
22.1. ALLAH İNDİNDE EN MAKBUL OLAN TEVBENİN BEYANI İLE NEFSİNİ ISLAH EDENLERİN MAĞFİRET OLACAĞI VE ALLAH İNDİNDE MAKBUL OLMAYAN TEVBE
22.1.1. İstiğfarın Kabul Edilip Edilmeyeceği
A- Sûre-i Nisâ Âyet: 16,17- …Allah tevbeleri en çok kabul eden, en çok esirgeyendir. Allah indinde (makbul olan) tevbe, kötülüğü ancak cahillik sebebiyle yapacakların, sonra da çarçabuk (vazgeçip) tevbe edecek olanların (tevbesi)dir. İşte Allah'ın tevbelerini kabul edeceği kimseler bunlardır. Allah (herkesin içini dışını) hakkıyla bilendir, tam bir hüküm ve hikmet sahibidir.
18- (Yoksa makbul olan o tevbe) Kötülükleri yapıp yapıp da onlardan (yani böyle yapanlardan) herhangi birine tâ ölüm gelince: “Ben şimdi hakikaten tevbe ettim.” diyenlerin tevbesi değil. Kendileri kâfir olarak öleceklerin (tevbesi) de değil. Bunlar (öyle işte), Biz onlar için pek acıklı azab hazırlamışızdır.
Not: Bu âyet-i celîlelerden anlaşıldığına göre, bu ikisi arasında bulunan, yani bilerek günâh yapan, çok geçmeden tevbe etmeyip seyyiatı itiyad eden ve maamafih hâleti nez'a gelip hayattan meyus olmadan evvel tevbe edenlerin tevbelerinin kabulü kat'i değildir. Meşiyyet-i İlâhiyeye kalmıştır. Bu bâbda tahkik şudur ki, hâleti nezi'den önce henüz hayattan meyus olmazdan evvel, küfürden tevbe ile iman makbuldür. Fakat hâleti nezi'de yeis hâlinde küfürden tevbe, iman makbul değildir. İmandan sonra amel-i hayr kesb edilecek bir zaman bulunmalıdır. Lâkin mü'min-i fâsıkın son nefesindeki tevbesi de makbul olabilir. Çünkü لاَ تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللهِ “Lâ taknetû mi'r-rahmetillâh”tır. Şu kadar ki bu tevbenin de kabulü kat'i olarak mev'ud değildir.
B- Sûre-i Nahl Âyet: 119- (Bundan) Sonra (şunu bil ki) senin Rabbin bir cehalet yüzünden kötülük yapıp da sonra bunun ardından tevbe ve ıslah(-ı nefs) edenlerin, hiç şüphesiz, lehinedir. Hakikat, senin Rabbin, (bu hâllerin) arkasından elbette çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.
22.2. BÜYÜK GÜNÂHLARDAN KORUNANLARIN KÜÇÜK GÜNÂHLARININ AFFOLACAĞI
Sûre-i Nisâ Âyet: 31- Eğer yasak edildiğiniz büyük (günâh)lardan kaçınırsanız, sizin (öbür, küçük günâhlarınızı) kabahatlerinizi örteriz ve sizi şerefli bir mevkiye (getirip) sokarız.
22.3. ALLAH-U TEÂLÂ'NIN ŞİRK VE KÜFÜR EHLİNİ İMAN ETMEDİKÇE AFFETMEYECEĞİ VE FAKAT BUNUN DIŞINDA GÜNÂHKÂR OLANLARDAN DİLEDİĞİNİ İSTİĞFARSIZ DA AFFEDECEĞİ
Sûre-i Nisâ Âyet: 48- Şüphesiz ki Allah, kendisine eş tanımasını yarlığamaz. Ondan başkasını, -dileyeceği kimseler için- yarlığar. Kim Allah'a eş tutarsa muhakkak pek büyük bir günâh ile iftira etmiş olur.
116- Şüphesiz ki Allah, kendisine eş tanınması(nın günâhını) yarlığamaz. Ondan başkasını, dileyeceği kimse için, yarlığar. Kim Allah'a eş tanırsa muhakkak ki o, (doğru yoldan) uzak bir sapıklıkla sapmıştır.
