
20.1. SUÇLARINDAN DOLAYI KAVİMLERE VERİLEN MUHTELİF CEZALAR
A- Sûre-i En'âm Âyet: 42- Andolsun ki Biz, senden evvelki ümmetlere de
peygamberler gönderdik de (küfr-ü inkârlarından dolayı) kendilerini çetin bir yoksullukla, çeşitli hastalıkla yakaladık, olur ki yalvarırlar (tevbe ederler diye).
43- İşte onlar kendilerine (öyle) bir azabımız gelip çattığı zaman olsun yalvarmalı değil miydiler? Fakat yürekleri katılaşmış, şeytan da yapmakta oldukları (masiyetleri) süsleyip püslemişti.
44- Onu için bunlar kendilerine ne hatırlatıldı, öğüt verildiyse onları unutunca üzerlerine her şeyin (her zevkin, her nimetin) kapılarını açtık, nihâyet kendilerine verilen o şeyler (o genişlik ve o serbestlik) yüzünden (tam şımarıp) ferahlandıkları vakit de onları ansızın tutup yakalayıverdik ve artık o anda onlar bütün ümitlerinden mahrum kaldılar.
45- İşte bu sûretle, zulm edenler güruhunun ardı arkası kesilmişti. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'ındır.
47- De ki: “Bana haber verin: Eğer Allah'ın azabı ansızın (haber-sizce) yahut açıktan açığa gelip size çatarsa, zâlimler güruhundan başkası helâke uğratılmış olur mu?”
B- Sûre-i A'râf Âyet: 94- Biz hangi memlekete bir peygamber gönderdi isek, onun halkını (peygamberlerini tanımamaları yüzünden) yalvarıp yakarsınlar diye mutlaka fakirlikle, şiddetle, hastalıkla (sıkıp) yakaladık.
95- Sonra bu sıkıntının yerine iyilik (selâmet, bolluk) verdik. Nihâyet çoğaldılar, “Atalarımıza da (gâh böyle) fakirlik, şiddet, hastalık, (gâh) iyilik, genişlik dokunmuştur (çektiğimiz o belâlar bizim isyanımızdan doğma şeyler değildi).” dediler. Bunun üzerine biz de kendileri farkına varmadan, onları ansızın tutup yakalayıverdik.
96- Eğer o memleketler halkı iman edip de (küfür ve isyandan) sakınmış olsalardı, elbette üzerlerine gökten ve yerden nice bereket (hazine)ler(ini) açardık. Fakat onlar (peygamberlerini) yalanladılar da biz de kazanmakta oldukları (küfür ve isyan) yüzünden onları tutup yakaladık.
97- O memleketlerin halkı, kendileri geceleyin uyurlarken, azabımızın onlara gelip çatmasından (korkmayıp) emin mi oldu(lar)?
98- Yoksa o memleketlerin ahâlîsi, kendileri güpegündüz oynarlarken, azabımızın onlara gelip çatmasından (korkmayıp) emin mi oldu(lar)?
99- Onlar artık Allah'ın (kendilerini) ihmâl (ettiğ)inden mi emin oldular? Fakat büyük zararı göze alanlar güruhundan başkası Allah'ın imhâlinden emin olmaz.
Not: Bu gibi âyetlerde مَكْرٌ “Mekr” Cenâb-ı Hakk'ın kulları hakkındaki azabını imhâl buyurması, te'hir etmesi demektir.
102- Biz onların çoğunda (geçmiş ümmetlerde) ahd(e vefa) bulmadık, onların çoğunu; muhakkak ki itaatten çıkmış kimseler bulduk.
130- Andolsun ki biz Firavun hânedanını, düşünüp ibret alsınlar diye, yıllarca kuraklıkla, mahsullerin kıtlığıyla tutup sıktık.
164- Hani içlerinden bir ümmet: “Allah'ın kendilerini (dünyada) helâk edeceği veya (âhirette) çetin bir azab ile cezalandıracağı bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?” dediği zaman onlar (o vaaz edenler) de: “Rabbinize özür (dilemeye yüzümüz olsun) için. Umulur ki sakınırlar.” demişlerdi.
165- Vaktâki onlar artık edilen vaazları unuttular. Biz de kötülükten vazgeçirmekte sebat edenleri selâmete çıkardık. Zulmedenleri ise yapmakta oldukları fısklar yüzünden şiddetli bir azab ile yakaladık.
166- Bu sûretle onlar (o şiddetli azabdan sonra pişman olmayıp) serkeşlik ederek yasak edileni yapmakta ısrar edince kendilerine: “Hor ve zelil maymunlar olun.” dedik.
182- Âyetlerimizi yalan sayanları biz bilmeyecekleri nokta(lar)dan derece derece (yavaş yavaş) helâke yaklaştırırız.
