
30.1. ALLAH'IN İZNİ OLMADAN NEZDİNDE ŞEFAATE KİMSENİN SALÂHİYETİ OLMADIĞI
A- Sûre-i Bakara Âyet: 254- Ey iman edenler! İçinde ne bir alış veriş, ne bir dostluk, ne de bir şefaat (imkânı) bulunmayan bir gün gelmezden evvel size verdiğimiz rızıktan (hak yolunda) harcayın. Kâfirler zulmedenlerin tâ kendileridir. (“Kâfirler zulmedenlerin tâ kendileridir.” karinesinden de anlaşıldığına göre maksud “Zekât”tır.)
255- Allah (O Allah'tır ki) kendinden başka hiçbir ma'bud yoktur, (O, zâti, ezelî ve ebedî hayat ile) diridir (bâkîdir). Zâtiyle ve kemâliyle kâimdir. (Yarattıklarının her an tedbir-u hıfzında yegâne hâkimdir, her şey onunla kâimdir.) O'nu ne bir uyuklama tutabilir ne de bir uyku. Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi O'nun. O'nun izni olmadıkça nezdinde şefaat edecek kimmiş! O (yarattıklarının) önlerindekini, arkalarındakini, (yaptıklarını, yapacaklarını, bildiklerini, bilmediklerini, açıkladıklarını, gizlediklerini, dünyalarını, âhiretlerini, hulâsa her şeyini) bilir. (Mahlûkatı) O'nun ilminden yalnız kendisinin dilediğinden başka hiçbir şeyi (kabil değil) kavrayamazlar. O'nun Kürsüsü gökleri ve yeri (kucaklamıştır, o kadar) vâsidir (geniştir). Bunların nigehbânlığı (hıfzı) ona ağır da gelmez. O, çok yüce, çok büyüktür.
Not: Cenâb-ı Hakk'ın hayatı bizatihidir. Ezelî ve ebedîdir. O'na aslâ ölüm ve fena tari olmaz. “Kayyum” bizatihi ve lizatihi kâimdir. Yaratmakta, rızk vermekte, halkın her an tedbirinde yegâne sahip ve hakîm ve yarattığı her şey onunla kâimdir.
“Kürsî” hakkında ihtilâf edilmiştir. Kimi “Arş” demiş, kimi “Arşın yanında ayrı bir makam.” demiş, kimi “İsm-i A'zâm” kimi de “Allah'ın mülk-ü saltanat ve kudreti.” demiştir. Bu âyet-i kerimeye “Âyete'l-Kürsî” denilmesi, kendisinde “Kürsî” lâfz-ı celîlinin bulunmasındandır. Nitekim bu sûreye “Kürsî sûresi” diyenler de olmuştur. Bu âyet-i celîlenin şânına matuf pek çok ehâdis-i şerife vardır. Bunlardan ikisini bildirelim:
1. Ebû Hüreyre (ra) şöyle rivâyet etmiştir: Resûlullah (sav) buyurdu ki: “Kim sabaha çıkınca Âyete'l-Kürsî ile حم تَنْزِيلَ الْكِتَابِ مِنَ اللهِ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ ‘Hâ mîm tenzile'l-kitâbi minallahi'l-azizi'l-alîm’in evvelindeki iki âyeti okursa, o gün akşama kadar belâ ve kazalardan mahfuz kalır, kim de akşama dâhil olunca onları okursa, o gece sabahlayıncaya kadar mahfuz olur.” (Tirmizi)
2. Enes'ten (ra) Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Kim farz olan namazın ardından Âyete'l Kürsî okursa, ondan sonraki namaza kadar mahfuz kalır.” (Beyhaki)
B- Sûre-i Hûd Âyet: 105- Gelecek olan o günde (Mahşerde) Allah'tan izinsiz hiçbir kimse konuşmaz (Şefaat için ağzını açamaz). Artık onlardan kimi şaki (bedbaht), kimi de sâid (bahtiyâr)dır.
C- Sûre-i Zümer Âyet: 44- De ki: “Bütün şefaat hakkı Allah'ındır. (Bu, ancak O'na mahsustur. Kimse de O'nun izni olmaksızın şefaat hakkına mâlik değildir.) Göklerin ve yerin mülk(-ü tasarrufu) O'nundur. Nihâyet (hepiniz) ancak O'na döndürü(lüp götürü)leceksiniz.”
30.2. AHİRETTE KİMLERE ŞEFAAT İZNİ VERİLECEĞİ VE PEYGAMBERİMİZİN ŞEFAAT-I KÜBRA OLDUĞU
A- Sûre-i Yunus Âyet: 2- “İnsanları (hakkın ukûbetleriyle) korkut, iman edenlere Rableri indinde kendileri için muhakkak bir kadem-i sıdk olduğunu müjdele!” diye içlerinden bir ere (Peygambere) ettiğimiz vahiy insanlar için şaşılacak bir şey mi oldu ki o kâfirler: “Bu, şeksiz, şüphesiz ve apaçık bir sihirbazdır.” dedi(ler).