22.4. GÜNÂHLARINA İSTİĞFAR EDENLERİN ALLAH TARAFINDAN AFFEDİLECEĞİ
A- Sûre-i Nisâ Âyet: 110- Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulmeder de sonra Allah'tan mağfiret isterse o, Allah'ı çok yarlığayıcı, çok esirgeyici bulur.
B- Sûre-i En'âm Âyet: 54- Âyetlerimize iman(da sebat) edenler sana geldiği zaman de ki: “Selâm sizlere. Rabbiniz kendi üzerine (şu) rahmeti yazdı. İçinizden kim bilmeyerek bir fenalık yapıp da sonra arkasından tevbe etmiş ve düzelmiş ise şüphesiz ki O, çok yarlığayıcı çok esirgeyicidir.”
55- Günâh işleyenlerin yolu seçilip sana belli olsun diye böylece âyetleri açıklıyoruz.
C- Sûre-i Furkân Âyet: 71- Kim (günâhlardan) tevbe (ve rücû) eder, güzel amel (ve hareket)te de bulunursa muhakkak o, Allah'a -tevbesi makbul ve (Allah'ın) rızasına erişmiş olarak- döner.
D- Sûre-i Tahrim Âyet: 8- Ey iman edenler! Tam bir sıdk-u hulûsa mâlik bir tevbe ile (bir daha günâha dönmemek, bunu aslâ arzu da etmemek şartıyla) Allah'a dönün. Olur ki Rabbiniz kötülüklerinizi örter ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar. O gün Allah, Peygamberini ve iman edip onunla beraber olanları rüsvay etmeyecek, nurları önlerinde ve sağlarında koşacak (sırat üzerinde) mü'minler, “Ey Rabbimiz!” diyecekler, “(Münâfıkların nuru söndüğü zaman) bizim nurumuzu tamamla. (Bizi cennete ulaştır. Denildi ki: Mü'minlerin nurları birbirinden farklı olacak. Onun için tefaddulen tamamını isteyecekler.) Bizi yarlığa, şüphesiz ki sen her şeye hakkıyla kâdirsin.”
Not: Hz. Ali'ye (kerremallahü veche) tevbeyi sordular. Buyurdu ki: O, altı şeyle tahakkuk eder: 1- Geçmiş günâhlara karşı pişmanlık, 2- Terkedilmiş farzları ödemek, 3- Kul hakkını red ve edâ, 4- Hısımlarla helâlleşmek, 5- Bir daha günâha dönmemek 6- Nefsini masiyet içinde terbiye ettiğin gibi Allah'a taatte de terbiye etmek. “Keşşaf” bunlara, şu yedincisini ilâve etmiştir: “Nefsine masiyetlerin lezzetini tattırdığın gibi taatlerin de acılığını tattırmak.” Hasan-ı Basri hazretleri der ki: “Tevbe günâha buğzetmek ve her hatıra geldikçe istiğfar eylemektir.”
22.5. EHL-İ ŞİRK VE KÜFRÜN İMAN ETMESİYLE GEÇMİŞ GÜNÂHLARININ AFFEDİLECEĞİ VE KÖTÜLÜKLERİNİN İYİLİĞE ÇEVRİLECEĞİ, MÜ'MİNLERİN DE KÖTÜLÜKLERİNİN İYİLİĞE ÇEVRİLECEĞİ VE DAİMA ALLAH'IN RAHMETİNDEN ÜMİTVÂR OLMAK GEREKTİĞİ
A- Sûre-i A'râf Âyet: 153- Kötülükler işleyip de sonra ardından tevbe ve bununla beraber iman edenler(e gelince): Şüphesiz ki Rabbin bunun ardından (o tevbe ve imanlarından sonra) elbette (kendilerini) yarlığayıcıdır, hakkıyla esirgeyicidir.
B- Sûre-i Furkân Âyet: 70- (Azabdan kurtulabilmek için) Meğerki (şirkten) tevbe ve iman edip iyi amel (ve hareket)te bulunan kimseler ola. İşte Allah bunların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir. (İman edip doğru yola girenlerin istiğfarlarından sonra günâhlarının haseneye tebdili mümkün olunca, iman edip duran mü'min-lerin tevbelerinden sonra günâhlarının hayra tahvili tabiidir.)
