BİRİNCİ BÖLÜM: KUR'ÂN-I KERÎM HAKKINDA UMÛMÎ BİLGİ


LUGAT A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

1.1. KUR'ÂN-I KERÎM'İN ZAMANIN EN DOĞRU YOLUNU GÖSTEREN HAK KİTAP OLDUĞU

A- Sûre-i Bakara Âyet: 2- Bu, o Kitaptır ki kendisinde (Allah katından gönderilmiş olduğunda) hiç şüphe yoktur. (O) takva (âhirette insanlara zarar verecek şeylerden kaçınan kimse) sahipleri için doğru yolun tâ kendisidir.


Not: “El-Kitab” Kur'ân demektir. O tabirle ifade edilmesi, Kur'ân'ın Resûlullah (sav) zamanında yazılıp bir kitap hâline getirildiğini gösterir. Aynı zamanda muhafazasının bu sûretle olacağının bir delilidir.


B- Sûre-i İsrâ Âyet: 9- Gerçek bu Kur'ân (insanları) öyle bir şeye (yola) doğrultup götürür ki o, en adil ve en doğru bir (yol)dur. Güzel güzel amel (ve hareket)lerde bulunan mü'minlere kendileri için muhakkak bir ecir olduğunu da müjdeler O.


C- Sûre-i Târık Âyet: 13- Hakikaten O (Kur'ân) Hak ile (bâtılı ayırt eden) kat'i bir kelâmdır.

1.2. KUR'ÂN-I KERÎM'İN ALLAH TARAFINDAN GÖNDERİLDİĞİNİN DELİLİ VE İSPATI

A- Sûre-i Bakara Âyet: 23- Eğer kulumuz (Muhammed)'in üzerine parça parça (sûre sûre, âyet âyet) indirdiğimiz (Kur'ân'ın Allah katından geldiğin)den şüphe ediyorsanız haydi onun benzerinden siz de (meydana) bir sûre getirin, Allah'tan başka şâhidlerinizi (taptığınız putları ve bilginlerinizi) de (yardıma) çağırın, eğer (iddianızda) doğru (insan)lar iseniz. (Müşrikler “Kur'ân, Muhammed'in -sav- uydurmasıdır.” diyor-lardı. Bu meydan okuma onları şaşırtmış, bütün hutabâ ve buleğa Kur'ân'ın en kısa bir sûresini bile tanzim etmekten âciz kalmışlardır. Bu “tahaddi” yani meydan okuma kıyâmete kadar bâkîdir.)

24- Fakat bunu yapamazsınız -ki hiçbir zaman yapamayacaksınız- artık sakının o ateşten ki, onun tutarağı (odunu, çırası, ocaktaşı) insanla o taştır. O (ateş) kâfirler için hazırlanmıştır.

B- Sûre-i Nisâ Âyet: 82- Onlar hâlâ Kur'ân'ı gereği gibi düşünme-yecekler mi? Eğer O, Allah'tan başkası tarafından olsaydı, elbet içinde birbirini tutmayan birçok (şeyler) bulurlardı.

C- Sûre-i A'râf Âyet: 203- Onlara (istedikleri) bir âyet gelmediği vakit derler ki: “(Kendinden derip) onları toplasaydın ya!” (uydurup düzseydin ya!). De ki: “Rabbimden bana ne vahyolunursa ben ancak ona uyarım. Bu (Kur'ân âyetleri, kalblerinize) Rabbinizden (açılan) gözlerdir. (Hak onlarla görülür, doğru onlarla idrak olunur). İman edecek bir kavim için (mahz-ı) hidâyet ve rahmettir.”

D- Sûre-i İsrâ Âyet: 88- De ki: “Andolsun, ins-ü cin şu Kur'ân'ın benzerini (meydana) getirmeleri için bir araya toplansa, yekdiğerine yardımcı da olsalar, yine onun benzerini getiremezler.”

E- Sûre-i Ankebût Âyet: 48- Sen bundan (Kur'ân'dan) evvel hiçbir kitap okur değildin. Elinle de onu yazmadın. Böyle olsaydı bâtıl söyleyenler elbet şüphelenir(ler)di.

F- Sûre-i Tûr Âyet: 33- Yahut O'nu (Kur'ân'ı) kendisi mi uydurup söyledi diyorlar? Hayır, onlar iman etmezler (böyle sözleri hiçbir akıl emretmez, emretmemesi gerekir).

34- Öyleyse onlar da (o kâfirler, o akıl sahibi insanlar), eğer doğru söyleyenlerse, onun gibi (velev uydurma) bir söz getirsinler! (Böyle bir kitap yazabilsinler. Ne mümkün!)

1.3. KUR'ÂN-I KERÎM'İN LEVH-İ MAHFUZ'DAN ÂLEM-İ DÜNYAYA HANGİ AYDA VE HANGİ GECEDE İNDİĞİ

A- Sûre-i Bakara Âyet: 185- (O sayılı günler) Ramazan ayıdır ki Kur'ân onda (ki Kadir gecesinde Levh-i Mahfuz'dan semâ-i dünyaya) indirilmiştir. (O Kur'ân ki) insanlara (mahz-ı) hidâyettir, doğru yolun ve hak ile bâtılı ayırt eden hükümlerin nice açık delilleridir…

B- Sûre-i Furkân Âyet: 32- O küfredenler (şöyle) dedi(ler): “Ona Kur'ân bir hamlede, toplu bir hâlde (Tevrat ve İncil gibi hepsi birden) indirilmeli değil miydi?” Biz Onu senin kalbine iyice yerleştirmek için böyle (yaptık). Onu (çok güzel bir nizam ile) âyet âyet ayırdık (ve âheste âheste bildirdik).

C- Sûre-i Zuhruf Âyet: 4- Şüphesiz, O (Kur'ân), nezdimizdeki ana kitapta (sabit Levh-i Mahfuz'da yer tutmuş) çok yüce (şânı diğer kitaplardan daha büyük. Çünkü bu mûcezdir, yani benzerini vücûda getirmekten bütün mahlûkatı âciz bırakandır.) Çok kıymetli (bir kitap)tır.

5- Siz haddi aşan bir kavimsinizdir diye artık o Kur'ân'ı sizden (uzaklaştırıp, inzalinden) vazgeçip bırakı mı verelim? (Ki bu sûretle emir ve nehiyden kurtulasınız.)

D- Sûre-i Duhân Âyet: 2- (Helâl ile haramı ve sâir hükümleri) Açıkça bildiren (bu) Kitaba (Kur'ân'a) yemin ederim ki.

3- Hakikat, Biz onu mübarek bir gecede indirdik. Zaten Biz (onunla kâfirlerin uğrayacakları azabı) haber vericileriz.

Not: Müfessirler bu mübarek gece hakkında ihtilâf ettiler. Ekseriyet bunun “Kadir” gecesi, İkrime ile bir taife de “Beraat” gecesi olduğunu söylemişlerdir. Ekseriyetin istinadına göre “Kadir” gecesinde nâzil olduğudur. Bu mübarek gece de Şaban ayının değil, Ramazan ayının gecelerinden olan Kadir gecesidir.

E- Sûre-i Kadir Âyet: 1- Gerçek, biz Onu (Kur'ân'ı) Kadir gecesinde indirdik (Levh-i Mahfuz'dan dünya göğüne topyekûn olarak).

Not: Kur'ân'ın inzaline o gece başlanmıştır. Sûre-i Alak'ın başındaki beş âyet o gece inmiş, o gece vahyin başlangıcını teşkil etmiştir.

