İKİNCİ BÖLÜM: ENBİYÂ, EVLİYÂ VE ULEMÂ HAKKINDA BİLGİ

LUGAT A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

2.1. ALLAH-U TEÂLÂ'NIN ENBİYÂLIĞA VE VELİLİĞE DİLEDİĞİNİ TÂYİN EDECEĞİ VE ENBİYÂLARIN BİRBİRİNDEN ÜSTÜN OLDUKLARI GİBİ, PEYGAMBERLERİN ÜSTÜNLÜĞÜNÜN VAHYE İSTİNAD ETTİĞİ İÇİN OLDUĞU

A- Sûre-i İsrâ Âyet: 55- Rabbin göklerde ve yerde olan kimseleri (ve onların hâllerini) en iyi bilendir. (Binâenaleyh onların içinden peygamberliğe ve veliliğe dilediğini seçer. Bu âyet-i kerime Ebû Talib'in yetimine peygamberlik verilmesini ve fakir insanların ona ashâb olmasını kısa akıllarına sığdıramayanlara karşı red makamında inzal buyrulmuştur.) Andolsun ki biz peygamberlerin kimini kiminden üstün kılmışızdır. (Bu tafdil, ne mal, ne tebaa çokluğuyla değil, Fazail-i nefsiyye ile cismanî ilgilerden teberrî iledir. Hatta Davud'un -as- nâil olduğu şeref de kendisine vahy olunan Kitap sâyesinde olmuştur, verilen mülk-ü saltanatla değil.) Davud'a da “Zebûr” verdik. (Burada Davud'dan -as- ve ona verilen Zebûr'dan bahis buyrulması, o Kitap'ta Resûl-i zî-şânımız'ın -sav- hâtemu'l-enbiyâ ve ümmetinin de bütün ümmetlerden efdal olduğunun zikredilmiş bulunmasındandır.)

B- Sûre-i İbrahim Âyet: 11- (Peygamberlerden hüccet isteyen ve kendileri gibi bir beşer olduğunu söyleyen kavimlere karşı) Peygam-berleri onlara: “Biz de” demişti, “Sizin gibi insandan başka (bir şey) değiliz. Fakat Allah, nimetini kullarından kimi dilerse ona ihsan eder. Allah'ın izni olmaksızın bizim size (kahir) bir hüccet getirmemize imkân yoktur. Mü'minler ancak Allah'a güvenip dayanmalıdır.”

12- “Hem biz ne diye Allah'a güvenip dayanmayalım ki, bize dostdoğru yolları o göstermiştir. Bize yaptığınız eziyetlere elbette katlanacağız. Tevekkül edenler dahi yalnız Allah'a güvenip dayanmakta sebat etmelidir.”

C- Sûre-i Kehf Âyet: 110- De ki: “Ben ancak sizin gibi bir beşerim. (Allah'ın bütün kelimelerini ihata ettiğimi iddia etmiyorum, şu kadar ki) bana yalnız İlâhınızın bir tek İlâh olduğu vahyediliyor. (İşte benim size karşı imtiyazım budur.) Artık kim Rabbine kavuşmayı ümit (ve arzu) ediyorsa güzel bir amel işlesin ve Rabbine ibadette (hiçbir kimseyi ve hiçbir şeyi) ortak tutmasın.”

2.2. ALLAH-U TEÂLÂ'NIN YALNIZ ERKEKLERDEN ENBİYÂ GÖNDERDİĞİ

Sûre-i Enbiyâ Âyet: 7- Biz senden evvel de kendilerine vahyet-tiğimiz erkeklerden başkasını (peygamber olarak) göndermedik. Eğer bilmiyorsanız ehl-i zikre sorun. (Ehl-i Kitab'ın âlimlerine. Çünkü onlar evvelce kendilerine vahyedilen peygamberlerin de, melekler değil, birer beşer olduklarını bili-yorlar; Mekkeliler onların sözlerine itimat ediyorlardı.)

8- Biz onları yemek yemez birer ceset olarak yaratmadık. Onlar (bu dünyada) ebedî de değillerdi. (Her gelen Peygamber vefat etmiştir. Eğer etmeselerdi bugün her insan kadından değil, mutlaka erkekten Peygamber gönderdiğimizi görürler ve bilirlerdi.)

2.3. PEYGAMBERİMİZ HZ. MUHAMMED (SAV) EFENDİMİZİN BÜTÜN İNS VE CİNNE RAHMET VE NÜBÜVVET SAHİBİ OLARAK GÖNDERİLDİĞİ

A- Sûre-i Nisâ Âyet: 79- Sana gelen her iyilik Allah'tandır. Sana gelen her fenalık da kendindendir. (İyilik de, kötülük de, fenalık da Allah'ın yarattığı şeylerdendir. Fakat birincisi Allah'ın lütf-u ihsanı, ikincisi kulun amelinin bir mukabelesi ve intikamıdır. “Hepsi Allah tarafındandır.” hükmü ile bu âyet ve bu hüküm arasında bir tearuz yoktur.) Seni (Habibim) insanlara bir Peygamber olarak gönderdik. (Buna) hakkıyla şâhid olarak da Allah yeter.

B- Sûre-i Enbiyâ Âyet: 107- Biz, seni (Habibim) âlemlere (başka bir şey için değil) ancak rahmet için gönderdik. (O, dünyada mü'minlere de, kâfirlere de rahmettir. İman edenlere hem dünyada, hem âhirette rahmettir. Kâfirlere dünyada rahmet olması istisal yani -kökünden helâk olmaları- azabının teehhürü sâyesinde bu rahmetten faidelenmiş olmalarındandır. Eğer öyle olmasa idi, bugün arzda inanmayanların topyekûn imha olmaları gerekirdi. Çünkü dünya mü'minler için halk edilmiştir. Her Peygamberin tebliğ edip de iman etmeyen kavimleri helâk olmuşlardır. Eğer bugün böyle bir umûmî helâk yok ise bunun yegâne sebebi Peygamberimizin rahmetinin bir netice-i selâhıdır.)

2.4. ALLAH-U TEÂLÂ'NIN HEM İNSANLARDAN, HEM MELEKLERDEN PEYGAMBER SEÇTİĞİ

Sûre-i Hacc Âyet: 75- Allah hem meleklerden, hem insanlardan peygamberler seçer. Şüphesiz Allah (her şeyi) hakkıyla işiten, kemâliyle görendir.

2.5. PEYGAMBERLERİN BÜTÜN İNSANLARDAN BEŞERİ CİHETLE HİÇBİR FARKLARININ OLMADIĞI VE FAKAT BÜTÜN ÂLEMLERDEN ÜSTÜN OLDUKLARI

A- Sûre-i En'âm Âyet: 86- Ve (Ey İbrahim'in -as- mahdumu) İsmail (ve Uhtub bin Ucur'un oğlu) Elyesa'ı (ve) oğlu Yunus ile (İbrahim'in -as- kardeşi Haran'ın oğlu) Lût'u da (as) (hidâyete nâil ettik). Ve hepsini âlemlerin üzerine tercih eyledik. (Hepsini de ebedî mükâfatlara nâil buyurduk.)
Not: Bu nazmı celîl, delâlet ediyor ki Peygamberâni zî-şân, meleklerden de efdaldır. Çünkü melekler de âlemlere dahildirler.

