfiiyeye göre bununla hürmet-i musahare sabit olmaz. Hanbelilere göre zina ile mevtue, ölü veya emsali vetıy edilemeyecek derecede küçük bulunursa hürmet-i musâhere vücut bulmaz. Şehvetle mes olmadığı takdirde de musaharet sabit olmaz. İmâm Ahmed'den bir rivâyete göre bu mübaşeretle, yani tenazül uzvuna bakmakla veya şehvetle halvette bulunmakla veya yalnız kadının gayr-i meşru mukarenetine mübaşeret etmekle hürmet-i musâhere sabit olmaz.

Zahiriyye mezhebine göre, haram bir mukarenet, helâl olan bir nikâhı haram kılmaz. Bundan bir mevzu müstesnadır. Şöyle ki: Bir kimse, bir kadınla zinada bulunsa bu kadın, o kimsenin evlad ve ahvadından hiçbiriyle aslâ evlenemez. Fakat bir kimsenin mezniyyesi tevbe edince, o kimsenin babasıyla ve ceddiyle evlenebilir.

Kezâlik bir kimse, bir kadınla zinada bulunsa da sonra tevbe eylese, o kadının kızı ile veya validesiyle evlenebilir. Bu hususlarda nikâh-ı fâsid ile zina hükmen müsavidir.

15.7. KADINLARLA EVLENİRKEN VERİLECEK MEHİR VE BU MEHİR HAKKININ NE ZAMAN KAYBEDİLECEĞİ

Sûre-i Nisâ Âyet: 4- (Aldığınız) Kadınların mehirlerini yürekten isteyerek ve (Allah'ın) bir atiyye(si) olarak verin. Bununla beraber eğer ondan birazını, gönül hoşluğu ile size bağışlamış olurlarsa onu da içinize sine sine yeyin.

5- Allah'ın sizi başına diktiği mallarınızı beyinsizlere vermeyin. (Aklı noksan ve fasıklar) Kendilerine bunlardan yedirin, giydirin, onlara güzel söyleyin (iyi nasihatler edin). (Demek ki Müslümanlıkta aslolan evliliktir.)

19- Ey iman edenler! Kadınlara zorla mirasçı olmanız ve onları -kendilerine verdiğiniz (mehir)den birazını gider(ip elinize geçire)bilmeniz için- tazyik etmeniz size helâl olmaz. Meğerki arayı açacak bir fuhuş irtikâb etmiş olsunlar. Onlarla (kadınlarınızla) iyi geçinin. Eğer kendilerinden hoşlanmadınızsa, olabilir ki bir şey sizin hoşunuza gitmez de Allah onda birçok hayır takdir etmiş bulunur. (Ya o zevceler, derecenizin artmasına sebep olur, ya onlardan salih evladlar doğar yahut herhangi bir vesile ile aranızda yeni bir muhabbet başlar, demek olur. Demek ki kadın mehir hakkını zina yaparsa kaybeder, zina isnâd ve iftira ile değil. Ya güzel geçinmek, ya güzelce terk etmek emri var iken, verdiğin mehri almak için bu yola baş vurmak câiz değildir. Cahiliyet devrinde böyle idi. Bu yolu da İslâm kapattı.)

20- Eğer bir zevceyi bırakıp da yerine başka bir zevce almak isterseniz, öbürüne yüklerle (mehir) vermiş olsanız bile içinden bir şey almayın. (Kendisine hem) bir iftira ve açık bir günâh (yükler, hem) alır mısınız onu.

21- Onu nasıl alırsınız ki, birbirinize karılıp katıldınız. Onlar sizden kuvvetli teminat da aldılar.

Not: Mehir, zevcenin akd-i nikâh ile zevcinden (kocasından) almaya hak kazandığı maldır. Mehire; atiye, farize, nihle, sedak da denilir ve birkaç kısma ayrılır. Şöyle ki:

1. Mehr-i Müsemma: İki tarafın az veya çok olarak tesmiye ve tayin ettikleri mal veya mübadelesi kabil olan menfaattir.

2. Mehr-i Misli: Zevcenin babası cihetinden ve olmadığı takdirde akran ve emsal kadınların mehir miktarıdır. Akd-i nikâh zamanında mehir tesmiye edilmezse, yani mehir konuşulmaz ise zevce (kadın) bu mehr-i misliye müstahik olur.

3. Mehr-i Muaccel: Peşin verilmesi şart olan mehirdir.

4. Mehr-i Müeccel: Sonradan verilmesi meşrut olan mehirdir. Muayyen zaman zikredilmemiş olunca vefat veya boşanma zamanında alınması lâzım gelir. Bir mehir; hem muaccel ve hem de müeccel olduğu gibi, kısmen muaccel ve kısmen de müeccel olabilir. Mesela nikâh esnasında 10 bin lira tesmiye edilen bir mehirin beş bini peşin, beş bini de sonraya bırakılabilir.

Mehirlerin miktarı: Bunun azami haddi muayyen değildir. Asgari haddi ise Hanefilere göre on dirhem gümüştür. Bundan aşağı mehir tesmiye edilemez. Mâlikilere göre de mehirin en az miktarı hâlis altından bir dinarın dörtte biridir. Hâlis gümüşten üç dirhemdir. İmâm Şâfii'ye ve diğer bazı zevatlara göre mehirin muayyen bir miktarı yoktur. Her mal az olsun, çok olsun mehir olabilir. Binâenaleyh kadınlara hâlleriyle, mevkileriyle mütenasib birer miktar mehir verilmesi, idâri, ailevi, içtimâi bir maslahat muktezasıdır. Mehir zikredilmese dahi mehr-i misli lâzım gelir. Buna bir Hakkullah taalluk etmektedir. Fakat bu lâzım gelen mehiri, bir kadın kocasına kendi gönül rızasıyla kısmen veya tamamen bağışlayabilir. Mehirde itidal şarttır. İfrata gitmemek lâzımdır. Tefrit de câiz değildir. Her iki taraf mutazarrır olmamalıdır. Mehir, zevceden yapılan istifade mukabilinde bir bedel mesabesindedir. Mehir verilmesi hem kadının kadrini yükseltir, hem cihaz tedariki, ihtiyacını karşıladığı gibi, istikbalini temine sebep olur. Nikâhın devamına hadim bulunur.

