
33.1. İMAN EDİP DE GÜZEL AMEL İŞLEYEN KİMSELERİN CENNETTE SAHİP OLACAKLARI NİMETLERİN NELER OLDUĞU
A- Sûre-i Bakara Âyet: 25- (Habibim!) İman eden, bir de güzel güzel amel (ve hareket)lerde bulunan kimselere muştula ki, altlarından ırmaklar akan cennetler onlarındır. Kendilerine ne zaman onlardan bir meyve rızık olarak yedirilse her defasında “Hâ, bu, evvelce de (dünyada) rızıklandığımız (yediğimiz) şeydi!” diyecekler ve o rızık (renkte, şekilde) birbirinin benzeri, (fakat tadda, keyfiyette başka başka ve çok yüksek ve müstesna kıymetlerde) olmak üzere kendilerine sunulacak. Orada çok temiz (Tab'ı selime hoş gelmeyen hâllerden, hayız gibi, kir gibi, kötü huy gibi şeylerden tamamen temiz) zevceler de onların. Hem orada onlar dâim de kalıcıdırlar.
B- Sûre-i Nisâ Âyet: 57- İman edip de güzel amel (ve hareket)-lerde bulunanları ise -içinde ebedî kalıcılar olmak üzere- altından ırmaklar akan cennetlere sokacağız. Orada (her şeyden) temizlenmiş zevceler onların. Onları bir koyu gölgeye sokacağız.
C- Sûre-i Kehf Âyet: 30- İman edip de güzel güzel amel (ve hareket)lerde bulunanlar(a gelince): Biz şüphe yok ki, iyi amel (ve hareket) edenin mükâfatını zâyî etmeyiz.
31- Onlar (işte böyledir). Altından ırmaklar akan Adn cennetleri onlarındır. Orada tahtlar üzerinde kurularak, orada altın bileziklerle bezenecekler, ince dibâdan, kalın dibâdan yeşil elbiseler giyeceklerdir. Ne güzel sevab, ne güzel dayanak!
D- Sûre-i Sâffât Âyet: 42- Türlü meyveler. (Çünkü meyve telezzüz için aranır. Gıdalanmak için değil. Ehl-i cennet muhkem, tehallülden masun ve mahfuz bir hilkate kalb edilecekleri için rızkları da hâlis meyveler olacaktır. Orada hıfz-ı sıhhat endişesi yoktur.) Onlar (izzet ve) ikram edilmiş kimselerdir. (Bütün arzularına yorulmadan, istemeden nâil olurlar.)
43- Naîm cennetlerinde,
44- Birbiriyle karşılıklı tahtlar üzerinde.
45- Onların her biri (Şarab-ı) maînden türlü kadehlerle tavaf (ve ziyaret) edilir(ler).
46- Bembeyaz, içenlere bir lezzet.
47- Orada bir humar (baş ağrısı) da yok, onların bundan bîhuş olacakları da yok.
48- Yanlarında da nazarlarını yalnız zevcelerine atfetmiş iri (şahin) gözlü kadınlar vardır.
49- Ki bunlar (kuş tüyleriyle) örtülüp saklanmış yumurtalar gibidir.
50- (Ehl-i cennetten) Kimi kimine dönüp sorarlar (dünyada geçen hâllerini).
51- İçlerinden bir sözcü der ki: “Hakikat, benim (dünyada) bir arkadaşım vardı.”
52- (Bana) “Gerçek sen de (tekrar dirilmeye) kat'i inananlardan mısın?”derdi.
53- “Biz öldüğümüz ve bir toprak, bir yığın kemik olduğumuz zaman mı, hakikaten biz mi cezalanmış olacağız?”
54- (O sözü söyleyen zât, ihvanına, kardeşine) Der ki: “Siz (onun içyüzüne) vâkıf olucular mısınız?”
55- Derken o (bizzat) bakıp, bunu o çılgın ateşin tâ ortasında gördü.
56- (Ve ona) Dedi ki: “Allah'a yemin ederim, sen az kaldı beni de muhakkak helâk edecektin.”
57- “Eğer Rabbimin nimeti olmasaydı, ben de (seninle beraber cehennemde) hazır bulundurulanlardan olacaktım.”
E- Sûre-i Sâd Âyet: 52- Yanlarında da gözlerini yalnız (zevcelerine) dikmiş, bir yaşıt (dilberler) vardır.