B- Sûre-i Furkân Âyet: 20- Biz senden evvel hiçbir peygamber göndermedik (ve hiçbiri hariç değildi ki) muhakkak onlar da yemek yerlerdi, çarşılarda yürürlerdi. (Sen de bu hususta onlar gibisindir ve onlara da sana söylenenler söylenmiştir.) Sizin bir kısmınızı diğer bir kısım için bir ibtilâ (ve imtihan mevzuu) yaptık. Sabredecek misiniz (diye). Rabbin (her şeyi) hakkıyla görendir.

2.6. ALLAH-U TEÂLÂ'NIN BÜTÜN PEYGAMBERLERDEN MÎSAK (SÖZ) ALARAK PEYGAMBER GÖNDERDİĞİ VE PEYGAMBERİMİZ İÇİN DE AYRICA PEYGAMBERLERDEN MÎSAK ALDIĞI

A- Sûre-i Âl-i İmrân Âyet: 81- Allah, (geçmiş) peygamber-ler(in)den -and olsun ki size Kitap ve hikmet verdim. Sonra da size nezdinizdeki (O Kitap ve hikmeti) tasdik eden bir peygamber gelmiştir (gelecektir). Ona kat'iyyen iman ve ona herhâlde yardım edeceksiniz diye- (ahd ve) mîsak aldığı zaman dedi ki: “İkrâr ettiniz ve uhdenize bu ağır yükümü (vecibemi) alıp kabul eylediniz mi?” Onlar (cevaben): “İkrâr ettik.” dediler. (Allah) Dedi ki: “Öyleyse (birbirinize ve ümmet-lerinize karşı) şâhid olun, ben de sizinle beraber (bu ikrârınıza) şâhidlik edenlerdenim.”

Not: Allah bu ikrârı peygamberlerden vahy ile almıştır. Binâenaleyh hiçbir peygamber göndermemiştir ki, ona Hz. Muhammed'i (sav) ve onun eşsiz vasıf-larını zikr etmiş olmasın ve ona eriştiği takdirde sûret-i kat'iyyede iman edeceksin diye ahd-u mîsak almış bulunmasın. Cenâb-ı Hakk peygamber-lerinden bu keyfiyeti kendi kavimlerine de beyan etmeleri ve onların, kendilerinden sonra gelecek kavimlere de aynı sûrette bildirmeleri hususunda dahi kat'i söz almıştır.

B- Sûre-i Ahzâb Âyet: 7- Hatırla o zamanı ki Biz peygamberlerden mîsaklarını almıştık. (Yalnız Allah'a ibadet ve ümmetlerini de buna dâvet edeceklerine dâir.) Senden de, Nuh'tan da, İbrahim'den de, Musa ile Meryem'in oğlu İsa'dan da (Peygamberlerden yalnız beşinin zikredilmesi her birinin Kitap ve şeriat sahibi Ulu'l-azim Peygamber olmasından, Peygamberimizin daha evvel beyan buyrulması da onun şeref ve faziletçe hepsinden üstün bulunmasındandır.) (Evet) Biz onlardan (öyle) sapa-sağlam bir mîsak (ahidlerine vefa edecekleri hakkında yemin) aldık.

2.7. PEYGAMBERİN EMİRLERİNE VE VERDİĞİ HÜKÜMLERE KARŞI KİMSENİN MUHALEFET ETMEMESİ GEREKTİĞİ VE EDEMEYECEĞİ

Sûre-i Ahzâb Âyet: 36- Allah ve Peygamberi bir işe hükmettiği zaman gerek mü'min olan bir erkek, gerek mü'min olan bir kadın için (ona aykırı olacak) işlerinde kendilerine muhayyerlik yoktur. (Allah'ın ve Resûlünün emri hilâfında hareket ve ihtiyar câiz değildir.) Kim Allah'a ve Resûlüne isyan ederse muhakkak ki o, apaçık bir sapıklıkla yolunu sapıtmıştır.

2.8. ENBİYÂLARIN ALLAH'TAN ALDIKLARI VAHYİN NE SÛRETLE OLDUĞU

A- Sûre-i Bakara Âyet: 253- (Bu sûrede zikredilen) O Peygamberler (yok mu?) Biz onların kimine kiminden üstün meziyetler verdik (öyle meziyetler ki birinde bulunan diğerinde bulunmaz). Allah onlardan biri ile söyleşmiş, birini de birçok derecelerle yükseltmiştir. (Maksud Peygamberimizdir. O, âlemlere rahmettir. Bütün beşeriyetin, bütün ins-ü cinnin Peygamberidir. İlk şefaatçidir. Peygamberlerdeki bütün meziyetler ancak onda toplanmış, O'nun diğer meziyetleri ise hepsinin üstüne çıkmıştır. En büyük mûcizesi olan Kur'ân kıyâmete kadar bâkî kalacaktır.) Meryem'in oğlu İsa'ya o beyyineleri (açık âyetleri, burhanları, mûcizeleri) Biz verdik ve onu Ruhu'l-Kuds (Cebrail) ile destekledik. Eğer Allah dileseydi onların arkasındaki (ümmet)ler, kendilerine o apaçık burhanlar geldikten sonra birbirini öldürmez(ler)di. Fakat ihtilâfa düştüler. Binnetice onlardan kimi iman etti, kimi küfre saptı. Eğer Allah dileseydi, birbirini öldürmezlerdi. Şu var ki Allah ne dilerse yapar.

B- Sûre-i Şûra Âyet: 51- (Ya) Bir vahiy ile, (rüyada yahut kalbe ilham edilmek sûretiyle) ya bir perde arkasından, (Cenâb-ı Hakk'ı görmeksizin kelâmını işitmek sûretiyle ki, Musa'ya -as- böyle vâki olmuştur.) yahut bir elçi, (Cebrail -as- gibi melek) gönderip de kendi izniyle dileyeceğini vahyetmesi olmadıkça Allah'ın hiçbir beşere kelâm söylemesi (vâki) olmamıştır. Şüphesiz ki O, çok yücedir (ihdas edilen şeylerin sıfatlarından münezzehtir), mutlak bir hüküm ve hikmet sahibidir.

52- İşte Biz, sana da (Habibim) böylece (senden gayri peygamber-lere vahyettiğimiz gibi) emrimizden bir ruh (Kur'ân, çünkü o sayede kalbler canlanır.) vahyettik. Hâlbuki (vahiyden evvel) Kitap (Kur'ân) nedir, iman (yani Allah'ın şeriatları, şeairi) nedir, sen bilmezdin. Fakat Biz onu (o ruhu) bir nur yaptık. Bununla kullarımızdan kimi dilersek ona hidâyet ederiz. Şüphesiz ki sen herhâlde doğru bir yolun (İslâm Dininin) rehberliğini yapıyorsun.