Not: Birbiri ardınca kendilerine nimetler gelir; onları, haklarında Allah'ın dâimî lütfü sanırlar da şımarırlar. İşte o zaman üzerlerine Allah'ın azabı hak olur. Masiyet tazelendikçe nimetlerin yenilenmesi, daha ziyade artması bir istidrac oluyor ki, onlar bu saltanat içerisinde istiğfarı unutsunlar da azaba layık olduklarından cezalarını bulsunlar. Allah-u Teâlâ doğru yola gelmeyenlere bu sûretle ceza tertib buyurur. Nitekim Emiru'l-mü'minin Ömer-ul Faruk (ra) Kisra'nın hazineleri kendisine gelince: “Yâ Rabb! Bir istidraca uğramış olmaktan sana sığınırım. Çünkü ‘senestedricühüm’ buyurduğunu işittim.” demiştir.
20.2. HANGİ KAVİMLERDEN AZÂB-I İLÂHİYENİN KALDIRILACAĞI
A- Sûre-i Enfâl Âyet: 32- Hani bir zamanda: “Ey Allah! Eğer bu senin katından (gelmiş) hak (kitab)ın kendisi ise durma bizim üstümüze gökten taş yağdır yahut bize (daha) acıklı bir azab getir.” demişlerdi.
33- Hâlbuki sen içlerinde iken (Habibim), Allah onları azablandırıcı değildi. Onlar istiğfar ederlerken de Allah yine onları azablandırıcı değildir.
53- (Daima insanlar küfür ve günâhları yüzünden cezalara uğramış-lardır.) Bunun hikmeti şudur: Bir kavm nefislerinde olan (iyi hâli) değiştirinceye kadar Allah onlara ihsan ettiği nimeti değiştirici değildir. Ve şüphesiz ki O, (her şeyi) hakkıyla işiticidir, kemâliyle bilicidir.
B- Sûre-i Tevbe Âyet: 115- Allah bir kavme hidâyet ettikten sonra (onları İslâm şerefine mazhar buyurduktan sonra) sakınacakları şeyleri kendilerine apaçık bildirinceye kadar onları(n) sapıklığına (hükm)edecek değildir. (Müşriklerin lehine istiğfarın, memnuiyyeti hükmü tebliğ edil-meden bunu yapanların ve tahrimden önce memnu işleri irtikâb etmiş olanların mesûl edilemeyeceğini, mesûliyetin ancak sarih hükümlerin tebliğinden sonra vârid olabileceğini ifade eder.) Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla bilendir.
C- Sûre-i İsrâ Âyet: 15- Kim doğru yolu bulursa, o doğru yolu ancak kendi faidesine bulmuş olur. Kim de sapıklık ederse, o da yalnız kendi aleyhine sapmış olur. (Onun ne doğru yolda gitmesi, başkalarının kurtuluşuna medar olur, ne de sapıklığı diğerlerini helâk eder.) Hiçbir günâhkâr başkasının günâh yükünü yüklenmez. (Onun yükünü taşımak ancak irtikâb edene âittir.) Biz bir Resûl (hüccetleri açıklamak, şeriatleri yaymak üzere bir Peygamber) gönderinceye kadar (hiçbir kimseye ve kavme) azab ediciler değiliz. (Bu dünyada azab edici değiliz, âhirette ise bilsin veya bilmesin amelinden her nefis mesûldur.)
D- Sûre-i Tâ-Hâ Âyet: 134- Eğer biz onları daha evvel (Hz. Muhammed Mustafa'nın -sav- teşrifinden ve Kur'ân'ın nüzulünden evvel) azab ile helâk etmiş olsaydık, muhakkak diyeceklerdi ki: “Ey Rabbimiz! Bize bir peygamber gönderseydin de şu zillete ve rüsvaylığa uğramamızdan evvel âyetlerine tâbi olsaydık ya!” (Beşer bu, peygamber gelince mûcize isterler, peygamber gelmeyince de peygamber gelip de bize tebliğ etseydi, eğer uymazsak o zaman bize azab vereydin diye itiraz da bulunurlar. Bunun için rahmet-i İlâhi icabıdır ki, mutlaka Nebi gönderilmedikçe dünyada bir helâk vermemiştir.)
E- Sûre-i Şuarâ Âyet: 208,209- Biz hiçbir memleketi, ona (halkına) öğüt vermek üzere inzar edici (peygamber)ler (göndermiş) olmadıkça helâk etmedik. Biz zulmedici değiliz.
F- Sûre-i Kasas Âyet: 59- Senin Rabbin memleketlerin ana merkez(ler)ine, karşılarında âyetlerimizi okuyacak bir peygamber gönde-rinceye kadar, o memleketleri helâk edici değildir ve biz ahâlisi zalimler(den ibâret) olan memleketlerden başkasını helâk edici de değiliz (Yani halkı zulümleri, küfür ve inâtlarında, tegallüblerinde ısrarları yüzünden azaba müstehak olan memleketlerden başkasını intikam için helâk etmiş değiliz).
G- Sûre-i Rûm Âyet: 47- Andolsun ki biz senden evvel kendi kavmlerine (nice) peygamberler göndermişizdir de onlara açık açık burhanlar getirmişlerdir. Fakat (iman etmedikleri için) biz o günâh işleyen-lerden intikam almışızdır. Mü'minlere yardım etmek (kâfirleri helâk etmek, mü'minleri selâmete çıkarmak sûretiyle) ise üstümüzde bir haktır.
