DOKUZUNCU BÖLÜM: ALLAH-U TEÂLÂ'NIN YAPILMASINI MENETTİĞİ AMELLER


LUGAT A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z


9.1. RÜŞVET VE BUNA BENZER KARŞILIKSIZ, HİZMET MUKABİLİ VEYA BİR TİCARET KARŞILIĞI OLMADAN, HAKSIZ SEBEPLERLE BİR KİMSENİN MALINI PARASINI YEMENİN HARAM OLDUĞU

A) Sûre-i Bakara Âyet: 188- Aranızda (birbirinizin) mallarınızı haksız sebeplerle (şer'in câiz görmediği kumar, hırsızlık, cebir, çapulculuk, emanete hainliklerle) yemeyin ve kendiniz bilip dururken insanların mallarından bir kısmını günâh(ı mucib sûretler)le (yalancı şâhidlik, yalan yemin, rüşvet gibi sebeplerle) yemeniz için onları (o malları) hâkimlere aktarma etmeyin.

B) Sûre-i Nisâ Âyet: 29- Ey iman edenler! Birbirinizin mallarınızı haram sebeplerle yemeyin. Meğerki (o mallar) sizden karşılıklı bir rızadan (doğan) bir ticaret (malı) ola. Kendilerinizi öldürmeyin. Şüphe yok ki Allah sizi çok esirgeyicidir.

30- Kim (helâlin sınırlarını) aşarak ve haksızlık ederek bunu yaparsa Biz onu ateşe sokacağız. Bu da Allah'a göre pek kolaydır.

9.2. İÇKİ, KUMAR, NASİB ÇEKME, BAHİS TUTUŞMANIN YASAK OLDUĞU

A) Sûre-i Bakara Âyet: 219,220- Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: “Onlarda hem büyük günâh, hem insanlar için faideler vardır. Günâhları ise faidelerinden daha büyüktür.” (Yine) sana hangi şeyi nafaka vereceklerini sorarlar. De ki: “İhtiyacınızdan artanı (verin).” Allah size böylece âyetlerini (pek güzel) açıklar. Olur ki dünya hususunda da, âhiret işinde de iyice düşünürsünüz. Bir de sana yetimleri sorarlar. De ki: “Onları yarar ve iyi bir hâle getirmek hayırlıdır.” Şâyet kendileriyle bir arada yaşarsanız, onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah, (yetimlerin) salâhına çalışanlarla, (onların mal ve hâlinde) fesat (ve fenalık) yapanları bilir. Eğer Allah dileseydi sizi muhakkak zahmete sokardı. Şüphesiz Allah mutlak galibdir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.

B) Sûre-i Nisâ Âyet: 43- Ey mü'minler! Siz sarhoşken ne söyleyeceğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın…

C) Sûre-i Mâide Âyet: 90- Ey iman edenler! İçki, kumar, (tapmaya mahsus) dikili taşlar, fal okları ancak şeytanın amelinden birer murdardır. Onun için bun(lar)dan kaçının ki muradınıza eresiniz.

91- Şeytan, içkide ve kumarda ancak aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık siz (hepiniz) vazgeçtiniz değil mi?

D) Sûre-i Nahl Âyet: 67- Hurma ağaçlarının meyvesinden ve üzümlerden de içki ve güzel bir rızık (yaş ve kuru hurma, yaş ve kuru üzüm, sirke, pekmez, türlü tatlılar vesâire) edinirsiniz. İşte bunda da aklını kullanacak bir kavim için hiç şüphesiz bir âyet vardır.

Not: Yukarıda işaret ettiğimiz vechile Kur'ân-ı Kerim'de içki hususunda dört âyet nâzil olmuştur. Bunlardan ilk âyet Sûre-i Nahl'in 67'inci âyetidir. Bu âyet Mekke'de nâzil olmuştur. O zaman içki henüz haram kılınmamıştı. Fakat aynı sûrenin 66'ıncı âyet-i kerimesinde zikredilen “Hayvanların karınlarındaki fışkı ile kan arasından, içenlerin boğazından kolaylıkla geçen dupduru ve tertemiz bir süt içiriyoruz.” âyet-i celîlesinin mânasına binâen fışkı ve kan ile süt arasındaki münasebet ne ise, üzümden ve hurmadan yapılan içki ile hurma ve üzümün yaş ve kurusu, üzümden yapılan sirke, pekmez vesâire tatlıların münasebeti de aynı kan ve fışkı ile süt arasındaki münasebet gibidir ki, sekerin rızk-ı hasen mukabilinde zikredilmesi, içkinin o zaman da iyi bir telâkkiye mazhar olmadığını ve onun bir gün olup da yasak edileceğini ihsas etmektedir. Demek içkinin mevkii, Cenâb-ı Hakk'ın bu âyetlerde saydığı nimetler cümlesinden değildir, sarahaten nehyinden evvel de mezmumdur. Bununla beraber henüz kat'i olarak haram edilmemiş, fakat pislik ve kan ile süt nasıl bir fark ifade ediyorsa, içki ile üzüm ve hurmanın arasındaki fark da aynı noktayı izhar etmesi cihetinin lüzumunu ihbar ederek “İşte bunda da aklını kullanacak bir kavim için hiç şüphesiz bir âyet vardır.” âyeti ile insana dikkat edilmesinin keyfiyeti emrolunmuştur.