2.9. BÜTÜN PEYGAMBERLERİN AYNI ZÜRRİYETLER ÜZERİNE GELDİKLERİ

Sûre-i Âl-i İmrân Âyet: 33,34- Gerçek, Allah Âdem'i, Nuh'u, İbrahim hânedanını, İmrân ailesini -hepsi de birbirinden (gelme) tek bir zürriyyet olarak- âlemlerin üzerine mümtaz kıldı (nesillerini peygamber yaptı). Allah hakkıyla işitici, kemâliyle bilicidir.

2.10. PEYGAMBERLERİN GÖNDERİLMESİNİN SEBEBİNİN, İNSAN-LARA HAKKIN BİLDİRİLMESİ VE AZABDAN HABERDAR EDİLMESİ İÇİN OLDUĞU

Sûre-i Nisâ Âyet: 165- (Biz) Peygamberler(i rahmet) müjdeciler(i) ve azab haberciler(i) olarak (gönderdik). Tâ ki peygamberlerden sonra insanların Allah'a karşı (özür diye ileri sürebilecekleri) bir bahaneleri olmasın. Allah mutlak galibdir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir.

2.11. PEYGAMBERİMİZİN ÜMMETİNE KARŞI ÇOK MERHAMETLİ OLDUĞU

Sûre-i Tevbe Âyet: 128- Andolsun, size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır ve güç gelir. Üstünüze çok düşkündür. Mü'minleri cidden esirgeyicidir, bağışla-yıcıdır O. (Cenâb-ı Hakk bu âyet-i kerimede kendi isimlerinden olan Rauf, Rahîm adlarını lutfen Habib-i Edîbine de ıtlâk etmiştir ki buna peygamberlerinden hiçbiri mazhar olamamıştır.)

2.12. PEYGAMBERİN VE PEYGAMBER VÂRİSLERİNİN EMRİNDEN DIŞARI ÇIKMAMAK GEREKTİĞİ VE ÇIKANLARIN ZARAR GÖRECEĞİ

Sûre-i Nûr Âyet: 63- Peygamberi, kendi aranızda birbirinizi çağırdığınız gibi, çağırmayın (adıyla hitab etmeyin. Nazikâne, mütevazıâne ve hafif bir sesle “Yâ Nebiyyallah! Yâ Resûlallah!” deyin). İçinizden yekdiğerini siper ederek sıvışıp gidenleri (hutbe esnasında mescidden izin istemeksizin gizlice ve kendini bir şeyle setrederek çıkanları) muhakkak ki Allah biliyor. Artık O'nun (Allah'ın ve Peygamberin) emrinden uzaklaşıp gidenler kendilerini (dünyada) bir fitne (ve belâ) çarpmasından yahut (âhirette) onlara pek acıklı bir azab (gelip) çatmasından çekinsin(ler).

2.13. ENBİYÂ VE EVLİYÂ-YI KİRÂMA KARŞI KURULAN TUZAKLARIN SONUNUN BOŞA ÇIKIP, ALLAH'IN SALİH KULLARININ FELÂHA ERECEĞİ

A- Sûre-i Âl-i İmrân Âyet: 54- (Yahudiler gizli) Hileye saptılar (İsa'yı ansızın öldürmeye adam tayin ettiler). Allah da onların o hilekârlıklarına (öldürmek isteyeni İsa'ya benzetmek, kendilerine onu öldürtmek, İsa'yı yukarıya kaldırmak sûretiyle) mukabele etti. Allah, bütün hilekârları hakkıyla bilendir. (Yahut Allah hilekârlığa, kötülüğe karşı ceza verenlerin en hayırlısıdır.)

B- Sûre-i Nisâ Âyet: 157- Ve: “Biz Allah'ın peygamberi, Meryem oğlu Mesih İsa'yı öldürdük.” demeleri sebebiyle(dir ki kendilerini rahmetimizden kovduk). Hâlbuki onlar onu öldürmediler, onu asmadılar da. Fakat (öldürülen ve asılan adam) kendilerine (İsa) gibi gösterildi. (O adam İsa'nın -as- nezdinde bulundurduğu bir casustu.) (Zaten ve) hakikaten (İsa ve O'nun katli) hakkında kendileri de ihtilâfa düştüler. (Bu bâbda) kat'i bir şek ve şüphe içindedirler. (Maktulün yüzüne bakanlar “Bu İsa'ya benziyor.”, cesedini görenler “Hayır bu İsa değildir.” diyorlardı. Kimi de “İsa'dır.” diye iddia ediyorlardı.) Onların buna (onun katline) âit hiçbir bilgileri yoktur. Ancak (kupkuru bir) zanna uymak(tadırlar). Onu yakînen öldürmemişlerdir.

C- Sûre-i A'râf Âyet: 196- Çünkü benim velim (bana yardım etmekte, beni korumakta yegâne sahibim), o Kitab'ı (Kur'ânı Kerîm'i) indiren Allah'tır ve O, bütün salihlere de velilik ediyor.

D- Sûre-i Enfâl Âyet: 30- Hani bir zaman o küfredenler seni tutup bağlamaları, ya seni öldürmeleri yahut seni (yurdundan zorla) çıkar-maları için sana tuzak kuruyor(lar)dı. Onlar bu tuzağı kurarlarken Allah da onun karşılığını yapıyordu. Allah tuzak kuranlara mukabele edenlerin en hayırlısıdır.

Not: Tafsilatı kütüb-i ehâdiste ve onlara müstenid İslâm tarihlerinde yazılı olduğu üzere, Mekke'de müşrikler “Dâru'n-Nedve” denilen fesat ocağında toplanarak, Medine'de İslâm'ın ilerlemekte olmasına karşı güya bir çare aramayı düşünmüşlerdi. Kur'ân bu durumu haber vermektedir. Ebû Cehil'in “Hazreti Peygamberin öldürülmesi” fikri kabul edilmişti. O gece bu mel'un plan tatbik edilecekti. Fakat Cebrail (as) daha evvelden keyfiyeti Resûl-i Ekrem'e haber vermiş; O, yatağına Hz. Ali'yi (kerremallahü veche) yatırarak hâne-i saadetinden Ebû Bekir'i (ra) alıp birlikte hicreti ihtiyar buyurmuştu. İşte bu âyetin sebeb-i nüzulü pek kısa olarak anlattığımız vak'adır.

E- Sûre-i İsrâ Âyet: 80- Ve şöyle de: “Rabbim! Beni sıdk (ve selâmet) girdirilişi ile girdir. Sıdk (ve selâmet) çıkarılışı ile çıkar ve tarafından bana hakkıyla yardım edici bir hüccet (i kahire ve kudret-i kâmile) ver.” (Bu âyet hicret-i seniyyeye işarettir.)

F- Sûre-i Kehf Âyet: 9- (Habibim) Sen, Bizim âyetlerimiz içinde (yalnız) Kehf ve Rakîm yâranının ibrete şâyân olduklarını mı sandın? (Öyle değil.) (Allah'ın kudreti yanında bunun ehemmiyete şâyân olmadığı)

22- (Sayıları) “Üçtür, dördüncüleri köpekleridir.” diyecekler. “Beştir, altıncıları köpekleridir.” diyecekler. (İkisi de) gaybı taşlamaktır. “Yedidir, sekizincileri kelpleridir.” diyecekler. Şöyle ki: “Rabbin onların sayısını daha iyi bilendir. Onları (insanların) birazından başkası bilemez.” O hâlde bunlar hakkında zâhiri bir münâkaşadan (sana indirilen şu Kur'ân da olandan) gayrısıyla mücadele etme. Bunlara dâir içlerinden hiçbir kimseden fetva da isteme. (Yani Ashâb-ı Kehf'in ne zamanını, ne yerini akıl ile bilmeye imkân yoktur. Bu ancak nass ile anlaşılabilir. Başka bilinmez.)

