
4.1. VAHY-İ İLÂHİ NEDİR VE VAHYİN ÇEŞİTLERİ
Sûre-i Nisâ Âyet: 163- Muhakkak ki biz sana vahy ettik, Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahy ettiğimiz gibi ve İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, Esbat'a, İsa'ya, Eyyüb'e Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahy eylediğimiz gibi ve Davud'a Zebur'u verdiğimiz gibi.
Vahy: Lügatta kelâm, irsal, işaret, ilham, bir şeyi gizlice bildirmek mâna-larında müsta'meldir. Böyle hafiyen bir şeyi bildirmeye “iyha” denir. Lisan-ı şeriatte vahy, Cenâb-ı Hakk'ın dilediği şeyleri peygamberlerine birer tarik ile ilâm, ifham ve tâlim buyurması demektir. Vahyin şöyle muhtelif tarikleri, mertebeleri vardır:
1. Rüya-yı saliha tarikidir ki, vahyi İlâhi, bi'setin ibtidasında ekseri rüya-yı saliha ile zuhur eder. Tâ ki istinas hasıl olsun.
2. İlham tarikidir ki, Hakk Teâlâ dilediği şeyleri Enbiyâ-yı Kirâmın kalblerine uyanık bir hâlde iken bilâvasıta ilka ve ilham buyurur.
3. Kitap tarikidir ki, Cenâb-ı Hakk dilediği peygamberine dilediği ahkâmı melek vasıtasıyla olmaksızın ilham ve ifham buyurur. Hz. Musa'ya Tevrat levhaları bu vechile nâzil olmuştur. Ve o Peygamberi zî-şâna Tûr dağında evamir-i İlâhiyesini bilâvasıta bir hitab sûretiyle tebliğ buyurmuştur.
4. Melek göndermek tarikidir ki, Allah-u Azîmü'ş-şân dilediği peygamberine dilediği şeyleri melek vasıtasıyla tebliğ ve ilham buyurur. Cibril-i Emin'in vakit vakit gelip âyet-i kur'âniyeyi Resûl-i Ekrem Efendimize tebliğ buyurmuş olduğu gibi.
İlham tariki de lügatte: İhbar, ifham bitarik'il-feyz kalbe düşen malûmat demektir. Vahy tabiri, ilhamdan eâmdır. Çünkü vahy, ilham tariki ile olduğu gibi, sâir tarikler ile de olabilir. Maamafih diğer bir nazardan da ilham, vahyden eâmdır. Zira evliyâullahın kalblerine tulû eden bazı esrâr-ı İlâhiye, maarif-i Rabbaniyeden bir nev'i ilham eseridir. Fakat bu vahy sayılmaz. Her vahy ise bir ilham-ı Rabbani, bir tebliğ-i Subhanidir. Bir de ilham, bazı zâtların kendi şahıslarına âit bir tecelli eseri olabilir. Vahy ise umûma teveccüh eden ahkâmı muhtevi bulunur ve Peygamberânı İzama mahsus bir imtiyaz sayılır.
Vahyin mahiyeti, Enbiyâ-i İzam hazeratından başkasına malûm değildir. Rabbimizi rü'yetin ne keyfiyette olacağında yevm-i ancak vahyin zaman-ı nüzulünde hazır olanların meşhudu olan bazı âsarı vardır ki onlardan bahse-dilebilir. Vahyin merâtib-i abidesi vardır:
1. Rüya-yı sâdıka.
2. Yakazada iken melek-i müvekkel, Nebi' ye (sav) görünmeksizin kalbi şerifine ilka edilerek zuhur eden vahy.
3. Melek bir insan sûretinde görünerek kendilerine hitab eder, kendileri de bütün söylediklerini noksansız olarak ümmetine tebliğ ederdi.
4. Melek Nebi'ye (sav) çan çıngırtısına benzer bir savt-ı mehib ile hitab ederdi ki, bu ses o meleğin ya kendi yahut da kanatlarının sesidir.
5. Cibril'in (as) sûret ve heyet-i asliyesiyle ve her biri gökyüzünü göster-meyecek derecede afâkı kaplayan altı yüz kanadı ile görünüp vahy etmesidir. Bu iki defa zuhur etmiştir. a) İlk bi'sette ve fetret-i vahiyden sonra Hira dağında (ikra) baygın düşüp kalmışlardır. b) Leyle-i Mîrac'da Sidret'ül Münteha yanında olmuştur ki bunda evvelki şiddete maruz kaldıklarına dâir hiçbir haber yoktur.
