
LUGAT A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z
2.1. ABDEST BAHSİ
Sûre-i Mâide Âyet: 6- Ey iman edenler! Namaza kalkacağınız zaman, yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi ve başlarınıza meshedip, her iki topuğa kadar ayaklarınızı yıkayın…
Not: Bu âyet-i celîlenin siyakına göre abdestin farzı dörttür. Üçü yıkamak, biri başı meshetmektir. İmâm-ı Şâfii bunların tertibini de farza dahil ve niyet de etmeyi esas alarak; farzı altıya çıkartmıştır. Ahmed ibn-i Hanbel hazretleri de ağız ve burun içlerinin yüz yıkamak farzına dahil olduğu ictihadıyla, burun içine su çekilmesini ve boğaza kadar gargara yapılmasını kabul ederek abdestin farzını sekize çıkarmıştır. İmâm Mâlik hazretleri ise abdest farzlarını (azâlarını) ovmak sûretiyle yıkanmasını da şart koşarak, abdest farzlarını dokuza bâliğ etmiş oluyor. Mezheb-i Hanefiyye'ye göre niyet, tertip, mazmaza, istinşak ve oğmak sünnettir.
Başın meshinin farzı, cüz'i bir hareketle tam bir el miktarı veyahut nasiye, yani alın açıklığı miktarı veyahut başın dörtte biridir, tamamını meshetmenin ise sünnet olduğu beyan olunmuştur. Fakat İmâm Mâlik ve Ahmed ibn-i Hanbel hazretleri tamamını meshetmenin farz olduğuna, İmâm-ı Şâfii hazretleri de bir parmak dokunmanın kâfi bulunduğuna kâil olmuşlardır. Ayağın yıkanmayıp meshedilmesi ise bütün ehl-i sünnet ulemâsı ve dört mezhep sahibinin icmaı ile reddedilmiştir. Ancak yıkanmış ayağa giyilen mest veya bir fotinin üzerine mestin cevazına kâil olunmuştur.
Bu âyet-i celîleden anlaşılan mühim bir ilm-i fıkhiye de abdestin bir amel için değil, namaz için farz olduğudur.
Bu fıkhî meseleyi abdestin ehemmiyetine binâen derc ettik. Aslında bu kitabı neşrimizin gayesi fıkhî münakaşa ve mülâhaza mevzuu değildir. Umûmi bir bilgidir.
2.2. GUSÜL BAHSİ
Sûre-i Mâide Âyet: 6- Ey iman edenler! …Eğer cünüb olduysanız boy abdesti alın. (Tepeden tırnağa kadar bir iğne ucu kadar yıkanmamış yer bırakmayarak temiz su ile yıkanınız.)…
Not: Gusül yapılması, cünüplükten ve hayız ile kadınların doğumdan sonra nifas dediğimiz, kanlarının kesilmesinden dolayı yıkanılmasının farizasıdır. Bazı sebeplerden dolayı, yani bunların dışında, bir sünnet veya müstehab olur.
Guslün farzları, birer kere ağzı, burnu ve bütün vücudu yıkamaktan ibaret olmak üzere üçtür. Ağıza, buruna bolca su alınmalı, bu hususta abdestteki mazmaza ile istinşaktan daha ziyade bir mübalağa gösterilmelidir.
Vücutta iğne ucu kadar olsun, kuru bir yer kalmamasına dikkat edilecek, kulaklar ve kulaklardaki kapanmış küpe delikleri, göbek oyuğu yıkanacak; su, saçların, sakalların, kaşlar ile bıyıkların aralarına ve altlarındaki cilde kadar geçecektir. Bu kıllar ne kadar sıkı da olsa mutlaka su cilde kadar geçecektir. Bu farziyet, Mezheb-i Hanefi ve Hanbelilere göredir. İmâm Şâfii ve Mâli-kilere göre ağız ve burun yıkanması farziyyetten değildir. Zira bu mezheplere göre ağız ve burun içerisi bedenin dışarısından sayılmaz. Bu mezahibce buraları yıkamak belki sünnettir. Mâlikiler ile Şâfiilere göre gusülde niyet de farzdır. Hanbelilere göre de bu niyet, guslün sıhhatinin şartıdır. Binâenaleyh guslederken ihtilâftan kurtulmak için niyet etmek elzemdir. Yıkanırken de vücudu ovuşturarak yıkamaya ehemmiyet vermek lâzımdır. Zira İmâm Mâlik ve İmâm Ebû Yusuf'tan bir rivâyete göre, gusülde bedeni ovuşturarak yıkamak farzdır.