F- Sûre-i Duhân Âyet: 51- Muttakîlerse hakikaten emin (afetten, intikamdan, hoşa gitmeyecek şeylerden) bir makamda.
52- Cennetlerde, pınar (baş)lar(ın)dadır.
53- İnce, nâzik ve kalın (altın işlemeli) ipeklerden, atlaslardan giyecekler, karşı karşıya (gelerek muhabbet edecekler)dir.
54- İşte (emir) böyledir. Onlara bembeyaz, şahin gözlü hurileri eş yaptık.
55- Orada emin emin (bitip tükenmekten ve zarar vermekten endişe edilmeyen hizmetçilerden) meyvenin her türlüsünü iste(yip getirtirler).
G- Sûre-i Tûr Âyet: 22- Onlara canlarının isteyeceği meyve(ler)i, et(ler)i de bol bol verdik.
23- Orada birbirleriyle öyle kadeh çekişirler ki! Onda ne bir saçmalama, ne de bir günâha sokma yoktur. (Dünyadaki içkilerin hilâfınadır.)
H- Sûre-i Vâkıa Âyet: 18- “Mâin” (kaynağın)dan (aslâ bitmeyen, eksilmeyen bir kaynaktan akan cennet şarabından dolu) büyük kaplarla, ibriklerle ve kadehlerle.
19- Ki bundan baş ağrısına uğratılmayacakları gibi akılları da giderilmez (deliliği, sarhoşluğu dünya şarabı gibi humarı -baş ağrısı- yoktur).
20- Beğeneceklerinden (türlü) meyve(ler).
21- İştahlanacaklarından kuş et(ler)i ile (etraflarında dolanırlar).
22- (Orada) Şahin gözlü hurileri de (vardır).
23- Saklı inci timsalleri gibi.
24- (Bunlar mukarreblerin) İşledikleri iyi amel (ve hareket)lere bir mükâfat olarak (yapılır).
25- Onlar orada (cennette) ne boş bir lâf, ne de günâha sokacak bir şey işitmezler.
26- Yalnız bir söz (işitirler ki o da) “Selâm, selâm”dır.
27- Sağcılar: “Onlar ne (mutlu) sağcılardır!”
28- Dikensiz kiraz.
29- Meyveleri tıklım tıklım muz ağaç(lar)ı.
30- Yayılmış (dâimî) gölge(ler).
31- Daima akan su(lar).
32,33- (Hiçbir zaman) Kesil(ip tüken)meyen, yasak da edilmeyen birçok (cinsten) meyve(ler) arasında.
34- Ve (kadri) yükseltilmiş döşeklerdedirler.
35- Hakikat, biz onları (Hurileri) yepyeni bir yaratılışla yarattık da (doğumsuz olarak. Bazı hadislere göre bu, yaşlı dünya kadınlarına da şâmildir).
36,37- Kız-oğlan kızlar, zevcelerine sevgi ile düşkün, hep bir yaşıt yaptık. (Bütün ehl-i cennet 30 yahut 33 yaşında şâb-ı emred olarak cennete gireceklerdir.)
İ- Sûre-i Rahmân Âyet: 46- Rabbinin huzurunda durmaktan korkan (bir gün hesab için Rabbinin huzuruna çıkacağını düşünüp, masiyeti terk eden) kimseler için iki cennet vardır.
48- (Bu cennetler) Çeşit çeşit ağaçlar(la doludur).
50- Bu iki (cennet)te akar iki kaynak vardır. (“Tesnim” ve “Selsebil”dir.)
52- Bu iki (cennet)te her meyveden çifter çifter (nev'i)ler vardır.
56- Oralarda (o iki cennette, köşklerde) gözünü yalnız zevcelerine hasretmiş (öyle dilber)ler vardır ki, bunlardan (bu zevcelerden) evvel ne bir insan, ne bir cin aslâ kendilerine dokunmamıştır.
58- Sanki onlar (birer) yakuttur, mercandır.
62- (O) İki (cennet)ten başka iki cennet daha vardır. (Ehl-i cennetten her birine dört cennet isabet edecek demektir.)
64- (Bu cennetler) Koyu yeşil (renkte)dirler.
66- İçlerinde (suları) durmayıp fışkıran iki pınar vardır.
68- İçlerinde her nev'i meyveler, hurma ve nar vardır.
70- İçlerinde güzel huylu, güzel yüzlü kadınlar vardır.
