
25.1. KİŞİNİN SEVDİĞİ İLE BERABER OLDUĞU
Buharî Hadis No: 2007- Enes ibn-i Mâlik'ten (ra) rivâyete göre, Bâdiye halkından bedevi bir Arap Nebi'ye (sav) gelerek: “Yâ Resûlallah! Kıyâmet ne zaman kopacak?” diye sormuştu. Bu hadis yukarıda geçmişti. (Oradaki rivâyette Resûl-i Ekrem Bedeviye Hakimane “Âhiret için ne hazırladın?” diye sormuştu.) Râvî Enes ibn-i Mâlik: Bedevinin “Yâ Resûlallah! Benim Allah'a ve onun Peygamberine muhabbetten başka âhiret için bir hazırlığım yoktur.” diye cevap verdiğini bildirdikten sonra buradaki rivâyetinde Resûl-i Ekrem'in bedeviye: “Sen sevdiğin kimse ile berabersin.” buyurduğunu ziyade etmiştir. Enes ibn-i Mâlik der ki: Biz Resûlullah'a: “Yâ Resûlallah! Âhirette biz de sevdiklerimizle beraber miyiz?” diye sorduk. Resûl-i Ekrem: “Evet berabersiniz.” diye tasdik buyurdu. (Biz bu cevaptan pek ziyade bir ferah ve sevinç duyduk.)
1495 numaralı hadis-i şerifte, Enes ibn-i Mâlik: “Ben Resûlullah'a ve Ebû Bekir'le Ömer'e karşı derin sevgi ve saygı beslerim. Benim onların hayır işlerine benzer hayrım, ibadetim olmasa bile âhirette onlarla beraber bulunacağımı Allah'ın kerem ve inâyetinden umarım.” demiştir.
Rivâyet tarikleri çok olan bu hadisin bir rivâyet tarikinde de bedevi Resûl-i Ekrem'e cevap verirken: “Yâ Resûlallah! Namazdan, oruçtan, sadakadan âhiret için çok hazırlığım yok. Ancak Allah'ı ve Peygamberini çok severim.” diye cevap vermiştir.
25.2. İSLÂM'DA UHUVVET İÇİN KARDEŞLİK TESİSİ
Buharî Hadis No: 958- Abdurrahman ibn-i Avf'tan (ra) şöyle dediği rivâyet edilmiştir. Biz Medine'ye (hicret edip) geldiğimizde, Resûlullah (sav) benimle Sa'd ibn-i Rebi arasında kardeşlik tesis etmişti. Bunun üzerine Sa'd ibn-i Rebi (Abdurrahman ibn-i Avf'a): “Ben mal cihetiyle Ensâr'ın en zenginiyim. Malımın yarısını sana ayırdım. Sonra bak! İki kadınımdan hangisini dilersen senin hesabına talakını veririm. İddeti geçince onu tezevvüc edersin.” dedi. Abdurrahman ibn-i Avf kabul etmedi. Ticaret yolunu aradı.
Bu tesis olan kardeşliğin iki sebebi olduğunu ehl-i ilim bize naklet-mektedir.
Birincisi: Câhiliyet devrinde, bir veya bir kaç kabile aleyhine hareket etmek üzere tecâvüzî bir mâhiyette ahd-u peymân vâkıaları tesis olunurdu. Bir çanağa kokulu bir mayi doldurmak, ellerini bulayarak Kâbe duvarını mesh ile yeminini tevsik etmek sûretiyle yemin ile tesis edilen dostluktur ki, câhiliyet devrinin âdetleri cümlesinden idi. Bunun için Resûl-i Ekrem “Müslümanlıkta hilf yoktur.” buyurarak Arab'ın bu âdetini kaldırmış ve yerine dini bir kardeşlik ikâme buyurmuştur.
İkinci sebebi: Vatan-cüdâ İslâm Muhacirleri Mekke'deki evlerini, mallarını bırakarak Medine'ye elim bir ihtiyaç içinde gelmişlerdi. Ensâr'ın misafirperverliğine dini bir uhuvvetle tahkim edilerek samimi bir tesânüd-i ictimaiye husûl bulmuştur. Nasıl ki devr-i câhiliyet'in hılfındaki dostlukta veraset câri ise bu dini kardeşlik arasında da veraset câri iken, ahiren nüzul olan âyet ile nesh edilmiştir. Bu kardeşlik Mescid-i Saadet'te akdedilmiş ve ellisi Muhacirden, ellisi Ensâr'dan olmak üzere yüz sahâbî arasında icra buyrulmuştur.