Not: “Kadem-i Sıdk”: Katâde, Hasan-ı Basri, Zeyd bin Eslem hazretlerine göre; Muhammed'dir (sav) ki O, ümmetine şefaat buyuracaktır. (Sehl bin Abdullah-ı Tusteri); “Cenâb-ı Hakk'ın Resûl-i Kerîmine ezelde tevdi ettiği rahmet-i sabıkadır.” “Muhammed bin Aliyy-i Tirmizi”de “Şifâ-yı Şerif”te: “Muhammed'dir (sav) ki; sâdıkların, sıddıkların rehberi, itaat olunan bir şefaatçi, talebi red olunmayan, (yegâne) Peygamberdir.” demişlerdir. İbn-i Abbas'a (ra) göre kadem-i sıdk, “Mü'minlerin önden gönderdikleri ameller mukabilinde ihsan olunacak güzel ecirdir. Levh-i Mahfuz'da mü'minler için sebketmiş olan saadettir.” Lügatta “ayak” demek olan “kadem” lâfzının bu mânalara ıtlâkı, koşmanın ve bunda kazanmanın ancak ayakla hâsıl olduğundandır. Müsebbebe sebebin adı verilmiştir. Nitekim “nimet”e de, el ile verildiği için “yed” denilmiştir.
B- Sûre-i Meryem Âyet: 87- Çok esirgeyici (Allah'ın) nezdinde ahd edinmiş olanlardan başkaları şefaat (hakkına) mâlik olmaya-caklardır.
C- Sûre-i Tâ-Hâ Âyet: 108- “O gün o dâvetçiye (İsrafil'e -as-) -kendisine muhalefet etmeksizin- uyup izinden gideceklerdir. Çok esirgeyici (Allah'ın heybetinden) sesler kısılmıştır. Artık bir hışırtıdan başka bir şey işitmezsin.”
109- O gün çok esirgeyici (Allah'ın) kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimselerden başkasının şefaati faide vermez.
D- Sûre-i Nebe Âyet: 38- O gün ruh ve melekler saf hâlinde ayakta duracaktır. Rahmeti umûma yaygın olan (Allah)ın, kendilerine izin verdiğinden başkaları (o gün) konuşmazlar. (Cenâb-ı Hakk'ın şefaate izin verdiği mü'minlerle meleklerden başkası.) O(nlar) da (ancak) doğruyu söylemiş(ler)dir. (Söyleyeceklerdir.)
E- Sûre-i Duha Âyet: 5- Muhakkak Rabbin sana verecek de (âhirette) hoşnut olacaksın. (Bu, hem Cenâb-ı Hakk'ın Resûlullah'a verdiği ruh kemâline, O'nun emrinin galebesine, dininin î'lasına, hem hakikatini kendisinden başkası bilmemek üzere O'na hazırladığı diğer birçok nimetlere şâmil bir vaaddir ki, ehl-i şefaatte zâtına verilmiş müstesna bir sözdür.)
30.2.1. Şefaat-i Kübra Hadisi
Buharî Hadis No: 2187- Enes ibn-i Mâlik'ten (ra) Ma'bed ibn-i Hilâl marifetiyle şefaat hadisi rivâyet olundu. Ebû Hüreyre'den uzun bir metin ile rivâyet olunan şefaat hadisi yukarıda geçti. Buradaki rivâyetin sonuna Enes ibn-i Mâlik şu malûmatı ziyade etmiştir:
Mahşer halkı İsa'ya gelecekler (şefaat dilerler). Hz. İsa da onlara: “İstediğiniz umûmî şefaatçi ben değilim. Lakin siz, Muhammed'e (sav) gidip müracaat ediniz.” diyecek. Bunun üzerine ehl-i mahşer bana gelecekler. Ben de onlara: “Umûm beşeriyete şefaat bana ihsan olunmuştur. Rabbimden müsaade isteyeyim.” diyeceğim. Rabbimden istediğim de müsaade olunacak ve bana Allah-u Teâlâ'ya arz-ı mahmedet için şimdi hafızamda bulunmayan birtakım hamd-u senâlar ilham olunacak. Bu Mehâmid-i seniyye ile Allah-u Teâlâ'ya hamd-u senâ edip Cenâb-ı Hakk'a secdeye kapanacağım. Sonra bana Allah-u Teâlâ: “Yâ Muhammed! Başını secdeden kaldır, hem (ne istersen) söyle, sözün dinlenecek, (ne dilersen) iste verilecektir, şefaat et, şefaatin de kabul olunacaktır.” buyuracak. Ben de artık:
“Yâ Rabb! Ümmetimi ümmetimi!” diye niyaz edeceğim. Bunun üzerine bana: “Haydi git, gönlünde arpa tanesi kadar imanı olan Müslümanları cehennemden çıkar.” denilecek. Resûl-i Ekrem der ki; “Ben de gidip vazifemi ifa edeceğim. Sonra dönüp geleceğim. Bunun üzerine Cenâb-ı Hakk'a o birtakım hamd-u senâlarla hamd edip sonra Cenâb-ı Hakk'a secdeye kapanacağım. Bunun üzerine bana taraf-ı İlâhiden: ‘Yâ Muhammed! Başını secdeden kaldır ve (ne dilersen) söyle, sözün dinlenecek ve iste, istediğin verilecektir. Şefaat et, şefaatin kabul olunacaktır.’ buyrulacak. Ben de hemen: ‘Yâ Rabb! ümmetimi ümmetimi!’ diye niyaz edeceğim. Bunun üzerine bana: ‘Haydi git, gönlünde zerre veya hardal danesi kadar imanı olan Müslümanları çıkar.’ denilecek. Ben de gidip onları çıkaracağım. Sonra dönüp geleceğim. Bu defa da Cenâb-ı Hakk'a evvelki hamd-u senâlarla hamd edip sonra Cenâb-ı Hakk'a secdeye kapanacağım. Bunun üzerine taraf-ı İlâhiden bana: ‘Yâ Muhammed! Başını kaldır ve ne dilersen söyle, sözün dinlenecek ve iste, dileğin verilecek, şefaat da et, şefaatin kabul olunacaktır.’ buyrulacak. Ben de: ‘Yâ Rabb! Ümmetimi ümmetimi!’ diye niyaz edeceğim. Bunun üzerine bana: ‘Haydi git, hardal dânesine yakın miktarda, azın azı imanı olan kimseleri cehennemden çıkar.’ denilir. Ben de gidip onları çıkarırım.”
Not: Buharî metninde bu hadisin sûret-i sevkini Hz. Enes'in râvîsi şöyle bildiriyor: Biz Basra ahâlîsinden bir kaç kişi bir araya toplanarak Enes ibn-i Mâlik'i ziyarete gittik. Bizimle beraber Sâbit Bennâni de gitmişti. Basra'nın Râvîye mevkiindeki kasrında ikamet eden Enes'i (ra) Duhâ namazı kıldığı bir zamanda bulduk.
Müsaade istedi. Verilen izin üzerine Enes ibn-i Mâlik'in huzuruna girdik. Sâbit: “Yâ Ebâ Hamza (Enes)! Bu Basralı kardeşlerimiz size şefaat hadisini sormaya geldiler.” dedi. Bunun üzerine Hz. Enes: Tercümesiyle meşgul olduğumuz Şefaat-i Kübra hadisini rivâyet etmiştir.
30.2.2. Şefaat-i Kübra Olan Resûlullah'a Ümmetlerin Hamd ve Minnettarlıklarını Arz Edecekleri Makam-ı Mahmûd
Buharî Hadis No: 1712- Abdullah ibn-i Ömer'den (ra) rivâyete göre şöyle demiştir: “Kıyâmet günü insanlar küme küme, her ümmet peygambe-rinin peşinde (ileri, geri) dönüştürürler (ve büyük peygamberlere): ‘Ey falan! Şefaat et, ey falan şefaat et!’ derler. En sonu şefaat dileği Nebi'ye (sav) erişip nihâyet bulur. Bu şefaat vâkıası Allah-u Teâlâ'nın Peygamberi Muhammed Mustafa'yı Makam-ı Mahmûd'a gönderdiği gün vuku bulur. (Ve herkes o gün Muhammed Mustafa'yı tebcil eder.)”
Buharî, Kitabu'z-Zekât'ta; Leys ibn-i Sâd'ın kâtibi Abdullah ibn-i Sâlih'in şu ziyade rivâyetini de ta'likan rivâyet ediyor ki, bu mevzumuzu veciz bir sûrette izah etmektedir. Hz. Muhammed (mahşerde bunalan) halk arasında hemen hüküm ve kazâ(ya başlamasına) şefaat ve delâlet etmek için divân-ı İlâhi'ye kadar gider. Hatta (Hâcet) kapısının halkasını tutar. İşte o gün Allah-u Teâlâ Peygamber'e “Makam-ı Mahmûd”u ihsan eder. (Bu şefaat ve delâle-tinden dolayı) mahşer halkının hepsi Hâtemu'l-Enbiyâ'ya hamd ederek minnet-tarlıklarını arzederler.
