LUGAT A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z
5.4.1. Kâbe-i Şerif'in Niçin Bina Edildiğinin Sebebi ve Bu Hususta İbrahim ve Oğlu İsmail Aleyhisselâm'ın Duâları
A) Sûre-i Bakara Âyet: 125- Hani Beyt(i Şerifi Kâbe'y)i insanlar için bir toplantı yeri (sevap kazanma yeri) emin bir mahal yapmıştık (hatırlayın). “Siz de İbrahim'in makamından bir namazgâh edinin.” İbrahim ve İsmail'e de: “Evimi -tavaf edenler, (ibadet kasdıyla orada) kalanlar, rükû ve sücûd eyleyenler (namaz kılanlar) için- titizlikle temizleyin.” diye kuvvetli emir vermiştik.
Not: Makam-ı İbrahim: İbrahim'in (as) Beyt-i Şerifi bina veya insanları hacca davet ederken üzerine çıktığı taşın bulunduğu yerdir. El-yevm “Makam-ı İbrahim” nâmıyla anılır. Tavaf namazı orada kılınır.
126- Hani İbrahim: “Yâ Rabb! burasını emniyetli bir şehir yap (çünkü o zaman orası çırılçıplak bir çöl idi, ziraate de salih değildi) ve ahâlîsinden Allah'a ve âhiret gününe inananları (yemiş, hububat gibi) mahsullerle rızıklandır.” demişti. (Allah da) “Kâfir olanı dahi kısa bir zaman için (yaşadığı müddetçe) faidelendireceğim, sonra onu cehennem azabına icbar edeceğim. Varacağı yer ne kötüdür.” buyurmuştu.
127- Hani İbrahim o beytin temellerini (yahut duvarlarını) İsmail ile birlikte yükseltiyordu (da ikisi de şöyle duâ etmişlerdi.) “Ey Rabbimiz! Bizden (şu hizmeti) kabul buyur. Şüphesiz hakkıyla işiten, kemâliyle bilen sensin.”
128- “Ey Rabbimiz! İkimizi de sana teslimiyette sabit kıl. Soyumuzdan da (yalnız Sana boyun eğen) Müslüman bir ümmet (yetiştir). Bize ibadet edeceğimiz yerleri (hacc amellerini) göster (öğret), tevbemizi kabul et. Çünkü tevbeleri en çok kabul eden ve (mü'minleri) hakkıyla esirgeyen Sensin Sen.”
129- “Ey Rabbimiz! Onların (Müslüman olan o soyumuzun) içinden onlara Senin âyetlerini okuyacak, onlara Kitabı (Kur'an'ı), hikmeti (ondan hükümleri) öğretecek, onları (şirkten) iyice temizleyecek bir peygamber gönder. Şüphesiz yegâne galib, (sonunda) tam hikmet sahibi Sensin Sen.” (Resûl-i Ekremimiz o soydan gelmekle duâ kabul edilmiştir.)
B) Sûre-i Âl-i İmrân Âyet: 96- Şüphesiz âlemler için, çok feyizli ve ayn-i hidâyet olmak üzere, konulan ilk ev (mabed) elbette Mekke'de olandır.
97- Orada apaçık alâmetler, İbrahim'in makamı vardır. Kim oraya girerse (taarruzdan) emin olur. Ona bir yol bulabilenlerin (gücü yetenlerin) Beyt'i hacc (ve ziyaret) etmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim küfrederse şüphesiz ki Allah âlemlerden ganî (müstağni)dir. (Kâbe-i Muazzama en kadim ve ilk mabeddir. Mescid-i Aksa'dan da eskidir.)
C) Sûre-i İbrahim Âyet: 35- Hatırla o zamanı ki İbrahim: “Rabbim” demişti, “Bu şehri emniyetli kıl, Beni de, oğullarımı da putlara tapmaktan uzak tut.”
37- “Ey Rabbimiz! Ben evladlarımdan kimini senin mukaddes olan evinin yanında ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Sebebi şudur ki, Rabbimiz, dostdoğru namaz(larını) kılsınlar. Artık Sen insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir. Onların şükretmeleri me'mul olduğu için kendilerini bazı meyvelerle rızıklandır.”
D) Sûre-i Hacc Âyet 26- Hatırla o zamanı ki Biz Beytin (Kâbe'nin) yerini İbrahim'e: “Bana hiçbir şeyi eş tutma. Beyt'imi tavaf edenler, kıyam edenler, rükû ve sücûd edenler için iyice temizle (putlardan, pisliklerden ki mescidlerin temiz tutulmasına kat'i emirdir.)” diye merci (ibadetin başlangıç merkezi) yapmıştık.
Not: “Mekke-i Mükerreme” Ceziretu'l-Arabın merkezi ve en büyük şehridir. Kâbe-i Muazzama'yı havidir ve Peygamberimizin meskati re'sidir (doğduğu yer). Bu cihetle bütün âlem-i İslâmın en mukaddes bir beldesidir. Hangi tarihte ve kimler tarafından tesis edildiği kat'i sûrette malum değildir.
Mekke tabiri lügat itibarıyla bir şeyi “mas” etmek, azaltmak, helâl etmek demektir. Mekke-i Mükerreme de birçok zairleri saha-i mübarekesine topladığı, ziyaretçilerinin günâhlarını azalttığı ve kendisine suikast edenlerin helâkına sebep olduğu için veya bulunduğu vadinin suyu az bulunduğu için böyle Mekke nâmını almıştır. Mekke-i Mükerreme'ye “Bekke” de denir. Bu kelime de lügat bakımından ictima ve izdiham mahalli demektir ve ezmek ve defetmek mânasındadır. Bu hâller vâki olduğu için Bekke nâmını almıştır.
Kâbe-i Muazzama da; Mescid-i Haram denilen mukaddes bir mabedin ortasında bulunan, bütün mü'minlerin kıblegâhı olup, dört köşeli bulunduğu için Kâbe unvanını alan bir mukaddes makamdır ki; bunun dört tarafından herhangi birine müteveccih namaz kılınır ve etrafında tavaf vazifesi icra edilir. Bunun ortasında bulunduğu mabede tazim için Beytullah unvanı da verilmiştir.
Naklen sabit olduğuna göre, yeryüzünde umûm ehl-i iman için ilk yapılan mabed Kâbe-i Muazzamadır. Bunu Hz. Âdem bina etmiştir. Tufanda mahvolduğundan, onu aynı yerde Hz. İbrahim yeniden yapmıştır. Daha sonra da munhedim olmakla Cürhüm'den bir kavim, bilâhare de Amelika kavmi ve en son Kureyş kabilesi bina kılmıştır. Böyle daima mukaddes bir mabed olarak vücuda getirilmiş ve umûm mü'minler için bir kıblegâh bulunmuştur. Bir rivâyete göre de, Kâbe-i Muazzama sema ile yeryüzünün yaratılması zamanında su yüzünde olmak üzere melekler tarafından bir “zubde-i beyza” hâlinde vücuda getirilmiştir. Sonra da yer sahası bunun altında teşekkül etmiştir. Hz. Âdem cennetten yeryüzüne gelince melekler kendisine demişler ki: “Bu Beyt-i Muazzama'yı tavaf et, biz bunu senden iki bin sene evvel tavaf ettik.” Velhâsıl Kâbe-i Muazzama, böyle kadim, mübarek bir mabeddir. Mescid-i Aksa'dan daha mukaddem ve daha mukaddestir. Mescid-i Aksa, Harem'den 40 sene sonra Âdem (as) tarafından bina edilmiş.
Kâbe-i Muazzama'ya “Beyt-i Haram, Beyt-i Muharram” da denilmiştir. Çünkü bu Beyt-i Şerife taarruz haramdır, bunun hakkında hürmetsizlik dinen memnûdur. Bu mübarek makama insanların kanlar ile nâpak şeyler ile yanaşmaları haram bulunmuştur. Bu makam, Tufan hadisesinden de siyanet edilmiştir. Burasını ziyaret eden mü'minlere bazı helâl şeyler, muvakkaten haram kılınmıştır. Mesela harem dâiresinde sayd ve şikar (kara avı) yapmak memnûdur. İşte bu gibi sebeplerden dolayı ona o unvan verilmiştir.
Mescid-i Haram tabiri, Mekke-i Mükerreme'deki harem dâiresi denilen bütün malum sahaya da şâmildir. İmâm-ı A'zam'a ve birçok fukahaya göre bu harem dâiresindeki yerler, arazi, bütün Müslümanlar arasında müsavi bir vaziyette bulunduğundan satılıp kimseye temlik edilemez.
“Ve her kim ki orada zulme meyletmek arzusunda bulunur, ona acıklı bir azabdan tattıracağızdır.” (Sûre-i Hacc Âyet: 25) buyrulmasından kat'i olarak anlaşılıyor ki, Harem-i Şerif'te halka zulmetmek kasdında bulunanlar, müşrikane bir hareketi veya memnû olan herhangi bir şeyi veyahut gayr-ı meşru lakırdıları iltizam edenler, harem dâiresine ihramsız girmeye cüret gösterenler azab-ı İlâhiyeye müstehik olmuşlardır. Her mü'min için lâzımdır ki, Beytullah'a hürmette bulunsun. Orada âdâb-ı diniyye dahilinde harekete dikkat eylesin. Şeair-i İslâmiyeye layık olmayan şeylerden tamamen kaçınsın.
İşte bu ulvî sebeplerdendir ki “Ve her kim ona girerse (iltica ederse) emin olur.” buyrulmuştur. O kimseye orada bulunduğu müddetçe tecavüz olunmaz. Hz. Ömer'den (ra) mervidir ki: “Ben Kâbe içinde pederim Hattâb'ın katiline rastlamış olsam, oradan çıkıncaya kadar kendisine dokunmam.” İmâm-ı A'zam'a göre de katledilmesi şer'an lâzım gelen bir şahıs Harem-i Şerife iltica etse, kendisine taarruz olunamaz. Şu kadar var ki, ona yiyecek ve içecek verilemez, harice çıkmağa muzdar bir hâlde bırakılır. Fakat Harem-i Şerif dahilinde katil olan bir kimse hakkında Harem dahilinde kısas icra edilebilir.