C- Sûre-i Zümer Âyet 53- De ki: “Ey kendilerinin aleyhinde (günâhta) haddi aşanlar! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah bütün günâhları yarlığar. (Şirkten ve küfürden tevbe ve iman etmek sûretiyle.) Şüphesiz ki O, çok yarlığayıcıdır, çok esirgeyicidir.” (Resûlullah bu âyet hakkında “Bu âyeti ne dünyaya, ne de dünyada bulunan hiçbir şeye değişmem.” buyurmuşlardır.)
54- “Size azab gelip çatmazdan evvel Rabbinize dönün, O'na teslim olun (Müslüman olun). Sonra yardım edilmezsiniz.”
55- “Rabbinizden size indirilenin en güzeline (Kur'ân'a, azimete, emrolunduklarınıza) -kendiniz farkında olmayarak, ansızın (başınıza) azab gelmezden önce- tâbi olun.”
22.5.1. Allah'ın Rahmetinden Ümit Kesilmemesi
Buharî Hadis No: 1729- İbn-i Abbas'tan (ra) rivâyete göre müşriklerden birtakım kimseler adam öldürmüşler ve birçok cinâyet irtikâb etmişler ve zina edip bunda da çok ileri gitmişlerdi. Bunlar bu kusurlarıyla Muhammed'e (sav) gelerek: “Yâ Muhammed! Senin tebliğ ve kendisine dâvet ettiğin İslâm dini şüphesiz ki çok güzeldir. Bize vaktiyle işlediğimiz bunca cinâyet ve sefahatin keffâreti (ve arınmak yolu) bulunduğunu bildirseniz.” demişlerdi. Bunun üzerine şu meâldeki âyetler nâzil oldu:
Onlar ki, Allah ile birlikte başka bir ma'buda (Tanrıya) duâ etmezler ve Allah'ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Her kim de bunları yaparsa ağır cezaya uğrar. Kıyâmet günü ona iki kat azab edilir. Ve muhakkak azabda ebedî zelil ve hakir kalırlar. Ancak tevbe ve iman edip hayır işleyenler başkadır. Çünkü Allah bu tevbekâr mü'minlerin kötülüklerini iyiliklerle değiştirir. Çünkü Allah Gafur, Rahîm bulunuyor. (Sûre-i Furkân Âyet: 68,69,70)
Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyiniz. (Sûre-i Zümer Âyet: 53)
Unvanımızdaki âyet-i kerimenin nüzulüne sebep olarak İbn-i Abbas'tan, İbn-i Ömer'den Müfessir Katade'den müteaddit sebepler rivâyet olunmuştur ki, mevzuu bahsimiz olan hadis, İbn-i Abbas'tan gelen rivâyetlerden birisidir. Bir rivâyet göre de şehidlerin ulusu Hz. Hamza'nın katili Vahşi hakkında nâzil olduğu yolundaki rivâyettir. İbn-i Ömer de şöyle demiştir: Ayyaş ibn-i Rabia, Velid ibn-i Velid ve daha bir kaç kimse Müslüman olmuşlardı. Fakat müşriklerden gördükleri azab ve işkence üzerine iğfal edilmişlerdi. Biz ashâb arasında bunlar hakkında: “Bunlar
Müslüman oldular. Sonra bir azab görünce dinlerini bıraktılar. Artık bunlar dinlerine tekrar dönseler bile Allah kabul etmez.” derdik. Bunun üzerine bu âyet nâzil oldu.
Müfessir Katâde'den naklolunan rivâyet daha umûmîdir. Şöyle ki, İslâm'dan evvel câhiliyet zamanında birçokları cehalet eseri birtakım ağır cürümler, cinâyetler işlemişlerdi. Bunlar vaktiyle irtikâb ettikleri cürümlerin bir türlü temizlenemeyeceğinden korkarlardı. Bunun üzerine unvanımızdaki âyet nâzil oldu. Bir âyet müteaddit sebeplerle gönderilmiş olabileceğinden, sebep taaddüd edebilir.