20.3. ALLAH-U TEÂLÂ'NIN İNSANLARA (MÜCRİMLERE) ALEL-ACELE CEZA VERMEDİĞİ VE BUNUN SEBEB-İ HİKMETİ
A- Sûre-i Yunus Âyet: 11- Eğer Allah, insanlara hayrı çarçabuk istedikleri gibi şerri de alelacele verseydi, elbette onlara ecelleri hükmedilir, (hepsi helâk olup gider)di. İşte biz, bize kavuşmayı ummayanların, böyle azgınlıkları içinde serseri serseri dolaşmalarına meydan veriyoruz. (Ehl-i küfür, aleyhlerinde bedduâ ettikleri hâlde onları hemen cezalandırmamışızdır.)
B- Sûre-i Fâtır Âyet: 45- Eğer Allah insanları kazandıkları (günâhlar) yüzünden (hemen) muâheze etseydi, yerin sırtında hiçbir canlı mahluk bırakmazdı. Fakat O, bunları muayyen bir müddete kadar geciktiriyor. Nihâyet vakitleri gelince muhakkak ki Allah kullarını hakkıyla görücüdür.
20.4. GEÇMİŞ ÜMMETLERDEN YALNIZ YUNUS'UN (ALEYHİS-SELÂM) KAVMİNDEN GAYRİSİNİN HELÂKTAN KURTULMADIĞI
Sûre-i Yunus Âyet: 98- (Azabımız gelip çattığı zaman) İman edip de bu imanı kendisine faide vermiş bir memleket (halkı) bulunsaydı ya. (Bu aslâ vâki olmamıştır.) Ancak Yunus'un kavmi müstesnadır ki, bunlar iman edince, kendilerinden dünya hayatındaki rüsvaylık azabını uzaklaştırıp giderdik ve onları daha bir zamana kadar (yaşatıp) faidelendirdik. (Bu kavim, azab emarelerini görür görmez iman etmişler, Cenâb-ı Hakk'a yalvarmışlar, ondan sonra da azabın hululünü beklemişlerdir. Allah-u Teâlâ da bu hulus ile iltica ve istiğfar edenlerden azabını refetmiştir. Aynı hâl vuku olduğunda yine de azabını bu şartlar altında refedeceğinin bir delili ve vaad-i sübhanidir.)
20.5. HER KAVME GELEN AZABIN, NEFİSLERİNE ZULMETMELERİNDEN BAŞKA SEBEBİ OLMADIĞI
Sûre-i Hûd Âyet: 101- Onlara biz zulmetmedik, fakat onlar kendi nefislerine zulmettiler. Binâenaleyh Allah'ı bırakıp taptıkları (yalancı) İlâhlar, Rabbinin (azab) emri geldiği zaman, onlara hiçbir faide vermedi, ziyanlarını artırmaktan başka bir şeye yaramadı.
102- Rabbinin yakalayışı, -(ahâlisi) zulmeder hâlde bulunan memleketleri yakaladığı zaman- işte böyle (olur). Şüphesiz ki onun çarpması (cezası) pek acıklıdır, pek çetindir.
20.5.1. Musibetlerin Hastalıkların Seyyiatlarımızın Karşılığı Olduğu
Buharî Hadis No: 774- Bu hadis-i şerifin nihâyetine doğru Resûl-i Ekrem Efendimizin Hz. Safiyye'ye hitaben: “Ey şeâmeti halkın hareketini durduran kadın! Sen yevm-i nahirde tavaf(-ı ifâzayı) etmedin mi?” buyurdu. Safiyye diyor ki, ben de: “Hayır, yapmadım.” diye cevap verdim. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem; “Beis yoktur, (Tavaf-ı veda hâizden sâkıttır) haydi yollanınız.” buyurdu.
Ehl-i hadis, bu kelimenin tarafı risâletten irad edilmesinin bir sebebini bildiriyor ki, Hz. Safiyye o sırada boğazından rahatsızdı. Resûl-i Ekrem: Sen tavîletu'l-lisansın, söylediğin elfâz-ı mekrûhenin cezasıdır, demek istemiş olduğunu da Davudi kaydetmiştir. Bu hususta eimme-i lisanın bildirdikleri medlûl-i lâfzîleri yazmayı faydasız bulduk.
20.6. ALLAH'IN HELÂK ETMESİNİN SIRF ŞİRK VE KÜFÜR YÜZÜNDEN DEĞİL, BELKİ ZULÜM VE AHLÂKSIZLIK, ŞIMARIKLIK, EMR-İ Bİ'L-MARUF NEHY-İ ANİLMÜNKER YAPMADIKLARINDAN DOLAYI OLDUĞU
A- Sûre-i Mâide Âyet: 79- Onlar işledikleri herhangi fenâlıktan birbirini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Hakikat yapmakta devam ettikleri (o hâl) ne kötü idi.
B- Sûre-i Hûd Âyet: 117- Senin Rabbin -ahâlisi (hem nefislerini, hem yek diğerini) ıslah edip dururken de- o memleketleri (sırf) şirk yüzünden helâk edecek değildi ya. (Yani sırf şirk ve küfür yüzünden değil, zulm ve ahlâksızlık yüzünden de yıkacağı, helâk edeceği haber verilmektedir.)