İmam-ı Şâfii'ye göre ise Harem haricinde katil bir şahıs hakkında Harem-i Şerif dahilinde kısas icra edilir. Zira kısasta hem hakkullah hem de hakk-ı abid vardır. Kul hakkını tehir ise câiz değildir.
Gerek Mekke-i Mükerreme ve gerekse Medine-i Münevvere o kadar kudsi bir beldedir ki, bir hadis-i şerifte; “Herhangi bir Müslüman, Mekke-i Mükerreme ile Medine-i Münevvere'den birinde vefat ederse kıyâmet gününde emin olarak ba's olunur.” buyrulmuştur. Ne devlet.
5.4.2. Kâbe-i Muazzamanın Bina Edilmesi ve Haccda Yapılan Vazifelerin İfası; İslâm Dininin, Bir Nizam Dini ve Allah'ın Varlığını ve Her Şeyden Haberdar Bulunduğunu Bilmemiz İçin Olduğu
Sûre-i Mâide Âyet: 97- Allah Kâbe'yi, o Beyt-i Haram'ı, o haram olan ay(ları), (Mekke'ye hediye edilecek) kurbanı ve (onların) boyunlarındaki gerdanlıkları insanlar(ın din ve dünyaları) için bir nizam yaptı. Bu da Allah'ın göklerde ne var, yerde ne varsa (hepsini) bildiği, Allah'ın (zaten her şeyi) hakkıyla bilici olduğunu sizin de bilmeniz içindir.
5.4.3. Hacca veya Umreye Gerek Yaya, Gerek Vasıta ile Geline-bileceği ve Haccın Ticarete Mâni Olmadığı
A) Sûre-i Bakara Âyet: 198- (Hacc mevsiminde ticaretle) Rabbinizden rızık istemenizde bir günâh yoktur.
Not: Huccac'ın maişeti temin hususunda câri olan usûle, âdete riâyet etmesi lâzımdır. Ve bu ihtiyaçların yola çıkılmadan hazırlanmaları emrolunmuştur. Hacc mevsiminde temin-i maişet için meşru sûrette ticaret yapılması bu sebepten câiz olmuştur. Zaman-ı cahiliyede birçok pazar yerleri vardı. Araplar bu hacc mevsiminde buralarda ticaretle meşgul olurlardı. İslâmiyet intişara başladığı zaman bazı Müslümanlar, böyle hacc mevsiminde ticarette bulunmaktan çekinmişlerdi. Hâlbuki buna lüzum yoktu. Ticaretle iştigal etmek vazife-i diniyyeye mâni olmamak üzere her zaman caizdir. Bu husus için hacc mevsiminde uzak memleketlerden birçok huccac Hicaz'da toplanıyorlar; bunlar kendi ihtiyaçlarını bertaraf etmek için ticarethanelere müracaata mecbur kalmaktadırlar. Eğer o mevsimde ticaret mennu olursa, bu huccâc-ı Müsliminin ihtiyaçlarının temini mümkün olamaz. Binâenaleyh İslâm dini bu ticareti menetmemiştir. Elverir ki meşru sûrette yapılsın.
B) Sûre-i Hacc Âyet: 26- Hatırla o zamanı ki biz beytin (Kâbe'nin) yerini İbrahim'e: “Bana hiçbir şeyi eş tutma, Beytimi tavaf edenler, kıyam edenler, rükû ve sücûd edenler için iyice temizle (putlardan, pisliklerden ki mescidlerin temiz tutulmasına kat'i emirdir.)” diye merci (ibadetin başlangıç merkezi) yapmıştık.
27- İnsanlar için de haccı ilan et. (İnsanları alenen hacca davet et, onlara hacc eylemelerini emret. Hasan-ı Basri hazretlerinin rivâyetine göre bu hitab Resûlullah'adır. -sav-). Gerek yaya, gerek her uzak yoldan gelecek arık (seferin uzaklığı kendisini yormuş, bu sebeple zayıflamış) develerin üstünde (süvari) olarak sana gelsinler.
Not: Bu âyet-i kerimeye göre yaya olarak hacca gelinebileceği muhakkak olmakla beraber, uzak yoldan yaya olarak gelinmemesine büyük ikaz vardır.
5.4.4. Yalnız Hacca veya Umreye ya da Her İkisine Birden Niyet Edenlerin İhrama Girip Bazı Yasaklara Riâyetle Mükellef Oldukları, Hacc İçin ve Haccda Kimseye Yük Olmamanın Emrolunduğu
A) Sûre-i Mâide Âyet: 1- Ey iman edenler! Bağlandığınız ahidleri (gerek sizinle Cenâb-ı Hakk ve gerek sizinle insanlar arasındaki taahhüt-lerinizi) yerine getirin. Siz, ihramlı olduğunuz hâlde avlanmayı helâl saymamak (ihramlı olmayanın kestiğini yemek ihramlıya caizdir) ve size aşağıda okunacak olanlar (av avlamak) hariç kalmak şartıyla davarlar(ın etleri) size helâl edildi. Şüphesiz ki Allah ne dilerse onu hükmeder.
96- Deniz avı yapmak ve onu yemek -kendinize de, misafire de faide olmak üzere- sizin için helâl edildi. İhramda bulunduğunuz müddetçe ise kara avı haram kılındı. Huzuruna varıp toplanacağınız Allah'tan korkun.
B) Sûre-i Bakara Âyet: 197- Hacc (ayları) bilinen aylardır. (Şevval, Zilkade aylarıyla Zilhicce'den on gündür. İmâm-ı Şâfii'ye göre kurban gecesiyle birlikte Zilhicce'den dokuz gündür. İmâm Mâlik'e göre bütün Zilhicce ayıdır.) İşte kim onlarda (o aylarda) haccı (kendine) farz eder (ihrama girer) ise (niyetle yahut telbiye ile yahut kurban kesmekle) artık haccda kadına yaklaşmak, günâh yapmak (kötü söz söylemek de günâha dahildir), (hizmetçisi ve yol arkadaşlarıyla) kavga etmek yoktur. Siz ne hayır yaparsanız Allah onu bilir. Bir de (hacc seferinize yetecek miktarda) azıklanın. Muhakkak ki azığın en hayırlısı (dilenmekten, insanlara yük olmaktan) kaçınmaktır. Ey kâmil akıl sahipleri! Benden korkun. (Rivâyete göre Yemenliler hacc seferinde azık nâmına bir şey almazlar, hatta bazılarının mallarına saldırmaya da mecbur olurlarmış. Bunun için ehl-i haccın nafakalarını ve ihtiyaçların temin etmeleri emrolunmuştur.)
5.4.5. Gerek Hacca Gerek Umreye ve Gerek Her İkisine, Yani hem Hacca hem Umreye Beraber Niyet Eden Kimseye, İhrama Girip Tavaf-ı Kudümü Yapması (Kâbe'ye İlk Gelen Hacının Kâbe'yi Tavaf Ettiği Tavafa Denilir) Sa'y Etmesinin Vâcib Olduğu
Sûre-i Bakara Âyet: 158- Şüphe yok ki “Safa” ile “Merve” Allah'ın şeâirindendir. (Allah'a ibadet etmeye vesile olan nişâneler. Hürmet ve tazim ile yapılır.) İşte kim o Beyt'i (Kâbe'yi) hacc ve umre (kasdı) ile ziyaret ederse, bunları güzelce tavaf etmesinde üzerine bir beis yoktur. Kim gönlünden koparak (vâcib olmayan amellerden) bir hayır işlerse (mükâfatını görür). Çünkü Allah tâatlerin ecrini veren, (her şeyi de) hakkıyla bilendir.
Hulâsa: Hacc Üç Bölümde Mütalaa Olunur
1. Farz Olan Hacc: Bu, şerâitini cami olan bir Müslüman'a ömründe bir kere farz olan haccdır. Mezheb-i Hanefiyyece hacc fevrî, Şâfiiyyece ömrûdür.
2. Vâcib Olan Hacc: Bu da nezr edilen veya nafile olarak başlanmış iken bozulan hacc için kazaen yapılan haccdır.
3. Nafile Olan Hacc: Bu, kendisine farz olan haccı ifâ etmiş olan bir bâliğin veya henüz bâliğ olmayan bir mürahikin yaptığı haccdır.
Not: Bu âyet-i celîlede hacc, umre, tavaf ve sa'y hakkında talim buyrul-muştur. Şerâiti çerçevesinde kendisine farz olan hacc üç kısma ayrılır.
1. Hacc-ı İfrat: Yani bir umreye mukarin olmaksızın, yalnız farz veya vâcib veya nafile olarak yapılan haccdır. Bunu yapana “müfrid” denir. Bu, umreye niyet etmeden, yalnız hacc yapmaya niyet ederek ihrama girmektir. Böyle bir hacca niyet eden bir kimse Kâbe'ye gelip tavafını ve sa'yını yapar. Tıraş olmaz. İhramdan çıkamaz. Tâ ki Arafat vakfesinden sonra Mina'ya gelip bayramın birinci günü taşını attıktan sonra, kurban kesmeden tıraş olup ihramdan çıkmak sûretiyle ifâ edilen haccdır. Kurban kesmez, çünkü bu hacca niyet edene kurban lâzım gelmez.
2. Hacc-ı Temettü: Bu, hacc mevsiminde, evvela umre için ihrama girip umre yapıldıktan sonra, aynı mevsimde daha yurda dönmeden tekrar ihrama girerek yapılan haccdır. Bu, iki ihramla, yani iki defa niyet ederek ihrama girmek sûretiyle haccı ifâ etmektir. Şöyle ki; hacı, evvela umre yapmak için niyet edip ihrama girer, Kâbe'ye gelip tavafını yapar, sa'yını ifâ eder. Bu sa'yı müteakip tıraş olup ihramdan çıkar. Umreyi bitirmiş olur. İhram yasaklarından da kurtulmuş olur. Sonra Arafat'a çıkmak üzere Mina'ya hareket etmezden evvel farz olan veya nafile yaptığı veya kimin için hacca gelmiş ise onun farz olan haccının edası için niyetle ihrama girmek sûretiyle Mina'ya veya doğrudan doğruya Arafat'a hareket etmektir. Arafat'tan sonra Mina'ya gelip taş atmak, kurban kesmek ve tıraş olmak sûretiyle ihramdan çıkarak haccı ifâ etmektir.
