SEKİZİNCİ BÖLÜM: ALLAH-U TEÂLÂ'NIN YAPILMASINI EMRETTİĞİ AMELLER


LUGAT A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

8.1. İLİM ADAMLARININ İLMİ İLE AMEL EDİP İNSANLARA ÖRNEK OLMASININ LÂZIM GELDİĞİ

Sûre-i Bakara Âyet: 41- Nezdinizdekini (Tevrât'ı) tasdik edici (ve doğrultucu) olarak indirdiğim (Kur'ân)a iman edin, onu inkâr edenlerin ilki siz olmayın, âyetlerimi az bir bahâ ile (bayağı bir menfaat mukabilinde) değişmeyin. Ancak Benden korkun.

42- Kendiniz bilip dururken Hakk'ı bâtıla karıştırıp da gerçeği gizlemeyin.

43- Dostdoğru namaz kılın, zekât verin, rükû eden (mü'min)lerle birlikte rükû edin (cemaate devam edin).

44- (Ey Yahudi bilginleri!) Siz, insanlara iyiliği (gerçeği ve Peygambere iman etmeyi) emredersiniz de kendinizi unutur musunuz? Hâlbuki kitap (Tevrat) da okursunuz. Hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısınız?
Not: Bu emir ehl-i Kitab âlimlerine hitab olmakla beraber, bütün ehl-i ilmin hareketini tayin etmek hususunda emr-i umûmidir.

8.2. ŞEYTAN AMELLERİNİ TERKEDİP, CEMİYETİ NİZAM VE SULHA GETİRMEK İÇİN ÇALIŞMAK VE BÖYLE NİZAM-I CEMİYET TESİS ETMEK

Sûre-i Bakara Âyet: 208- Ey iman edenler! Hep birden sulh-u selâma girin. Şeytanın adımları ardına düşmeyin. Çünkü o, sizin apaçık bir düşmanınızdır. (o, aranızı açan, sizi sulh-u nizama sokmamak için bu düşmanlığı icra eden düşmandır).

8.3. ALLAH'A ŞİRK KOŞULMADAN YAPILAN İBADETTEN SONRA YAPILACAK EN İYİ AMELLERİN NELER OLDUĞU

A) Sûre-i Nisâ Âyet: 1- Ey insanlar! Sizi bir tek candan yaratan, ondan da yine onun zevcesini vücuda getiren ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar türeten Rabbiniz(e karşı gelmek)ten çekinin. Kendisi(nin adını öne sürmek sûretiy)le birbirinize dileklerde bulundu-ğunuz Allah'tan ve akrabalık (bağlarını kırmak)tan sakının. Çünkü Allah sizin üzerinizde tam bir gözeticidir.

36- Allah'a ibadet edin, O'na hiçbir şeyi eş tutmayın. Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa, sağ ellerinizin mâlik olduğu kimselere (memluklerinize, yani kölelerinize, câriyelerinize) iyilik edin. Allah, kendini beğenen ve böbürlenen kimseyi sevmez.

B) Sûre-i Nahl Âyet: 90- Şüphesiz ki Allah adaleti, iyiliği, (husûsiyle) akrabaya (muhtaç oldukları şeyleri) vermeyi emreder. Taşkın kötülük(ler)den, münkerden, zulüm ve tecebbürden nehyeder. Size (bu sûretle) öğüt verir ki iyice dinleyip ve anlayıp tutasınız.