C- Sûre-i Kasas Âyet: 58- Biz, (bol) geçimi ile (halkı) şımarmış nice memleket(ler) helâk ettik. İşte kendilerinden sonra ancak pek az kimselerin konabileceği (harab) meskenleri! (Bütün onlara) Biz vâris olmuşuzdur.
D- Sûre-i Ra'd Âyet: 11- O'nun (ve her insanın) önünde arkasında kendisini Allah'ın emriyle gözetleyecek takipçi (melek)ler vardır. (Hafaza: koruyucu ve kâtibin -yazıcı- denilen meleklerdir.) Bir kavim, özlerindeki (güzel hâl ve ahlâkı) değiştirip bozuncaya kadar, Allah şüphesiz ki onun (hâlini) değiştirip bozmaz. Allah bir kavmin de fenâlığını (azabını) diledi mi artık onun reddine hiçbir (çare) yoktur. Onlar için O'ndan (Allah'tan) başka bir veli (ve yardım eden) de yoktur.
20.7. HER ZALİM KAVMİN İNSAN GİBİ ECELİ OLDUĞU VE HELÂK İÇİN MEMUR MELEKLERİN GÖNDERİLDİĞİ
A- Sûre-i Hicr Âyet: 4- Biz hiçbir memleketi, onun (Levh-i Mahfuz'da) malûm (ve mukadder) bir yazısı olmaksızın, helâk etmedik.
5- Hiçbir ümmet ne ecelinin önüne geçebilir, ne de onlar (bunu) geciktirebilirler.
8- Biz o melekleri hak(kın, hikmet ve kaderin bir iktizası) olmadan indirmeyiz. O zaman da kendilerine (ne) mühlet, (ne aman) verilmez.
B- Sûre-i Nahl Âyet: 61- Eğer Allah insanları zulümleri yüzünden muaheze edecek olsaydı, (yer) üstünde hiçbir canlı mahlûk bırakmazdı. Fakat O, bunları (insanları kendisince) adlandırılmış (takdir edilmiş) bir müddete kadar geciktirir. Ecelleri (vakitleri) geldiği zaman ise onlar ne bir saat geri kalabilirler ne de öne geçebilirler.
20.8. HER HELÂK OLAN KAVME HELÂKIN ANİDEN, TAM HUZUR İÇİNDE EMİN BİR VAZİYETTE İKEN GELDİĞİ VEYA GELECEĞİ
Sûre-i Nahl Âyet: 112- Allah o memleketi (size) bir (ibret) örneği olarak irad etti ki, o korkudan emin ve sakindi. Rızkı da kendisine her bir yandan bol bol geliyordu. Fakat o, Allah'ın nimetlerine nankörlük etti de Allah da ona (halkının) işlemekte ısrar ettikleri (kötülükler) yüzünden açlık ve korku libasını (giydirip olanca acıları) tattırdı. (O memleketten murad, halkı refaha kavuşmuşken nankörlük eden her memlekettir. Bir rivâyette Mekke'dir. Çünkü Mekkeliler Resûlullah'ı tekzib ettikleri için yedi sene müthiş kıtlığa uğramışlardı.)
113- Andolsun ki onlara kendilerinden bir peygamber de gelmiştir de onu tekzib etmişlerdir. Derken onlar zulümlerinde berdevam iken kendi-lerini azab yakalayıvermiştir. (Yani ansızın onlar hiçbir azab ve tehlike işaretleri sezmeden, azab aniden gelmiştir.)
20.9. BİR KAVMİN HELÂKININ; ELEBAŞLARINA, REİSLERİNE TEBLİĞ EDİLİP O TEBLİĞE UYMAMALARINDAN SONRA OLACAĞI
Sûre-i İsrâ Âyet: 16- Bir memleketi helâk etmek dilediğimiz vakit, onun nimet ve ferahtan şımarmış elebaşlarına emrederiz de orada (bu emre rağmen) itaatten çıkarlar. Artık o (memlekete) karşı söz (azab) hak olmuştur. İşte biz onu artık kökünden mahv-u helâk etmişizdir.
20.10. MÜCRİM KAVİMLERİN ÂHİRETTEN EVVEL DÜNYADA, MUTLAKA YA HELÂKLA VEYAHUT ŞİDDETLİ BİR CEZA İLE AZABLANACAKLARI
Sûre-i İsrâ Âyet: 58- Hiçbir memleket hariç olmamak üzere biz onları kıyâmet gününden evvel ya helâk edeceğiz yahut şiddetli bir azab ile azablandıracağız. Bu, o Kitap'ta (Levh-i Mahfuz'da, böylece) yazılıdır.