1.4. KUR'ÂN-I KERÎM'İN HAK İLE BÂTILI AYIRDEDEN HÜKÜMLERLE GELDİĞİ VE EVVELCE GELMİŞ KİTAPLARI DA TASDİK EDİCİ VE ONLARIN GERÇEK KİTAP YÖNÜNÜ AÇIKLAYAN VE TEDRİCEN İNEN BİR KİTAP OLDUĞU

A- Sûre-i Âl-i İmrân Âyet: 3,4- (Habibim) O, sana Kitab'ı hak (ve) kendinden evvelkileri (de) tasdik edici olarak (tedricen) indirdi. Bundan evvel de Tevrat ile İncil'i indirmişti, (ki onlar) insanlar için birer hidâyetti. Hak ile bâtılı ayırdeden (hüküm)leri de indirdi. Allah'ın (hak olan, mahz-ı hidâyet olan) âyetlerine küfredenler (yok mu?) Onlar için pek çetin bir azab vardır. Allah cezada amansız bir Galib-i Mutlaktır.

B- Sûre-i Fâtır Âyet: 31- (Habibim) Sana kendisinden öncekilerin (diğer semâvi kitapların) doğrusunu meydana çıkarmak üzere vahyet-tiğimiz Kitap (Kur'ân) hakikatin tâ kendisidir. Herhâlde Allah kullarının (bütün hâllerinden) hakkıyla haberdardır, (her şeyi) hakkıyla görendir.

C- Sûre-i Târık Âyet: 13- Hakikaten O (Kur'ân) Hak ile (bâtılı ayırdeden) kat'i bir kelâmdır.

14- O, bir şaka (oyun ve beyhûde) değildir.

1.5. KUR'ÂN-I KERÎM'İN ÂYETLERİNİN BİR KISMININ MUHKEM (AÇIK) BİR KISMININ DA MÜTEŞABİH (KAPALI) OLDUĞU

Sûre-i Âl-i İmrân Âyet: 7- (Habibim!) Sana Kitab'ı indiren O'dur. Ondan bir kısım âyetler muhkemdir (hakkında işkâl ve tereddüt husûle gelmeyen) ki, bunlar Kitab'ın anası (temeli, esası)dır. Diğer bir kısmı da müteşabihlerdir. (Muhkemin zıddıdır.) İşte kalblerinde eğrilik bulunanlar, sırf fitne aramak (ötekini berikini saptırmak) ve (kendi arzularına göre) onun teviline yeltenmek için onun müteşabih olanına tâbi olurlar. Hâlbuki onun tevilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde yüksek payeye erenler ise: “Biz O'na inandık. Hepsi Rabbimiz katındandır.” derler. (Bunları) sâlim akıllardan başkası iyice düşünmez.

Not: Müteşabih, usûl-i fıkha göre, ümmet için maksudun ne olduğunu bilme ümidi kesilmiş olan lâfız demektir. İki kısımdır:

1. Hiçbir şey anlaşılmayan lâfızlardır. Kur'ân sûrelerinin bazılarının başında طه الم “Tâ-Hâ, Elif lâm mîm” ve emsali huruf-i mukatta gibi.

2. Mânası akla aykırı olduğu için iradesi müstahil olan (mümkün olmayan) lâfızlardır. يَدُ اللهِ “Yedullah” (Allah'ın eli) gibi. Bunlara مُتَشَابِهُ الْمَعْنَى “Müteşabihu'l-Mâna”, ا لمفحو م مُتَشَابِهُ “Müteşabihu'l-Mefhum” denilir. Müteşabihin hükmü; o lâfızların hak olduğuna i'tikâd etmek ve selefin reyine göre, tevillerinden kaçınmaktır. Bu selefin mesleğidir. Halefin mesleğine göre; akla, şeriatın zâhirine, yani sahih mahmiline göre tevil caizdir ki “Yedillah (Allah'ın eli)”, “Allah'ın kudreti” mânasında tevil etmek gibi. İlimde rasuh peyda edenler meselesine gelince deriz ki: Bazıları وَالرَّاسِخُونَ “Verrasihûne” kelimesini illallah'daki Lâfza-i Celâle atf ile “Onun tevilini Allah'tan ve bir de ilimde rasih olanlar, yani ilimde ve şecâat makulesi evsafta ashâb ve emsaline faik olma istidadında bulunanlardan başkası bilemez.” diye mâna vermişlerse de hem hakikate, hem edebe münafidir. Çünkü Lâfza-i Celâlde vakf-ı lâzım işareti olmak üzere bir mim vardır. “Biz ona inandık. Hepsi Rabbimiz katındandır.” meâlindeki Karine-i Celîle öyle bir mâna vermeye mânidir. Allah'ın ilmi ile cem edilmez. İşte o telâkki ve o mâna kendisini rasihlerden sanan ve “kalblerinde eğrilik” bulunan birtakım adamların, akıl ve dinden hariç, “fitne” koparıcı ve câhilâne tevillerine yol açmış, bu yüzden de İslâm'ın birliği çok mühim zararlar görmüştür.

1.6. KUR'ÂN-I KERÎM'E İTİRAZ EDENLERİN İTİRAZLARININ, KÜFRETTİKLERİNE DELİL OLACAĞI

Sûre-i En'âm Âyet: 7- (Habibim!) Eğer sana kâğıt içinde (yazılı) bir kitap göndermiş olsaydık da kendileri de elleriyle onu tutmuş bulunsalardı, o küfredenler yine behemehâl: “Bu, apaçık bir büyüden başkası değildir.” derlerdi.

1.7. İRŞADIN KUR'ÂN İLE YAPILMASININ LÜZUMLU OLDUĞU

Sûre-i En'âm Âyet: 70- Dinlerini bir oyuncak ve bir eğlence edinen, kendilerini dünya hayatı aldatmış bulunan kimseleri (öylece hâline) bırak (ne derlerse desinler, ne yaparlarsa yapsınlar, aldırış etme). Sen yalnız onunla (Kur'ân ile) vaaz et ki, hiçbir kimse kazandığı (günâh) yüzünden helâke sürüklenip atılmasın. Ona Allah'tan ne bir yar, ne de bir şefaatçi yoktur. O, bütün varını fidye olarak verse, yine ondan alın(ıp kabul olun)maz. Onlar (dünyada) kazandıkları (günâhlar) yüzünden helâke sürüklenmiş kimselerdir. Küfr-ü inkâr etmekte oldukları (hakikatler)den dolayı kaynar su ve acıklı azab onlar içindir.

1.8. KUR'ÂN'IN FEYZ KAYNAĞI BİR KİTAP OLDUĞU

A- Sûre-i En'âm Âyet: 155- İşte bu (Kur'ân) da, indirdiğimiz feyiz kaynağı bir kitaptır. Artık buna tâbi olun ve kötülükten kaçının. Tâ ki esirgenmiş olasınız.

B- Sûre-i Sâd Âyet: 29- (Bu Kur'ân), Âyetlerini iyiden iyi düşün-sünler, temiz akıl sahipleri ibret alsınlar diye sana indirdiğimiz feyiz kaynağı bir kitaptır.

1.9. KUR'ÂN'IN MÜ'MİNLERE, İNS VE CİNNE BİR ÖĞÜT (NASİHAT), HALKI İNZÂR EDECEK (UYARACAK) KİTAP OLDUĞU

A- Sûre-i A'râf Âyet: 2- (Bu sûre yahut Kur'ân) -Onunla (halkı) inzâr etmekliğin için, mü'minlere de bir öğüt olmak üzere- sana indirilen bir Kitaptır. Artık bundan dolayı (sen onu teklif edip de kâfirlerin yalan sayacağından dolayı) göğsünde bir sıkıntı olmasın.

B- Sûre-i İbrahim Âyet: 52- İşte bu (Kur'ân) -onunla tehlikelerden haberdar edilsinler, O'nun (Allah'ın) ancak bir tek İlâh olduğunu bilsinler, akl-ı selim sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye- (bütün) insanlara bir tebliğdir.

C- Sûre-i Sâd Âyet: 87- “O (Kur'ân) âlemlere (ins ve cinne) bir öğütten başka (bir şey) değildir.”

