
Rehinin meşruiyeti Kitap, sünnet, icma-ı ümmet ve kıyas-ı fukaha ile sabittir. Rehin, hem seferde ve hem de ikâmet hâlinde caizdir. Misafiret hâlinde daha ziyade ihtiyaca ve ihtiyata binâen rehin muamelesi mutad olduğundan, âyet-i celîle bu hususa tahsis edilmiş ise de ikâmet hâlinde rehin alınmasına mâni değildir. Zira Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz, Medine-i Münevvere'de hâl-i ikâmetinde bir Yahudi'den veresiye aldığı bir miktar zahire mukabilinde mübarek zırhını terhin buyurmuştur. Bu sûretle ikâmet hâlinde de -velev gayr-i Müslimden olsun- rehin mukabilinde bir mal almanın cevazını göstermiştir. Rehin, teminat kabilinden olduğu için, bunda borçluya ve hem de alacaklıya faideler vardır. Hususen rehin bir vesikadır. Bununla borç tevsik edilmiş olur. Kitabullah'ta kayıtlı âyet-i kerime:
Sûre-i Bakara Âyet: 283- Eğer bir sefer üzerinde iseniz, bir yazıcı da bulamadınızsa, o vakit (borçludan) alınmış rehinler (de yeter). Eğer birbirinize emin olmuşsanız, kendisine inanılan adam (borçlu) Rabbi olan Allah'tan korksun da emânetini tastamam ödesin. Şâhidliği gizlemeyin. Kim onu gizlerse hakikat şudur ki, onun kalbi bir günâhkârdır. Allah ne yaparsanız hakkıyla bilendir.
13.2. REHİNİN RÜKNÜ, FÂSİT, BÂTIL VE SAHİH REHİNLERLE YED-İ ADLDE (EMİN KİMSENİN ELİNDE) OLAN REHİNLERİN HÜKÜMLERİ
13.2.1. Rehinin Rüknü
Rehinin rüknü, icab ve kabul ile kabzdır. Yani rehin, rehin verenle, rehini alanın teklif ve kabulleriyle mün'akid, mürtehinin, yani rehini alanın veya adlin (emin bir kimsenin) kabz etmesiyle (teslim almasıyla) tamam olur. Yoksa yalnız icab ile rehin mün'akid olmaz ve icab ile kabulden sonra hakikaten kabz veya kabz makamında kaim olan tahliye bulunmadıkça rehin lâzım gelmez. Binâenaleyh râhin, merhunu, yani rehin verilecek şeyi mürtehine daha teslim etmeden rücû edebilir. Bu rücûdan sonra mürtehinin rehini kabz etmesi muteber değildir. Rehini kabz esas olduğuna göre, akd-i rehin esnasında merhunun râhinin elinde kalması şart kılınsa, akid fâsit olmuş olur. Bunun içindir ki bir mülkün mücerret sened ve hüccetini mürtehine teslim etmek, o mülkü teslim makamına kaim olmaz. Bazı fukahaya göre rehin, yalnız icab ve kabul ile mün'akid ve lâzım olur, kabzının lüzumuna muhtaç bulunmaz. Rehinin icab ve kabulü, örf ve âdette terhin için kullanılan tabirlerdir. Rehinin in'ikadı için rehin lâfzının söylenmesi şart değildir. Rehin hususunda rızaya delâlet eden sâir tabirler ile de rehin mün'akid olur. Mesela: Bir kimse, satın aldığı bir şeyin parası mukabilinde satıcıya bir mal verip de “Parasını verinceye kadar bunu al koy!” deyip, bayi de alıkoysa, o mal, İmâm-ı A'zam ile İmâm Muhammed'e göre rehin olur. İmâm Ebû Yusuf ile Eimme-i Selâse'ye göre bu tabir ile rehin değil, vedia akdedilmiş olur. Rehin teati, mükâtebe ve dilsizin mahud işaretiyle de mün'akid olur.
Mâlikilere göre rehin, bir borcu tevsik için kabz edilen maldır. Fakat rehini, mücerret icab ve kabul ile mün'akid ve lâzım olur. Rehinin sıhhati için kabz şart değildir. Şu kadar var ki, mürtehin, merhunu kabz etmeyi talep eder, râhin de teslime mecbur olur. İbn-i Hacib'e göre rehin ancak kabz ile tamam olur. Kabzdan evvel sahih olursa da kabz bulunmadıkça tamam olmaz.
Şâfiilere göre de rehin, bir malın aynini bir deyn, yani alacak mukabilinde vesika kılmaktır ki, icab ve kabul ile sahih ve kabz ile lâzım olur. Rehinin hapis mânasına olduğu şu hadis-i şerif ile istidlal olunur: “Ölmüş bir mü'minin ruhu borcu mukabilinde mahpustur, Makamı Kerim'den mahcurdur.” Râhin hakkında rehinin lüzumu, râhinin rehini kabz ettirmesine, kabza izin vermesine veya mürtehinin kabzına mütevakkıftır. Bunun içindir ki çocukların, mecnunların, mahcurların kabz etmesi ve kabza izin vermeleri sahih değildir. Çünkü rehinde iki taraftan niyabent (vekâlet) cereyan eder, yani râhinde mürtehin de kendi yerine başkasını tevkil edebilir. Ancak mürtehinin kabza nâib tayin etmesi câiz değildir.
Hanbelilere göre de rehin, deyn-i ayn ile tevsikadır ki, alacağı başka sûretle tediye mümkün olmayınca, o alacağın tamamını veya bir kısmını bu aynden veya bunun semeninden, yani satılıp parasından ahz etmek mümkündür. Rehin, icab ve kabul ile mün'akid, kabz ile lâzım olur. Merhun, akd-i rehinden evvel mürtehinin elinde gasben veya âriyet veya vedia olarak veya bir akd-i fâsid ile bulunmuş olsa, mücerret bu akid ile rehin lâzım olur, ayrıca kabza muhtaç olmaz. Rehin, muatat tariki ile de mün'akid olur.
Zahirilere göre de rehin, kabz ile tamam olur. Nefs-i akide, yani rehin akdi esnasında mürtehin tarafından merhun kabz edilmedikçe rehin câiz olmaz. Rehini, bir sikanın, yani adlin yanına bırakmayı şart koşmak câiz değildir. Çünkü böyle bir şart, Kitabullah'ta bulunmayan bir şart olmakla bâtıldır. Çünkü Kur'ân-ı Kerim'de فَرِهاَنٌ مَقْبُوضَةٌ “Ferihânün makbûdaten” buyrulmuştur. Mücâhid ile Davud-u Zahiri'ye göre rehin, yalnız sefer hâline mahsustur. Seferde borcu yazacak kâtib bulunmazsa rehin verilebilir. Bu rehin yalnız bey'ide, selemde, karzda muayyen bir müddete kadar iştirat edilebilir. Fakat sâir muamelâtta rehin verilmesini şart koşmak câiz değildir. Çünkü Kitabullah'ta mezkûr olmayan bir şart bâtıldır. Resûl-i Ekrem'in (sav) yirmi sa' arpa mukabilinde zırhını rehin vermesi, râhin tarafından mürtehine verilen bir teberru addedilir. Fakat sâir müctehidlere göre rehin yalnız seferde değil, hazarda da caizdir. Âyet-i kerimede seferin zikredilmesi galib-i ahvale nazarandır. Gerçi sefer hâlinde borcu tevsika daha çok ihtiyaç vardır. Çünkü misafir gâib gibidir. Hazarda ise böyle değildir. Fakat bu nokta-i nazar, rehinin hâl-i hazarda iştiratına bir mâni teşkil etmez.
13.2.2. Fâsid ve Bâtıl Rehinlerin Hükümleri
Rehn-i fâsid ile kabz edilen mal, borçtan evvel teslim ve tesellüm edilmiş olunca, rehn-i sahih ile kabz edilen mal hükmünde olup, verilen meblağdan sonra mürtehinin elinde telef olacak rehinin kıymeti miktarı borç sâkıt olur. Râhin borcunu tamamen ödemedikçe bu rehini, fesadına mebnî o rehini almaya kalkamaz.
Rehn-i fâsidin kabzı, borçtan sonra olur ise hakkında rehn-i sahih hükmü câri olmaz. Bir kimsenin borçtan kabz ettiği bir para mukabilinde bilâhare bir malını fâsiden terhin etmesi gibi. Bu takdirde akd-i rehin feshedilince, mürtehin alacağını alıncaya kadar bu rehini hapis edemez. Ve râhin vefat edince, mürtehinin bu rehine râhinin sâir alacaklarından ehak olmaz. Birinci meselede ise ehak olur.
Rehn-i bâtıl ile kabz edilen mal, mürtehinin veya adlin elinde sırf emânet olup taaddisi veya taksiri bulunmaksızın telef olsa, mukabilinde borç sâkıt olmaz. Bu rehini râhin, mürtehinden istediği zaman alabilir, vermez ise telefinden dolayı zâmin olur.