3. Hacc-ı Kıran: Bu da hacc aylarından evvel ve hacc ayları içinde mikaddan evvel veya mikaddan itibaren umre ile arası bir niyet ile bir ihram ile cem edilmiş olan haccdır ki, umre yapıldıktan sonra usûlü dâiresinde ifâ edilir. Bu, bir ihramla ve fakat iki niyet üzerine haccı ifâ etmektir. Şöyle ki; hacı, umre faziletine erişmek için hem umreye ve hem de haccı ifaya niyet ederek ihrama girer. Kâbe'ye gelip tavafını yapar, sa'yını ifâ eder. Hacc-ı İfrat'ta olduğu gibi, bir ihramla iki vazifeyi bir arada yapmaya niyet ettiğinden, yine tıraş olmayıp ihramlı olarak, tâ ki Arafat'tan Mina'ya dönüp taş atıp, kurban kesip, tıraş oluncaya kadar bu hâl üzerine devam eder. Tıraştan sonra ihramdan çıkmış olup, haccın yalnız farz tavafı kalmış olur. Her üç hacc şeklinde de tıraş olunduktan sonra farz tavaf yapılır. Farz tavaf yapılıncaya kadar, yalnız kadınla cinsî münasebet yapılması yasağı kalkmaz. Diğer ihram yasakları kalkar. Tavafla da bu yasak kalkmış olur. Mina'daki malum günlerde atılacak taşların ifasından sonra tekrar Kâbe'ye gelip veda tavafını sa'ysız yaparak, hacı Kâbe'den Medine-i Münevvere'ye doğru veya memleketine avdet ederek haccın farzı olan niyet, ihram, Arafat vakfesi ve farz tavafı ikmâl etmiş olup, tahir olarak memleketine daru's-selâm'a girercesine rücû eder.
Haccın Rükünleri de İkidir:
1. Arafat'ta bir müddet durmaktır. Şöyle ki; Zilhicce'nin 9 una tesadüf eden arefe gününün zeval vaktinden, ilk kurban bayramının tulûu fecrine kadar olan müddet zarfında Arafat'ta -velev bir dakika olsun- durmak farzdır.
2. Arafat'ta vukuftan sonra gidip Kâbe-i Muazzama'yı tavaf-ı ziyarettir. Velev ki bu ziyaret bir müddet sonra olsun. Şöyle ki; bu Arafat'ta vukuftan sonra Kâbe-i Muazzama'nın etrafında yedi defa dolaşmakla yapılır ki, bunun dört defası bir rükûn olup, farzdır. Diğer üçü tatavvu (nafile) kabilindendir. Kâbe'yi vakit vakit tavafta bulunmak da bir sünnettir, bir ibadettir, bir nevi namazdan maduttur. Onun için abdestsiz tavaf yapılamaz.
Mikad
Hacc için afaktan (dışardan) gelen zâtlar için ihrama girmelerine mahsus beş mevki vardır ki, bunlardan her birine “mikad” denir. Bu mevkilere daha gelmeden de ihrama girilebilir.
Umre Nedir?
Kâbe-i Muazzama'yı ziyaret kasdıyla ihrama girip, tavaftan sonra sa'y etmek sûretiyle ifâ edilen bir ibadettir. Bunun hacc gibi muayyen bir günü yoktur. Bütün sene müddetince umre yapılabilir. Yalnız arefe günü ile kurban bayramının dört gününde yapılması mekruhtur. Ramazan-ı Şerifte yapılması ise mendubtur.
Hacc Nedir?
Şer'i Şerife göre Hacc; tazim edilecek makamları ki Arafat'ta, vakt-i mahsu-sunda bir miktar durmak ve sonra Kâbe-i Muazzama'yı usûlü ile tavaf etmek sûretiyle ziyaret etmektir. Bu, muayyen zamanlarda ifâ edilebilir. Hacc ayı olan Şevval, Zilkade, Zilhicce'nin on günüdür. Hacc-ı İfrat ve Hacc-ı Temettü, bu aylardan evvel ve sonra yapılamaz. Hacc-ı Kıran ise bu aylarda yapılabileceği gibi, bu aylardan evvel de yapılabilir. Bu münasebetle en faziletli hacc kabul edilmiştir.
Tavaf Nedir?
Lügat mânasıyla bir şeyin etrafında dönmektir. Şer'i mânada ise; Kâbe-i Muazzama'nın etrafında yedi defa dönmektir. İlk tavafa, Rükn-i Hacer'de bulunan Hacer-i Esved taşından itibaren istilâm edilerek başlanır. Kâbe'yi bir defa bu sûretle dönmeye şavt denir. Yedi şavt bir tavaftır. Tavaf bir nevi namaz olduğu için, abdestsiz ve setr-i avretsiz yapılamaz. Tavaf-ı kudum ile umre tavafı ihramlı yapılır. Farz tavafı ile vâcib olan veda tavafı ve Mekke'de bulunduğu müddetçe yapılan nafile tavaflarda ihrama ihtiyaç yoktur. Erkekle kadın karışık olarak tavaf yapabilirler. Beraber ve muvazi, yani bir sırada olmaları tavaflarına zarar vermez.
Sa'y Nedir?
Safa ile Merve, Mekke-i Mükerreme'de iki tepenin adıdır. Cahiliyet zamanında oralarda meşhur birer put vardı. Mekke'nin fethinden sonra o putlar kırıldı. Müslümanlar bu iki tepe arasında sa'y etmekte tereddüt gösterdiler. Mezkur âyet-i kerime nâzil olarak, bu mahalde sa'y edilmesine izin verildi. Bu iki tepe Mescid-i Haram'ın hemen civarındadır. Bu iki tepe genişçe bir cadde ile birbirine bağlıdır. Safa tepesinden başlayıp Merve'ye dört ve Merve tepesinden de üç defa Safa'ya gidip gelmeye sa'y denir. Cem'an yedi defa gidilip gelinmiş olur. Bu vâcib olan sa'y umre tavafından, hacc için yapılan sa'y ise tavaf-ı kudümden veya ziyaretinden sonra yapılır. İmâm-ı Şâfii'ye göre sa'y haccın ve umrenin bir rüknüdür. Bunsuz hacc ve umre tamam olmaz.
Taş Atmak (Remyi Cemerat) Nedir?
Arafat dönüşünden sonra Mina'da ufak taş yığınlarına ufacık taşları atmak ki buna “Remyi Cemarat” denir. Mina sahasında birbirine çok az mesafede bulunan üç mevzidir. Bunlara “Cemre-i ûla (büyük taş yığını)”, “Cemre-i vusta (orta taş yığını)”, “Cemre-i akabe (küçük ve son taş yığını)” son taş atılacak yer demektir. Bunlardan her birine kurban bayramının birinci, ikinci, üçüncü günlerinde “Bismillah, Allah-u ekber” denilerek yedişer taş atılır. Bu yedi taş birden atılsa câiz değildir. Bir taş atılmış sayılır. Taşları atacak zât hasta bulunsa, eline konulacak taşları atar veya onun yerine başkası atar. Hatta orada bayılmış bir hacının yerine de taş atılabilir. Cemre-i akabeye ilk atılan taştan itibaren ihramla beraber getirilen telbiye sona erer. İmâm Mâlik'e göre, bu telbiye Arefe gününün zevalinden itibaren sona erer.
Tıraş Olmak
Mina'da taşları attıktan sonra kurban kesmek, daha sonra Mekke-i Mükerreme'nin hareminde ve kurban bayramının ilk üç gününden birinde saçları tıraş etmek veya makasla kırktırmaktır. Kadınlar, saçlarının yalnız uçlarından biraz kırkıverirler.
5.4.6. Farz Olan Arafat Vakfesini Yapmak ve Günâhlardan Mağfiret İçin Duâ Etmek, Sonra Müzdelife'ye Hareket Edip O Geceyi Müzdelife'de Geçirmek, Sabah da Mina'ya; Taş Atmak, Kurban Kesmek, Tıraş Olmak İçin Hareket Etmek Gerektiği
Sûre-i Bakara Âyet: 198- (Hacc mevsiminde ticaretle) Rabbinizden rızık istemenizde bir günâh yoktur. Arafat'tan (orada “vakfe”den sonra seller gibi) boşanıp (elbirlik) aktığınız zaman “Meş'ar-i Haram”ın (Müzdelife'nin) yanında Allah'ı zikredin (akşam namazı ile yatsı namazını beraber kılın, sabah namazını da eda edin). O, size nasıl hidâyet ettiyse siz de O'nu öylece anın. (Bilirsiniz ya) siz bundan evvel gerçek sapıklardandınız!
199- Sonra insanların (elbirlik) döndüğü yerden siz de dönün. Allah'tan (günâhlarınızı) mağfiret (buyurmasını) isteyin. Şüphesiz ki Allah çok yarlığayıcı, hakkıyla esirgeyicidir. (Müzdelife'de Allah'a niyaz edin. Mağfiret isteyin, duâ edin.)
5.4.7. Bayramın Birinci Günü Müzdelife'den Mina'ya Gelip Evvela Taş Atmak, Sonra Kurban Kesmek, Sonra Tıraş Olup İhramdan Çıkmak, Sonra Kâbe'ye Gelip Farz Olan Tavafı Yapmak, Farz Tavafından Sonra Taş Atmaya Devam Etmek ve Bu Günlerde Tekbir Getirmek Gerektiği
A) Sûre-i Bakara Âyet: 200- Menasikinizi (Hacca âit vakfenizi, taş atma, kurban kesme, tıraş olma ibadetlerinizi) bitirince (cahiliyette) atalarınızı böbürlenerek andığınız gibi, hatta kuvvetli bir anışla Allah'ı anın. (Tavafın ilk üç şavtında çalımlı hareketlerle tavaf etmek) artık o insanlardan kimi, “Ey Rabbimiz! Bize (nasibimizi) dünya da ver.” der ki, onun âhiretten nasibi yoktur.
201- Kimi de “Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyi hâl ver, âhirette de iyi hâl ver ve bizi o ateş, cehennem azabından koru.” der.