25- Onlar mağaralarında üç yüz sene eğleştiler. (Buna ilâveten) dokuz (yıl) daha kaldılar.

26- De ki: “Allah, ne kadar eğlendiklerini daha iyi bilendir. Göklerin ve yerin gaybı(nı bilmek) O'na hastır. O, ne güzel görendir! Ne güzel işitendir! (Bütün) bunların (semâvat ve arz ehlinin) O'ndan başka hiçbir yardımcısı yoktur. O, hiçbir (kimseyi, hiçbir şeyi) hükmüne ortak da yapmaz.”

Not: Kehf, mağara demektir, mağara ehli. Rakîm hakkında ihtilâf vardır. Bazıları Ashâb-ı Kehf'in isimleri yazılı bir taş, kitabe; bazıları Ashâb-ı Kehf'in bulunduğu mevkinin adı, yüksek bir yer demişlerdir. Allah Teâlâ bu salih yiğitleri zalimlerin elinden kurtarmıştır.

2.14. PEYGAMBER GÖNDERİLEN KAVİMLERDEN SORULACAĞI GİBİ, PEYGAMBERLERİN DE TEBLİGAT YAPIP YAPMADIKLARINDAN SORULACAĞI

Sûre-i A'râf Âyet 6-
Kendilerine (peygamber) gönderilenlere de mutlak soracağız, onlara gönderilen peygamber(lere) de her hâlde soracağız. (Onlara peygamberlere icabet ve itaat edip etmediklerini, peygamberlere de tebliğ vazifelerini ne dereceye kadar yapmış olduklarını.)

2.15. ENBİYÂ VE VELİ KULLARIN BULUNDUKLARI YERLERE AZAB GELMEYECEĞİ

Sûre-i Enfâl Âyet: 34- (Sen içlerinden çıktıktan sonra) Allah onlara ne diye azab etmeyecek? Onlar Mescid-i Haram'dan, kendileri ona (onun hizmetine) ehil olmadıkları hâlde, menedip duranlardır. O (hizmete) takvaya erenlerden başkaları onun ehilleri değildir. Fakat onların pek çoğu (bunu) bilmezler.

2.16. NEBİLER VE SALİHLERLE YAPILAN BİATA RİÂYET EDİLMESİ HAKKINDA

Sûre-i Fetih Âyet: 10- Gerçek, sana biat edenler (Bu biat, “Hudeybiye”deki “Rıdvan biati”dir) ancak Allah'a biat etmiş olurlar. Allah'ın eli onların (Peygamber'e -sav- biat edenlerin) elleri üstündedir. (Yani Cenâb-ı Hakk onların biatlarına muttalidir.) Şu hâlde kim (bu bağı) çözerse (ahdini bozarsa) kendi aleyhine çözmüş olur. Kim de Allah ile sözleştiği şeye vefa (onun hükmünü ifa) ederse, O da ona büyük ecir verecektir.

2.17. ALLAH'IN, PEYGAMBER GÖNDERMEDİĞİ BİR KAVMİN BULUNMADIĞI, BU PEYGAMBERİN MUTLAKA ONLARIN LİSANINDA GÖNDERİLDİĞİ VE SAYILARININ DA KAÇ OLDUĞUNU ANCAK ALLAH'IN BİLECEĞİ

A- Sûre-i İbrahim Âyet: 4- Biz hiçbir peygamberi kendi kavminin dilinden başkasıyla göndermedik ki, (emr olunduklarını) onlara apaçık anlatsın. Artık Allah kimi dilerse saptırır, kimi de dilerse doğru yola götürür. O, (iradesinde) yegâne (hâkim ve) galibdir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.

B- Sûre-i Ahkâf Âyet: 9- De ki: “Ben peygamberlerden ilk defa gelmiş biri değilim. (Benden evvel de birçok peygamberler gelmiştir. Kur'ân'da bildirilenlerin dışında ne kadar gelmiş ise sayısını ancak Allah bilir.) Bana ve size ne yapılacağını bilmem (dünyada. Bundan evvelki peygamberlere yapıldığı gibi ben de memleketimden çıkarılacak mıyım? Öldürülecek miyim? Siz de evvelki tekzibciler gibi taşlanacak mısınız? Yoksa yere mi batırılacaksınız?) Ben bana vahyolunmakta bulunandan (Kur'ân'dan) başkasına uymuyorum. Ben (Allah'ın azabıyla) apaçık korkutandan başkası da değilim.”

2.18. FETRET DEVRİNDE DE PEYGAMBER GELMİŞ OLABİLECEĞİNE İHTİMAL VERİLDİĞİ

Sûre-i Mâide Âyet: 19- Ey ehl-i Kitab! Peygamberlerin arası kesildiği zaman da size (hakikatleri) apaçık söyleyip duran elçimiz (Muhammed) gelmiştir. Tâ ki “Bize ne bir rahmet müjdecisi, ne de bir azab habercisi gelmedi.” demenize (meydan kalmasın). İşte size rahmet müjdecisi de, azab habercisi de geldi artık. Allah, her şeye hakkıyla kâdirdir.

Not: Fetret iki Peygamberin yani Hz. İsa (as) ile Resûl-i Ekrem'in (sav) arasında peygambersiz geçen bir devreye denir. Bu devre vahiy ve semâvi hükümler gelmemiştir. İki Peygamber arasında altı asır kadar fetret zamanı geçmiştir. Bununla beraber bazı rivâyetlere göre “İsa (as) ile bizim Peygamberimiz arasında dört Peygamber gelmiş olduğu söylenmektedir. Bunların üçü Yâsin-i Şerif sûresinin 14'üncü âyetiyle sabittir.” denilmektedir. Dördüncüsünün Arap kavminden Halil bin Sinan olduğu haber verilmektedir. Bu mevzuu böylece ihtilâflı olup “Allah-u a'lem belki böyledir.” diyoruz. (Bu hususta keyfiyet geniş bir sûrette Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, II. ciltte beyan edilmiştir. Oraya müracaat ediniz.) Neticeyi ilmi bir şekilde haber vermekteyiz. Eğer bunları peygamber addedersek, fetret devrini dört yüz küsur sene kabul etmemiz lâzımdır. Zira o dört Peygamber devri 134 sene olarak kabul edilmiştir.
Vaktiyle her ümmete bir peygamber gönderilmiş, bilâhare bütün ümmetlere de Hâtemu'l-Mürselin hazretleri gönderilmiştir. Onun dini kıyâmete kadar bâkîdir. Onun dininin bütün ahkâmı şark ve garbda intişar etmiştir. Onlara dâir binlerce kitaplar yazılmıştır. Artık hiçbir millet, “İslâmiyet'ten haberdar olamadık.” diye kendisini mazur sayamaz. Ancak zaman-ı fetrette yaşamış insanlar müstesna tutulmuştur.