Bir Müslimin tezevvüc ettiği kadın Kitabiye olsa da yine mehire müstahik olur. Şâyet mehir tesmiye edilmemiş ise duhul vuku bulmuş ise mehr-i misli lâzım gelir. Bir Müslim, tesmiye ettiği mehiri, Kitabiye zevcesine ödemeden ölmüş olsa, malından tazmin ettirilir. Vârisler de buna muhalefet edemezler.

Bir gayr-i Müslim, bir gayr-i Müslimeyi bilâ mehir nikâhlayınca bakılır: Eğer mensub oldukları dinde mehirsiz nikâh câiz ise ne sûretle olursa olsun mehir lâzım gelmez. İslâm muhakemelerine müracaatla böyle bir hak alınamaz. Çünkü İslâm tabiiyetini kabul eden gayr-i Müslimler, kendi dini akîdeleri üzerine terk edilirler. Hatta sonra karı koca İslâm olsa dahi mehir icab etmez. Bu hususta İmâm-ı A'zam'a göre gayr-i Müslimlerin tebea-i İslâmiyyeden olmaları ile müste'min veya harbî olmaları arasında bir fark yoktur.

Mehr-i muaccelde bir müddet tayin edilmiş olunca hululünden evvel bu mehiri talebe zevcenin hakkı yoktur. Fakat vefatında ise mehir hakkına derhâl sahip olup terekesinden mehirin istifası kabil olur. Bir müddet tayin edilmemiş ise vefat veya talâka kadar müeccel olabilir. Talâkın ric'iyen veya baien olması müsavidir.

Mehr-i mislin sübutu için âdil olmak üzere iki erkeğin veya bir erkek ile iki kadının ihbarı ve şahadet lâfzını ityan etmeleri şarttır. Şahidler âdil olmaz ise zevc, yemin ile tasdik olunur.

Mâlikilerce de mehirin tacili caizdir. Yalnız müddeti malum olmalıdır. Aksi takdirde nikâh fâsit olur. Takarrüb olmuş ise mehr-i misli lâzım gelir.

Şâfiilerce de mehir tacil edilebilir. Ancak müddet meçhul olmamalıdır. Aksi takdirde mehr-i misli lâzım gelir. Bu müddet ölüme kadar mehr-i müeccel olmamalıdır. Mehr-i misli icab eder, mehr-i muaccel olunmuş olsa da.

Hanbelilere göre mehr-i muaccel için gün tayin edilmez ise mevt veya talâk zamanına kadar müeccel olmuş olur.

Mehr-i misli takdir ve tayin hususunda hem baba, hem ana cihetinden olan bütün karibler nazara alınabilir. Hâkim, bunlardan birinin mehirlerine kıyasla takdir eder. Bütün mezahiblere göre mehr-i mislin takdirinde zevcede erkân-ı dini muhafaza, iffet, siyanet, hissi ve manevi cemâl, âkıl, edeb, sin, bekâret gibi vasıflara itibar olunur.

Mehir tesmiye olunan malın malûm ve mütekavvim olması şarttır, Binâenaleyh mehir, meçhul veya gayr-i mütekavvim bulunsa akd-i nikâh sahih olup tesmiye fâsit ve mehr-i misli lâzım olur.

Verilecek mehir mecliste hazır bulunur ise işaretle veya izafetle mehir malum olur. Mehir mecliste hazır bulunmayıp da zevc nefsine izafe eylese bakılır: Eğer izafe ettiği şey, bir tane ise mehir olmak üzere taayyün eder, ama birden ziyade ise taayyün etmez. Mesela zevc, bir hanesi olduğu hâlde, “Hânemi mehir verdim.” dese, bunu aynen vermesi gerekir.

Mehir, cinsi malum ve vasfı sabit olunca tesmiye edilen şeyin verilmesi icab eder. Fakat tesmiye edilen şey, cinsen malum olduğu hâlde vasfen meçhul bulunsa zevc, bunun vasatisinin kıymetini vermek hususunda muhayyer olur. Mehir tesmiye edilen şey hem cinsen hem de vasfen meçhul olursa mehr-i misli lâzım gelir.

Mehir hususunda malûm ile meçhul mehir tesmiye edilse, malum olanla mehir sabit olur. Kezâlik mehirde işaret ile tesmiye ictima etse, müsemma ile işaret olunan şeyin ikisi de mütekavvim ise müsemma, mehir olmak üzere taayyün eder. Çünkü tesmiye işaretten kuvvetlidir. Her ikisi de mütekavvim olmaz ise mehr-i misli lâzım gelir.

Mehirin deyn olması caizdir. Gerek zevcinin, gerek başkasının zimmetinde bulunsun, zevce mehiri dilediğinden alır.

Mehrin akar, uruz ve hayvânât olması caizdir. Mehir olarak verilen akarda şufa câri olmaz.

Mehirin mal ile mübadele olan bir menfaat olması da caizdir. Binâenaleyh bir kimse, bir kadını, mesela arazisini ekmek veya koyunlarını otlatmak veya hâne haricindeki muamelâtını görmek mukabilinde tezevvüc etse, bu tesmiye sahih olur. Fakat bir kimsenin, bir kadını bizzat bu kadına hizmet etmek üzere tezevvüc etmesi fâsittir, mehr-i misli lâzım gelir.

Mâlikilere göre mehir, altın, gümüş olabileceği gibi; hayvan, akar, ticaret eşyası da olabilir. Hanenin geçimi, kölenin hizmet etmesi, zevceye Kur'ân talim edilmesi gibi menfaatlerin mehir tesmiye edilip edilmemesinde ihtilâf vardır. İmâm Mâlik'e göre câiz, İbn-i Kasım'a göre maal-kerahe mehir olabilir.

Şâfiilere göre, bey'de semen olabilecek her şey mehir de olabilir. Binâenaleyh muayyen bir müddet bir hanede ikâmet veya araziyi ziraat gibi bir menfaat mehir olabileceği gibi, Kur'ân-ı Kerim'i veya mesail-i fıkhiyyeyi veya bir sanatı talim etmek gibi bir menfaat de mehir olabilir.