72- Çadırlar içinde ehl-i perde huriler vardır. (Huri: Gözünün beyazı çok beyaz, karası da çok kara kadın demek.)
J- Sûre-i İnsan Âyet: 15- Onlara gümüşten billûr (çünkü cennetin toprağı baştanbaşa gümüşten) kaplar, kupalar dolaştırılır.
16- (Evet) Gümüşten (yaratılmış) billûrlar ki miktarını (sâkiler) tayin etmişlerdir.
17- Orada onlara katkısı zencefil olan dolu kadeh de içirilir.
18- (Zencefil) Orada bir pınardır. “Selsebil” adı verilir (ona).
19- Etraflarında her dem taze (ebedî hayatta) çocuklar dolaşır ki, sen onları gördüğün zaman saçılmış birer inci sanırsın.
K- Sûre-i Nebe Âyet: 31- Şüphesiz takva sahipleri için (her korkudan) selâmet (ve her arzuya) vuslat vardır.
32- (Ya o) Bahçeler, üzüm bağları.
33- Memeleri tomurcuklanmış bir yaşıt kızlar.
34- Dolu kadehler.
35- Orada ne bir boş lakırdı, ne de birbirine yalan söyleme işitmezler.
36- (Bunlar) Rabbinden bir mükâfat ve yeter bir bağış olarak (verilir. Yahut amelleri muktezasınca verilir).
L- Sûre-i Tatfif (Mutaffifin) Âyet: 22- Şüphesiz o iyiler (cennet) nimet(ler)i içinde.
23- (Süslü) Tahtlar üzerinde (kendilerine verilen nimetleri) temaşa edeceklerdir.
24- Öyle ki sen o nimetin (her dem tâze) güzelliğini yüzlerinde (görünce) tanırsın.
25- Onlara mühürlü (kabının ağzı mühürlü ki onlardan başkası için sökülmez), hâlis bir şaraptan içirilecek.
26- Ki onun (içiminin) sonu bir misktir. (Nefis bir kokudur.) O hâlde nefaset isteyenler bunu arzu etmelidir(ler).
27- (O şarabın) Katkısı “Tesnîm”dendir.
28- (O) Bir pınardır ki, mukarrebler (yalnız) onu içerler.
33.1.1. Kevser Hakkında Bilgi
Buharî Hadis No: 1761- Enes ibn-i Mâlik'ten (ra) şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Nebi (sav) semâya (ve âli makamlara) yüceltildiği zaman (bu Mirâc'a âit gördüklerini anlatırken): “Bir ırmağa götürüldüm ki, onun iki tarafı sahil (saraylar)ı içleri boş hâlis inci kubbelerdi.” buyurdu. Cibril'e “Bu nedir?” diye sordum. O da “İşte bu Kevser'dir.” diye cevap verdi.
Buharî Hadis No: 1762- Âişe'den (rha) rivâyete göre (Ebû Ubeyde tarafından) Hz. Âişe'ye: (إِناَّ أَعْطَيْناَكَ الْكَوْثَر “İnnâ a'taynâ ke'l-kevser” -Yâ Muhammed! Emin ol sana biz kevser verdik-.) âyetinin tefsiri soruldu. O da: “Kevser muazzam bir ırmaktır ki, Peygamberimiz'e (sav) bahş olunmuştur. Onun iki taraf sahili, içi boş hâlis inci üzerine bina kılınmıştır. Bu (Mübarek) nehrin bardakları yıldız sayısıncadır.” diye cevap verdi.
Kevser Arapça'da çokluk mânasına delâlet eden bir kelimedir, Araplar sayısı çok, miktarı bol, kıymeti yüksek olan her şeye Kevser derler. Yukarıda tercüme ettiğimiz iki hadisin delâlet ve sarahati vechile ulemânın cumhuru, bunun Cenâb-ı Hakk tarafından Peygamber Efendimize ihsan buyrulan bir havz olduğunu iltizam etmişlerdir. İkrime'den de Kevser'in nübüvvetle, Kurân'la, İslâm'la tefsirleri rivâyet olunmuştur. Mücâhid'den de: “Bütün hayır ve saadettir.” sûretinde bir tefsir nakledilmiştir. Bunlardan başka: Peygamberimizin kalbinde bir nur, Peygamberimizin şefaati, Peygamberimizin mûcizeleri, “Lâ ilâhe illallah” ve daha bir hayli mânalar da rivâyet olunmuştur. Bu mübarek kelime şu tefsirlerden hangisine hamlolunursa olunsun, hepsinde miktarca feyz ve bereket, kıymetçe de girânbahâ hayır ve saadet mânası vardır ve bu mâna mülâhaza olunur.
