İKİNCİ BÖLÜM: VASİYETLER ve VASÎLER BAHSİ

2.1. VASİYETLERİN AHKÂMINA DÂİR DELİLLER (NE SÛRETLE VASİYET EDİLECEĞİ), VASİYETTE ŞAHİD BULUNDURMA HUSUSU

A) Sûre-i Bakara Âyet: 180- Sizden birinize ölüm gelip çattığı vakit -eğer mal bırakacaksa- anaya, babaya, yakın akrabaya meşru sûrette vasiyette bulunmak takva sahipleri üzerinde bir hak olarak farzedildi. (Bu hüküm Sûre-i Nisâ'nın miras âyetleriyle nesh olunmuştur.)


181- Artık kim bunu (ölünün vasiyetini) işittikten sonra onu tebdil ederse, her hâlde vebali onu değiştirenlerin üzerinedir. Şüphesiz ki Allah hakkıyla işitici, kemâliyle bilicidir.


182- Bununla beraber, kim vasiyet edenin haksızlığa meylinden yahut günâha gireceğinden endişe edip de (alakalıların) aralarını bulursa, ona da hiçbir günâh yoktur. Şüphesiz ki Allah çok yarlığayıcı, hakkıyla esirgeyicidir.


B) Sûre-i Mâide Âyet 106- Ey iman edenler! Ölüm(ün sebepleri) herhangi birinizin karşısına gelip çattığı zaman, (edeceğiniz) vasiyet vaktinde aranızda ya içinizden adalet sahibi iki şahid (tutun), yahut yeryüzünde sefer ettiğinizde başınıza ölüm musibeti gelmişse sizden olmayan (ehl-i zimmet olan gayr-i Müslimden) diğer iki kişiyi (şahid yapın). (Sizden olmayan öyle iki kişi ki) onları, (haklarında) şüpheye düşmüşseniz, namazdan sonra alıkoyarsanız da Allah'a şu sûretle yemin ederler. “(Şahidlik ettiğimiz bu işin içinde) akraba(mızdan kimse) dahi bulunsa (Allah'ı bırakıp da yerine dünyaya âit) hiçbir bahâyı (ve menfaati) satın almayacağız. Allah'ın (emrettiği) şahidliği gizlemeyeceğiz. Bu(nu gizlediğimiz) takdirde elbette günâhkârlardanızdır.”


107- Eğer o iki (şahid) aleyhinde (bu hususta) muhakkak bir vebâle hak kazanmış (şahidlikte hıyânet etmiş) olduklarına (dâir bir) ıttıla hâsıl edilirse o vakit, kendilerine hak tereddüb eden (haksızlığa uğrayan mirasçılar)dan iki kişi -ki onlar buna daha lâyık, (ölüye de) daha yakındırlar- öbürlerinin yerlerine geçerler. Binâenaleyh “Vallahi bizim şahidliğimiz (yeminimiz) o iki kişinin şahidliğinden (yemininden) daha doğrudur. Biz (hakikati çiğneyip) aşmadık. Çünkü bu takdirde muhakkak ki zalimlerden oluruz.” diye Allah'a yemin ederler.


108- (Yeminin mirasçılara reddi hakkındaki) Bu (hüküm) şahidliği (üstünüze aldığınız) vechile (dostdoğru) ifa etmelerine yahut yeminlerinden sonra yeminlerin (mirasçılara tevcih ve) reddedileceğinden korkmalarına daha yakındır. Allah'tan korkun, (emirlerini) dinleyin. Allah, fasıklar güruhunu muvaffak etmez.


2.2. VASİYETLER AHKÂMI HAKKINDA HUKUKÎ MESNEDLERİN MÜTALAASI


2.2.1. Vasiyet


Fukaha, vasiyeti bazı ihtirâzi kayıtlarla şöyle tarif etmişlerdir: Bir aynı veyahut bir deyn ve menfaati teberru sûretiyle ölüm hâlinden sonraya izafe etmek sûretiyle temlikten ibarettir. Bu vechile vasiyet de bir akiddir. Ancak vasiyette mûsinin malında mûsâ-lehin tasarrufunu icab ve mûsinin vefatından sonraya izafe edilmiştir. Bu sûretle vasiyet bey, icâre, hibe gibi akidlerden ayrılmıştır. Çünkü bu akidlerden hiçbirisinde ba'del-mevt icâb ihtimâli yoktur. Esasen böyle bir akid bâtıldır. Vech-i Tesmiyede: Meyyitin hayatında mâlik olduğu bir aynı veya menfaati vasiyet sebebiyle vefatından sonra nâil olacağı hayır ve sevaba isâl etmesidir. Vasiyet, mâ ba'del-mevte muzaf temlikten ibaret olduğuna göre, kıyasen câiz olmamak icab eder. Çünkü mevt, mülkiyeti izale eder. Vasiyette kıyas yolu bu sûretle kapalı bulunduğundan, fukahamız vasiyetin cevâzını nusûs ve icmâ delili ile tahsin etmişlerdir (Bedâyi).


Müellif İmâm Buharî bu bahsin bidâyetinde Sûre-i Bakara'nın 180, 181, 182'inci âyetlerini zikrederek vasiyetin meşruiyetine işaret etmiştir ki, meâlen şöyledir: “Sizden birinize ölüm geldiği vakit eğer mal bırakmak isterse, babasına, anasına ve en yakın akrabasına ma'ruf derecede vasiyet etmesi, muttakîler üzerine icrası vâcib bir hak olarak farz kılındı. Şimdi her kim bu (vasiyeti)ni (mûsiden) duyduktan sonra onu tagyîr ederse, bunun günâhı şüphesiz vasiyeti bozanlara âittir. Her hâlde Allah meyyitin vasiyetine yakından vâkıftır, onu tebdil edenleri de tamamıyla bilir. Her kim de mûsiden (vasiyet sebebiyle vereseye) sehven gadir yahut amden günâh sudûruna vâkıf olur da verese ile mûsâ-leh arasını ıslah ederse, o kimseye ıslah etmekte bir beis yoktur. Muhakkak Allah mûsinin hata ve günâhını mağfiret ve ıslah eden mü'mine de rahmet eder.”


Bu nazm-ı mübinde anaya, babaya yakın akrabaya vasiyet edilmesi emrolunuyor ki, bu babdaki iki nokta-i nazardan en sahih olan bir kavle göre, âyet-i kerimede bu emir vücuba mevzûdur. (Bazıları da nedbe hamletmişlerdir.) Miras âyeti nâzil olmazdan evvel ebeveyne ve yakın akrabaya bir mal vasiyet etmek farz idi. Bilâhare miras âyetleri nâzil olarak vasiyetin vücubu nesh olundu. Vasiyette tayin-i miktar mûsinin re'yine bırakıldığı hâlde, miras âyetlerinde takrir buyrulan mirasların kemmiyeti bizzat Allah-u Teâlâ tarafından tayin buyrulmuş ve miras sahipleri o sûretle meşru sehimlerini almaya başlamıştır. Bu sûretle akraba arasında vukuu melhuz ve belki muhakkak olan nizâ ve ihtilâf da izale edilmiştir. İbtidâ-i İslâm'da vasiyet sûretiyle tesis buyrulan vilâdet ve karabet hakkı, şimdi miras sûretiyle daha ziyade takviye edilerek, vâris olacak yakın akrabaya vasiyet nesh edilmiş bulunuyor. Hatta en sahih bir habere göre, vârise vasiyet yalnız olmakla kalmayıp men olunmuştur. Bu bâbda ümmetin icmâı vardır. Sünen-i Erbaa sahipleriyle diğer ehl-i rivâyetin Amr ibn-i Hârice'den (ra) rivâyetlerine göre, Müşârünileyh hazretleri Resûlullah (sav) Haccetu'l-Vedâ da hutbe irad ederken “İyi biliniz ki Allah her hak sâhibine hakkını vermiştir. Artık bundan böyle vârise vasiyet yoktur.” buyurduğunu işittim, demiştir ki, bu hadis Haccetu'l-Vedâ da binlerce Ashab muvâcehesinde irâd olunan hutbenin bir parçası olup ümmet arasında intişâr etmiş ve hükmen tevâtür derecesine yükselmiştir.


İbn-i Hâtim'in muttasıl bir senetle İbn-i Abbas'tan (ra) rivâyetine göre, Müşârünileyh hazretleri ebeveyne ve yakın akrabaya vasiyeti Nisâ sûresinin 6'ncı âyet-i kerimesi neshetti, demiştir ki, meâlen: “Ebeveynin ve akrabanın bıraktıkları maldan erkeklere bir pay vardır. Ebeveynin ve akrabanın bıraktıklarından dişilere de bir pay vardır. Bu terekenin azından da çoğundan da birer pay farz kılınmıştır.” meâlindedir.


Bundan sonra İbn-i Ebi Hâtim bu ictihadın Ashab ve Tâbiinden yirmi bir zevattan nakl olunduğunu bildiriyor. Bu cumhûr-u ulemâya göre vücub-ı vasiyet mensuhtur. Miras âyetleri nesh etmiştir. Müstakil bir hükm-ü şer'i tesis eden miras âyetleriyle vasiyet bi'l-külliye ref olunmuştur.


Bir de Cassâs'ın Ahkâmu'l-Kur'ân'da rivâyetine göre Resûl-i Ekrem vârise vasiyeti yalnız diğer veresenin icazet ve muvafakatlerine muallak olarak tecviz etmiştir. Bu da birçok Ashab-ı Kirâm tarafından hikaye edilmiştir.


Geriye yalnız ehl-i miras olmayan akarib kalmıştır ki, bunlar hakkında meyyitin sülüs malından vasiyet müstehabdır. Akrabaya birr-u ihsana dâir âyet ve ahadis çoktur. Tahririyle meşgul bulunduğumuz bu bâb, bu nevi âyet-i kerime ve ahadis-i şerife ile doludur.


Allâme Şârihimiz Bedruddin Ayni Umdetu'l-Kari'de cumhur-u ulemâ ve tâbiinin bu husustaki neshe dâir malumat ictihadlarını bildirdikten sonra Fahruddin Râzi'nin Tefsir-i Kebir'inde Ebû Müslim İsfehâni'den, “Vasiyet âyeti mensuh değildir.” sûretindeki iddiasını hikaye etmesine hayret ediyor. Ebû Müslim, vasiyet âyeti mensuh değil, belki miras âyeti ile müfesserdir, demiştir. Ebû Müslim'in bu garib ictihadı: Kur'ân'da hükmü mensuh hiçbir âyet bulunmadığını bir kaide-i külliye hâlinde kabul etmesinin zaruri ve hatalı bir neticesidir. Usûl-i fıkıh kitaplarında zikr olunduğu üzere Ebû Müslim'den başka, değil selef, haleften bile hiçbir kimse neshi inkar etmemiştir. Bundan dolayıdır ki, Şarih Ayni, Râzi'nin Tefsir-i Kebirinde İsfehâni'nin ictihadını nakletmesini garâbetle tavsif etmiştir. Yoksa gerek cumhurun, gerek ekalliyet hizbi zümre-i ilmiyenin vasıl olduğu netice birdir. Gayr-i vâris akrabaya meyyitin sülüs malından vasiyetin müstehab olmasıdır. Çünkü bu ekalliyet zümre-i ilmiyeye göre “Vasiyet, vâris olan yakın akraba hakkında mensuhtur. Fakat vâris olmayan uzak akraba hakkında mensuh değil, sabittir.” sûretindedir. Ebû Müslim güyâ seleften bu zümre-i ilmiyenin ictihadlarını müdafaa etmek istemiştir.


Bedâyi'de vasiyet hakkında Nusûs ile icma delili ile istidlâl edildiğine dâir iki âyet-i kerime zikredilmiştir.


1. Sûre-i Nisâ'nın 11'inci âyet-i kerimesidir ki, meâlen: “(Sehimlerin vârislere taksimini) meyyitin ettiği vasiyet(i infaz)dan veyahut borcun(u edâ)dan sonradır.”


2. Sûre-i Mâide'nin 106'ncı âyet-i kerimesidir ki, meâli şöyledir: “Sizden birinize ölüm gelip çattığı o vasiyet sırasında aranızda şahadet, ya kendinizden adalet sahibi iki adam yahut yolculuk ve müsafiret hâlinde iseniz, kendinizden başka olan iki yabancı kimse(nin edâsıyla)dır.”


Bu âyet-i kerimede de vasiyet edilirken bu muameleye işhad edilmesinin talim buyrulması, vasiyetin meşru olduğuna vâzıhan delalet eder.


İcma delili de Bedâyi'de şöyle tasvir ediliyor. Resûl-i Ekrem'in zaman-ı saadetinden bulunduğunuz şu zamana kadar İslâm ümmeti, içlerinden hiçbir fert inkar etmeyerek vasiyet edegelmiştir. Ümmetin vasiyeti bu sûretle iltizâmı bir delil-i icmâdır, deniliyor.


Buhari Hadis No:1166- Abdullah ibn-i Ömer'den (ra) Resûlullah'ın (sav) şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir. Vasiyet edecek dünyalığı bulunan Müslüman bir kişiye, vasiyeti yanında yazılı bulunmadıkça, iki gece yatması muhakkak sûrette câiz değildir.


Hadisteki iki gece kaydı te'kiddir, tahdid değildir. “Az bir zaman olsa bile, o müddetin vasiyetsiz geçmesi muvâfık değildir. Herhâlde vasiyetnâmesi yanında yazılı bulunmalıdır.” demektir. Bu hadiste vasiyete tergib vardır. Zahiriler bununla ihticâc ederek “Vasiyet vâcibdir.” demişlerdir. Zuhrî: “Mal az olsun, çok olsun ondan vasiyet edilmesini Allah farz kıldı.” der imiş. İbn Hazm: “Ebû Süleyman ile bütün ashabımız Eimme-i Zâhiriye vücuba kail olmuşlardır.” demiştir. Seleften bir zümre-i ilmiye de “Mûsi fakir olsun zengin olsun, vasiyet vâcib değildir.” demişlerdir. Bunlardan bir kısmı mendub olduğunu kabul etmişlerdir ki; Sevrî ile Malik ve Şâfii bunlardandır. İbnu'l-Arabî: “Selef-i evvelden vücuba kail olan hiçbir kimse bilmiyorum.” demiştir. Nehâi ile Şa'bi “Mendûb olarak ebeveyne ve yakın akrabaya da vasiyet olunur.” demişlerdir.


Dahhâk ile Tâvus: İhtilâf-ı din gibi bir mâni sebebiyle miras almayan ebeveyn ile yakın akrabaya vasiyet, nass-ı Kur'ân ile vâcibdir, demişlerdir. Hatta Yemen'in büyük alimi Tâvus: “Her kim ki, fakir akrabası varken onu mahrum eder de ecnebiye vasiyet ederse, vasiyet olarak verilen mal, ecnebiden alınır da akrabaya redd olunur.” demiştir. Dahhâk da: “Vasiyet edebilecek malı olup da fakir akrabasına vasiyet etmeden ölen kimse, Allah'a karşı günâhkar olarak ölür.” demiştir. Taberi'nin beyanına göre, Hasan-i Basri, Câbir ibn-i Zeyd, Abdulmelik ibn-i Ya'lâ gibi Tâbii ulemâsı da: “Malının sülüsünü gurebaya vasiyet eden kimsenin fakir akrabası bulunursa, bu vasiyet edilen malın üçte biri gurabâya, üçte ikisi de akrabaya verilir.” demişlerdir. Tâvus ise böyle bir taksime muvafakat etmeyerek; “Vasiyet edilen malın hepsi mûsâ-lehlerden alınır, akrabaya verilir. Çünkü Sûre-i Bakara âyet-i muhkemdir.” demiştir.


Ashabımız sâdât-ı Hanefiyye: “Vasiyet müstehabdır, çünkü vasiyet mûsinin kendi malında diğerinin hakk-ı mülkiyetini ispattır. Binâenaleyh hibe, âriyet gibi vasiyet de vâcib değildir. Vasiyetin vücubuna bu İbn-i Ömer hadisiyle istidlâl de doğru değildir. Çünkü İbn-i Ömer bile hadisin râvisi iken vasiyet etmemiştir. Eğer vasiyet vâcib olsaydı, İbn-i Ömer'in rivâyet ettiği bir hadisin hükmüne muhalefet etmesi muhal idi. İbn-i Ömer'in vasiyet etmediği rivâyet edildiğine göre, bu hadisi de vücuba delalet etmez.” demişlerdir.


İbn-i Ömer'in hadisinden müstefad olan bir hükm-ü şer'i de Hât'ta (yazmaya), kitâbete itimadın cevâzıdır, velev ki o hât ve kitâbet, şahadetle teyid edilmemiş olsa bile. Ahmed bin Hanbel ile Şâfiilerden Muhammed ibn-i Nasr bu tarik-i ictihâdı iltizam etmişlerdir. İmâm Şâfii hazretleri ise: “Bu hadisin mânası, her Müslümanın vasiyetini yazıp yanında bulundurmak hususunda basiretli ve ihtiyatlı olmasını talimden ibarettir. Hayatında vasiyetnâmesini yazması ve bu hususta ta'cil etmesi müstehabdır. Bu vasiyetnâmeye kişinin muhtaç olduğu hususları yazar ve ileride lüzum gördüğü şeyleri de zeylen ilave eder.” diyor. Nevevî de vasiyetnâmeye her günün ufak tefek işlerine kadar tezyil edilerek onun ruznâme-i hayat ve vakayi hâline getirilmesini ulemâ-i selef lisanından naklediyor. Kurtubi de: “Bu hadis-i şerifte kitâbetin zikredilmesi, vasiyeti tevsik hususunda mübalağa maksadına mebnîdir. En ziyade matlub olan vasiyete işhad edilmesidir. Vasiyette matlub olan meşhûdun bih olan vasiyettir, isterse yazılı olmasın. Bu cihet muttefekun aleyhtir.” demiştir.