İkinci defa nüzul olan âyet Sûre-i Bakara'nın 219'uncu âyetidir ki, yine nehye matuf olmayıp, bu hususta mü'minler muhayyer tutulmuştur. Günâh olduğuna hükmedenler terk etmişler, fayda olduğunu mülâhaza edenler devam etmişlerdir.

Üçüncü defa nâzil olan âyet ise Sûre-i Nisâ'nın 43'üncü âyetidir. Bu âyetle de içki yine kat'i nehyedilmemiş, ancak içkili ve namazda ne okuduğunu bilemeyecek kadar sarhoş olan kimselerin namazı doğru kılabilecek bir zamana kadar namaza yaklaşmamaları emrolunup, içki yasağı yalnız namaz vakitlerine münhasır olarak ilk defa haram edilmiş oldu.

Dördüncü defada ki, malum ve maruf olan Sûre-i Mâide'nin 90 ve 91'inci âyetleri ile içki kullanmanın, satımının, alışverişinin, imalının tamamı mü'minlere haram kılındı. Bu nehiy emri, Ahzab Gazvesinden bir kaç gün sonra Medine-i Münevvere'de ilan edilmiş olup, ilâ yevmilkıyâme sekr veren (sarhoş eden) her türlü içki mü'minlere haram edilmiştir.

Bu içki yasağının birden değil, böyle tedricen yasak edilmesinin sebebine gelince: Müslümanlar içkiye alışmışlardı. Ondan maddeten de çok faideleni-yorlardı. Eğer birdenbire kendilerine bu yasak tatbik edilseydi, belki o kadar müessir olmayacaktı. Onun için tedrici ve rıfk ile muameleye riâyet edilmiştir.

Hamr nedir? Çiğ üzüm şırasından katılaşmış ve köpüğünü atmış olan şarap demektir. İmâm Mâlik ile İmâm Şâfii gibi birçok müctehidlere göre bu âyet-i kerimedeki Hamr'dan murad, ale'l-ıtlâk müskir olan herhangi bir şeydir.

Binâenaleyh bütün müskirat, nass-ı Kur'ân ile haramdır ve herhangi birinin bir katresini bile içmek câiz değildir. Bunların alınıp satılması da haramdır. Çünkü müskiratın hepsi de rics (necis), yani pis olmak üzere Kur'ân-ı Kerim'de mezkûrdur.

İmâm-ı A'zam'a göre hamr, şarab-ı mahsustan ibaret olup hurmeti bu âyet-i kerimeyle sabittir. Diğer müskiratın hurmetleri de bu âyet-i kerimenin delâletiyle ve “Her sarhoşluk veren şey haramdır.” gibi müteaddit hadisler ile sabittir. Ve bunların katrelerinin bile içilmesinin haram olduğu da; “Çoğu sarhoşluk veren bir şeyin azı da haramdır.” (içilemez) gibi hadisler ile sabit bulunmuştur. Bir zehr-i katil olan içkiyi İslâm şiddetle nehyetmiştir.

9.2.1. Meysir

Meysir, kumar oyunu demektir. Vaktiyle cahiliye devrinde Araplar tavla, satranç, piyango tarzında oyunlar ile kumar oynarlar, birbirlerinin mallarını böyle bir oyun neticesinde kolaylıkla elde ederlerdi. Allah-u Teâlâ ehl-i imanı bu muzir amelden de menetmiştir.

Sûre-i Rûm Âyet: 1- Elif lâm mîm.

2- Rumlar mağlub oldu (yani ehl-i Kitab'dan olan Şarki Romalılar, putlara tapan eski İraniler tarafından bir muharebe neticesinde büyük bir mağlubiyete uğratılmıştı).

3- (Bu mağlubiyet) Yerin en yakınında (vâki olmuştur. Yani Arabistan'a veya Rum payitahtına en yakın bir Roma arazisi dahilinde vuku bulmuştu). Maamafih onlar mağlubiyetlerinden sonra muhakkak ki galib olacaklardır.

4- (Üç ile nihâyet dokuz sene içinde) Önceden de, sonradan da emir Allah'a âittir ve o gün mü'minler şâd olacaklardır.

5- Allah nusretiyle, dilediğine yardım eder ve O, azizdir, rahîmdir.

6- (Bu) Allah'ın vaadidir. Allah vaadinde hulf etmez. Velâkin insanların çoğu bilmezler.

7- Dünya hayatından bir aşikâre olanı bilirler, âhiretten ise gafiller olanlar onlardır, onlar.

Not: Bu mezkûr âyetlerin nüzulünden yedi sene evvel İranlılar Romalıları mağlub etmişlerdi. İraniler putperest oldukları için Mekke Müşrikleri “Bizimkiler sizinkileri, yani siz Müslümanlar gibi ehl-i Kitab olan Romalıları mağlub ettiler. Biz de size galib geleceğiz.” diyorlar ve seviniyorlardı. Bunların bu heyezanları Ashâb-ı Kirâmı üzmekte idi. İşte bu hadise üzerine bu mübarek âyetler nâzil olup, Romalıların da o mağlubiyetlerinden sonra İranilere nihâyet üç ilâ dokuz sene arasında galib olacaklarını ve o zaman Müslümanların da nusret-i İlâhiyeye nâil bulunacaklarını tebşir etmiştir.