Mâlikilere göre bir malın meçhul bir müddetle veresiye satılması gibi fâsit bir satıştan dolayı rehin verilmesi şart olmakla bunun lüzumu zannedilerek verilen rehin, geri alınabilir.
Şâfiilere göre fâsiden akdedilen rehinlerde zamanın lüzumu ve adem-i lüzumu, sahihen akdedilen rehinler gibidir.
13.2.3. Sahih Rehinlerin Hükümleri
Bir rehin sahihen akdedilince mürtehin, alacağını temin edinceye kadar merhunu elinde hapis ve imsâka, yani elinde tutmaya müstahik olur. Râhinin vefatında alacaklıların evveli olur. Rehinler, fekk edilebilir, yani borcun râhin veya başkası tarafından ödenmesiyle, rehin tahliye edilebilir. Şu kadar var ki, her borç için verilen ayrı ayrı rehinler, mukabil olduğu borca göre muamele görürler. Borcu ödenen rehin, diğer borçlara karşı rehin tutulamaz. Rehinin mevcudiyeti, karşılığı olan borcun râhinden talep edilmesine mâni olmaz. Vakti zamanında derhâl istenir. Rehin, borcun tamamına tekabül eder.
Mürtehin elindeki rehin, taaddisi ve taksiri olmaksızın telef olsa, rehine verildiği gündeki kıymeti miktarı borcundan sâkıt olur. Ziyade olandan mesul olmaz. Taksiri olduğu takdirde bu ziyade olanı tazmin eder. Borca müsavi olunca tamamı sâkıt olur. Rehine noksan gelen hususlarda bu şartlarla hükmedilir.
Merhun, mürtehinin elinde telef olduktan sonra ona bir müstahik olan zuhur etse, müstahik olan zât muhayyer olur. Dilerse râhinden, dilerse mürtehinden merhunun bedelini alır. Bir kimse, iki şahsa olan borcu için bir rehin vermiş olsa, her iki şahsa olan borcunu tamamen tediye etmedikçe bu rehini tahlis edemez. Râhinin, mürtehinin veya her ikisinin vefatıyla rehin bâtıl olmaz. Râhin vefat ettiği takdirde vârisleri mükellef kimselerse rehini tahliye edebilirler. Değillerse, yani vârisler çocuk, mecnun veya gâib iseler, müteveffa râhinin vasîsinin izni ile rehin olan mal satılıp semeninden alacak tahsil edilebilir. Fakat mürtehinin rızası olmadıkça veya rehinin borca kifâyet edemeyeceği takdirde rehin satılamaz. Mürtehin vefat edince de rehin vârislerinin yanında yine rehin olarak kalır.
Mâlikilere göre de rehinin başlıca hükmü, mürtehinin hakkını rehinden istifa etmesi ve bu istifa zamanına kadar rehini elinde hapis edebilmesidir. Râhin borcunu ödemek için rehini satmaktan imtina ederse, hâkim satar. Râhin gâib olduğu takdirde de hâkim rehini satar. Rehini satmaktan imtina eden râhin, hâkim tarafından hapis, darb ve tehdit edilemez. Bir rehin, o şahsın elinde kıymeti borçtan fazla olduğu hâlde telef olsa bakılır: Eğer o rehin, kabil-i ihfa bir şey olup telef olduğuna dâir beyyine bulunmazsa, o mürtehin olan şahıs, bunun tamamının kıymetini tazmin eder. Fakat muhafazası kabil olmayan veya olduğu hâlde telefine beyyine bulunursa, mürtehine hiçbir şey lâzım gelmez, bunun mukabilinde borç da sâkıt olmaz. Maamafih mürtehin, iddia ettiği bu telef veya ziyaı veya ihtiraktan dolayı tahlif de olunur. Bunların kendisi tarafından saklanılmayıp telef, zayi veya muhterik olduğuna dâir yemin eder, yeminden kaçınırsa hapis edilir, hapis uzayınca iddiası diyaneten kabul olunur. Kabil-i ihfa olmayan rehinden dolayı kendisine zamân lâzım gelmez.
Şâfiilere göre de rehinin hükmü, borcun tediyesine kadar mürtehinin rehine müstahik olmasıdır. Merhun mürtehinin elinde emânettir. Muhafazası kabil olsun veya olmasın, bunun afet-i semaviye ile telef olmasıyla rehniyet bâtıl olur, fakat borç sâkıt olmaz. Mürtehine taaddisi bulunmadıkça tazminat lüzum gelmez. Vediada da hüküm böyledir. Borcun vakti hululünde tediye edilmeyip veya rehinin bozulmasından korkulursa rehin satılabilir. Rehini mürtehinin izni ile râhin veya vekili satar. Mürtehin izin vermez ise hâkim marifetiyle satılır. Rehin verilen bir köle veya bir hayvan, kısas veya diyeti müstelzim olacak sûrette bir cinâyetten dolayı satılsa, rehniyeti bâtıl olur. Meğerki satıldığı takdirde semeninden fazla bir şey kalsın.
Hanbelilere göre de mürtehinin, kabz etmiş olduğu rehin üzerinde bir hapis hakkı, bir imtiyazı vardır. Fakat rehin henüz kabz edilmeden râhin vefat etse, vârisleri kabza izin vermeye mecbur olmazlar. Râhinin başka borcu yok ise izin verebilirler. Rehin telef olsa, yerine başka bir rehin vermeye râhin mecbur edilemez. Rehin, mürtehinin su-i taksiri olmadan telef olursa bir şey lâzım gelmez ve borç sâkıt olmaz. Adlin elinde de telef olursa yine böyledir. Gâib olan bir râhinin hükmü, hazır olup borcunu ödemekten imtina eden bir râhinin hükmü gibidir ki, hâkim rehini satarak borcu ödeyebilir. Râhin ile mürtehinden birisi vefat etse, vârisleri yerine kaim olur.
Zahirilere göre de rehin, mürtehinin elinde borcun tamamını alıncaya kadar mahpus bulunur. Rehinin bozulmasından endişe edilirse, hâkim vasıtasıyla satılabilmesi vâcib olur. Hâkime müracaat mümkün olmayan yerde mürtehin satabilir. Râhin veya mürtehin vefat edince rehin bâtıl olur. Binâenaleyh mürtehin vefat edince rehin râhine, râhin vefat edince vârislerine red etmek lâzım gelir. Rehin telef olduğu takdirde, mukabili olan borç sâkıt olmaz. Bir taifeye göre ise sâkıt olur.
13.2.4. Yed-i Adlde (Emin Kimsenin Elinde) Olan Rehinlerin Hükümleri
Râhin ve mürtehin, rehini emniyet ettikleri bir kimseye tevdi etmek üzere mukavele edip o kimse de razı olarak kabz etse sahih ve bu kabz ile rehin tamam olur. Bu kimseye “Adl” denir. Adlin eli, mürtehinin eli gibidir. Aynı zamanda adlin eli bir bakımdan da râhinin eli gibidir. Rehin akdedilirken rehin verilecek şeyi rehin alanın hıfz etmesi için şart koşulmuş olsa da, sonra râhin ile mürtehin ittifak ederek rehini yed-i adle verebilirler. Şu kadar ki mürtehin merhunu, yani rehin edilen şeyi râhinin izni olmadan alabilir, fakat râhin alamaz. Mürtehin, rehini henüz eline almadan râhin adl tayin edilemez. Adl, borç baki olduğu müddetçe rehini râhinin izni olmadan mürtehine, mürtehinin rızası olmadan râhine veremez. Aksi takdirde telefinde zâmin olur. Verdiğini de derhâl alabilir. Bu kendi mezuniyetinin dışına çıkmaktır. Adl vefat edince vârisleri kendi yerine kaim olamazlar. Başka bir adle bilittifak verebilirler veya kendilerinden birine tevdi ederler. İttifak edemezler ise hâkime müracaatla yeni bir adle verilir. İkinci yed-i adle birinci yed-i adlin salâhiyeti intikal etmez. Adl, merhunu emin olan bir zâta teslim edebilir. Bu bir zaruriyet olmaz ise telefinden dolayı yed-i adl mesul olur. Meğerki emin bir kimse olmasın.
Şâfiilere göre de râhin ile mürtehin, rehini bilittifak başkasının yanına vaz edebilirler. Bu yed-i adl birden ziyade de olabilir. Çocuk veya sefih olan bir kimsenin yanına bırakamazlar. Böyle bir adl için erkek kadın, Müslim ve gayr-i Müslim müsavidir. İki kişinin yanına teslim edilmesi şart koşulan bir rehin, bir kişiye teslim edilemez. Bunlardan birisi, yalnız kendisi rehini hıfz edemez. Birisi diğerine hıfz için verse, telefi hâlinde yarısına zâmin olur. Adl de, râhin ve mürtehin mevcut iken başkasına veremez. Aksi takdirde telefinde her ikisi zâmin olur. Adl, rehini iade ettiği ve râhin ile mürtehin bunu kabul ettiği hâlde hâkim, bir eminin yanına bıraksa, telefinden hem hâkim, hem o şahıs zâmin olur.