Unvanımızdaki âyet-i kerime ve ondaki “Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz.” cümlesi Kur'ân'da en çok ümit verici bir hitâb-ı İlâhi olduğu bildirilir. Şu kadar ki, bu ziyade, ümit, gurur ve masiyete teşvik değil, ancak en ağır cürüm ve cinâyet irtikâb edenlerin bile ümitsizliğe düşmeyerek tevbe ve istiğfar ile inâyet-i İlâhiyyeye dehâlet etmelerini tâlimden ibaret olduğu bilinmelidir.
22.6. ALLAH-U TEÂLÂ'NIN DİLEDİĞİNE İSTİĞFAR NASİB EDECEĞİ
Sûre-i Tevbe Âyet: 15- Ve kalblerindeki gazabı gidersin (Müslü-manlara zulmedenlerle cihad edildiği takdirde düşmanların kalbindeki kinlerinin kırılacağını beyandır ki o zaman onlardan) Allah, kimi dilerse ona tevbe nasib eder. (Nitekim küfrün imâmları -rehberleri- olan Ebû Sufyan bin Harb, İkrime bin Ebû Cehil, Süheyl bin Amr gibi ruesa Mekke'nin fethinde tevbekâr olup İslâm'ı kabul etmişlerdir.) Allah hakkıyla bilendir. Tam bir hüküm ve hikmet sahibidir O.
22.7. MÜŞRİK VEYA KÂFİR OLDUĞU HÂLDE ÖLENLERE EN YAKIN HISIM, AKRABA OLSA DAHİ İSTİĞFAR EDİLMESİNİN MEN OLDUĞU VE EDİLSE DAHİ KABUL EDİLMEYECEĞİ, YAŞAYAN-LARA İSE İSTİĞFARIN CÂİZ OLDUĞU
Sûre-i Tevbe Âyet: 113- Müşriklerin, o çılgın ateşin yârânı (cehennemlik) oldukları muhakkak meydana çıktıktan sonra, artık onların lehine, velev hısım olsunlar, ne Peygamberin, ne de mü'min olan-ların istiğfar etmeleri doğru değildir.
114- İbrahim'in, babasına olan istiğfarı ancak ona ettiği bir vaadden dolayı idi. Yoksa onun Allah'ın bir düşmanı olduğu kendisince besbelli olunca o, (bu istiğfarını kesti ve) ondan uzaklaştı. İbrahim cidden pek çok tazarru ve niyaz eden, (kalbi yufka ve ezaya karşı) gerçekten sabırlı (bir zât) idi.
Not: Cumhur, bu âyetin Ebû Talib hakkında nâzil olduğunu nakletmişlerdir. Efendimiz (sav): “Nehy olunmadığım müddetçe her hâlde ben senin için istiğfar edeceğim.” diye amcasına söz vermişti. Sonra da bu âyet nâzil oldu ki, zâhiren küfrüne delâlet etmektedir. Bazı ulemâ, burada istiğfardan murad namazdır, demişler. Gerçi cenaze namazı da bir istiğfardır. Fakat mağfiret talep etmek demek olan istiğfar namazdan eâmdır, zâhir olan da budur.