2.2.2. Vasiyetin Nispet-i Miktarının Tayini


Kişinin vârislerini zengin bırakarak ölmesinin, fakir bırakmasından hayırlı olduğuna dâir Buharî Sa'd ibn-i Ebi Vakkas'ın (ra) şu hadisini rivâyet ediyor: Müşârünileyh hazretleri demiştir ki: Ben Mekke'de (Haccetu'l-Vedâ yahut Fetih sırasında hasta) iken Nebi (sav) beni iyâdeye gelmişti. Sa'd, vaktiyle hicret ettiği bu toprakta ölmeyi arzulamıyordu. Resûlullah (sav): “Allah Sa'd ibn-i Afra'ya rahmet etsin.” diye dua buyurdu. Ben de: “Yâ Resûlallah! Malımın hepsini vasiyet etmek istiyorum.” dedim Resûl-i Ekrem: “Hayır öyle yapma!” buyurdu. Ben: “Yarısını vasiyet edeyim.” dedim. Resûlullah yine: “Hayır” diye menetti. Bu defa ben: “Malımın üçte birini vasiyet edeyim.” dedim. Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu: “Evet sülüs kafidir. Sülüs de (ma'dûnuna nispetle) çoktur. Çünkü ey Sa'd! Senin vereseni zengin bırakman, halka ellerini açarak tese'ül edecek derece fakir bırakmandan hayırlıdır.” İlâ nihaye…


Buharî bu bâbında vasiyetin ancak terekenin sülüsünden fazlasının câiz olmadığını beyan için Sa'd ibn-i Ebi Vakkas hadisindeki “Sülüs kâfidir, sülüs de çoktur.” fıkrasını sevk ediyor. Bir de Hasan-ı Basri hazretlerinin: “Zimmî için de vasiyet ancak sülüs miktarı caizdir. Zimmî dahi terekenin üçte birinden fazlasını vasiyet etse, sülüsten fazlası tenfiz olunmaz.” dediğini ta'likan rivâyet ediyor. Hasan-ı Basri hazretleri zimmî hakkında ahkâm-ı İslâmiye ile hükmedileceğine de, “(Habibim, zimmînin veresesi huzuruna arz-ı husumet ettiğinde) onların aralarında da Allah'ın inzal buyurduğu Kur'ân ile hükmeyle.” kavl-i şerifiyle istidlâl etmiştir.


Buharî bu bâbında İbn-i Abbas'tan da (ra): “Temenni olunur ki, nâs vasiyet hususunda sülüsten azaltarak ruba udûl etsin. Çünkü Resûl-i Ekrem ‘sülüs de çoktur.’ buyurmuştur.” dediğini rivâyet ediyor.


Bu nusûsa istinad eden ulemânın ârâ ve ictihadlarını Şârih Ayni şöyle hulâsa ediyor: Terekenin sülüsü miktarını vasiyet etmek câiz olduğunda ulemânın icmâı vardır. Aşere-i Mübeşşere'den Zübeyr de (ra) sülüs malını vasiyet etmiştir. Ulemâ ancak kendisiyle vasiyet câiz olan miktar hakkında ihtilâf etmemişlerdir. Bu miktar rubu mudur, humus mudur, sudüs müdür? Ebû Bekir'den (ra) humus malın vasiyet edilmesi rivâyet edilmiştir. Müşârünileyh hazretleri: “Allah-u Teâlâ Müslümanların ganimet malından humus miktarına razı olmuştur.” der imiş. Ma'mer, Katâde'den Hz. Ömer'in rubu vasiyet ettiğini rivâyet etmiştir. İshak ibn-i Râhuye de İbn-i Abbas'tan rivâyet olunduğu vechile rubu miktarın vasiyeti sünnettir, demiştir. Hz. Ali'den de: “Humus malın vasiyeti bana rubu'dan daha sevimlidir, rubu vasiyet etmek de sülüs vasiyet etmekten bana daha hoş gelir.” dediği rivâyet edilmiştir.


Bu eimme-i seleften başkaları sudüs vasiyeti ihtiyâr etmişlerdir. Kibâr-ı Tâbii İbrahim Nehâi de: “Eslâfımız, vereseden herhangi birisinin hisse-i irsiyesi derecesinde vasiyet edilmesini kerih görürlerdi; veresenin hissesinin az olmasını iltizam ederlerdi. Onlara sudüs sülüsten daha sevimli gelirdi.” diyerek, eimme-i selefin nokta-i nazarını daha mazbut ve ûmumi bir kaideye rabt etmiştir. Diğer bir kısım Tâbii ulemâsı da, uşur, yani terekenin onda birini ihtiyar etmişlerdir. Bir kısım alimler de malı az olup vârisi de bulunan kimsenin vasiyeti terk etmesini iltizâm eylemişlerdir ki; bu ictihad Ali, İbn-i Abbas (ra) ve Âişe'den (rha) de rivâyet edilmiştir.


Zeyd ibn-i Sâbit de (ra): “Kişinin vârisi olmasa bile sülüs malından ziyadesini vasiyet etmesi câiz değildir.” demiştir ki, İmam Mâlik ile İmâm-ı Şâfii'nin ictihadları da böyledir.


2.3. VASİYETLERİN RÜKNÜ, KISIMLARI


Vasiyetin rüknü; mûsiden (vasiyet edenden) icab (teklif) ve muayyen olan mûsâ-lehten (vasiyet olunandan) sarahaten veya delâleten kabuldür.


Vasiyette icab, “Şu malımın sülüsünü filan cihette veya şu kimseye vasiyet ettim veya benden sonra terekenin sülüsü veya şu kadar mal filan şahsa verilir.” gibi bir tabirdir. Kabul de: “Yapılan vasiyeti kabul ettim.” demekten ibarettir ki, bu sarahattir. Fakat mûsinin vefatından sonra mûsâ-bihte (yapılan vasiyette) kabulü gösterir bir tasarrufta bulunmaktan ibarettir ki, bu da bir delalettir. Mûsâ-lehin, mûsinin vefatından sonra vasiyeti kabul etmesi lâzımdır ki, kabul zahir olsun. Ancak vasiyet olunan fakirler, hacc, gazâ, mescidlerin menfaatleri için gayr-ı muayyen bulunur ise vasiyet, kabule muhtaç olmadan yalnız icab ile mün'akid olur, akid yerini bulmuş olur. Kabulün lüzumu, İmâm-ı A'zam ile İmâmeyn'e göredir. İmâm Züfer'e göre kabule lüzum yoktur. Çünkü mûsâ-leh, vâris mesabesindedir. Vârisin kabulüne ihtiyaç görülmediği gibi, mûsâ-lehin kabulüne de ihtiyaç görülmez. Buna cevap olarak deniliyor ki: “Âyeti kerime mantıkınca insan için sa'yinden başka bir şey yoktur, kabul ise bir şey demektir. Kabul etmemek ise sa'ydan mahrumiyettir. Bir de kabulün adem-i lüzumu, musâ ileyhi zarara duçar edebilir. Olabilir ki musâ ileyh minnet altında kalmak istemez ve olabilir ki vasiyet edilen şey, işe yaramaz bir şey bulunur. Artık mûsa ileyh, kabul etmediği bir şey ile neden ilzam edilsin.”


Eimme-i Selâse'ye (İmâm Şâfii, İmâm Mâlik, İmâm Ahmed ibn-i Hanbel mezheplerine) göre de kabul lâzımdır. Ancak kabul hayatta iken değil, mûsinin vefatından sonra esastır. Çünkü vasiyetin hükmü, mûsinin vefatından sonra sabit olur. Bu kabul sarahaten olduğu gibi delaleten de mümkündür. Sarahat malumdur. Delâleten kabul de mûsâ-lehin icabı red etmesi ihtimâlinin sona ermesiyle, diğer bir tabir ile “İcabı red etmekten yeis husûlüyle” sabit olur.


Mesela: Mûsinin vefatından sonra mûsâ-lehin vasiyeti kabul veya reddetmeden vefat eylemesi delâleten kabul hükmündedir. Fıkhi hükümde: Mûsâ-lehin kable'l-kabul (kabulden evvel) vefatıyla vasiyet zâil olmaz.


Mâlikilere göre de mûsinin vefatından sonra muayyen olan mûsâ-lehin kabulü şarttır. Kabul etmeden vefat ederse vârisleri kaim olur. Fakat mutlaka bu şahsa münhasıran vasiyet edilmiş ise vârisleri de hak sahibi olamaz. Fakirler gibi gayr-i muayyen şahıslara yapılan vasiyetlerde kabul şart görülmemiştir.


Şâfiilerce de kabulün fevri olması şart değildir. Mûsâ-leh kabul etmeden vefat etmiş olsa, kabul hakkı vârislerine âittir, velev ki vârisi Müslümanların imâmı olsun. Şu kadar var ki mûsâ-leh, küçük olunca velisinin maslahata göre fevren kabulü veya reddi lâzımdır. Kabulden imtina eden veli yerine hâkim, kaim olarak vasiyeti kabul eder.


Hanbelilere göre de mûsâ-leh kabulden önce vefat ederse kabul hakkı vârislerine intikal eder. Bunların hepsi kabul ederse, vasiyet olunan mala hak sahibidirler. Bir kısmı kabul etmezse, edenler hisselerini alırlar. Vârisler arasında kasırlar (küçükler) bulunur ise velilerin kabulü gerekir. Zararı mucib görürlerse reddetmesi lâzımdır.


Kabul, mûsinin vefatından bir müddet sonra da vuku bulsa, mûsâ-bih ve onun menfaatleri, mûsinin vefatından itibaren mûsâ-lehe âit olmuş olur.


Şâfiilerce de ezher olan kavle göre mûsâ-bih, her ne zaman kabul edilirse edilsin, mûsinin vefatından itibaren mûsâ-lehin mülküne girmiş olur. Reddinden itibaren de mûsinin vârislerine intikal eder. Red ve kabul oluncaya kadar mevkuf bulunur.


Hanbelilere göre de mûsinin vefatıyla mûsâ-lehin kabulü arasında husûle gelen döl, semere gibi münfasil nema (çoğalma), menafi, mûsinin vârislerine âit bulunur.


Mûsâ-lehin mûsâ-bihte daha kabz etmeden (eline geçmeden) tasarrufu caizdir. Mûsinin vefatıyla beraber vasiyet edilmiş bir evi satabilir. Bu kabule delildir. Hanbelilerce de böyledir. Yalnız mûsâ-bih mekilât ve emsali kabilinden olsun. Mebi ise olmaz. Çünkü onda satışın bozulmasından korkulur.


Vasiyetin sıhhati için kabulün icaba muvafakatı şarttır. Zira iki kişiye vasiyet edilen malın sıhhati için ikisinin de kabulü lâzımdır. Birisi kabul etmese, vasiyet iptal olunur. Fakat böyle bir hâne evvela bir şahsa vasiyet edilip rücû vâki olmadan ikinci bir şahsa vasiyet edilmiş olsa, bunlardan yalnız birisi kabul etse, malın yarısı onun olur.


2.3.1. Vasiyetlerin Kısımları

Vasiyetler beş kısma ayrılır.


1 Vâcib olan vasiyetler Emanetleri, borçları sahiplerine vermeye dâir ve vaktiyle yapılmayan hacc, zekât ve keffaretlere âit vasiyetler bu kabildendir.


2 Müstehab olan vasiyetler Borcu ve vârisi olmayan bir Müslümanın bütün mallarını vasiyet etmesi


3 Mendub olan vasiyetler Zengin bulunan ilim ve salâh-i hâl sahiplerine iane için yapılan vasiyetler


4 Mübah olan vasiyetler Gariblerden veya yabancılardan zengin kimselere vasiyet gibi


5 Mekruh olan vasiyetler Fasık, günâhkar kimselere yapılan vasiyet gibi


Vârisler zengin olup veya kendilerine düşecek mal ile istigna hasıl edecekleri anlaşılırsa, bu hâlde vasiyet yapılması evlâ olur. Zira bu vasiyetin yapılması, yabancılara bir tasadduktur, terk edilmesi de kariblere bir hibedir. Tasadduk ise hibeden evlâdır.


Eimme-i Selâse'ye göre bazı vasiyetler vâcib, bazıları da müstehabdır veya mekruhtur. Bu mekruhiyet, zengin bulunmayan bir kimsenin vârisi mevcut olduğu hâlde vasiyet etmesidir. Bilhassa İmâm Ahmed ibn-i Hanbel'e göre karibi zengin ise âlim, mütedeyyin veya mücahid bir zâta veya sâir fakirlere vasiyet etmesi müstehabdır. Fakir kariblerine de vasiyet müstehabdır; ancak fakir karibinin zengin bir kimsesi olmamak kaydıyladır.


Vasiyet olunan şey ayn kabilinden bir mal olunca mûsâ-leh, bundan her türlü mâlikiyet hakkına mâlik olur. Menfaatten ibaret olunca mûsâ-leh, buna muvakkaten mâlik olur, bundan tayin edilen müddet içinde müstefid olur. Sonra bu menfaat, mûsinin vârislerine avdet eder.


2.4. VASİYETLERİN MUSÎLERE (VASİYET EDENE) MÛSÂ-LEHLERE (VASİYET OLUNANLARA) MÛSÂ-BİHLERE (VASİYET EDİLEN MAL VEYA MENFAATLERE) ÂİT ŞARTLARI


1. Mûsinin vasiyet zamanında teberrua ehil olması şarttır. Binâenaleyh mecnun ve mümeyyiz ve gayr-i mümeyyiz bulunan çocukların vasiyetleri câiz değildir. Çocuk, bâliğ olduktan sonra dahi vasiyetini kimseye yapamaz. Mümeyyiz olan çocuğun techiz ve tedfinine âit vasiyeti maslahata uygun görülünce sahih olur. Makberlere defn ve cenaze usûl ve işleri, kolaylığa ve işleri kolaylığa ve masrafa muvafık olmak kaydıyla caizdir.

Mâlikilere göre mümeyyiz çocuğun vasiyeti sahihtir. İmâm Şâfii'ye göre de âkıl olan çocuğun kurubet kabilinden olan vasiyetleri sahihtir. İmâm Ahmed'e göre de sabiy-i mümeyyizin bilcümle vasiyetleri sahihtir.

2. Mûsinin ikrahtan (zorlanmaktan) beri olmaması, hata ile veya hezl tarikiyle vasiyet etmemiş bulunması şarttır.


3. Mûsinin hür olması şarttır. Ne sûretle olursa olsun kölenin, câriyenin, mukâteb (hürriyeti muayyen bir meblağa bağlanmış köle) olsalar da vasiyetleri câiz değildir. Mukâteb köleler vasiyetlerini hürriyetlerine kavuştuktan sonraya talik ettikleri takdirde -Mevlâlarının haklarına zarar vermemek şartıyla- vasiyetleri sahihtir. Azad olmadan evvel ölürse vasiyeti bâtıl olur.


4. Mûsinin terekesinin borç ile müstağrak bulunmamış olması şarttır. Mûsinin borçları terekesinden az veya denk olursa vasiyet bâtıl olur. Alacaklılar borcundan feragat ederlerse sahih olur. Sülüsten ziyadesine vâris olabilir, vârisler icazet ederlerse sahihtir.


5. Mûsâ-lehin vasiyet zamanında hakikaten veya takdiren berhayat bulunması şarttır. Anasının karnındaki cenine vasiyet sahihtir. Ruh nefh edilmemiş ise takdiren, canlı ise hakikaten sahihtir.

İmâm Şâfii ile İmâm Ahmed'e göre ölüye vasiyet câiz değildir. Mâlikilere göre ölü bildiği şahsa vasiyet sahihtir. Bu takdirde o şahsın borcuna, borcu yoksa vârislerine, vârisleri yok ise bâtıl olur. Ölü olduğu bilinmeyen ölmüş insana vasiyet bâtıldır.

6. Mûsâ-lehin münazaaya müncer olacak sûrette meçhul bulunmamış olması şarttır. Yani bir kimse malını iki kişiden birine veya “Malımı bir şahsa vasiyet ettim.” dese sahih olmaz. Fakat bir kimseye “Malımın üçte birini istediğine ver.” dese sahih olur.


Bu meseleler İmâm-ı A'zam'a göredir. İmâmeyn'e göre bu vasiyetlerin birincisi de sahihtir. Şu kadar var ki, mal ikisine de müştereken âit olur. İmâm Muhammed'e göre de mal yalnız birine âit olur. Vârisler muhayyer olup, onlardan dilediklerine verirler.


7. Mûsâ-lehin vasiyet edeceği şahsa, vefatı anında vâris bulunmamış olması şarttır. Meğerki kendisinden başka vârisi bulunmasın. Bulunursa icazeti şarttır. Kardeşe yapılan vasiyetten sonra mûsinin bir oğlu olsa, kardeşe yapılan vasiyet sahih olur.


Eimme-i Selâse'ye göre de vârisler hakkındaki vasiyetler, diğer vârislerin izinlerine bağlıdır. Hanbeli mezhebine göre vârislerine terekeden muayyen şeyleri, hisse-i irsiyelerinden fazla olmamak şartıyla vasiyet edebilir. Zahiriyye'ye göre ise vârislere vasiyet aslâ câiz değildir.