Müellif Buharî yine bu Makam-ı Mahmûd bâbında Cabir ibn-i Abdullah'tan da şu hadisi rivâyet ediyor: Resûl-i Ekrem Efendimiz buyurdu ki: “Her kim ezan okunurken tamamını işitip dinlediği (ve müezzinin söylediği kelimeleri söyleyip bittiği) zaman: أَللَّهُمَّ رَبَّ هَذِهِ الدَّعْوَةِ التَّامَّةِ وَ الصَّلاَةِ الْقَائِمَةِ آتِ مُحَمَّدًا الْوَسِيلَةَ وَالْفَضِيلَةَ وَابْعَثْهُ مَقَامًا مَحْمُودًا الَّذِي وَعَدْتَهُ ‘Allahümme Rabbe hâzihi'd-dâ'veti't-tâmme ve's-salâti'l-kâime Âti Muhammeden el-vesîlete ve'l-fadîle, veb'ashü mekâmen Mahmûden ellezî veaddehu’ (Allah'ım! Ey bu tam davetin ve kılınacak namazın Rabbi, Muhammed (sav)'ye vesileyi, fazileti ve yüksek dereceyi ver. Onu kendisine vaadettiğin Makam-ı Mahmûd'a ulaştır.) diye duâ ederse o kişiye kıyâmet gününde şefaat etmek bana düşer.”
İbn-i Esir Nihâye'sinde Makam-ı Mahmûd'u şöyle tarif eder: O bir yüce makamdır ki, orada her ümmet ve bütün beşeriyet, Enbiyâlar Serveri'nin şefaat ve delâletiyle acele hesabları görülüp, çok uzun ve üzücü bir vukuf ve intizardan kurtulup ebedî rahata kavuştuklarından, bu günün yegâne şefaatçisi olan Peygamberimize hamd ederek minnettarlıklarını arz ederler. Bazıları da Makam-ı Mahmûd'u kısaca “Makam-ı şefaattir.” diye tefsir etmişlerdir. İbn-i Esir'in bu tefsiri Makam-ı Mahmûd hakkında yukarıdaki hadislerden öğrendi-ğimiz mânaların en güzel bir fezlekesidir.
Makam-ı Mahmûd hakkındaki hadis-i şerif, Kutûb-i Sittede muteaddid tariklerle ve mufassal, muhtasar birçok metinlerle Abdullah ibn-i Mesud, Câbir, Ebû Hüreyre gibi muteaddid Ashâb-ı Kirâmdan rivâyet olunmuştur.
Bu hususta Makam-ı Mahmûd'u Kur'ân lisanıyla dinleyelim: Aziz ve Celîl olan Allah Teâlâ: “Rabbi'nin seni oturanların Allah'a hamd ettiği âli bir makama gönder(ip orada oturt)ması muhakkaktır.” (İsrâ Sûresi Âyet: 79) kavl-i şerifiyle buyurduğu müfesser bulunan hadislere mesned teşkil etmektedir.
30.2.3. Peygamberimizin Şefaat-ı Kübra Olduğuna Delil
Buharî Hadis No: 1711- Ebû Hüreyre'den (ra) şöyle rivâyet olunmuştur: Bir kere Resûlullah'ın (sav) sofrasına et yemeği getirildi. Ve kol tarafından bir parça ayrılıp önüne konuldu. Çünkü Resûlullah etin bu kısmını severdi. Ondan ön dişleriyle bir lokma kopardı. Sonra şöyle hikâye etti:
“Ben kıyâmet gününde bütün insanların ulusuyum. Bu neden, bilir misiniz?” diyerek şöyle izah eyledi: “Dünyada önce ve sonra gelmiş geçmiş ne kadar insanlar varsa, bunların hepsini Allah-u Teâlâ kıyâmet gününde düz ve geniş bir sahada toplayacaktır. Öyle düz ve geniş meydan ki, orada bir çağırıcı seslenince sesini herkese duyurabilecek ve bakan bir kişinin gözü, mahşer halkını bir bakışta görebilecek. (Dağ tepe gibi görmeye, işitmeye bir mâni bulunmayacak.) Bir de güneş (bütün hararetiyle) yaklaşacak. Artık insanların gamı, meşakkati dayanılmaz ve tahammül olunmaz bir dereceye varacak. Bu sırada nâs birbirine: ‘Size erişen şu faciayı görüyor musunuz? Rabbinize delâlet edecek bir şefaatçi bulmak çaresine niye bakmıyorsunuz?’ diyecekler. Bunun üzerine mahşer halkının bazısı bazısına: ‘Haydi Âdem'e gidiniz.’ deyip mahşer halkı Âdem'e (as) gelerek:
‘Ey Atamız! Rabbine hakkımızda şefaat dile’ diyecekler. Âdem de: ‘Cenâb-ı Hakk beni cennet meyvesinden birini yemekten nehyetmiş iken ben âsi olup yemiştim. Siz benden başka bir şefaatçi bulunuz. Nuh'a gidiniz.’ diyecek. Onlar da Nuh'a varacaklar ve ‘Ey Nuh! Allah sana Kur'ân'da çok şükreden kul adını verdi. Lütfen hakkımızda Rabbine şefaat dile.’ diyecekler. Nuh Peygamber de: ‘Vaktiyle kavmimin helâkı için duâ etmiştim. Bu cihetle kendimi düşünüyorum. Şimdi siz başka bir şefaatçi arayınız, İbrahim'e gidiniz.’ diyecek. Onlar da İbrahim'e (as) varıp: ‘Ey İbrahim! Allah'ın dostu ve Peygamberi bir zâtsın. Rabbin Teâlâ'ya hakkımızda şefaat etsen.’ diyecekler. İbrahim Peygamber de onlara: ‘Bu gün Rabbimin celâl sıfatı tecelli etmiştir. Hem bir derecede ki, ne bundan evvel böyle gazab etmiştir; ne de bundan sonra. Ben (limaslahatin) üç kere yalan söylemiştim. (Şimdi kendimi düşünüyorum) Artık siz başka bir şefaatçi arayınız. Musa'ya gidiniz.’ diyecektir. Onlar da Musa'ya (as) varıp: ‘Ey Musa! Allah risâleti ile ve kelâmı ile seni insanlar üzerine faziletli kıldı. Rabb'in Teâlâ'ya hakkımızda şefaatçi ol!’ diyecekler. Musa Peygamber de onlara: ‘Ben ise helâkına memur olmadığım hâlde bir adam öldürdüm. (Şimdi ben nefsimi düşünüyorum) diyecek.
Siz şimdi başka bir şefaatçi arayınız. İsa'ya gidiniz.’ diyecek. Onlar da İsa'ya (as) gidip: ‘Ey İsa! Sen Allah'ın Resûlüsün ve Allah tarafından Meryem'e konulan bir mûcize ve tekrim kılınan bir ruhsun ki, sen beşikte bir sabi iken nâsa söyledin.
Rabb'ına hakkımızda şefaat et!’ diyecekler. İsa Peygamber de onlara: Hiçbir günâh zikretmeyerek ‘Ah nefsim, nefsim, nefsim!’ diye endişesini izhar ederek:
‘Benden başka bir şefaatçi bulunuz, Muhammed'e (sav) gidiniz.’ diyecek. Onlar da Muhammed'e (sav) gelerek: ‘Yâ Muhammed! Sen Allah'ın Peygamberisin ve Nebiler hatimisin. Allah geçmişte ve gelecekte vukuu farzolunan bütün günâhlarını mağfiret etmiştir. Rabb'in Teâlâ'ya hakkımızda şefaat et, görüyorsun ki ne elem ve ızdırab içindeyiz.’ diyecekler.
Bunun üzerine ben hemen gidip Arş-ı Rahmân'ın altına varacağım. Aziz ve celîl olan Rabbime secdeye kapanacağım. Sonra secdemde Allah bana kendisine olunacak en güzel hamd-u senâdan öyle bir mefhûm feth ve ilham edecektir ki, şimdiye kadar onu benden önce hiçbir Peygambere feth ve ilham etmemiştir. Ben mülhem olduğum sûrette Allah'a hamd-u senâdan sonra Allah tarafından: ‘Yâ Muhammed! Başını kaldır iste, dilediğin verilecektir, şefaat eyle, şefaatin kabul edilecektir.’ buyrulur. Ben secdeden başımı kaldırıp: ‘Yâ Rabb ümmetim! Yâ Rabb, ümmetim! Yâ Rabb, ümmetim!’ diye ümmetim hakkında şefaat edeceğim. Bunun üzerine: ‘Yâ Muhammed! Ümmetinden hesab ve suale lüzumu olmayanları cennet kapılarından sağ kapıdan cennete koy.’ Onlar cennetin bundan başka öbür kapılarından da nâs ile ortaktırlar, buyrulacaktır.” Sonra Resûlallah: “Hayatım yed-i kudretinde olan Allâhu Teâlâ'ya yemin ederim ki; cennetin kapı kanatlarından iki kanadın arası Mekke ile Himyer yahut Mekke ile Bursâ arası geniştir.”
Hadis hususunda özel bilgiler:
1. Nuh aleyhisselâm her ne zaman bir elbise giyse yahut bir yemek yese yahut su içse ardı sıra “Elhamdü lillah; Hamd Allah'ın” der idi. Bu sebeple Kur'an'da Nuh (as) “çok şükreden kul” diye tavsif olundu.