6. Mirac'da beş vakit namazın emrolunduğu zaman vasıta-i melek olmadan Rabbil Âlemin'in vasıtasız kelâm buyurmasıdır.
7. Hicabsız yüz yüze konuşma vâki olmasıdır.
8. Rüyada müşâhede-i Cemâl-i Rabbi izzetiyle mazhar-ı vahy-ü hitab olmaktır.
4.1.1. Vahyin Asârı-İşareti
1. Nebî-i zî-şân (sav) Efendimizin renginin kül hâle gelmesi.
2. Titremesi.
3. En soğuk zamanlarda dahi buram buram terlemesi.
4. Nâzil olan âyetin şiddetine göre sıklet vâki olup, vahiy katiplerinin dahi bileklerinin ve ayaklarının sanki felç olmuş şekilde hareketsiz kalması.
5. Yalnız mübarek ruh ve cesetlerinde değil, hariçte de mahsus olurdu. Nitekim Ahmet b. Hanbel, Hakim, Tirmizi, Nesâi; Ömer'den (ra): “Vahiy nâzil olduğunda Resûlullah'ın (sav) nezd-i âlilerinde kovan etrafındaki gibi arı uğultusuna benzer bir ses işitilirdi.” meâlindeki hadis-i şerifi rivâyet ederler. Nebî-i zî-şânımız uykudan kendi kendine uyanmadan uyandırılmazdı; çünkü uykusunda vâki olan rüya da vahiy idi.
6. Vahy nüzul olacağı zaman havf-ı İlâhiden semâyı bir titremenin alıp, ehl-i semâvat bunu duyunca hemen bihud düşüp secdeye kapanırlar. İlk kendine gelen Cibril (as) vahy-i İlâhiyi hâmil olarak gönderildiği yere gider. Bu tarzda vahy arza iner.
Not: “İkra” sûre-i celîlesindeki ilk âyetlerin nüzulünden sonra vahyin bir müddet inkıta etmesinden dolayı, Kalb-i Muhammediyeleri çok mahzun olduğundan sahih rivâyetlere göre Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz kendilerini yüksek dağ tepesinden atıp ihlâk-i nefse bile bir kaç kere tasaddi buyurmuşlar ve her defasında rivâyete göre İsrâfil (as) kendilerine görünüp nehyetmişlerdir. İnkıta-ı vahy müddeti hakkındaki rivâyetler muhteliftir. Asgari on beş gün, azami üç senedir.
4.2. İLK VAHYİN RESÛLULLAH'A NASIL VE HANGİ YAŞTA GELDİĞİ
Sûre-i İkra (Alak) Âyet: 15-19- “Sakın me'yus olma. (Ebû Cehil azgınlığından) vazgeçmezse ulûhiyetim hakkı için muhakkak onu perçeminden (o yalancı, cânî nâsıyesinden) şiddetle yakalayıp sürükleye-ceğiz.” “O vakit (Ebû Cehil) (Dâru'n-Nedve -Câhiliyet devrinde Kureyş'in meşveret meclisinin kurulduğu yer-) arkadaşlarını (imdada) çağırsın. Biz de azab meleklerimizi çağıracağız. Sakın ona aldırma.”
Buharî Hadis No: 1760- İbn-i Abbas'tan (ra) şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Ebû Cehil azgın bir tavır ile: “Eğer Muhammed'i Kâbe derûnunda namaz kılar görürsem muhakkak onun boynunu çiğnerim.” demişti. Bu haber Nebi'ye (sav) erişince Resûl-i Ekrem: “Ebû Cehil bu cinâyeti işlerse, muhakkak onu (azab) melekleri yakalar.” buyurdu.
Nesâi'nin bu hadisin sonundaki rivâyetlerine göre, çok bir zaman geçmeden Ebû Cehil böyle bir fazâhate cüret ederek namazda iken Resûl-i Ekrem'e yaklaşır yaklaşmaz hemen elini kendisine siper ederek ökçesine basarak geri dönüp kaçmıştır. “Sana ne oldu?” diye soranlara: “Benimle Muhammed arasında ateşten bir hendek açıldı. Korkunç birtakım kanatlar göründü.” diye anlattı. Resûl-i Ekrem Efendimiz de: “Eğer Ebû Cehil bana yaklaşmış olsaydı, melekler onu yakalayıp paramparça edeceklerdi.” buyurmuştur.