Hz. Ebû Bekir, bu tebşir-i İlâhiyi Mekke müşriklerine karşı teşhir ederek “Artık o kadar sevinmeyin, az sonra Romalılar İranîlere galib olacaklardır.” demişti. Onlar ise buna imkân tasavvur edemiyorlardı. Hatta müşriklerden Ubeyy ibn-i Halef Hz. Ebû Bekir'i tekzib etmiş, Ebû Bekir de: “Ey Allah'ın düşmanı! Yalancı olan sensin.” diye mukabelede bulunmuş, nihâyet aralarında bir mukavele akdetmişlerdi.

Şöyle ki: Üç seneye kadar Romalılar galib olurlarsa Ubeyy ibn-i Halef on deve verecek, aksi takdirde Ebû Bekir ona on deve verecekti. Resûl-i Ekrem Efendimiz bu mukaveleden, bu bahis tutuşmadan haberdar olunca buyurdu ki: “Yâ Ebû Bekir! Bu mukavelenin müddetini ve develerin adedini artırınız.” Çünkü bu galibiyet üç sene ile dokuz sene arasında vâki olacaktır. بِضْعَ سِنِينَ “Bid'a sinîn” kavli şerifi bunu bildirmektedir. Ebû Bekir de (ra) bu emr-i Nebevîye binâen Ubeyy ibn-i Halef ile tekrar görüşerek, mukavele müddetini dokuz seneye, verilecek develerin miktarını da yüze iblâğ etmişlerdi. Nihâyet âyet-i kerimenin istikbâli bildiği mûcize tahakkuk etmiş, altıncı senenin sonunda Romalıların İranîlere galibiyeti vâki olmuştur. Ubeyy ibn-i Halef ise Uhud Muharebesinde aldığı bir yaranın neticesi Mekke'de ölmüştü. Hz. Ebû Bekir (ra) varislerinden yüz deveyi alıp Resûl-i Ekrem'in emriyle fakirlere tasaddukta bulunmuştur.

Deniliyor ki: Bu mukavele, ribanın, kumarın haram edilmiş olmasından evvel vâki olmuştu. Bunların tahrim olduğuna dâir âyetler ise muahharen Medine-i Münevvere'de nâzil olmuştur. Fakat Zemahşeri demiştir ki “İmâm-ı A'zam ile İmâm Muhammed'in mezheplerine göre riba ve kumar gibi şeylere âit fâsit akidler Dâr-i İslâm'da câiz değildir. Dâr-ı Harb'de ise, Müslümanlar ile kâfirler arasında caizdir, yapılabilir. İşte Hz. Ebûbekir'in yapmış olduğu o mukavele de bunun sıhhatine bir delildir.” Fakat sâir fukahaya göre bu gibi fâsit akidler, hiçbir yerde câiz değildir.

9.3. RİBÂ (FAİZ) ALIP VERMENİN MEN OLDUĞU

A) Sûre-i Bakara Âyet: 275- Riba (faiz) yiyenler (tefecilik, murâbahacılık yapanlar) kendilerini şeytan çarpmış (birer mecnun)dan başka bir hâlde (kabirlerinden) kalkmazlar. Böyle olması da onların: “Alım satım da ancak riba gibidir.” demelerindendir. Hâlbuki Allah, alışverişi helâl, ribâyı (fâizi) haram kılmıştır. (Bundan böyle) kim Rabbinden kendisine bir öğüt gelip de (faizden) vazgeçerse geçmişi (haramdan evvel aldığı onundur. Geri alınmaz. Fakat henüz faizi alınmamışsa onu isteyemez ve alamaz. Yalnız anasını alır) ona ve işi (hakkındaki hüküm) de Allah'a âittir. Kim de tekrar (faize) dönerse, onlar o ateşin yârânıdırlar ki, orada onlar (bir daha çıkmamak üzere) ebedî kalıcıdırlar.

276- Allah ribanın bereketini tamamen giderir, sadaka(sı verilen mal)ları ise artırır. Allah (haramı helâl tanımakta ısrar eden) çok kâfir, çok günâhkâr hiçbir kimseyi sevmez.

278- Ey iman edenler! (Gerçek) mü'minler iseniz Allah'tan korkun, faizden (henüz alınmamış olup da) kalanı bırakın (almayın).

279- İşte (böyle) yapmazsanız Allah'a ve Peygamberine karşı harb(e girmiş olduğunuzu) bilin. (Müfessirlerin birçoğu da “Allah'tan ve Peygamberden -aleyhinize- harb açılmış -olduğunu- bilin.” mânasını vermiş-lerdir.) Eğer (tefeciliğe, murâbahacılığa) tevbe ederseniz, mallarınızın başları (sermâyeleriniz) yine sizindir. (Bu sûretle) Ne haksızlık yapmış, ne de haksızlığa uğratılmış olmazsınız.