Not: Bu âyet hakkında “Eğer Kur'ân'da başka hiçbir âyet olmasaydı, yalnız başına bu her şeyi beyan etmeye ve âlemlere hidâyet ve rahmet olmaya kâfi gelirdi.” demişlerdir. Âyetin sonundaki “Size öğüt verir ki iyice dinleyip ve anlayıp tutasınız.” cümlesine binâen, Halife Ömer ibn-i Abdi'l-Aziz tarafından hutbelerden sonra îrâd edilmesi emredilmiştir. O günden bugüne kadar, bu ulvî mânayı cem eden bu âyet okunagelmektedir. Allah-u Teâlâ bu âyetle üç şeyi emretmekte, üç şeyden şiddetle nehyetmektedir. Adaletle, ihsan ile akrabaya yardım etmekle emreder. Adalet, hukukta beraberliğe riâyet etmek, zulmü bırakmak, her hakkı hak sahibine vermek demektir. Geniş mânasıyla adl ve adalet itikadda, kavilde, fiil-i harekette ve ahlakta ifrat ve tefritten kaçınmak, her şeyin orta ve itidal noktasını ihtiyar etmektir. İhsan da, kötülük edene iyilikle mukabele etmektir. Bu hususta söz çoktur. İhsanın bir mânası da mahlûkata şefkattir. Bu şefkatin birçok kısımları vardır ki, en büyüğü ve şerifi sıla-i rahimdir. Bundan dolayı Cenâb-ı Hakk akabinde de iyiliği, yardım etmeyi akrabaya tahsis buyurmuştur.

Üç şeyden de nehyetmiştir ki; fahşâ, münker, zulm ve tecebbürle tahakkümiyettir. Fahşâ: Gerek söz ile gerek fiil ile irtikâb edilen çok kötü günâhlardır. Yalan, iftira, zina gibi. Münker: Şeriatın ve sünnetin fena gördüğü her şeydir. Zulm ve tecebbür: İnsanda zuhura gelen her kötülük muhakkak ki bu üç kuvvetin (Şehvet, gazab, vehm kuvvetlerinin) araya girmesiyle hasıl olur. İnsanlara karşı yücelik ve zulm tecebbüriyeti, bu vehm kuvvetinin icâb ve icâd ettiği iblisâne bir harekettir.
C) Sûre-i İsrâ Âyet: 23- Rabbin “Kendisinden başkasına kulluk etmeyin. Ana ve babaya iyi muamele edin.” diye hükmetti. Eğer onlardan biri veya her ikisi senin nezdinde ihtiyarlığa ererlerse onlara “öf” (bile) deme. Onları azarlama. Onlara çok güzel (ve tatlı) söz söyle.

24- Onlara acıyarak tevazu kanadını (yerlere kadar) indir ve: “Yâ Rabb! Onlar beni çocukken nasıl terbiye ettilerse sen de kendilerini (öylece) esirge.” de.

25- Rabbiniz sizin içlerinizdekini en iyi bilendir. Eğer siz iyi kimseler olursanız şüphesiz ki Allah da daima kendine dönenleri (ve çok tevbe edenleri) cidden yarlığayıcıdır.

D) Sûre-i Ankebût Âyet: 8- Biz insana ana ve babasına güzellik (ve iyilik yapmasını) tavsiye ettik. Eğer onlar, hakkında bilgin olmayan (tanımadığın) bir şeyi Bana ortak koşman için uğraşırlarsa kendilerine itaat etme (o şirkleri hususunda). Dönüşünüz ancak banadır. Binâenaleyh ne yapar idiyseniz, size Ben haber vereceğim.

9- İman edip de güzel güzel amel (ve hareket)te bulunanlar (yok mu?) Biz onları herhâlde salihler (zümresin)e (katıp) sokacağız. (Nebîlerle, velîlerle haşr etmek sûretiyle.)

E) Sûre-i Lokman Âyet: 14- Biz insana, ana ve babasına iyi davranmasını tavsiye ettik (onlara itaat etmesini emrettik). Onun anası kendisini zaaf üstüne zaaf ile taşımıştır (gebelik ve doğurma zahmeti). Sütten ayrılması da iki yıl (sürmüştür). “Bana, ana ve babana şükret. Dönüşün ancak Banadır.” (dedik).

15- Eğer onlar sence, ilimde (yeri) olmadık, herhangi bir şeyi Bana eş tutman üzerinde seni zorlarlarsa kendilerine itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin (kendilerine iyilik yap, sıla-i rahim et, hoş geçin). Bana dönenlerin (Mü'minlerin) yoluna uy. Nihâyet dönüşünüz (senin de, ana ve babanın da dönüşünüz) ancak Banadır. (O vakit) Ben de size ne yapıyordunuz, haber veririm (sana imanından dolayı mükâfat, ebeveynine de küfürlerinden dolayı mücâzat, cezâ veririm).