Zaman-ı Fetret: Hz. İsa ile Hâtemul Enbiyâ Efendimiz arasında, öyle peygambersiz geçmiş olan bir zamanda bulunmuş insanların ve küre-i arzın medeniyetten mahrum yerlerinde yaşayıp Din-i İslâm'ın intişarından bihaber bulunan kimselerin devrine, zamanına Devr-i Fetret denir.

Böyle bir “Devr-i Fetret”te yaşamış insanlar hakkında Eimme-i Eşariyye'ye göre, onlar hiçbir şey ile mükellef değildirler, onlar adem-i imanlarından dolayı mesûl değildirler. Fakat Eimme-i Maturidiye'ye göre onlar, namaz, oruç gibi ibadetlerle mükellef olmazlarsa da vahdaniyet-i İlâhiyeyi bilip tasdik etmekle mükellef bulunurlar. Çünkü Allah-u Teâlâ'nın varlığına iman, muktezayı fıtrattır. Bunu idrak için insanların haiz oldukları akıl kâfidir. Her insanın fıtrat-ı selimesi mevcudiyet-i İlâhiyeye şahadet eder. Akıl da bir nev'i Resûl demektir. Filvaki akıl, bir hüccet-i İlâhiyedir. Peygamberlerin nübüvvet ve risâletini tasdik için de bu akla ihtiyaç vardır. Eğer akıl bu hususta kâfi olmasa idi, gösterdikleri mûcizelere rağmen peygamberleri de insanların tasdik ile mükellef olmamaları lâzım gelirdi. وَماَ كُناَّ مُعَذِّبِينَ “Vemâ künnâ muazzibîn” (Biz onlara azab edici değiliz.) âyet-i kerimesiyle nefyedilen azabdan murad, azab-ı dünyadır veyahut bu adem-i tazib, aklen idraki mümkün olmayan şer'i hükümlerin adem-i icrası hâline mahsustur. Yoksa aklen idraki mümkün olan Marifetullah hususunda hiçbir kimse mazur değildir.

Maamafih bazı ulemâya göre ehl-i fıtrat denilen kimseler üç kısımdır:

1. Zaman-ı fetrette yaşadıkları hâlde akıl ve nazarlarıyla vahdaniyet-i İlâhiyeyi bilip tasdik edenlerdir. Bunlar ehl-i cennettir. “Kus bin Saide” gibi.

2. Cenâb-ı Hakk'a şerîk ittihaz edenlerdir. Bunlar ehl-i cehennemdir. “Amr bin Lûhayy” gibi. Bunlar bir ma'buda ihtiyaç olduğunu idrak etmemiş olsalar, kendilerine bir ma'bud seçmezler idi. Demek ki akl-ı irfan ma'bud-u hakikîyi temyiz istidadındadır. Bu istidad meşru olan Hâlık-ı Zülcelâl'e tapmaya tevcih olacağı yerde, mahlûkat-ı İlâhiyeye teveccüh ettirilmiştir. Bu sebepten muazzeb olacaklardır.

3. Zaman-ı fetrette gaflet üzere yaşayıp fikr-i ulûhiyetten zâhil olan hiçbir şeyi ma'bud ittihaz etmeyen kimselerdir. İşte ihtilâf bu kısım hakkındadır.

2.19. ASHÂB-I KİRÂM EFENDİLERİMİZİN GÜZİDE ŞAHSİYETLERİNİN BEYANI İLE PEYGAMBERİMİZİ VE NESEBİNİ SEVMEMİZİN YÜKSEK MENFAATLERİ HAKKINDA İLÂHİ TAVSİYE

A- Sûre-i Şûra Âyet: 23- İşte bu, (cennet nimetleri) Allah'ın -iman edip de iyi iyi amel (ve hareket)lerde bulunan- kullarına müjdelemekte olduğu (saadet)dir. (Habibim) de ki: “Ben bu (tebliğime) karşı akraba-lıkta sevgiden başka hiçbir mükâfat istemiyorum.” Kim bir güzellik (taat, bilhassa Resûl-i Ekrem'in (sav) âline muhabbet) kazanırsa, Biz onun bu husustaki güzelliğini artırırız (sevabını kat kat artırırız). Çünkü Allah çok yarlığayıcıdır, (güzel amellere karşı güzel sevab ve) mükâfat ile mukabele edicidir.

Not: Bu âyet-i kerimede zikrolunan اَلْقُرْبَى “El-kurba (yakınlık)”tan murad, bazılarına göre Resûlullah'a (sav) olan akrabalıktır. Onun yakın akrabası Ali, Fatıma, Hasan, Hüseyin'dir (ra). Bazıları da bu akrabalığı her biri Resûl-i Mükerrem'e (sav) akraba olan bütün Kureyş batınlarına teşmil etmişlerdir. Bir hadis-i şerif meâli: “Şüphesiz ki ben yakında dâvet olunup, buna icabet edeceğim (yani âhirete irtihâl edeceğim). Size iki ağır emanet bırakıyorum: Allah'ın Kitabı ile akrabam. Allah'ın Kitabı gökten yere uzayan İlâhi bir iptir. Akrabam ehl-i beytimdir. Lütufkâr ve her şeyden haberdar (olan Allah) bana haber verdi ki, bu iki emanet benim havzıma gelinceye kadar birbirinden ayrılmayacaktır. Artık bunlar hakkında ardımdan bana nasıl halef olacağınızı siz düşünün.”

Denildi ki اَلْقُرْبَى “El-Kurba” Allah'a takarrübdür. Buna göre âyet-i celîlenin meâli şöyle olur: (Habibim) De ki: Ben bu (tebliğime) karşı sizin taat ve iyi amel ve hareketinizle Allah'a takarrüb ve ona ve Resûlune muhabbet etmenizden başka hiçbir mükâfat istemiyorum.

B- Sûre-i Fetih Âyet: 29- Muhammed Allah'ın Resûlüdür. Onun maiyetinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin (ve metin) kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükû ediciler, secde ediciler olarak görürsün. Onlar Allah'tan (daima) fazl(-u kerem) ve rıza isterler. Secde izinden (meydana gelen) nişanları yüzlerindedir. (Yüzleri nurludur, beyazdır. Dünyada secdeleri âhirette simalarıyla tanınacaktır.) İşte onların Tevrat'taki vasıfları budur. İncil'deki vasıfları da (şöyledir: Onlar) filizini yarıp çıkarmış, gitgide onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, sakları üzerine doğrulup kalkmış bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. (Bu misal tahakkuk etmiş, azlık ve zayıflık içinde iken Ashâb-ı Kirâm çoğalmışlar, kuvvetlenmişler, muntazam ve güzel bir heyet-i ictimaiyye vucuda getirmişlerdir.) Onunla (ashâb hakkındaki bu teşbih ile) kâfirleri öfkelendirmek için(dir). İçlerinden iman edip de iyi iyi amel (ve hareket)te bulunanlara Allah hem mağfiret, hem büyük mükâfat vaadetmiştir.