D- Sûre-i Hâkka Âyet: 48- Şüphesiz ki O (Kur'ân), (fenâlıktan) korunanlar için kat'i bir öğüttür.

E- Sûre-i Cin Âyet: 1- (Habibim!) De ki: “Bana şu hakikat(ler) vahyolunmuştur: Cin'den bir zümre (benim Kur'ân okuyuşumu) dinlemiş de (şöyle) demişler (kavimlerine döndükleri zaman): ‘Biz, hakikî hayranlık veren (insan kelâmına ve başka kitaplardakine benzemez, işitilmedik) bir Kur'ân dinledik.’ ”

2- “Ki O, Hakka ve doğruya götürüyor. Bundan dolayı biz de O'na iman ettik. Rabbimize (bundan sonra) hiçbir (şey)i aslâ ortak tutmayacağız.” (Çünkü o Kur'ân Allah'ı bir tanıtacak kat'i delilleri ihtiva etmektedir.)

1.10. KUR'ÂN-I KERÎM'E MUHALİF OLANLARA UYMAMANIN VE ANCAK KUR'ÂN'A UYULMASININ GEREKTİĞİ

Sûre-i A'râf Âyet: 3- Rabbinizden size indirilen (Kur'ân-ı Kerîm)'e uyun, ondan başka(larını) veliler (edinip de kendilerin)e uymayın. Ne kadar az öğüt tutuyorsunuz!

1.11. KUR'ÂN-I KERÎM'İN TAM BİR İLİM ÜZERE İNDİRİLMİŞ HİDÂYET VE RAHMET KİTABI OLDUĞU

A- Sûre-i A'râf Âyet: 52- Andolsun, biz onlara (Mekkelilere, dolayısıyla bütün beşeriyete) öyle bir kitap getirmişizdir ki, iman edecek herhangi bir kavme (mahz-ı) hidâyet ve rahmet olmak için onu tam bir ilim üzere tafsil etmişizdir (en doğru ve sağlam bilgiyi öğrenmek isteyenler için).

B- Sûre-i Câsiye Âyet: 20- Şu (Kur'ân) insanların kalb gözleri(ni açacak bir nur, şeriata ittiba edenler için), sağlam bilgi edinecek zümre için bir hidâyet ve rahmettir.

C- Sûre-i Hâkka Âyet: 51- Hiç şüphesiz O (Kur'ân), kat'i bilginin tam gerçeğidir. (Kendisinde aslâ şek bulunmayan ilimlerle doludur.)

1.12. OKUNAN KUR'ÂN'I DİNLEMEK VE SUSMAK, KUR'ÂN OKUNURKEN DİNLEYENLERİN ALLAH'IN RAHMETİNE NÂİL OLACAĞI

Sûre-i A'râf Âyet: 204- Kur'ân okunduğu zaman derhâl onu dinleyin, susun. Tâ ki (Allah'ın rahmetiyle) esirgenmiş olasınız.

Not: “Kur'ân okunurken onun mânalarını iyice anlamanız, öğütlerinden faidelenmeniz, hareketlerinizi ona göre ayarlamanız için bütün dikkatinizi ona verin ve sükût edin, dinleyin!” birer emirdir. Emirde zâhir olan da vûcubdur. Binâenaleyh dinlemek de, susmak da birer vecibedir. İmâm Hasen'e ve Ehl-i Zâhire göre bu âyetin hükmü âmdır. Yani gerek namazda, gerek namaz haricinde Kur'ân tilâvet olunurken dinlemek ve susmak vâcibdir, farzdır. Bu rivâyete dayanan diğer kavle göre de, bu âyet ancak namazda söz söylemenin haram olduğunu beyan etmek üzere nâzil olmuştur. İmâm namazda gerek sırren, gerek cehren Kur'ân okurken cemaatin okumayıp susması ictihadında, İmâm-ı A'zam (Ebû Hanife) hazretlerinin mesnedi bu âyet-i kerimedir. Maamafih bu ictihada muhalif ictihadlarda bulunan diğer imâmlar da buna istinad etmişlerdir.

1.13. KUR'ÂN-I KERÎM'İN, OKUYANLARIN İMANLARINI ARTIRACAĞI, RAHMET VE HİDÂYETE VESİLE OLACAĞI

A- Sûre-i Tevbe Âyet: 124- Bir sûre indirildiği zaman içlerinden (münâfıklardan) kimi: “Bu (sûre) hanginizin imanını artırdı?” der (istihza sûretiyle). İman etmiş olanlara gelince: (Her inen sûre) daima onların imanını artırmıştır ve onlar (Kur'ân indikçe sevinçlerinden) birbiriyle müjdeleşirler. (Çünkü her inen âyet onları ilmen ve ruhen olgunlaştırıyordu.)

B- Sûre-i Nahl Âyet: 64- (Bu) Kitab'ı sana (başka bir hikmetle değil) ancak hakkında ihtilâf ettikleri şeyleri (tevhidi, kaderi, âhiret ahvâlini, fiillere müterettib şer'i hükümleri) açıkça anlatman için ve iman edecek herhangi bir kavme bir hidâyet ve rahmet olarak gönderdik.

1.14. KUR'ÂN'IN ARAPÇA İNDİRİLDİĞİ VE ARAPÇA İNDİRİLMESİNİN SEBEB-İ HİKMETİ

A- Sûre-i Yusuf Âyet: 2- Hakikat, Biz O'nu, (mânasına) akıl erdiresiniz diye, Arapça bir Kur'ân olarak indirdik.

B- Sûre-i Nahl Âyet: 103- Andolsun ki Biz onların: “Bunu mutlaka bir beşer öğretiyor.” diyeceklerini biliyoruz. Haktan sapmak sûretiyle kendisine nispet edecekleri (o mefruz kimse)nin lisanı (olsa olsa) A'cemî (olabilir. Arabî değil). Bu (Kur'ân'ın dili) ise (bütün fesâhat ve belâğati ile) apaçık Arapça bir dildir.

C- Sûre-i Şuarâ Âyet: 193,194,195- Onu Rûhu'l-Emin, (Cebrail -as- ona ruh denilmesi ruhtan yaratıldığından. Emin denilmesi de peygam-berlere getirdiği, vahiylerde Cenâb-ı Hakk tarafından emin tanınmasın-dandır.) inzar edicilerden olasın diye, senin kalbine mânası açık Arapça bir dil ile indirmiştir.

D- Sûre-i Fussilet Âyet: 44- Eğer Biz onu yabancı (dilden) bir Kur'ân yapsaydık, muhakkak ki: “Âyetleri açıklanmalı değil miydi? (Bize açıkça bildirilip anlatılmalı değil miydi?) Araba mensub (bir muhataba), Arapça olmayan (bir Kur'ân) mı?” diyeceklerdi. (Onlara) söyle: “O (Kur'ân) iman edenler için (mahz-ı) hidâyet ve şifâdır (cehle, şek ve şüpheye karşı). İman etmeyenlerin ise kulaklarında bir ağırlık vardır (onlar Kur'ân'ı duymazlar). O (Kur'ân) bunlara karşı bir körlüktür (zulmettir, şüphedir, O'nun hakikatlerini görmek istemezler). (Sanki) onlar uzak bir yerden çağırılıyorlardır (uzaktan çağırılıp da duymayan, anlamayan gibi).”

E- Sûre-i Zuhruf Âyet: 3- Hakikat Biz O'nu (O'nun mânalarını) anlayasınız diye, Arapça bir Kur'ân yaptık.

1.15. KUR'ÂN-I KERÎM'İN MUHAFAZASININ ALLAH'A ÂİT OLDUĞU, ONU KİMSENİN TEBDİL EDEMEYECEĞİ VE BU DEĞİŞTİRMEYE KARŞI İSLÂM'DA HIFZ-I KUR'ÂN OLAN ALİMLERİN BULUNACAĞI

A- Sûre-i Hicr Âyet: 9- Kur'ân'ı Biz indirdik, Biz. O'nun koruyu-cuları da, şüphesiz ki, Biziz.