Mühim bir nokta da, gerek erkek ve gerek kadınlar, peştamal gibi setr edecek bir şey bulamaz da kendi cinsleri arasında avret mahallerini açmaya mecbur kalırlarsa, guslü tehir edip namazlarını teyemmümle kılarlar. Cünüb, haiz (hayz) ve nifas olanların, mukaddes olanlara el sürmeleri ve o menzillere girmeleri haramdır. Mâlikilere göre, yalnız haiz olan kadın Kur'ân okuyabilir.
2.3. TEYEMMÜM BAHSİ
Sûre-i Mâide Âyet: 6- Ey iman edenler! …Eğer hasta olmuşsanız yahut bir sefer, yolculuk üzerindeyseniz veya içinizden biri ayak yolundan gelmişse yahut da kadınlara dokunmuşsanız ve bu hâlde su da bulamamışsanız o vakit tertemiz bir toprakla teyemmüm edin. Binâenaleyh (niyetle) ondan yüzlerinize ve ellerinize sürün. Allah, sizin üzerinize bir güçlük yapmayı dilemez; fakat iyice temizlenmenizi ve üstünüzdeki nimetinin tamamlanmasını diler. Tâ ki şükredesiniz.
Not: Teyemmüm, su bulunmadığı veya bulunduğu hâlde kullanılmasına kudret olamadığı ve insana hayati bir zararı olacağı veya insanların ve hayvânâtın ihtiyacına ancak cevap verebileceği hâllerde, hadesi, yani pisliği gidermek maksadıyla yapılan bir muameledir. Bu muamele, gerek abdest almak için olsun, gerek gusletmek için olsun müsavidir. Şu kadar var ki; hayatına, sıhhatine zarar verecek veya hastalığının artmasına yol açacak bir guslün teyemmüme tahvili ya tecrübeye veya Müslim bir tabib-i hâzıkın beyanına bağlıdır. Mâlikilere göre, Müslim tabib olmaz ise gayr-i Müslim, hâzık tabibin sözü de kifâyet eder. Bir kimsenin bulunduğu yerden en az dört bin adım uzakta bulunan bir su, hakikaten, hükmen yok demektir.
Teyemmümün farzı iki darb bir niyettir. Yani teyemmüme niyet edip, iki elini temiz toprağa veya toprak cinsinden herhangi bir maddeye iki defa vurmak sûretiyle yüz ve iki kolu dirseklerine kadar mesh etmektir. Birinci vuruşta eller yüze sürülür. İkinci vuruşta evvelâ sağ, sonra sol kol mesh edilir.
Tarifi: Teyemmüme niyet edilip eller toprağa vurularak yüze sürülür. İkinci defa toprağa vurulur. Bu defa sol elin baş parmak hariç, diğer dört parmak uçlarıyla, elin üstünden dirseğe kadar kolun dış kısmı mesh edilir. Baş parmak sırça parmakla halka edilip, avucun içi ile kolun iç kısmı, dirsekten bileğe doğru mesh edilir. Baş parmağın içi ile de sağ baş parmağın üzeri mesh edilir. Sağ elin içi kullanılmadığı için sağ el ile sol ele aynı muamele yapılır. Teyemmüm ikmâl edilmiş olur. Toprak, su olmadığı veya olduğu takdirde kullanılmasına şer'i mahzurlar bulunduğu müddetçe -toprak suya halef olduğundan- manevi taharet tamam olup, zahiri taharet ise bâki kalır. Bunun içindir ki, su bulunup kullanılma imkânı zuhur edince teyemmüm muamelesi biter, zahiri ve bâtınî temizlik için gusletmek iktiza eder.