B) Sûre-i Âl-i İmrân Âyet: 130- Ey iman edenler! Ribayı (faizi) öyle kat kat artırılmış olarak yemeyin. Allah'tan korkun. Tâ ki muradınıza eresiniz.
Not: Bu âyetle faiz hakkındaki hüküm öyle şümullendirilmiştir ki, faizin çoğu değil, azı da haram olmuştur. “Öyle kat kat artırılmış olarak yemeyin.” buyrulmakla bu gerçek ifade edilmiştir. Zira cahiliyet devrinde faizli borçlar gününde ödenmez ve borçlu da müddetinin uzatılmasını isterse tefeci uzatma mukabilinde borcun miktarını artırır, böyle faizler analarını geçerdi. Bu âyet-i kerime ile bu canice faizciliğin menedilmesi bir husûsiyet arz etmiş oldu-ğundan, faizin haramiyeti dolayısıyla azı ile de alâkalı olduğu açıkça tebeyyün etmiş oluyor. Çoğunun haram olup, azının haram olmadığı manâsına aslâ gelemez. Bilâkis faizin çoğu haram olduğu kadar, azının da haram olduğunu izhar etmiştir. “Faizi az da olsa almayın, hele hele kat kat kat'iyyen yemeyiniz.” demek oluyor.

9.3.1. Ribânın mahiyeti

Riba lügatte ziyadelenmek, fazlalanmak demektir. Faiz denilen muamelenin ismi olmuştur. Maamafih riba tâbiri, lisan-ı şeriatta faizden eamdir. Şöyle ki, alışverişte akdi yapanlardan birine verilmesi şart olup, karşılıktan hâli bulunan fazla miktardır. Yüz gram altını yüz bir gram altın mukabilinde satmak gibi.
Riba, altın ve gümüş gibi mevzuatta, buğday, arpa, hurma, tuz, kuru üzüm gibi me'kilâtta cereyan eder. Riba iki nevidir.

1. Riba-yı fazıl: Tartılan veya ölçülen bir cins eşyanın kendi cinsleri mukabilinde peşin olarak ziyadesiyle satılması hâlinde vücuda gelir. Mesela bir altın veya gümüş veyahut bir miktar buğday, kendi cinsiyle derhâl mübadele edilecek olsa bakılır: Eğer miktarları müsavi ise bu caizdir. Fakat birinin miktarı biraz fazla ise bu mübadele câiz olmaz. Velev ki, bunların bir kısmı âlâ, bir kısmı edna, adi olsun. Çünkü asıl itibar cinsiyete ve miktaradır.

2. Riba-yı nesie: Bu da tartılan veya ölçülen şeyleri birbiri mukabilinde veresiye mübadele etmektir. Velev ki miktarları müsavi olsun. Bu da haramdır. Mesela on dirhem gümüş, yine on dirhem gümüş mukabilinde veya bir kile buğday yine bilâhare verilecek bir kile buğday mukabilinde veresiye olarak satılamaz. Bu riba, yalnız ve gümüş gibi misliyatta, buğday ve arpa gibi me'kilâtta ve yumurta, ceviz gibi taneleri arasında kıymetlerini değiştirecek bir fark bulunmayan adediyatta câri olur. Bunların cinsleri, miktarları müsavi ise de veresiye olanı peşin olanına muâdil olamaz. Bu bir riba muamelesidir. Bunlar kendi cinslerinin gayriyle alınıp satılabilir.

9.3.2. İstikraz, Borç Alıp Verme

İstikraz meselesine gelince: Bu da borç alıp vermek muamelesidir ki; yalnız altın ve gümüş gibi misliyatta, buğday, arpa gibi me'kilâtta ve yumurta, ceviz gibi taneleri arasında kıymetlerini değiştirecek derecede tefavet bulun-mayan adediyatta cereyan eder. Hayvânâtta ve mensucat gibi kıyemiyatta câri olmaz.
Öyle borç alınıp verilmesi câiz olan şeyler, bir fazlalığa tâbi olmaksızın, bilâhare yalnız misilleri alınmak üzere borç verilir ve alınır. Buna “Karz-ı Hasen” denir. Bir sene müddetle on lira borç verilip sonra yine on lira alınmak gibi. Fakat fazla bir şey şart edilmiş olursa bu bir faiz meselesi olur ki, bu da riba hükmündedir.

9.4. SUÇSUZ KİMSEYE İFTİRA VE EZÂ ETMENİN VEBAL OLDUĞU

A) Sûre-i Nisâ Âyet: 112- Kim bir hata veya bir günâh (küçük veya büyük günâh) kazanır da sonra onu bir suçsuz(un üstüne) atarsa muhakkak ki o, bir iftirayı ve apaçık bir günâhı da sırtına yüklemiştir.

B) Sûre-i Ahzâb Âyet: 58- Erkek mü'minlerle kadın mü'minlere işlemedikleri (bir günâh) yüzünden ezâ edenler de muhakkak bir yalan ve apaçık bir günâh yüklenmiş(ler)dir.

9.5. MÜ'MİNLERİ BIRAKIP KÂFİRLERİ DOST EDİNMENİN SUÇ OLDUĞU

Sûre-i Nisâ Âyet: 144- Ey Mü'minler! (İman edenler), mü'minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin. Kendi aleyhinizde Allah'a apaçık bir hüccet vermek ister misiniz?

9.6. ALLAH'A ŞİRK KOŞMAK (ALLAH'TAN BAŞKASINA TAPMAK), ANA RAHMİNDEKİ ÇOCUKLARI ÖLDÜRMEK, GİZLİ VE AŞİKÂR SUÇ İŞLEMEK, ADAM ÖLDÜRMENİN VE ANAYA, BABAYA İSYAN ETMENİN VE NEFSİNİ KATLETMENİN BÜYÜK GÜNÂH OLDUĞU

A) Sûre-i Nisâ Âyet: 29- Ey iman edenler! Birbirinizin mallarınızı haram sebeplerle yemeyin. Meğerki (o mallar) sizden karşılıklı bir rızadan (doğan) bir ticaret (malı) ola. Kendilerinizi öldürmeyin. Şüphe yok ki Allah sizi çok esirgeyicidir.