B- Sûre-i İsrâ Âyet: 86- Andolsun sana vahyettiğimizi de, dilersek, muhakkak gideriveririz (mushaflardan ve sinelerden silip götürürüz). Sonra Bize karşı onu (geri getirmek için) kendine bir vekil de bulamazsın.

87- Ancak Rabbinden olan bir rahmettir (ki onu ibka etmiştir). (Kur'ân'ın kıyâmete kadar bekasına ve mahfuziyetine bir işarettir.) Hakikat, O'nun senin üzerindeki fazl(-u kerem)i büyüktür.

C- Sûre-i Ankebût Âyet: 49- Hayır, O (Kur'ân) kendilerine ilim verilmiş insanların sinelerinde (parıldayan, hafızalarında yaşayan ve bu sûretle de onun tahrifine imkân olamayacak) apaçık âyetlerdir. Bizim âyetlerimizi zalim olanlardan başkası bilerek inkâr etmez.

D- Sûre-i Hâkka Âyet: 40- Muhakkak O (Kur'ân) Allah indinde çok şerefli Peygamberin kat'i sözüdür. (Peygamber tarafından açıklandığı ve Peygamberliğine hüccet olduğu için kendisine izafe buyrulmuştur.)

41- O, bir şair sözü değildir. Ne az inanır (adamlar)sınız siz!

42- (O), Bir kâhin sözü de değildir. Siz ne az düşünür (adamlar)sınız!

43- (O), Âlemlerin Rabbinden indirilmedir.

44- Eğer (Peygamber söylemediğimiz) bazı sözleri Bize karşı kendiliğinden uydurmuş olsaydı.

45- Elbette onun sağ elini (kuvvet ve kudretini) alıverirdik (boynunu vururduk).

46- Sonra da hiç şüphesiz, O'nun kalb damarını koparırdık (yaşatmazdık).

47- O vakit sizden hiçbiriniz buna (bu katlimize) mâni de olamazdınız.

1.16. KUR'ÂN OKURKEN ŞEYTANDAN ALLAH'A SIĞINILMASININ GEREKTİĞİ

Sûre-i Nahl Âyet: 98- Haydi Kur'ân okuduğun (okumak istediğin) zaman o kovulmuş şeytandan Allah'a sığın.

1.17. HAK KELÂMI OLAN KUR'ÂN'I, ÂHİRETE İNANMAYANLARIN DUYAMAYACAĞI, ANLAYAMAYACAĞI, KUR'ÂN OKUYANA ZARAR VEREMEYECEKLERİ

Sûre-i İsrâ Âyet: 45- Sen Kur'ân'ı okuduğun zaman seninle âhirete inanmazların arasına gizli bir perde çekeriz. (Kendilerine okuduğunu idrak etmezler yahut okuduğun Kur'ân-ı Kerîm onlarla senin aranda koruyucu ve setredici bir mâni olur, kimse sana bir şey yapamaz.)

1.18. KUR'ÂN'IN MÜ'MİNLER İÇİN ŞİFÂ VE RAHMET OLDUĞU, ZALİMLERİN İSE ZİYANINI ARTIRACAĞI

Sûre-i İsrâ Âyet: 82- Biz Kur'ân'dan peyderpey onu indiriyoruz ki (herbiri) mü'minler için şifâ ve rahmettir O. Zalimlerin ise o, (maddi ve mânevî) ziyanından başkasını artırmaz.

Not: Kur'ân-ı Kerîm hem ruhanî marazlar, hem cismanî hastalıklar için şifâdır. Ruhanî hastalıklara şifâ olması zâhirdir. O kabil hastalıklar iki nev'idir:

1. Bâtıl itikadlar

2. Fena huylar

Bâtıl itikadların en fasidi İlâhiyatta, nübüvvetlerde, âhiret, kaza ve kader meselelerinde olan bozgunculuktur. Kur'ân işte bu fâsit mezhepleri iptalde en doğru delilleri muhtevidir. Binâenaleyh o, bu noktadan mahz-ı şifâdır. Fena huylara gelince: Kur'ân-ı Kerîm bütün bunların tafsillerini, onlardaki mefsedet-lerin tariflerini vermekle beraber, bizi kâmil ve fazıl ahlâka da sevk ve irşad etmektedir. Demek Kur'ân bütün ruhanî ve mânevî hastalıklar için şifâdır. Şimdi cismanî hastalıklara gelelim: Kur'ân ile teberrük, cismanî hastalıkların da bir çoğunu izâle etmektedir. Cumhûr-i felâsife, mânası belirsiz birtakım tılsım ve azimetlerin bile nice faideler sağladığını ve nice zararları giderdiğini iddia ederlerken Allah'ın celâlini, büyüklüğünü, mukarreb meleklerin yüksek mevkilerini, cin ve şeytanların kötülüklerini bize anlatan Kur'ân-ı Kerîm'in okunmasında dinî ve dünyevî birçok faidelerin husûl bulacağını evleviyetle kabul etmek lâzımdır.

1.19. KUR'ÂN-I KERÎM'İ ÇOK OKUMAKLA VE ANLATMAKLA EMROLUNDUĞUMUZ

A- Sûre-i İsrâ Âyet: 106- Biz onu bir Kur'ân olmak üzere (âyet âyet) ayırdık ki insanlara karşı, dura dura (ağır ağır, tane tane) okuyasın. (Ve bu sûretle hafızalara kolayca yerleşsin, anlaşılmasına daha çok yardım edilmiş olsun.) Biz onu tedricen indirdik. (İyi hazmedilmesi için, birden değil, parça parça indirdik.)

B- Sûre-i Neml Âyet: 91- (De ki): “Ben ancak bu şehrin (Mekke'nin) Rabbine -ki O, bunu hürmetli kılmıştır- ibadet etmekle emrolundum. Her şey O'nundur (yaratmak ve tasarruf etmek). Ben Müslümanlardan (Allah'u Teâlâ'ya itaat ve İslâm dininde sebat edenlerden) olmamla emrolundum.”

92- “Ve Kur'ân okumamla (emrolundum). Kim doğru yolu bulursa o yolu kendi faidesine bulmuş olur. Kim de saparsa (ona) de ki: ‘Ben sadece fena hareketlerin korkunç akıbetini haber verenlerdenim.”

C- Sûre-i Fâtır Âyet: 29- Hakikat, Allah'ın Kitab'ını okumaya devam edenler, namazı dostdoğru kılanlar, kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve âşikâr infak edenler kat'iyen kesat bulmayacak bir kazanç umabilirler.

D- Sûre-i Müzzemmil Âyet: 4- Yahut (o yarının) üzerine (ilâve edip) artır (Teheccüd vaktinin zamanını). Kur'ân'ı da açık açık, tane tane oku (Ağır ağır oku. Harflerini belli ede ede. O sûretle ki dinleyenler onun harflerini sayabilsinler).

E- Sûre-i Duhâ Âyet: 11- Bununla beraber, Rabbinin nimetini (Peygamberlik ve sâir nimetlerini) (durmayıp) söyle (anlat). (Bu nimetlerin şükrünü edâ ve tebliğ vazifesini ifa et. Kur'ân gibi bir nimeti de okumak ve gayriye okutmak ve hakikatlerini açıklamaktır.)

F- Sûre-i A'lâ Âyet: 6- (Habibim!) Seni okutacağız da (aslâ) unutmayacaksın. (Sana Kur'ân'ı okutacağız, okuduğun hafızandan hiç silinmeyecek. Sen bir “ümmi”sin. Bu da senin için başka bir mûcize olacak. İstikbâl sigasıyla فَلاَ تَنْس “Felâ tensâ” yani aslâ unutmayacaksın.” buyrul-ması ve bunun böylece tahakkuku da mûcizelerdendir.)