Hanbeli fukahasına göre de, malum olan bir menfaat mehir tesmiye edilebilir. Hatta hadis-i şerif, fıkıh, kitabet, sanat veya mübah olan şiir ve edeb talimi ve zevcin zevcesine muayyen bir müddet hizmet etmesi de mehir tesmiye edilebilir. Fakat Kur'ân-ı Kerim'i talim etmek, mehir tesmiye edilemez.

Zahiriyeden İbn-i Hazm'a nazaran haddi zatında helâl olan ve keyfiyeti muayyen bulunan herhangi bir amel, mehir tesmiye edilebilir.

Mehir, mücerret akd-i sahih ile vâcib olur. Mehirin tamamen veya kısmen sükûtu ihtimâli vardır. Bunun teekküdü, yani tamamen lâzım gelmesi üç sebepten birinin vücuduna bağlıdır. Bu sebepler ise halvet-i sahiha, tekarüb, vefattır. Bunların biri tahakkuk edince, mehir teekküd ve takarrür eder. Artık ne tamamen, ne de kısmen sâkıt olmaz. Meğerki hak sahibi, yani zevce veya vefatından sonra vârisleri hibe ve ibra gibi bir sûretle mehiri hat ve ıskat etsinler. Ölüm sebebi ne sûretle olursa olsun mehiri sükût ettiremez. Yalnız İmâm Züfer'e göre zevcenin intiharı mehirin sükûtuna sebeptir. Halvet-i sahiha da mehirin sükûtunu icab ettiremez, dedik.

Halvet-i sahiha nedir: Zevc ve zevcenin takarrüb veya mes olsun veya olmasın, kapalı veya insandan hâli bir mekanda başbaşa kalmalarıdır. Bu halvet, takarrüb hükmünde bulunduğundan mehirin tamamını sâkıt edemez. Halvet-i fâside ile mehir teekküd etmez. Halvet-i sahihanın sıhhatine mâni olan sebepler üçtür:

1. Mevani-i Hissiye: Zevcin mutlaka marîz (hasta) olması veya zevcede takarrübü meneden veya muzir kılan bir hastalığın vücudu yahut retka, karna olması veya cihaz-ı tenasülünde kemik bulunması gibi şeylerdir.

2. Mevani-i Tabiiye: Zevc ile zevcenin birleştiği yerde üçüncü bir şahsın bulunmasıdır. Velev ki bu şahıs bir âmâ, nâim veya diğer bir zevce olsun. Bir rivâyete göre, mecnun ve takarrübden anlamayan çocuğun bulunması sıhhatine mâni teşkil etmez.

3. Mevani-i Şer'iyye: Zevc ile zevceden birinin farz veya nafile hacc veya umre için ihramlı bulunmaları, Ramazan-ı Şerifte edaen oruçlu bulunması, farz namaza başlamış olması, zevcenin hayız veya nifas hâline mukareneti gibi şeylerdir. Fakat nafile veya kaza keffaret yolu ile olan oruç ile farz olmayan namazlar şer'i mânialardan değildir. Halvet hâline talik olunan talâk dahi mevani-i şer'iyyedendir. Yalnız böyle bir talâkla vuku bulan halvetten dolayı mehirin yarısını talep hakkına matuftur. Tamamını alamaz. Halvet hâlinde zevcin zevcesini bilmemesi de mevani-i şer'iyyedendir. Fakat zevcenin zevcesini bilmemesi, halvetin sıhhatine mâni sayılmaz. Halvet-i sahiha hâlinde zevce nefsini temkinden imtina etse, eğer bakir ise halvete mâni değildir. Seyyibe ise mânidir. Şâyet zevc, imtinayı iddia ettiği hâlde zevce inkâr eylese söz, yemin ile zevcenin olur.

Mâlikilere göre de mücerret nikâh-ı sahih ile nısf mehir lâzım gelir. Mehrin tamamının lüzumu ise şu üç sebepten biriyle olur:

1. Mutlaka mukarenettir. Bekaret izale olmasa da ihram, hayz, nifas hâlleri dahi olsa.

2. Zevcenin duhul bulunsun bulunmasın bir sene kadar zevcinin yanında ikâmet etmesidir.

3. Zevceynden birinin vefat etmesidir.

Şâfiilere göre de mehir, şu iki sebepten biri ile teekküd eder, artık sükût etmez:

1. Mutlaka mukarenettir. Velev ki sagire olsun, velev ki şer'i mânilerden birisi olsun.

2. Zevceynden birinin takarrübünden evvel mevtidir. Şâfii'nin kavline göre, kocasını öldüren kadın mehirini kaybeder. Kavl-i cedidine göre halvet ile mehir teekküd etmez. Kavl-i kadimine göre ise halvet, mehirin tamamına sahip olmak için mukarenet gibidir.

Hanbelilere göre ise mehir, şu dört şeyden birisi ile tamamının ahzına sebep olur:

1. Mutlaka takarrübdür. Velev ki memnu hâl olsun.

2. Halvettir. Bu da takarrüb makamına kaimdir.

3. Zevceyi mücerret şehvetle lemstir. Cinsi tenasülüne şehvetle nazardır ve nâs huzurunda olsa bile öpmektir.

4. Zevc ile zevceden birinin vefatıdır.

Nikâh kâim iken mehirin miktarını tezyid (çoğaltmak) caizdir. Zevciyetin zevalinden sonra mehirin miktarını tezyid bâtıldır. Mehrin miktarını hibeden ve ibradan sonra da tezyid caizdir.

Bir mükellefin mehirini rızası olmadan babası hat ve tenzil veya hibe edemez.

Mehirde muvazaa, yani süm'a câridir. Bu, iki taraf aralarında gizlice tesmiye ettikleri bir mehiri, aleni olarak bir gösteriş için fazla söylemekle tesmiye edilen mehirdir. Bunlar şâhidlerle aralarında bu gizli anlaşmayı ispat ederlerse bu mehir câri olur. Şahid getiremezlerse aleni olan mehir câiz olur. Bu hâl, anlaşmaları hususunda ihtilâf ettikleri takdirdedir. Muvazaa olunan mehir bir cinsten olmamakla beraber ittifak edemezlerse şuhud huzurundaki mehir taayyün eder. Ama ittifak ettikleri takdirde mehr-i misli lâzım gelir.