2.20. HER ÜMMETİN BİR PEYGAMBERİ OLUP, MAHŞERDE ONLARIN İMANINA VEYA KÜFRÜNE ŞAHADETTE BULUNACAĞI

Sûre-i Yunus Âyet: 47- Her ümmetin bir peygamberi vardır. Resûlleri geldiği zaman aralarında adaletle hükmedilir ve onlar aslâ haksızlığa uğratılmazlar. (Adaletle hükmedilmesi, onların üzerine şâhid gelerek iman ve küfürlerinin teyid edilmesinde hüccetsiz kalmalarıdır ki, adaletin tecelli etmesi ve kendilerinin küfürlerini kabule mecbur olmaları, mü'minlerin de selâmet bulmalarıdır.)

2.21. ULÛ'L-AZM PEYGAMBERLERİN KİMLER OLDUĞU

A- Sûre-i Ahzâb Âyet: 7- Hatırla o zamanı ki Biz peygamberlerden mîsaklarını almıştık. Senden de, Nuh'tan da, İbrahim'den de, Musa ile Meryem'in oğlu İsa'dan da. (Evet) Biz onlardan (öyle) sapasağlam bir mîsak aldık.

B- Sûre-i Ahkâf Âyet: 35- O hâlde (Habibim) peygamberlerden azim sahiplerinin sabrettikleri gibi sen de sabret (kavminin eziyetlerine). Onlar(ın azabı) için acele etme. Onlar tehdit edilmekte oldukları (azabı) görecekleri gün sanki kendileri (dünyada) gündüzün bir saatinden başka durmamış gibi (olacaklardır). (Bu Kur'ân, öğüt verdiğin miktar yeter) bir tebliğdir. Öyle ya, fâsıklar (öğüt kabul etmeyen kâfirler yahut itaatten çıkan kimseler) güruhundan başkası helâk edilir mi? (Aslâ!)
Not: İşte peygamberlerden yalnız beşinin zikredilmesi, her birinin Kitap ve şeriat sahibi Ulû'l-Azm Peygamberler olmasındandır. Böylece Ulû'l-Azm Peygamberlerin sayısı beş oluyor.

2.22. PEYGAMBERİMİZİN ÜMMÎ OLDUĞU

Sûre-i Ankebût Âyet: 48- Sen bundan (Kur'ân'dan) evvel hiçbir kitap okur değildin. Elinle de onu yazmadın. Böyle olsaydı bâtıl söyleyenler elbette şüphelenir(ler)di. (Peygamberimizin ümmî olduğuna, ümmî olanın böyle bir Kitap yazamayacağına en açık bir delil ve en beliğ bir ifadedir. Ümmî olmayanların dahi böyle bir eser yazamaya-cakları birçok âyetlerde bildirilmiş olduğu gibi, bu hususta dâvet de olunmuşlardır ama ne mümkün böyle bir Kitap yazabilmek.)

2.23. PEYGAMBERİMİZİN ALLAH TARAFINDAN KORUNACAĞI

Sûre-i Mâide Âyet: 67- Ey Peygamber! Sana Rabbinden indirilmiş olanı tebliğ et. Eğer yapmaz isen O'nun risâletini tebliğ etmiş olmazsın. Ve (Ey Peygamberi zî-şân!) Allah Teâlâ seni nâstan korur. (Muhafaza eder, onlara ahkâm-ı diniyeyi tebliğden dolayı endişeye düşme, senin nâsırın, muhafızın Allah-u Azîmü'ş-şân'dır.) Şüphe yok ki, Allah Teâlâ kâfir olan bir kavme hidâyet etmez.

Not: Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz bu âyet nâzil oluncaya kadar nöbetçi ve muhafızlar bulundurmuştur. Bu âyet-i celîleyle beraber “Muhafızım artık Allah'tır.” buyurarak İlâhi hıfzın murakabesine râm olmuştur.

2.24. PEYGAMBERLERİN MASUMİYETİ HAKK-I İLMÎ MESELESİ

Peygamberler büyük, küçük günâhlardan masumdurlar.

A) Enbiyâ-ı Kirâm gerek kable'n-nübûvve ve gerekse ba'de'n-nübûvve gerek celî ve gerek hafî küfürden münezzeh ve mutahhardırlar. Bu bâbda icma vardır.

B) Yine Enbiyâ-ı Kirâm gerek amden ve gerek sehven, gerek bilerek ve gerek bilmeyerek gerek kable'n-nübûvve ve gerek ba'de'n- nübûvve gerek bir maslahata mebnî olsun ve gerek olmasın, hilâf-ı vâki ihbar etmekten ibaret olan kizibden de masumdurlar.

Yalnız ikinci hüküm muhtâc-ı tavsildir. Şöyle ki: Enbiyânın amden, bilerek ihtiyâr-ı kizb etmeyecekleri hakkında icma vardır. Fakat sehven ihtiyar-ı kizb etmekten masumiyetleri cûmhur-u ûlemânın mezhebidir. Bu bâbda icma yoktur. Sonra ba'de'n-nübûvve kizibden masumiyetleri hakkında ise icma vardır. Üçüncü bir kayıt: Bir maslahata müstenid olan ve olmayan kizibden de peygamberlerin masumiyetidir. Calib-i maslahat, yalan, ümmet hakkında mücazdır. Fakat Cenâb-ı Hakk, peygamberlerini bundan da sıyanet buyurmuştur.

Şimdi enbiyânın kebâir ve sagâirden masum olup olmadıklarına gelmiş bulunuyoruz. Enbiyâ-ı Kirâm günâh-ı kebâirin bütün enva ve efradından tamamen ve bil-icma masumdurlar. Bu husustaki masumiyetleri amden oldu-ğuna kâildirler. Bu hususta ittifak eden âlimler, bu masûmiyyetin sehven sudûru mefrûz olan kebâire de şumûlu var mıdır? Yoksa amden irtikâb-ı kebâire mi hastır? Seyyidi Şerif gibi bir kısım ulemâ, “Cenâb-ı Hakk, Peygamberi gerek amden ve gerekse sehven günâh-ı kebâir işlemekten muhafaza buyurmuştur.” ictihadında bulunmuşlardır. Fakat Sahib-i Mevâkıf gibi bir kısmı, sehven sudûrunu câiz görmüşlerdir.

Küçük günâhlara gelince, Sagâir iki kısımdır:

1. Sagâir-i Müteneffire: Bu günâhı irtikâb edenlere karşı her görenin tab'ında nefret ve istikrah uyandıran sagirelerdir. (Gizlice bir lokma ekmek aşırmak, satılan bir şeyi tartarken mesela, bir iki kiraz tanesi eksik tartmak gibi masiyetlerdir.) Peygamberler gerek amden ve gerekse sehven böyle iğrenç sagâirden de muhafaza buyrulmuştur.

2. Müneffir Olmayan Sagâir: Enbiyâ-yı Kirâm ba'de'l-bise bunlardan mahfuzdur. Taftazâni Şerh-i Makâsıd'da bu ictihadı iltizam etmiştir. Fakat Şerh-i Akaid'de: “Cumhura göre peygamberlerden amden sagâirin sudûru câiz görülmüştür.” deniliyor. Sonra sehven sagâirin sudûrunda ittifak vardır. Kadı İyâz'ın bu mevzuda kıymetli malûmatını şöyle hulâsa edebiliyoruz. Enbiyâlar: Peygamberlerin sözlerinde (tebligatta) şek ve cehil bulunamaz.