202- İşte onların (o her iki kısmın haccda) kazandıklarından nasib(ler)i vardır. Allah hesabı pek çabuk görendir. (Farz olan tavafta en güzel duâ örneğini Allah-u Teâlâ bu âyetle haber vermiştir.)
B) Sûre-i Hacc Âyet: 28- (Hacc farizasını ifaya gelenler) “Tâ ki kendilerine âit menfaatlere (bu menfaatler hem dünyevi, hem uhrevi ikisine de şâmildir) şâhid (ve hazır) olsunlar. Allah'ın rızık olarak kendilerine verdiği dört ayaklı davarlar (kurbanlıklar) üzerine malum olan günlerde (İmâm Ebû Hanife'ye göre Zilhiccenin onuncu günü, İmâm Ebû Yusuf'la İmâm Muhammed'e göre eyyam-ı nahirdir.) Allah'ın adını ansınlar. İşte bunlardan yiyin, yoksulu, fakiri de doyurun.” (Kesilen kurbanlıkların etlerinden istifade yolunu haber vermektedir.)
Not: İmâm Ebû Hanife'ye göre kurban kesimi Zilhiccenin onuncu günü, İmâm Muhammed ile Ebû Yusuf'a göre, eyyam-ı nahirdir. Zilhiccenin 10, 11, 12'nci günleri. Kur'ân'ı Kerim'de varid olan أيام معلومات “Eyyâm-ı ma'lûmât” aşr-i Zilhiccedir ki “Yevm-i termiye” ve “Yevm-i arefe” ve “Yevm-i nahir”den ibarettir. “Yevm-i termiye” Zilhiccenin sekizinci günüdür. Hüccac o gün Mekke'den Mina'ya çıkarlar. “Yevm-i arefe” Zilhiccenin dokuzuncu günüdür. Hüccac o gün Arafat'ta bulunur. “Yevm-i nahir” de Zilhiccenin onuncu günüdür. O gün kurban kesilir. Onbirinci ve onikinci günler dahi kurban günü olduğundan hepsine birden “Eyyam-ı nahir” denilir.
29- “Sonra kirlerini gidersinler (Tıraş olsunlar, tırnaklarını kessinler, koltuklarını, kasıklarını temizlesinler). Adaklarını yerine getirsinler ve o Beyt-i Atik'i (en kadim beyt olan Kâbe-i Muazzama'yı) tavaf etsinler.”
30- İşte (emir) budur. Kim Allah'ın hürmet (edilmesini emreylediği şey)lere tazimde bulunursa bu, Rabbi indinde kendisi için (mahz-ı) hayırdır. Karşınızda okunagelenler müstesna olmak üzere (yenilmesi Sûre-i Mâide 3'ncü âyette haram olunanlar hariç) davarlar sizin için helâl kılındı. O hâlde murdardan, putlardan kaçının, yalan sözden çekinin. (Yalancılığın ne büyük vebal olduğunu düşününüz.)
31- Allah'ın muvahhidleri, O'na eş tutmayanlar olarak (kaçının, çekinin). Kim Allah'a eş koşarsa o, yüksekten düşüp de (parçalanmış ve) kendisini kuş kapmış, yahut rüzgâr onu uzak bir yere atmış (nesne) gibidir.
32- Bu, budur. Kim Allah'ın şeâirini (kurbanlıklarını) büyük tanırsa şüphesiz ki bu, kalblerin takvasındandır.
33- Onlardan muayyen bir zamana kadar (kurban edilinceye kadar) sizin için menfaatler vardır (sağımında, tüyünde, hizmetinde vesâirinde). Sonra varacakları (kurban edilecekleri) yer Beyt-i Atik'a müntehidir.
34- Biz her ümmet için kurban kesmeyi meşru kıldık, kendilerini rızıklandırdığı dört ayaklı davarlar üzerine (yalnız) Allah'ın adını ansınlar diye (Allah'tan başkasının adını değil). İşte sizin mabudunuz bir Allah'tır. (Bu, kurban keserken Besmele çekmenin şart olduğuna delildir.) O hâlde O'na teslim olun. (Habibim) Sen mûti ve mütevazı olanları müjdele.
35- (Öyle mûti ve mütevazı olanlar ki) Allah anılınca onların kalbleri kork(u ile oyn)ar. Onlar kendilerine isabet eden (mihnetlere, zorluklara) sabredenlerdir. Namazı dostdoğru kılanlardır. Kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden (Allah için) harcarlar.
36- Biz, kurbanlık develeri (ve sığırları) da sizin için Allah'ın şeâirinden kıldık. Onlarda size hayır vardır. O hâlde ayakta dur(up boğazlanır)larken üzerlerine Allah'ın ismini anın. Yanları üstü düş(üp öl)dükleri vakit de ondan hem kendiniz yiyin, hem ihtiyacını gizleyen ve gizlemeyip dilenen fakir(ler)e yedirin. Onları, şükredesiniz diye böylece size musahhar kıldık.
37- Onların ne etleri, ne kanları hiçbir zaman Allah'a (yükselip) erişmez. Fakat sizden O'na (yalnız) takva (yalnız Cenâb-ı Hakk'ın rızasını isteyen salih ameller ve ihlas) ulaşır. (Yani Allah etleri, kanları değil, takvayı kabul eder. İyi niyetle, ihlasa, takvanın şartlarına riâyet etmeden hiçbir kimse rızaullaha yaklaşamaz. Ameller ancak niyetlerle ve onlardan sadır olan ruhî ve derûnî durumlarla muteber olur.) Size olan hidâyetine karşı Allah'ı büyük tanımanız içindir ki O, bunları size böylece ram etmiştir. (Habibim) İyi hareket edenleri (Hakk Teâlâ'nın emirlerine imtisal edenleri) müjdele.
Not: Dinin şeairi nedir? Cenâb-ı Hakk'ın, kendisine ibadete vesile olmak üzere
haklarında saygı göstermeye, onlarla kulluk vazifelerini yapmaya davet ettiği eserlerdir. Bu itibarla hacc amellerine Şeair-i Hacc denilir. Bunlar mevziine, yani eda edilecek mahalline göre menasik, alamet ve âsarından ibarettir. Tavaf, Sa'y, Remyi hicar (taş atma), Arafat'ta vakfe (vukuf) ve Zebh-i karahim (kurban kesme) gibi Hakk Teâlâ'nın ibadına oralarda kıyam ve eda-yı menasikle emreyledikleri mevâi-i mu'leme ve muayyenden ibaret olan Meallim-i Hacc ki; Safa, Merve, Mina, Arafat gibi mevkilerdir. Bunların cümlesi şeairillah (Allah'ın şeairinden) kılınmış olan hacc amelleri ve o amellerin ifâ edileceği mevkilerdir.
C) Sûre-i Fetih Âyet: 27- Andolsun ki Allah, Resûlü'nün gördüğü rüyanın hak olduğunu tasdik etmiştir. İnşaallah (hepiniz) -emniyet içinde, (kiminiz) başlarınızı tıraş ettirerek, (kiminiz saçlarınızı) kısaltarak- korkusuzca mutlaka Mescid-i Haram'a gireceksiniz. Fakat (Allah) sizin bilmediğinizi bildi (sulhtaki salahınızı, faidenizi ve Mekke'ye girişin tehirindeki hikmeti) de ondan önce (Mekke'ye girmezden önce) yakın bir fetih (Hayber fethi) yaptı. (Hayber fethi ile İslâm daha çok kuvvet bulmuştur. Allah-u Teâlâ'nın da muradı bu idi.)
Not: Resûlullah (sav), Hudeybiye seferine çıkmazdan evvel rüyasında kendisini de, ashâbını da emniyet içinde, başlarını tıraş ederek Mekke'ye girer görmüş, bunu ashâbına haber vermişti. Onlar da çok sevinmişlerdi. Vaktaki maiyet-i seniyyelerinde çıktılar. Kâfirler kendilerini Hudeybiye'de menedip döndükleri zaman, bu onları çok müteessir etti. Bazı münâfıklar ise şüpheye düştüler. Tarizlerde bulunmaya başladılar. Hudeybiye Musâlahası yapıldı. Orada kurbanlarını kesip tıraş oldular ve bu sûretle ihramdan çıkmış oldular. Bu sûretle Resûlullah için büyük bir zafer oldu, zira müşrikler Devlet-i İslâm'ın vücudunu kabul etmiş olmakla, İslâm Devletinin kurulduğu resmen ilan ve kabul edilmiş oldu. Sonra da Mekke'ye anlaşma üzerine gelmişlerdir. Bu musâlaha neticesinden ümmet-i Muhammed'e bir kolaylık ve dinin ikmâl edilmesi cihetiyle büyük bir fıkhî mesele zuhur etmiştir ki, hacca ve umreye niyet ederek yola çıkan kimsenin gerek cebren ve gerekse hastalık veya mali sıkıntı sebebiyle bu vecibeyi yerine getiremediği takdirde ne şekilde amel edebileceği tayin edilmiş oldu. Buna İslâm örfünde ihsâr denilir. Yani vazife-i hacca mâni olmak demektir. Bu hadisenin zahirine göre, sanki İslâm mağlub olmuş gibi görünüyor ise de, Hudeybiye'nin İslâm'ın hâkimiyetinin başlangıcı olduğu ve bundan böyle İslâm Dininin hâkimiyeti ve Ashâb-ı Kirâmın nasıl kuvvet bulabileceği aşağıda işaret ettiğimiz Allah-u Teâlâ'nın vahyettiği âyetlerden sarih olarak anlaşılmaktadır. Mevzu ile alakası olmamakla beraber bir bilgi ve yerinde izahatı lüzumlu gördük.
28- O, Peygamberini hidâyetle (tevhid ile) ve hak din ile (İslâm dini ile) gönderendir. (Bu da) Onu (o hak dini) diğer bütün din(ler)e galib kılmak için(dir). (Senin bu sûretle gönderildiğine) tam şâhid olarak da Allah yeter.