2. Hz. İbrahim'in (as) putperestleri ilzâm için söylediği üç yalan şudur: a) Putları kırmak için müşriklere karşı “Hastayım!” deyip puthanede yalnız kalması ki, hakikaten hasta değildi. b) “Koca put kırmıştır.” c) Mısır kralına karşı karısı Sâre hakkında “Hemşiremdir.” demesi.
3. Firavun'un adamlarından bir kıpti ile Musa'nın (as) kavminden bir adam dövüşürken kavminden olan adamın istimdâdı üzerine Hz. Musa yardıma koşmuş ve düşmanın göğsüne vurduğu gibi -bir yumruk darbesiyle- kıptinin işini bitirivermesidir.
Cabir bin Abdullah (el-Ensâri) (ra), şöyle demiştir: Nebî-i Ekrem (sav) buyurdu ki: “Benden evvel hiçbir kimseye verilmedik beş şey (hep birden) bana verilmiştir.
1. Bir aylık yola kadar (düşmanlarımın kalbine) korku (salmak) ile mamur oldum.
2. Yer(yüzü) bana namazgâh ve sebeb-i taharet kılındı. Onun için ümmetimden namaz vakti gelip çatmış her kim olursa olsun namazını kılıversin.
3. Ganâim bana helâl edildi. Hâlbuki benden evvel kimseye helâl edilmemiştir.
4. Bana şefaat verildi.
5. Bir de (benden evvel) her Nebi, hassaten kendi kavmine ba's olunurken ben umûm-ı nâsa ba's olundum.”
Not: Müsned-i Ahmed b. Hanbel'de: “Bana arzın anahtarları verildi. Ahmed tesmiye oldum. Ümmetim de ümmetlerin en hayırlısı kılındı.” diye vârid olmuştur ki, nefatihi arzın kendilerine teslimi, ümmetinin yeryüzünde tasarruf edeceğine işarettir. Nitekim vaad-i celîl-i Nebevînin bir kısmı şimdiye kadar zuhur etmiştir. Vaadin er geç tamamının husûlüne de şüphe yoktur.
Müsned-i Bezzâr'da: “Geçmiş ve gelecek zenbim mağfiret edilmiştir. Bana Kevser verilmiştir. Bu sahibiniz (Nebî-i zî-şânınız)da hiç şüphe etmeyiniz ki, kıyâmet gününde Livâu'l-Hamd'in sahibidir ki, Âdem olsun, Âdem'den beriye olsun, bütün Enbiyâ o livâ'nın altındadır.”
Zenb: Terk-i evlâdır. Enbiyâ-yı selef hazarâtı, terk-i evlâdan dolayı dûçar-ı itab oldukları hâlde Nebî-i zî-şânımız her güne muâtebâttan âzâde buyrulmuştur. Sahib-i şeriat olan zâttan maasi sudûru hatıra gelmez.
Kevser: Havz-ı Kevser mânasına geldiği gibi hayr-ı kesir mânasına da gelir.
Not: Hasais-i celîle-i Muhammediye yalnız bu beşe münhasır değildir, onaltıyı bulmaktadır. Hatta altmışa çıkaranlar vardır. Nitekim Ebû Hüreyre'nin (ra) Müslim'deki bir rivâyetinde altı şey ile Enbiyâ üzerine tafdil buyrulduklarına göre:
1. Cevâmi'u'l-kelim verildiği,
2. Silsileyi Enbiyânın zât-ı mukaddesleriyle hatim buyrulduğu. (Yine Müslim'in Huzeyfe -ra- hadisinde mezkûr hasais meyanında.)
3. Bir de bizim namaz saflarımız, sufüf-ı melâike gibi kılınmıştır. (Nesâi'deki rivâyete göre.)
4. “Arş-ı Rahmân'ın altındaki hazineden Sûre-i Bakara'nın sonundaki âyât-i kerime bana verildi ki, benden evvel hiçbir kimseye verilmediği gibi, benden sonra da kimseye verilmeyecektir.” buyrulmuştur. Ümmet-i salifenin ukûbet olarak giriftâr edildikleri ağır cezaların bu ümmetten tahfifini ve hata ile nisyân cezasının rahmeti İlâhiye eseri olarak mağfur olduğuna işarettir.
5. Bezzar'da: Benim şeytanım kâfir idi. Lakin Allah ona karşı bana yardım etti de Müslim oldu. (Yahut ben şerrinden selâmette kalıyorum.)
6. Evvelki nebilerin ümmetlerinin kimi cihada mezun değildi. Mezun olanlar da ganimetten istifade edemezler, yakılırdı. Enbiyâ-yı selef (as) zamanında ancak havra, ibadete tahsis edilmiş kilise gibi yerlerde namaz kılınabilirdi. Bizlere ise tahir olmak şartıyla bütün yeryüzü mescid olduğu gibi, tahir olan toprak da tahir oldu. Teyemmümle namaza durulabilir.