1- İtikadiyyat

2- Akval

3- Âmâl hususunda bir mahzûr-i şer'ide bulunmaktan masumdurlar.

A) Enbiyâ-yı Kirâmın, Cenâb-ı Hakk'ın, zâtına, sıfatına, ef'âline vukufu, yakîn derecesinde bir ilimdir. Bu bâbda Enbiyâ-yı Kirâmda şek, cehil bulunması bi'l-icma mümtenîdir. İbrahim'in (as): “Yâ Rabbi! Senden ihya-i emvat mûcizesini isteyişim, kemâl-i kudretin hakkında kalbimin son derece tatmini içindir.” demesi, Cenâb-ı Hakk'ın ihya-i emvat hususundaki kudretinden gönlünde şüphe ve bir ukde-i istifham ve tereddüt bulunduğundan değil, belki Cenâb-ı Hakk'ın duâsına icabet hususunda nezd-i İlâhiyedeki derecesini anlamak veya yakîn kuvvet ve za'fı kabil bir hâlet-i rûhiyye olduğundan ilme'l-yakîn derecesinden ayne'l-yakîn derecesine yükselmek içindir.

B) Ya ahkâm-ı diniyyenin tebliğine âit olur ki, zevat-ı enbiyâ bu bâbda amden ve sehv ü nisyân sûretiyle hata etmekten bi'l-icma masundur. Yahut da umûr-i dünyaya âit olur ki, bu bâbda da amden veya nisyanen ve hataen, ister hâl-i rızada, ister hâl-i gadabda, ister ciddi, ister mizahi, ister hâl-i sıhhatte, ister hâl-i marazda olsun peygamberler yine masundurlar. Bu bâbda selefin icmaı vardır. Halef, felsefî yollarda dolaşırken ihtilâf etmişlerdir.

C) Peygamberlerin işledikleri işlerin hatadan masuniyetleri: Bunda da peygamberlerden tebliğ muktezası olmayarak vârid olan akvâl-i enbiyâya şâmil olur ki, bi'l-icma peygamberlerin fevâhiş ve kebâirden masun bulunduklarını mükerreren bildirmiştik.

Sagâire gelince, selef, fukaha ve muhaddislerinden bir kısmı bunda bir masu-niyet aramamışlar, belki tecviz etmişlerdir. Bazıları tevakkuf etmişlerdir, Selefin muhakkikleri ise Peygamberlerin kebâirden masum oldukları gibi sagâirden de masum oldukları ictihadında bulunmuşlardır. Bunlar “Peygamberlere mutlak ve bila kaydu şart ittiba bu sûretle tahakkuk eder.” demişlerdir ki, bu mevzuun şaheser bir fikir ve ictihadıdır. İmâm Ebû Hanife'nin, İmâm-ı Mâlik'in, İmâm-ı Şâfi'nin (Rahimehumullah) mezhebi budur.

Bazı ulemâ demiştir ki, Kitap ile Sünnet'te bazı enbiyâ için günâh isnad edilmiştir. Mesela: Hz. Âdem (sav) hakkında وَعَصَى آدَمُ رَبَّهُ “Ve asâ âdemü rabbehû” buyrulmuştur. Bu ve emsali nususta vârid olan zunûb-u Enbiyâ, Kitap ve Sünnet'e izafe edilerek Lisan-ı Kur'ân ve hadis ile tekellüm edilmelidir. Kur'ân ve Sünnet'in haricinde enbiyâ-yı zunûb izafe edilmemelidir. Kitap ve Sünnet'te vârid olan zunûb terk-i evlâ ile tevil edilmiştir. Terk-i evlâ enbiyâ için çok görülmüş bundan (zenb -günâh- masiyet) ile tâlim edilmiştir. Nasıl ki bazı ûlema “Ebrâr-ı ümmetin hayrat ve hasenatı, mertebe-i kurbe vâsıl olan ricâl-i mukarrabin için seyyiattır.” dedikleri gibi, Enbiyâ-yı İzamın da yapılmaması evlâ olanın yapılması hâlinde yaptıkları zunûb addedilmiştir. Yoksa bir seyyiat değildir. Âdem'in (as) cennetteki bütün nimetlerden istifade etmesi bir emir idi; yalnız menedilen ağaçtan istifade etmemesi, yememesi bir evlâ idi. Evlâ olanı terk etmiş olduğundan bu amel kendisine çok görülmüştür.

2.25. SALİH KİMSELERİN İNSANLAR ARASINDA NÂDİR BULUNACAĞI

Buharî Hadis No: 2040- İbn-i Ömer'den (ra) rivâyete göre, İbn-i Ömer Resûlullah'ın (sav): “Nâs yüz deve gibidir. Fakat içinde necib, kullanımlı bir tanesini zor bulursun.” buyurduğunu işittim, demiştir.

Buharî Hadis No: 2042- Ebû Hüreyre'den (ra) rivâyete göre, Resûlullah (sav), Allah Tebârake ve Teâlâ şöyle buyurdu, demiştir: “Her kim beni tanıyan ve ihlâs ile bana ibadet eden bir kuluma düşmanlık ederse, ben de ona harb ilân ederim. Bana kulum hiçbir şey ile yaklaşamaz, ancak kendisine farz kıldığım şeyleri sevmesiyle yaklaşır. Her zaman kulum bana nafile ibadetleriyle de yaklaşmak ister. Nihâyet ben ona muhabbet ederim. Artık ben kulumu sevince onun işitir kulağı, görür gözü, tutar eli, yürür ayağı mesabesinde olurum (ve bu âzâlarıyla husûlünü arzu ettiği bütün dileklerini veririm). Diliyle de her ne isterse muhakkak onları da ihsan ederim. Bana sığınmak isteyince de muhakkak kulumu sıyanet ederim. Ben yapmasını dilediğim hiçbir şey hakkında -mü'minin ölümü karşısındaki tereddüdüm gibi- tereddüt etmedim. (Fakat bunda) kulum ölümden hoşlanmıyordu ben de kuluma acı gelen şeyi sevmiyordum.”

Bu hadisin birçok yerleri mecâzi ve temsili bir ifade ile rivâyet olunmuştur. Pek vazıh olduğu için izahına lüzum görmedik. Yalnız mü'minin hayatının son demindeki tereddüt tabirini hadis şarihleri meleku'l-mevtin tereddüdüyle tevil ediyorlar. Azrail (as) Hz. Musa'nın ruhunu kabza memur olup, geldiğinde Musa (as) Azrail'i tokatlamıştı. Bunun üzerine bu melek bir kaç defa gidip gelmişti. Azrâil'in bu tereddüdünü Cenâb-ı Hakk nefsine izafe buyurmuştur.