29- Muhammed Allah'ın Resûlüdür. Onun mahiyetinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin (ve metin), kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükû ediciler, secde ediciler olarak görürsün. Onlar Allah'tan daima fazl(-u kerem) ve rıza isterler. Secde izinden (meydana gelen) nişanları yüzlerindedir (yüzleri nurludur, beyazdır; dünyadaki secdeleri âhirette simalarıyla tanınacaktır). İşte onların Tevrat'taki vasıfları budur. İncil'deki vasıfları da (şöyledir: Onlar) filizini yarıp çıkarmış, gitgide onu kuvvet-lendirmiş, kalınlaşmış, sakları üzerine doğrulup kalkmış bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. (Güzelliği, Ashâb-ı Kirâmın azdan çoğa doğru artacaklarının bir teşbihidir ki ve böyle de zayıftan kuvvet bulmuşlardır.) Onunla kâfirleri öfkelendirmek için(dir. Ashâb-ı Kirâm hakkındaki bu teşbih) içlerinden iman edip de iyi iyi amel (ve hareket)te bulunanlara Allah, hem mağfiret, hem büyük mükâfat vaadetmiştir.
5.4.8. Haccın Kimlere Farz Olduğu ile Umre veya Haccdan Menedilen Kimsenin Yapacağı Vazifeler, Hediye Gönderilmesinin Meşru Olduğu ve Bunlara Ta'zim Edilmesinin Gerektiği, Haccda Kurbanlık Bulamayanların ve Hacıların Yapacağı Diğer Meşru Vazifelerin Neler Olduğu
A) Sûre-i Bakara Âyet: 196- Haccı da, umreyi de Allah için, tam yapın. Fakat (herhangi bir sebeple bunlardan) alıkonursanız o hâlde kolayınıza gelen kurban(ı gönderin. Bununla beraber) kurban yerine (Mina'ya) varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. Artık içinizden kim hasta olur yahut başından bir eziyeti bulunursa (yara, ağrı, bit gibi eziyet verici şeylerden dolayı tıraş olursa) ona oruçtan, ya sadakadan yahut da kurbandan (biriyle) fidye (vâcib olur). Emin olduğunuz vakit (hastalık, düşman ve benzerleri gibi sebeplerle alıkonmayıp da vazifelerinize emniyetle devam ettiğiniz vakit) ise kim hacca kadar umre ile faidelenmek (sevaba girmek) isterse, kolayına gelen bir kurban(ı kesmek vâcib olur). Fakat (onu) bulamazsa hacc günlerinde (ihramlı olarak) üç, döndüğünüz vakit (haccı bitirdikten yahut memleketine döndükten sonra) yedi gün olmak üzere oruç tutmak (vâcib olur ki) bunlar tam on (gün eder). Bu, ailesi (ikametgâhı) Mescid-i Haram'da (Mekke ve havalisinde) bulunmayanlara âittir. Allah'tan korkun ve bilin ki Allah, cezası cidden çetin olandır.
Not: Mekke ve mahalli demek, Mekke ile mikad denilen saha dahilinde bulunan kimseler Mekke'ye ihramsız girebilirler. Hariçten gelip Mekke'de muvakkaten bulunanlar da mikad mahallerini çıkmadıkça Mekke'ye ihramsız dönebilirler.
Bu âyet-i kerime ile ehl-i imanın beden sıhhati ve mali nimetin şükrünün ifası bakımından ömrü içinde bir defaya mahsus olarak Kâbe'yi ziyareti farz olunmuştur. Bir kimseye hacc farz olması için, şöyle sekiz şart vardır:
1. Müslüman olmak.
2. Bâliğ olmak.
3. Âkıl olmak.
4. Hür olmak.
5. Haccın farziyetine vâkıf olmak. (Dinen haccın farz olduğunu bilmek.)
6. Hacc vazifesini meşakkatsiz bir sûrette ifaya kafi bir vakit bulunmak.
7. Hacca gidip gelinceye kadar kendisi ve ailesi için kafi miktar nafakaya mâlik bulunmak.
8. Kendi hâline münasib nakil vasıtası ve yol masrafına kafi parası bulunmak.
Bu şartlar bulunmayınca hacc farz olmaz.
Farz olunca da haccın edası, yani farziyetini eda için beş şart lâzımdır. Bu şartlar olmadığı müddetçe, haccın farziyetinin edası lâzım gelmez. Yani bu şartlar olmadığı takdirde farzın ifasından mesul olmaz.
Bu şartlar:
1. Bizzat hacc edebilecek derecede bir vücut sıhhatine sahip olmak.
2. Hacca gitmeye, hapis gibi, cebren men gibi bir mânia bulunmamak.
3. Yolda emniyet bulunmak.
4. Seferi hâlde bulunacak kadının yanında kocası veya müebbeden nikahı kendine haram olan bir erkek bulunmak. (Bu erkek, âkıl ve bâliğ veya mürahik: sinn-i
buluğa yakın bulunmalıdır.)
5. Boşanmış veya kocası ölmüş bir kadının iddeti bitmiş olmak.
5.4.8.1. İhramın Yapılması
Şöyle ki; hacc için yolculukta bulunan bir erkek zât, mikad denilen bir mahalle gelince yıkanır, abdest alır, giderilmesi lâzım gelen kıllarını bedeninden giderir, tırnaklarını keser, elbisesini çıkarır, beyaz, temiz bir peştamal ile dikişsiz bir örtüye, mesela bir iki havluya sarılır. Güzel kokular sürünür, başını açık, ayaklarını çorapsız bulundurur. Üstü açık, topukları kısa ayakkabı giyinir. İki rekat ihram namazı kılar, ihrama niyet eder. Artık ihramın yasağı başlar. Yıkanabilir, para kesesini de beline bağlayabilir. İhramlarını değiştirebilir. Başına şemsiye alabilir. Kadınların elbiseleri, niyet ettikleri elbiseleri ihramdır. Erkeklere yasak olanlar, onlara da yasaktır. Yalnız onlar başlarının örtülerini çıkarmazlar, ayakkabılarını ve çoraplarını giyebilirler, onlar da yine elbiselerini yenileyebilirler.
B) Sûre-i Mâide Âyet: 2- Ey iman edenler! Allah'ın şeâirine (Allah'a ibadete vesile kılınmış olan alametleri, menasik-i hacca), haram olan aya (kıtal haram olan, yani Eşhuru'l-Haram denilen Receb, Zil'kade, Zilhicce, Muharrem ayları), kurbanlık hediyelere, (onlardaki) gerdanlıklara ve Rablerinden hem bir ticaret, hem bir rıza arayarak Beyt-i Haram'ı kasdedip gelenlere sakın hürmetsizlik etmeyin. İhramdan çıktığınız vakit (isterseniz) avlanın. Sizi Mescid-i Haram'dan menettiler diye bir kavme karşı beslediğiniz kin, sakın sizi tecavüze sevk etmesin. İyilik etmek, fenalıktan sakınmak hususunda birbirinizle yardımlaşın. Günâh işlemek ve haddi aşmak üzerinde yardımlaşmayın. Allah'tan korkun. Şüphesiz ki Allah, cezası çok çetin olandır. (Bu sûre-i celîlede 18 farize-i İlâhiye mevcuttur. Hepsi de muhkemdir. Yalnız Kâbe-i Muazzama'yı ziyaret hususunda âyet, kısmen gayr-i Müslimler için mensuh bulunmuştur. Bidâyet-i İslâm'da ziyaretleri memnû değildi. Mescid-i Haram'a yaklaşmamaları emri ile bu âyet yalnız Müslümanlar için muhkemdir.)
5.4.8.2. İhsâr Nedir?
İhsar, lügat mânasına göre bir kimseyi isteğine vasıl olabilmekten men ve hapsetmektir. Şer'an hacc için ihrama girmiş bir şahsın, Arafat'ta vakfe ile tavaf-ı ziyaretten, umre için ihrama girmiş bir zâtın da tavaftan menedilmesi demektir. Hacc yolunda kocası veya mahremi vefat eden bir kadın da böyle ihsârlı sayılır. Bir muhrim, bir hastalıktan veya düşmandan veya nafakasının tükenmesinden dolayı haccını ifaya muvaffak olamazsa, bu huccâc da ihsârlı yani muhsar, menedilmiş sayılır. İhsâr, bir nev'i zaruri cinâyet sayıldığı için, kurban kesilmesi ve ancak o sûretle ihramdan çıkılması lâzım gelir. Böyle haccdan ve umreden menedilmiş olan kimse, Mekke-i Mükerreme'nin hareminde kesilmek için, Mekke-i Mükerreme'ye bir koyun ve parasını gönderir. Bunun kesileceği saati müteakip ihramdan çıkar. Tıraş olup olmaması ihtilâflıdır. Tıraşla ihramdan çıkmak bir vecibe olduğundan, tıraş olması lâzım gelir. Çünkü Resûlullah Hudeybiye'de bu sûretle ihramdan çıkmışlardı. Bu cevaz İmam Ebû Yusuf ile İmâm Şâfii'nin ictihadlarıdır. Bu tıraşı isterse halk, yani başın tamamını makine ile tıraş etmek, isterse taksir, yani saçı kısaltmak sûretiyle tıraş edebilir. Yalnız bu ihsârın harem dahilinde vuku bulması lâzımdır. Çünkü Hudeybiye harem dahilinde idi. Harem haricinde menedilen ihsârdan dolayı yalnız kurban kesmek lâzım gelir, tıraş değil. Muhsar olan huccac fakir olursa, yine kurban kesmesi lâzımdır. İmâm Şâfii'ye göre ise on gün oruç tutar. Aynı zamanda kesilecek ihsâr kurbanı, ihsârın vuku bulduğu yerde de kesilebilir.