1.20. KUR'ÂN'A TÂZİM VE BU KUR'ÂN NİMETİNİN ŞÜKRÜNÜN EDÂSINDAN MESÛL OLACAĞIMIZ

A- Sûre-i Zuhruf Âyet: 44- Şüphe yok ki O (Kur'ân), senin için de, kavmin için de kat'i bir şereftir. Siz (ondan) mesûl olacaksınız. (Hakka riâyet, onu tazim ve bu nimetin şükrünü edâ edip etmediğimizden.)

B- Sûre-i İnşikâk Âyet: 21- Ve karşılarında Kur'ân okunduğu zaman (derin saygı ile) eğilmiyorlar. (Onun yüksek belâgat ve i'câzı önünde iman ederek yahut secde etmiyorlar.)

Not: Ashâb-ı Kirâm efendilerimizden gelen rivâyete göre: İkra sûresiyle bu sûrede Resûlullah'la (sav) birlikte secde etmişlerdir.

1.21. KUR'ÂN'DA SÛRE-İ FATİHA'NIN SENÂ BUYRULDUĞU VE UMMU'L-KİTAB OLMASI

Sûre-i Hicr Âyet: 87- Andolsun ki Biz sana (namazın her rekâtında) tekrarlanan yedi (âyet-i kerime)yi (ki Fâtiha-i Şerifi) ve şu büyük Kur'ân'ı verdik.

1.22. KUR'ÂN-I KERÎM'E ANCAK TEMİZ OLANLARIN EL SÜREBİLECEĞİ; MÜŞRİK, KÂFİR, CÜNÜB OLAN, ABDESTSİZ, LOHUSA VE HAYIZLI KADINLARIN EL SÜREMEYECEĞİ

Sûre-i Vâkıa Âyet: 77- Muhakkak O, elbette çok şerefli bir Kur'ân'dır.

78- Ki sıyanet edilmiş bir kitapta (Mushaf'ta, Levh-i Mahfuz'da yazılı)dır.

79- Ona tam bir sûrette temizlenmiş olanlardan başkası el süremez.

1.23. KUR'ÂN KARŞILIĞINDA ÜCRET ALINAMAYACAĞI

Sûre-i Yusuf Âyet: 103- Sen ne kadar hırs göstersen yine insanların çoğu iman ediciler değildir (inatlarından ve küfürde ısrarlarından dolayı).

104- Hâlbuki sen buna (bu tebligata) karşı onlardan hiçbir ücret de istemiyorsun. O (Kur'ân) âlemlere nasihatten başka bir şey değildir.

Not: Kur'ân karşılığı bir ücret talep edilemez. Ancak bir kimsenin nefsinin icar edilmesi sebebiyle hizmetine karşılık bir ücret verilmesi meşru ve caizdir. Hatta çocuğuna Kur'ân okutmak üzere tuttuğun hocaya vereceğin ücret, hizmet ve mesaisi karşılığıdır. Kur'ân için aslâ câiz olamaz.

1.24. DİĞER HAK KİTAPLARDA DA KUR'ÂN'IN GELECEĞİNİN BİLDİRİLMİŞ OLDUĞU

Sûre-i Şuarâ Âyet: 196- Şüphe yok ki O (Kur'ân), daha evvel-kilerin kitaplarında da vardır.

197- İsrailoğulları bilginlerinin bunu bilmesi de onlar için bir âyet (bir delil) değil miydi?

1.25. KUR'ÂN'IN EVVELİNDE VE AHİRİNDE ÇALGI ÇALMANIN HARAM VE HATTA KÜFÜR OLDUĞU

Sûre-i Necm Âyet: 59- Şimdi siz bu söze (Kur'ân'a) mi şaşıyorsunuz?

60- Ve (istihza ederek) gülüyorsunuz, (günâhlarınıza) ağlamıyorsunuz?

61- Siz, gafil ve oyuna (çalgıya) meclup (adam)larsınız.

62- Haydi (putlara değil sizi yaratan) Allah'a secde edin, (O'na) kulluk edin.

Not: Kâfirler, Kur'ân okunduğu zaman onu dinlememek için teganniye başlarlar, oynarlardı. Bu münasebetle Kur'ân'ın hemen evvelinde ve hemen sonunda çalgı ve tegannide bulunmak yasaktır ve küfürdür.

1.26. KUR'ÂN'IN, HIFZI İÇİN KOLAYLAŞTIRILDIĞI VE KUR'ÂN'I ALLAH-U TEÂLÂ'NIN DİLEDİĞİNE ÖĞRETECEĞİ, BU SEBEPLE KUR'ÂN'IN HIFZ EDİLMESİNE EMİR BUYRULDUĞU

A- Sûre-i Kamer Âyet: 17- Andolsun ki Biz Kur'ân'ı düşünmek için (hıfzı için düşünmek ve ibret alabilmek imkânına müsait şekilde) kolaylaştırmışızdır. O hâlde bir düşünen (onun öğütlerini dinleyen, onu ezberleyen) var mı?

B- Sûre-i Rahmân Âyet:1,2- Kur'ân'ı O çok esirgeyici (Allah) öğretti. (Yani onu Allah dilediğine öğretti. Dilediğine hıfzını ve ilmini O nasib etti. Hakikat de öyledir. Sen arzu eder ve çalışırsın, Allah da murad buyurursa olur. Ve zaten yüksek kabiliyetli beşerin istidad-ı mâneviyesine sebep de budur.)

1.27. KUR'ÂN-I KERÎM MÜCMEL OLUP, BUNUN BİR KISMINI RESÛLULLAH'IN MUFASSALAN AÇACAĞI

Sûre-i Nahl Âyet: 44- (O Peygamberleri) Açık delillerle (mûcizeler ile) ve kitaplar ile (gönderdik) ve sana da Kur'ân'ı indirdik ki, kendilerine indirilmiş olan (emir ve nehyi) nâsa açıkça anlatasın ve gerek ki onlar da tefekkür edeler.

Not: Bu âyet-i celîlede işaret buyrulmuş oluyor ki, Peygamber-i zî-şânımız Kur'ân-ı Azim'in mücmel olan bir kısım âyetlerinin hükümlerini ümmetine mufassalan, açıkça beyan etmekle mükelleftir. Bu cihetle Resûl-i Ekrem'in mübarek hadisleri bir kısım mücmel ahkâm-ı Kur'âniyye'yi muvazzahan bildirmektedir; ümmetin vazifesi de bu ahkâmı Hazreti Peygamberin bildirmiş olduğu vechile bilip kabul etmektir.

1.28. KUR'ÂN-I KERÎM'İN PEYGAMBERE VERİLEN EN BÜYÜK MÛCİZE OLDUĞU; KUR'ÂN'IN FAZİLETLERİNİ BİLDİREN HADİSLER

Buharî Hadis No: 1764- Ebû Hüreyre'den (ra) Nebi'nin (sav) şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: “Hiçbir Peygamber yoktur, ancak ona (bir mûcize) verilmiştir ki, onun benzerine beşer camiası (vaktiyle) iman etmiş (de modası geçmiş) değildir (O, devre göre yepyenidir). Hiç şüphesiz ki, bana ihsan buyrulan (en büyük) harika, Allah'ın bana vahyettiği Kur'ân (mûcizesi)dir. Umarım ki, ben kıyâmet günü bütün peygamberlerin çok ümmetlisi bulunayım.”