Buharî Hadis No: 1035- Enes ibn-i Mâlik'ten (ra) şöyle rivâyet edilmiştir: (Tâbii Asım ibn-i Ahvel tarafından) Enes ibn-i Mâlik'e: Nebi'nin (sav): “İslâm'da câhiliyet (devrinin) ahdi yoktur.” buyurduğu sana bâliğ oldu (duydun) mu diye soruldu. Enes ibn-i Mâlik: Nebi (sav) “(Medine'de) benim evimde Kureyş ile Ensâr arasında muâhât (yani kardeşlik tesis) buyurdu.” diye cevap verdi. Hadis-i şerif'deki “hılf” bazı kimseler arasında akdolunan ahd-u peymândan ibarettir ki, câhiliyet devrinde kabileler arasında rakipleri olan diğer kabâilin tecâvüzünden kendilerini sıyanet için ahd-u peymân akdolunurdu. Ve buna “hılf” denirdi. Ahd-u peymân eden kimseye de “halif” denirdi. Câhiliyet ahlâf ve uhûdu arasında en meşhur ve takdir-u tahsine şâyân olan Hılf, (Hilfu'1-Fudul)dur. Eyyâm-ı Arab'da hılfın çirkin şekilleri olduğu gibi asilâne şekilleri de vardı. Hatta bu asil hılfın aralarında Resûl-i Ekrem Efendimizin de bulunduğu bir gerçektir. İbn-i İshak, Talha ibn-i Abdullah'tan rivâyetlere göre, Resûl-i Ekrem Efendimizin halif olarak bulunduğu bu asil hılfı methettiği ve burada bulunduğundan dolayı dünyalara nâil olmaktan ziyade beyan-ı memnuniyet ettiğini, “Böyle bir ictimâa devr-i İslâm'da dâvet olunsam derhâl icabet ederdim.” buyurduğunu haber vermektedirler. Bu asil hılf Mekkelilerin ve Mekke'ye gelen ehl-i hacc ve ehl-i ticaretin zulme uğramaması ezâ ve cefâdan emin olunması hususunda bir ahd-u peymân idi.
İşte Resûl-i Ekrem Efendimiz câhiliyet devrinin hılfına mukabil bir uhuvvet-i diniyye tesis buyurmuştur. Bu kardeşlik tesisini Muhacirin ile Ensâr arasında tahakkuk ettirmişti. Mescid-i Saadet'in inşâsını müteâkib Resûl-i Ekrem bir gün Enes ibn-i Mâlik'in evinde Muhacirin ve Ensâr'dan doksan sahâbî arasında ikişer ikişer kardeşlik akdetti. Bunlardan bazıları Siyret-i ibn-i Hişâm'da İbn-i İshak rivâyetiyle şöyle bildiriliyor:
Muhacirin Ensâr
Ebû Bekir-i Sıddık Harice ibn-i Zeyd
Ömer ibn-i Hattâb Utban ibn-i Mâlik
Ebû Ubeyde ibn-i Cerrah Sa'd ibn-i Muâz
Abdurrahman ibn-i Avf Sa'd ibn-i Rebi
Zübeyr ibn-i Avvâm Seleme ibn-i Selâme
Osman ibn-i Affân Evs ibn-i Sâbit
Talha ibn-i Ubeydullah Ka'b ibn-i Mâlik
Cafer-i Tayyâr Muâz ibn-i Cebel
Said ibn-i Zeyd Ubey ibn-i Ka'b
Mus'ab ibn-i Umeyr Ebû Eyyûb-u Ensâri
Ebû Huzeyfe ibn-i Utbe Abbâd ibn-i Bişr
Ammar ibn-i Yasir Huzeyfe ibn-i Yemân
Ebû Zerr-i Gıfâri Münzir ibn-i Amr
Hatib ibn-i Ebi Beltea Uveym ibn-i Saide
Selmân-i Farisi Ebu'd-Derdâ-i Uveymir
Bilâl-i Habeşi Ebû Ruveyhâ Abdullah (ra)
Resûl-i Ekrem ikişer, ikişer çağırıp aralarında uhuvvet akdettikten sonra İbn-i İshak'ın rivâyetine göre, Zât-ı Risâlet Penâhileri de Ali ibn-i Talib'in elini tutarak: “Bu da benim kardeşimdir.” buyurdu. Hz. Hamza ile de Zeyd ibn-i Harice'yi kardeş yapmıştı. Bu silsile-i esâmi arasında tenkit edilebilecek isimler vardır. Bunların muâhâtı sonra vâki olsa gerektir.