93- Kim bir mü'mini kasden öldürürse cezası, içinde ebedî kalıcı olmak üzere cehennemdir. Allah ona gazab etmiştir, ona lânet etmiştir ve ona çok büyük bir azab hazırlamıştır.

B) Sûre-i Mâide Âyet: 32- Bundan dolayıdır ki İsrailoğullarına şu hakikati hükmettik: Kim bir canı, bir can mukabilinde veya yeryüzünde bir fesat çıkarmaktan dolayı olmayarak öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu kurtarırsa, bütün insanları diriltmiş gibi olur. Andolsun ki Peygamberimiz onlara beyyineler (apaçık âyetler, deliller, mu'cizeler) getirmişti. Sonra hakikaten yine içlerinde birçoğudur ki bunların arkasından (hâlâ) yeryüzünde (fesat ve cinâyet hususunda) muhakkak haddi aşanlardır.

C) Sûre-i En'âm Âyet: 120- Günâhın açığa çıkanını da gizli kalanını da bırakın. Çünkü günâhı irtikâb edenler kazanmakta oldukları (o günâh) yüzünden cezalandırılacaklardır.

151- De ki: “Gelin, üzerinize Rabbinizin neleri haram ettiğini ben okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak yapmayın. Anaya babaya iyilik edin. Fakirlik endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Sizin de, onların da rızkını Biz vereceğiz. Kötülüklerin (büyük günâhların, zina ve benzerlerinin) açığına da, gizlisine de yaklaşmayın. (Kısas ve zina gibi şeylerden dolayı meşru) bir hak olmadıkça Allah'ın haram ettiği cana kıymayın. İşte (Allah) size, aklınızı başınıza alasınız diye, bunları emretti.”

D) Sûre-i A'râf Âyet: 33- De ki: “Rabbim ancak hayâsızlıkları, onların açığını gizlisini, bununla beraber (her türlü) günâhı, haksız isyanı, Allah'a -hiçbir zaman bir burhan indirmediği- herhangi bir şeyi eş tutmanızı, Allah'a bilmeyeceğiniz şeyleri isnad etmenizi haram etmiştir.”

E) Sûre-i İsrâ Âyet: 31- Evladlarınızı fakirlik korkusuyla öldür-meyin. Onları da, sizi de Biz rızıklandırırız. Hakikat, onları öldürmek büyük bir suçtur.

33- Allah'ın haram kılmış olduğu nefsi katletmeyin (İslâmiyeti hâiz veya Müslümanların ahd ve zimmetine dahil herhangi bir insanın haya-tına suikastte bulunmayın, onlar hakk-ı hayata mâliktirler). Meğerki bihakkın olsun (meşru bir hakka binâen katl ise caizdir. Şöyle ki, masum bir kimseyi haksız yere öldürmüş olan bir şahıs, kısasen öldürülebilir. Maamafih bunun usûlen affı da caizdir. Kezâlik ehl-i imandan olduktan sonra irtidat ederek din-i İlâhiye karşı muhalefette bulunan ve kendisine verilen nasihatleri, tavsiyeleri kabul etmeyen bir mürtet de selâhiyettar olan makam tarafından usûlü dâiresinde katledilir. Bir de ihsandan sonra, yani vaktiyle meşru olarak evlenmiş, ismet sahibi bulunmuş olduğu hâlde zinada bulunan bir şahıs da usûlü dâiresinde sabit olacak olan bu zina cinâyetinden dolayı selâhiyettar makamca katledilebilir. Fakat bu hususta şerâit-i katil pek mühim olduğundan bu şerâite hakkıyla riâyet edilmesi lâzımdır. Böyle olmadıkça hangi bir şahsın hayatına kasdedilmesi câiz ve maslahata muvafık olamaz.) ve kim mazlumen (bigayr-i hakkın) katledilirse (katlini mucib, öldürülmesini mübah kılacak bir sebep olmadığı hâlde öldürülürse) onun (o zulmen öldürülenin) velisine (onun varislerine veya varisleri olmadığı takdirde onun umûruna tevelli eden hükümdara) bir tasallut (katil üzerine bir istilâ selahiyeti) vermişizdir. (O veli veya hükümdar, dilerse kısası iltizâm eder, dilerse diyet denilen tazminatı almakla iktifa eder.) Artık o da (o kısasa tevelli eden kimse de) katilde israf etmesin. (Meşru haddi tecavüzde bulunmasın. Mesela katil öldürülürken vücudunu parçalamak câiz değildir veya katil yerine onun kariblerinden birini öldürmek de câiz değildir ve bir maktul yerine katil ile beraber başkasını da öldürmek câiz değildir. Bunlar israftan ibarettir, haddi tecavüzdür. Adalete, müsavata münâfîdir.) Şüphe yok ki, o (maktul veya velisi) mansur bulunmuştur (Allah-u Teâlâ, ona yardım etmeleri için hâkimlere emir vermiştir).

F) Sûre-i Furkân Âyet: 68- Onlar ki (Allah'ın o has kulları) Allah'ın yanına başka bir tapacak daha (katıp) tapmazlar. Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar, zina etmezler. Kim bunlar(dan birini) yaparsa cezaya çarpar.