Bu rivâyete göre Resûl-i Ekrem'e Kur'ân-ı Mübin'den ilk nâzil olan âyetler, bu sûrenin başındaki beş âyettir. Buharî'nin bu bâbındaki rivâyetine göre, Hz. Âişe der ki: “Resûlullah'ın (sav) ilk vahyi uykuda sâdık (doğru) rüya görmek, sûretiyle başladı. Her gördüğü rüya sabah aydınlığı gibi vazıh ve âşikârdı. Bundan sonra kalbine yalnızlık sevgisi düştü. Hira dağında bir mağaraya çekilir, ibadetle meşgul olurdu. Azığı tükenince Hatice'nin yanına gelir ve azık tedarik edip avdet ederdi. Nihâyet Resûlullah mağarada bulunduğu sırada kendisine vahiy geldi. Şöyle ki, ona melek gelip ‘İkra (oku)!’ dedi, O da ‘Ben okuma bilmem.’ diye cevap verdi. Resûl-i Ekrem der ki: Bunun üzerine melek beni alıp takatim kesilinceye kadar sıktı, sonra bırakıp yine ‘İkra (oku)!’ dedi. Ben de ‘Okuma bilmem.’ dedim. Yine beni alıp sıktı. Sonra yine bırakıp ‘İkra (oku)!’ dedi. Ben de ‘Okuma bilmem.’ dedim. Üçüncü defa beni sıktıktan ve bıraktıktan sonra şu (meâldeki) âyetleri okudu: ‘Her şeyi yaratan Rabb'inin adıyla oku. O, insanı uyuşmuş ve pıhtılaşmış kandan yarattı. Oku ki, çok kerîm olan Rabb'in kalemle tâlim etti, insana bilmediğini öğretti.’ Resûl-i Ekrem bu âyetleri telâkki edip korkudan yüreği titreyerek Hz. Hatice'nin yanına geldi.”
Buharî'nin Câbir'den (ra) rivâyetine göre, bundan sonra bir müddet vahiy kesildi. (Vahyin inkıtâı hakkındaki rivâyetler muhteliftir. On beş günden üç seneye kadar devam ettiğine dâir rivâyetler vardır) Câbir der ki; Resûl-i Ekrem bu fetret-i vahiy zamanından bahsederken buyurdu ki: “Bir gün giderken birden bire gökyüzünden bir ses işittim. Başımı kaldırdım. Bir de gördüm ki Hira'da bana gelen melek yerle gök arasında kürsü üzerinde oturmuştu. Pek ziyade korktum. Evime dönüp ‘Beni örtünüz, beni örtünüz.’ dedim. Bunun üzerine Allah-u Teâlâ meâlen (Sûre-i Müddessir: 1-5) ‘Ey örtüye bürünen aziz Peygamber! Kalk da sana iman etmeyenleri inzâr et, Rabbi'nin azametinden bahset, elbiseni temiz tut, putlara tapmayı bırakmakta dâim ol.’ âyetlerini inzal buyurdu.” Câbir der ki: “Bundan sonra vahiy kızıştı da ardı arası kesilmedi.” Bu rivâyetlere göre, İkra sûresi nâzil oldu. Resûl-i Ekrem'e Nübüvvet verildi. Sonra Müddessir sûresi nâzil olarak risâletle tebliğe memur edildi.
4.2.1. Vahyin Hangi Yaşta Geldiği
Resûlullah'a ilk vahyin hangi yaşında geldiği hakkındaki rivâyetler de ihtilâflıdır: 40,42,43,45 yaşlarında ilk vahyin geldiğine dâir rivâyetler vardır. İlk vahyin geldiği ayın, hatta ayın gününün tayininde de ihtilâf edilmiştir; Ramazan, Rebiü'l-Evvel, Recep aylarını iltizam edenler vardır. Bizce bu ihtilâfın menşei, o tarihlerde Arap ceziresinde Zülkarneyn, Fil, Kâbe'nin binası gibi müteaddit târih mebde'leri kabul ve hareket noktası ittihaz edilerek müteaddit ve muhtelif takvimler kullanılmış olmasıdır. Bunlarla tesbit edilen vâkıalar birbirinden farklı olabilirdi. Bir de velâdet ve vefat senelerinin hesaba idhal edilip edilmemesi de farklı mucib bir sebep olabilir. Bu muhtelif rivâyetler arasında ekseriyetin mezhebi bu hadiste bildirildiği üzere ilk vahyin kırk yaşın hitâmında gelmiş olmasıdır.
Buharî Hadis No: 1447- Rebia Medine'nin en yüksek Tabii fukahasındandır. Enes ibn-i Mâlik'ten (ra) rivâyet etmiştir: “Ona kırkı(nın tamamı)nda (vahy) indirildi. Vahy indirilmekte olduğu hâlde Mekke'de on yıl ikamet etti. Medine'de de on yıl (yaşadı).”