Mâlikilere göre zevc, zevcesinin mehrini akidden sonra tezyid etse, bu ziyade mehire mülhak olur.

Hanbeli fukahasına göre aleni söylenen mehir muteberdir. Fakat Kadı'ya göre nikâh, hangi tesmiye üzerine mün'akid olmuş ise o tesmiyeye itibar olunur. İmâm Mâlik ve İmâm Şâfii'nin ve Ezvâi'nin kavilleri de böyledir.

Mehirde kabz etmekten evvel husûle gelen fazlalıklar, eğer takarrüb veya vefat vuku bulursa, bunların cümlesi zevceye âit olur. Takarrüb olmadan talâk vâki olursa, gerek ziyade-i muttasıla-i mütevellide (hayvanın semizlenmesi ve arazinin ekilmesi gibi ziyadeler) veya gerek ziyade-i munfasıla-i mütevellide (hayvanın yavrusu ve ağaçların toplanmış meyveleri gibi) ziyâdeler, asıl mehir ile beraber tansif edilir. Ziyade-i gayr-i mütevellideye (elbisenin boyanması, arsa üzerinde bina inşası, hanenin kirası gibi ziyadelere) gelince; eğer muttasıla (arazinin ekilmesi ve hayvanın semizlenmesi) ise mehirin tansifine mâni olacağından asıl mehir ile beraber zevceye teslim edilir. Ama o ziya munfasıla (hayvanın yavrusu ve ağaçların toplanmış meyveleri) ise kâmilen zevceye âit olup yalnız asıl mehir aralarında tansif olunur.

15.8. İSLÂMI KABUL EDİP MUHACİR OLARAK GELEN KADINLAR HAKKINDA YAPILACAK MUAMELE VE NİKÂHLAMA KEYFİYETİ

Sûre-i Mümtehine Âyet: 10- Ey iman edenler! (Kendi ifâdelerince) mü'min kadınlar muhacir olarak geldikleri zaman onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilendir ya. Fakat siz de mü'min kadınlar olduklarına bilgi edinirseniz onları kâfirlere geri göndermeyin. Bunlar, onlara (kâfir kadınlara) helâl değildir. Onlar da bunlara helâl olmazlar. (Kâfir zevcelerinin bu kadınlara) sarfettikleri (mehri) onlara (kâfirlere) verin. Sizin onları nikâhla almanızda, mehirlerini verdiğiniz takdirde, üzerinize bir günâh yoktur. Kâfir zevcelerinizi (nikâhınız altında) tutmayın. Sarfettiğiniz (mehir)i isteyin. (Kâfirler de size hicret eden mü'min kadınlara) harcadıkları (mehri) istesinler. Bu, Allah'ın hükmüdür. Aranızda O hükmeder. Allah hakkıyla bilendir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.

11- Eğer zevcelerinizden bir şey (mehir) sizden kâfirlere kaçar da siz de muharebede ganimete kavuşursanız, zevceleri gitmiş olan (Müslüman)lara harcadıkları (mehir) kadar verin. O Allah'tan korkun ki siz (hepiniz) ona inananlarsınız.

Not: İmtihan Etmenin Usûlü: Ne zevcelerine buğzlarından, ne bir memleketten diğer memlekete gidip gezmek sevdasından, ne dünyalık aramaktan, ne bir hâdise çıkarmış olmaktan, ne de Müslümanlardan birine aşkından dolayı değil, sırf Müslümanlığa rağbetinden dolayı hicret ettiğine yemin vermek sûretiyledir. Çünkü Resûlullah (sav) böyle yapmıştır. (Celâleyn-Şehzade)

“Mü'minim.” diyene, “Mü'min değilsin.” diyerek kâfir muamelesi yapmak doğru olmazsa da, muahid bile olsa Dâr-ı Harbden Dâr-ı İslam'a hicret ederek gelenleri mücerret mü'minim demeleriyle bir tahkik ve tecrübe yapmaksızın derhâl hür mü'minlerin her türlü hukuk ve muamelesine mazhar kılmakla mü'minlere bir zarar gelmesi melhuz olduğundan, hicretlerinin başka bir maksatla değil, hâlis iman ile hüsn-ü niyete mebnî olduğu bir dereceye kadar olsun bilinmek üzere denenmeleri iktiza eder. Dâr-ı İslâm'da beraat-ı zimmet asıl ise de Dâr-ı Küfürden Dâr-ı İslâm'a hicret edenler için bir beraat-ı hâdise davası demek olduğundan, bir imtihana tâbi tutulmakla nifak ve ahlâksızlık, casusluk gibi fesatların önüne geçilmesi mümkündür. Âyet-i kerimede “Mü'miniz diye size geldikleri zaman onları imtihan edin.” buyrulması da bu gibi bir fesada melhuz olabilmeleri cihetiyle tahkike lüzum görüldüğünü açıkça ihbar eder ki, kalblerinin dillerine uygun olduğuna zannınızı galebe ettirecek vechile sınayın, demektir.

İbn-i Cerir ve daha bazılarının İbn-i Abbas hazretlerinden rivâyetlerine göre Resûlullah, bu kadınları kelime-i şahadet üzere imtihan eder ve şöyle yemin verirdi. Bir zevc buğzundan dolayı çıkmadığına billâhi mi? Bir arzdan, bir arza rağbetten dolayı çıkmadığına billahi mi? Ve Allah'a ve Resûlüne muhabbetten başka bir maksat için çıkmadığına billahi mi? اَللهُ أَعْلَمُ بِإِيماَنِهِمْ “Allahu a'lem biimânihim” (Allah onların imanını daha iyi bilir.) karinesiyle müfessirin demişlerdir ki, burada ilim, zann-ı galib mânasınadır. Muamelâtta zann-ı galib ile amel vâcib olduğuna tenbih için zann-ı galibe, ilim ile tabir buyrulmuştur. Yani bu babda sizin için ilm-i yakin mümkün olamazsa da mümkün olabilen bazı suâl ve cevap ile bir tecrübe ve yemin vesâire gibi karâin ve emarattan, o kadınların mü'mine olduklarına bir ilim ve kanaat hasıl olursa, artık o kadınları kâfirlere iade etmeyiniz.