13.3. REHİNİN İN'İKADININ VE LÜZUMUNUN ŞARTLARI
1. Rehinin sahihen in'ikadında râhinin ve mürtehinin âkıl ve mümeyyiz olması, lüzumu için de kabz bulunması şarttır. Âkidlerin bâliğ ve hür olmaları şart değildir. Mümeyyiz çocukların akdi sahihtir. Şu kadar var ki, ticarete mezun olmayan mümeyyiz çocuğun velisinin iznine mevkuf bulunur. Ticarete mezun bir kölenin de rehin ve irtihanı caizdir.
2. Merhunun satılmaya salih, yani akid vaktinde mevcut, meşru ve teslimi kabil bir mal olması şarttır. Meçhul veya lâşe gibi gayr-i mütekavvim olan veya hür insan veya avı haram gibi alınıp satılması câiz bulunmayan bir şeyi rehin vermek ve almak sahih değildir.
3. Merhunun mukabili olan hakk-ı deyn ise bir sahih borç ve ayn ise binefsihi mazmun olması şarttır. Emanet olan bir mal için, mudârebe veya şirket malları için rehin câiz değildir. Çünkü bunlar mazmun değildirler. Fakat istikraz edilen bir meblağ için, magsub bir mal için, makbuz olan bir malın semeni için, bir icarenin bedeli için rehin almak caizdir. Hakk-ı şüfa, hakk-ı kısas gibi aslâ mahal olmayan bir şey için rehin almak sahih olmaz. Bir mal, kabz edilmedikçe semeni mukabilinde rehin almak câiz olamaz. Çünkü bu mal, kabz edilmeden evvel binefsihi değil, kendi semeniyle mazmundur, satıcının elinde telef olsa, müşteriden semeni almaya hakkı kalmaz.
4. Râhinin hakkıyla merhunun meşgul olmaması şarttır. Meşgul olursa akd-i rehn, fâsit olur. Mesela yemişli ağacı yemişsiz, mülk bir tarlayı üzerindeki ekinler müstesna olarak terhin etmek sahih olmaz. Bir yeri, üzerindeki ağaçlar dahil olmamak şartıyla rehin sahih olmaz. Haneyi eşyası ile beraber rehin de sahih değildir. Başkasının eşyası ile terhin edebilir. Bunlar, kendi eşyası yanında vedia olduğu gibi, mürtehinin yanında da vedia olur. Hanesinin eşyasını evvela mürtehine vedia verir ise bu terhin sahih olur.
5. Akd-i rehnin şarta muallâk veya gelecek zamana muzaf olmaması şarttır.
6. Mukabilinde rehin verilecek hakkın terhin zamanında mevcut olması şarttır.
7. Rehinin teberru vechile verilmesi, yani râhinin rızasına mukarin olması şarttır. Alacaklının zorlaması ile yapılan bir rehin sahih olmaz. Çünkü rehin bir teberrudur, teberru edilmesi ise cebredilemez.
8. Rehinin vakt-i kabzda mûşâ, yani hisseli bir mal bulunmaması şarttır. Gerek kabil-i kısmet olsun ve gerek olmasın ve gerek şerîke ve gerek yabancıya terhin edilsin. Şuyûu da gerek mukarin ve gerek târi bulunsun, müsavidir. Binâenaleyh bir hanenin nısf-ı şâyiini, bir arsa üzerindeki binayı arsasız ve bir vakıf yer üzerindeki bağ ve bahçeyi rehin etmek sahih olmaz. Böyle bir terhin muamelesi fâsittir. Şuyû-i târi sebebiyle yapılan rehine İmâm Ebû Yûsuf muhalefet etmiyor. Mûşâın rehniyetinde Hanefi fukahası ihtilâf etmişlerdir. Bazılarına göre bu rehin bâtıldır.
9. Zarureten sabit olan şuyûu ile rehin fâsit olmaz. Mesela râhin, mürtehine iki kumaş verip “Bunun birisini şu alacağına rehin, diğerini de bizaa (sermaye) olarak al.” deyip, mürtehin de alsa, rehniyet bu kumaşların ikisine şayi, yani bunlardan her birinin yarısı merhun olmuş olur.
10. Vaad edilen bir borç mukabilinde rehin verilmesi sahihtir, yani bir kimsenin vereceğini söz verdiği bin lira ödünç mukabilinde rehin verilebilir. Bu hâlde o kimse bu vaadini ifaya mecbur değildir. Rehin geri alınır. Rehin telef edilmiş ise vaad edilen para, bu rehinin kıymetine müsavi veya ondan az ise, o kimse bu meblağı râhine vermeğe mecburdur. Meblağ, rehinin kıymetinden fazla ise, yalnız rehinin kıymetini zâmin olur, fazlasından mesul olmaz. Ödünç verilmesi vaad edilip mukabilinde rehin alınan meblağın miktarı malûm bulunmazsa, bir rivâyete göre bu rehin, mazmun olmaz. Diğer bir rivâyete göre ödüncü vermeğe mecbur olur. Miktarın tayini mürtehine âit olmuş olur. Rehin, mürtehinin elinde telef olmuş olsa, İmâm Ebû Yusuf'a göre mürtehin, rehinin kıymetini râhine zâmin olur. Vâad edilen meblağın bir kısmı verilip bakiyesi verilmemiş olsa, geri kalan meblağın verilmesi icbar edilemez. Rehin verilen miktar mukabilinde rehin olmuş olur.
Başkasının malını terhin caizdir. Fakat rızası haricinde câiz değildir. Bir çocuğun malını, babası veya vasîsi rehin verebilir. Çocuk büyüyüp borcu tediye etse, bu tediye miktarın tamamıyla rücû eder, müteberrî sayılmaz.
Maraz-ı mevt ile marizin, yani hastanın rehin vermesi sahihtir. Şu kadar var ki, vereceği rehinin kıymeti mukabili olan borçtan ziyâde bulunursa, bu ziyâde teberru sayılmaz. Rehin telef olunca hem borç sâkıt olur, hem fazlası geri alınır.
Vakıfların, arazi-i milliyenin rehin bırakılması câiz değildir. Çünkü bunlar şahsi mal değildir. Binâenaleyh bil-icareteyn tasarruf olunan mevkuf musakkafat, müstagallât ve arazi-i emiriye, yani milliye denilen yerler, borç mukabilinde terhin edilemez.
Mâlikilere göre de rehinlerin in'ikadı câiz olup olmadığı hakkında şu gibi meseleler mevcuttur:
1. Rehinin sıhhati için râhinin ehliyet-i bey'i haiz olması; rehinin nefazı için de râhinin mükellef, reşid bulunması şarttır. Mümeyyiz çocukların, sefihin, kölenin rehinleri, velilerinin icazetine mevkuf bulunur.
2. Rehin, borç mukabilinde alınır, muayyen bir ayn veya muayyen bir aynin menfaati mukabilinde rehin alınmaz. Mesela icare verilen bir hayvanın sahibi çıkar diye ayrıca rehin almak sahih değildir.
3. Mukabilinde rehin verilecek hakkın filhâl veya sonra mevcut bulunması lâzımdır. Mesela kaçmış bir hayvanı bulup getiren kimseye verileceği deruhte edilen bir paraya rehin vermek caizdir.
4. Rehin, mubayaa veya karz akdi esnasında meşrut bulunursa muteber olur ve illâ bu rehin, bâtıl bir teberrudur.
5. Borcu borç mukabilinde terhin caizdir. Başka şahıslar arasındaki borç ve alacaklar dahi rehin olabilir ve hatta bir rehinin borç miktarından fazla olan kıymetini de mürtehinin rızasıyla başka bir borç mukabilinde terhin etmek caizdir.
6. Mûşâın bey'i, hibesi, vakfı sahih olduğu gibi, terhini de caizdir.
7. Akd-i rehne münâfî şarta mukarin olan irtihan bâtıldır. Yani rehini, râhinin elinden mürtehinin kabz etmemesi veya borcun zamanı geldiğinde rehinin satılmaması gibi şart edilse rehin mün'akid olmaz.
8. Mürtehin, rehini daha almadan râhin ölse veya iflâs etse veya tecennün, yani cinnet getirse veya maraz-ı mevt ile hasta olsa, rehin bâtıl olur, borç rehinsiz kalmış olur.
Şâfiilere göre de rehinin şerâiti vesâire hakkında şu gibi meseleler vardır.