8. Vârislere yapılan vasiyetler, birer akdi lâzım olmayıp bunların muteber olmaları için diğer vârislerin icazetleri şarttır. Herhangi bir ihtiyaca binâen vârislerinden birine fazla bir mal vasiyet etmek isterse, vârislerin rızasına müracaat ederek temlik sûretiyle temin edebilir. Elverir ki sâir vârislerin arasında bir münaferet (kin ve nefret) tevlid etmesin.


9. Mûsâ-lehin mükellef olduğu hâlde mûsinin mübaşereten katili bulunmamış olması şarttır. Katl, gerek kasden ve gerek hataen olsun müsavidir. Katle mübaşeret vasiyetten önce olur ise vasiyet, vârislerin iznine bağlıdır. Sonra olursa aslâ. Bu mesele İmâm Ebû Yusuf'a göredir. İmâm-ı A'zam ile İmâm Muhammed'e göre her ikisinde de icazetle vasiyet sahih olur. Çocukların ve mütesebbiben katil olanların haklarındaki vasiyetler sahihtir. Kısasen katl, vasiyete mâni değildir. Yaralamalarda da vasiyet sahihtir.


Mâlikilere göre amden veya hataen kıtallerde vasiyet sahihtir. Meğerki cinâyetin amden ve hataen işlendiğine kâni olsun.


10. Mûsinin vefatı zamanında mûsâ-bihin şer'i akidlerden biriyle temliki kabil olması şarttır. Koyunların doğuracağı yavruları vasiyet etmek gibi. Bir ağacın ilerideki bütün senelere âit meyvelerini vasiyet sahihtir.


11. Mûsinin vârisleri bulunup da ziyadeyi muciz olmadıkları (fazlaya izin vermedikleri) takdirde mûsâ-bihin nihâyet sülüs miktarı olması şarttır. Vârisler bulunmayıp veya bulunup da icazet vermeleri müstesna.


Şâfii ve Mâlikilere göre vârisi olmayanların bu gibi vasiyetlerinin ifasına Emiru'l-mü'minin tarafından icazet verilmez.


Zahirilere göre fazla vasiyet aslâ câiz değildir. Velev ki vârisi icazet dahi verse.


12. Mûsâ-bih, muayyen, yani işaretle malum olursa, vasiyet zamanında mevcut bulunması şart olduğu gibi, malın bazısında gayr-i muayyen sûrette şayi olunca da inde'l-vasiye mevcut olması şarttır. Fakat malın tamamında -heyet-i umûmîyesinde- şayi bulunduğu takdirde, yalnız inde'l-mevt vücudu şarttır. Mesela:


Bir kimse: “Koyunlarımdan bir koyun vasiyet ettim.” dese, bu koyunun vasiyet anında mevcut bulunmuş olması lâzımdır. Ama “Koyunlarımdan bir mal vasiyet ettim.” dese, kendisinin vefatı zamanında o malın mevcudiyeti lâzım gelir.


2.5. MÛSÂ-LEH OLUP OLAMAYACAK VE MÛSÂ-BİHİN TAMAMINI ALIP ALAMAYACAK KİMSELER


1. Münferit vârisler, mûsâ-leh olabilirler. Karı veya kocadan başka vârisi olmayanlar, mûsâ-leh olabilir. Başkalarına vasiyet edilmediği takdirde bütün mala sahip olurlar. Vasiyetlerde ise vasiyetten geriye kalan mala sehim nispetinde hak sahibi olur. Mesela; kocasından başka vârisi olmayan bir kadın, malının yarısını başka birine vasiyet etse, malın yarısını o kimse alır. Geriye kalan malın 1/3 ini kocası, 1/6 ini de beytü'l-mâl alır.


2. Haml için vasiyet sahihtir. Ana karnındaki çocuğa ne sûretle olursa olsun vasiyet sahihtir. (Ruh nefh edilmiş olsun veya olmasın.) Telef olacak bir vasiyet, vasisi tarafından satılabilir. Cenin nâmına sulh yapamazlar.


3. Mevcut bulunan bir haml ile vasiyet de sahihtir. Ancak o hamlin vasiyetinin sıhhati için mûsinin vefatından itibaren hamlin en az müddetinde yavrunun doğması şarttır.


Hamlin ekalli (en az) müddeti:

İnsanlarda altı ay
Koyunlarda beş ay
Sığırlarda dokuz ay
Kedilerde iki ay
Fillerde on bir ay
Atlarda, develerde, hımarlarda bir sene
Kelblerde kırk gün
Kuşlarda yirmi bir gündür.

Vasiyetler hamle sahih olduğu gibi, haml hariç tutularak da vasiyeti sahihtir. Koyunun yavrusu şart koşulmayarak kendisinin vasiyet edilmesi gibi.


4. Bir kimse, verâsetinden mahrum kaldığı şahsın mûsâ-lehi olabilir. Ailesini boşayıp iddeti bittikten sonra evvelce etmiş olduğu vasiyeti sahih olur. Üç talâkla boşadığı zaman iddete lüzum yoktur. Vasiyet ettiği kadını nikâh eden kimsenin de vasiyeti bâtıl olur. Babası veya anası gayr-i Müslim olanın bunlara vasiyeti, İslam olmaları ile bâtıl olur.


5. Bir kimsenin kendi memluküne malının sülüsünü vasiyet etmesi sahihtir. Kölesine veya câriyesine sülüs miktarı vasiyetten sonra ölse, eğer bu memlukün kıymeti malın sülüsüne müsavi ise meccanen azad olur, değil ise, yani noksan ise bu miktarı da alır. Kendi kıymeti sülüs maldan fazla olur ise bakiyesini temin için çalışması lâzımdır. Çalışmadan da azad olmuş olur. Köleye vasiyet, diğer vasiyetlere takdim edilir.


6. Bir kimsenin kendi müdebberine, ümmi veledine ve bedeli kitabeti, yani çalışmak sûretiyle muayyen bir meblağı vermekten aczini izhar etmiyor ise vasiyet etmesi sahihtir. Vârisin memluküne de vasiyet yapılamaz; ama vârisin evladına yapılabilir. Bir kimse memluküne muayyen bir parayı veya ayni (evi) vasiyet edemez.


7. Bir kimse, bir şahsa mesela yüz lira, diğer bir şahsa da yüz lira vasiyet ettikten sonra üçüncü bir şahsa da: “Seni onlara ortak ettim.” dese, bu üçüncü şahsa her yüz liranın sülüsü verilir. Mûsâ-bihler böyle denk olmayıp muhtelif olursa, üçüncü şahıs her mûsâ-bihin yarısına ortak olur. Kırk altın birine, yüz altın da birine vasiyet edilse, üçüncü şahsı da bunlara “Seni ortak kıldım.” dese; üçüncü şahıs yetmiş altına vâris olmuş olur. Evler de bu minval üzere cereyan eder. Bir kimsenin vasiyet ettiği hanenin gallesi (geliri) vefatından evvel vârislerine, vefattan sonraki gelir mûsâ-lehe âit olur. Satın alınan bir ev vasiyet edildikten sonra bir şuf'adâr çıkıp evi mûsâ-lehten aldığı takdirde, mûsâ-leh evin parasını mûsinin terekesinden alır. Vârisler de şuf'âdâr üzerine müracaat ederler. Bu hâne, hak sahibi tarafından zapt edilse, mûsâ-lehin vârislere müracaat hakkı yoktur. Mutlak vasiyet, yani zengine, fakire aidiyeti söylenmeyen vasiyet sadaka hükmündedir. Bu vasiyet zengine helâl olmaz. Velev ki bu vasiyetten zengin de fakir de yesin demiş olsa. Şu kadar malın vasiyet olsun dese, bu ancak fakirlere tahsis edilebilir. Zenginlere yapılan vasiyetler her zengine helâl olur.


8. Bazı şeylerin mûsâ-bihe tâbi olup olmaması hususunda örf ve adete bakılır. Mesela; bir kimse hanesini vasiyet etse, o hanenin eşyası vasiyete dahil olmaz. Bir küp sirkenin vasiyeti ise küpü ile beraber vasiyet edilmiş olur. Bir Kur'ân'ın vasiyetinde İmâm-ı A'zam'a göre kılıf vasiyete dahil olmaz. Zira kılıf dahil olmuş olsa idi, abdestsiz mesh câiz olmazdı. İmâm Ebû Yusuf'a göre kılıfın dahil edilmesi, vasiyete dahil olmadıkça kılıf vasiyet dışı kalmış olur. İmâm Züfer'e göre kılıf, Mushaf-ı Şerif'e tâbidir.


9. Mûsinin sıhhati icabı, mûsâ-leh muayyen olmazsa, vefatı gününden mûsâ-leh muayyen olup istihkak ehlinden bulunursa, vasiyeti gününden itibaren muteber olur. Binâenaleyh bir kimse “Malımın sülüsünü Zeyd ile Bekir'in evladına vasiyet ettim.” deyip de Bekir'in evladı o kimseden evvel vefat eylese, bu sülüs mal tamamen Zeyd'e âit olur. Fakat mûsinin vefatından sonra Bekir'in oğlu dünyaya gelse, vasiyete sahip olur. Mûsi bunların oğullarından muayyen kimselere işaret ederek vasiyet etse, onlar da mûsiden evvel vefat etse, vasiyet bâtıl olup diğer evladlar vasiyete müstahik olamazlar.


Bir vasiyet muayyen şahıslara yapılıp geriye kalan da fakirlere denilse, o şahısların vefatıyla veya onlardan vasiyetten rücû ile bütün vasiyetler fakirlere dağıtılır.


2.5.1. Menfaatlere Müteallik Meseleler


Mücerret menfaatleri vasiyet caizdir. Bunlarda tevkif câri olduğu gibi te'bid de câridir. Hanbeli fukahasınca da mücerret intifa hakkını vasiyet sahihtir. Hatta yalnız rakabeyi, yani çıplak mülkiyet hakkını vasiyet de caizdir. Fakat İbn-i Leylâ'ya, İbn-i Şübrüme'ye ve Zahiriye'ye göre menafi ile vasiyet bâtıldır.


Bir hanenin süknasını (oturma vasiyeti) muayyen bir kimse için gerek müebbeden ve gerek muvakkat olarak vasiyet sahih ise de gayr-i muayyen şahıslara, mesela fakirlere vasiyet, İmâm-ı A'zam'a göre sahih değildir. Bir kölenin hizmeti, bir hayvanın rükubu da böyledir.


Bir hanenin süknası veya bir kölenin hizmeti ale'l-ıtlâk vasiyet edilince te'bide haml olunur. Ama birkaç sene diye vasiyet edilirse üç seneye masruf olur. Hâne veya kölenin gallesini vasiyet sûretinde de hüküm böyledir. Gallesi vasiyet edilen üzüm asmalarının yaprakları, üzümleriyle kurumuş odunları da gallesinden sayılır. Fakat arsa üzerindeki ağaçlar bulunsa, yalnız bunlardan hasıl olacak şeylerin sülüsü verilir. Gallesi vasiyet edilen bir arsa üzerinde ağaç bulunmazsa ve bundan başka malı bulunmasa, bu arsa kiraya verilip bedel-i icarenin üçte biri mûsâ-lehe verilir.


Koyunların sütünü, yününü ve karınlarındaki yavrularını ebediyen de olsa vasiyet etmesinde, vefatı zamanında mevcut olan maldan istifade ederler, sonra çoğalanlardan alamazlar.


Bir kimse, meyve ağaçlarının gallesini birine, rakabelerini de diğer birine vasiyet etse sahih olur. Kölenin rakabesini birine, hizmetini de birine vasiyet etse sahihtir. Hizmetle vasiyetlenen şahıs ölünce, köle rakabesiyle vasiyetlenene intikal eder. Ağaçların masrafları da gallesine vasiyet yapılan şahsa âit olur. Köle çocuk veya hasta olur ise nafakası rakabesine, sağlam olur ise hizmetine vasiyet olana âit olur. Şifa bulacak hastalar da böyledir. Şâyet ehl-i hizmet köleye bakmaktan imtina ederse, köle rakabesine red olur. Köle cinâyet işlemiş olsa diyetini vermek hizmet sahibine lâzım gelir. Hizmet sahibi öldükten sonra vârisleri bu diyet ile rakabe sahibine rücû ederler. İmtina ettiği takdirde köle satılır. Bu diyeti rakabe verecek olsa hizmet sahibinin hakkı iptal olur, vasiyet bilkülliye bâtıl olur. Bir kimse, kendisine hizmeti vasiyet edilen köleyi bulunduğu beldeden çıkaramaz. Başka bir mahalde bulunması müstesnadır. Başka mahalde bulunan ikinci zevcesinin yanına da götüremez; meğerki o zevceye hizmeti şart koşulsun.


Bir hanenin veya bir kölenin gallesi kendisine vasiyet edilmiş olan kimse, o hanede ikamet, o köleyi istihdam edemez. Kendisine bir hanenin süknası veya bir kölenin hizmeti vasiyet edilmiş olsa, ne o haneyi ve ne de o köleyi başkasına icara veremez. Süknası vasiyet olunan bir hanenin ikamet için taksimi takdirinde vârisler kendi ellerinde bulunan sülüsân (2/3) hisseyi satamazlar. Bu İmâm-ı A'zam'a göredir. İmâmeyn'e göre satılır. Bir hanenin bir şahsa gallesi sahih, iaresi bâtıldır.


Zahirilere göre mûsinin vefatı anında tenfiz edilemeyecek bir şey ile vasiyeti sahih değildir. Mesela bir hanenin gallesiyle veya bir bostanın sonra zuhur edecek mahsûlatıyla ve bunlara benzer sâir şeyler ile yapılan vasiyetlerin hükmü yoktur.


2.6. VASİYETLERİN CEVAZINA (MÜSAADESİNE) BUTLANINA (BÂTILLIĞINA) ÂİT BAZI MESELELER


2.6.1. Câiz Olan Vasiyetler


1. Dilsizin malum işaretiyle yapacağı vasiyeti caizdir. Dil tutukluğu devam edip maruf işareti bulunan kimse de dilsiz hükmündedir.


2. Bir kimsenin kendi yazısıyla vasiyeti caizdir. Başkasının yazısıyla câiz değildir. Binâenaleyh bir kimse, kendi eliyle bir vasiyetnâme yazıp da iki kişiyi de şahid tutar ise vasiyeti muteber olur. Ama birisi nâmına başkası tarafından yazılmış bir vasiyetnâme muteber olamaz.


3. Alâ hatari'l-vücut olan, yani vücuda gelmesi mutad bulunan bir mâdûm ile vasiyet caizdir. Mesela malı olmadığı hâlde vasiyet etmesi, bağının meyvelerini bir zâta yaşadığı müddetçe vasiyette bulunması sahihtir. Mevcut bir malına işaretle yapılan vasiyet sahih, o mal helâk olur ise vasiyet iptal olur.


4. Mahcur olan sefihin, yani malını beyhude yere sarftan ve israf ile tebzir ile itlâfından (telefinden) dolayı hâkim tarafından hacr ve menedilen kimsenin vasiyeti hayır sahiplerinin vasiyetleri gibi ise caizdir. İlla câiz olmaz. Böyle bir vasiyet Eimme-i Selâse'ye göre de caizdir.


5. Vasiyetin şarta taliki veya bir kayıt ile takyidi caizdir. Mesela: “Ben ölürsem zimmetindeki alacağım sana helâl olsun, sende alacağım varsa ibra ettim.” gibi şartlar câiz olur. Mâlikilerce de bu talik ve takyit caizdir. “Şu hastalığımdan şifa bulmaz ölürsem veya şu yolculuğumda vefat edersem, terekemden filana şu kadar veriniz.” dese sahihtir. Ölmeden döner ve şifa bulursa hükümsüzdür. “Ben filan yere gidersem, sen ölürsen.” şeklindeki vasiyetler bâtıldır.


6. Bir hayvan hamlinin infakı için vasiyet câiz olduğu gibi, mevcut hayvana da vasiyet caizdir. Yalnız “Filan şahsın hayvanlarına şu kadar arpa ve saman parası verilsin.” vasiyeti bâtıldır. Fakat “Filan şahsın hayvanına şu kadar arpa infak edilsin.” vasiyeti sahihtir.


7. Bir yabancının memluküne her ay şu kadar meblağ infak edilmesi caizdir. Bu memluk satılırsa vasiyet devam eder, azad ederse bâtıl olur.


8. “Vasiyet ettim.” tabiri ile “Sadaka ettim.” tabirleri vasiyet hükmündedir.


9. Miktarda, adette hata edilse bile şayi sûrette zikir olunan veya kendisine işaret edilen şey hakkındaki vasiyet caizdir.


10. Cemi sigasıyla yapılan bir vasiyetin iki üç şahsa verilmesi câiz olur. Cem'in ekalli ikidir. İkiden aşağı olanlar fert olur, topluluk olamaz. Onun için bir kimse, “Malımın sülüsünü Amr'ın oğullarına veya beş oğluna vasiyet ettim.” dese de Amr'ın iki oğlu veya üç oğlu bulunsa bu sülüsün tamamını alırlar. Bir oğlu bulunmuş olur ise vasiyet olunanın yarısına müstahik olabilir.


11. Bir şeyin aynını bir şahsa, müştemilatından birini de diğer bir şahsa vasiyet caizdir. Mesela boğazlanmış bir koyunun eti bir şahsa, derisi bir şahsa, başaklı buğday bir şahsa, samanı başka bir şahsa caizdir. Buğdayı dökmek, koyunu yüzmek bu iki şahsa âit olur. Boğazlanmamış ise boğazlanma ücreti et sahibine âit olur.