Buradaki tebeyyün ya küfr üzere öldükleri malûm bulunmak veya öyle ölecekleri hakkında vahy nâzil olmak sûretiyle olabilir. Bundan anlaşılır ki, küfr ile öleceği hakkında nass vârid olmayıp henüz berhayat bulunan kâfirler için iman, nasib olmak me'mul bulunduğundan dolayı istiğfar câiz olabilecektir. Nitekim Hz. İbrâhim'in babasına istiğfarı da bu haysiyetle olduğu anlatılarak buyruluyor ki; Sûre-i Meryem'de ve kezâlik Sûre-i Mümtehine'de vaadetmiş ve Sûre-i Şuarâ'da istiğfar eylemişti. Fakat ona onun -yani İbrahim'e babasının- Allah'a düşman olduğu tebeyyün etti, o zaman istiğfardan teberrî eyledi. Demek ki vaad ve istiğfarı kayd-ı hayat ve ümid-i iman ile idi. “Şüphesiz ki İbrahim bir evvah-i halîmdir.” buyrulmakla, İbrahim'in (as) içinden, derûnundan yanar, o bir halîmdi. Öfkesinden, sabırsızlığından değil, derunî inlemesi, çok ince kalbli, sabırlı ve mütehammil olmasındandı. Böyle bir hilkate sahip olan İbrahim, babasının Allah'a aduvv olduğu tebeyyün edince Allah'a olan muhabbet ve haşyetinden dolayı o istiğfardan derhâl teberrî etti. Demek ki Allah düşmanları hakkında duâ ve istiğfarın kabul edilmesi ihtimâli olsa idi, İbrahim gibi müstecabu'dduâ ve bir evvahın duâ ve istiğfarı icabetsiz kalmazdı. Ve O, o istiğfardan teberrî etmezdi. Binâenaleyh bundan da anlamalı ki, ashâb-ı cahim oldukları tebeyyün edenlere ne mü'minlerin ne de Peygamberin istiğfar etmesi câiz değildir. O hâlde bundan evvel istiğfar etmiş olanlar muâheze olunur mu? Hayır, çünkü:
Sûre-i Tevbe Âyet 115- Allah, bir kavme hidâyet ettikten (İslâm'a muvaffak kıldıktan) sonra korunacakları şeyleri kendilerine beyan edinceye kadar onları idlâl etmez. (yani hükm-ü İlâhi kendilerine beyan edilmeden evvel bilmeyerek yaptıkları hatalardan dolayı onları tarik-i Haktan sapmış olmakla tavsif ve ittiham eylemez.)
22.8. GÜNÂH İŞLEYEN HİÇBİR NEFSİN GÜNÂHININ (O GÜNÂHA KİMSEYİ TEŞVİK ETMEDİĞİNDE) BAŞKA BİR KİMSEYE YÜKLENEMEYECEĞİ
Sûre-i Fâtır Âyet: 18- Günâh işleyen hiçbir nefis, başkasının günâhını çekmez. Eğer yükü (günâhı) ağır bir kişi (diğer birini) onu taşımaya çağırırsa, bu, hısımı da olsa, kendisine ondan hiçbir şey yükletil(mesine rıza göster)mez. Sen ancak gaibâne Rabbinden korkmakta olanları, namazı dostdoğru kılanları sakındıracaksın. Kim temizlenirse (taatleri yapmak, masiyetlerden kaçınmak sûretiyle) sırf kendi faidesine temizlenmiş olur. Nihâyet varış Allah'adır.
22.9. KİMLERİN TEVBELERİNİN KABUL OLUNMAYACAĞI
Sûre-i Âl-i İmrân Âyet: 90- Hakikat, imanlarının arkasından küfretmiş, sonra da küfrünü artırmış olanların tevbeleri aslâ kabul olunmaz. İşte onlar sapıkların tâ kendileridir.
91- Hakikat, küfredenler ve kendileri kâfir olarak ölenler (yok mu?) Onlardan hiçbirinin (bilfarz) yeryüzünü dolduracak miktardaki altını dahi -onu feda etse- kat'iyyen makbul olmaz. İşte onlar! Pek acıklı bir azab onların (hakkı)dır. Kendilerinin hiçbir yardımcıları da yoktur.
22.10. AMELLERİ SEBEBİYLE MAĞFİRETE UĞRAYACAK ZÜMRELERİN KİMLER OLDUĞU
Sûre-i Âl-i İmrân Âyet: 195- Nihâyet Rableri onlar(ın, salim akıl sahiplerinin duâların)a (şöyle) icabet etti: “İçinizden gerek erkek, gerek kadın -ki kiminiz kiminizden (hasıl olmadır, yani Hakkın nazarında hepiniz müsâvisiniz)- (hayırlı) bir iş yapanın amelini Ben elbette boşa çıkarma-yacağım. İşte hicret edenlerin, yurtlarından çıkarılanların, Benim yolumda işkenceye, hakarete, ziyana uğrayanların, muharebe edenlerin ve öldürülen-lerin de, andolsun suçlarını örteceğim ve andolsun, Allah canibinden bir mükâfat olmak üzere, onları altlarından ırmaklar akan cennetlere de sokacağım. (Daha büyük ve) güzel mükâfat ise Allah'ın yanındadır.”