1. Râhin ile mürtehinin mutlaku't-tasarruf, yani teberrua ehil olmaları şarttır. Binâenaleyh zaruret olmadıkça bir kimse velisi bulunduğu çocuğun, mecnunun veya sefihin malını rehin veremez ve bunların nâmına rehin alamaz.
2. Merhunun, yani rehin verilen bir şeyin satılmaya salih ayn olması şarttır. Binâenaleyh menfaati terhin sahih değildir. Borcu rehin de sahih değildir.
3. Merhunun bihin bir lâzım borç olması şarttır. Velev ki bu borç, zekât veya menfaat mukabilinde olsun. Bir ecirin zimmetine geçecek amel mukabilinde bile rehin verilebilir.
4. Mûşâi, yani bir maldan hisse-i şayiayı, şerîke de, başkasına da rehin vermek sahihtir. Mûşâ, akar ise bu rehin şerîkin iznine muhtaç olmaz, menkûl ise muhtaç olur. Şerîk izin vermediği hâlde mürtehin, rehinin şerîkin elinde bulunmasına razı olsa, rehin sahih olur. Buna da izin vermez ise hâkim bir adli ikame eder, o müşterek malı şerîkler nâmına olarak o adle tevdi eyler.
5. Akd-i rehnde rehinin muktezasına mutabık veya akd-i rehn için maslahata muvafık veya garezden hâlî bir şart koşulursa, akdin sıhhatine mâni olmaz. Akd-i rehne işhad edilmesi, merhunun ancak şu kadar yemesini şart koşmak gibi. Borcun ödenme vakti geldiğinde merhunun satılmaması şart koşulsa, sahih olmaz.
6. Bir borç mukabilinde bir rehin verdikten sonra başka bir rehin de verilebilir. Fakat bir rehin, müteaddit borçlar için terhin edilemez. Filhâl sabit olmayan bir borç mukabilinde de rehin vermek sahih değildir. Zevcenin müstakbel nafakası gibi.
7. Vedia gibi emânet bir mal mukabilinde rehin alınması sahih olmadığı gibi, müstear veya magsub bir ayn mukabilinde de terhin sahih değildir, yani menfaatlenmek için verilen bir mal veya gasb edilmiş bir şeyde terhin câiz değildir.
8. Borcun ödeme zamanında rehin verilen şeyin mürtehine satılmış olması şart koşulsa, bey'i ve terhini bâtıl olur.
Hanbelilere göre de rehinlerde şu şartlar câridir:
1. Akd-i rehn, müneccez olmalıdır. Binâenaleyh rehinin bir şarta bağlı olması sahih değildir.
2. Râhin, bey'i ve şirâsı (alışı ve satışı) sahih olacak bir kimse olmalıdır. Binâenaleyh izinsiz mahcurun rehini sahih değildir.
3. Râhin, rehinin sahibi olmalı veya onu terhine mâliki tarafından mezun bulunmalıdır. İsticar veya istiâre sûretiyle menfaatine sahip olduğu bir haneyi, mucirinin veya muirinin izniyle rehin verebilir.
4. Rehin, hakka mukarin veya haktan sonra verilmelidir. Binâenaleyh henüz zimmete taalluk etmeyen bir borç mukabilinde rehin verilmesi sahih değildir.
5. Rehin, cinsen, kadren ve sıfaten malum bir ayn olmalıdır. Borç ve menfaat rehin olamaz.
6. Akd-i rehnin icab ettiği hususlar hakkındaki şart sahihtir. Rehini mürtehinin veya adlin satmasını şart koşmak gibi. İktiza etmeyen şartlarla akd-i rehn fâsit olmuş sayılmaz, ancak şart sahih değildir.
7. Mûşâı şerîke de, başkasına da terhin sahihtir. Bir mûşâdaki hisse-i şayianın yalnız bir kısmını terhin de caizdir. Rehin verilen mûşâ, akar gibi gayr-i menkûl olunca râhin, bu merhun ile mürtehinin arasını tahliye eder, velev ki şerîki hazır bulunmasın ve izin vermesin. Bu mûşâ, elbise, hayvânât gibi menkul olup, şerîk ile mürtehin bunun kendilerinden birinin veya başkasının elinde bulunmasına razı olurlarsa câiz olur. Razı olmazlarsa, hâkim bunu bir şahsın eline emâneten veya ücretle teslim eder. Hâkim bu mûşâı icareye de verebilir.
Zahirilere göre de rehinin cevaz ve adem-i cevazında şu gibi meseleler vardır:
1. Satılması câiz olan her şeyin terhini caizdir.
2. Bir malı satın alıp semeni mukabilinde bayiine (satıcısına) rehin bırakmak câiz değildir. Peşin olarak sattığı bir malın parasını alıncaya kadar malı rehin tutabilir.
3. Bir borç akdi esnasında sahih bir sûrette terhin edilen bir mal, bilâhare yapılacak ikinci bir borçtan dolayı da terhin edilemez. Terhin edilirse, ikinci akid bâtıl olur.
4. Dinarlar, dirhemler matbu, yani meskûk olsunlar olmasınlar rehin olabilirler. İmâm Mâlik'e göre bunlar matbu olmayınca terhin edilemezler.
5. Bir borç mukabilinde verilen rehinin tamamına veya bir kısmına bir hak sahibi zuhur etse, rehniyet de, müdayene akdi de bâtıl olur.
6. Bir cemaat, kendilerine âit bir mâl-ı müştereki bir şahsa terhin etseler veya bir şahıs bir malını bir cemaate terhin eylese, bu cemaatten herhangi bir ferd kendi hissesine düşen borcu ödese, onun o rehindeki hakkı, rehin olmaktan çıkar. Diğer ortakların hakkı rehin olarak kalır. Çünkü Kur'ân'da, “Herkesin kazancı kendisinedir ve bir yük sahibi başkasının yükünü taşımaz.” buyrulmuştur.
7. Mûşâı, yani bir mâl-ı müşterekteki hisse-i şayiayı terhin caizdir. Taksimi kabil olsun olmasın, terhin edecek şerîkin yanında bulunsun bulunmasın. Âyet-i kerimede de فَرِهاَنٌ مَقْبُوضَةٌ “Ferihanun makbûzah” buyrulmuştur. Bu nazm-ı kerimedeki rehin mutlaktır, mûşâ tahsis edilmemiştir. Eğer bunun terhini câiz olmasaydı, Hakk Teâlâ hazretleri bunu istisna ederdi. İmâm Mâlik, İmâm Şâfii vesâire buna kaildirler. İmâm-ı A'zam ile ashabına göre ise mûşâı terhin câiz değildir.
13.4. REHİNE DAHİL OLUP OLMAYAN ŞEYLER
Beyide (satışta) zikredilmeksizin dahil olan müştemilat rehine dahil olur. Rehin olan arsanın ağaçları, meyveleri gibi. Merhundan mütevellid çoğalma da asıl merhun ile beraber rehin olur. Mesela merhunun sütü, yünü, yavrusu, meyvesi gibi mütevellid neması râhine âit olup, merhun ile beraber mürtehinin elinde rehin olarak kalır. Bu nema, yani çoğalan şey helâk olsa, mazmun olmaksızın helâk olmuş olur. Asıl rehin helâk olup bu nema baki kalsa, borç asılın kabz olduğu gündeki kıymetiyle bu nemanın fekk-i rehn, yani rehini kurtarma zamanındaki kıymetine taksim olunur. Asıla isabet eden borç sâkıt olur, nemaya isabet eden miktar ile de rehin fekk edilir, yani tahlis olur, rehniyetten kurtarılır. Mesela: Borç miktarı doksan, asıl rehin kıymeti de doksan, nemanın kıymeti de otuz lira olsa, nemanın kıymeti, asıl rehinin üçte birine müsavi bulunmuş olur. Bu hâlde borcun dörtte üçü olan 67 lira 50 kuruş asıl rehinin hissesi olmakla onun telefiyle bu miktar sâkıt olur. Borcun dörtte biri olan 22 lira 50 kuruş da nemanın hissesi olacağından râhin, bu 22 lira 50 kuruşu vererek nemayı rehniyetten kurtarır, borcunu tamamen ödemiş olur. Binâenaleyh mürtehin, rehinin nemasını, mesela rehin edilen bağın mahsulünü râhinin izni olmadan istihlâk edemez, ederse bunu râhine zâmin olur. Merhunun doğacak yavrusu veya yavrusunun yavrusu nema kabilindendir. Mürtehinin elinde rehin olarak kalır. Borç; aslın yevm-i terhinindeki, yavruların da rehini fekk zamanındaki kıymetlerine taksim olunur. Rehinde büyümek, semizlemek gibi fasıl olan ziyade-i muttasıla-i mütevellide asıl rehin hükmündedir, ondan ayrılmaz. Rehin, arsa üzerine yapılan bina gibi ziyade-i muttasıla-i gayr-i mütevellide ile merhun akar ve hayvanın ücretleri gibi ziyade-i munfasıla-i gayr-i mütevellide ise asıl rehin ile beraber merhun olmaz. Bunları râhin, mürtehinden alabilir.