2.6.2. Bâtıl Olan Vasiyetler


1. Bir vasiyet red olunmadıkça kabulün tehiri ile bâtıl olmaz.


2. Masiyete yardımı müstelzim olan vasiyetler bâtıldır. Binâenaleyh bir kimse, vefatından sonra nâyihalar için üç gün taam verilmesini vasiyet etse sahih olmaz. Nitekim vefatından sonra nâsa ziyafet verilmesini vasiyet etmesi de muteber olmaz. Ancak tekfin ve techizine ve taziyetle meşgul olacak yakınlara taam için vasiyet caizdir. Haneleri bir günde gidip gelmeye mümkün olmayan yakınları -ister zengin ister fakir olsun- yemeleri helâl olur. Fakat yanında bulunan akrabası vârislerden ise yiyemezler. Meğerki bunların hizmet ve muavenetlerine muhtaç bulunsun. Sâir imâmlara göre de masiyete müeddi olan vasiyetler bâtıldır. Makbere yerinde mescid yapmak, nâmahremlerin beraber bulunmaları icab edecek sûrette mevlid-i şerif okutmak gibi.


3. Cenaze namazını muayyen imâmın kıldırması, cenazenin filan beldeye nakledilmesi veya şu çeşit elbiseyle kefenlenmesi hakkında vasiyet bâtıldır. Vasî, vârislerin izni olmadan nakilde bulunsa, masrafları kendine ödettirilir. Bir kimsenin kendi hanesine defn edilmesi, hangi kitap olursa olsun kendisiyle gömülmesine yapılan vasiyet bâtıldır. Kabir üzerine kubbe yapılması ile başında Kur'ân okuyana şu kadar verilmesi gibi vasiyetler ise mekruhtur.


4. Mûsinin; mûsâ-bihi, mûsâ-lehe filhâl temlik ile vasiyeti bâtıl olur. Mûsi bu mala sonra sahip olursa, mûsâ-leh hak sahibi olamaz.


5. Mûsinin vefatından evvel mûsâ-lehin vefatıyla veya mûsâ-bihin helâkıyla da vasiyet bâtıl olur.


6. Vasiyet edilen malın hepsi de muttasıl sûrette istisna edilse, İmâm-ı A'zam ile İmâm Ebû Yûsuf'a göre câiz olur. Mesela: “Şu yüz liramı, yüzü de müstesna olmak üzere vasiyet ettim.” demesiyle vasiyet caizdir, istisnanın hükmü kalmaz. İmâm Muhammed'e göre bâtıldır.


7. Mûsâ-bih ile mûsâ-lehi temin mümkün olmayınca vasiyet bâtıl olur. Mesela: “Şu kadar meblağ ile tarafımdan bir köle satın alınarak azad ediniz.” diye yapılan vasiyete âit meblağın bir kısmı telef olsa vasiyet bâtıl olur.


8. Müstahikkin cehaletine mebnî vasiyet bâtıl olur. Mesela; tayin edilmeden iki şahıstan birine yapılan vasiyet bâtıl olur. Çünkü hak sahibinin meçhul olması hâlinde vasiyetler bâtıldır.


9. Cinâyeti mukabilinde veli cinâyete verilen veya borç mukabilinde satılan memlûk (köle) hakkındaki vasiyet bâtıl olur. Cinâyet işleyen kölenin diyetini vermiş olan vasî, köleyi azad etmez. Edecek olur ise tazminatı vermek mecburiyeti vardır.


10. Mûsi, vasiyetinden sonra tecennün (cinnet) etse bakılır: Eğer cinneti, mütbik, yani bütün zamanını müstev'ib olup altı ay kadar devam ederse vasiyeti bâtıl olur. Bu müddet, İmâm Ebû Yusuf'a göre bir ay, İmâm Muhammed'e göre bir senedir. Böyle olmazsa bâtıl olmaz. Mûsi, vasiyetten sonra vesveseye tutularak matuhen ölse vasiyeti bâtıl olur.


11. Mürtedin hâl-i İslâm'ındaki vasiyeti bâtıl olur. İmâm-ı A'zam'a göre hâl-i riddetindeki vasiyeti de bâtıldır. Bir Müslümana nazaran sahih olmayan vasiyeti de bâtıldır, sahih olan vasiyeti mevkuf olunur. İslâm'a rücû ederse nafiz, etmez de ölür veya öldürülürse bâtıl olur. İmameyn'e göre mürtedin tasarrufatı filhâl sahihtir. İntikal ettiği millet hakkında sahih olan vasiyetleri sahihtir. Mâlikilere göre vasiyetler, mûsinin ve mûsâ-lehin riddetleriyle bâtıl olur. Fakat mûsâ-bihin riddetleriyle bâtıl olmaz. Vasiyet edilen bir kölenin dinden çıkması gibi. Mûsi dine rücû ederse, ancak yazılı olan vasiyetleri câiz olur.


12. Bir Müslümanın gayr-i mütekavvim bir mal hakkındaki vasiyeti bâtıldır. İçki ve hınzır gibi bir şeyi vasiyet etmek gibi.


13. Muayyen mûsâ-bih ile vasiyet, takayyüt edip helâkıyla bâtıl olur. Mûsinin vefatından evvel helâk olan vasiyet bâtıl olur. Velev ki mûsi bunların emsaline mâlik olsun.


14. Gayr-i muayyen mûsâ-bih ile vasiyet takayyüt etmez. Koyunları olmadığı hâlde vasiyet etse, sonra koyunlara mâlik olunca vasiyeti tenfiz edilir. Koyunları olmadığı veyahut yalnız bir koyunu bulunduğu hâlde “Filan için koyunlarımdan bir koyun vasiyet ettim.” dese, vasiyeti bâtıl olur. Fakat koyunları olmadığı veya var iken helâk olduğu hâlde “Filan şahsa malımdan bir koyun vasiyet ettim.” dese, vefatında mûsâ-lehe orta hâlli bir koyun kıymeti verilir. Malları arasında koyunları bulunursa bir koyun veya bunun kıymeti verilir. Koyunları olmadığı hâlde onlara ve sâir mallarına izafe etmeksizin “Bir koyun vasiyet ettim.” dese, vasiyet bâtıl olur. At, deve gibi hayvânât, buğday, arpa gibi hububat vesâire hakkında hüküm böyledir.


15. Bir kimse, kendisine meyvesi vasiyet edilmiş olan bir bahçeyi mûsinin vârislerinden satın alsa bey (satış) câiz, vasiyet bâtıl olur. Fakat vasiyet edilmiş olan galle, sükna ve hizmet gibi mücerret haklarda satış muamelesi câiz olmaz.


2.7. VASİYETLERDEN RÜCÛA (DÖNMEYE) DÂİR BAZI MESELELER


Vasiyetler, birer akd-i caizdir. Birer akd-i lâzım olmadıkları için kendilerinden rücû, yani dönmek kabildir. Bütün müctehidlerce ancak “tedbir-i mutlak” kabilinden olan bir vasiyetten rücû sahih değildir. Bunda da ihtilâf olunmuştur. Nitekim izah edilecektir. Vasiyetlerden rücû, sarahaten veya delâleten olacağı gibi, bazı hâllerde zarureten de sabit olur. Açıktan, yani malum ve kat'i lâfızlarla olur ki, buna “rücû kavli” de denir. Mesela “Ben filan şahsa yapmış olduğum vasiyetimden rücû ettim. Ben o vasiyeti terk ettim, ettiğim vasiyet bâtıldır, Amr için yaptığım vasiyet Zeyd'indir.” dese sarahaten dönmüş olur. Delâleten rücû üç sûretle olur. Rücû fiilidir.


1. Vasiyet edilen bir malın yok edilmesi veya tebdil edilmesi gibi. Mesela vasiyet edilen koyunu kesmek, demiri kılıç yapmak gibi.


2. Vasiyet edilen malı teslimine mâni olacak bir şekilde ziyade etmekle olur. Mesela vasiyet edilen arsa üzerine bina yapmak, araziye ağaç, üzüm dikmek gibi.


3. Vasiyet edenin mülkünü izale edecek bir tasarrufta bulunmakla olur. Mesela vasiyet olunan bir malı başkasına satması veya hibe ve teslim etmesi veya ayrılması mümkün olmayan bir şeye karıştırılması gibi.


Zarureten rücû ise, vasiyet olunanın kendi kendine tagayyür etmesi. Mesela yumurtadan civciv çıkması, yaş üzümün kuruması gibi. Bu değişiklik vefattan evvel olmalıdır, sonra vasiyet sahihtir.


Vasiyetler bazı bölümlere ayrılır ki ezcümle şunlardır:

1. Vasiyet-i mürsele


2. Vasiyet-i gayr-i mürsele


3. Vasiyet-i mutlaka


4. Vasiyet-i mukayyede


5. Vasiyet-i muallaka


Vasiyet-i mürseleden, yani muayyen bir mala müteallik vasiyetten, hem kavlen ve hem de fiilen rücû sahihtir. Muayyen bir hanesini birine vasiyet ettikten sonra rücû gibi.


Vasiyet-i gayr-i mürseleden, yani sülüs, rubu, sudüs gibi kesr (1/3+1/4+1/6) ile vuku bulan bir vasiyetten fiilen rücû sahih olmayıp yalnız kavlen rücû sahihtir.


Tedbir-i mukayyed kabilinden olan bir vasiyetten kavlen rücû sahih olmayıp yalnız fiilen rücû sahihtir. Mesela: “Ben şu hastalığımdan ölürsem filan kölem azad olsun.” diye vasiyet etse, artık bundan kavlen dönemez. Bu köleyi satarsa sahihtir. Sattığı köleyi tekrar satın alsa vasiyet avdet eder.


Tedbir-i mutlak kabilinden olan bir vasiyetten kavlen rücû sahih olmadığı gibi, fiilen rücû da sahih değildir. Bir kimse “Her ne zaman ölürsem şu kölem azad olsun.” diye vasiyette bulunsa, artık bundan bilâhare ne kavlen, ne fiilen dönemez.


Bir kimse yapmış olduğu vasiyeti inkar etse rücû sayılır. İmâm Muhammed'e göre inkar rücû sayılmaz. “Vasiyeti tehir ettim.” demek, libası yıkamak, kumaşı biçmek rücû sayılmaz. “Yaptığım her vasiyet haramdır veya ribadır.” demesi, rücû değildir.


Bir kimsenin iki vasiyetinden biri diğerine münâfî olmasa, ikisi de usûlü dâiresinde tenfiz olunur. Fakat biri diğerine münâfî olsa, bu bir rücû mesabesinde olup sonraki olan vasiyet, ilk vasiyeti iptal eder. Mesela; kölesinin satılmasını, sonra da azad edilmesini vasiyet etse, birinci vasiyet iptal olur. “Filan zâta yaptığım vasiyet filan zâtadır.” dese, ikinci vasiyet ettiği zât, vasiyet zamanında hayatta ise, birinci vasiyetten rücû etmiş sayılır.


Fuzuli olan bir vasiyet, teslim olunmadık bir hibeye müteşabihtir. Binâenaleyh mal sahibi bu vasiyete icazet verse de tesliminden evvel icazetinden rücû edebilir. Mesela; birinin yanında vedia olarak bulunan bir eşyayı, malı o şahıs vasiyet etse ve bu vasiyete mal sahibi de icazet verse, vasiyet sahih olur.


2.8. VÂRİSLERİN VASİYETLERE İCAZETLERİ (İZİN VEREBİLMELERİ)


Borç gibi şer'i mânilerden biri bulunmaksızın bir yabancıya terekenin sülüsüne (1/3) kadar yapılmış olan vasiyetler, vârisler izin verseler de, vermeseler de sahih olur. Fakat vârislerden birine yapılan vasiyet ne miktarda olursa olsun, diğer vârisler icazet vermedikçe sahih olmaz.


Bir yabancıya terekenin sülüsünden (1/3) ziyade vasiyet edilmiş olur ise bakılır: Eğer vârisler, men yureddu aleyh (kendilerine terekenin bakisi red olunan vârisler) takımından ise bu vasiyete icazet verirlerse, vasiyet olunanın tamamı verilir. Eğer vârisler men la yureddu aleyh (kendilerine terekenin bakisi red olunan vârislerden) olmazlar ise, bu vasiyete icazet verirlerse kendi hisseleri mûsâ-bihten (vasiyet edilen maldan) baki kalan tereke miktarından itibar olunur, mütebakisi de beytü'l-mâle âit olur. Ama icazet vermezlerse mûsâ-leh, terekenin sülüs miktarı ile beytü'l-mâle düşecek hisseden mütebaki miktarı alır. Vâris, hissesinin yalnız bir sülüsünü gâib etmiş olur. Men yureddu aleyhe misal: Bir kızı olandır. Men lâ yureddu aleyhe misal: Zevc veya zevcedir.


Vasiyetin beytü'l-mâlden olmadığına ve beytü'l-mâle âit hisseler hakkında icazet verilemeyeceğine kail olan müctehidlere göre mûsâ-leh terekenin sülüsünden fazlasını alamaz.


Terekenin sülüsünden ziyade miktarı hakkında vârislerin icazetlerinin sahih olması için vasiyetin miktarına vâkıf olmaları şarttır.


Hanbelilere göre “Ben malın az olduğunu zannederek icazet verdim.” diyene yemin teklif edilir, sözü yemin ile kabul olunur.


Fazla mala icazette çocukların, mecnunların icazetleri muteber değildir. Çünkü teberrua ehil olmak şarttır.


Vârisler, icazetlerini mûsinin hayatında vermiş olsalar dahi, mevtinden sonra icazetlerinden dönebilirler. İbn-i Ebi Leylâ'ya göre mûsinin hâl-i hayatında da vârislerin icazetleri muteberdir. Fakat vefattan sonra verilen icazetten dönemezler.


Marizin (hastanın) icazeti, ibtidaen vasiyet gibidir. Binâenaleyh mûsinin vârisi akıl-bâliğ olduğu hâlde mariz bulunsa da vasiyete icazet verse bakılır: Eğer bu marazdan ifakat (şifa) bulursa icazeti sahih olur. Ölür ise ve mûsâ-leh de vârislerden değil ise bu icazeti 1/3 malı üzerinden ancak sahih olur.


Terekesi borcuna ancak kafi gelebilen bir vasiyetin ifası, akrabaların icazetine bağlıdır. Alacaklılar da icazet vermezlerse, borçlunun vasiyeti sahih olmaz.


Kendisinden sonra evlenmemeye söz veren zevceye edilen vasiyete, vârislerin icazet vererek vasiyeti yerine getirdikten sonra zevce evlenirse, vârisler vasiyet edilen malı geri alamazlar. Nitekim evlenmemek üzere kölesinin azad edilmesini vasiyet edip de o da vefatından sonra evlenmeyeceğini söylese azad olur, bilâhare evlense hürriyetine mâni olunamaz, vasiyet sahihtir.


2.9. MÜTEADDİT VASİYETLERDEN HANGİLERİNİN TAKDİM EDİLECEĞİNE (ÖNE ALINACAĞINA) DÂİR MESELELER


Müteaddit vasiyetler ictima edince bakılır: Eğer terekenin sülüsü bunların hepsine kafi ise veya kafi olmadığı hâlde vârisler ziyadeye icazet verirlerse, hepsi de yerine getirilir. Fakat bir kısmına kafi olup vârisler de muciz olmazlarsa, aşağıdaki meseleler vechile muamele olunur.


Vasiyetlerde Hukukullah ile muayyen hukuk-u ibad ictima edip terekenin sülüsü hepsine kifâyet etmeyince, bu sülüs bu iki kısım haklara taksim olunur. Yoksa Hukukullah'a veya hukuk-ı ibada (kul haklarına) müteallik vasiyetler takdim olunmaz. Mesela; bir kimse “Malımın sülüsü hacc ve zekâtım ile fakirlere sadakadır.” diye vasiyet etmiş olsa, evvela hacc ile zekâta âit vasiyeti infaz edilir, sonra bir şey kalırsa, o da fakirlere tasadduk olunur.


Kezâlik bir kimse, malının üçte birini hacc ile zekâtına ve filan şahsa ve keffaretler için vasiyet etmiş olsa, terekesinin sülüsü dört kısma ayrılır, sonra hacc ile zekâta ve keffaretlere âit kısımlar cem edilerek, bunların ehemmiyetine göre takdimen tenfiz olunur. Yoksa hacc ve zekât gibi ferâiz-i ilâhiye, hakk-ı âdemiye takdim edilmez.


Hukukullah'a müteallik muhtelif vasiyetler toplandığı takdirde, en kuvvetlisi takdim olunur. Binâenaleyh evvela hacc ve zekât gibi ferâize âit vasiyetler, sonra keffaretler, nezirler gibi vâciblere âit vasiyetler, daha sonra da nafile hacc, nafile sadaka gibi nafile vasiyetler icra edilir. Vasiyetler kuvvetçe eşit olduğu hâlde sülüs mal kifâyet etmezse, vasiler de bunların hepsine veya bazısına icazet vermez ise, mûsinin ilk önce yapılmasını istediği vasiyet öne alınır. Binâenaleyh müteaddit vasiyetlerin hepsi de farz veya hepsi de nafile ise, mûsinin takdim ettiğine evvela tenfiz lâzım gelir. İmâm Ebû Yusuf'tan bir rivâyete göre zekât haccdan evvel infaz edilmez, velev ki mûsi zekâtı evvel kabul etse dahi. İmam Muhammed'e ve İmam Ebû Yusuf'tan diğer bir kavle göre zekât hacca takdim edilir.