Muhsar, Hacc-ı Kıran'a niyet etmiş ise iki kurban keser. Birisi umre için, ikincisi hacc için. Bu kurbanlar kesilmeden ihramdan çıkamaz. Yalnız umreye niyet ederek ihrama giren bir kimse, umrenin rüknü olan tavaf ile sa'ydan menedilecek olsa, Mekke'nin hareminde kesilmek üzere bir kurban gönderir. Bu umresini de ileri de imkân bulunca kaza eder. Buna umretu'l-kaza denir. İmâm Mâlik'e göre ihsârdan dolayı bu umreyi yapmadıkça ihramdan çıkamaz. Kurban gönderip kesmesi kafi gelmez. Hacc veya umreden menedilen muhrim, gönderdiği kurbandan sonra ihramdan çıkar. Fakat aynı mevsimde hacca veya umreye imkân bulsa ifâ etmesi icab eder. Eğer etmez ise ihramdan çıkmış sayılmaz. Bir kimse arefe günü Arafat'ta durduktan sonra tavaf-ı ziyaretten ve diğer hacc vecibelerinden menedilse muhsar sayılmaz. Ne zaman imkân bulursa tavaf-ı ziyareti yapar. Arafat'ta vakfeden menedildiği hâlde yalnız tavaf-ı ziyarete muvaffak olsa, yine muhsar sayılmaz. Çünkü hacc fevt olmuştur. Kurbana da ihtiyaç kalmaz. Gerek farz, gerek nezir veya nafile hacc için ihrama giren zât, arefe günü vakfeye muvaffak olamazsa hacc fevt olmuş olur. Kendisine umre yapması ve bu haccı da gelecek sene kaza etmesi icab eder. Bu umre için de ayrıca ihram gerekmez. Eğer bu kimse, Hacc-ı Kıran'a niyet etmiş ise iki defa umre yapması gerekir.
Binâenaleyh iki defa tavaf ve iki defa da sa'y eder. Bunların birincileri, niyet edilmiş olan hacc ile umreye bedeldir. İkincileri de haccın ihramından çıkıp tahallül etmek içindir.
Bir naib, yani hacca bedel gelen kimse böyle bir men'e uğrarsa, kurban bedelini kendisinin ödemesi lâzım gelmez. Fakat hacc cinâyetlerinden birisini bilihtiyar yapacak olursa, kurbanın bedeli kendisine âit olur. Çünkü birinde zaruriyet, diğerinde ise ihtiyar vardır.
5.4.8.3. Hedy'in (Hediye) Mânası ve Hükmü
Allah-u Teâlâ'ya manen takarrub için veya bir cinâyetten dolayı keffaret olarak kesilmek üzere Harem-i Şerif'e götürülen veya kendisi veya parası gönderilen kurbana “hedy” denir. En az bir yaşını bitirmiş koyun ile bir yaşını bitirmiş koyun gibi görünen bir toklu ve beş yaşını bitirmiş deve ile iki yaşını doldurmuş sığır hayvanından (inek, manda) olur. Bunların erkek ve dişi olması müsavidir. Hedy'in âlâsı, bedene denilen deve cinsinden olmasıdır.
Kur'ân-ı Azîmü'ş-şân'da bildirildiği üzere, hedy hayvanlarına tazim lâzımdır. Yani üzerlerine binilmesi, yük yükletilmesi bir zaruriyet olmadıkça câiz olmadığıdır. Sahibi sütünden içemez. Fakirlere tasadduk eder. Hedy olan kurbanlık, Harem-i Şerif'e gelmeden yolda boğazlanması zaruri olsa, sahibi etinden yiyemez. Bunun etinin helâl olabilmesi için Harem-i Şerif'e kavuşması meşruttur, şarttır. Aksi takdirde etini tasadduk eder. İçmiş olduğu sütlerin miktarını fakirlere tasadduk eder. Zenginlere içirdikleri miktarları dahi.
Allah'a takarrub için yanında kurbanlıklarını bir hedy olarak getirmek nasıl meşru ise, hacca âit cinâyetlerin keffareti için hedy göndermek veya parasını yollamak da caizdir. Şu kadar vardır ki, hacca âit cinâyetlerden, yani yapılması memnû olan şeyleri yapmaktan dolayı birer ceza keffaret olarak kesilen kurbanlar da hedy kabilinden olduğu için, bunların etlerinden sahipleri ve sahiplerinin zevceleriyle usûl ve füruu, yani ana, baba, dede ve nineleri, evladları ve evladlarının çocukları yiyemezler. Çünkü bunlar zekât, nezr kurbanı ve sadaka-ı fıtır gibidir.
Hacca hedy olarak gelen bedene, yani deve kurbanlıklarının üzerlerine nişan, kurbanlık alametleri konulması müstehabdır. Kur'ân-ı Kerim'de gerdanlıklardan bahsedilen alametlerdir. Ceza ve keffaret kurbanlarına böyle bir alamet konul-mamalıdır. Bunların teşhir edilmesi değil, gizli tutulması lâzımdır. Demek oluyor ki nafile veya nezr veya Hacc-ı Temettü ile Hacc-ı Kıran için alınan kurbanlıklara bu alametler, tazim için teşhiri caizdir. Hacc-ı İfrat'a niyet eden için hedy lâzım gelmez. Zira Hacc-ı İfrat'ta kurban kesilmez. Hedy getiren kimse, bu iki haccdan birine niyet etmiş olacaktır. Hedy kurbanlarının mutlaka kesilecekleri mahal, Mekke-i Mükerreme'nin haremidir. Mina'da kesilmesi şart değildir.
5.4.8.4. Hacca ve Umreye Taalluk Eden Yasaklar
Hacc ve umre için ihrama girmiş olan zâtlar için yapılması şer'an memnû olan şeylere Cinâyetü'l-Hacc denir. Bu hususta kasd ile sehiv, hata, nisyan müsavidir. Şafiilere göre hata ile nisyan mafuvdür, (affedilmiştir).
Yasaklar beş kısma ayrılır. Cezaları da ayrı ayrıdır:
1- İşlenmelerinden dolayı yalnız birer dem, yani koyun veya keçi kurban edilmesi icab eden cinâyetlerdir:
Bâliğ bir muhrimin, yani ihrama girmiş bir kimsenin bir uzvuna tamamen veya bir uzvu miktarı muhtelif yerlerine güzel kokulu bir şey sürmesi, başına kına yakması, yağ sürünmesi, tam bir gün akşama kadar dikişli elbise giymesi veya başını örtülü bulundurması, başının en az dörtte birini tıraş ettirmesi, vücudundaki fazla tüylerini gidermesi, tırnaklarını kesmesi, haccın vecibele-rinden birini terk etmesi.
Mesela Mikad'da ihrama girmeyi terk etmesi, cünüb veya haiz olarak tavaf-ı kudumda veya tavaf-ı vedada veya abdestsiz olarak tavaf-ı ziyarette bulunması, Müzdelife'de vakfeyi terk etmesi, taş atmayı terk etmesi gibi. Haccın vâcible-rinden birini terk etmek, haccın sıhhatine mâni değildir. Ceza lâzım gelir. Fakat terk edilen bir vâcib, yeniden yapılırsa ceza sâkıt olur. Abdestsiz bir tavafı iade gibi. Hacc-ı Kıran'da bu cinâyetlerden birisinin işlenmesi ile iki ihramın hürme-tini korumak için iki “dem”, yani iki koyun veya keçi kesilmesi lâzım olur. Bunlar muhrimin ihtiyarı ile yaptığı hâllerde lâzım gelir. Bu yasaklardan biri bir illete ve zarurete mebnî yapılırsa, yapan iki şeyden birisiyle amel etmekte muhayyerdir. Dilerse haremde kurban keser, dilerse istediği yerde üç gün oruç tutar. Dilerse altı fakire yarım sa'dan üç sa' buğday miktarı tasadduk eder. Bir sa' bir fitre karşılığı olduğuna göre, üç fitreyi altı fakire verecektir. İbâhe de caizdir. İmâm Muhammed'e göre ibâhe; it'âm, taam (yemek yedirmek) câiz değildir.
2- Yapılmasından dolayı bedene, yani deve ve sığır kurban edilmesi lâzım gelen cinâyetler:
Bunlar, Arafat'ta vakfeden sonra daha tıraş olmadan veya saçları kestirmeden evvel vuku bulan cima ile tavaf-ı ziyareti cünüb olarak veya hayz-ı nifas hâlinde yapmaktan ibarettir. Tavaf, taharet hâlinde iade edilirse cezası sâkıt olur. Cinsî münasebet, aynı şartlar altında ayrı ayrı yerlerde yapılırsa, birincisine bedene, diğeri için dem, yani koyun kurban etmek lâzım gelir. Tavafın tamamını veya dört şavtını bitirdikten sonra cima zuhur etse, ne bedene, ne de dem lâzım gelir. Yalnız böyle bir tavafın vakfeden ve tıraştan sonra olması hâlinde cezadan muaf tutulur.
3- Her birinin yapılmasından yarım sa' tasadduk edilmesi lâzım gelen cinâyetler:
Bunlar; ihramlı olanın bir günden az dikişli bir şey giymesi veya başını örtmesi, başının dörtte birinden azını tıraş etmesi, yalnız bir tırnağını kesmesi, başkasını tıraş etmesi, başkasının tırnağını kesmesi, uzuvlarından birinin az bir miktarına güzel koku sürmesi, abdestsiz olarak tavaf-ı kudumde veya tavaf-ı vedada bulunması.
Kırık bir tırnağı koparmak caizdir. Tedavi için, güzel kokulu olmamak şartıyla yaraya yağ sürülmesi, mesela zeytinyağının sürülmesi caizdir.
4- Her birinin yapılmasından dolayı noksan tasadduk edilmesi lâzım gelen cinâyetler:
Bunlar; ihramlının çekirge, kehle öldürmesi veya öleceği yere atması, başkasının üzerindeki bir kehleyi öldürmek için göstermesi dahi cinâyet sayılır. Kehle üçten ziyade olursa yarım sa' ceza lâzım gelir. Yerdeki ve yoldaki kehleyi öldürmek cezasızdır.
5- Her birinin işlenmesinden dolayı zaman, yani bedelini iltizam lâzım gelen cinâyetler:
Bunlar da; ihramda bulunan kimsenin av hayvanlarını öldürmesinden veya Mekke-i Mükerreme'nin haremindeki yaş ağaçları, yeşil otları kesip koparmasından ibarettir. Av hayvanlarını öldüremediği gibi, öldürülmesine yardım da edemez. Öldürülen hayvan, eti yenilmez cinsinden ise cezası bir koyun veya keçi kurban etmektir. Fakat eti yenilir hayvanlardan ise kıymeti takdiri kadar tasadduk edilir. Bu takdirin o yerde adil iki insan tarafından tayin edilmesi şarttır. Kıymeti bir yarım sa' buğday kıymetinden az ise mukabilinde bir gün oruç tutması kâfidir.