20.11. ALLAH-U TEÂLÂ'NIN VERDİĞİ HELÂKA, HİÇBİR DÜNYA VARLIĞININ MANİ OLAMADIĞI VE ASLÂ OLAMAYACAKLARI
A- Sûre-i En'âm Âyet: 6- Biz, kendilerinden evvel nice nesil(ler)i helâk ettik, görmediler mi? (Ey Mekkeliler!) Biz onlara yer(yüzün)de size vermediğimiz (bütün) imkânları verdik, gökten üstlerine bol bol (yağmurlar) gönderdik, (evlerinin) altlarından akar ırmaklar yaptık da (yani onları zengin ve bereketli bahçelere, güzel yerlere mâlik kıldık) günâhları yüzünden yine onları yok edip arkalarından başka başka nesil(ler) peydâ ettik.
B- Sûre-i Meryem Âyet: 74- Biz onlardan evvel nice asır(lar halkını) helâk ettik ki, onlar mal ve metaaca da, gösterişçe de daha güzeldiler.
20.12. ZALİMLERİN DEĞİL, DAİMA SALİH KULLARIN ARZA VÂRİS OLACAKLARI, YANİ UZUN SALTANAT SÜRME HAKKININ SALİHLERİN OLDUĞU; BİR MİLLETİN BEKÂSININ SALÂHINA BAĞLI OLDUĞU
Sûre-i Enbiyâ Âyet: 105- Andolsun, Tevrat'tan sonra Zebur'da da (Davud'a -as- verilen Kitap'ta da) yazmışızdır ki arza (ancak) salih kullarım mirascı olur.
106- Şüphe yok ki bu (Kur'ân) da âbidler zümresi için (umduklarına) ulaşma (çareleri) vardır.
Not: Musa'ya (as) verilen Tevrat Kitab'ında ve Davud'a (as) bildirilen Zebur Kitab'ında yazılı olduğu gibi işte bu Kitap'ta, Kur'ân'da da bildirildiği üzere, ancak arza hakimiyetin salih milletlere münhasır olabileceğini sarahaten öğrenmiş oluyoruz. Demek ki yaşamak, hükümran olmak hakkı; salâha, ehliyete bağlıdır. Bundan mahrum olan milletler hakimiyet ve bekalarını gaib ederler, yerlerini başka milletler alır. Kur'ân-ı Kerîm'de de bu hakimiyetin nasıl tesis edilebileceğini bildiren nice âyet ve hükümler vardır. Salih ve âbid insanlar için muvaffakiyetin sırrı ancak bu yollardan gitmek sûretiyle mümkün olabileceği muhakkaktır. Bunun dışında aslâ.
20.13. DÜNYADA VERİLEN CEZALARIN SEBEPLERİNİN, MÜCRİMLER İÇİN İSTİĞFAR EDİP HAKKA RÜCÛ ETMELERİNİN TE'MÎNİ OLDUĞU
A- Sûre-i Rûm Âyet: 41- İnsanların kendi ellerinin kazandığı (ihtiyarlarıyla yaptıkları) şeyler (masiyet) yüzünden karada, denizde fesat belirdi ki (Allah) yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın. (Dünyada cezalarını versin. Asıl mühim kısmı ise âhirettedir.) Olur ki rücu ederler onlar.
B- Sûre-i Secde Âyet: 21- Biz, o en büyük azabdan (âhiret azabından) önce de onlara mutlaka yakın azabdan tattıracağız. Tâ ki ric'at etsinler (küfürden imana dönsünler diye). (Bu yakın azab katl, esâret, kıtlık, salgın hastalıklar gibi dünyevi azablardandır.)
20.14. ALLAH-U TEÂLÂ’NIN GÜNÂHKÂR MÜ'MİNLERİN GÜNÂH-LARININ BİR ÇOĞUNU DA AFFEDEREK, MUSİBETLERİ ÜZERLE-RİNDEN KALDIRACAĞI
Sûre-i Şûra Âyet: 30- Size (hitab, günâhkâr mü'minleredir) çarpan her musibet, kendi ellerinizin (ihtiyarınızın) işleyip kazandığı (günâhlar) yüzündendir. (Bununla beraber Allah) birçoğunu da affeder(de musibete uğratmaz).
Not: Günâhkâr olmayan mü'minlerin başına gelen musibetlerin sebepleri ise başkadır. Bu musibetlere sabreden günâhsız mü'minlerin büyük ecirler kazanmalarına sebep, işte bu musibetlerdir.
20.15. GEREK ARZDAKİ MUSİBETLERİN, GEREK İNSANLARIN NEFSİNDEKİ MUSİBETLERİN VUKUA GELMESİ EZELDEN TAKDİR OLDUĞUNDANDIR Kİ, ELİMİZDEN GİDENE ÜZÜLMEMEK, VERİ-LENE DE ŞIMARMAMAMIZIN EMROLUNDUĞU
Sûre-i Hadîd Âyet: 22- (Gerek) Yerde, (gerek) nefislerinizde herhangi bir musibet vukua gelmemiştir ki bu, bizim onu yaratmamızdan evvel mutlaka bir Kitap'ta (Levh-i Mahfuz'da yazılmış)dır. Şüphesiz ki bu Allah'a göre kolaydır.
23- (Allah bunu) Elinizden çıkana tasalanmayasınız, O'nun size verdiği ile sevinip şımarmayasınız diye (yazmıştır, bildirmiştir). Allah çok böbürlenen hiçbir kibirliyi sevmez.