69- Kıyâmet günü de azabı katmerleşir ve o (azabın) içinde hor ve hakir, ebedî bırakılır.

9.7. YETİM MALI YEMENİN, ÖLÇÜYÜ, TARTIYI NOKSAN YAPMANIN, ADALETİ GÖZETMEMENİN, ANDINI, VERDİĞİ SÖZÜ YERİNE GETİRMEMENİN MENEDİLDİĞİ

A) Sûre-i Nisâ Âyet: 2- Yetimlere (rüşdüne gelince) mallarını verin. Temizi murdara değişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza (katarak) yemeyin. Çünkü bu muhakkak büyük bir günâhtır.

6- Yetimleri nikâh (çağın)a erdikleri zamana kadar (gözetip) deneyin. O vakit kendilerinde bir akıl ve salâh gördünüz mü mallarını onlara teslim edin. Büyüyecekler (de ellerine alacaklar) diye bunları israf ile tez elden yemeyin. (Velilerden) kim zengin ise (yetimin malını yemeye tenezzül etmesin) kaçınsın. Kim de fakir ise o hâlde örfe göre (bir şey) yesin. (Yetime ve malına baktığından dolayı bir ücret alsın.) Artık onlara mallarını teslim ettiğiniz vakit karşılarında şâhid bulundurun. Tam bir hesab sorucu olmak bakımından ise Allah yeter.

B) Sûre-i İsrâ Âyet: 34- Yetimin, erginlik çağına erişinceye kadar malına yaklaşmayın (onda tasarruf şöyle dursun, hatta ona yaklaş-mayın). Meğerki bu, en iyi bir sûretle ola (çoğaltmak için). Bir de ahdi yerine getirin. Çünkü ahid(den cayanlar) sorumludur.

35- Ölçtüğünüz vakit da ölçeği tam yapın. Doğru terazi ile tartın. Bu, hem daha hayırlıdır, hem akıbeti itibarıyla daha güzeldir.

C) Sûre-i Tatfif (Mutaffifîn) Âyet: 1- Ölçekte ve tartıda hile yapanların vay hâline!

2- Ki onlar insanlardan ölçekle aldıkları zaman (haklarını) tastamam alanlar.

3- Onlara (insanlara) ölçekle yahut tartı ile verdikleri zaman ise eksiltenlerdir.

9.8. ERKEK KULLANMANIN (LİVATA) VE KULLANDIRILMANIN HARAMİYETİ

A) Sûre-i A'râf Âyet: 80- Lût'u (gönderdik.) Hani o, kavmine: “Sizden evvel” demişti, “âlemlerden hiçbirinin yapmadığı hayâsızlığı mı yapıyorsunuz?”

81- “Çünkü siz kadınları bırakıp da şehvetle erkeklere yanaşıyor-sunuz. Meğer siz haddi aşan bir kavim imişsiniz.”

B) Sûre-i Meâric Âyet: 29,30- Şunlar da (öyle): Karılarından yahut sağ ellerinin mâlik olduklarından, (câriyelerinden) başkasına karşı utanacak yerlerini saklayanlar. Çünkü onlar (bunlar hakkında) kınanmış değildirler.

31- Fakat bundan (zevcelerinden, câriyelerinden) ötesini arayan kişiler (yok mu?) İşte onlar haddi çiğneyip aşanların (helâlden harama geçenlerin) tâ kendileridir. (İşte bu âyet-i celîleden istidlal edildiğine göre muvakkat nikâh, erkeklere veya hayvanlara yanaşmak, el ile fena oyun oynamak haramdır.)

9.9. HISIM VE AKRABALARDAN İLİŞİĞİ KESMENİN, ARZDA FESAT ÇIKARTMANIN GÜNÂH OLDUĞU

A) Sûre-i Ra'd Âyet: 25- Allah'a verdikleri sözü kuvvetli teminat ile de destekledikten sonra bozanlar, Allah'ın bitiştirilmesini (idamesini) emrettiği şeyi (rabıtayı, sıla-i rahmi) kıranlar, yeryüzünü fesada verenler (yok mu?) İşte onlar, lânet onlara, yurdun kötüsü (olan cehennem) de onlara!

B) Sûre-i Nahl Âyet: 90- Şüphesiz ki Allah adaleti, iyiliği, (husûsiyle) akrabaya (muhtaç oldukları şeyleri) vermeyi emreder. Taşkın kötülük(ler)den, münkerden, zulüm ve tecebbürden nehyeder. Size öğüt verir ki iyice dinleyip ve anlayıp tutasınız.

9.10. ALLAH'IN HELÂL KILDIĞI TEMİZ VE GÜZEL ŞEYLERİ NEFSİNE HARAM EDİP YEMEMENİN, HADDİ AŞMAKTAN DOLAYI HARAM OLDUĞU

Sûre-i Mâide Âyet: 87- Ey iman edenler! Allah'ın size helâl ettiği o en temiz ve güzel şeyleri (nefsinize) haram kılmayın. Haddi aşmayın. Çünkü Allah haddi aşanları sevmez.

88- Allah'ın size rızık olmak üzere verdiği şeylerden helâl ve tertemiz olarak yiyin. Siz, kendisine iman etmiş olduğunuz Allah'tan korkun.