15.9. BEKARLARIN, KÖLE VE CÂRİYELERİN EVLENDİRİLMESİNİ TEŞVİK EDEN ÂYETLER

Sûre-i Nûr Âyet: 32- İçinizden bekârları ve kölelerinizden, câriyelerinizden salih (mü'min) olanları evlendirin. Eğer fakir iseler Allah onları (evlenmeleri sayesinde) fazl(-u kerem)iyle zengin yapar. Allah(ın lütfu) boldur. (O, her şeyi) hakkıyla bilendir.

Hz. Ömer (ra) “Nikâhsız rızık arayanlara şaşarım.” buyurmuş ve bu âyet-i kerimeyi okumuştur. Bu âyetteki bekârdan murad, dul ve bakire olan erkek ve kadınlardır.

Not: Hür kadınlarla evlenmek kudretine sâhip olamayanlar, câriyelerden tezevvüc edebilirler. Ancak hür kadın üzerine câriye tezevvüc edilemediği gibi, hür bir kadını tezevvüc edecek kudrete sahip olduğu hâlde mü'mine câriyeyi de Şâfii mezhebine göre nikâh edemez, haramdır. İmâm-ı A'zam'a göre kerahetine kail olunmuştur. Haram olan ancak hürre üzerine câriye nikâhına kalkışmak olduğunu beyan etmiştir. Hür olan kadınların haklarını gasbetmek olacağından dolayı böyle bir tezvic haram kılınmıştır. Ancak bu nikâh, mali gücü yetmeyenlere ruhsattır. Câriye nikâhları da sahiplerinin iznine bağlı ve mehirini de vermek sûretiyle tezevvücdür. Bununla beraber câriyelerle evlenmektense sabretmenin daha hayırlı olduğuna işaretle “Câriyelerle tezevvüc, içinizden galebe-i şehvetle bozulmak, günâha girmek, zina tehlikesine düşmek korkusu bulunanlar hakkındadır. Yoksa sabretmeniz, hakkınızda daha hayırlıdır.” buyrulmuştur. İmâm-ı Şâfii hazretleri buradan, ne hürre, ne câriye hiç evlenmemeniz daha hayırlıdır, ibadet nikâhtan efdaldir, mânasını anlamış ise de, Eimme-i Hanefiyye'nin dediği gibi bunun câriye nikâhı hakkında olduğu zahirdir. Demek ki mehr-u infak kudreti bulunanlar için galeyan-ı şehvet hâlinde nikâh vâcibdir. Ve böyle bir hâlde hürrenin mehr-u infakına kudreti yetişmeyecek olanlara bir câriye olsun tezevvüc etmesi vâcib ve bunda mü'mineyi tercih eylemesi de lâakal mendubdur. Binâenaleyh vücub da ancak zina korkusu bulunanlar hakkındadır. Bu korku olmadığı takdirde câriye tezevvücü vâcib olmak şöyle dursun, mendub bile değildir. Bu hususta Hz. Ömer (ra) “Câriye tecevvüz eden herhangi bir hür, hürriyetinin yarısını zayi etmiş olur.” demiştir.

15.10. EVLENMEYE İMKAN BULAMAYANLAR HAKKINDA İLÂHİ TAVSİYE

A) Sûre-i Nisâ Âyet: 25- Sizden kim hür ve Müslüman kadınları nikâhla alacak bir bolluğa güç yetiştiremezse, o hâlde sağ ellerinizin mâlik olduğu mü'min câriyelerinizden (alsın). Allah sizin imanınızı çok iyi bilendir. Kiminiz kiminizden (hasıl olmuşsunuz)dur. O hâlde fuhuşta bulunmayan, gizli dostlar da edinmeyen namuslu kadınlar olmak üzere onları, sahiplerinin izniyle kendinize nikâhlayın. Ücretlerini (mehirlerini) de güzellikle onlara verin. Onlar evlendikten sonra bir fuhuş irtikap ettiler mi, o vakit üzerlerine hür kadınlar üzerindeki cezanın yarısı (verilir). (Câriyeleri almak hususundaki) bu (müsaade) içinizden sıkıntıya düşmekten (zinaya sapmaktan) korkanlar içindir. Sabretmeniz ise sizin için daha hayırlıdır. Allah hakkıyla yarlığayıcıdır, çok esirgeyicidir.

B) Sûre-i Nûr Âyet: 33- Nikâha (evlenmeye çare) bulamayanlar (mehirden ve nafakadan âciz ve fakir olanlar) Allah kendilerini fazl(-u kerem)inden zengin kılıncaya kadar, (zinaya karşı) iffetlerini korusun. Ellerinizin mâlik olduğu (köle ve câriyelerden) mükâtebe isteyenlerle, eğer onlarda bir hayır biliyorsanız. (Kendilerini kitabet malını edaya emin ve muktedir görüyorsanız.) mükâtebe yapın, onlara Allah'ın size verdiği maldan verin. Dünya hayatının geçici metâını kazanacaksınız diye câriyelerinizi, eğer kendileri de iffetli olmak isterlerse, siz fuhşa mecbur etmeyin. (Para karşılığında fuhuş yaptırmayın.) Kim onları (buna) mecbur ederse, şüphesiz ki Allah onlara (o câriyelere) kendilerinin ikrahlarından sonra da çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.

Not: Mukâtebe: Efendisi tarafından kölesine “Derhâl yahut şu kadar müddet zarfında defaten veya mukassaten bana şu kadar bir ödersen seni âzad ederim.” denilmesi ve bunu kölenin de kabul etmesidir.

15.11. KADINLAR İLE MEŞRU MÜNASEBETİN ZAMANI VE BEYANI

Sûre-i Bakara Âyet: 222- Sana kadınların ay hâlini de sorarlar. De ki: “O bir ezâdır (pisliktir).” Onun için hayız zamanında kadınlar(ınızla cinsî münasebet)ten ayrılın, temizlendikleri vakte kadar kendilerine yaklaşmayın. İyice temizlendiler mi o zaman Allah'ın size emrettiği yerden onlara gidin. Her hâlde Allah hem çok tevbe edenleri sever, hem çok temizlenenleri sever.