Şâfiilere göre farz olan hacc ile sıhhati hâlinde nezr edilen hacc, ölenin vasiyeti bulunsun bulunmasın, sâir borçları gibi bütün terekesinden ifa edilir ve bu hacc için bedel, mikaddan tutulur.


Vasiyet hususunda evvela, keffaret-i katl, keffaret-i yemin, keffaret-i zıhâr, keffaret-i iftar, nezr, fitre, udhiyyeye bittakdim infaz olunur. Bu tertip üzerine bunlar birbirinden kuvvetlidir.


Hukuk-ı ibada müteallik vasiyetlerde takdim câri olmaz. Hukuk-ı ibadda müneccez ıtk ile tedbir ve muhabat hâlleri müstesnadır. Bunlar her hâlde öne alınır. Şöyle ki; bir kimse, maraz-ı mevtinde kölesini azad etse veya bir kimse: “Ben öldüğüm zaman şu kölem hürdür veya şu hastalığım neticesinde ölürsem şu câriyem azad olsun.” diye tedbir sûretinde vasiyette bulunsa veya bir hasta, bir malı hakkında birisi nâmına muhabatta bulunup o hastalıktan ölse, evvela bu vasiyetleri infaz edilir. Bakiye bir şey kalırsa, sâir vasiyetleri usûlü vechile sarf edilir.


Şâyet maraz-ı mevtteki köle azadı ile maraz-ı mevtteki muhabat ictima edip de terekenin sülüsü kifâyet etmez ise İmâm-ı A'zam'a göre muhabat, ıtktan evvel gelir. İmâmeyn'e göre ise evvelce yapılmış olsun veya olmasın, ıtk, muhabata takdim edilir.


Zahirilere göre bir kimsenin sülüsi malı, vasiyet ettiği şeylere kifâyet etmezse, ilk evvel söylediği şeyden başlanır, sülüs bitinceye kadar sarf edilir, bitince sâir vasiyetleri bâtıl olur.


2.10. HAYIR CİHETLERİNE ÂİT VASİYETLERİN TENFİZ (YERİNE GETİRİLMESİ) SÛRETLERİ


2.10.1. Hacc Vasiyetlerinin Tenfiz Usûlü


Farz olan haccı ifa için bedel tutulması vasiyet edilmiş olunca bakılır: Eğer nafaka, yani hacc için vasiyet edilmiş mal, kafi ise vasiyet edenin bulunduğu yerden ve kafi değilse kifâyet edeceği mahalden itibaren bedelin râkib (binitli) olarak hacc etmesi lâzım gelir. Hatta vasiyet edenin beldesinden râkiben hacca nafaka kifâyet etmemekle bir kimse “Ben bu nafaka ile piyade olarak hacc ederim.” dese câiz olmaz. Şâyet nafaka, râkiben hacca kafi iken bedel, mâşiyen (yürüyerek) hacc ederek nafakanın bir miktarını kendisi için tasarruf ve istibka etse nafakayı tazmin eder.


Kezâlik nafaka yetişir olduğu hâlde vasî, mûsinin beldesinden başka bir yerden hacc yaptırsa, verdiği nafakayı zâmin olur. Meğerki mûsinin beldesiyle o yere bir gün içinde daha gece olmadan gidip gelmek mümkün bulunsun.


Hacc farz olduğu senede hacca gidip de yolda ölene, kendisi için hacc yaptırılmasının vasiyeti vâcib olmaz. Tehir edilmiş hacc için vasiyet vâcib olur. Hatta hacc yolunda ölse dahi. Binâenaleyh vasiyet edince nafaka kafi ise beldesinden, değilse kifâyet ettiği yerden hacc ettirilir. Şâyet muayyen vatanı yok ise vefat ettiği mahalden ve müteaddit vatanı var ise Mekke-i Mükerreme'ye en yakın vatanından hacc ettirilmesi lâzımdır.


Bir kimsenin kendi beldesinin dışında bir beldeden hacc edilmesine vasiyette bulunması hâline riâyet edilirse de, vasiyet sahibi asim olur. Vasiyet eden Mekke-i Mükerreme ahâlîsinden olduğu hâlde başka beldede ölürse, Mekke'den hacc yapılması gerekir. Bu hacc, Hacc-ı Kıran olarak vasiyet edilmiş ise vefat ettiği beldeden ifa edilir.


Malın sülüsü nispetindeki maldan hacc yapılması vasiyet edilmiş ise, eğer bir hacc zikredilmiş ise bir hacc icra edilir, mütebaki mal vârislere verilir. Tasrih edilmemiş ise hepsiyle kaç hacc yapılabilirse o kadar yapılır. Yalnız bu haccın hepsinin bir senede yapılması lâzımdır. Başka başka senelerde yaptırılmasına kail olanlar da vardır.


Hacc için vasiyet edilmiş olan bir mal, mevlâsının izniyle hacc etmek üzere bir köleye verilse sahihtir; fakat müstahsen değildir.


Bir kimse, bir miktar mal ile nâmına hacc ettirilmesini vasiyet etmiş olunca bakılır: Eğer yolda emniyet var ise hacc ettirilir. Yok ise mal, din alimlerinin münasip görecekleri bir cihet-i hayra sarf olunur.


Bir kimse hacc için malının bir kısmını vasiyet etmiş olmakla vefatında vasî, terekeyi taksim edip vasiyet edilen miktar kendisinin elinde veya hacca gidecek kimsenin elinde zayi olsa, baki kalan terekenin sülüsünden hacc yaptırılır. Böyle helâk ile kifâyet edecek miktar mal kalmasa, vasiyet bâtıl olur. Nitekim mûsinin haccı için bizzat ayırmış olduğu muayyen mal, vefatından sonra zayi olsa, vasiyet bâtıl olur. Diğer terekenin sülüsünden hacc lâzım gelmez.


2.10.2. Keffaret Vasiyetlerinin Tenfiz Sûreti


Keffaret-i salah için vasiyet edilen malı vasî, vasiyet sahibinin usûl ve füruundan (ana, baba, evladlarından) olmayan Müslim ve muhtaç bulunan sâir vârislerine sarf edebilir. Fakat muayyen bir şahıs için yapılmış ise, o şahıstan başkasına veremez.


Fakirlere vasiyet edilen keffaret-i salat vasiyeti kendisinin vârislerine veya vârislerinden birine sarf edilebilir. Şu kadar ki vârislerin muhtaç, bâliğ, hazır ve razı olmaları şarttır. Binâenaleyh vârislerinden bazıları çocuk veya gâib bulunsa veya hazır olduğu hâlde gayr-ı razı veya gayr-ı muhtaç olsa, sarf câiz olmaz.


Bir kimse, keffaret-i salat ve siyamı için vasiyet edip de terekesinin sülüsü bir takım mu'sir kimselerin zimmetlerinde bulunsa vasî, o malı o kimselere fidye-i salat veya siyam olarak terk etse câiz olmaz. Fakat bu sülüs mal gasb edilmiş ve istihlakta bulunulmuş olsa vasî, sülüsü mu'sir bulunduğu hâlde o gasibe sadaka olarak terk etse caizdir.


2.10.3. Hayır Yerlere Vasiyetlerin Tenfizi


Bir kimse: “Malımın sülüsü hayır cihetine sarf edilsin.” diye vasiyet etse bu mal, vasisi veya vârisi tarafından hayır ve ıtlâk olunan herhangi bir mahalle sarf edilebilir. Hatta vasî böyle bir sarfta bulunduktan sonra vârislere “Sarf eylediğin yerleri bize bildir.” diye vasiyi muâheze edemezler.


Bir kimse, malının sülüsünü amal-i birre, yani hayır işleri için vasiyet etse bu malı, hapishane gibi imar ve ıslah-ı hayır müesseselerden olmayan mahalle sarf edemezler. Fakat bir vakfın imarına veya bir mescidin tenviratına sarf edilebilir. Ama bunların tezyinatına sarf edilemez. Bu vasiyet fisebilillah olduğu takdirde, malın gaza işlerine sarfı lâzımdır. Yolda nafakası bitmiş hacıya da verilebilir. Hanbelilere göre Allah Teâlâ'ya veya Resûl-i Ekrem nâmına vasiyet caizdir. Bu hâlde mal, ammenin işlerine sarf edilebilir.


Muayyen bir cihete (hayra) vasiyet edilmiş olan bir mal, buna kifâyet etmezse, başka cihete sarf edilmez. Belki yetişeceği miktara kadar istirbah olunarak gallesi aslına ilave edilir. Fakat bir kimse “Malımın sülüsü ile filan mevsimde veya fisebilillah insanlara su verilsin.” diye vasiyette bulunsa câiz olup o sülüs, hayır cihetlerinden birine sarf olunur. Bu, İmâm Muhammed'e göredir, fetva da bu vechiledir. Bir kimse maraz-ı mevtinde malının sülüsünden “Filan yerde bir çeşme yapılıp artan miktarı filan zâtların istedikleri şahıslara verilsin.” diye vasiyet ve tenfizine birini vasî nasb etmiş bulunsa vasî, fazla kalan miktarı o kimsenin bâliğ ve fakir olan vârislerine, o zâtların reyleriyle verebilir. Vasiyet edilen yerde o hayırın yapılması mümkün olmasa, mümkün olan yerde yaptırılır. Artan da vârislere verilir. Çeşme gibi.


Mekke-i Mükerreme nâmına vâki olan bir vasiyet, Mekke-i Mükerreme'nin fakirlerine masruf olur. Fakat muayyen veya gayr-i muayyen bir mabet nâmına vuku bulan bir vasiyet, o mabedin mesalihine sarf olunur (imaratına, kandillerine ve sâir levazımına sarf etmek). Bazı ulemâya göre, o mescidin fakirlerine sarf olunur. Mesela: Camiu'l-Ezher nâmına vuku bulan vasiyet, bu caminin fakirlerine sarf olunur. Bir kimse, başka bir malı olmadığı hâlde hanesini mescid olmak üzere vasiyet edip vârisleri de icazet verseler, o hâne tamamen mescid yapılır. İcazet vermezlerse yalnız üçte biri mescid ittihaz edilir. Bir kölenin muayyen bir mescidde hizmet ve müezzinlik etmesini vasiyet caizdir. Bu hâlde kölenin kazancı, nafakası çıktıktan sonra mûsinin vârislerine âit olur.


Bir hayvanın arkasını, yani rükubünü bir kimse için tayin etmeksizin fisebilillah vasiyet etmek bâtıldır. Bu İmâm-ı A'zam'a göredir. Bu vasiyet, vakıf mânasına olduğundan câiz görmemiştir. İmâmeyn'e göre caizdir.


2.11. KARÎBLERE (YAKINLARA), EHL-İ BEYTE, CÎRÂNA (KOMŞULARA) VESÂİRE NÂMINA YAPILACAK VASİYETLER


2.11.1. Kariblere Yapılacak Vasiyetler


Bir kimse: “Akrabama” veya “Zevi'l-Karabetime” veya “Erhâmıma” veya “Zevi'l-Erhâmıma” yahut “Ensabıma şu malımı veya malımın sülüsünü vasiyet ettim.” dese mûsâ-bih (vasiyet edilen mal), o kimsenin akrabiyet gözetilerek gerek erkek ve gerek dişi olsun zi rahmi mahremlerinden en az iki şahsa verilmek lâzım gelir. Çünkü vasiyette cemi sigası (toplu ifade) kullanıldığından bir şahıs, mûsâ-bihe tamamen müstahik olamaz. Bu vasiyete o kimsenin herhangi bir vârisi dahil olamayacağı gibi, ana ve babasıyla evladı da dahil olamazlar. Velev ki ebeveyni ile evladı, köle veya İslâmiyet'ten mahrumiyet gibi bir sebeple irsten mahrum bulunmuş olsunlar. Bunlar örfen akrabadan sayılmazlar. Ced ve ceddesi ve evladının evladı da bunlara dahildir. O hâlde o kimsenin vârislerinden olmayan iki amcası ile iki dayısı olsa, vasiyet yalnız iki amcaya verilir. Bir amca iki dayı olur ise aralarında müsavi olarak taksim ederler. (Yarısını bir amca, yarısını da iki dayı alır.) Bir amcası bulunur ise, vasiyetin yarısı amcasına, bakisi de vârislere red olunur. O kimsenin bir amcasıyla bir halası bulunsa, mal ikisinin arasında eşit olarak taksim olunur. Fakat böyle mahremlerden kimse hiç bulunmazsa vasiyet bâtıl olur. Bu vechile bir vasiyet, başka birinin akraba ve ensabı nâmına vuku bulursa vasiyet, o şahsın evlad ve ebeveyninin dışında diğer vârislerine şâmil olur.


Akrabalara yapılan vasiyet böyle cemi sigasına göre yapılmaz ise, vasiyet olunan mala akrabasından en yakın olan müstahik olur. Bu vasiyete akraba olmak şartıyla hem mahrem, hem de mahrem olmayan dahil olur. Şu kadar var ki bunlardan en yakını vasiyete hak sahibi olur. Mesela: “Akrabama veya zevi'l-erhâmıma vasiyet ettim.” dese, bunlardan en yakın olan ihraz eder. Fakat karabet veya zi karabet veya zi neseb nâmına yapılırsa, malın tamamını yalnız bir şahsa vermek gerekir. Mesela amca ile dayı bulunsa, amca alır, dayı alamaz. “Filanın karabetine veya zi karabetine veya zi nesebine vasiyet ettim.” denildiği sûrette de böyledir. Bir kimse: “Şu malımı filan zâtın âline veya ehl-i beytine vasiyet ettim.” dese bu vasiyeti, o zâta cedd-i alâsından itibaren münasebet-i nesebiyeleri olan kimselerin umûmuna şâmil olur. “Şu malımı kendi âlime veya kabileme veya ehli beytime vasiyet ettim.” denildiğinde de hüküm böyledir. Bu vasiyette akreb (en yakın) ile eb'ad (en uzak), erkek ile dişi, Müslim ile gayr-i Müslim, çocuk ile büyük, zengin ile yoksul müsavidir. Ancak mûsiye vâris olmamaları veya vâris olduklarında diğer vârislerin icazet vermeleri şarttır.


Bir kimsenin cinsi veya haseb ve nesebi adına yapılan bir vasiyet, yukarıdaki vasiyetler hükmündedir. Yani baba cihetinden karabeti olan şahıslara verilir. Bir kadın “Kendi cinsime vasiyet ettim.” dese, bu vasiyete evladı dahil olmaz. Meğerki bu evladın babaları da analarının kavminden ola. “Ehl” adına yapılan vasiyet, yalnız zevceye âit olur. İmâmeyn'e göre “ehl” taht-ı infakında bulunan her şahsa şâmildir. Mûsinin vârisi ve memlûku olmamak şartıyla. Bir kabilenin veya bir fahdın (fahd cem'i Ahfad) oğulları adına yapılan vasiyet, hem erkeklere hem de kadınlara, hatta hulefasına da şâmildir. Bir kabileye yardım edeceğine yemin eden kimseye halif denir. Cem'i hulefadır. Fakat muayyen bir zâtın evladı adına yapılan vasiyetler, o zâtın evladı var iken ahfadına şâmil olmaz. Evladı sağ değil ise oğlunun evladına şâmil olur. Kızının evladına olmaz. Kızı var iken oğlunun evladı da vasiyeti hak edemez. Çünkü evlad tabiri erkek ve kız şâmildir. Oğlunun evladı var iken kızının evladına verilmez. Bu mesele İmâm-ı A'zam'a göredir. İmâm Muhammed'den bir rivâyete göre kızının evladına da verilir. Çünkü bir insanın kızının evladı da kendisine nispet olunur. Nitekim Fatımatu'z-Zehra hazretleri Resûl-i Ekrem Efendimize izafe olunmaktadır. Buna cevaben deniliyor ki: “Neseblerin valideler tarafından sübutu âdeten mahcurdur. Bu cihetle kızların çocukları, kendi vasıtalarıyla kızlarının babalarına nispet olunmazlar. Hz. Fatıma'nın muhterem evladları ise bir teşrif ve ikram eseri olarak, kendilerine mahsus olmak üzere, Resûl-i Ekrem hazretlerine nispet olunmaktadır. Bu nispet bir hadis-i şerif meâline nazaran bir istisna teşkil etmektedir.”


2.11.2. Kabile, Bir Topluluk, Ulemâ ve Ukalâ Nâmına Yapılan Vasiyetler


Eshar; yani dünürler nâmına yapılan bir vasiyete, zevcenin dedesi ve erkek, kız kardeşleri, amcaları gibi zi rahmi mahremleri umûmen dahildir. Bir kimsenin kendi zevcesinin veya babasının veya oğlunun veya herhangi bir zi rahmi mahreminin zevcesinin zi rahmi olan mahremlerine “eshar” denir. Kayın pederler ve kayın biraderler bu cümledendir.


Hatenler; yani damatlar, enişteler, dünürleri adına yapılan vasiyetler, o zâtın kızlarının, hemşirelerinin ve sâir zatu'r-rahm olan mahremlerinin zevcleriyle beraber bu zevcelerin bilumûm zi rahmi mahremlerine alesseviye şâmil olur. Bunlar bu hususta erkeklerle kadınlar ve zevcelerin valideleriyle ceddeleri birbirine müsavidir. Bir kimsenin kızının, hemşiresinin, ammesiyle, halasının ve herhangi bi zât-ı rahmi mahreminin kocasına “haten” denir, cem'i ahtândır.