F) Sûre-i Ahkâf Âyet: 15- Biz insana ana ve babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. Anası onu zahmetle (karnında) taşıdı. Onu zahmetle doğurdu. Onun bu taşınması ile sütten kesilmesi (müddeti) otuz aydır. Nihâyet o yiğitlik çağına erdiği, (hele) kırk(ıncı) yıl(ın)a ulaş(ıp da tam kemâline var)dığı zaman (şöyle) demiştir: (Bu âyet-i kerimenin Ebû Bekir-i Sıddık -ra- hakkında nâzil olduğu rivâyet edilmiştir. Sıddık-ı A'zam Resûlullah'ın -sav- bi'setinden iki sene sonra kırk yaşına ermiş, kendisi de, ana ve babası da, oğlu Abdurrahman ve onun oğlu Muhammed -ra- de iman etmişlerdir. Vahyin husûsiliği hiçbir sûretle umûmiliğine mâni değildir. Âyetin nüzul sebebi budur, diyerek bu hadiseye atfetmek olamaz.) “Ey Rabbim! Gerek beni, gerek ana ve babamı nimetlendirdiğine (Tevhid ve İslâm'a) şükretmemi, senin razı olacağın iyi amel (ve hareket)te bulunmamı bana ilham et. (Bu duâ bereketine kâfirlerin işkencelerine uğrayan dokuz mü'minin azad edilmesini Ebû Bekir-i Sıddık'a lütfetmiştir Mevlâ.) Zürriyetim hakkında da benim için salâh nasib et (bütün neslimi salih Müslümanlar yap). Şüphesiz ben (sana) döndüm, şüphesiz ben sana teslim olanlardanım.”

16- İşte bunlar (o sözü söyleyen Ebû Bekir-i Sıddık -ra- ile diğer mü'minler) -ki cennet yârânı içindedirler- işlediklerinin en güzel(ler)ini (tâatlarını. Çünkü mübah olan şeyler de hasendir, güzeldir. Fakat onlara sevâb tereddüb etmez) kabul edeceğimiz, günâhlarından vazgeçeceğimiz kimselerdir. (Bu) onların vaad olunageldikleri dostdoğru bir söz vermedir.

17- Ana ve babasına: “Öf size (sizden bıktım), benden evvel nice nice nesiller gelip geçtiği hâlde beni (o geçenlerin hiçbiri kabrinden dirilip dönmedikleri hâlde, tekrar dirilip kabrimden) çıkarılacağımla mı tehdit ediyorsunuz?” diyen (adam yok mu?) Anası, babası Allah'a yalvarırlar, (ona) “Yazık sana, iman et, Allah'ın vaadi şüphesiz haktır.” (derler). O ise “Bu (dediğiniz) evvelkilerin masallarından başkası değildir.” der. (Bu âyette bir kâfirin hâlinden bahsedilmektedir. Yukarıdaki âyetlerde ise bir mü'minin ana ve babası, zürriyeti hakkında düşünceleri ve duâları nakledilmekle, mü'min ile münkirin durumları gâyet açık olarak bize bir İlâhi tablo hâlinde gösterilmiş oluyor.)

8.4. İNSANLAR ARASINDA ADALETLE HÜKMETMEK VE EMÂNETLERİ EHLİNE TESLİM ETMEK

Sûre-i Nisâ Âyet: 58- Şüphesiz ki Allah size emanetleri (burada maksut bazılarına göre, âmme hizmetleridir) ehil (ve erbâb)ına vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah bununla size, gerçek, ne güzel öğüt veriyor! Şüphe yok ki Allah (sözlerinizi, hükümlerinizi) hakkıyla işitici, (bütün yaptıklarınızı) hakkıyla görücüdür.