223- Kadınlarınız sizin (evlad yetiştiren) tarlanızdır. O hâlde tarlanıza, dilediğiniz gibi gelin. Kendiniz için önden (iyi ameller) gönderin (hayırlı evladlar yetiştirin). Bir de Allah'tan korkun ve bilin ki her hâlde siz O'na kavuşacaksınız. İman edenlere müjdele.

15.12. KUR'ÂN'DA BEYAN EDİLEN ZEVCELERİ DÖVMEK EMRİNİN NE SÛRETLE İFA EDİLECEĞİNE BİR MİSAL VE İŞKENCE MAHİYETİNDE EZÂ İLE DAYAK ATILAMAYACAĞI

Sûre-i Sâd Âyet: 44- “Eline bir demet sap al da onunla vur. Yemininde durmazlık etme.” (dedik). Biz onu hakikaten sabırlı bulduk. O, ne güzel kuldu! Hakikat o, dâima (Allah'a) dönen (bir zât) idi.

Not: Eyyub Aleyhisselâm ailesini dövmeye yemin etmiş iken, o vaadini unutmuş idi. Allah tarafından hatırlatılarak, kadın dövmenin en âli örneğini Kur'ân lisânı ile öğrenmiş bulunuyoruz. Zevcesinin ismi Leyyâ binti Yakub idi.

15.13. KADINLARIMIZDAN OLMAYAN EVLADLIKLARIN ÖZ EVLAD GİBİ BABASI OLDUĞUNU İDDİA ETMEMEK VE ÇOCUKLARIN ÖZ BABALARI ADI İLE ÇAĞRILMASI VE EVLADLIK MÜESSESESİNİN İSLAM'DA BÂTIL OLUP İPTAL EDİLDİĞİ

Sûre-i Ahzâb Âyet: 4- Allah bir adamın içinde iki kalb yaratmadı. (Bir münafık, “Benim iki kalbim var.” demişti. Âyet onu reddediyor.) Kendilerinden “zıhar” yaptığınız karılarınızı o, sizin analarınız (yerinde) tutmadı(ğı gibi) evladlıklarınızı da (öz) oğullarınız (gibi) tanımadı. Bu, sizin ağızlarınızdaki lâfınızdır. Allah, hakkı söyler ve O, (doğru) yolu gösterir.

5- Onları babalarına nispetle çağırın. Bu, Allah indinde daha doğrudur. Eğer babalarını(n kim olduğunu) bilmiyorsanız o hâlde (esasen) dinde kardeşleriniz (olmakla beraber) dostlarınızdır da. Hata ettiklerinizde ise (bu nehiyden evvel ve sonra unutarak veya dil kayarak ve bilmeyerek babalarından başkalarına nispet ettiğiniz takdirde) üstünüze bir vebal yoktur. Fakat kalblerinizin (kasıt ve) teammüd ettiğinde (vebal) vardır. Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.

Not: Buharî Hadis No: 1791- Âişe'den (rha) rivâyete göre Ebû Huzeyfe ibn-i Utbe ibn-i Rebia ibn-i Abdi Şems, Sâlim'i (İbn-i Ma'kıl) oğul edinmişti. Nasıl ki Resûlullah da Zeyd'i oğul edinmişti. Aynı zamanda Salim'e kardeşi Velid ibn-i Utbe ibn-i Rebia'ın kızı (Hind'i) nikâh etmişti. Hâlbuki Salim, Ensâr'dan (Subeyte) kadının kölesi idi. Cahiliyet zamanında bir kimse birisini evlad edinirse, halk evladlığı onun adıyla anardı. (Filanın oğlu filan derlerdi) ve evladlık, (neseb cihetiyle oğul gibi) o kimsenin mirasından istifâde ederdi. Bu âdet Aziz ve Celîl olan Allah-u Teâlâ “Evladlıklarınızı (neseben) babaları adıyla çağırınız.” kavl-i şerifi inzal buyuruncaya kadar devam etti ve bu âyetin nüzulü üzerine artık âzadlı köleler ve evladlıklar nesebi babaları adına iade olundu. Bunlardan babaları bilinmeyenleri de (eski efendisine) dinde dost ve kardeş oldu. Bu vaziyet üzerine Kureyşi, sonra Amiri olan Süheyl ibn-i Amr'ın kızı Sehle -ki, Ebû Huzeyfe'nin (öbür) karısıdır, (Subeyte'nin de ortağıdır)- Nebi'ye (sav) geldi ve: “Yâ Resûlallah! Biz Salim'i oğul edinmiştik. Hâlbuki Allah-u Teâlâ evladlık hakkında bildiğiniz âyet-i kerimeyi indirdi. (Şimdi ne buyurursunuz?)” diye sordu. Buharî'nin Şeyhi Ebûl-Yemân bu hadisi (Müellif Buharî'ye bu sûretle) rivâyet etti.

Hadiste mebde ve müntehâsına işaret olunan kavl-i şerif, Ahzâb sûresinin dördüncü ve beşinci âyetlerinin birer parçasıdır. Ve meâli şöyledir: “Allah, evladlıklarınızı sizin oğullarınız kılmamıştır. O, sizin ağzınızda (uydurma) lâfınızdır. Allah ise size hakkı, hakikati bildiriyor ve doğru yola hidâyet ediyor. (Şöyle ki): Evladlıklarınızı babaları adına nispet ederek çağırınız. Eğer babalarını bilmiyorsanız (yine babalık taslamayınız. Çünkü) onlar sizin dinde kardeşleriniz ve dostlarınızdır.”