30.3. ÂHİRETTE ŞEFAATE İZİN VERİLENLERDEN GAYRİSİNİN ŞEFAATİ VE BİR FAİDESİ OLAMAYACAĞI GİBİ, İZİN VERİLMEDİKÇE MELEKLERİN DAHİ ŞEFAAT EDEMEYECEĞİ
A- Sûre-i Sebe' Âyet: 23- O'nun nezdinde, (âhirette) kendisine izin verdiği kimselerden başkasının şefaati faide etmez. Nihâyet (ona izin çıkıp da) kalblerinden korku giderildiği zaman (birbirine): “Rabbiniz ne buyurdu?” derler, (şefaat edilenlerle edenler. şefaat edecekler de) “Hakkı (söyledi, yani şefaate izin verildi).” derler. O, çok yüce, çok büyüktür.
B- Sûre-i Necm Âyet: 26- Göklerde nice melek vardır ki onların şefaatleri bile hiçbir şeye yaramaz. Meğerki (o şefaat) Allah'ın dileyeceği ve razı olacağı kimseler için (ve ancak onun) izin vermesinden sonra ola.
30.3.1. Cehennemden Şefaat Yolu ile Kurtulacaklar
Dünyada iken isyana mübtelâ olmuş mü'minlerin cehennemden çıkartılmaları şefaatle vukua gelecektir. Şefaat; nebiler, hususen Hâtemu'l-Enbiyâ (sav) Efendimiz tarafından vâki olacağı gibi, Melâike-i kirâm da, necat bulmuş mü'minlerden şuheda ve sıddıkîn de şefaat edeceklerdir. En sonu Rahîm olan Rabbimiz Teâlâ hazretlerinin İlâhi merhametiyle tecelliyâtı mazhariyetle hiçbir şefii olmayan bîçareler halâs bulacaklardır.
Nesâi'nin Enes (ra) rivâyetlerinde: Nâsın görmekten fariğ olur ve ümmetimden geriye kalanları ehl-i nâr ile beraber cehenneme idhal eder. O zaman ehl-i nâr, “Sizin dünyada iken Allah'a ibadet edip O'na hiçbir şeyi şerîk ittihaz etmediğinizin sanki size ne faydası oldu?” diyecekler. Bunun üzerine Cebbar-ı Muteâl hazretleri: “İzzet ve Celâlim hakkı için onları ben cehennemden azad edeceğim.” buyurup, göndereceklerini onlara gönderecek (melâike, şuhedâ, sâdıklar) o zavallılar da oradan çıkarılacaklardır.
Müslim'in Ebû Said rivâyetinde daha mufassal olarak: Bundan sonra Allah-u Azze Celle hazretleri: “Melekler, Peygamberler, mü'minler şefaat ettiler; şefaat etmedik bir Erhamurrahimin kaldı.” buyuracak. Ve bundan sonra dünyada iken hiçbir hayır işlemeyip de cehennemde kömüre dönmüş birçok kimseleri çıkaracak ve cennetin yolları üzerinde olup “Nehru'l-Hayat” tesmiye olunan bir nehrin içine kendilerini daldıracaktır. “Cennete temiz teza gireceklerdir.” Yine Müslim'in bu rivâyetinde: Artık Nehru'l-hayât'tan inci gibi güzel olarak çıkıp boyunlarında da mühür halkaları gibi altunlar asılı duracak ki, ehl-i cennet onları o alâmet ile tanıyıp işlenmiş hiçbir amelleri, hiçbir sâbıka-i hayır ve hasenatları olmadığı hâlde “Allah'ın cennete idhal ettiği âzadlıları işte bunlardır.” diyeceklerdir. Sonra Hakk Teâlâ onlara: “Cennete giriniz, gözünüzün görebildiği her ne varsa sizindir.” Diğer rivâyette “Gözünüzün görebildiği sizindir, bir o kadarı daha sizindir.” buyuracak. Onlar: “Ey Rabbimiz! Sen âleminden hiçbir kimseye vermediğini bize ihsan ettin.” diyecekler. Kendilerine: “Size bundan da efdal bir atiyem var!” buyuracak: “Yâ Rabbena! Bundan da efdal ne var?” diyecekler. Cenâb-ı Hakk: “Benim rızam! Artık bundan sonra ebediyen size gazab etmeyeceğim.” buyuracak.
Not: Diğer rivâyetlerde cennete en son girecek kimsenin cennetteki yerinin, dünyanın on misli kadar olacağı sarahaten bildirilmektedir. (Ashâb arasında) “Ehl-i cennetin en dûn menzil ve mertebe sahibi işte bu kimsedir.” denirdi. “Şüphesiz ki, senin Rabbinin nezdindeki bir tek gün, sizin saymakta olduğunuz senelerin bini gibidir.” (Sûre-i Hacc Âyet: 47) Fakir-i Müslimîn 500 sene evvel cennete girer.