Not: Bu âyet-i kerime Mekke-i Mükerreme'nin fethi zamanında, Mekke'de nâzil olmuştur. İnsanın muamelesi, ya Rabbiyle ya kullarla yahut nefsiyledir. Bunların hepsinde de emânete riâyet gerektir. Rabbiyle olan muamelesinde emânete riâyeti; Hakkın emirlerini yerine getirmek, nehylerinden kaçınmaktır. İbn-i Mesud (ra) diyor ki: “Her şeyde emânete riâyet vâcibdir, hatta abdestte, gusülde, namazda, zekâtta, oruçta bile.” İnsanların halk ile olan muâmelesindeki emânete riâyetinde; vediaları sahiplerine güzelce vermek, bilginlerin irşad ve talimde kusur etmemeleri, onlara hainlikte bulunmamak, vazifeleri, işleri tam ehillerine vermek, ölçü ve tartıya riâyet etmek gibi faziletler de dahildir. İnsanın nefsiyle olan muamelesinde emânete riâyeti de onun din ve dünyada nefsi için ancak en faideli ve yarar şeyleri ihtiyar etmesi, şehvet ve gazabına hâkim olması... gibi şeylerdir. Mahkemelerde şâhid dinlenmesi, yemin teklif ve tevcihi, vesikaların, karinelerin, kısaca sübut delillerinin tetkiki keyfiyetleriyle hâkimlerin vasıflarına ve vicdan kanâatlerine İslâm'da büyük önem verilmekle beraber, hele fertlerin haksızlıktan kaçınmaları yolunda da birçok tavsiyelerde bulunulmuştur. Müslümanlar birbirinin kardeşidirler ve her Müslüman bu kardeşlik haklarına riâyete mecburdur. Bununla beraber Kur'ân-ı Kerim adaleti tatbik hususunda yalnız Müslümanları değil, bütün bir insanlığı kucaklamıştır.

8.5. HÂKİMLERİN ADALETLİ OLMALARI, ŞÂHİDLERİN DE DOĞRU ŞÂHİDLİKTE BULUNMALARI

A) Sûre-i Nisâ Âyet: 135- Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan (hâkim)ler ve Allah için şâhidlik eden insan(lar) olun. (O hükmünüz veya şâhidliğiniz) velev ki kendinizin veya ana ve babalar(ınız)ın ve yakın hısımlar(ınız)ın aleyhinde olsun. (İsterse onlar) zengin veya fakir bulunsun. Çünkü Allah, ikisine de (sizden daha) yakındır (ve hâllerini sizden iyi bilicidir). Artık siz (haktan) dönerek (keyf-u) hevanıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (hakkı olduğu gibi söylemekten çekinir) veya (büsbütün ondan) yüz çevirirseniz şüphe yok ki Allah, ne yaparsanız hakkıyla haberdardır.

B) Sûre-i Mâide Âyet: 8- Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan (hâkimler, insan)lar, adaletle şâhidlik eden (kimse)ler olun. Bir kavme olan kininiz, sizi adalet yapmamaya sevk etmesin. Adalet yapın ki o, takvaya çok yakın olandır. Allah'tan korkun. Şüphesiz ki Allah ne yaparsanız hakkıyla haberdardır.

C) Sûre-i Nahl Âyet: 90- Şüphesiz ki Allah adaleti, iyiliği, (husû-siyle) akrabaya (muhtaç oldukları şeyleri) vermeyi emreder. Taşkın kötülük(ler)den, münkerden, zulüm ve tecebbürden nehyeder. Size (bu sûretle) öğüt verir ki iyice dinleyip ve anlayıp tutasınız.

8.6. ŞAHSİ FENALIKLARI AFFETMENİN ULVÎ BİR AMEL OLDUĞU

Sûre-i Nisâ Âyet: 149- Eğer bir hayrı açıklar veya onu gizlerseniz yahut fenalığı da affederseniz, şüphe yok ki Allah çok bağışlayıcıdır. Her şeye hakkıyla kâdirdir.