Bu âyet-i kerime, Peygamberimizin evladlığı Zeyd ibn-i Harise hakkında nâzil olmuştur. Zeyd, Hz. Hatice tarafından hediye edilen kölesi idi. Nübüvvetten evvel âzadlanmış, sonra âdet vechile evlad edinmişti. Ve o tarihten itibaren Zeyd ibn-i Muhammed ibn-i Abdullah diye anılır oldu. Bu âyet-i kerime ile cahiliyet âdet-i ref olarak, bundan böyle tebenni edinen oğullukların, kendi vâlidleri olan babaları adıyla çağrılması emrolundu. Ve aynı zamanda bu cahiliyet çağrısıyla beraber buna terettüb eden hukuki münasebetler (vâris olmak, haram olmamak) de lağvolundu. Onun yerine dini kardeşlik ve dostluk ikame edildi. Hz. Hamza ile Zeyd arasında din kardeşliği tesis edip fakir olan Zeyd'in zengin olan Hz. Hamza'nın malından müstefid olması temin edildi.

15.14. GEREK ERKEK, GEREK KIZ, TEK VEYA ÇİFT OLARAK ÇOCUKLARI HALKEDENİN ANCAK VE ANCAK ALLAH-U TEÂLÂ OLDUĞU

Sûre-i Şûra Âyet: 49- Göklerin ve yerin mülk (ve tasarruf)u Allah'ındır. (Nimeti, musibeti dilediği gibi taksim etmek de onun hakkıdır.) Ne dilerse yaratır O. Kimi dilerse ona kız (evlad)lar bağışlar, kimi dilerse ona erkek (evlad)lar lütfeder.

50- Yahut (O, çocukları) erkekler, dişiler olmak üzere çift verir. Kimi de dilerse onu kısır bırakır. Şüphesiz O, hakkıyla bilendir, (her şeye) kâdirdir.

15.15. PEYGAMBERİMİZE İZDİVAC HUSUSUNDA TANINAN MÜSTESNA HAKLAR

Sûre-i Ahzâb Âyet: 50- Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin zevceleri ve Allah'ın sana ganimet (olarak nasib) ettiklerinden sağ elinin mâlik olduğu kadınları, seninle beraber (Medine'ye) hicret eden amcanın kızlarını, halanın kızlarını, dayının kızlarını, teyzenin kızlarını bir de eğer mü'min bir kadın kendisini Peygambere bağışlayıp da (mehir istemeden) eğer Peygamber de nikâhla almak isterse onu -(fakat bu sonuncusunu) diğer mü'minlere değil, yalnız sana has olmak üzere- senin için helâl kıldık. Öbür (mü'min)lerin zevceleri ve sağ ellerinin mâlik oldukları (câriyeleri) hakkında uhdelerine ne farz etmiş olduğumuzu bildirdik. (Bağış sûretiyle izdivacın sana tahsisi) senin için hiçbir darlık olmaması içindir. Allah çok yarlığayıcıdır, çok esirgeyicidir.

51- Onlardan kimini dilersen (nöbetinden) geri bırakır, kimi de dilersen yanına alabilirsin. (Nöbetinden) geri bıraktıklarından kimi istersen (nezdine almakta) da sana güçlük yoktur. Gözleri aydın olup tasalanmamalarına ve kendilerine verdiğinle hepsinin hoşnut olmalarına en elverişli olan budur. Allah kalblerinizde olanı bilir. Allah (her şeyi) hakkıyla bilendir, ukubette acele etmeyendir.

52- Bundan sonra (yani ihtiyar ettiğin dokuz zevceden sonra) kadınlar(ı alman) ve bunları herhangi başka kadınlarla değiştirmen (mesela birinin boşanması hâlinde yerine diğerini tezevvüc etmen) güzellikleri hoşuna gitse de sana helâl olmaz. Sağ elinin mâlik olduğu (câriyeler) müstesna. Allah her şeye hakkıyla nigahbândır.

Not: Bu âyet nâzil olduğu zaman Resûl-i Ekrem Efendimizin dokuz zevceleri bulunuyordu. Bu emir ile Resûl-i Ekrem'e üstü üstüne bir arada, bir nikâh altında azami dokuz zevceye kadar izin verildiği, biz mü'minlere ise azami dört zevceyi nikâh altında bulundurabileceğimiz hükmü sarih, tâdat-ı zevcat âyetleriyle sabit olmuştur.

15.16. PEYGAMBERİMİZİN ZEVCİYAT HAYATI İLE İLGİLİ NAZİL OLAN ÂYETLERLE, GEÇMİŞ PEYGAMBERLERİN ZEVCELERİNİN HÂLLERİNDEN VE HZ. MERYEM VE HZ. ASİYE HAKKINDA VERİLEN KISSALARDAN MÜ'MİNLER İLE MÜ'MİNÂTLARIN HİSSE ALMALARI HAKKINDA

A) Sûre-i Tahrîm Âyet: 1- Ey Peygamber! Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi zevcelerinin hoşnutluğunu arayarak, niçin (kendine) haram ediyorsun? (Bununla beraber üzülme) Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.

Not: Resûl-i Ekrem'e zevceleri tarafından bal şerbeti verilmişti de, Âişe (rha) tarafından zevceler iğfal edilerek o balda megafir (fena kokulu ot) bulunduğu, dolayısıyla o balı yapan arının o ağaçtan aldığı söylendiği için bir dahi bal şerbeti içmemeye söz vermişti. Bu hatanın tashihi vahiy ile düzeltilmiş oluyor. Bize ibretler vardır.

3- Hani Peygamber, zevcelerinden birine gizli bir söz söylemişti. (Bir daha bal şerbeti içmemeyi.) Bunun üzerine o (zevce) bunu haber verip de Allah da ona bunu açıklayınca (Peygamber) bunun (ancak) bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Artık bunu kendisine söyleyince o (zevce) “Bunu sana kim haber verdi?” dedi. (Peygamber de) “Bana her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan (Allah) haber verdi.” dedi.

4- Eğer her ikiniz de (Âişe ve Hafsa validelerimiz) Allah'a tevbe ederseniz (ne âlâ, çünkü) hakikaten sizin kalbleriniz kaymıştır, (yok) onun aleyhinde birbirinize arka verirseniz, hiç şüphesiz Allah bizzat onun yardımcısıdır. Cebrâil de, mü'minlerin salih olanları da (Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali -ra- gibi.) Bunların ardından melekler de (ona) yardımcıdır.