İmâm Ebû Yusuf ile İmâm Şâfii'ye göre teyemmüm yalnız toprak ile yapılır. İmâm Mâlik'e göre toprak ile kum ile teyemmüm câiz olduğu gibi, otlar ile, ağaçlar ile kar ile de câiz olur. İmam Ahmed ibn-i Hanbel'e göre de teyemmüm, yalnız yanmamış, başkasından gasb edilmemiş, tozlu bir hâlde bulunan temiz bir toprak ile yapılır. Kum vesâire ile yapılmaz. Vaktin çıkmasından korkulursa İmâm-ı A'zam'a göre, kurumamış çamur ile teyemmüm yapılır. Elverir ki suyu toprağa galib olmasın.
2.4. HAYZ VE NİFAS (LOĞUSALIK) BAHSİ
Sûre-i Bakara Âyet 222- (Resûlüm!) Sana hayızdan da soruyorlar. De ki; “O bir kerih (nâpak, nefreti calib, kötü rayihalı) şeydir.” Artık hayız zamanında kadınlarınızdan çekiliniz (yani onlar ile cinsî münasebette bulunmayınız) ve onlara temizleninceye kadar yaklaşmayınız. Fakat iyice temizlendikleri vakit (yani âdet hâli tamam olup igtisal, yani yıkanınca), onlara Allah'ın emrettiği yerden (yani size helâl kılmış olduğu cihaz-ı tenasülden) varın. Şüphe yok ki Allah-u Teâlâ çok tevbe edenleri sever ve çok temizlenenleri de sever.
Ailelerine gayri meşru yoldan -hasbe'l-beşer- yaklaşanların istiğfar edip, bir daha böyle bir günâha düşmeyerek, aff-ı İlâhiyye niyaz etmeleri gerekir. Yalnız gayr-i meşru yoldan değil, böyle kirli oldukları zamanlarda da yaklaşmanın büyük bir vebal olduğu buyrulmaktadır. Allah-u Teâlâ, günâhlarından istiğfarla hakka rücû edenleri, böyle kerih hâllerden sonra hemen yıkananları, kirli ve pis gezmeyenleri ve bu kirli hâllerden sakınanları ve hususen cünüblükten tahir olanları çok seveceğini sarih olarak haber vermiş, ehl-i imanı maddi ve manevi temizliğe davet buyurmuştur.
223- (Ey Müslümanlar!) Kadınlarınız sizin için bir ekin mahallidir (evlad yetiştirmek için bir mezrea mesabesindedir). Binâenaleyh bu ekin yerinize (bu çocuk yetiştirecek mahalle, yani tenasül cihazına) nasıl isterseniz varın (yatarken, otururken, ayakta dururken ve bacakları arasından varabilirsiniz. Elverir ki ekin mahalli olan uzva takarrüb etmiş olasınız) ve kendiniz için (güzel emeller) takdim edin. (Mesela takarrübden evvel Besmele-yi şerifeyi hatırlayınız, duâ yapınız, salih evlada nâiliyetinizi Cenâb-ı Hakk'tan dileyiniz) ve Allah-u Teâlâ'dan korkunuz (masiyetlerden kaçınınız. Bahusus haram olan cins-i münasebetten ictinâb ediniz) ve biliniz ki sizler şüphesiz onun huzuruna varacaksınız. (öldükten sonra tekrar hayat bularak mahşer yerine gideceksiniz; dünyadaki amellerden mesul olacaksanız). Mü'minleri müjdele (onları tebşir et. Zira dünyada iken meşru sûrette hareket eden, salih amellerde bulunanlar ise nice ebedî nimetlere nâil olacaklardır).
Not: Rivâyete nazaran cahiliye Arapları, hayız hâlindeki zevceleri ile beraber bir yerde durmaz, onlar ile beraber yemek yemezlerdi. Yahudiler ile Mecûsilerin âdetleri de böyle imiş. Hıristiyanlar ise bu hâlde de refikalarıyla mücamaatta bulunmazlarmış. Bunların bu hâlleri ise ifrat ve tefritten ibarettir. Bu âyet-i kerimelerle Müslümanlara mâkul, mutedil bir yol gösterilmiştir.