30.4. ÂHİRETTE ŞEFAATTEN MAHRUM OLAN ZÜMRELERİN KİMLER OLDUĞU VE EN ÇOK ŞEFAAT OLUNMAYA EHİL OLANLAR
Sûre-i Müddessir Âyet: 40- (Onlar, sağcılar, mü'minler) cennetler-dedirler. Soruşurlar. (Cehennemdeki günâhkârlara sorarlar.)
41- Günâhkârları(n hâllerini),
42- “Sizi cehenneme sokan nedir?” (diye sorarlar).
43- (Günâhkârlar) Dediler (derler): “Biz namaz kılanlardan değildik.” (Farz olan namazları ve bu namazların farziyetine itikad etmezdik.)
44- “Yoksula yedirmezdik.”
45- “Biz de (bâtıla, Allah'ın âyetleri aleyhinde yersiz lâflara ve yalanlara) dalanlarla beraber dalardık.”
46- “Ceza (ve hesab) gününü de yalan sayardık.”
47- “Nihâyet bize ölüm gelip çattı.”
48- Artık şefaat edicilerin hiçbir şefaati onlara faide vermeyecek.
Not: İbn-i Mesud (ra) Bu âyet-i kerimeleri okuyarak demiştir ki: “Ateşte şu dört sınıftan başkası kalmayacaktır.” 43,44,45,46'ıncı âyetlerini okumuştur. Sûre-i Bakara'da “Ey İsrailoğulları! Size in'am ettiğim nimeti ve vaktiyle sizi âlemlerin üstüne geçirdiğimi hatırlayın. Ve öyle bir günden korunun ki, kimse kimseden bir şey ödeyemez, kimseden şefaat da kabul edilmez, kimseden fidye de alınmaz, hem onlar kurtarılacak da değillerdir.”
Böyle bir kıyâmet günü vardır. O gelmeden bundan sakınmalı, bundan korunmalıdır. Demek ki bundan korunmak mümkündür. Fakat geldikten sonra âhirette değil, o gelmeden evvel dünyada iken korunmak mümkündür. Çünkü “Melâike görünüp vukuat başlayınca o gün mücrimler için hiçbir beşarete imkân kalmaz.” Mûtezile bu âyete istinad ederek âhirette ehl-i kebaire şefaati inkâr etmişlerdir. Fakat burada şefaat kabul olunmaması, bilhassa küffar hakkındadır. Ve hitab küfürde ısrar edenlere mahsustur. Zira Benî İsrail kendilerinin âba-u ecdadı olan peygamberlerin her hâlde kendilerine şefaat edeceklerine itikad ediyorlardı. Bu âyet bunu reddediyor: Yoksa diğer âyetler gelecektir ve ehâdis dahi vardır ki, Allah'ın izniyle yine şefaat olur. Menfi olan şefaat, herkesin kendiliğinden ve izn-i İlâhiye iktirân etmeden vukuu tasavvur edilen şefaatlerdir. Binâenaleyh kendiliklerinden şefaat edebilirler zu'mu ile enbiyâ ve evliyâya taabbud etmemelidir, Allah-u Teâlâ'ya taabbud etmelidir.
30.4.1. Şefaati Makbul Olanlar
Ebû Hüreyre'den (ra), şöyle demiştir: (Bir kere) “Yâ Resûlallah! Kıyâmet gününde senin şefaatin en ziyade kime rayegân olacak?” diye sordum. Buyurdu ki: “Yâ Ebâ Hüreyre! hadis (bellemek) için sende gördüğüm hırsa göre bu hadisi senden evvel kimsenin bana sormayacağını (zaten) tahmin ediyordum. Kıyâmet gününde halk içinde şefaatime en ziyade mazhar olacak kimse, kalbinden (yahut içinden) hâlis olarak ‘Lâ ilâhe illallah’ diyendir.”
Not: Şefaati makbûle-i Muhammediye'den (sav) istifade etmeyecek bir fert mevcut değildir. Habib-i Huda, (sav) Efendimizin bütün halkın hevl-i mevkiden rahat bulması için bir şefaat-ı âmmesi olduğu gibi, bazı küffarın tahfif-i azabı; azaba müstahak olan bazı mü'minînin nâr-ı cehennemden necatı, cehenneme girmiş mü'minin halâsı, bazı mü'mininin bila hesab vela azab cennete idhal olması; keza cennete dâhil olan mü'minînin derecâtının yükselmesi için gûnâ-gûn şefaatleri vardır. Bu şefaatler içinde en ziyade menfaatleneceklerin muhlis mü'minler olduğunda şüphe yoktur.