Şârih Ayni, hadisten matlub olan mânayı şöyle takrir ediyor: Her peygambere nübüvvet davasını ispat edecek kendi zamanına göre âdet hilâfı olan birtakım mûcizeler verilmiştir ki, onları görenler imana ve o peygamberi tasdike mecbur olmuşlardır. Mesela Musa'nın (as) asâ mûcizesi gibi ki; o, uzun ve azgın bir yılana inkılâb etmişti ve İsrailoğulları arasında revâç bulan sihir ve sihirbazlıktan üstün bir harika idi. Yine böyle İsa (as) zamanında tababet müterakki idi. Ona da tababet âleminde bir harika olan ölüleri diriltmek mûcizesi verildi. Resûlullah zamanında da belâgat meşhur idi. Ukâz, Zü'1-Mecâz, Mecenne gibi senenin muayyen mevsimlerinde kurulan panayırlarda o devrin edibleri, şairleri yazdıkları kasideleri, şiirleri inşad ederek müşâare ve münâşede ederlerdi ve birinciliği kazanan şiirler atlas kumaşlar üzerine yazılarak Kâbe'nin duvarlarına asılırdı. Bu sûretle Peygamberimizin zamanına kadar Kâbe duvarlarında yedi şiir askısı toplanmıştı. Bu sûretle Resûl-i Ekrem'e de sıdk-ı nübüvvetinin i'câzkâr bir burhanı olarak Kur'ân-ı Mübin verildi. Hazreti Kur'ân, devrin ediblerini, şâirlerini müsabakaya dâvet etti: “Kur'ân'ın tamamının yahut kısa bir sûresinin, hiç olmazsa bir âyetinin benzerini getiriniz.” demişti. Fakat hüsran ile neticelenmişti. Üslubundaki belâgati ve ihtiva ettiği medeni, adli ahkâmı itibarıyla böyle bir Kitab-ı Mübin'in beliğ üslûbuna hayran olan yedi askı sahiplerinin kendileri veya aileleri edebi eserlerini Kâbe duvarından indirdiler. Kur'ân-ı Azîmü'ş-şân öyle bir mûcizedir ki, öbür peygamberlerin mûcizeleri onların hayatı zamanında yaşamış, onlar münkariz olunca mûcizeleri de münkariz olmuştur. Onların mûcizelerini görmek, ancak kendileri ile yaşayanlara münhasır kalmıştır. Peygamberimizin Kur'ân mûcizesi ise kıyâmet gününe kadar devam edecektir.

1.29. KUR'ÂN'I DAHA İYİ BİLENDEN, OKUYANDAN ÖĞRENMEK

Buharî Hadis No: 1768- Abdullah ibn-i Mesud'dan (ra): “Vallahi ben, Resûlullah'ın (sav) (doğrudan doğruya) ağzından yetmiş bu kadar sûre öğrendim.” dediği rivâyet olunmuştur.
Bu hadisin Buharî metnindeki sûret-i sevkine göre, Abdullah ibn-i Mesud hazretlerinin bu sözü bir hutbe irad ederken söylediğini Şakik ibn-i Seleme bildiriyor ve hutbesinin sonunda İbn-i Mesud'un “Vallahi Resûlullah'ın Ashâbı pek iyi bilirler ki, ben Ashâbın Allah Kitab'ını çok iyi bilen bir ferdiyim. Fakat en hayırlısı değilim.” Hadisin başka bir rivâyet tarikinde “Benden iyi bilen birisini duysaydım muhakkak ona gider öğrenirdim.” dediğini rivâyet ediyor. Râvî Şakik: “İbn-i Mesud'un iftihar için değil, Allah'ın ihsan buyurduğu nimet-i ilmi yâd ve tahdis ederek söylediği bu sözlerini cemaatten hiçbir kimsenin reddettiğini işitmedim.” diyor.

1.30. KUR'ÂN DİNLEMEYE MELEKLERİN MÜSARAAT EDECEĞİ

Buharî Hadis No: 1773- Useyd ibn-i Hudayr'dan (ra) şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Bir kere Useyd gece vakti Bakara sûresini okuyordu. Atı da yanında bağlanmıştı. Kur'ân okunurken birden at deprenmeye başladı. Useyd sustu. O susunca at da sakinleşti. Useyd tekrar okumaya başladı. At yine şahlandı. Useyd sustu, at da sakinleşti. Bundan sonra Useyd bir daha okumaya başladı. At yine hırçınlaştı. Useyd de artık vazgeçti. Useyd'in oğlu Yahya ise ata yakın bir yerde (yatmakta) idi. Atın çocuğa bir zararı dokunmasından endişe ederek çocuğu geriye çekti. Bu sırada başını kaldırıp göğe baktığında beyaz bulut gölgesine benzer bir sis içinde kandiller gibi birtakım ecramın parlamakta olduklarını gördü. Sabah olduğunda Useyd Resûlullah'a bu vâkıayı arzetti. Nebi (sav) ona: “Oku ey Hudayroğlu, oku ey Hudayr oğlu!” di(yerek okumaya devam edilmesi gerektiğini bildir)di. Useyd: “Yâ Resûlallah! Atın Yahyâ'yı çiğnemesinden endişelendim. Çünkü çocuk ata yakın bir yerde idi (Onun için okumayı kestim). O sırada başımı göğe doğru kaldırdığımda gökyüzünde bulut gölgesi gibi bir beyazlık içinde kandiller gibi ecramın parlamakta olduklarını gördüm. Artık bu beyaz gölge tabakası, içindeki ziya manzumesi ile göğe doğru çekilip çıktı. Nihâyet onu görmez oldum.” dedi. Resûl-i Ekrem: “Bilir misin onlar nedir?” buyurdu. Useyd der ki: Ben de: “Hayır” diye cevap verdim. Resûl-i Ekrem: “Ey Useyd! Onlar meleklerdi. Senin sesine yaklaşmışlardı. Eğer okumaya devam etseydin sabaha kadar seni dinlerlerdi. Nâs da onlara bakardı. Halkın gözünden gizlenmezdi.” buyurdu.

Hadisin râvîsi Useyd ibn-i Hudayr Ashâbın en meşhurlarındandır. Akabe biatinde ve Bedir gazasında bulunmak gibi en yüce mertebeleri haizdi. İbn-i Hudayr'ın en büyük husûsiyeti de hoş seda ve edâ ile Ebû Muse'l-Eş'âri derecesinde müessir Kur'ân okumasıdır. Hoş ve dürüst Kur'ân okumakta Ashâbın birincilerinden idi. Resûl-i Ekrem Ebu Musa el-Eş'arî'nin sedasını; “O, Davud Peygamber'in nağmelerinden bir nağmedir.” diye tavsif buyurduğu gibi bu âli vasfı İbn-i Hudayr'a da bahşetmiştir. Bu cihetle melekler bile okuduğu Kur'ân'ı dinlemeye müsâraat etmişlerdir. Mevzuumuz olan hadiste rivâyet olunan vâkıa gibi bir tecelliye de Kehf sûresini okurken mazhar olmuştu. Buharî'de Berâ ibn-i Azib'den (ra) bu vâkıa rivâyet olunmuştur.
Bu hadisler aynı zamanda Âdemoğullarının melekleri görmelerinin câiz olduğuna delâlet eder. Cennet-i Baki kabristanında medfundur. Hicretin 20'inci senesinde vefat etmiştir.

1.31. KUR'ÂN-I KERÎM OKUYANA GIPTA ETMENİN CÂİZ OLDUĞU

Buharî Hadis No: 1774- Ebû Hüreyre'den (ra) Resûlullah'ın (sav) şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur. Hased (hiçbir şeyde) câiz değildir, ancak iki (huy) hakkında caizdir.

1. O kimseye hased (gıpta) olunur ki, Allah ona Kur'ân öğretmiş o da gecenin (kutlu) saatleriyle, gündüzün (muayyen) zamanlarında Kur'ân okur ve komşusu işitir de: “Keşke (komşum) filana verilen Kur'ân nimeti gibi bana da ihsan olunsaydı. Ve onun mucibiyle amel ettiği gibi ben de amel etseydim.” der.