Hayız: Bir kadının döl yatağı denilen rahminden muayyen müddetler içinde gelen kandır. Buna âdet hâli denir. Kadınlar en az dokuz yaşında bâliğ olunca âdet görmeye başlarlar. Elli veya elli beş yaşlarında da “sinn-i iyas” denilen bir çağa kavuşup, âdetten kesilirler. Bu müddetten daha evvel âdetten kesilen kadınlar da vardır. Âdet müddetinin en azı üç gündür. En çoğu da on gündür. Bu müddet arasında görülen kanlar âdet kanıdır. Bu arada kan gelmediği günler de olabilir. Nifas ise asgari bir gün, azamî kırk gündür. Şâfii'ye göre altmış, Mâliki'ye göre yetmiş gün âdet gören bir Müslüman kadını namaz kılamaz, oruç tutamaz. Kur'ân-ı Kerim'den velev bir âyet olsun ezbere veya Kur'an'ı yüzünden okuyamaz. Yalnız duâ âyetlerini -duâ maska-dıyla- ezbere okuyabilir. Tevhid ve tesbihde bulunabilir. Kurân-ı Kerim'e ve Kur'ân yazılı bir levhaya el dokunduramaz. Kur'ân tercümesine de bir kavle göre el süremez. Mescidlere giremez, Kâbe-i Muazzama'yı tavaf edemez, kocası ile zevciyet muamelesinde bulunamaz ve kocası, kendisinin göbeği altından, diz kapakları altına kadar olan uzuvlarından örtüsüz olarak -velev şehvetsiz olsun- istimdada bulunamaz. Bunlar haramdır. Hail bulunduğu takdirde ise mücamaattan başka bir sûretle istifade edebilir ve beraber yatıp kalkmaları, beraber yemek yemeleri de helâldir.
Hayız ile nifas (loğusalık) hâllerinin azamî müddetleri geçince, daha yıkanmadan da zevciyet muamelesi helâl olur. Bu müddetten evvel kesilmiş olursa hemen helâl olmaz. Bu takdirde kadın ya yıkanmış olmalı veya üzerinden bir namaz vakti geçmelidir veya bir özre mebnî teyemmüm edip, onunla velev nafile olsun, bir namaz kılmış bulunmalıdır ki, kendisiyle kocasının mücamaatı helâl olsun.
Âdet gören veya loğusadan bir kadın, kılamadığı farz namazları bilâhare kaza etmez. Fakat tutamadığı ramazan oruçlarını kaza eder. Çünkü oruçlar namazlar kadar tekerrür etmez.
Bir kadından, üç günden az, on günden fazla gelen bir kan, hayız değil, bir istihazadır, bir illet, hastalık kanıdır. Gebe olan kadından zuhur eden kan da hayız değil, bir istihazadır. İmâm Mâlik ile İmâm Şâfii'ye göre, gebe olan kadınlar da âdet görülebilir. Binâenaleyh doğumdan evvel gelen kan, hayız sayılır. Maahaza Şâfiilere göre çocuk tamamen doğduktan sonra gelen, nifastır; bundan evvel gelen kan ve çocuk ile beraber gelen kan, nifas değildir. Bu kan, kadın hayızlı bulunmuş ise âdet kanıdır, hayızlı bulunmamış ise illet kanıdır. Hanbelilere göre veladetle beraber harice çıkan kan ve doğumdan iki veya üç gün evvel talk (doğum ağrısı) gibi bir alâmete mükarin olarak gelen kan, nifas sayılır. Henüz dokuz yaşına girmemiş kızlardan gelen kan, istihazadır. “Sinn-i iyas” denilen çağa girip adetten kesilmiş, iyasına hükmedilmiş kadından gelen kan da istihazadır. Bir kavle göre bu kadın, eski âdeti vechile akar kan görürse âdeti geri dönmüş olur. Fakat az bir yaşlık görmesi âdet sayılmaz.