Rehin akdedildikten sonra râhinin veya kefilinin veya hariçten birinin merhunu yükseltmesi caizdir. Mukabilinde rehin alınan bir borcun miktarı yine o rehine mukabil olmak üzere de mürtehin tarafından tezyid edilebilir. Bu mesele İmâm Ebû Yusuf'a göredir. İmâm A'zam ile İmâm Muhammed'e göre, bir rehin mukabilinde borcu çoğaltmak sahih değildir.
Mâlikilere göre terhin edilen hayvanın üzerinde terhin zamanında mevcut yünü ve rehin verilen câriyenin rahminde mevcut yavrusu ve hurma ağacının yanında mevcut fesîlesi rehine dahil olur. Fakat rehinin geliri, mesela sütü, semeresi, doğan yavrusu, arıların balı, akarın veya hayvanın kira bedeli gibi şeyler rehine dahil olmaz. Meğerki rehine dahil olmaları şart koşulmuş olsun.
Hanbelilere göre de merhun yerlerde hüdayı nabit sûretiyle olsun olmasın, tenebbüt eden şeyler rehine dahil olur. Bunlar merhunun üzerinde çoğalan nesnelerdir, nema addedilir. Bir borç mukabilinde de rehini çoğaltmak sahihtir. Fakat bir rehin mukabilinde borcu tezyid sahih değildir.
13.5. REHİNİN FESH EDİLİP EDİLEMEMESİ
Mürtehin, bizzat rehini feshedebilir. Reddedilen rehinin, râhin elinde telef olmasından mesul olmaz. Fakat rehin, fesihten sonra râhine red edilmezse mesul olur, borç da sâkıt olur. Râhin, mürtehinin rızası olmadıkça makbuz olan rehini feshedemez. Fakat henüz verilmeyen bir rehin hakkındaki akdi feshedip merhunu alacaklısına vermeyebilir. Râhin, terhin hususunda muhayyer bulunması şart ise bu muhayyerliği esnasında akd-i rehini mürtehinin rızası olmaksızın feshedebilir. Bu müddet içerisinde telef olan rehinde mürtehin muhayyer olur. Dilerse alacağına rehini mahsub eder, dilerse tazmin edip alacağı devam eder. Râhin ile mürtehin, akd-i rehni bil-ittifak feshedebilirler. Böyle hâlde mürtehin, rehini elinde tutabilir de. Akd-i rehn, bazen bir muamele sonunda da münfesih olur. Mürtehin merhunu râhinin emriyle başkasına kiraya verip teslim etse, icare sahih olup akd-i rehn fesholur. Râhin, merhunu mürtehine satsa, yine fesih olur.
Mâlikilere göre râhin, kabz edilmemiş olan merhunu satsa bey'i câiz, rehin münfesih olur. Borç müddeti gelmeden kabz edilmiş malı satmış olsa, mürtehin bu bey'i reddedebilir. Borçtan aza satmış olması şartıyla. Borca kifâyet ettiği veya etmediğinde farkı tediye ettiği takdirde reddedemez. Mürtehinin izni ile de satabilir.
Şâfiilere göre mürtehinin izni olmadıkça kabz edilen bir malı râhin bey' edemez, vakfedemez. Ancak râhin musir, yani zengin ise rehin bıraktığı köle veya câriyesini azad edebilir. Fakat râhin fakir ise bu itâk muamelesi nafiz olmaz.
Hanbelilere göre de râhin, merhunu ya mürtehine veya mürtehinin izniyle başkasına icar veya iâre etse, rehinin lüzumu yine devam eder. Makbuz olan bir rehinde râhinin hibe, vakıf, bey'i, başkasına terhin, mehir veya talâka bedel itası gibi tasarrufları sahih olmaz. Bundan itâk meselesi müstesnadır. Mürtehin, râhinin tasarruflarına izin verse, rehniyet bâtıl olur.
İmâm-ı A'zam ile İmâm Ahmed'e göre merhunun itâkı her hâlde nafiz olur. İmâm-ı A'zam'a göre merhun olan rakik, mâliki fakir olursa, mürtehin için kıymeti hususunda kazanç sahasına atılır. Mevlâsı musir olunca da onun kıymetine düşen borç miktarını rehin olarak mürtehine vermesi lâzımdır. Hanbelilere göre mevlâ fakir olunca âzad edilen rakik istisa ile mükellef olmaz, yani kazanç sahasına atılmaz.
Zahirilere göre de rehin ölse, telef olsa, bozulsa, köle kaçsa, câriye efendisinden gebe kalsa veya âzad edilse veya râhin satsa veya birisine hibe etse, tasadduk etse veya mehir verse bütün bunlar nafiz olup rehin bâtıl, yani münfesih olur. Meğerki râhinin borcunu vermesi için başka malı bulunmasın. Bu takdirde itâkı, hibesi, sadakası bâtıl olur. Fakat bey'i ve mehir vermesi yine bâtıl olmaz.
13.6. RÂHİNİN (REHİN VERENİN), MÜRTEHİNİN (REHİN ALANIN) VEYA REHİNİN TAADDÜDÜ (BİRDEN FAZLA OLMASI)
Râhinin, mürtehinin veya rehinin müteaddit olması caizdir. Bir akd ile müteaddit borç karşılığı bir malı terhin caizdir. Bu rehin kabil-i taksim ise her alacaklı o rehin hissesine düşeni bizzat hıfz eder. Birisi diğerine verir ise telefinde hissesini zamân-ı gasb ile tazmine mecbur olur. İmâm-ı A'zam'ın kavli böyledir. Rehin kabil-i taksim değil ise münaveten hıfz ederler. Yahut birinin izniyle diğeri bu rehini muhafaza eder. Bir borçlu bir malını iki alacaklısına veya bir alacaklının başka başka alacakları mukabilinde ayrı ayrı akidlerle terhin eylese, akidler fâsit olur. Hatta bir malın yarısını borcun bir miktarına karşı rehin ettikten sonra, diğer yarısını da o borcun baki kalan miktarı için rehin eylese, şuyû husûle gelmiş olacağından, her iki akid de fâsit olmuş olur. Telefi hâlinde mürtehine zamân lâzım gelmez. Meğerki kendisinden iadesi istenildiği hâlde iadeden imtina etmiş olsun. Bir mal iki alacaklıya bir akid ile terhin edilmekle beraber, her birinin rehinden olan hissesi tasrih edilse, mesela bu malın üçte ikisi bir borç, üçte biri de diğer borç mukabilinde terhin edildiği söylense, akd-i rehn fâsit olur.
Mâlikilere göre bir mal bir borç mukabilinde rehin verildikten sonra borçtan zaid kıymeti de diğer bir borç mukabilinde rehin gösterebilir. İkinci borç müddeti daha evvel hulul edince bu rehin, kabil-i taksim ise iki borç arasında taksim edilir. Evvela birinci borç miktarı tediye edilir, bâkiyesi ikinci borca tahsis edilir. Meğerki mütebakisi ikinci borçtan ziyade olsun, o hâlde bu rehinden ikinci borca kifâyet miktarı verilir. Rehinin bakiyesi tamamen birinci borç için rehin olarak bırakılır. Şâyet merhun kabil-i kısmet değil ise satılır, semeninden her iki borç birlikte ödenir. Birinci borçtan fazlaya satılamayacaksa, bu borcun zamanı hulul edinceye kadar satılmaz. Birinci borcun müddeti daha evvel hulul edince de rehin, kabil-i taksim ise taksim olunur, değilse satılır. İkinci borcun zamanı müsavi olunca da merhun satılır.
13.7. MERHUNUN (REHİN ALINANIN) MASRAFLARI
Mürtehin, merhunu bizzat hıfz edeceği gibi emin olan zevcesine, oğlu gibi iyaline ve müfaveze veya inan sûretiyle ortağına veya aylık veya senelik ücretle icar etmiş olduğu emin hizmetçisine hıfz ettirebilir. Kadın da rehini kocasına hıfz ettirebilir. Bazı fukahaya göre merhunu muhafaza edecek emin, mürtehinin iyalinden bulunmalıdır, yani onunla beraber bir yerde sakin olmalıdır. Bu şarttır. Böyle bir kimseden gayrisine hıfz için verildiğinde varid olan teleften mürtehin mesul olur.
Merhunun muhafazasına mahsus kira ve bekçi ücreti gibi masraflar mürtehine, merhunun aynini ibka veya menafiini ıslah için yapılacak masraflar ve merhunun vergisi, öşrü, haracı râhine âittir. Mesela merhun hayvanın yemi ve suyu, çoban ücreti, merhun akarın tamiri, merhun bahçenin sulanması, merhun hurma ağaçlarının telkihi, yani aşılanması ve otların ayıklanması, merhun değirmenin arkının temizlenmesi masrafları bu kabildendir. Hep râhine âittir.