20.16. HİÇBİR MUSİBETİN ALLAH'TAN İZİNSİZ KİMSEYE İSABET EDEMEYECEĞİ
Sûre-i Teğâbun Âyet: 11- Allah'ın izni (ilmi, kazası, takdiri, iradesi) olmayınca hiçbir musibet (dünyanın her türlü musibeti gelip) çatmaz. Kim Allah'a iman ederse (Allah) onun kalbini doğruya (yani musibetin ancak Allah'ın kazasıyla geleceğine inanırsa ona sabır ve sebat verir, kalbini genişletir, sürûr ve huzura) götürür. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.
Not: “Bir musibet isabet etmez ki Allah'ın izniyle olmasın.” Yani gerek kâfir, gerek mü'min her kim, her hangi bir fert veya cemaat olursa olsun başına, gerek cana, gerek mala, gerek sâireye müteallik her hangi musibet, maddi veya mânevî, kavli veya fiili hoşa gitmeyecek acı bir hadise çarparsa o, her hâlde Allah'ın izni iledir. Hiç kimsenin istemesiyle, çalışmasıyla kimseye bir musibet eremez. Allah'ın izni olmayınca bir yaprak bile yerinden oynamaz. Bazı âyetlerde bazı musibetlerin mebdei insanın veya kavmin kendi nefsi olduğu muhakkak ise de, böyle olan musibetler dahi yine Allah'ın takdir ve iradesiyle izni taalluk etmedikçe vukua gelmez. Bu böyle ancak Allah'ın izniyle olduğu gibi “Her kim de Allah'a iman ederse, Allah onun kalbine hidâyet verir.” yani tevfik verir, doğruyu düşündürür. Gelen musibetin ancak Allah'ın izniyle olabileceğini ve kendisi Allah'ın olup yine Allah'a döneceğini hatırlatarak sabır ve metanet gösterenlere hisabsız ecir müjdesiyle inşirah verir “Ve Allah her şeye alîmdir.” Binâenaleyh ona izin vermekte hikmeti ne olduğunu, ona ne gibi hayırlar, maslahatlar terettüb ettireceğini ve bu yüzden mü'min kulunu ne gibi sevablara erdireceğini ve böyle iman eden bir kulun ne sûretle hareket etmesi iktiza edeceğini bilir ve kalbine o sûretle hidâyet vererek muvaffak da kılar. O hâlde salih amellerin ne olduğunu bilmek için de Allah'a ve Resûlüne ve o Nur'a iman edin.
20.17. HİÇ BİR ÜMMETİN İŞLEDİĞİNDEN DİĞER BİR ÜMMETİN MESÛL OLMAYACAĞI; YANİ GÜNÂHKÂR BİR ÜMMETİN YERİNE BAŞKA SUÇSUZ BİR ÜMMETİN AZABA UĞRAMAYACAĞI
Sûre-i Bakara Âyet: 134- Onlar birer ümmetti, (gelip) geçti. (O ümmetlerin) kazandığı kendilerinin, sizin kazandığınız da (ey Yahudiler!) sizindir ve siz, onların işlemiş olduklarından mesûl da olacak değilsiniz.
20.18. YILDIRIM ÇARPMASIYLA HELÂK OLANLARIN GÜNÂHKÂR OLDUKLARI
Sûre-i Bakara Âyet: 55- Bir de hatırlayın o zamanı ki siz (Musa ile birlikte Allah'a karşı özür dilemek, onun emirlerini dinlemek üzere çıktığınız vakit), “Ey Musa! Biz Allah'ı apâşikâr görünceye kadar sana kat'iyyen iman etmeyiz.” demiştiniz de gözünüz bakıp dururken sizi o yıldırım (sayha) çarpmıştı.
20.19. CEZALANAN KİMSELERİN HANGİ ÜMMET OLURSA OLSUN GÜNÂHINDAN BAŞKA SEBEPTEN OLMADIĞI (YANİ MİLLET, IRK, DİN, MEZHEP GİBİ SEBEPLERDEN OLAMAYACAĞI)
Sûre-i Nisâ Âyet: 123- (İş) Ne sizin kuruntularınızla, ne de kitaplı-ların kuruntularıyla (olup bitmiş) değildir. Kim bir kötülük yaparsa onunla cezalanır ve o, kendisine Allah'tan başka ne bir yâr, ne bir mededkâr da bulamaz.
Not: Bazı Müslümanlarla ehl-i Kitab “Bizi peygamberimiz kurtarır, azab görmeyiz.” derlerdi. Cezanın tayininin ancak günâhlar sebebiyle olabileceği bu âyetle bildirilmiştir. Hiçbir ırk ve din ayrımı yapılmayacaktır. Bu âyette bahsedilen ceza, mü'minin günâhlarına keffâret olan dünyevi cezadır. Âhirette mü'minler için, peygamberlere tanınan şefaat müstesnadır. Her peygamberin kendi kavminden iman edenlerin günâhkârlarına şefaat hakkı vardır.