2.5. MESHETMEK BAHSİ
Sûre-i Mâide'deki abdest âyeti nâzil oluncaya kadar sahabeden Alkame ibnu'l-Feğva (ra) demiştir ki: “Resûlullah su dökmüş bulunursa, abdest almadıkça ne konuşur, ne de selâm alırdı. Biz söyleriz, O söylemez, biz selâm veririz, O vermez ve almazdı.” Yani Ebû Hayyâ'nın naklettiği vechile Resûlullah bu âyetten evvel abdestsiz bir iş yapmak şöyle dursun, söz bile söylemezdi. Binâenaleyh bunun nüzulü; abdestin her amel için değil, namaz için farz olduğunu beyan ile Resûlullah'a bir ruhsat ifade etmiştir.
Bu âyet-i kerimede, iki kıraatın birbirine tevfiki nokta-i nazarından bir mezhep ihtilâfı hasıl olmuştur. Zira birine göre ayaklar yıkanacak, birine göre de mesh ile iktifa olunabilecek görünüyor. Bunun en güzel ve en sahih sûret-i halli, çıplak ayakların yıkanması, sünnet-i meşhure ile sabit olduğu vechile, abdestle giyilmiş mes ve fotin üzerine de meshedilmesidir. Cumhuru ehl-i sünnetin mezhebi budur. Kaffal-i Kebir-i Şaşi'de, sahabeden yalnız İbn-i Abbas ve Enes ibn-i Mâlik, Tabiinden İkrime ve Şa'bi ve Ebû Cafer Muhammed ibn-i Aliyyi'l-Bâkır'dan “Ayaklarda abdestin farzının mesh” olduğu nakledilmiştir ki, Şia'dan İmamiye'nin mezhebi budur. Bütün cumhur-u fukaha ve müfessirîn ise “Ayaklarda abdestin farzının yıkamak” olduğunu beyan etmişlerdir. Hasan-ı Basri ile Muhammed ibn-i Ceriri Taberi de mükellefin, mesh ile gasil beyninde muhayyer olduğunu söylemişlerdir. Bunların münakaşası, kütüb-i fıkhıyyede mebsuttur. Burada ancak şu kadar söyleyelim ki, çıplak ayaklara meshi tecviz etmek, âyetin nihâyetinde يُرِيدُ لِيُطَهِّرَ “Yuridu liyutahhira (ondan yüzlerinize ve ellerinize sürün. Allah, sizin üzerinize bir güçlük yapmayı dilemez; fakat iyice temizlenmenizi ve üstünüzdeki nimetinin tamamlanmasını diler. Tâ ki şükredesiniz.)” diye beyan olunan hikmet-i taharete kat'iyyen münâfî bulunduğu ve hele yıkanmamış kirli ayaklarla camilere girmenin -taharet şöyle dursun- alelâde nezafet ile bile kabil-i tevfik olmadığı âşikârdır. Nitekim ayaklarını güzelce yıkamamış ve ökçelerinde biraz kuruluk kalmış olanlar hakkında Resûlullah “Vay şu ökçelerin ateşten hâline.” buyurmuş ve tekrar yıkanmasını emretmiştir. Mesh etmek murad olsa idi بِرُؤُوسِكُمْ “Biruûsiküm” gibi sadece ve أَرْجُلَكُمْ “Ercüleküm” demek kâfi olur, إِلىَ الْكَعْبَيْنِ “İle'l-ka'beyn” kaydına hiç de lüzum kalmazdı. Bu da esas-ı farzın yıkamak olduğunu ve meshin buna ibtina etmesi lâzım geldiğini iş'âr eder. Hulâsa ayaklar hakkında yıkamak emri muhkem, mesih emri mücmeldir ve sünnet-i seniyye ile beyan olmuştur.
2.5.1. Mestler Üzerine Mesh Verilmesi
Ayağa giyilen ve “mest” denilen ve mest hükmünde bulunan şeyler üzerine abdest alınırken mesh edilmesi caizdir. Bu meshten maksat, mestlerin üzerine ayakların parmakları ucundan aşık kemiklerini aşmak üzere, inciklere doğru, el parmaklarını ıslak olarak sürmektir.