İhsa; yani mahsur, İmâm Ebû Yûsuf'a göre kitap ve hesab bulunmadıkça sayılmaları kabil olmayan bir cemaat, gayr-i mahsur, kabil-i ihsa olmayan bir kavim demektir. İmâm-ı Muhammed'e göre adetleri yüzden ziyade olunca gayr-i mahsur, gayr-i kabil-i ihsa sayılırlar. Mesela: “Filan beldenin yetimlerine veya Müslümanların fakirlerine şu kadar meblağ vasiyet ettim.” dese, vasiyeti sahih olur. Velev ki o beldenin yetimleri gayr-i mahsur bulunsun. Ama “Müslümanlara veya Sülâle-i Tâhireye veya Hâşim oğullarına vasiyet ettim.” dese, bu sahih olmaz. Çünkü ihtiyacı müş'ir bir lâfız ile yapılmış vasiyet değildir, aynı zamanda ihsası da mümkün değildir. Mûsâ-lehler kabil-i ihsa olmayınca vasiyet bâtıl olur. Yetimler, âmâlar, kötürümler, eramil nâmına yapılmış vasiyetlerde bakılır: Eğer bunların ihsası kabil ise fakirleriyle zenginleri, erkekleriyle kadınları müsavi tutulurlar. Kabil değil ise vasî, bunlardan dilediği fakirlere sadaka mukabilinde verir. Mesela bir kimse “Malımın sülüsünü Zeyd'in ve filan sokağın yetimlerine vasiyet ettim.” dese, bunlar sayılabilecek miktarda olduklarından, bu sülüs aralarında müsavat üzere taksim olunur. Fakat “Fülan memleketin yetimlerine veya erâmiline vasiyet ettim.” dese, bunların sayılması kabil olmayacağı için vasiyet edilen mal, bunların fakirlerinden münasib olanlara verilir. Bunlardan bir veya iki fakire verilse de olabilir. İmâm-ı A'zam ile İmâm Ebû Yusuf'un kavli böyledir. İmâm Muhammed'e göre en az iki kişiye verilmelidir.


Eramil; Hanefilere göre dul kalmış kadınlara ıtlâk olunur, erkeklere değil; İmâm-ı Şâfii'ye göre erkeklere de şümulu vardır.


Ulemâ, fukaha, kurra-i Kur'ân ve ehl-i hadis namlarına yapılan vasiyetler sahih olup vasiyet edilen mal bunların fukarasına sarf olunur. Böyle vasiyetlerde her ne kadar vasiyet edilenler kabil-i ihsa değilse de bu isimler istimâlen ihtiyacı iş'ar eder. Binâenaleyh böyle bir vasiyet, sahih olmuş olur.


Ukâla adına yapılan bir vasiyet, zühd ve takva ile muttasıf olan âlimlere sarf edilir.


Bir beldenin fakirlerine vasiyet edilen malın, başka beldenin fakirlerine verilmemesi efdaldır. Bu İmam-ı A'zam'a göredir. İmâm-ı Ebû Yusuf'a göre câiz değildir. Fetva, İmâm-ı A'zam'a göredir. Fukara ve mesâkine yapılan vasiyetler bir fakire de verilebilir; bir topluluk işaret edilerek söylenirse, en aşağı iki fakire verilmedikçe vasiyet câiz olmaz.


2.11.3. Cîrân (Komşular) Nâmına Yapılan Vasiyetler


Komşu; bir kimsenin hanesine bitişik olan kimselerin hepsine alesseviye şâmil olur. Bunların mâlik ile müste'ciri, Müslim ile gayr-i Müslimi, erkek ile dişisi, çocuk ile büyük, hür ile esir (köle, câriye) olmaları arasında fark yoktur. Bu vasiyete dul kadınlar da dahil olur. Bu mesele, İmâm-ı A'zam'a göredir. İmâmeyn'e göre ise bu vasiyet, bunlar ile beraber sâir komşulara da şâmil olur. Şöyle ki: Bir mahallede oturup bir mescidde toplanan, bir cemaat teşkil eden kimselerin hepsi de nâs arasında cîrân, yani komşu sayılırlar.


Mâlikilere göre böyle bir vasiyete, bitişik komşular dahil olabileceği gibi, karşı taraftaki hanelerdeki komşular da dahil olur. Elverir ki aralarında pek geniş olmayan bir sokak, cadde, ırmak, çarşı gibi bir şey bulunmasın. Bu vasiyete erkekleriyle beraber zevceleri de dahil olur.


Şâfiilere göre de her taraftan kırk hanede bulunan komşu sayılır. İmam Ahmed'den bir rivâyete göre kırk, diğer bir rivâyete göre de otuz hâne dahil olur.


Vâris olmayan kardeşlere yapılan vasiyeti, kardeşler müsavat üzere taksim ederler.


Hastalar nâmına yapılan bir vasiyet, mecnunlara da şâmil olur.


2.12. TEREKENİN (MALIN) SÜLÜSÜYLE (ÜÇTE BİRİ) YAPILAN VASİYETLER


Vasiyetlerde terekenin sülüsünden ziyade olan miktar, vârislerin icazet vermemeleri hâlinde bâtıl olur. Binâenaleyh bir kimse malının hepsini birine, sülüsünü de diğer birine vasiyet etmiş olduğu hâlde vârisler ziyadeyi red etseler, terekenin yalnız sülüsü bu iki zât arasında yarı yarıya taksim olunur. Sahih olan fetva budur. Fakat vârisler icazet verirlerse, terekenin tamamı dörde bölünerek, bunun bir rubu (1/4) mûsâ-leh bissülüse, üç rubu (3/4) da mûsâ-leh bilkülle verilir.


Müteaddit vasiyetler toplanıp da bunlardan hiçbiri münferiden terekenin sülüsü üzerine zaid olmadığı hâlde, heyet-i umûmîyesi zaid olunca bakılır: Vârisler ziyadeye izin verirlerse vasiyet olduğu gibi tenfiz edilir. İcazet vermedikleri takdirde, vesâya sahipleri malın sülüsüne darb olunarak, her birine hissesi nispetinde bu sülüsten sehim verilir. Misal:


Bir terekenin sülüsü bir şahsa, sudüsü de diğer bir şahsa vasiyet edilmiş olduğu
takdirde:


İzin verilirse:


Mesele 1×2= 2

Sülüs 1
Sudüs Vârislere: 3 6

İzin verilmez ise:

Mesele 1×3= 3

Sülüs Vârislere: 6 3×3= 9
İki mûsâ-leh
2 1

Şâfiilerce muayyen bir şahıs ile fukara nâmına yapılan bir vasiyette o şahıs bir fakir gibi sayılır. Velev ki zengin olsun. Fukara tabiri en az üç fakire ıtlâk olunur. Bir kavle göre de bu şahıs malın yarısına, bir kavle göre beşte birine, diğer bir kavle göre de dörtte birine müstahik olur.


Bir terekenin sülüsü bir şahsa, rubu da diğer bir şahsa vasiyet edilmiş olsa:

Vârisler icazet verirlerse:

Mesele 4

Sülüs 3
Rubu 5
Vârisler 12

Vârisler icazet vermezlerse:

Mesele 1×7= 7 2×7= 14 3×7= 21

Mûsâ-leh
4 3 Vârisler

Bir terekenin sülüsü bir şahsa, rubu bir şahsa, sudüsü de diğer bir şahsa vasiyet olsa:


Vârisler icazet verirlerse:


Mesele 4

Sülüs 3
Rubu 2
Sudüs 3 12
Vârisler

Vârisler icazet vermezlerse:


Mesele 1×7= 7 2×7= 14 3×7= 21

4, 3, 2 Vârisler

Bir terekenin sülüsü bir şahsa, nısfı da bir şahsa vasiyette icazet verilmez, sülüs eşit taksim edilir.


Vârisler icazet verirlerse:


Mesele 2

Sülüs 3
Nısf 1 6
Vârisler

Vârisler icazet vermezlerse :

Mesele 1×5= 5 2×5= 10 3×5= 15

Vârisler

Bir terekenin rubu bir, nısfı da bir şahsa vasiyet edilince:


Vârisler icazet verirlerse:


Mesele 1

Rubu 2
Nısf 1 4
Vârisler

Vârisler icazet vermezlerse:


Mesele 1×7= 7 2×7= 14 3×7= 21

Mûsâ-leh Vârisler

İmâm-ı A'zam'a göre bir malın nısfı veya tamamı veya sülüsândan fazla yapılan vasiyetlere icazet verilmezse sülüs hakkı tahakkuk ettirilir. Bu meselede böyle cereyan etmiştir.


2.13. TEREKEDEN CÜZ, SEHİM, NASİB GİBİ BİR ŞEY VERİLMESİYLE YAPILAN VASİYETLER


Mûsâ-bihin (vasiyet olunanın) meçhuliyeti, vasiyetin sıhhatine mâni değildir. Mesela; bir kimse malından bir cüz veya bir nasib veya bir taife veya bir miktar gibi gayr-i muayyen bir şey vasiyet etse câiz olur. Şu kadar var ki o kimse, bununla ne miktar şey kasdettiğini hayatında iken söylemiş bulunursa ona itibar olunur. Söylememiş bulunursa, vefatından sonra vârisleri diledikleri miktar şey verirler. Çünkü bu tabirlerin aza da çoğa da ihtimâli vardır. “Malımdan bir şey veya mallarımın bazısını vasiyet ettim.” denilmesi de bu hükümdedir. Bir kimse: “Malımın bir sehimini filan zâta vasiyet ettim.” dese bu, terekenin sülüsünden fazla olmamak üzere, vârislere âit sehimlerin en azına masruf olur. Ve bu sehimlere ilâve olunur. Mesela: Bu vechile vasiyet eden kimsenin bir oğlu ile bir zevcesi bulunsa, en az sehim ailenin 1/8 hissesidir ki, vasiyet olunan bundan fazla bir şey alamaz, terekenin dokuzda biri o şahsın, biri zevcenin, geri kalan sehimler de oğlunun olur.


Bir kimse vârisi olmadığı hâlde malının bir sehimini vasiyet etse, terekesinin yarısı mûsâ-lehe, diğer yarısı beytü'l-mâle âit olur.


Vârislerden birinin nasibi misliyle yapılan vasiyette o misl, vârislerin isimleri üzerine ziyade kılınır. Erkek ise erkek hissesi, kız ise kız hissesi verilir. Bir oğlu ile bir kızı bulunan kimse, bir kız misli hisseyi vasiyet etse, mesele dörtten görülüp iki hisse erkeğe, birer hisse de kız ve mûsâ-lehe verilir. Bir oğlu bulunur ve bir erkek hissesi vasiyet ettiği takdirde, oğlu icazet verirse malın yarısını, muciz olmaz ise üçte birinden fazla verilmez. İki oğlu var iken bir erkek misli vaziyette bulunulursa, hisse üçe ayrılarak üçte biri mûsâ-lehe verilir.


2.14. BORÇ İKRÂRI SÛRETİYLE YAPILAN VASİYETLER


Bir kimse, vârislerine hitaben “Filan şahsa borcum vardır, onu tasdik ediniz.” dese, sülüs miktarı hakkında tasdik edilmesi lâzımdır. Çünkü asıl borç ikrâr ile, miktarı da vasiyet sûretiyle sabit olmuştur. Vârislerine böyle söylemekle beraber bir takım vasiyetlerde bulunmuş olsa, terekesinin evvela sülüsü ehl-i vasiyetlere tahsis edilir, üçte ikisi de vârisler için tefrik edilir. Borca nazar edilmez. Şu kadar ki, vârislerle mûsâ-lehlere: “Bildiğiniz miktar borç tasdik ediniz.” denilir. Bu takdirde vârislerin ikrâr edecekleri miktar, sülüsândan bir şey kalırsa verilir. Bir kimse, vârislerine hitaben: “Her kim benden bir şey iddia ederse veriniz.” dese, buna itibar olunmaz. Ama “Filan şahıs benim malımdan ne iddia ederse sâdıktır.” demiş bulunsa bakılır: Eğer o şahsın malûm bir mal hakkında davası sebk etmiş ise o mal, terekenin hepsinden muteber olarak kendisine verilir. Bir kimse, bir yabancı ile beraber vârisine borç veya bir ayn ikrâr etse, bu ikrârı ne vârisi hakkında, ne de o yabancı hakkında sahih olmaz.


2.15. MARİZLERİN (HASTALARIN) VASİYETLERİNE DÂİR BAZI MESELELER


Hükmünü filhâl icab edip teberru mânasını mutazammın bulunan tasarruflarda akid hâli muteberdir. Binâenaleyh bu tasarruflar akdin sıhhatli zamanında vâki olursa, bütün emvalinden; maraz-ı mevti hâlinde vuku bulursa, mevcut malının sülüsünden tenfiz olunur. Mesela bir kimsenin kölesini azad etmesi veya birisine muhabatta veya hibede bulunması veya bir şeyi zâmin olması gibi. Fakat mâ bade'l-mevte muzaf olup hükmünü bade'l-mevt icab eden tasarruflarda akid hâline itibar olunmaz. Emvalinin sülüsünden tenfiz olunur. O kimse hasta olsun olmasın. Mesela bir kimse: “Vefatımdan sonra kölem hürdür, şu malım Zeyd içindir.” dese, bu tasarrufu yalnız malının sülüsünden muteber olur.


Bir kimse mâ bade'l-mevte muzaf olan ıtk, vasiyet üzerine mukaddem, binâenaleyh bir kimse: “Vefatımdan sonra kölemi azad edin.” veya “Vefatımdan bir gün veya bir ay sonra şu câriyem hürdür.” diye vasiyet etse, bu sâir vasiyetleri mesabesinde olmuş olur. İtaktan (köleden) evvel vuku bulan muhabat, terekenin sülüsü müsait olmadığı sûrette itaka takdim olunur. Ama itaktan sonra yapılan muhabat, itaka müsavi tutulur.


Marizin menfaatlere âit teberruatı malının tamamından muteberdir. Hanesinin süknasını veya kölesinin hizmetini teberru etse, bütün emvalinden muteber olur. Bir kimse marazî zamanında yaptığı vasiyetlerden sonra şifa bulup sonra yine hastalansa, eski vasiyetleri baki kalır. Meğerki vasiyetleri zamanında: “Eğer ben bu marazdan vefat edersem, şöyle vasiyet ettim.” demiş olsun. Bu takdirde şifa bulursa vasiyeti bâtıl olur.


Birinci hastalığında yaptığı vasiyetlerini, ikinci bir hastalığında da yeniden bir vasiyette bulunup da birinci vasiyetlerinden imtina ettiğini yazmamış ise her ikisi de muteber olur. Yazmış ise birincisi bâtıl olur.


2.16. GAYR-İ MÜSLİMLERE ÂİT VASİYETLER


Bu vasiyetlerin esası şu sûretle tespit edilir:


İhtilâf-ı din, vasiyete mâni değildir. Binâenaleyh bir Müslimin bir zimmîye, bir zimmînin de bir Müslime vasiyeti sahihtir. Zimmî, İslâm devleti idaresi altında bulunan gayr-i Müslimlerdir. Musevî veya İsevî olanlara gayr-i Müslim denir, ehl-i Kitab taifesidir. Bir Müslimin veya bir zimmînin bir harbîye vasiyeti sahih değildir. Harbî olanlar muharib gayr-i Müslimlerdir ki, bunlara, yani böyle düşmana bir malı temlik etmek, onun gayesine yardım demektir. Müste'min bulunan bir harbîye yapılacak vasiyet hakkında ise ihtilâf vardır. İmâm-ı A'zam'dan bir rivâyete göre bu da câiz değildir. Müste'min: İslam beldesinde muvakkaten kalmaya izin verilmiş gayr-i Müslimlerdir.


Zimmîlerin muamelât kabilinden olan vasiyetleri bi'l-icma sahihtir. Sâir vasiyetlerinde dört hâl mutasavverdir.


Birincisi:


Bu vasiyetler, gerek Müslümanlarca ve gerek kendilerince yakınlık (kurbiyet) cihetlerine âit bulunur. Sadaka ile köle azad etmek ile Beyt-i Mâkdis'e kandil yakmak ile vasiyet gibi.


İkincisi:


Vasiyetler Müslümanlarca günâh, kendilerince de kurbetten madud olur. İmâm-ı A'zam'a göre muteber, İmâmeyn'e göre bâtıldır. Mesela kilise veya beytü'n-nâr yapılması.


Üçüncüsü:


Bu vasiyetler, Müslümanlarca kurbiyetten madud olup kendi itikatlarınca masiyet sayılır.


Dördüncüsü:


Bunlar hem Müslümanlarca, hem de kendilerince masiyet sayılır. Bu iki takdirde ise bunlar bil'ittifak sahih olmazlar. Bir zimmînin hacc için, Müslümanlara mescid inşa edilmesi için veya muganniyeler, naihalar için vasiyet etmesi gibi. Şu kadar var ki böyle bir vasiyet, muayyen kimseler nâmına yapılırsa, onlara temlik olmak üzere câiz olur.


Bir zimmî, hâl-i hayatında hanesini bi'a veya kenise (kilise) veya ateşgede ittihaz etse, bu hâne miras olarak vârislerine intikal eder.


Bir zimmînin İslâm beldelerinden birinde yeniden bir bi'a veya kenise inşası için yapacağı vasiyet câiz olmaz. Zimmîlere tahsis edilmiş bir karyede (köyde) inşa edilmesi hakkındaki vasiyeti câiz olur.


Zimmîlerin vasiyetleri de vârislerinin icazetleri lâhik olmadıkça terekelerinin yalnız sülüsünden muteber olur. Vârislerinden bazılarına vasiyetleri, diğer vârislerinin icazetlerine bağlıdır.