8.7. ÖLÇÜ VE TARTIYI TAM YAPMA AMELİNİN AKİBE-TİNİN HAYIRLI OLDUĞU

Sûre-i İsrâ Âyet: 35- Ölçtüğünüz vakit de ölçeği tam ölçün (yapın). Doğru terazi ile tartın. Bu, hem daha hayırlıdır, hem akıbeti itibarıyla daha güzeldir.

8.8. İCTİMAİ HÜKÜMLERDEN OLUP, ÂİLE İÇERİSİNDE YAPILACAK GÜZEL HAREKET VE AMELLER

Sûre-i Nûr Âyet: 58- Ey iman edenler! Sağ elinizin mâlik olduğu (köle ve câriyeler), bir de sizden olup da henüz bülûğ çağına girmemiş (küçük)ler (şu) üç vakitte, sabah namazından önce, öğle sıcağından elbisenizi çıkaracağınız zaman, (kaylule vaktinde ki o zaman da soyunulacak zamandır), bir de yatsı namazından sonra (odanıza girecek olurlarsa) sizden izin istesin(ler). Bu Üç (vakit) sizin için avret (ve halvet vakitleri)dir. Bunlardan sonra ise birbirinizi dolaşmanızda ne sizin üzerinize, ne onların üzerine bir vebal yoktur. Allah, âyetleri size böyle açıklar. Allah (her şeyi) hakkıyla bilendir, tam bir hüküm ve hikmet sahibidir,

59- Sizden olan (hür) çocuklar bülûğ çağına ulaştığı zaman kendilerinden evvelkilerin (bülûğa eren büyüklerinin) izin istediği gibi izin istesinler. Allah size âyetlerini böylece beyan eder. Allah (her şeyi) hakkıyla bilendir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.

8.9. KİMLERİN EVLERİNDE YEMEK YEMEĞE İZİN VERİLDİĞİ

Sûre-i Nûr Âyet: 61- Âmâya göre bir harec (darlık ve günâh yok). Topala göre bir harec yok. Hastaya göre bir harec yok. (Müslümanlar muharebeye çıkarken evlerinin anahtarlarını veyahut hazinelerini bu mazurlara ve bir de akrabalarına teslim ederler ve onlara da teslim ve emanet ettikleri o evlerden yemelerine izin verirlerdi. Fakat onlar bunda bir harec ve günâh görürler, buna nefislerinin razı olmamasından korkarız derlerdi. Bu âyetin sebeb-i nüzulü budur.) Size göre de (gerek) kendi evlerinizden, yani evladları-nızın yahut eşlerinizin evlerinde yemenizde günâh yoktur. Gerek babalarınızın, gerek annelerinizin, gerek biraderlerinizin, gerek kız kardeşlerinizin, gerek amcalarınızın, gerek halalarınızın, gerek dayılarınızın, gerek teyzelerinizin evlerinden, gerek (başkasına âit olup da) anahtarlarına mâlik (yani onun çiftliğinde, dava-rında muhafızlığını, kayyımlığını yaptığınız) bulunduğunuz (evler)den (Bu sûretle hizmette bulunan kimse çiftliğin hasılatından yer, davarların sütünden içer. Şu kadar ki kendi nâmına harice bir şey götüremez yahut biriktiremez. Bazılarına göre o evlerden murad kölelerin evleridir. Efendisi o evlerden yemek hakkını haizdir. Zira köle de, kölenin kazancı da efendisinindir) yahut da sadık dostlarınız(ın evlerinden, evine vekil bıraktığı dostunun evlerinden) yemenizde de (bir harec yoktur. Yani zikredilen bu evlerden, sahiplerinin haberleri ve rızaları olmak şartıyla, sahipleri hazır bulunmasa da yemekte beis yoktur). Hep bir arada toplu olarak da, dağınık olarak da yemenizde dahi harec yok. (Şu kadar ki) Evlere girdiğiniz vakit Allah tarafından mübarek ve pek güzel bir sağlık (dilemiş) olmak üzere kendinize selâm verin (dinen sizden olan, sizin kendiniz sayılan evlerin halkına selâm verin). İşte âyetleri Allah size böylece beyan eder. Tâ ki anlayasınız.