Ayaklara meshin farz miktarı, Hanefi mezhebince; her ayağın ön tarafına tesadüf eden mestin üzerindeki el parmaklarının en küçüğü ile üç parmaklık mahaldir. Mâlikilere göre, mestlerin bütün üstüne mesh edilmesidir. Hanbeli mezhebince, mestlerin üstünün ekser kısmına mesh edilmesi kifâyet eder. Şâfiilerce ise mestlerin üstüne velev bir parmak kadar mesh edilmesi kâfidir. Mestlerin altına mesh edilmez. Mesh eden parmakların açıkça bulunması, meshin ayak parmakları ucundan yukarıya doğru yapılması sünnettir. Parmakla yapıl-mayıp su dökmekle, sünger gibi bir şey ile ıslatmak, mestin üzerine enine olarak mesh etmek veya mestin koncundan başlamak da kifâyet eder. Ancak bu hareketler sünnete muvafık değildir. Ayakları topuklarıyla beraber örten potinler, çizmeler, üç mil kadar yürünebilecek derecede kuvvetli, kalın çoraplar ve konçlu aba terlikler mest hükmündedir. Bunların üzerine mesh etmek caizdir.
2.5.2. Mestin Cevazındaki Şartlar
1. Mestler ayağa, abdest için ayaklar yıkandıktan sonra giyilmiş olmalıdır. Bir özre istinaden ayağa veya sargısına meshedilmiş bulunması da yıkama hükmündedir. Bu meshten sonra giyilmiş mestler üzerine mesh yapılır.
2. Mestler, ayakları topukları ile beraber her taraftan örtmüş bir hâlde bulunmalıdır. Topuklardan kısa mestler, potinler vesâire üzerine mesh yapılmaz.
3. Ayağa giyilmiş mestler, normal olarak en az üç mil (bir fersah) kadar bir yol yürümeye tahammüllü olmalıdır. Bir mil şer'an dört bin arşın mesafedir.
4. Mestlerin her biri, topuktan aşağı kısmında, ayak parmaklarının küçükleri kadar üç parmak miktarı delikten, sökükten, yırtıktan hâlî bulunmalıdır. Böyle bir noksan, ayak parmakları uçlarına rast gelirse, miktara değil, adede bakılır. Üç parmak görünmedikçe meshe zarar vermez. Bu miktar noksanlar her mest için geçerlidir. İki mestin toplamı üç olursa meshe mâni olmaz. Mâlikîlere göre ayağın en az üçte biri görülecek miktarda bulunmayan bir yırtık, meshe zarar vermez. Şâfiiler ile Hanbelilere göre ise ayakta yıkanması farz olan herhangi bir miktar, mestlerdeki bir yırtıktan görülecek bir hâlde bulunsa mesh bozulmuş olur. Velev ki o miktar çorap ile veya sâire ile örtülmüş bulunsun.
5. Mestler, bağsız olarak ayakta durabilecek derecede kalın olmalıdır.
6. Mestler, dışarıdan aldığı suyu hemen içine çekerek, ayağa kavuşturacak bir hâlden beri bulunmalıdır.
7. Her ayağın ön tarafından en az üç küçük el parmağı kadar mahal mevcut bulunmalıdır. Binâenaleyh bir veya iki ayağının ön tarafı bulunmayan kimse, mestlerine mesh edemez. Velev ki ökçe tarafları mevcut bulunsun. Çünkü bir ayağı yıkamakla, diğerini mesh etmek ictima edemez. Fakat bir ayağı tamamen mevcut bulunmayan kimse, diğer ayağına giydiği mest üzerine mesh edebilir. Bu hâlde mesh ile yıkama ictima etmiş olmaz.