Bir müste'min, yani ecnebi tâbiiyetinde olup me'zunen İslam beldelerinden birinde bulunan bir gayr-i Müslim, İslâm ülkesinde vârisleri bulunmadığı hâlde emvalinin tamamını bir Müslime veya bir zimmîye veya kendisi gibi bir müste'mine vasiyet etse caizdir. Fakat İslâm ülkesinde vârisleri bulunursa vasiyeti, emvalinin sülüsünden muteberdir. Böyle bir müste'minin ecnebi memleketlerindeki vârislerine itibar olunmaz. Şu kadar var ki, malının tamamını değil, yarısını vasiyet eder ise yarısı mûsâ-lehe, yarısı da miras kabilinden olmayarak vârislerine gönderilir.


İtikadından dolayı tekfir olunmayan ehl-i hevanın vasiyetleri, ehl-i sünnetten olan Müslümanların vasiyetleri gibidir. Fakat tekfir olunan ehl-i heva, mürted hükmünde olduklarından, vasiyetleri mevkuftur. Ehl-i sünnet ve'l-cemaat itikadına rücû ederlerse vasiyetleri nafiz olur. Ama bu hâlde ölürlerse, diğer tasarrufatları gibi vasiyetleri de bâtıl olur. Lâkin mürtedde, vasiyet hususunda zimmîye hükmündedir. Müslimin mürtede vasiyeti de câiz değildir.


Eimme-i Selâseye göre zimmîye de harbîye de vasiyet caizdir. İmâm Ahmed'e göre muayyen olmayan bir gayr-i Müslime vasiyet sahih değildir. Yahûd'a, Nasara'ya, Mecûs'a veya Yehud fukarasına diye, yapılacak vasiyetler gibi.


2.17. VESÂYET (VASÎ, BİR MALA, İŞE TASARRUF İÇİN TAYİN EDİLEN KİMSE) AKDİNE MÜTEALLİK BAZI MESELELER


Vesâyet, icab ve kabul ile mün'akid olur. Mesela bir kimse, bir zâta hitaben “Sen benim vasîmsin, sen benim malımda vasîsin, sen benim vefatımdan sonra vekilimsin, vefatımdan sonra evladımı sana teslim ettim, vefatımdan sonra evladımın işlerini deruhte et, vefatımdan sonra evladımın levazımını rü'yet eyle.” gibi tasarrufi tefvize delâlet eden tabirlerden biriyle icabda bulunup o zât da kabul etse, vesâyet tamam olur.


Vesâyette kavlen kabul câiz olduğu gibi, fiilen kabul de caizdir. Bir kimse, ölen kimse tarafından vasî tayin edilmiş olduğunu bilmediği hâlde terekesinden bir şey satsa, fiilen kabul etmiş olur ki, akd-i vesâyet lâzım ve o satış muamelesi nafiz olur. Vasînin tasarrufundaki sıhhat ise vesâyete vukufuna mütevakkıf değildir.


Kezâlik vârislere yarayacak bir şey satın alsa veya müteveffânın bir borcunu ödese veya bir alacağını tahsil etse, vesâyeti fiilen kabul etmiş olur.


Bir kimse, mûsi tarafından teklif olunan vesâyeti, onun yanında haberi olarak kabul etse, vesâyet mün'akid, red etse merdud olur. Fakat mûsinin haberi olmaksızın gıyabında veya vefatından sonra nefsini vesâyetten çıkaramaz.


Bir kimse, kendisine vesâyet teklif ve tevcih edildiği zaman sükût etmiş olsa, sonra vesâyeti dilerse kabul eder, dilerse red eder. Yerine hâkim tarafından biri tayin olmuş ise kabulü red olunur.


Bir kimse, iki zâtı vasî tayin ettiği hâlde biri kabul edip, diğeri şüpheli bırakıp sükût etse, kabul eden zâtın münferiden tasarrufu câiz olmaz. İkinci bir vasî tayini hâkim tarafından zam edilirse, ikisinin de tasarrufu caizdir. Şu kadar var ki ilk sükût eden vasînin kabul etmemesi lâzımdır. Vasî tayin edilen iki zâttan birisinin mûsiden evvel ölmesi ile ikinci vasî, mûsinin vefatından sonra münferiden tasarrufta bulunamaz.


İki veya daha ziyade vasî tayini câiz olduğu gibi, vasî ile beraber nazır tayini de sahih olur. Maamafih nazır, vasî olmadığından tasarrufa salâhiyeti yoktur. Fakat nazırdan habersiz vasî, münferiden tasarrufta bulunamaz; şâyet bulunur ise yetimin telef olan malını tazmine mecburdur. Hâkim de vasînin üzerine nazır tayin edebilir.


Vasînin isticar edilmesi bâtıldır. Fakat bir atiye olarak vasîye ikramda bulunulabilir. Hatta bir kimse, bir zâta “Benim vasî-i muhtarım olmak üzere sana şu kadar meblağ ücret verdim.” dese, bu şart bâtıl olup mezkur meblağ vesâyeti kabul eden o zâta bir vasiyet olmuş olur.


2.18. VASÎLERİN EVSAFI, AZİL VE TEBDİLLERİ (DEĞİŞTİRİLMELERİ)


Vasînin âkıl, bâliğ, hür, müstakim ve tasarrufunda ehliyeti kâmileyi haiz olması şarttır. Bir Müslüman, bir çocuğu, mecnunu, köleyi, gayr-i Müslim bir kimseyi veya fâsık bir zâtı vasî nasb eylese, hâkim bunları iptal edebilir. Ancak çocuk bâliğ, köle hür, gayr-i Müslim Müslim, fâsık tevbekâr olmuş ise artık hâkim bunları vesâyetten çıkarmaz. Çünkü azli, çıkarmayı icab eden hâl zâil olmuştur. Meğerki gayr-i me'mun bulunsunlar.


Zimmînin bir Müslümanı vasî nasb etmesi caizdir. Şu kadar var ki zimmînin terekesinde şarap veya hınzır gibi Müslümanlarca gayr-i mütekavvim bulunan bir mal bulunursa, Müslüman olan vasî, bunları satmaya emin olduğuna kâni olduğu zimmîlerden birini tevkif etsin, buna bizzat kendisi mübaşerette bulunmasın.


İmam Şâfii'ye göre bu vesâyet câiz değildir.


Vasîsi Müslüman bulunan bir zimmînin terekesinden bir borç hakkında zimmîlerin şahadetleri caizdir. Fakat bu Müslim olan vasînin bizzat tevelli ettiği akidler hakkında zimmîler, şahadette bulunamazlar.


Bir kimse, bütün evladı sagir (küçük) olsa, kölesini nasb etse, vesâyet sahih olup köle vesâyette ibka edilir. Bu köle de satılamaz. Çünkü köle mûsi yerindedir. Çocuklardan büyük bulunursa câiz değildir. Bu, İmâm-ı A'zam'a göredir. İmâmeyn'e göre küçük veya evladlar büyük olsunlar, kölenin vesâyeti câiz değildir.


Hâkim, haiz-i ehliyet olan bir vasî-i muhtarı azletse, azli nafiz olmaz. Fetva bu vechiledir. Fakat vasînin hıyaneti hâlinde azl sahihtir. Fakat hâkim, vasî-i mansubu haiz-i ehliyet olsa da azledebilir. Şu kadar var ki, azli bir sebebe müstenid olmalıdır.


Vasî-i muhtarın vesâyeti tek başına idare edemediği hâllerde mûsi ile vârislerin haklarını siyanet için hâkim tarafından ona başka bir vasî daha terfik edilir. Fakat vasî âciz olur ise azledilerek yerine başka bir vasî tayin edilir. Hâkim ikinci vasîye: “Seni birinci vasînin yerine tayin ettim.” dese, birinci vasî azledilmiş olur.


Hâkim vasî-i muhtarın mevcudiyetine muttali olmamakla ölen kimseye bir vasî nasb etse, vasî-i muhtarın zuhuruyla, o vasînin tayini, vasî-i muhtarın vesâyeti deruhte etmesine mâni değildir. Gâib olan vasî-i muhtarın yerine vasî-i mansubun tasarrufları nafiz olur.


İki vasîden birinin azli veya tecennün (cinnet) etmesiyle vesâyet bâtıl olmaz. Hâkim, onun yerine emin gördüğü bir kimseyi tayin eder. İki vasîden birinin ölmesiyle de vesâyet bâtıl olmaz. Mûsi berhayat iken vasîsinin birisi öldüğü zaman ikinci vasî münferiden vesâyeti deruhte eder. Mûsinin ölümünden sonra ise hâkimin ikinci bir vasî tayini lâzımdır.


Bir kimse, iki zâtı “Malımın sülüsünden dilediğiniz yere sarf ediniz.” diye vasî tayin edip de birisi ölür ise vasiyet bâtıl olur. Fakat “Malımın sülüsünü fakirlere tahsis ettim, vasîler bunu fukaradan dilediklerine sarf etsinler.” demiş olduğu sûrette ise, vasiyet bâtıl olmaz. Belki hâkim ya o bir vasîyi memur kılar veya ikinci bir vasî terfik eder.


Vasî-i muhtarın azl haberi kendisine vasıl olmadan azli, muteberdir. Bu, İmâm-ı A'zam'a göredir. İmâm Ebû Yusuf'a göre sahih olmaz. İmâm-ı A'zam'a göre vasîliği kabul edilenin gıyabında azl câiz oluyor.


Bir kimse, bir zâtı “Her ne zaman dilerse nefsini vesâyetten azledebilmek üzere” vasî tayin edebilir. Vasî de dilediği zaman vesâyetten çıkabilir.


İki hâkimden her biri, diğeri tarafından nasb olunan vasîyi azletse, nafiz olur. Fakat bu azlin bir maslahata mübteni olması lâzımdır.


2.19. MÜNFERİD VASÎLERİN TASARRUFATI


Bir müteveffanın borcu, vasiyeti bulunmadığı gibi vârisleri de büyük ve hazır bulunsalar, vasîsi terekesinden hiçbir şey satamaz. Fakat vârisler küçük veya gâib bulunurlarsa vasî, yalnız uruza müteallik terekeyi satabilir. Bu mesele İmâmeyn'e göredir. İmâm-ı A'zam'a göre terekede borç veya vasiyet veya vârisler arasında çocuk bulunursa vasî, uruzu da, akarı da satabilir.


Vasî, yetimin malını bir ecnebiye, yani vârislerden ve lehlerinde şahadeti câiz olmayan kimselerden başka bir şahsa gabn-i yesir ile satabileceği gibi, gabn-i yesir ile de alabilir.


Vasî-i mansub, yetimin malını kendisi için aslâ satamaz. Çünkü bu vasî, hâkimin vekili hükmündedir.


Mâlikilere göre vasî, yetimin malını değer kıymetiyle kendisine satın alabilir. İmâm Şâfii'ye göre ise vasî, yetimin malını aslâ satın alamaz. İmâm Ahmed'den de böyle bir kavil mervidir.


Babası veya babasının babası tarafından veya hâkim canibinden nasb edilmiş olan vasî, çocuğun akarını ancak aşağıdaki müsevvigat-ı şer’iyyeden; yani şer'i mücevvizattan birine mebnî satabilir.


1. Çocuğun akarını, kıymetini tazif etmek şartıyla yabancıya satabilir. Kendisi vasîyyu'l-eb ise çocuğun akar kabilinden olmayan bir malını, kendisi için bir buçuk misliyle satabilir ve kendi malını da kıymetinin sülüsâniyle çocuğa satabilir. Bu mesele İmâm-ı A'zam'a göredir. İmâmeyn'e göre câiz değildir.


2. Akarın gallesi, masarifine muadil olur veya harap olmasından veya kıymetine noksan uruzundan korkulur veyahut bir mütegallib elinde bulunursa, gerek kıymetiyle ve gerek kıymetinden noksan-ı yesir ile satabilir.


3. Müteveffanın borcunu ödemek veya vasiyet-i mürselesini tenfiz etmek veyahut çocuğun nafakasını tedarik eylemek için lüzum görüldüğü takdirde, gerek kıymetiyle ve gerek gabn-i yesir ile satabilir.


Fakat çocukların valideleri, kardeşleri veya sâir karîbleri tarafından nasb olunan vasî, onların akarını aslâ satamayacağı gibi, onlar için taam ve giyime âit şeylerden başkasını da satın alamazlar.


İki yetimin vasîlerinden hiçbiri, kendi vesâyeti altında bulunan yetim için diğer yetimin akarını satın alamaz.


Vasî, yetimin malıyla ticarette bulunmaya ve bu malı tasarruf etmeye mecbur değildir. Hatta müteveffanın, insanların zimmetlerindeki alacağını tahsil etmeğe de mecbur değildir.


Vasînin yerine başkasını tevkili caizdir, vekil tayin edebilir.


Vasînin vasîsi, her iki terekede vasîdir, yani hem evvelki mûsinin, hem de bu vasînin terekesinde bilvesâye tasarrufa mâliktir. Şu kadar var ki “Seni mûsinin terekesine vasî tayin ettim.” derse, yalnız mûsinin terekesi hakkında vesâyeti câiz olur, vasînin terekesinde olamaz. Bu, İmâm-ı A'zam'a göredir. İmâmeyn'den ezher olan rivâyete göre “Benim terekeme vasî tayin ettim.” denildiği sûrette vasîyu'l-vasî, iki terekeye vasî olamaz. Yalnız vasînin terekesine vasî olur. İmâm-ı A'zam'dan da böyle bir rivâyet vardır.


İmam Züfer ile İmâm Şâfii'ye göre de vasînin vasîsi her iki terekede vasî olamaz. Vasîyu'l-vasînin vasîsi hakkında da hüküm, meşruh minval üzeredir.


Zayıf olan vasîler, mûsi cihetinden sagir olan vârislere intikal eden akarı satamazlar. Bunlar küçük vârislerin yalnız mallarını hıfza mâlik olurlar. En kuvvetli vasîler; babanın, babasının veya hâkimin tayin ettiğidir. En zayıf vasîler; ananın, kardeşin, amcanın veya sâir zevi'l-erhâmın nasb ettiği vasîlerdir. Bu zayıf vasîler, velâyet sahiplerinden birisi bulundukça ölünün terekesini satamaz. Fakat bunlardan hiçbirisi bulunmaz ise satabilir. Velâyete ehil kimseler ileride bildirilecektir.


Hanbelilere göre birisi tarafından muayyen bir husus için vasî tayin edilen kimse, başka hususlara vasî tayin edilmiş olamaz.


2.20. MÜTEADDİT (BİRDEN FAZLA) VASÎLERİN TASARRUFATI


Bir müteveffa veya bir hâkim tarafından tayin olunan iki vasîden birinin alelinfirad tasarrufu bâtıldır. Bunların ikisi, gerek bir akd ile ve gerek aletteakub müstakil birer akd ile nasb edilmiş olsunlar. Fakat iki vasîden biri bir hâkim, diğeri de başka bir hâkim tarafından nasb olunduğu takdirde, her biri tek başına tasarrufa mâlik olur. Yukarıdaki mesele hükmünden aşağıdaki hususlar müstesnadır:


1. İki vasîden her biri münferiden, ölünün techiz ve tekfinini ifa ve hukukunu muhafaza için dava açabilir.


2. İki vasîden biri, meccanen azad edilmesi vasiyet edilmiş olan muayyen köleyi, câriyeyi ve muayyen vediayı, emaneti sahibine red ve sâir muayyen vasiyeti tenfiz edebilir.


3. İki vasîden biri, telefinden korkulan eşyayı satabilir, zayi olan malları toplayabilir, gasb edilmiş bir malı sahibine iade ve ölünün fâsit olarak satın almış olduğu bir malı satana reddedebilir.


4. İki vasîden biri, mûsinin başkasıyla müşterek bulunan mekilât ve mevzuatını taksim edebilir, alacaklarını isteyebilir, borçlarını kendi cinsiyle ödeyebilir. Alacağı münferiden alamaz.


5. Vasîlerden biri, çocuğun taam ve giyecek gibi muhtaç olduğu şeyleri satın alabilir. Çocuk için vâki olacak hibeyi kabul ve yetimin mallarını muhafaza edebilir ve yetimi münasib bir işe bir ücretle koyabilir.


İki vasîden birinin müstesna olan hadiselerin gayrinde münferiden tasarrufta bulunmaması, İmâm-ı A'zam ile İmâm Muhammed'e göredir. Fakat İmam Ebû Yusuf'a göre her biri münferiden tasarrufta bulunabilir.


Vasîler, mûsinin emvalini muhafaza hususunda ihtilâf ettiklerinde, bu emvali kabil-i kısmet ise ikiye bölerek muhafaza ederler. Taksimi kabil değilse, ya zamanen mühayee sûretiyle saklarlar veya emin bir kimseye vedia olarak terk ederler.


2.21. ÇOCUKLAR HAKKINDA VELÂYET-İ TASARRUFA MÜTEALLİK BAZI MESELELER


Çocukların mallarında tasarruf velâyet ve salâhiyeti evvela babalarına, sonra babalarının vasîlerine, sonra vasîlerin vasîlerine âittir. Bunlar bulunmayınca sahih cedlerine, badehu bunların vasîlerine, sonra bu vasîlerin vasîlerine âit olur. Bunlar da bulunmazsa, hâkime ve hâkimin nasb edeceği vasîlere âit bulunur.


Şâfiilere göre cedd-i sahih berhayat olunca, başkasını vasî tayin etmek câiz olmaz. Şu kadar var ki, vasiyet edenin vefatı tarihinde babası vefat etmiş bulunursa, evvelce yapmış olduğu îsâ (vasiyet) muteber olur.