2.26. HER PEYGAMBERİN AZ VEYA ÇOK ÜMMETİ OLDUĞU

Buharî Hadis No: 1926- İbn-i Abbas'tan (ra) şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Resûlullah (sav) buyurdu ki: “Bana bütün ümmetler arz olunup gösterildi. Bir iki peygamber yanlarında onar, yirmişer, otuzar, kırkar ümmetleriyle beraber önümden geçmeye başladılar. Bir peygamber de yanında bir ümmeti bile olmaksızın geçti. En sonu uzaktan büyük bir karaltı gösterildi. ‘Bu (kesif) karaltı nedir? Bu benim ümmetim midir?’ diye sordum. ‘Bu, Musa Peygam-berle kavmidir.’ diye cevap verildi. Sonra bana ‘Ufka bak!’ denildi. Bakınca ufku dolduran sevâd-ı a'zâmı gördüm. Sonra bana ‘Semâ ufuklarının şurasına ve bu tarafına da bak!’ denildi. Bir de ne göreyim. Bir sevâd-ı a'zâm baştan başa ufku kaplamıştı. Bana, ‘Bu senin ümmetindir. Bunlardan yetmiş bin kişi hesaba çekilmeksizin cennete girecektir.’ denildi.”

2.27. PEYGAMBERLERİN BİRİNİN DİĞERİNE TERCİH EDİLİP EDİLEMEYECEĞİ

Buharî Hadis No: 1080- Ebû Hüreyre'den (ra) şöyle rivâyet edilmiştir: Muşârunileyh demiştir ki: “(Bir kere) Biri Müslümanlardan, öbürü Yehud'dan iki kişi birbirlerine sebb-ü şetm etmişti de Müslüman zât Yehûdiye: ‘Muhammed'i âlemler üzerine tercih ve ihtiyar eden Allah'a yemin ederim ki’ demişti. Yehûdi de Müslümana hitaben: ‘Musa'yı âlemlere tercih ve ihtiyar eden Allah'a yemin ederim ki’ demesi üzerine Müslüman elini kaldırıp Yehûdinin suratına bir tokat yapıştırdı. Bunun üzerine Yehûdi, Nebi'ye (sav) gitti. Kendisinin ve Müslim zâtın ahvâlinden olup biten şeyleri Resûl-i Ekrem'e haber verdi. Nebi (sav): ‘Beni Musa'ya tafdil etmeyiniz.’ buyurdu.”

Buharî'nin Ebû Saîd-i Hudrî'den (ra) bu meâlde bir rivâyeti ahirinde: “Enbiyâ arasında birini öbürlerine tercih ederek kadirlerini tenkis etmeyiniz. Kıyâmet gününde insanlar (O günün şiddetinden) bayılacaklar; (onlarla beraber ben de bi-hûş olacağım) fakat kabri ilk açılan ben olacağım. O anda ben kendimi Musa'ya yakın bulacağım. Musa, arşın direklerinden birisine tutunmuş bulunacak. Bilmiyorum, Musa da bayılanlar arasında bulundu (da benden evvel) mi (ayıldı)? Yoksa (Tûr-i Sinâ'daki) Sa'ka-i ûlâ ile mahsub mu edildi.” buyurdu.

Bu tokat kıssasının müteaddit olduğunu ehl-i ilim kabul etmiştir. Çünkü Ebû Bekir-i Sıddık da (ra) Yehûd âlimlerinden Finhâs'ı tokatlamış olup, şâhadet-i İlâhi ile şâhid olarak takdir ve tasdik edilmiş bir vak'a var ise de, bu tokat hadisesindeki şahsın bir ensâri olduğu tasrih edilmiştir.

Bir sual: Şüphesizdir ki Nebî-i Muhterememiz Muhammed Mustafa (sav) bütün enbiyâ ve mürselinin efdalidir. Müslim'in Fezâil'inde tahrici vechile “Ben Âdem çocuklarının Seyyidiyim, fakat bu âli hasletle övünmem, iftihar etmem.” kavl-i şerifiyle ifade buyurmuşlardır. Böyle iken burada Resûl-i Ekrem'in Ashâb-ı Kirâma: “Beni Musa'ya tafdil etmeyiniz.” buyurmalarının vechi nedir?

Cevap: Yukarıdaki suali irad eden Şârih Allâme Ayni, vûcuh-i müte-addide ile cevap veriyor.

1. Resûl-i Ekrem'in Efdal-i Enbiyâ ve benî Âdem olduğu kendilerine bildirilmezden evvel “Beni Musa'ya tafdil etmeyiniz.” buyurmuştur. Bİlâhare mertebe-i refiaları taraf-ı İlâhiden bildirildikten sonra da: “Ben, benî Âdem'in efdaliyim, fakat fahr-ü mübâhat etmem.” buyurmuştur.

2. Hadisteki nehiy, bazı Enbiyâ'nın şânını tenkise müeddi olur sûrette tafdilden nehy olmasıdır.

3. Husûmete sebep olan tafdilden nehiy buyrulmuş olmasıdır ki, hadisteki bir Müslimin Yehûdiyi tokatlaması bu yolda bir tafdildir.

4. Resûl-i Ekrem'in tevâzuan böyle söylemiş olmasıdır.

5. Asl-ı Nübüvvette tafdilden nehyedilmiş bulunmasıdır. Yoksa Enbiyâ-i Kirâmın zâtları ve hâsâis-i ilmiyelerine gelince; her peygambere taraf-ı İlâhiden meziyyet-i mahsusa, bir fazilet-i mümtâze bahşedilmiştir ki, bu sûretle bir peygamber öbürüsüne tafdil ve tercih olunabilir. Nasıl ki, Sûre-i Bakara'nın 253'üncü âyet-i kerimesinin matlaında “O peygamberler kafile-i âliyesi yok mu, biz onların bazısını bazısından efdal kıldık.” buyrulmuştur.

2.28. PEYGAMBERLERİN SAYISININ ÇOK OLDUĞU

Sûre-i Nisâ Âyet: 163- “Biz Nuh'a ve ondan sonraki peygam-berlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Ve (nitekim) İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, esbata (torunlara), İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyettik. Davud'a da Zebur'u verdik.” (Enbi-yânın Kur'ân'da beyan edilen zevat-ı asliyenin yalnız bunlara münhasır olmadığını beyanla “Bunlardan başka sana bundan evvel haber verdiğimiz birtakım Resûller ve sana haber vermediğimiz daha nice Resûller de gönderdik.” buyrulmuştur ki, bunların adetlerini, isimlerini, mahallerini, kavimlerini, kıssalarını ancak Allah bilir. Cemi Enbiyânın adedi yüz yirmi dört bin veya bir milyon dört yüz yirmi dört bin olduğu hakkında bazı rivâyetler varsa da, doğrusu enbiyâ ve resûlün adedi gayr-i malûmdur. Din-i İslâm'da cemi'i Enbiyâya iman erkân-ı imandan bulunduğu cihetle, bütün Enbiyâ bildirilmiş olsa idi, Müslümanlar bunlara bertafsil iman ile mükellef olmak lâzım gelecek, bu da dinde bir harec-i azim olacaktı. Eazım-ı Enbiyânın beyanıyla iktifa edilmesinde imani icmalinin kifâyeti gibi büyük bir lütf-i mahsus vardır.)