5- Eğer o, sizi boşarsa yerinize -Allah'a itaatle teslim olan, Allah'ın birliğini tasdik eden, namaz kılan (tâatte sebat gösteren), günâhlarından tevbe ile vazgeçen, ibadet eyleyen, oruç tutan kadınlar, dullar ve kız oğlan kızlar olmak üzere- Rabbinin ona sizden hayırlılarını vermesi me'mûldur.

6- Ey iman edenler! Gerek kendilerinizi, gerek ailelerinizi öyle bir ateşten koruyun ki, onun yakacağı insanla taştır. (O ateşin) üzerinde iri gövdeli, sert tabiatlı melekler (cehennem zebanileri) vardır. Ki onlar Allah'ın kendilerine emrettiği şeylere aslâ isyan etmezler. Neye de memur edilirlerse yaparlar.

10- Allah küfredenlere Nuh'un karısı (Vahile) ile Lût'un karısını (Vaile'yi) misal olarak gösterdi. Onlar kullarımızdan iki iyi kulun (nikâhı) altında idiler. Böyle iken hainlik ettiler de (din hususunda ihanet edip kâfir oldular.) o (iki zevce), onları Allah'(ın azabın)dan hiçbir şeyle kurtaramadılar. O ( iki kadına) “Ateşe girenlerle beraber siz de girin.” denildi.

11- Allah, iman edenlere de Firavun'un karısını (Asiye'yi) bir misal olarak irâd etti. O vakit (bu kadın) “Ey Rabbim! Bana nezdinde, cennetin içinde bir ev yap. Beni Firavun'dan ve onun (fena) amel (ve hareket)inden kurtar. Beni o zalimler güruhundan selâmete çıkar.” demişti.

12- Namusunu muhkem bir kale gibi muhafaza eden İmran kızı Meryem'i de (Allah bir misal olarak buyurdu). Biz bundan dolayı ona ruhumuzdan üfürdük. O, Rabbinin kelimelerini ve Kitap'larını tasdik etti. (Rabbine) itâat(de sebat) edenlerdendi o.

B) Sûre-i Ahzâb Âyet: 28- Ey Peygamber! Zevcelerine de ki: “Eğer siz, dünya hayatını ve onun ziynet (ve ihtişam)ını arzu ediyorsanız, gelin size boşanma bedellerini vereyim de hepinizi güzellikle salıvereyim.”

30- Ey Peygamber Zevceleri! İçinizden kim açık bir terbiyesizlik ederse, onun azabı iki kat artırılır. Bu, Allah'a göre kolaydır.

31- Sizden kim de Allah'a ve Peygamberine itaat eder, iyi amel (ve hareket)te bulunursa, ona da mükâfatını iki kere veririz. Hem biz ona çok şerefli bir rızık da hazırlamışızdır.

32- Ey Peygamber kadınları! Siz (diğer) kadınlardan (herhangi) biri gibi değilsiniz. Eğer (Allah'tan) korkuyorsanız (size yabancı olan erkeklere) yumuşak söylemeyin. Sonra kalbinde bir maraz bulunanlar tam'a düşer(ler). Sözü maruf vech ile (ve ağır başlı) söyleyin.

33- (Vakar ile) Evlerinizde oturun. Evvelki cahiliyet (devri kadınlarının kırıla döküle, süslerini göstere göstere) yürüyüşü gibi yürümeyin. Namazı dostdoğru kılın. Zekâtı verin. Allah'a ve Resûlüne itaat edin. Ey ehl-i beyt! Allah sizden ancak kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak diler.

Not: Ehl-i Beyt: Resûl-i Ekrem'in (sav) zevcelerine, evladlarına ve torunlarına şâmildir. Hz. Ali (ra) de bunlardandır. Zira ehl-i beyt ile muaşeret etmiştir. Onların akrabasındandır.

53- Ey iman edenler! (Bundan sonra) Peygamberin evlerine -yemeğe davet olunmaksızın vaktine (de) bakmaksızın- girmeyin. Fakat davet olunduğunuz zaman girin. Yemeği yediğiniz zaman dağılın. Söz dinlemek veya sohbet etmek için de (izinsiz) girmeyin. Çünkü bu, Peygambere ezâ vermekte, O sizden utanmaktadır. (Evinden çıkarmak hususunda) Allah ise hak(kı açıklamak)tan çekinmez. Bir de onun zevcelerinden lüzumlu bir şey istediğiniz vakit perde ardından isteyin onlardan. Bu, hem sizin kalbleriniz, hem onların kalbleri için daha temizdir. Sizin, Allah'ın Peygamberine ezâ vermeniz (doğru) olmadı(ğı gibi) kendinden sonra zevcelerini nikâhla almanız da ebedî (câiz) değildir. Bu Allah nezdinde çok büyük (bir günâh)tır.

55- Onlar için ne babaları, ne oğulları, ne biraderleri, ne biraderlerinin oğulları, ne kız kardeşlerinin oğulları, ne kendi kadınları, (mü'min kadınlar) ne de sağ ellerinin mâlik oldukları (câriyeleri) hakkında hiçbir vebal yoktur. (Yani bütün bunların perdesiz olarak görmeleri, konuşmaları helâldir.) Allah'tan korkun. Çünkü Allah her şeyin fevkinde (hakikî) bir şâhiddir.

15.17. PEYGAMBERİMİZİN ZEVCELERİNİN BİZİM ANAMIZ OLDUĞUNDAN DOLAYI MÜ'MİNLERE NİKÂHLARININ HARAM OLDUĞU


Sûre-i Ahzâb Âyet 6- O Peygamber, mü'minlere öz nefislerinden evlâdır. (Din ve dünya umûrunun hepsinde) Zevceleri mü'minlerin analarıdır. Akraba da Allah'ın kitabında bir birine diğer mü'minlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar. (Miras hususunda. Müslümanlar sadr-ı İslâm'da hicret sebebiyle birbirine mirasçı olurlardı. Bu, nesh edilmiştir.) Şu kadar ki dostlarınız için herhangi bir iyilikte bulunmanız müstesna. Bu, Kitap'ta (Levh-i Mahfuz'da) yazılıdır.

HAKK'A DÂVET

NASİHAT-I İSLÂMİYYE