Bu kardeşlik keyfiyeti gelişi güzel tesis edilmeyip, belki hicret zama-nından beri altı, yedi ay zekâ-i Muhammedi bunların ahvâl-i ruhiyelerini inceden inceye tetkik ederek ve her çift arasında müşterek vasıflar bularak kardeş yapmıştır. Bu muâhâtın hedefi, kardeşlerin yekdiğerine yardım, sıla ve ihsan, nasihat ve rehberlik etmeleri, daha mühimi zevi'l-erham'dan evvel yekdiğerlerine vâris olmaları idi. Enfâl sûresinin 72'inci âyetinde “O kimseler ki, iman edip hicret ettiler ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda mücâhede eylediler, O Ensâr ki, bu Muhacirinleri barındırdılar ve onlara yardım ettiler. İşte bu Muhacirlerle Ensâr birbirlerinin velileridir.” Bu âyet-i kerimede vilâyet, nusret, muavenet, nasihat, verasetle tefsir edilmiştir. Bedir gaza ve ganimetinden sonra Muhacirler, Ensâr'ın muavenetinden vâreste kalmaları üzerine Enfâl sûresinin son âyetlerindeki “Kitabullah'ta, miras hususunda ulu'l-erhâm birbirlerine daha yakındır.” kavl-i şerifiyle muâhât ile müesses olan miras nesh edilmiştir. Hulâsa: Hicret-i seniyyeyi müteâkib taraf-ı Risâlet Penâhiden tesis buyrulan uhuvvet-i diniyyeye müterettib olan miras nesh edilmiş; fakat mü'minlerin birbirine yardımı, birbirlerine ihsan ve atıfeti, birbirlerine hayırhâhâne nasihati devam etmiş ve edegelmiş ve Allah'ın dilediği zamana kadar da devam edecektir. Sadr-ı İslâm'da bu tesisin pek büyük tesiri görülmüştür. Ashâb-ı Kirâm bu tesânüdden ferden ve şahsen de müstefid oluyorlardı.
25.3. İSLÂM YÜZÜNDEN OLAN UHUVVET VE MEVEDDETİN ŞAHSÎ HULLETTEN EFDAL OLDUĞU
Ebû Saîd-i Hudrî'den (ra) şöyle demiştir: Nebî-i Ekrem (sav) buyurdular ki: “Ümmetimden birini (kendime) halil (dost) edineydim, Ebû Bekir'i edinirdim. Lâkin İslâm yüzünden (hasıl) olan uhuvvet ve meveddet (şahsi hulletten efdaldir). Mescidde Ebû Bekir'in kapısından başka seddedilmedik hiçbir kapı kalmasın!” Huzeyfe der ki: (Ömer): “Kapı kırılacak mı, yoksa açılacak mı?” diye sordu. “Kırılacak!” dedim, “demek ki (tâ kıyâmete kadar) kilitlenmeyecek.”
25.4. SÜNNET-İ MUHAMMEDİYE'YE MUHALEFET EDENLERLE MUHALEFETİ TERKETMEDİKÇE EBEDÎ KONUŞULMAYACAĞI
Buharî Hadis No: 1875- Abdullah ibn-i Mugaffel'den (ra) rivâyete göre, Abdullah ibn-i Mugaffel sapanla taş atan bir zâta bir zaman sonra sapanla taş atmamasını söylediği hâlde o zâtın tekrar sapanla taş attığını görmüş de ona: “Be adam! Ben sana Resûlullah'ın (sav) sapan taşı atılmasını nehyettiğini yahut bu taşı çirkin gördüğünü hikâye ettim. Sen hâlâ atmaya devam ediyorsun. Artık sana bundan sonra ebedî söz söylemem.” demiştir ki, ebedî küsmesidir. Bununla Peygamber Efendimizin sünnet-i seniyyelerine muhalefet eden kimseyi bırakıp, hiç söz söylememenin câiz olduğu hükmü müstefad olur. Binâenaleyh bu şiddetli hüküm, üç günden ziyade mü'minin küs durmasından nehiy cümlesinde dâhil değildir. (Bu hadisi, Ebû Sehl Abdullah ibn-i Büreyde rivâyet etmiştir.)
25.5. ÜLFETE VE DOSTLUĞA LÂYIK OLMAYAN ZÜMRELER
Sûre-i Kalem Âyet: 13- Habibim! Şu (sıfattaki) kimselerle ülfet etme: Çok yemin eden, alçak tabiatlı olan, zem ve kadh eden, koğuculukla gezen, hayrı meneden, haddini aşan, günâhtan çekinmeyen, katı yürekli ve aşırı münâfık, bütün bunlardan sonra nesebi gayr-i sahih, soysuz olan.
Görülüyor ki, dostluğa ve ülfet edilmeye lâyık olmayanlar, İslâm'ın yüksek ahlâkına ters düşen on zümredir ki, İslâmi uhuvvet hususunda dikkat edilecek çok mühim meseledir.