Merhun hayvanın firarı hâlinde mürtehinin eline iadesi ücreti mürtehine âit olacağı gibi, hastalıklarından ve yaralarından dolayı muaceles de mürtehine âittir. Şu kadar var ki, merhunun kıymeti, borçtan fazla olursa, iade ücreti râhine âittir. Râhin ile mürtehinden birisi diğerine âit olan bir masrafı kendi kendine, yani hâkimin veya başkasının emri olmadan yapsa, bu bir teberru sayılır. Bunlar birbirlerinden haberdar ve izinli yaparlarsa ona rücû edebilir. Kendisine âit olan bir masrafı yapmaktan imtina eden kimsenin nâmına hâkim kararı ile yapılacak masraflara da rücû hakkı vardır. Masraftan kaçınan gerek hazır, gerek gâib olsun müsavidir. Bu mesele İmâm Ebû Yusuf'a göredir. İmâm-ı A'zam'a göre kaçınan hazır ise hâkimin hükmü muteber olmaz. Mürtehin, hâkim kararı ile yapmış olduğu masraf mukabilinde rehini elinde tutabilir. Telef olduğu takdirde hem borç, hem masraf bedeli sâkıt olur. Şu kadar var ki, merhunun kıymetinin bu borç ile masrafa tekabül eylemesi lâzımdır. Fakat diğer bir kavle göre mürtehin, yaptığı masraf mukabili merhunu hapsedemez.
Mâlikilere göre mürtehin, merhuna yaptığı infaktan dolayı râhine rücû eder. Merhun bu borç mukabilinde rehin olmuş olamaz.
Şâfiilere göre de merhunun aynini ibkaya sebep olan meuneti, merhunun sahibine lâzım gelir. Merhunun hıfzına, su verilmesine ve kurutulmasına âit ücretler gibi.
Hanbelilere göre de merhunun taâmına, kisvesine, meskenine, muhafazasına, tedavi ücretine, sakî ve telkihine, techiz ve tekfinine âit bütün masrafları râhine âittir. Mürtehin, râhine rücû etmek için râhinden izin istemeye kadir olduğu hâlde istizan etmeden merhuna infakta bulunsa müteberrî sayılır.
13.8. ÂRİYET ALINIP VERİLEN REHİNLER (REHN-İ MÜSTEAR)
Bir kimse, başkasının malını ondan âriyet olarak, yani menfaatlenmek için onun izniyle kendi borcu mukabilinde rehin verebilir. Buna “Rehn-i Müstear” denir. İzinsiz rehine verildiği takdirde malını mürtehinden alabilir. Mürtehin de telef olan böyle bir malı, sahibi tazmine muhayyerdir. Dilerse râhine, dilerse mürtehine tazmin ettirir. İzin verilmesi hâlinde de sahibinin kayd ve şartına muhalefet edemez. Ettiği takdirde muir, yani mal sahibi (âriyet veren) muhayyerdir, dilerse müsteire, dilerse mürtehine tazmin ettirir. Mürtehin tazmin edince o da râhine rücû eder, hem bunu, hem de asıl alacağını ondan tamamen alır. Rehn-i müstear (rehin verilen âriyet), râhinin elinde, terhinden evvel de muirin (âriyet sahibinin) ıtlâk ve takyidi vechile terhin edildikten sonra emânet hükmünde bulunur. Binâenaleyh bu rehin, mürtehinin elinde telef olsa, kıymeti miktarı borç sâkıt olur. Mal sahibi, yani muir de bu rehinin mukabilinde borçtan ne miktar sâkıt olmuş olursa, yalnız o kadarını musteirden alabilir. Râhin, müstear olan rehini fekk etmekten (rehini kurtarmaktan) âciz olmakla muir, râhinin borcunu ödese, rehinin helâki takdirinde borcun ne miktarı sâkıt olacaksa o miktar ile müsteire rücû edebilir. Fazlasıyla edemez.
Mâlikilere göre de rehin için, başkasının malını istiâre caizdir. Musteir borcunu ödemezse, bu rehin satılıp semeninden borç ödenir.
Şâfiilere göre de rehin vermek için başkasının malını âriyet almak caizdir. Bir mal, rehin verilmek için âriyet alınacağı zaman borcun cinsini, miktarını, sıfatını ve mürtehinin kim olduğunu söylemek şarttır. Borç tediye edilmediği takdirde mal hâkim tarafından satılır, muir de bu mal ne ile satılmış ise onunla musteire rücû eder. Müstear olan mal, râhinin elinde telef olsa, buna zâmin olur. Fakat mürtehinin elinde telef olsa, ne râhine, ne de mürtehine zamân lâzım gelmez. Borç, râhinin zimmetinden sükût etmiş olur. Bu mesele “Ezher olan bade't-terhin mazmun olmaz.” kavline göredir.
Hanbelilere göre de merhunun müstear bir mal olması caizdir. Bu hâlde merhun telef olsa, bunu yalnız musteir, yani âriyet olan zâmin olur. Çünkü âriyetler mutlaka mazmundur.
Zahirilere göre ise bir kimse, kendi borcu için ne bir yabancının ve ne de zevcesinin veya büyük küçük evladının bir malını terhin edemez. Hak sahibinin rızası olsun, olmasın. Malını terhin için âriyet verecek bir şahıs, o malı dilediği vakit istirdad edebilir.
13.9. RÂHİN İLE MÜRTEHİNİN (REHİNİ ALAN VE VERENİN) REHİNDE TASARRUFLARI
Râhin, mürtehinin izni bulunmadıkça rehini başkasına terhin edemez. Mürtehin de râhinin izni olmaksızın rehini başkasına terhin edemez. Ettiği takdirde telefinde râhin muhayyerdir, ikinci veya birinci mürtehinden tazmin ettirir. İzinle yapılan terhinlerde ise birinci mürtehin tazminle mükellef olmaz, alacağı da sâkıt olmaz. Mürtehin, râhinin izni olmaksızın rehini satsa, bu bir bey-i fuzuli olur. Râhin muhayyerdir. Dilerse bey'i fesheder, dilerse bey'i tenfiz eder. Fesih takdirinde; satılan rehin mevcut ise müşteriden alıp mürtehine verir, telef olmuş ise râhin onun kıymetini isterse müşteriye, isterse mürtehine tazmin ettirir. Rehinin fesadından korkulursa, hâkime müracaat da mümkün olamazsa, mürtehin rehini satabilir, izne muhtaç olmaz.
Râhin ile mürtehinden her biri diğerinin izniyle rehini başkasına âriyet de verebilir. Râhin ile mürtehinden biri diğerinin izniyle merhunu başkasına kiraya verse veya hibe veya bey' etse, merhun rehin olmaktan çıkar, yeniden akid yapılmadıkça rehniyete avdet etmez. İcare sûretinde bedel-i icar râhine âit olur. Fakat mürtehin izinsiz icar ederse, ücret kendisine âit olursa da tiyb olmaz. Bu hâlde merhun müstecirin elinde telef olsa, mürtehin tazmin eder. Râhin, mürtehinin izni olmadan merhunu başkasına kiraya verse, mürtehin muhayyer olur, dilerse icazet verir, o hâlde rehin bâtıl, bedel-i icare râhine âit olur ve dilerse muhayyer olmayıp merhunu rehniyyete iade eder.
Mürtehin, merhunu râhine îdâ veya iâre edebilir. Bu takdirde râhinin elinde telef olursa, borçtan bir şey sâkıt olmaz. Râhin, merhunu mürtehine icar edemez. Ederse, akd-i rehn bâtıl olur. Mürtehin, râhinin izin ve ibahasıyla rehini istimal eder, meyve ve süt gibi hasılatını alabilir. Bu istimal zamanı merhun telef olursa, mukabilinde borç sâkıt olmaz, istimalden sonra telef olursa, yine zamân-ı rehn ile mazmun olur. Mürtehin, râhinin izni olmadıkça rehinden istifade edemez. Şu kadar var ki, bu istifadeden dolayı mürtehine bir ücret lâzım gelmez. Bu vechile istimal ile rehin telef olursa veya kıymetine noksan gelirse, mürtehin bunları zâmin olur. Mürtehinin izni olmadıkça râhin dahi rehinden intifa edemez. Mürtehin, başka yere gideceği zaman yolda emniyet mevcut olup râhin tarafından da menedilmemiş olunca rehini beraber götürebilir. Velev ki götürmesi meunete muhtaç olsun. Bu meunet (masraf) mürtehine âit olur. Bu mesele İmâm-ı A'zam'a göredir. İmâmeyn'e göre ne mürtehin, ne de adl, rehini başka yere götüremezler. Râhin, rehinin nemasından, menafiinden mürtehinin istifadesine izin verdikten sonra bundan dönebilir.