2. Öbür kimseye de gıpta olunur ki, ona da Allah mal vermiştir, o da malını hak yolunda sarf etmektedir. Şimdi birisi “Keşke şu hayır seven kişiye verilen mal gibi bana da verilse idi de onun hayır işlediği gibi ben de işlemiş olsaydım.” diye imrenir.

Hased; umûmî mânasınca bir kişinin elindeki nimetin zevalini ve kendisine intikalini temenniden ibaret kötü bir huydur. İslâm dininde olsun, sâir dinler ve ahlâki meslekler nazarında olsun mezmûmdur. Hasedin bir de husûsi mânası vardır ki, o da başkasının elindeki nimetin benzeri bir nimetin kendisinde de husûlünü temenniden ibarettir. Buna da gıpta denir ki, hadiste iki şey hakkında tecviz edilen hased, bu husûsi mânaca haseddir. Hulâsa: Hased zevâl-i nimeti; gıpta, husûl-i nimeti temennidir.

1.32. KUR'ÂN ÖĞRENEN VE ÖĞRETENLERİN, NÂSIN EN FAZİLETLİLERİ OLDUĞU

Buharî Hadis No: 1775,1776- Osman'dan (ra) Nebi'nin (s av): “Sizin hayırlınız Kur'ân öğrenen ve öğretendir.” buyurduğu rivâyet olunmuştur. Yine Osman'dan (ra) bir rivâyette de Nebi (sav) “Sizin en faziletliniz Kur'ân öğrenen ve öğretendir.” buyurdu, demiştir.

1.33. OKUNMAYAN VE MÜZAKERE EDİLMEYEN KUR'ÂN'IN ZİHİNLERDEN SİLİNECEĞİ

Buharî Hadis No: 1778- Abdullah ibn-i Mesud'dan (ra) Nebi'nin (sav) şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: “Kur'ân sahiplerinin biri için ‘Şu âyetleri unuttum.’ demek ne fena şeydir. Belki unutuldu, denilmek gerekir. Ey Kur'ân sahipleri hâfızlar! Kur'ân'ı daima okuyup müzakere ediniz. Çünkü Kur'ân'ın, hâfız kişilerin gönüllerinden ayrılıp kaçması, deve(nin boşanıp kaçmasın)dan daha zorludur.”

Hadisteki bu iki tabir arasındaki fark: “Unuttum” tabiri, tesâhulü ve muhafazasına ehemmiyet verilmediğini iş'âr eder ki, mekruhtur. Fakat “unutuldu” ve bazı Buharî râvîlerinin kıraatlerine göre: “Unutturuldu!” tabirlerinde ise böyle bir tegafül medlulü yoktur. Hulâsa; Kur'ân'ı muhafazaya ihtimâm edilmesi elzemdir. “Unuttum!” tabiriyle muhafazaya ihtimâm etmediği, lakayt kalınmış olduğu hükmü ve zihniyeti hakim olur ki, şüphesiz azim bir hatadır.

1.34. KUR'ÂN'DAN MÜSTEFİD OLAMAYAN ZÜMRELER

Buharî Hadis No: 1783- Ebû Saîd-i Hudrî'den (ra) şöyle rivâyet olunmuştur: Resûlullah'tan (sav) şöyle buyurduğunu işittim: “Sizin içinizde öyle zümreler türeyecektir ki, siz, onların namazlarının yanında kendi namazlarınızı, onların oruçlarının yanında kendi oruçlarınızı, onların iyi işleri yanında kendi salih amellerinizi küçük göreceksiniz. Onlar Kur'ân da okuyacaklar. Fakat Kur'ân(ın feyzi) onların hançerelerini geçmeyecek. Onlar, okun avdan (delip) çıktığı gibi dinden çıkacaklar.”

Bu hadisi Buharî: “Kur'ân'ın riya ve onunla yemek, geçim temin etmek ve intifa için veyahut fısk-u fücûra ve haksızlığa âlet edinerek okunmasının günâhı” hakkında açtığı bir bâbında rivâyet etmiştir ve mevzuu bahsimiz olan Ebû Saîd Hudrî hadisinden önce Hz. Ali'den de şu meâldeki hadisi rivâyet etmiştir: Nebi'den (sav) şöyle buyurduğunu işittim: “Âhir zamanda yaşları küçük, tecrübeleri kıt bir zümre yetişecektir. Onlar Peygamberin tebligatından bahse-decekler. Fakat bunlar (şiddetle atılan) okun avı delerek avdan öne süratle çıktığı gibi İslâm dininden hemen çıkıverecekler. Siz bunları (bu hâricîleri) nerede rastlarsanız hemen öldürünüz. Çünkü (bunlar bozguncudurlar) bunları öldürmekte öldüren kişiye kıyâmet gününde ecir ve sevab vardır.”

Hz. Ali hadiste bildirilen tecrübesiz, akılsız gençler zümresiyle Hâricîleri kasdetmiştir. Sıffîn vak'ası neticesinde bu iş hakeme havale edilince, bir meş'um hizip (Hâricîler) “Allah'tan başka hakem olamaz.” diye Hz. Ali'ye isyan edip, onu tekfir etmişlerdi. “Allah'tan başka hakem yoktur.” sözü Kur'ân meâli ise de Hâricîler bu hak sözle bâtıl kasdederek, neticede bozgunculukla Hz. Ali'ye isyan etmişlerdi. Millet için bir reise lüzum olmadığını iddia ederek bozgunculuğu bir esas olarak kabul eden bu anarşist zümre nihâyet tenkil edilmiştir. Buharî'nin bir rivâyetinde Huzeyfe ibn-i Yemân da “Birtakım dâîler, yani çığırtkan hatibler türeyecek, onlar bizim dilimizle, bizim dini kaidelerimizle, bizim dini hislerimize hitab edecekler ve ümmeti cehenneme ve felakete dâvet edecekler.” diye rivâyet etmiştir ki, hadis şarihleri bunların başsız yaşamak isteyen ve ümmetin içtimâi fevzâsını ihtiyar eden Hâricîler olduğunu bildiriyorlar.

1.35. KUR'ÂN OKUYAN VE OKUMAYANLARIN MANEVÎ AHVÂLİ

Buharî Hadis No: 1784- Ebû Musa El-Eş'arî'den (ra) Nebi'nin (sav) şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: “Şu bir hâlis mü'min ki; Kur'ân okur ve onun muktezasıyla amel eder, o tadı güzel, kokusu güzel turunç (meyvesi) gibidir. Şu bir mü'min de Kur'ân okumaz, fakat mu'cebiyle amel eder. Bu da tadı güzel, fakat kokusu olmayan hurma gibidir. Kur'ân okuyan (fakat mu'cebiyle amel etmeyen) münafığın benzeri de kokusu güzel, fakat acı reyhâne (otu) gibidir. Kur'ân okumayan münafığın benzeri de tadı acı ve kötü, kokusu acı Ebû Cehil karpuzu gibidir.”

Buharî Hadis No: 1785- Cündeb ibn-i Abdullah'tan (ra) Nebi'nin (sav) şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: “Kur'ân üzerinde gönülleriniz birleştikçe Kur'ân okuyunuz. Kur'ân hakkında ihtilâf edince de artık kalkıp oradan dağılınız.”

1.36. EHL-İ KİTAB'IN DİNLERİ HESABINA KONUŞTUKLARI KİTAPLARINA KARŞI ALINACAK TAVIR

Buharî Hadis No: 1679- Ebû Hüreyre'den (ra) şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Ehl-i Kitab (olan Yahudiler) Tevrat'ı İbrânice (metni) ile okurlar, Arap diliyle de Müslümanlara tefsir ederlerdi. Bu hususta Resûlullah (sav) Ashâbına “Siz ehl-i Kitab'(ın sözlerin)i ne tasdik, ne de tekzib ediniz. Ancak (Biz Allah'a ve bize indirilen Kur'ân'a iman ettik…) deyiniz.” buyurmuştur.