Not: Ümm-ü Seleme (ra) anlatıyor: “Yâ Resûlallah! Hicret(in mükâfatları) hakkında kadınlara dâir bir şey zikr edilmiş olduğunu işitmedim, demiştim. Bunun üzerine iş bu âyet-i celîle nâzil oldu.” diyor.
22.11. TEVBE VE İSTİĞFAR EDENLERLE BERABER OLUP ONLARI YÜZ ÜSTÜ BIRAKMAYIP, ALLAH'IN EMRETTİĞİ ŞEYLERİ ONLARA ÖĞRETMEK VE ONLARLA BERABER DOĞRU YOL ÜZERİNDE BULUNMAK
Sûre-i Hûd Âyet: 112- O hâlde sen (Habibim), maiyetindeki tevbe edenlerle beraber, emrolunduğun vechile dostdoğru hareket et. Aşırı gitmeyin. Çünkü O, ne yaparsanız (hepsini) hakkıyla görücüdür. (Peygam-berimizi kocattıran şiddetli âyetin bu olduğunu Resûl-i Ekrem Efendimiz beyan buyurmuşlardır. Çünkü Cenâb-ı Hakk yalnız Habibine değil, onunla beraber mü'minlere de istikâmeti emretmektedir.)
22.12. ALLAH'IN DİLEDİĞİNE TEVBE NASİB EDECEĞİ
Sûre-i Tevbe Âyet: 15- (Düşmanlar Müslümanların eli ile cezalan-dırılıp göğüslerini ferahlandırsın) Ve kalblerindeki gazabı gidersin. Allah kimi dilerse ona tevbe nasib eder. (Nitekim küfrün imâmları, rehberleri olan Ebû Sufyan bin Harb, İkrime bin Ebû Cehil, Süheyl bin Amr gibi ruesâ, Mekke'nin fethi günü tevbekâr olup İslâm'ı kabul etmişlerdir.) Allah hakkıyla bilendir, tam bir hüküm ve hikmet sahibidir O.
22.13. HAK SAHİBİ RÂZI OLMADIKÇA KUL HAKLARININ AFFEDİLMEYECEĞİ
Sûre-i Ahkâf Âyet: 31- “Ey kavmimiz! Allah'ın dâvetçisine (Hz. Muhammed'e -sav-) icabet edin. O'na iman edin ki (Allah) sizin günâhla-rınızdan bir kısmını yarlığasın ve sizi çok elem verici bir azabdan kurtarsın.”
Not: Günâhların bir kısmı Hakkullah'a taalluk eden günâhlardır. Affedil-mesi vaadedilen günâhlar bunlardır. Kul hakları değil. Zira kul haklarına taalluk eden günâhlar, hak sahibini razı etmedikçe yarlığanmaz. İmâm Ebû Hanife rahimehullah bu âyet-i kerimeye göre mü'min cinler için sâdece cehennemden selâmet vardır, sevab yoktur, demiştir. Rahmân sûresinin 56'ncı âyet-i kerimesi gereğince cennete gireceklerini, orada yiyip içeceklerini ve azabın da olacağını ekser ehl-i ilim kabul etmiştir.
22.14. İSLÂM'A GİREN BİR KİMSENİN HAKKINDA BİLGİSİ OLMADIĞI BİR AMEL-İ SÂLİHADAN VE SEYYİATTAN DOLAYI MESÛL OLAMAYACAĞI VE BU GÜNÂHLARININ MAĞFUR OLACAĞI
Sûre-i Mâide Âyet: 93- İman edip de salih amellerde bulunanların üzerine, ittika edip mü'min bulundukları ve güzel güzel işleri işledikleri, sonra da muttakî oldukları ve iman eyledikleri, sonra da ittika da bulunarak ihsan yaptıkları takdirde -evvelce- tatmış oldukları şeyde bir günâh yoktur. Ve Allah Teâlâ muhsin olanları sever.
Not: Bu âyet-i kerime, Uhud'da şehid olup da, içki ve kumar haram olma-dığı için içkili olarak ölenlerin durumu hakkında vârid olan suale cevaben nâzil olmuştur. Çünkü onlar içki içiyor, kumardan kazandıklarını yiyorlardı. Bİlâhare bu içki ve kumarın tahriminden dolayı onlara bir mesûliyet gelip gelemeyeceği sorulduğunda, onların mağfur olduğu bu âyetle bildirilmiştir.