20.20. AZABLARIN YAĞMUR, ZELZELE YOLU İLE OLABİLECEĞİ GİBİ; KURAKLIK, DÂHİLİ KARIŞIKLIKLAR VE HARBLERLE DE OLABİLECEĞİ
Sûre-i En'âm Âyet: 65- De ki: “O, size üstünüzden yahut ayakları-nızın altından bir azab göndermeye veya sizi birbirinize katıp kiminizden kiminin hıncını tattırmaya kadirdir.” Bak, âyetleri onlar iyice anlasınlar diye nasıl türlü türlü açıklıyoruz.
Not: Üstten gönderilen azab: Fırtına, şimşek, tufan, sayha. Alttan gönde-rilen azab: Kuraklık, zelzele, kıtal ve ayakaltı denilen memleketin süfli kimseleri vesâire.
20.21. FELAKETLERİN UMÛMÎYETLE GECE VEYA ÖĞLE VAKTİ GELDİĞİ VE SUÇLULARIN CÜRÜMLERİNİ İTİRAF EDECEKLERİ
Sûre-i A'râf Âyet 4- Biz nice memleketler (ahâlisin)i helâk ettik. Öyle ki (gâh) geceleyin, (gâh) onlar kaylûle ederlerken (öğle vakti dinlenirken) azabımız gelip çattı onlara.
5- Kendilerine azabımız geldiği zaman çağırışları “Biz hakikaten zalimlerdendik.” demelerinden başka bir şey olmadı.
20.22. KAVİMLERİ GÖTÜRÜP YERİNE YENİ MİLLETLER GETİRECEĞİNE DÂİR İLÂHÎ, MANTIKÎ, İLMÎ, FENNÎ BİR MİSAL BUYRULDUĞU VE MİLLETLERİN KAVİM KAVİM HALKOLUNDUKLARININ SEBEPLERİ
A- Sûre-i İbrahim Âyet: 19- Görmedin mi ki Allah gökleri ve yeri hak (ve hikmet)le yaratmıştır. Eğer dilerse sizi(n varlığınızı) giderir (yok eder, yerinize) yepyeni bir halk getirir.
20- Bu, Allah'a göre güç değildir.
B- Sûre-i Hucurât Âyet: 13- Ey insanlar! Hakikat biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. (Yani hepiniz bu yaratılışta müsavisiniz. Soyla sopla böbürlenmeye bir sebep yoktur.) Sizi, (sırf) birbirinizle tanışmanız için büyük büyük cemiyetlere, küçük küçük kabilelere ayırdık. Şüphesiz ki sizin Allah nezdinde en şerefliniz, takvaca en ileride olanınızdır. Hakikaten Allah her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır.
20.23. KUR'ÂN'IN EMRİNE SARILAN HER KAVMİN GENİŞ NİMETLERE SAHİP OLACAĞI
Sûre-i Mâide Âyet: 66- Bir de eğer onlar Tevrat'ı, İncil'i ve Rablerinden kendilerine indirilen (Kur'ân'ın hükümlerin)i dostdoğru tutsalar (tatbik ve icra etseler)di, muhakkak ki hem üstlerinden, hem ayaklarının altından yiyeceklerdi. (Her taraflarından Allah'ın nimet-lerine gark olacaklardı.) İçlerinde iktisatçı (mûtedil, tarafsız yahut iktisadi bilgisine vâkıf) bir zümre de vardır. Onlardan bir çoğunun yapmakta oldukları ise ne kadar kötüdür.
Not: Allah-u Teâlâ'nın bol bol nimetlerine sahip olabilmenin sırrı ve hikmeti, semâvi kitaplara ki, Kur'ân-ı Kerîm'e sarılmak ise, o ele geçen nimet-lerin israf edilmeyip iktisadî, ilmî düzen içerisinde kullanılmasına ve iktisatçı elemanların yetiştirilmesine dâir İlâhi bir delâlet vardır.
20.24. GÜNÂHKÂR OLAN KAVMİN HELÂKINDAN SONRA ÂHİRETTE, İMAN SAHİBİ OLMALARININ KENDİLERİNİ NE DÜNYA AZABINDAN, NE CEHENNEM AZABINDAN KURTARAMAYACAĞI, YANİ MÜ'MİNLERİN FÂSIKLARINA DA AZABIN GELECEĞİ, İMAN ETMELERİNİN BU AZABDAN KENDİLERİNİ KURTARAMAYACAĞI
Sûre-i En'âm Âyet: 158- Onlar hâlâ kendilerine ille (azab yapacak) meleklerin gelmesini yahut (bizzat) Rabbinin gelmesini veya Rabbinin âyet (ve mûcize)lerinden birinin gelmesini mi bekliyorlar? Rabbinin âyetlerinden biri geldiği gün, daha evvelden iman etmiş veya imanında bir hayır kazanmış olmayan (yani ibadet ve taatte bulunmayan) hiçbir kimseye (o günkü) imanı aslâ faide vermez. De ki: “Bekleyin! Çünkü biz (de) şüphesiz bekleyicileriz.”