Bu âyetlerde tâlim buyrulduğu üzere biz Müslümanlar, Peygamberlere nâzil olan bütün semâvi Kitap'lara inanıp iman etmeye memur bulunuyoruz. Fakat târihen sabit olan bir hakikattir ki, Yehûdî ahbâriyle Hıristiyan papazları bu semâvi Kitap'ları tahrif etmişlerdir. Bu Kitap'lar nâm ve hesabına hikâye ettikleri şeylerin eğrisini doğrusundan ayırt edecek ilmi bir mikyasımız da yoktur. Bu vaziyette biz Müslümanlara düşen vazife, hadiste bildirildiği üzere tevakkuftur, ne tasdik, ne tekzib etmemektir. Tekzibde isabet edemezsek Allah'ın iman etmemizi emrettiği şeyi inkâr etmek vaziyetine düşeriz. Şâyet tasdik ettiğimiz muharrefse biz de onların tahrifine iştirak etmiş oluruz. Bu cihetle Ashâb-ı kirâm bu nev'i müşkil meselelerde tevakkuf etmişler ve hemen cevap vermeyip ta'lik etmişlerdir.

Düşünmek icab eden işlerde tevakkuf, ihtiyat mesleğidir ki, vera' tabir olunur ve: “Haram işlemek korkusuyla şüpheli şeyden sakınmak.” diye tarif edilir. Böyle ictihad mahalli olan meselelere cevval fikir sahipleri el korlar ve usûl kaidelerine göre ictihad ederek iki mezhep ve delilden birisini öbürüne tercih ile hükmü tayin ederler. Bu iki meslek sahiplerinden her ikisi de niyetiyle me'cûr ve müsab olurlar.

1.37. RESÛLULLAH'IN KUR'ÂN'I BAŞKASINDAN İŞİTMEKTEN HOŞLANDIĞI

Buharî Hadis No: 1693- Abdullah ibn-i Mesud'dan (ra) şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Bir kere Nebi (sav) bana: “Ey İbn-i Mesud! Haydi bana Kur'ân oku.” diye emretti. Ben de: “Yâ Resûlallah! Kur'ân sana gönderildiği hâlde onu size nasıl okuyacağım.” dedim. Resûl-i Ekrem: “Kur'ân'ı ben başkasından işitmekten çok hoşlanırım.” Ben de Sûre-i Nisâ'yı (âyet: 41) okumaya başladım. Okurken; “Habibim! (kıyâmet günü) her ümmetten (onun peygamberini) bir şâhid getirdiğimiz, seni de onların üzerine şâhid getirdiğimiz vakit (bakalım münkirlerin hâli) nasıl olacak.” âyetine gelince Resûl-i Ekrem: “Sus!” buyurdu. O sırada gördüm, ki Resûlullah'ın iki gözü yaş döküyordu.

Bu âyet-i kerime mucibince Resûl-i Ekrem'in -şahadet üzerine şahadet olarak- şahadet buyurması bütün beşeriyete şâmil ve ifası ağır bir vazife idi. Resûl-i Ekrem âmme üzerine şâhid olduğu gibi şefaatçiydi de. Bu iki vazi-fenin azameti kendisini ağlatmıştı.

1.38. KUR'ÂN'I HIFZEDENLERİN İND-İ İLÂHİ'DEKİ MEVKİLERİ

Buharî Hadis No: 1755- Âişe'den (rha) Nebi'nin (sav) şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: “Kur'ân'ı ezberleyerek (talâkatle) okuyan hafızın benzeri, vahiy getiren meleklerdir (fazilette ikisi beraberdir). Kur'ân'ı hafız olmayarak okuyan ve bu sûretle okumak kendisine zorluk veren kimse için de iki ecir vardır. (Kur'ân okumak ecri, zorluk ecri.)”

1.39. KUR'ÂN'IN YEDİ LEHÇE ÜZERİNE NÂZİL OLDUĞU

Buharî Hadis No: 1331- İbn-i Abbas'tan (ra) rivâyete göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Bana Cibril Kur'ân'ı, bir okunuş üzerine okuttu. Ben de durmadan bunun artması (ve Arabın bundan başka okuyuşlarıyla da okunmasını) isterdim. Tâ yedi türlü okunuşa erişinceye kadar bu dileğimde ısrâr ettim (Her talebim Allah tarafından is'âf olundu).”

Her dilde ifade tarzı itibarıyla türlü sigalar ve lehçeler bulunduğu gibi, Arapçada da müteaddit kabilelerin kendilerine has bir lehçesi ve bir ifade tarzı vardır. Kur'ân-ı Mübin'in kelimeleri ekseriyetle Kureyş kabilesi lehçesi üzerine nâzil olduğu gibi, bazısı Hüzeyl, bazısı Hevâzin, bazısı da Yemen lügatıyla nâzil olmuş ve o sûretle okunmuştur. Resûlullah, bütün Arap kabilelerinin gönüllerini, Kur'ân'ın tevhid ve medeniyet nuru üzerinde toplanmasını istiyordu. Bunun için Kur'ân'ın tamamen Kureyş lügati üzerine, bazı kelimelerinin öbür Arap lehçeleriyle gönderilmesini istemiş ve bu dileğinde ısrar etmiş ve böylece, Araplar arasında taayyün etmiş yedi kabilenin lehçesi üzerine gönderilmiştir. Aynı zamanda bu bir genişletme idi. Hz. Kur'ân'ın kabileler arasında süratle intişarı için teshil edilmişti. Nasıl ki on sene içinde Kur'ân'ın Arap ceziresi dâhilinde intişarı hususunda müessir olmuştur. Bu sûretle Kur'ân'ın yayılması kolaylaştıktan sonra, Peygamberin irtihâl ettiği senenin Ramazan'ında (arza-i âhire) denilen ve Resûlullah'ın Cibril ile Kur'ân'ı son müdârese ve müzakereleri üzerine Kureyş lehçesi takarrür etti. Buharî'nin bu bâbında Hz. Fâtıma vasıtasıyla bizzat Resûlullah'tan tahric ettiği bir hadiste; Cibril'in her sene Ramazan geceleri geldiği ve o zamana kadar nâzil olan âyetleri ve sûreleri arz ile müzakere ve mümarese edildiği bildirilmiştir.

Bir ciheti hassaten kaydetmek isteriz ki, lehçeler arasındaki bu fark ve ihtilâf, bir tenevvü ve tegayyürden ibârettir. Tezat ve tenakuz değildir. Çünkü tezat ve tenakuz Kur'ân hakkında muhaldir. Sonra Kur'ân'ın her kelimesi yedi lehçe ve yedi vechile nâzil ve bu sûretle okunmuş da değildir. Belki bazı kelimeleri Kureyş, bazı kelimeleri de diğer kabilelerin lehçeleriyle gönde-rilmiştir. Kur'ân'a âit ilimlerin en büyük üstadı Abdullah ibn-i Mesud (ra), “Hadisteki muhtelif kabilelerden Kur'ân okuyanların kıraatlerini dinledim, işittim. Hepsini mâna itibarıyla birbirlerine yakın buldum. Sizin aranızda (geliniz) mânasına olan (Helumme, Akbil) demeniz gibi ki, -hepsi bir kapıya çıkar- artık nasıl öğrendiyseniz öyle okuyunuz.” demiştir. سَبْعَهء اَحْرُفْ “Seb'a-i âhruf” tabiri medlûlü müşkül, mânası itibarıyla müteşabih bir tabirdir. Ve medlûlünü tayinde pek çok fikirler serdedilmiştir ki, en güzeli Abdullah ibn-i Mesud'un yukarıda bildirdiğimiz ictihadıdır.


HAKK'A DÂVET

NASİHAT-I İSLÂMİYYE