8.10. DARGIN MÜ'MİNLERİ BARIŞTIRMANIN FAZİLETLİ BİR AMEL OLDUĞU

Sûre-i Hucurât Âyet: 10- Mü'minler ancak kardeştirler (din kardeşi). O hâlde iki kardeşinizin arasını (bulup) barıştırın (kavga ettikleri zaman). Allah'tan korkun. Tâ ki esirgenesiniz.

8.11. SÖZ GETİRENLERİN DEDİKLERİNİ TAHKİK ETMEDEN KARAR VERMEMEK

Sûre-i Hucurât Âyet: 6- Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse onu tahkik edin. (Yoksa) bilmeyerek bir kavme sataşırsınız da yaptığınıza pişman kimseler olursunuz.

8.12. TAATİN SIKINTISINA VE BELALARA SABRETMENİN, ALLAH'IN YARDIMINA VESİLE OLACAĞI

Sûre-i Bakara Âyet: 152- Öyle ise siz Beni (tâatle, ibadetle) anın, Ben de sizi (sevap ile mağfiretle) anayım. Bir de Bana şükredin, Bana nankörlük etmeyin.

153- Ey iman edenler! (Tâate ve belaya) sabır ile, bir de namazla (Hakk'tan) yardım isteyin. Şüphesiz ki Allah(ın yardımı) sabredenlerle beraberdir.

8.13. MÜMİNLERDEN GAYRİSİNİ SIRDAŞ EDİNMEMEK VE ONLARI ÜZERİMİZE HÂKİM KILMAMAK, DİNİMİZLE İSTİHZA EDENLERİ DOST EDİNMEMEK VE ONLARI HÂKİM KILMAMAK İÇİN MÜCADELE VERMENİN ULVÎ AMELLERDEN OLDUĞU

A) Sûre-i Âl-i İmrân Âyet: 118- Ey iman edenler! Kendi (din kardeş)lerinizden başkasını (dost ve) sırdaş edinmeyin. (Çünkü) onlar size şer ve fesat yapmakta hiç kusur etmezler, size sıkıntı verecek şey(ler)i arzu ederler. Hakikat, onların (kin ve) buğuzları ağızlarından (taşıp) meydana vurmuştur. Göğüslerinde gizlemekte oldukları (düşmanlık) ise daha büyüktür. Size âyetlerimizi (kat'i sûrette) açıkladık, eğer düşünürseniz.

119- İşte siz o kimselersiniz ki onları seversiniz, hâlbuki onlar sizi sevmezler. Siz kitap(lar)ın hepsine inanırsınız, onlarsa (yalnız) sizinle buluştukları zaman “inandık” derler. Aralarında başbaşa kaldıkları vakit de (size karşı olan) kin(lerin)den dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar. De ki: “Kininizle geberin!” Şüphesiz ki Allah onların sinelerindeki bütün özü hakkıyla bilicidir.

B) Sûre-i Mâide Âyet: 51- Ey iman edenler! Yahudileri de, Nasranileri de kendinize yâr (ve üstünüze hâkim) edinmeyin. Onlar (ancak) birbirinin yârânıdırlar. İçinizden kim onları dost (ve hâkim) edinirse o da onlardandır. Şüphesiz Allah o zalimler güruhuna muvaffakiyet vermez.

57- Ey iman edenler! Sizden evvel kendilerine kitap verilenlerle kâfir-lerden dininizi bir eğlence ve bir oyun (yerine) tutanları dostlar (ve üzerinize hâkimler) edinmeyin. Allah'tan korkun, eğer (O'na) inanmış kimselerseniz.

Not: Bu iki âyet-i celîle, Yahudi akrabasından bazı mü'minlerin onlarla sıkı fıkı görüşmeleri ve onların kendilerinden sır almaları münase-betiyle nâzil olmuştur. Kimine göre de bu âyetler münâfıklar hakkındadır. Hangi sûretle olursa olsun, İslâm düşmanlarıyla İslâm'ı kabul etmeyenlerin boyunduruğu altına girmemeye çalışmak lâzım gelir. Bu hâl Müslümanın ictimaî büyük vazifeleri arasındadır.