9.11. KUR'ÂN'LA EĞLENİLEN YERDE BULUNMANIN GÜNÂH OLDUĞU

A) Sûre-i Nisâ Âyet: 140- O, size Kitap'ta Allah'ın âyetlerine küfredildiğini ve onlarla eğlenildiğini işittiğiniz zaman, onlar bundan başka bir söze dalıncaya kadar, yanlarında oturmayın. Çünkü o zaman siz de şüphesiz ki onlar gibi (olursunuz), diye (bir âyet) indirmiştir. (Bu âyet Sûre-i En'âm'ın 68'inci âyetidir.) Allah muhakkak ki münâfıkları da, kâfirleri de cehennemde toptan bir araya getirecek olandır.

B) Sûre-i En'âm Âyet: 68- Âyetlerimiz hakkında (münasebet-sizliğe) dalanları gördüğün zaman -onlar Kur'ân'dan başka bir sözle meşgul oluncaya kadar- kendilerinden yüz çevir. Eğer şeytan seni unuttu-rursa, o hâlde hatırladıktan sonra o zalimler güruhu ile beraber oturma. (Kurân'la istihza olunduğu zaman ya müdafaa edeceksin yahut oradan derhâl uzaklaşacaksın. Aksi takdirde onlar gibi olursun.)

9.12. ZİNANIN HARAM OLDUĞU VE ZİNAYA VESİLE OLAN NAMAHREMLERLE BİRARADA BULUNMAMAK GEREKTİĞİ

Sûre-i İsrâ Âyet: 32- Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, şüphesiz bir hayâsızlıktır, kötü bir yoldur.

Not: Zinayı irtikâb etmek şöyle dursun, gerek ona niyet etmek, gerek başlangıç olabilecek sebeplere yapışmak sûretiyle yaklaşmayın da. Bu âyet-i celîle o kadar geniş sahalara tesir-i nüfus yapmıştır ki, İslâmiyet gayr-i meşru ve çıplak olarak bir kadının elini sıkmak, onu öpmek, onun avret mahalline zina, yani şehvet kasdıyla nazar etmenin dahi zinaya muadil olduğunu kabul ederek, o kadının helâl olan neslinin haram olabileceğine hükmetmiştir. Mesela nikâhı helâl olan bir kadının veya nikahı haram olup da nesli helâl olan bir kadının (teyzen, halan gibi) elini şehvetle halisiz olarak sıkmak veya öpmek, o kadının nesli olan kızı, halası, teyzesini ebedî olarak haram kılar. Yapmış olduğu bu gayr-i meşru hareketin bir cezasıdır. Aslında onlar kendisine helâl idi. Şehvetle öpmek ve bir tarafını halisiz olarak sıkmak sûre-tiyle yapılan bu gayr-i meşru hareket, zina etmiş veya bir kadınla evlenmiş gibi muamele görür. Evlendiğin bir kadının kızını nasıl alamazsan, bu gayr-i meşru hareket sebebiyle yine neslini alamazsın. Sana haram olmuş olur. İşte bu fıkhî hükümlerin istidlal ve ihraç mercii bu âyet-i kerimedir. “Zinaya yaklaşmayınız.” nehyinden bu fıkhî incelik tebeyyün etmiştir.

9.13. İCTİMÂÎ VE AHLÂKÎ BAZI KÂİDELERE RİÂYETSİZ-LİĞİN DAHİ GÜNÂH OLDUĞU

9.13.1. İnsanın Kendisiyle Alakası Olmayan Şeyin Ardına Düşmesi ve Tekebbürle Yürümesinin Yasak Olduğu

Sûre-i İsrâ Âyet: 36- Senin için hakkında bir bilgi hasıl olmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz, kalb; bunların her biri bundan mesûldür.

37- Yeryüzünde kibr-u azametle yürüme. Çünkü (ne kadar bassan) arzı cidden yaramazsın, boyca da dağlara eremezsin!

38- Kötü olan bütün bunlar Rabbinin indinde sevilmeyen (şeyler)dir.

9.13.2. İnsanın Kendi Evinden Başka Hanelere Selâm Vermeden İzinsiz Olarak Girmesinin Günâh Olduğu

Sûre-i Nûr Âyet: 27- Ey iman edenler! Kendi (ev ve) odalarınızdan başka (evlere ve) odalara sahipleriyle alışkanlık peyda etmeden (izin istemeden) ve selâm da vermeden girmeyin. Bu, sizin için daha hayırlıdır. Olur ki iyice düşünür (hikmetini idrak eder)siniz.

28- Eğer orada bir kimse bulmazsanız, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. Şâyet size “Geri dönün.” denilirse dönüp gidin. Bu, sizin için daha temiz (bir hareket)tir (kapının önünde oturmanızdan daha hayırlıdır). Allah ne yaparsanız hakkıyla bilendir.

29- Meskûn olmayan, içerisinde sizin için bir menfaat ve alâka bulunan (ev ve) odalara (han, kervansaray, dükkan vesâire gibi yerlere) girmenizde size bir vebal yoktur. Açıklayacağınızı da, gizleyeceğinizi de Allah bilir.

9.13.3. Erkeğin Kadına, Kadının Erkeğe Bakmasının ve Kadın-ların Açılmasının ve Gösterilmesinin Haram Olduğu. (Hususen Beraber Oturmak, El Sıkışmak Gibi Amellerde Bulunmamak, Ancak Kur'an'da Beyan Edilenler Müstesna Olmak Şartıyla)

A) Sûre-i Nûr Âyet: 30- Mü'min erkeklere söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu, kendileri için çok temiz (bir hareket)tir. Şüphesiz ki Allah, (kullarının ne) yapacaklarından hakkıyla haberdardır.