22.15. BOZDUĞUNU ISLAH EDEN, GİZLEDİĞİNİ DOĞRU OLARAK AÇIKLAYANLARIN DA TEVBELERİNİN KABUL OLACAĞI
Sûre-i Bakara Âyet: 160- (Küfür ve masiyetlerinden dolayı) Tevbe edenleri ve (ifsad ettiklerini) ıslah eyleyenler ve (kitaplarda gördükleri hakikatleri saklamaktan vazgeçip) beyanda bulunanlar müstesna işte (onlar lânete hedef olmaktan kurtulurlar). Ben onların tevbelerini kabul ederim. Ve Tevvâb, Rahîm olan ancak benim.
Not: Bu âyet-i kerime, semâvi Kitap'larda yazılı bilgileri tahrif edenlerle, bilcümle ilmi bilgileri saklayıp onlar hakkında, ağır hitablara hedef olanlar hakkında nâzil olmuştur. Böylece tahrib ettiklerini düzeltip, doğruyu açıkla-dıkları ve küfürlerinden vazgeçip istiğfar ettikleri takdirde aff-ı İlâhiyeye mazhar olacakları bildirilmiştir.
22.16. GÜNÂHLARIN MAĞFİRETİNE DÂİR UMÛMÎ BİR HÜKÜM
Buharî Hadis No: 2185- Ebû Hüreyre'den (ra) Nebi'nin (sav) şöyle buyurduğunu işittim, dediği rivâyet olunmuştur: Bir kula (bilmeyerek) bir günâh isabet edip veya bir günâh işleyip de (Terdid ile rivâyetler. İşlenen günâhın bi'l-irade amden veyahut hata eseri olarak yapılmış olması, aynı Allah-u Teâlâ'nın affetmek veya cezalandırmak ulûhiyet muktezası bulunması itibarıyladır): “Yâ Rabb! Ben (bilerek) bir günâh işledim yahut (bilmeyerek) ben bir günâhla musâb oldum, kusurumu aff-u mağfiret eyle.” diye (günâhını itiraf ve) niyaz ederse, o kulun Rabbi: “Demek ki kulum, (dilerse) günâhını affedecek, (dilerse) cezalan-dıracak muhakkak bir Rabbi olduğunu bildi. Şu hâlde ben de kulumu mağfiret ettim.” buyurur. Sonra bu kul Allah'ın dilediği kadar bir zaman (günâhsız) yaşar. Sonra bir günâh daha isabet edip veya bir günâh işleyip de: “Yâ Rabbi! Ben (bilerek) bir günâh işledim yahut (bilmeyerek) bir günâhla musâb oldum. Kusurumu aff-u mağfiret eyle.” diye niyaz ederse, o kulun Rabbi: “Demek ki, kulum, günâhını affedecek veya cezalandıracak bir Rabbi bulunduğunu gereği gibi bildi, şu hâlde ben de bu kulumu mağfiret ettim.” buyurur. Sonra bu kul Allah'ın dilediği kadar bir zaman günâhsız yaşar, sonra bir günâh isabet edip veya bir günâh işleyip de: “Yâ Rabb! Ben bir günâh işledim veya bir günâhla musâb oldum, kusurumu aff-u mağfiret eyle.” diye Allah'a yalvarırsa, o kulun Rabbi: “Demek ki, kulum, günâhını affedecek veya cezalandıracak bir Rabbi olduğunu bildi, ben de üç defa kendisini aff-u mağfiret ettim. Artık (günâh işlediğinde tevbe etmesini bilen) bu kulum dilediği işi işlesin.” buyurur.
Not: Nevevî der ki, hadiste şuna işaret vardır: Tevbekâr olan ve Allah'a yalvarmak yolunu bilen bir kulun günâhı yüz kere, bin kere ve belki daha çok tekerrür etse de her defasında tevbe etse yahut bu mükerrer günâh yığınının topu hakkında Allah-u Teâlâ'ya arz-ı nedâmet eylese, tevbesi sahih olur ve kabul buyrulur ki, mü'minler için en büyük bir müjdedir.