Not: Bu kayd-ı İlâhi, amelsiz imanın mûteber olamayacağını söyleyenlerin delilidir. Ehl-i Sünnet'in i'tikâd ve istidlâline muhaliftir. Zira âyet-i celîlede zımnen sarahat vardır. İman etmiş, fakat imanın iktizası olan salih amel işlememiş bir kimse için mücerret kuru bir imanın ebedî değil, muvakkaten cehennem azabından kurtaramayacağı muhakkaktır. Yoksa imanı olup da ameli olmayan kimse için ebedî bir hüsran olacağı istidlâli, ehl-i sünnet âlimlerinin ictihadına tamamıyla muhaliftir. Âyet-i kerimenin sonunda İlâhi bir tehdit vardır. “Üç şeyi bekleyiniz, biz de onu bekliyoruz.” “İşte o vakit kurtuluş ve selâmet bize, mü'minlere, helâk ise size, kâfirleredir.” hitabı da ehl-i imanın en ağır şartlar altında dahi ebedî hüsrana uğramayacaklarına delâlet etmektedir.
20.25. BU ÂLEMİN CEZA VE MÜKÂFAT ÂLEMİ DEĞİL, İMTİHAN ÂLEMİ OLDUĞU İÇİN HER SUÇ İŞLEYENE CEZA VERİLEMEYECEĞİ
Sûre-i Nahl Âyet: 61- Eğer Allah insanları zulümleri yüzünden muaheze edecek olsaydı (yer) üstünde hiçbir canlı mahluk bırakmazdı. Fakat o, bunları (insanları kendisince) adlandırılmış (takdir edilmiş) bir müddete kadar geciktirir. Ecelleri (vakitleri) geldiği zaman ise onlar ne bir saat geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler.
Not: Her suç işleyene eğer ceza verilecek olsaydı, ictimai nizam bozulurdu. Çünkü her nefis suçludur. Ceza mukadder olacak olsaydı, hiçbir müessesenin idâmesi mümkün olamazdı. O zaman da şu gördüğünüz hayat felce uğrar, hiçbir beşeri tekâmül kabil olamazdı. Bu sebeptendir ki, ceza ve mükâfat âhirete bırakılmış, bu âlem dâr-ı imtihan olarak vasıflandırılmıştır.
20.26. KAVM-İ YEHÛDUN KIYÂMETE KADAR ZİLLET VE ESARETE MAHKUM OLDUĞU
Sûre-i A'râf Âyet: 167- (Habibim) O vakit Rabb'in kıyâmet gününe kadar onların üzerine kendilerini en kötü azaba dûçar edecek kimseler göndereceğini yeminle i'lâm (ve hükm)etti. Şüphe yok ki Rabbin cezayı çabuk verendir. Muhakkak ki o, çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir de.
Not: Cenâb-ı Hakk Yahûdilere Süleyman'ın (as) irtihâlinden sonra Buht-ı Nasr'ı musallat etmiş, o, onların yurtlarını yakmış, muhariblerini öldürmüş, kadınlarını ve çocuklarını esir alıp götürmüştür. Geri kalanlarına ise ağır vergiler yüklemiştir. Bu zillet, Resûl-i Ekrem'in (sav) nübüvveti zamanına kadar böylece devam etmiş, içlerinden İslâm'ı kabul edenler selâmeti bulmuş, atalarından mevrus olan kötü ihtiyatlarında devam edenler ise, bu âyet-i celîlede beyan buyrulduğu üzere, kıyâmet gününe kadar azaba, zillete ve esarete mahkûm olmuşlardır.
20.27. ALLAH-U TEÂLÂ'NIN ZALİM VE ŞERLİ CEMİYETLERE, DAHA ŞERLİ VE DAHA ZALİMLERİ MUSALLAT EDEREK SALÂHI MUHAFAZA EDECEĞİ
A- Sûre-i En'âm Âyet: 128- (Hatırlayın) O gün(ü) ki (Allah) onların hepsini (huzurunda) toplayacaktır. “Ey cin (şeytanlar) cemaati! (Denilecek), insanlardan bir çoğunu (baştan çıkarıp) almak (kendinize mâletmek) kaydına düştünüz ha!” Onların dostları olan insanlar da şöyle diyecek: “Ey Rabbimiz! Kimimiz kimimizden faide gördük, bizim için takdir ettiğin vadeye erdik.” Buyuracak ki: “Allah'ın diledikleri müstesna olmak üzere, içinde ebedî kalıcı olduğunuz ateş karargâhınızdır sizin.” Şüphesiz ki Rabbin tam hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.
129- İşte biz, zalimlerden kimini kimine, irtikâb etmekte oldukları (günâhlar) yüzünden, böylece musallat ederiz. (Yahut başlarına vali, hakim yaparız, dost kılarız.)
B- Sûre-i Hacc Âyet: 40- Onlar (o mü'minlerdir ki) haksız yere ve ancak “Rabbimiz Allah'tır.” diyorlar diye yurtlarından çıkarılmışlardır. Allah bazı insanları(n şerrini diğer) bazısı ile defetmeseydi, içlerinde Allah'ın adı çok anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler muhakkak yıkılıp giderdi. (Dinine) yardım edenlere elbet Allah da yardım eder. Şüphesiz ki Allah kavîdir, yegâne galibdir.