İmam Ahmed'e göre de bir kimse, kendisinin âdil babası veya dedesi bulunduğu takdirde borcunu ödemek, vasiyetini tenfiz etmek, çocuklarının işlerini görmek için başkasını vasî nasb edemez.


Vasîlerin mâlik olmadıkları bazı tasarrufata, çocukların babaları mâlik olabilir. Akarlarını satabilmesi gibi. Ahlâkı bozuk babanın yapacağı böyle bir satışı, bâliğe eren çocuk fesh edebilirse de, âdil babanın satışını fesh edemez. Akar, kıymetinin iki misline satılmış ise fesh edemez. Bir kimse, küçük evladının malını kendi nâmına alsa, evladına kendi malını satsa, satış muamelesi sahih olur. İki çocuğun babası, bunlardan birinin malını diğerine satsa, câiz olduğu gibi, bu satış için tayin ettiği vekili de bu vechile satışta bulunsa câiz olur. İki sagir evladı arasında müşterek olan bir malı aralarında taksim edebilir. Kendisi ile sagir evladının arasındaki müşterek malı da taksim edebilir. Çocukların mallarını icare verebilir. Babaları, kendi mallarını da onlara icare verebilir. Vasî, çocuğun malını kendisi için icar edebilir, kendi malını çocuğa icar edemez. Bir kimse, kendi borcunu, sagir evladının malından tediye ve kendi borcu için sagir evladının bir malını satış veya terhin edebilir. Muhtaç olur ise onun malından ihtiyacı miktarı yiyebilir, sonra onu tazmin etmez. Cedd-i sahih de böyledir.


Hâkim ise yetimin malını kendisi için satın alamayacağı gibi, kendi malını da yetime satamaz. Fakat hâkim, yetimin malını kendi tarafından tayin edilen bir vasîden satın alabilir.


2.22. VASÎLERLE VÂRİSLERİN TEREKEYE (MALA) RÜCÛA (DÖNMEYE) MÜSTAHİK (HAK SAHİBİ) OLUP OLMADIKLARINA DÂİR BAZI MESELELER


Bir vasî, kendi malından mûsinin şer'an sabit olan borcunu edâ veya vasiyetini ifa etse, ale'l-ıtlâk terekeye rücua müstahik olur. Vasiyet, gerek nâm-ı ilâhiye ve gerek ibada âit olsun. Vasî de gerek vâris bulunsun ve gerek bulunmasın. Bir vasî, terekeye rücû edeceğini evvelce işhadda bulunmuş ise, kendi malından mûsinin küçük evladının yiyecek ve giyecek şeylerine sarf etmiş olunca, terekeye rücû hakkı vardır. Bir vasî, mudârebe yolu ile tasarrufta bulunacağını evvelce işhad etmiş ise, yetimin malı ile yapmış olduğu ticaretin rıbhından (kazancından) meşrut olan miktarda hisse alabilir. Yetimin malıyla, yetim için mudârebe tarikiyle ticaret de yapabilir.


Bir kimse, sagir evladı için üzerine vâcib olan bir şeyi satın aldığından dolayı rücû hakkına mâlik olmaz. Vâcib olmayan için -işhadda bulunmak şartıyla- olur. Vasîye bulunan valideler hakkında da hüküm böyledir. Büyük vâris, meyyitin şer'an sabit olan borcunu ödese, bunun karşılığı kadar terekeye rücua hakkı vardır.


2.23. VASÎLERİN SÖZLERİYLE TASDİK OLUNUP OLUNMADIKLARI


Bir vasî, kendi malından ölünün kefen-i misli için sarf ettiğini vârisler inkar etseler dahi, beyyineye lüzum görmeden vasînin sözü kabul edilir. Fetevayı Feyziye'ye göre, yeminle tasdik olunur. Vesâyeti altındaki bir çocuğun nafakası için sarfını iddia ettiği miktar, nafaka-i misle muadil ise bilâ beyyine tasdik olunur. Fakat yetimin kendi zimmetindeki malından iaşe ettiğini iddia etse, bilâ beyyine kabul olmaz.


Vesâyetindeki yetimin zevcesine, hayvanlarına infak için sarf ettiği nafaka-i misl miktarı, kavliyle tasdik olunur. Yetim için izdivaç ve mehir tediye etmiş olduğu iddiası, kadın hayatta değil ise sözü tasdik olunmaz. Yetim, hadiseyi ikrâr ederse tasdik olunur. Yetimin vesâyeti altında bulunması şarttır. Çocuklar büyüdükten sonra iaşe hususunda vasîlerini red etseler, vasî üzerine nafaka-i misl için yemin lâzım gelir. Vasînin, yetimin istihlak ettiği şeyi tazmin ettiğini söylemesi, beyyinesiz tasdik olunur. Yetimin red etmesi hâlinde, vasînin beyyine ile ispatı gerekir, aksi takdirde zâmin olur. Vasî, bir arazinin ziraata elverişli olmadığı bir vakit için verdiği haracın, yani verginin tahsili için beyyine gerekir.


2.24. VASÎLERİN TAZMİNİ VE BUTLANI İCAB EDİP ETMEYEN BAZI TASARRUFLARI


1. Vasî, meyyit için kefen-i mislin adedini ziyade olarak satın alsa, bu ziyadeyi zâmin olur (tazmin eder). Kefeni kıymetinden ziyade ödemiş olsa, bu bir teberru olur.


2. Bir kimse, vasî tayin edildiği hacc için yapmış olduğu masraftan dolayı zâmin olmaz. Terekenin sülüsünden fazla dahi bulunsa.


3. Vasî, mûsinin emriyle satılarak tasadduk edilmesi gereken bir eşyanın satılmış bedelini fukaraya tasadduk ettikten sonra veya tasadduktan evvel zayi olsa da, o mala bir hak sahibi zuhur etse, vasî zâmin olup bununla terekenin tamamına rücû eder.


4. Vasî, yolda selâmet mevcut olduğu takdirde yetimin malı ile karadan, denizden seferde bulunabilir.Yolculuk anında helâk olan maldan zâmin olmaz. Cebren, elinden böyle bir malın alınmasından da zâmin olmaz.


5. Mûsâ-bih, mûsinin veya vârisinin elinde vedia hükmündedir. Binâenaleyh musâ bih, bunların elinde teaddin telef olsa, üzerlerine zamân lâzım gelmez. Ama mûsi istihlâk ederse değildir, vârisler istihlâk ederse, mûsâ-lehin kabulü şartıyla zamân lâzım gelir.


6. Vasî, kendi nefsi için yetimin malı ile ticaret yapamaz. Yaparsa re'sülmâli (sermayesi) zâmin ve hâsıl olan kazancı tasadduk etmesi lâzım gelir.


7. Bir takım kimselerin, vasî muvacehesinde vefat edenin kendilerini borçlu olduğunu iddia ve ispat ederek aralarında garameten taksim ettikten sonra üçüncü bir şahıs zuhur edip alacağından dolayı vasîyi dava etmeye salâhiyeti olamaz.


8. Vasî, yetimin malını rüşdü, beyyine ile sabit olmadan büluğa ermiş diye malını kendisine teslim etmekle o mal zayi olsa zâmin olur.


9. Vasî, meyyitin akdi müdayenesiyle sabit olan borcunu yetime isabet eden bir miktar borcu, başka birine havâle edebilir. Ama medyunun misline havâle edemez.


10. Vasî, çocukların müverrislerinden müntakil olup nâsın zimmetlerinde bulunan alacaklarını tahsil etmeden çocuklar bâliğ olsalar, bunları vasîlerin malından istemeye hakları yoktur.


11. Vasî, terekeden bir malı, borç için satıp da sonra gabn-i fahiş ile satılmış olduğu tebeyyün etse vâki olan satış, hâkimin hükmüne muhtaç olmadan bâtıl olur.


12. Vasînin satmış olduğu yetimin bir malı daha ziyade semen ile satın almaya talib var iken veya müzayede ile daha pahalı gideceği muhtemel iken pazarda noksan fiyatla satılır olsa, vâki olan satışın butlanına hükmolunmaz. Belki hâkim, ehl-i vukufa müracaat eder. İmâm Muhammed'e iki, İmâm-ı A'zam'a ve Ebû Yusuf'a göre bir kişi hakikî kıymeti ile satılmış olduğunu haber verirlerse hâkim, bey'i fesh edemez, ziyade satış üzerine hüküm verir.


13. Bir kimse, küçük evladının bir mâlını sattıktan sonra gabn-i fâhiş ile (yüksek fiyatla satıldığını) iddia etse, malın hakikî kıymetiyle satıp parasını kabz (almış) ettiğini ikrâr ve ispat etse iddiası mesbu olmaz. Bu hâlde hâkim, müşteri aleyhine dava açılması için çocuk nâmına kayyım nasb eder.


Bir yetim, bâliğ olunca babası tarafından satın alınan bir malın gabn-i fahişle satın alındığını iddia etse, eğer malın tebeddül edebileceği kadar zaman geçmemiş ise hâlihazır, hakem kılınır, aksi takdirde müşteri tasdik olunur.


14. Bir yetim, büyüdükten sonra malını vasîden tesellüm edip de bilâhare vasînin elinde bulunan bir şeyin babasının malından olduğunu iddia ve beyyine ikame etse, davası mesbu olur.


2.25. VASÎLERİN İKRÂR VE ŞAHADETLERİ


Vasînin meyyit aleyhine borç ikrârı câiz değildir. Fakat vârislerden birisinin ikrârı, kendi hissesi nispetinde muteber olur. Vasî, meyyitin bir miktar borcu olduğunu bir adlden istihbar ederse, eğer zamândan (tazmin etmekten) korkmazsa, bu borcu terekesinden sahibine verebilir.


Vasînin, mûsi olan meyyit aleyhine şahadeti sahihtir. Lehine şahadeti ise sahih değildir. Vasîlerin küçük vâris lehinde de ale'l-ıtlâk mal ispatına dâir şahadetleri de bâtıldır. Büyük vâris lehinde de terekeden bir şey ispatı hususunda şahadetleri de bâtıl olur.


İki vasîden her biri: “Mûsi bizimle beraber filan şahsı da vasî nasb etmiştir.” deseler ve o şahıs da inkâr eylese, şahadetleri muteber olmaz. Şu kadar var ki hâkimin, üçüncü bir vasî zam ve terfik etmesi icab eder.


Bir ölünün alacaklıları, bu ölünün filan kimseyi vasî tayin etmiş olduğuna şahadette bulunsalar, şahadetleri câiz olur. Fakat bir meyyitin iki oğlu, babasının filan şahsı vasî nasb etmiş olduğunu ikrârları şahsında reddine müteveccihen şahadetleri kabul olunmaz.


İki kimse, diğer iki şahıs için Filan müteveffanın bir aynini, mesela bir meskenini vasiyet ettiğine, onlar da sülüsün vasiyetine şahadet etseler, hiçbirinin şahadet ve ikrârları sahih olmaz. Fakat bu şahıslar, muhtelif aynler hakkında şahadette bulunsalar, her iki tarafın da şahadetleri câiz olur.


2.26. HÂKİM TARAFINDAN VASÎ NASB (TAYİN) EDİLMESİNİ MÛCİB (İCAB EDEN) SEBEPLER


1. Vasî tayin edilen iki zâttan birisinin kabul, diğerinin red veya kabul olunduğuna bir delil olmadığı zaman.


2. Vasîlerin evsafında noksanlık bulunduğu zaman.


3. Vasî-i muhtarın ihaneti hâlinde.


4. Vasî-i muhtarın tek başına işi yürütmekten âciz olduğu zaman.


5. İki vasîden birinin azl veya tecennün (cinnet) etmesiyle.


6. İki vasîden birinin vefatıyla.


7. İki vasînin, üçüncü bir şahsın vasî tayin edildiğine şahadet etmelerine rağmen, o şahsın inkarı hâlinde.


8. Bir ölünün vasî-i muhtarı bulunmadığı zaman, vârise de hâkim izin verebilir.


9. Mefkud ve gâibiyeti kati olan babanın küçük çocuğu için.


10. Vârislerin bir kısmı çocuk, bir kısmı hâzır, bir kısmı da gâib olup hâzır bulunanlardan biri kendilerine mevrus olan maldaki hissesini bir kimseye satmakla o kimse taksim talebinde bulunsa, çocuk ile gâib vârisler nâmına vasî nasb edilir.


11. Bir kimse küçük evladından satın aldığı bir malın eski ayıbına muttali olmakla bu malı bu evladına geri vermek istese, bu hususa âit vasî tayin olunur. Çocuk da babasına geri vermesi için yapılır.


12. Babası müsrif ve muzir olan çocuğun malını muhafaza için.


13. Vasînin meyyit aleyhinde borç ikrârında bulunduğu zaman.


14. Vasî-i muhtarın gâib olduğu katiyetle tespit edildiği zaman.


15. Çocuğun malından satış yapıp da henüz para eline geçmeden vefat eden vasî-i muhtarın yerine vasî tayin edilmesi. Bu, vâris bulunmadığı takdirdedir. Satılan bir şey için müşterinin rücûu hâlinde vasî yok ise yine vasî tayin edilir.


16. Mûsi tarafından birkaç kişiye salâhiyet verilip de bunlardan yalnız birisi kabul ettiğinde, ikinci bir vasî ilâve yapılır.


17. Gayr-i Müslim bir mecnunun ailesi İslam olsa, onun adına bir vasî nasb edilerek, aleyhine ayrılıkla hükmolunur.


18. Sağır, dilsiz veya kör bulunan kimsenin velisi mevcut olmaz ise, hukuku müdafaa için vasî nasb edilir.


2.27. VASÎ-İ MUHTAR İLE VASÎ-İ MANSUB (HÂKİM TARAFINDAN TAYİN EDİLEN VASÎ) ARASINDAKİ FARK


Hâkimin tayin ettiği vasî, vasî-i muhtar, yani meyyitin vasîsi hükmündedir. Aralarındaki fark şunlardan ibarettir:


1. Mûsinin kendisine borcu olduğunu iddia eden vasî-i muhtarın yerine, o miktar borç için salâhiyete mansub haizdir.


2. Azledilen vasî-i muhtar yerine tayin edilen zât salâhiyete haizdir.


3. Babası ve babasının babası veya hâkim tarafından tayin edilen vasî, çocuğun akarından ancak müsevvigat-ı şer'iyyeden birine mebnî satabilir, vasî-i muhtar ise bunun dışına da çıkabilir, (münferit vasîlerin tasarrufatında bu sebepler yazılıdır).


4. Vasî-i mansubun vesâyeti, hâkimin tahsisiyle tahassüs eder. İzn-i Hâkim olduğundan hâkim, tasarruftan da nehyedebilir. Vasî-i muhtarın vesâyeti zaman, mekan ve bir nevi umûr ile tahassüs etmez. Her iş için ayrı ayrı tayin edilen vasî-i muhtarlar cümlesi hakkında tasarrufatları sahihtir.


5. Vasî-i muhtar, bir vasî vefat edince, ikinci bir vasîyi tayin edebilir. Mansub yapamaz.


6. Vasî-i muhtarın husumete, yani dava açmağa ve kabza salâhiyeti vardır. Mansubun ise yoktur.


7. Vasî-i muhtar, vesâyeti kabul ettikten sonra mûsinin vefatından sonra vasîlikten kendisini çıkartamaz. Mansub ise -hâkimin haberi olmak şartıyla- çıkabilir.


8. Vasî-i muhtar, -sahih olan kavle göre- hizmeti için ücret alamaz. (Yetimin işlerini görmek için atına binebilir, bu işlere hizmeti esnasında malından yiyebilir.) Vasî-i mansub ücrete ecr-i misliyle tayin olunabilir. Mâlikilere göre zengin vasî-i muhtar veya mansub, yetimin malından kaçınır. İmâm Şâfii ve İmâm Ahmed'in birer kavillerine göre vasî, ihtiyaca mebnî yetimin malından yediğinin bedelini, zengin olduğu zaman öder.


9. Hâkim, vasî-i mansubdan tereke miktarını ve tereke işlerini sormak hakkına mâliktir. Vasî-i muhtara soramaz.


10. Hıyaneti görülmeyen vasî-i muhtar azlolunamaz. Mansub azlolunabilir.


11. Bir çocuğun babası ve vasî-i muhtar var iken, bunların üzerine hâkimin nâzır tayini câiz değildir. Edilirse o nâzır, ücret alamaz.


12. Vasî-i mansub, çocuğu hiçbir iş için başkasına icar edemez. Sanat öğretmek için üstada tevdi edebilir. Vasî-i muhtar ise çocuğun hem nefsini hem de malını icara verebilir.


13. Vasî-i mansuba hâkim tarafından bir vesika verilmesi münasib, vasî-i muhtara mûsi tarafından verilmesi müstahsendir. (Daha münasib, daha güzeldir, iyi ameldir.)


İmam Şâfii'ye göre de böyledir. Hanbelilere göre bir kimsenin maruf el yazısıyla, yazılı vasiyetnâmesiyle hükmolunur. (Rücûu bilinmedikçe.) Velev ki işhadda bulunmuş olmasın. İmam Ahmed'den bir kavle göre vasiyette yazı kabul edilmez, mühürlü bir vasiyetnâmeye şahadet edilemez. Meğerki şahidler bu vasiyeti mûsiden işitmiş olsunlar veya mûsi bu vasiyetnâmeyi şahidlere okumuş, münderecatını ikrâr etmiş bulunsun.


HAKK'A DÂVET

NASİHAT-I İSLÂMİYYE