31- Mü'min kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Ziynetlerini (Hulliyat, sürme, kına gibi. Maksad bu ziynetlerin bulunduğu mevzi'lerdir. Yani baş, kulak, boyun, göğüs, bazu, kol ve ayaktır) açmasınlar. Bunlardan görünen kısmı (yüzler ve eller) müstesna. Başörtülerini, yakalarının üstünü (kapayacak sûrette) koysunlar. Ziynet (mahal)lerini kendi kocalarından yahut kendi babala-rından yahut kocalarının babalarından yahut kendi oğullarından yahut kocalarının oğulla-rından yahut kendi biraderlerinden yahut kendi biraderlerinin oğullarından yahut kız kardeşlerinin oğullarından yahut kendi (Müslüman) kadınlarından yahut kendi ellerindeki memlûkelerden (câriye ve köle) yahut erkeklerden kadından yana ihtiyacı olmayan (yani erkeklikten kalmış bulunan) hizmetçilerden yahut henüz kadınların gizli yerlerine muttali olmayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizleyecekleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar. Hepiniz Allah'a tevbe edin ey mü'minler! Tâ ki korktuğunuzdan emin, umduğunuza nâil olasınız.

60- Kadınlardan hayızdan, evladdan kesilmiş, artık nikâha ümitleri kalmamış (olan ihtiyarlara gelince: Gizli) ziynet (mahaller)ini erkeklere göstermemeleri şartıyla (dış) rubalarını bırakmalarında onlar için bir günâh yoktur. (Bununla beraber bundan da) sakınmaları (ve örtünmeleri) kendileri için daha hayırlıdır. Allah, hakkıyla işiten, hakkıyla bilendir.

B) Sûre-i Ahzâb Âyet: 59- Ey Peygamber! Zevcelerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına (hacetleri için dışarıya çıkacakları zaman) dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle. Bu, onların tanınıp (hür oldukları bilinip) ezâ edilmemelerine daha uygundur. (Münâfıklar câri-yelere sarkıntılık yaparlardı. Hür ve mü'min kadınların bu akıbete uğramamaları için kapanmaları özel olarak bir giyime bağlanıp, hür ve mü'min kadınların belli olarak korunmaları için) Allah, çok yarlığayı-cıdır (tesettürden evvelki zamanlar için), çok esirgeyicidir (tesettür ettikleri sûrette).

9.13.4. İstihza, Alay Etmek, Eğlenceye Almanın ve Kötü Lakap-larla Çağırmanın Günâh Olduğu

Sûre-i Hucurât Âyet: 11- Ey iman edenler! Bir kavim diğer bir kavim ile (erkekler erkeklerle) alay etmesin. Olur ki (alay edilenler Allah indinde) kendilerinden (yani alay edenlerden) daha hayırlıdır. Kadınlar da kadınları (eğlenceye almasın). Olur ki onlar (eğlenceye alınanlar) kendilerinden daha hayırlıdır. (Kendi) kendinizi (mü'minler bir tek can gibi olduğundan, bir mü'minin diğer bir mü'mini istihza etmesi kendisiyle istihza etmesi gibi) ayıplamayın. Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü addır! Kim (Allah'ın yasak ettiği şeylerden) tevbe etmezse, onlar zalimlerin tâ kendileridir.

9.13.5. Sû-i Zanda (Kötü Zan) ve Tecessüslerde Bulunmanın Vebal Olduğu

Sûre-i Hucurât Âyet: 12- Ey iman edenler! Zannın birçoğundan kaçının. Çünkü bazı zan (vardır ki) günâhtır. (Bu günâh olan zan iyi kimseye karşı beslenen kötü zandır.) Birbirinizin kusurunu araştırmayın (Allah'ın gizlediği ayıpları deşmeyin, casusluk yapmayın). Kiminiz de kiminizi arkasından çekiştirmesin (gıybet etmesin. Velev ki söylediği kusur o adamda mevcut olsun). Sizden herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. Allah'tan korkun. Çünkü Allah tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir.

9.13.6. Arkadan Çekiştirmek, Yüze Karşı El, Kaş ve Gözle, İşaretlerle Eğlenmenin Günâh Olduğu

Sûre-i Kalem Âyet: 10-13- (Doğruya da eğriye de) Alabildiğine yemin eden, izzet-i nefsi bulunmayan, (ötekini berikini) daima ayıplayan, (gammazlıkla) lâf getirip götürmeye koşan, (insanları) hayırdan durmayıp meneyleyen (imandan, Allah yolunda harcamadan, iyi amel ve hareketlerden vazgeçiren), aşırı zalim, çok günâhkâr, kaba, haşin, bütün bunlardan başka da kulağı kesik (damgalı soysuz, piç, veled-i zina, hakikaten de öyle olduğunu anası ikrâr eylemiştir. Velid bin Muğire hakkında Allah-u Teâlâ bu açıklamayı yapmıştır. Hükm-ü âmdır. Hükm-ü has değildir.) olan her kişiyi tanıma (onlara boyun eğme).

HAKK'A DÂVET

NASİHAT-I İSLÂMİYYE