8.14. SILA-İ RAHİM YAPMAK, AKRABALARA YARDIM VE ZİYARETLER

Sûre-i Rûm Âyet: 38- Haydi akrabaya, yoksula, yol oğluna (yolcuya) hakkını ver (sıla-i rahim et, iyilikler yap, sadaka ver). Bu, Allah'ın cemalini (rızasını) dilemekte olanlar için (her şeyden) hayırlıdır ve onlar korktuklarından emin, umduklarına nâil olanların tâ kendi-leridir.

8.14.1. Rahim ve Karabet Hakkında (Sıla-i Rahim)

Rahm, kelimesi, lügatte esirgemek, karabet, ana karnında olan döl yatağı, velâdet cihetiyle olan münasebet-i nesebiyye demektir. Cemi erhamdır. Sıla-i rahim de, karibleri arayıp sormaktır, ziyaret etmektir. Gurbetteki kimsenin memleketini ziyarete gitmesi gibi. Akraba ile görüşmek, onların muhtaç olanlarına yardım etmek, hasta olanlarına gidip iyadette bulunmak, kayıp olanlarını araştırmak, kötülükte bulunmuş olanlarını affeylemek, hukuk-i rahme riâyet kabilindendir. Vefa ve mürüvvet eseri olup en güzel ictimaî bir vazifedir. Onun için İslâmiyet akraba hukukuna riâyeti bir vecibe kılmıştır. Onların arasındaki ihtilâfı, inkisar-ı hatırı, dedikoduyu calib olacak şeylere meydan verilmemesini emretmiştir. Ezcümle bir kimse bir malını babasına, oğluna, kardeşine veya amcasına, dayısına, halasına, teyzesine veya kendi zevcesine hibe ve teslim etse, artık bu hibesinden dönemez, onu istirdat edemez. Velev ki bu vahib ile o mevhubun leh arasında, din veya tabiiyet itibarıyla ihtilâf bulunmuş olsun. Kezâlik bir kimse köle veya câriye bulunmuş olan babasına, kardeşine veya amcasına veya dayısına bir vechile mâlik olsa, onları satın alsa, derhâl azad olmuş olurlar. Kezâlik bir kimse öldürmüş olduğu bir şahsın kısasına tevarus etse, mesela maktulün yalnız katilinden ibaret olan ana bir kardeşi bulunsa, bunun hakkında kısas icrası sâkıt olur. Bu ceza ona tatbik edilemez. Çünkü aralarındaki bu tevarüs, bir karabet neticesi olduğundan bu kısasa manidir.

İşte mübarek din-i İslâm, karabete bu kadar kıymet ve ehemmiyet vermiştir. Maahaza bu meyandaki âyet-i kerimeler, bütün insaniyete karşı hürmet, tevazu göstermemizi de bizlere tavsiye buyurmuş oluyor. Çünkü bütün insanların bir asıldan neşet etmiş olduğunu bildiriyor. Aralarında bu cihetten bir karabet bulunduğunu gösteriyor.

8.15. İHTİLÂFTAN KORUNMAK İÇİN KURA ÇEKMEK

Sûre-i Sâffât Âyet: 140,141- Hani o dolu bir gemiye kaçmıştı. Derken kura çekmiş(ler)di de mağlublardan olmuştu.

Not: Yunus aleyhisselâm kavmini tehdit ettiği İlâhi azab tahakkuk etme-yince bırakıp gitmiş, bir gemiye binmiş, gemi denizin engininde yüzemeyip durunca gemiciler: “Burada efendisinden kaçan bir kul vardır. Kur'a atalım, o meydana çıkarır.” demişlerdi. Çünkü Yunus aleyhisselâm Cenâb-ı Hakk'tan izin almaksızın kavmini terk etmiş ve gemiye izinsiz binmiş olduğundan dolayı kendisini suçlu addederek denize atılmıştı.

HAKK'A DÂVET

NASİHAT-I İSLÂMİYYE