Öldürülen hayvan kelb veya doğan, pars, şahin gibi terbiye edilmiş bir hayvan ise sahibine muallem olduğuna göre kıymeti, fakirlere de muallem değilse kıymeti kadar tasadduk edilmesi lâzımdır.
Ağaçlara, otlara gelince; bunlar sahipsiz ise kıymetleri fakirlere tasadduk edilir. Bir kimsenin mülkündense kıymetleri sahiplerine verilmesi lâzımdır. Harem-i Şerifteki ağaçların veya yeşil otların yapraklarından koparmak, zarar vermediği müddetçe caizdir. Bir cezaya müstelzim değildir.
İhramlı olan, av hayvanını satın alıp yiyemez. İhramlı olmayanın vurduğunu yiyebilir. Yalnız ihramlının av için emir vermemesi şarttır. İhramlı, bir hayvanın ayağını kırsa, tüylerini kopartsa cezaya tâbidir. O miktar kadar tasadduk eder. İhramlı, av hayvanlarını kesemez, kesecek olursa, etinden ne kendisi, ne de başkası yiyebilir. Deniz kuşlarını da avlayamaz.
Bir şahsın yaptığı cinâyetlerin cinsleri ve meclisleri bir yerde olursa, hepsine bir ceza kifâyet eder. Fakat cinsleri ayrı ayrı, yapılan yerler de ayrı ayrı ise cezanın da ayrı ayrı edası lâzımdır.
Kadının ihramda eline kına yakması bir demi icab ettirir. Sakala kına sürülmesi hâlinde ise dem değil, sadaka verilmesi gerekir.
İhramlı, umre tavafının dört şavtını bitirmeden kadınla cima eylese umresi fevt olur. Umrenin tavafına devam eder. Sonra bir kurban kesip umre tavafını iade eder. Dört şavttan sonra bu cinâyeti işleyecek olursa umresi fâsit olmaz. Fakat yine bir kurban keser.
5.4.8.5. Muhrimin Yapabileceği İşler
İhramlı, tavuk ve koyun gibi ehlî hayvanları kesip etinden yiyebilir. Fakat karadaki av denilen hayvanları kesemez. Kurumuş ağaçları kesmek, ekinleri, sebzeleri kesip toplamak câiz olduğu gibi, kendi kendine yetişip bitmiş ağaçları da kesmek caizdir. Yalnız bu ağaçların halkın yetiştirdiği cinsten olması şarttır. Huda-yı nabit ağaçlardan olmaması lâzımdır.
Şehvetle bakmak, öpüp okşamak, iyi sebilden biri ile olmaksızın (hayızlı kadın) cinsî mukarenet haccı ifsad etmez. Velev ki meni gelse de. İhtilam olmakta da bir ceza yoktur. El ile harekette meni gelirse, kurban kesmek lâzım gelir.
İhramlının muzır; karga, akrep, fare, yılan, çaylak, sinek, pire, karınca, kene, arı, kelebek, kertenkele gibi av cinsinden olmayan ve insanın bedeninden doğmayan haşaratı ve üzerine saldıran köpeği ve kurt gibi tabiatında ezâ bulunan herhangi bir yırtıcı av hayvanı öldürmesi, cezaya tâbi değildir.
5.4.8.6. İhramlının Deniz Avı Yapabileceği
Yalnız denizlerde, göllerde ve ırmaklarda yaşayan, etleri yenilip yenilmeyen hayvanları bir ihramlının avlaması ve onlardan istifade edilmesi, yani balık kabilinden ise yenilmesi, gerek mukimlere ve gerekse yolculara helâl kılınmıştır. Onların, kesilip etleri kurutulmuş olanları da memnû değildir. Ancak ihramda bulunulduğu müddetçe kara avı yasaktır. Göllerde ördek ve buna benzer kuşların da avları yasaktır.
Hanefi Mezhebine göre bir muhrim, kable'l-ihram boğazlamış olduğu bir hayvanın etinden, ihramdan çıktıktan sonra yiyebilir. Ve bir muhrim, helâl, gayr-i muhrim bir kimsenin avladığı hayvanın etinden yiyebilir, velev ki gayr-i muhrim onu, o muhrim için avlamış olsun. Elverir ki muhrim, o ava işaret ve delâlette bulunmuş, izin vermiş olmasın. Fakat İmâm Mâlik ile İmâm Şâfii ve İmâm Ahmed'e göre bir muhrim nâmına başkalarının avlamış olduğu avın etinden o muhrim yiyemez.
5.4.8.7. İhramlının Menolduğu Ameller
Sûre-i Mâide Âyet: 95- Ey Mü'minler! Siz ihramda iken avı öldürmeyiniz, sizden her kim onu amden öldürürse, o öldürdüğü hayvanın misli bir ceza vardır ki, Kâbe'ye vasıl olacak bir kurbanlık olmak üzere buna sizden iki adalet sahibi hükmeder veya bir keffaret vardır ki, o da fakirleri doyurmaktır veya onun muadili olarak oruç tutmaktır. Tâ ki bu sûretle yaptığının vebalini tatsın. Allah Teâlâ geçmiş olanı af buyurmuştur. Ve her kim bir daha böyle yaparsa, elbette Allah Teâlâ ondan intikamını alır ve Allah Teâlâ azizdir, intikam sahibidir.
Not: İhramlı olan bir kimse gerek harem dahilinde, gerekse harem haricinde avlanamaz. Harem dahilinde av avlamak ihramsız dahi memnûdur. Av avlamanın yasak ve haram olduğunu bildiği hâlde av hayvanlarını öldürürse, kendisine ceza lâzım gelir. Böyle bir cezayı icab ettiren suçu tekrar yapar ise artık ona bir keffaret değil, İlâhi ceza müstahak olacağı âyette beyan buyrulmuştur. Fakat amme-i ulemâ müteaddit kere av avlanmaya keffaret taaddud eder, demişlerdir. İbn-i Abbas (ra) rivâyete göre “Bunun hakkında intikam-ı İlâhi, keffaretin vücubuna mânidir.” diyor.
İmâm-ı A'zam ile Ebû Yusuf'a göre öldürülen avın kıymeti bakımından misli nazara alınır. Avın avlandığı yerdeki veya ona yakın mahaldeki kıymeti tayin edilir. Eğer kıymeti bir kurban kıymetine muadil bulunursa, bunu avlamış olan muhrim muhayyerdir. Ya o kıymette bir kurban alarak onu hareme gönderir veya o kıymette taam satın alarak her fakire yarım sa', yani beş yüz yirmi dirhem buğday veya bir sa' miktarı başka bir taam, mesela arpa verir. Veyahut her fakire vereceği taama bedel birer gün oruç tutar. Fakat İmam Mâlik ve İmâm Şâfii gibi sâir müctehidlere göre, bu öldürülen avın mislinden murad, hilkiyet ve heyet itibarıyla mislidir. Ashâb-ı Kirâmdan rivâyet olunduğuna göre onlar, öldürülen bir deve kuşundan dolayı kurban olarak boğazlanacak bir deve ve bir geyikten dolayı bir koyun ve bir hımar-ı vahşiden dolayı bir sığır ve bir tavşandan dolayı bir dişi keçi alınıp hedy edilmesini vâcib görürlerdi. Fakat deniliyor ki bu hususta nass-ı Kur'âni, misli vâcib kılmıştır. Mutlaka misilden murad ise Kitaba, Sünnete ve İcmaa ve makule nazaran ya hem sûreten hem de manen misildir veya yalnız manen misildir. Burada ise hem sûreten hem de manen misil irade edilmediği bilicma sabit olduğundan, bununla manen misil murad olduğu taayyün etmiş bulunmaktadır. Nitekim hukuk-i ibadda mehut olan böyle bir misildir. Mesela bir hayvan öldürülse, bunu tazmin için bu hayvanın her vecihle bir mümasilini tedarik lâzım gelmez. Belki o hayvanın yalnız kıymeti itibarıyla tazmin edilir. Aksi takdirde birçok güçlükler yüz gösterir.
5.4.9. Kâbe'ye Sığınanların Taarruzdan Emin Olacağı
Sûre-i Âl-i İmrân Âyet: 96- Şüphe yok ki, insanlar için ilk tesis edilmiş olan ev, Mekke'deki o çok mübarek ve âlemler için hidâyet olan Beyt-i Muazzama'dır.
97- Orada apaçık alâmetler, İbrahim'in makamı vardır. Kim oraya girerse (taarruzdan) emin olur. Ona bir yol bulabilenlerin (gücü yetenlerin) Beyt'i hacc (ve ziyaret) etmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim küfrederse şüphesiz ki Allah âlemlerden ganî (müstağni)dir.
Not: Rivâyete nazaran Yahudiler demişler ki, Beyt-i Mukaddes Kâbe'den efdaldir, müminler de hayır Kâbe a'zamdır, demişler. Bunun üzerine bu âyet-i celîle nâzil olmuştur.
Naklen sabit olduğuna göre, yeryüzünde umûm ehl-i iman için ilk yapılan mabed Kâbe-i Muazzama'dır. Bunu Hz. Âdem bina etmiştir. Sonra tufanda mahvolduğundan, onu aynı yerde Hz. İbrahim yeniden yapmıştır. Daha sonra da âda münhedim olmakla Cürhüm'den bir kavim, bilâhare de Amelika kavmi ve en sonra Kureyş kabilesi bunu bina etmiştir. Böyle daima mukaddes bir mabed olarak vücuda getirilmiş ve umûm müminler için bir kıblegâh bulunmuştur. Âdem (as) Mescid-i Aksa'yı Kâbe'den sonra bina etmiştir.
Kudsi bir mabed olduğuna dâir deliller vardır. Ona suikastte bulunanlar kahr-i İlâhiye uğramışlardır. Asırlardan beri onun üstünden kuşlar uçup gitmezler, ona tazim için etrafından dolaşırlar. İbrahim (as) Kâbe'yi inşa ederken veyahut Hz. İsmail'in zevcesi tarafından at üzerinde başını yıkarken üzerine bastığı taş oyulmuş olarak Kâbe'de bulunmaktadır. Harika olarak taşa bırakılan bu ayak izinin bulunduğu yere “Makam-ı İbrahim” denilmektedir.