Evvelce de beyan olduğu vechile, asıl rehin ile beraber ondan mütevellid ziyade de merhun olacağından, bunların mecmuu borca mukabil bulunur; yani borç, asıl rehinin teslim edildiği gündeki kıymetiyle bu ziyadenin istihlâk edildiği gündeki kıymeti mukabilinde mazmun olur. Binâenaleyh asıl merhun mürtehinin elinde telef olsa, borçtan buna mukabil olan miktarı sâkıt olur, ziyadeye mukabil olan miktarı sâkıt olmaz. Mürtehin bu ziyadeyi rehin olarak elinde tutar. Mesela on lira mukabilinde terhin edilen sekiz lira kıymetindeki bir koyunun iki lira kıymetinde bir kuzusu olsa, bu koyunun telefiyle borçtan sekiz lira sükût eder, kuzu mukabilinde iki lirası kalmış olur. Kuzu da telef olsa veya istihlâk edilse, o iki lira da sâkıt olur. Fakat mürtehin, bu kuzuyu râhinin izniyle kesip yemiş, sonra da koyun telef olmuş olsa, borçtan koyunun kıymetine isabet eden sekiz lira sâkıt olur. Kuzunun kıymetine tekabül eden mütebaki iki lirayı ise mürtehin râhinden alabilir.
Mâlikilere göre râhin, merhunda tasarrufatta bulunamaz. İmâm Mâlik'e göre mürtehin, akar ve araziden bir rehinin menfaatini bir müddet istifade için şart koşabilir. Bu şart, hayvan ile elbisede ve uruzda ise mekruhtur.
Şâfiilere göre râhin, merhunun kıymetini azaltmayacak sûrette merhundan istifade edebilir, buna hakkı vardır. Râhin ise merhunun üzerine bina yapamaz, ağaç dikemez. Bunları yaparsa, borcun zamanı gelmedikçe bunlar sökülüp atılamaz. Bunların sökülmesiyle arsanın kıymet bulacağı anlaşılırsa, sökülmesi lâzım gelir. Meğer râhin borcunu başka malından tamamen ödesin. Bunlar ile meşgul arsanın kıymeti borca kifâyet etmediği takdirde bu yola başvurulur.
Hanbelilere göre mürtehinin izni olmadıkça râhin, mürtehinden intifa edemez. Mürtehin izninden de rücû edebilir. Borcun günü gelmeden evvel araziye ağaç dikmekten menedilemez. İmâm Ahmed'e ve İshak'a göre mürtehin, merhunun sütünden istifade edebilir.
Zahirilere göre rehinin menafii terhinden evvel olduğu gibi yine râhine âittir. Râhinin infak etmediği hayvanın sütünden ve üzerine binmesinden men olunamaz; şu kadar var ki, bu istifade hayvana yaptığı infak kadar olabilir, mukabilindeki alacağı da sâkıt olmaz. Râhin ise, merhundan her vechile intifa edebilir. Câriyesi ise istifraş edebilir, akar ise içinde oturabilir, merhunu kiraya verebilir, hayvan ise yününden istifade edebilir. Artık râhin, kendi malından intifadan menedilemez. Elverir ki merhun, mürtehinin elinde bulunmasın, onu rızası olmadıkça veya borç ödenmedikçe râhinin mülkünden çıkarmaya salâhiyeti bulunmasın.
13.10. MERHUNUN (REHİN MALIN) SATILIP SATILAMAMASI
Râhin ile mürtehinden birisi diğerinin izni ve rızası olmadıkça rehini satamaz. Mürtehin, râhinin izni olmadan merhunu satsa, fuzulen satmış olur. Râhin bu satışa dilerse icazet verir, dilerse vermez, bey'i fesheder, merhunu mürtehine iade eder. Merhun, müşterinin elinde telef olmuş ise râhin, onu dilerse müşteriye ve dilerse mürtehine tazmin ettirir. Râhin borcu ödemez, rehinin satılmasından da kaçınırsa hâkim, rehini hakikî kıymetiyle satarak borcu mürtehine öder. Bu, İmâmeyn'e göredir. İmâm-ı A'zam'a göre hür olan râhin, borcunu haksız yere ödemekten imtina ederse, rehini satıp ödeyinceye kadar hapsolunur. Fetva ise İmâmeyn'e göredir.
Râhin gâib olup hayat ve mematı malûm bulunmazsa, hâkim marifetiyle rehin satılır, fazla meblağ gâib nâmına bir kayyım vasıtasıyla hıfz edilir. Hâkim, rehini mürtehine de sattırabilir. Rehinin bozulmasından, merhun hanenin harab olmasından korkulur ve râhin de tahlis ve tamirine lüzum görmezse, rehin, hâkimin izniyle veya bizzat satılabilir. Rehin olan bağ ve bostanın meyve ve sebze gibi yetişen mahsulü, ne sûretle olursa olsun, bunlar hazır ise râhinin izni ile, gâib ise hâkimin izin ve reyi ile satılabilir. Hâkimin ve râhinin izni olmadıkça mürtehin satamaz. Meğerki hâkime müracaat imkânı olması mümkün olamayıp mahsulün zayiinden korkulması hâlinde mürtehin satabilir. Bu şart dışında satacak olursa, mürtehine tazminat gerekir. Mürtehin, merhunun sebze ve meyvelerini toplayıp (izinsiz olarak) hıfz edebilir. Bağa, bahçeye ziyan vermemek şartıyla, aksi takdirde zarardan zâmin olup, alacağından sâkıt olur.
Râhin, rehini satmaya mürtehini, adli veya başka birisini tevkil edebilir. Artık râhin, bu vekil-i mürtehinin rızası olmadıkça vekâletten azledemez. Bu vekâlet, akd-i rehn zamanında olsun veya olmasın müsavidir. Rehini satmaya tevkil, müneccezen de câiz olur. Satılan, rehinin semeni de yine merhun olur. Bu semen, mürtehinin veya adlin elinde iken telef olursa, bunun miktarınca borç sâkıt olur. Rehini satmaya vekil olan bizzat satabilir, hâkimden izne müracaat gerekmez. Merhun ister menkul isterse gayr-i menkûl olsun. Adlin semenin telef iddiası tasdik olunur. Rehini satmaya vekil olan kimse rehini, borcun vaktinden evvel satamaz, satmaktan imtina ederse, rehini satmak üzere râhine cebr olunur, o da imtina ederse, hâkim satar.
13.11. REHİNLERE ÂİT İHTİLÂFLAR
Alacaklı ile borçlu rehin verilmiş olup olmadığında ihtilâf etseler söz, rehini inkâr edenindir.
Râhin ile mürtehin, merhunun ibraz edilen mal olup olmadığında ihtilâf etseler söz, mürtehinindir.
Râhin, borcu mukabilinde kıymetli bir rehin teslim ettiğini beyyine ile ispat etmekle mürtehinin ondan daha az kıymetli bir mal ibraz ederek rehinin bundan ibaret olduğunu iddia eylese, bu sözü râhin tasdik etmedikçe muteber olmaz.
Râhin, mesela saat, mürtehin de bilezik teslim edildiğini ihtilâfla beyyine ikame etseler bakılır: Saat ile bilezik mürtehinin elinde ise mürtehinin beyyinesi, saat ile bilezik telef olmuş ve bileziğin kıymeti saatin kıymetinden ziyade ise râhinin beyyinesi tercih olunur.
Mürtehin, iki muhtelif şeyi rehin ve teslim ettiğini dava, râhin de yalnız birini terhin ve teslim etmiş olduğunu iddia etse söz, râhinindir. Fakat mürtehinin beyyinesi tercih olunur.
Mürtehin, kabz ettiği merhunu râhine red ettiğini dava, râhin de bunu red (inkâr) etse söz, maalyemin (yemin ile) râhinin olur.
Mürtehin, rehini badelkabz, yani kabzden sonra râhine red etmekle onun elinde telef olduğunu iddia, râhin de mürtehinin elinde iken telef olduğunu dava etse söz, maalyemin râhinindir, beyyinesi tercih olunur. Yalnız mürtehin beyyine ikame ederse, o kabul olunur. Mürtehin kabzden evvel, râhin de kabzden sonra telefi iddia ederlerse söz, mürtehinindir. İkisi de beyyine ikame etse, râhininki tercih olunur.
Rehin beyyinesi vedia, bey'i beyyinesi hibe ile kabz beyyinesi de rehin beyyinesine tercih olunur. Bu esasa göre dava nazar-ı dikkate alınır. Mesela borçlu alacaklısına vermiş olduğu bir malı rehin olarak verdiğini dava, alacaklı da o malı kendisine borçlu hibe etmekle kabz eylediğini iddia eylese, alacaklının beyyinesi tercih olunur. Çünkü “Kabz beyyinesi, rehin beyyinesine tercih olunur.” esasına müsteniden alacaklının beyyinesi tercih olunur.