2.5.3. Mesh Müddeti
Bir meshin müddeti, mukim (misafir olmayan) kimse için bir gün bir gece, yani yirmi dört saat; misafir için üç gün üç gece, yani yetmiş iki saattir. Bu müddet abdestin bozulduğu andan itibaren başlar; mestin ayağa giyilmesinden itibaren değil. Mukim iken misafir olan kimse misafir hükmüne, misafir iken mukim olan kimse mukim hükmüne tâbi olur. Abdesti devam eden kimsenin mesti çıkarmasıyla mesh hükmü zâil olmaz. Yani tekrar mesti giyerken abdest almaya ihtiyaç yoktur. Abdesti bozulan bir kimse mesti çıkartırsa tekrar abdest almaya ihtiyaç vardır. Abdesti bulunan kimsenin mesti çıkarmasıyla abdesti bozulmayacağından, giyerken abdest almaya lüzum yoktur. Yalnız ayakları yıkamak kifâyet eder.
Mâlikilere göre mesh için bir müddet yoktur. Guslü icab ettiren bir zaruret olmadıkça, mest üzerine daima mesh yapılabilir. Ancak Cuma günü abdest almaları mendûbdur. Şâfiiler ile Hanbelilere göre mübah olan, seferde bulunan kimse için mesh müddeti üç gün, üç gecedir. Masiyet (günâh) sayılan bir seferde ise bu müddet bir gün ile bir geceden ibarettir.
2.5.4. Sargı Üzerine Mesh
1. Kırılan veya yarası bulunan bir uzvu yıkamak zarar verirse, üzerine bağlı olan tahtaya veya bez sargıya abdest ve gusül hâlinde bir kere mesh edilir, bu mesh de zarar verirse terk edilir.
2. Elde, tırnakta ve sâir herhangi bir uzuvdaki bir yara üzerine konulan sakız, pamuk gibi şeylerin ve ilaçların üzerine de zaruret hâlinde birer kere mesh yapılır. Bunlara sıcak su zarar vermediği takdirde, mesh kifâyet etmez. Yapılacak meshin sargıyı kaplaması şart değil, kısm-ı ekserisine mesh kâfidir.
3. Sargıyı çözmek zarar verdiği takdirde, özür mahallinin etrafından, sargı altında kalan yerleri yıkamak lâzım gelmez. Bunlardan açık bulunan yerleri mesh etmek kifâyet eder.
4. Böyle bir sargı üzerine yapılan mesh, bir müddete tâbi değildir. Özür devam ettikçe üzerine mesh câiz olur. Bu sargının taharet hâlinde sarılmış olması da lâzım değildir.
5. Bir sargı üzerine mesh yapıldıktan sonra değiştirilse, tekrar mesh lâzım gelmez. Kezâlik bir sargıya mesh yapıldıktan sonra, üzerine başka bir sargı daha bağlansa, yeniden meshe lüzum görülmez. Ve henüz özür zâil olmadan sargı açılsa mesh bozulmuş olmaz.
6. İki ayaktan birinin üzerine, bir özre mebnî mesh yapılsa, diğerini yıkamak lâzım gelir. Çünkü bu mesh de yıkamak hükmündedir.
7. Özür büsbütün zâil olunca mesh bozulmuş olur, artık sargıya mesh edilemez.
2.5.5. Meshi Bozan Şeyler
Abdesti bozan her şey, meshi de bozar. Binâenaleyh müddet henüz bitmemiş ise yeniden alınacak abdestte mestlere veya sargılara yeniden mesh yapılır. Meshi bozan sebepler:
1. Üzerine mesh edilmiş olan mestin ayaktan çıkması veya çıkarılması. Bu hâlde abdest mevcut ise yalnız ayakları yıkamak kifâyet eder. Bir mestin koncuna kadar ayağın ekser kısmının çıkması da tamamen çıkması hükmündedir.
Mesh müddetinin nihâyet bulması. Bu hâlde henüz abdest devam ediyorsa, yalnız ayakları yıkamak kâfidir. Mesh müddeti bitmekle beraber mestin çıkarılması hâlinde, donma tehlikesi vârid olur ise, mesti mesh etmeye devam edilir.
HAKK'A DÂVET
NASİHAT-I İSLÂMİYYE