Buraya her kim iltica ederse, orada bulundukça kendisine tecavüz edilmez. Hz. Ömer'den mervidir ki: “Ben Kâbe içinde pederim Hattâb'ın katiline rastlamış olsam, oradan çıkıncaya kadar kendisine dokunmam.” demiştir. İmâm-ı A'zam'a göre de katledilmesi şer'an lâzım gelen bir şahıs Harem-i Şerife iltica etse, kendisine taarruz olunmaz. Şu kadar var ki, ona yiyecek ve içecek verilmez, harice çıkmağa mecbur hâle getirilir. Fakat Harem-i Şerif dahilinde katil olan bir kimse hakkında, Harem dahilinde kısas icra edilebilir. İmâm Şâfii'ye göre ise Harem haricinde katil bir şahıs hakkında da Harem-i Şerif dahilinde kısas icra edilir.
Bir hadis-i şerifte buyrulmuştur ki, “Herhangi bir Müslüman, Mekke-i Mükerreme ile Medine-i Münevvere'den birinde vefat ederse, kıyâmet gününde emin olarak kalkar, ba's olunur.” buyrulmuştur. Artık bir mümin, bir mâni olmadıkça, o âli makamı ziyaret etmek istemez mi? Ne devlet.
5.4.10. Mekke'nin Bütün Şehirlerin Anası ve En Şereflisi ve İslâm Dünyasının Manevi Merkezi Olduğu
Sûre-i En'âm Âyet: 92- İşte bir kitap ki, onu -bir feyiz kaynağı ve elleri arasındaki (Tevrat ve İncil'i) tasdik edici olarak, bir de şehirlerin anası (bulunan Mekke) ile bütün çevresindeki (insanları) azab ile korkutman için- indirdik. Âhirete inanmakta olanlar, -onlar namazlarına devam (ve ihtimâm) ederek- ona (Kur'ân'a) inanırlar.
5.4.11. Bütün Şer'i Vazifeler Bitmiş Olup Mina'dan Dönüp Veda Tavafına Gelmek İçin Mina'dan Ne Zaman Ayrılınacağı ve Bu Bayram Günlerinde Tekbir Getirileceği
Sûre-i Bakara Âyet: 203- Bir de sayılı günlerde (Mina günlerinde yahut arefe sahasından Zilhiccenin 13'üncü gününün ikindi vaktine kadar olan günlerde) Allah'ı zikredin. (Tekbir getirin, ki o tekbir: اَللهُ أَكْبَرُ اَللهُ أَكْبَرُ لاَ اِلَهَ إِلاَّ اللهُ وَاللهُ أَكْبَرُ اَللهُ أَكْبَرُ وَ لِلَّهِ الْحَمْدُ “Allah-u Ekber, Allah-u Ekber, Lâ ilâhe İllallahu Vallahu Ekber, Allah-u Ekber ve Lillahi'l Hamd”) Kim iki günde (Mina'dan dönmek için) acele ederse (Mina günlerinde, Zilhiccenin 11 ve 12'nci günlerinde Mina'dan Mekke'ye gelmekte) üstünüze günâh yoktur. Kim de geri kalırsa (yani Zilhiccenin 13'üncü günü kalırsa) ona da günâh yoktur. (Fakat bu), takva sahibi için(dir). Allah'tan korkun ve bilin ki muhakkak (hepiniz) ancak O'na (varıp) toplanacaksınız.
Not: Mina'da bayramın birinci, ikinci ve üçüncü günleri taş attıktan sonra o geceyi Mina'da geçirmeden dönmekte vebal olmadığı, sarahaten Kur'ân-ı Kerim'de bildirilmiştir. Fakat bayramın dördüncü gününde Mina'dan hareket edip Mekke'ye hareket etmenin bir takva işareti ve kemâl-i birr ibadet timsali olacağı da şâyân-ı dikkatle talim buyrulmuştur.
5.4.12. İsmail Aleyhisselâm'ın Kurban Edilmesi Meselesi
Sûre-i Sâffât Âyet: 100- (İbrahim -as- ateşten kurtulduktan sonra Şam'a hareket ederek) “Ey Rabbim! Bana salihlerden (bir oğul) ihsan et.” (diye duâ etti.)
101- Biz de ona çok uysal bir oğul müjdesini verdik.
102- Artık o (oğul, İbrahim'in) yanında koşmak çağına erince (babası) “Oğulcağızım” dedi, “ben rüyamda seni boğazladığımı görüyorum. Bak artık ne düşünürsün.” (Oğul) dedi: “Babacığım, sana emir edilen ne ise yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın.”
103- Vaktaki bu sûretle ikisi de (Allah'ın emrine) râm oldular. (İbrahim) Onu alnı üzerine yıktı. (Mina'da)
104,105- Biz ona: “Yâ İbrahim! Rüyana sadakat gösterdin. Şüphesiz ki Biz iyi hareket edenleri böyle mükâfatlandırırız.” diye nida ettik.
106- Hakikat bu apaçık ve kat'i imtihandı.
107- Ona (İsmail'e) büyük bir kurbanlık fidye verdik.
108- Sonra gelen (peygamberler ve ümmetler) arasında ona (iyi bir nâm) bıraktık.
109- (Bizden) Selâm İbrahim'e
110- Biz iyi hareket edenleri işte böyle mükâfatlandırırız.
111- Hakikat o, mü'min kullarımızdandı.
112- Ona salihlerden bir peygamber olmak üzere de İshak'ı müjde-ledik. (Bu beyan-ı İlâhiye nazarında kurban edilmek istenen zât İshak -as- değildi.)
113- Hem ona, hem İshak'a (feyz-u) bereketler verdik. (Din ve dünyaca yahut İbrahim'e -as- çok evlad verdik. İshak -as- neslinden de evveli Ya'kub, âhiri -İsa- aleyhimasselâm olmak üzere birçok peygam-berler getirdik.) Her ikisinin neslinden iyi hareket edeni (mü'mini) de vardır. Nefsine apaçık zulüm edeni de. (Kâfiri de vardır. Bunda nesebin ve ırkın hidâyet ve dalâlette rolü olmadığına, fena nesilden atalara bir itab ve ayıp teveccüh etmeyeceğine delâlet vardır.)
Not: Kurban edilmek istenen zevat-ı kirâmlar İsmail ve İshak (aleyhimesselâm) hazeratı ki, İbrahim'in (as) bu iki oğlu hakkında ihtilâf edilmiştir. Ezher olan kavle göre kurban edilmek istenen zât İsmail aleyhisselâmdır. Bu, Ebû Bekr, İbn-i Abbas, İbn-i Ömer (ra) ile tabiinden bir cemaatin kavlidir. Âyet-i kerimenin siyakı da buna delil gösterilebilecek kadar sarih ve hükm-ü İlâhidir.
Denildi ki, İbrahim'in (as) bu rüyası üç gece tekerrür etti. Birincisi “Terviye” gecesi idi ki bir ses ona: “Cenâb-ı Hakk oğlunu boğazlamanı emrediyor.” demişti. İbrahim (as) sabaha çıkınca bunun Allah'tan mı yoksa şeytandan mı geldiğinde tereddüt etti. Akşam oldu, yine aynı ses aynı emri verdi. O vakit anladı ki bu rüya Hakktandır. Üçüncü akşam da bu tekerrür edince artık kanaati büsbütün sağlamlaştı. Bu üç güne sırasıyla “Terviye, Arefe, Nahr” denilmesi bundandır.
Terviye, “tereddüt” demektir. Arefe, “bilmek” mânasında olup, artık rüyanın sıdkına kanaat getirmektir ki, o geceye arefe denilmiştir. Üçüncü gün ki “Nahr” günüdür. Artık İsmail'in (as) kurban edildiği gündür ki, işte o gün “Nahr” kurban kesilme günüdür. Kurban kesilmek istenen zâtın İsmail (as) olduğu ezher kavle göre kat'idir. Çünkü o, hicretin akabinde ihsan buyrulmuş, İshak (as) ile tebşirat bundan sonra vâki olmuştur. Resûlullah (sav) da أَناَ ابْنُ الذَّبِيحَيْنِ “Enebnû'z-zebîhayn (ben iki kurbanlık zâtın oğluyum)” buyurmuştur ki, biri dedesi İsmail (as), diğeri de pederi Hz. Abdullah'tır. Cenâb-ı Abdul-muttalib, zemzem kuyusunun hafriyatı kendisine müyesser olursa yahut on oğula sahip bulunursa, bunlardan birini boğazlamayı nezretmişti. Vaktaki her iki dileği de husûle geldi, kura çekti. Boğazlanma oğlu Abdullah'a isabet etti. O zamanın eşraf ve ulemâsı, kendisini bundan vazgeçirmeye çalıştılar. Nihâyet yüz deve kurban etmek sûretiyle nezri yerine gelmiş bulundu. İsmail'in (as) zebhi (boğazlanma) keyfiyeti Mekke'de vâki olmuş, kesilen koçun boynuzları Kâbe'de asılı iken “Haccâc İbn-i Zübeyr” muharebeleri zamanında yanmıştır. Orada İshak (as) yoktu.
“Ben iki kurbanlığın oğluyum.” sözünün Resûlullah'ın (sav) kavli olduğu sabit değildir. Bir bedevinin ياَ ابْنَ الذَّبِيحَيْنِ “Yebne'z-zebîhayn (Ey iki kurbanlık zâtın oğlu!)” diye hitab ettiğini, bunun üzerine Hz. Peygamberin (sav) de tebessüm buyurduğu rivâyet olunmuş, bu tebessümün, o sözü tasdik mahiyetinde olduğu kabul edilmiştir.
5.4.13. Kâbe-i Muazzama'nın Muhitinin Rızık ve Emniyet Mahalli Olduğu
Sûre-i Kasas Âyet: 57- Dediler ki: “Biz, eğer senin maiyetinde doğru yolu (tutup) uyarsak, derhâl yerimizden (yurdumuzdan olup) sürülürüz.” Biz onları tarafımızdan bir rızık olarak her şeyin mahsullerinin gelip toplanacağı korkusuz bir haremde yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğu (bu hakikati) bilmezler.
HAKK'A DÂVET
NASİHAT-I İSLÂMİYYE