Râhin, mesela yüz lira borcu olduğu hâlde yalnız elli lira mukabilinde bir malını terhin etmiş olduğunu iddia, mürtehin de tam yüz lira mukabilinde olduğunu dava etse söz, maalyemin râhinindir.
Bir mal terhin edildikten sonra râhin, o malı mesela yüz liraya, mürtehin de elli lira mukabilinde terhin edildiğini iddia eylese, rehin mevcut, kıymeti de yüz lira ise tehalüf câri olur. İkisi de yemin ederse rehin, râhine red olunur. Tehalüften evvel rehin telef olsa söz, mürtehinindir.
Mürtehin ile rehini bey'e vekil olan adl, mesela yüz yirmi lira mukabilinde merhun olan bir malın yüz liraya satıldığını iddia, râhin de yüz liradan fazlaya satıldığını dava etse söz, adl ile mürtehinindir. Râhinin beyyinesi tercih olunur. Ama râhin, bu bey'i inkâr ile rehinin bu vekil elinde telef olduğunu iddia edip rehinin kıymeti de borca müsavi olsa, söz râhinin olur.
Merhunun mesela yüz liraya satıldığını, râhin doksan liraya, vekil seksen liraya satıldığını da mürtehin iddia ettikte bakılır: Eğer seksen lirayı mürtehin kabz etmiş ise söz, mürtehinindir, râhinden yirmi lira daha alır. Beyyine ikâme etseler, râhinin beyyinesi tercih olunur.
Rehini satmaya vekil, mesela rehini yüz liraya satıp bunu mürtehine verdiğine dâir beyyine ikamesine rağmen râhin de satılmayıp vekilin elin de telef olduğuna beyyine ikame etse, râhinin beyyinesi kabul olunmaz.
Bir kimse, bir şahıstan borç etmiş olduğu mesela yüz lira mukabilinde, yine yüz lira kıymetli bir malını terhin ve bunu satmaya o şahsı tevkil etmiş olmakla mürtehin bulunan o şahıs bu malı elli liraya sattığını iddia, râhin olan kimse de satılmayıp mürtehinin elinde telef olduğunu dava etse bakılır: Mürtehin beyyine ikame ederse kabul olunur, edemezse râhinin, mürtehinin o malı sattığını bilmediğine tahlif olunur. Yemin ederse bu borç sâkıt olur. Râhin ile mürtehin, rehinin bir taksir, yani hata neticesinde zayi olup olmadığında ihtilâf etseler, râhin ispat edemezse mürtehin, yemin ile tasdik olunur.
Alacaklı, borçlunun resûlü vasıtasıyla gelen rehini aldığını inkâr edip de borçlu bunu ispat edemeyip rehini resûlden, yani elçiden talep etse, resûlü de alacaklıya verdiğini söylese resûl, yeminiyle tasdik olunur.
Râhin gâib olup rehin yed-i adlde bulunmakla mürtehin, bu adlin rehini satmaya vekâleti bulunduğunu iddia, adl de bu vekâleti inkâr eylese, mürtehinin ikâme edeceği beyyine kabul olunur.
Rehini satmaya vekil olan adl, rehinin semenini kabz ile mürtehinin teslim ettiğini iddia, mürtehin de inkâr etse söz, yeminiyle adlin olur. Bu hâlde mürtehinin alacağı sâkıt olur.
Râhin, borcun edasının zamanı gelmediğini iddia, mürtehin de geldiğini dava etse söz, mürtehinindir.
Mürtehin, rehinin kendisine iâre edilip ve bu iâre zamanında telef olduğunu iddia ile alacağının sâkıt olmadığını, râhin de bu istimalden evvel veya sonra telef olduğunu ve binâenaleyh borcun sâkıt olduğunu dava etse söz, mürtehinindir. Râhinin beyyinesi ise tercih olunur.
Mürtehin, merhunun telef olduğunu iddia, râhin de olmadığını inkâr etse, mürtehinin beyyinesi kabul olunur. Beyyinesi bulunmazsa, yeminiyle tasdik olunur. Mukabilinde borç sâkıt olur.
Râhin, telef olan merhunun kıymetinin yüksek, mürtehin ise düşük olduğunu iddia etse söz, mürtehinindir. İkisi de beyyine ikame etseler, râhinin beyyinesi tercih olunur.
Borçlu, mürtehinin inkârına rağmen bir malını rehin vermiş olduğunu dava ettiği hâlde şâhidleri mürtehinin bir râhin aldığına şahadet edip de bunu tarif ve tavsif edemezler ise, bu şahadetleri makbul olunur. Bu malın neden ibaret olduğunu beyâna mürtehin mecbur olur, bunda söz, mürtehinindir.
Medyun, rehin verdiğini inkâr, alacaklı da borçlunun rehin verdiğini iddia etse bakılır: Rehin olarak kabul ve kabz ettiğini iddia ederse, davası mesmu olur. Ama râhine karşı beyyine ikame edip de merhunu kabz, yani teslim aldığını söylemezse, davası sahih olmaz.
Râhin ile mürtehin, merhun daha kabz edilmemiş iken mürtehin tarafından rehinin kabz edildiğinde tasadduk, yani sadaka vermiş olsalar, bu da kabz hükmündedir. Artık râhin bu ikrârı ile muaheze olunur.
Râhin, merhunun kıymeti kendisine ayıp âriz olmadan evvel, mesela yüz lira diye dava, mürtehin de bundan az olduğunu iddia etse, râhinin beyyinesi tercih olunur.
Merhun helâk olduktan sonra mürtehin, merhunun kıymeti borç miktarından az olduğunu iddia, râhin de borca müsavi olduğunu dava etse, mürtehinin beyyinesi tercih olunur.
Rehin için bir malı iâre eden kimse, bu malın rehniyetten daha fekk edilmeden helâk olduğunu dava, râhin olan musteir de aksini iddia etse, o muir olan kimsenin beyyinesi tercih olunur.
Râhin, mürtehinin alacağını aldıktan sonra yanında rehinin helâk olduğunu dava, mürtehin de alacağını alıp rehini red ettiğini iddia etse, râhinin beyyinesi tercih olunur.
Hariçte iki kimse, bir malın iştira ve rehini hususunda ihtilâfta bulunsalar da her ikisi de tarih beyan etmezse iştira beyyinesi, irtihan beyyinesinde tarih zikredildiği hâlde iştira beyyinesinde beyan edilmese, rehin beyyinesi müreccah olur. İrtihan beyyinesindeki tarih evvel, iştira beyyinesindeki tarih sonra olsa, yine rehin beyyinesi esas olur.
Bir mala vaziu'l-yed olan kimse, tarih beyan etmeksizin rehniyyet üzere beyyine ikame, hariçten biri de tarihsiz iştira beyyinesi ikame etse, rehin beyyinesi müreccah olur. Fakat haricin iştiraya dâir beyyinesindeki tarihi evvel, zilyedin rehin hakkındaki tarihi sonra olursa, iştira beyyinesi tercih olunur. İkame edilen beyyinenin tarihleri aynı tarihte olur ise, yine iştira beyyinesi tercih olunur.
İki kimseden her biri berhayat olan bir şahsa âit bir malın yalnız kendisine rehin edilmiş olduğunu iddiada bulunsa bakılır: Bu mal, iki kimseden yalnız birinin elinde ise, ona terhin olduğu hükmedilir. Diğerinin tarih beyan etmesine nazar edilmez. Meğerki zilyed olmayan, o malın kendisine daha evvel terhin ve teslim edilmiş olduğunu ispat etsin. Fakat bu mal, o iki kimsenin meân elinde veya râhinin elinde ise, o iki kimseden hangisinin beyân ettiği terhin tarihi evvel ise onun için hükmolunur. Yalnız birisi beyan ederse, onun lehine hükmedilir. Hiçbirisi tarih beyan etmez veya tarihleri müsavi olursa, rehniyet iddiaları reddolunur. Böyle bir iddia, müteveffaya âit bir mal hakkında olur ise, ikisi de irtihan ve kabz hakkında tarih beyan eder de birinin tarihi mukaddem bulunursa, onun için hükmolunur. Fakat hiçbiri tarih beyan etmez veya beyanları müsavi olursa ve rehin de yalnız birisinin elinde bulunursa, onun elinde bırakılır. Fakat ikisinin de elinde bulunmaz da, mesela râhinin terekesi arasında bulunur ise bu merhun, İmâm-ı A'zam ile İmâm Muhammed'e göre, o iki kimsenin arasında nısfiyet üzere hükmolunur.
HAKK'A DÂVET
NASİHAT-I İSLÂMİYYE