Kevser hadisi, mütevâtiren naklolunan pek az hadislerden birisidir. Sıhhatinde hiç şüphe yoktur. Bu cihetle Kadi İyâz: “Havz-ı Kevser hadislerinin hepsi sahihtir. Havz-ı Kevser'e iman farzdır; onu tasdik ve mevcudiyetini kabul etmek imandandır, Ehl-i Sünnet ve'l- Cemaat'e göre, bu hususta vârid olan her haber zâhirine hamlolunup tevil edilemez.” demiştir.
Kevser sûresi, bazı din düşmanlarının Resûl-i Ekrem'e buğz ve adâvetle (ebter:sonsuz, güdük, nesli kesik) demiş olmaları üzerine gönderilmiştir. Bu bâbda ulemânın ittifakı olmakla beraber, bu âdi sözü kimin ve nasıl bir vesile ile söylemiş olduğuna dâir rivâyetler ihtilâflıdır. İbn-i Abbas'tan naklolunan rivâyete göre, Âs ibn-i Vâil söylemiştir. Resûl-i Ekrem'in büyük oğlu Kasım'ın vefatı üzerine İbn-i Vâil: أَصْبَحَ مُحَمَّدٌ أَبْتَرًا “Asbaha Muhammed'un ebter” (Artık Muhammed sonsuz sabâh oldu).” demişti. Bunun üzerine bu sûre nâzil olarak “Aziz Peygamberim! Biz sana Kevser verdik. Sen Rabb'in rızası için namaz kıl ve kurban kes. Şüphesiz ki sana adâvet edenler, muhakkak onlar sonsuzdur, güdüktür.” meâlindeki âyetlerle red olunmuştur. Ulemânın ekserisi bu rivâyeti iltizam etmişlerdir. Ukbe'nin, Kureyş'ten bir zümrenin, Ebû Cehil'in, Kâb ibn-i Eşref'in tefevvûhâtı olduğuna dâir de rivâyetler vardır.
Buharî Hadis No: 1067- Ebû Hüreyre'den (ra) Nebi'nin (sav): “Hayatım yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki; (kıyâmet gününde) ben, bir güruh adamları Havz(-u Kevser)imden muhakkak tard edeceğim. Yabancı devenin havuzdan uzaklaştırıldığı gibi!” buyurduğu rivâyet edilmiştir.
Bu hadis-i şerifin hadd-i tevatüre vâsıl olmak derecesinde kat'iyyet ifade eden müstesna bir mevkii vardır. Hadisin tevatüre yakın âli bir dereceye yükselmiş bulunduğu, ulemâdan bir cemaatin rey-u ictihadıdır. Binâenaleyh hadisin mazmununa ve ifade ettiği Havz-ı Kevser'in vücuduna imanın vâcib olduğu, sayısız ehl-i ilimden nakledilmiştir.
Resûl-i Ekrem (sav) Havz-ı Kevser'den tard ettiği bu sınıf insanların tayininde ulemâ ihtilâf etmiştir. İbn-i Tîn, “Bunlar münâfıklar” demiş, İbn-i Cevzi de “Ehl-i bid'at olduklarını” iltizam etmiş. Sahihi Buharî'de ise bunların “Tebdil-i din eden ehl-i irtidât oldukları” zikredilmiştir.
33.1.2. Havz-ı Kevserin Büyüklüğü
Buharî Hadis No: 2057- Abdullah ibn-i Amr ibn-i Âs'tan (ra) rivâyete göre, Nebi (sav) şöyle buyurmuştur: “Benim (cennetteki) havuzumun (zâviyeleri müsâvi) bir aylık mesire genişliğindedir. Onun suyu sütten beyazdır, kokusu miskten daha hoştur. Bardakları da gökyüzünün yıldızları gibi çoktur. Ondan içen kimse hiç susamaz.” “Zaviyeleri müsavi” kaydından bunun murabba' şeklinde olduğu anlaşılıyor.
Kevser havuzunun tûl ve arzına dâir müteaddit Ashâb tarafından, müteaddit mesaha mikyasları rivâyet edilmiştir. Müellif Buharî'nin rivâyetlerinden başka, Şârih Ayni de Umdetu'l-Kari'de en mûteber kaynak-lardan birçok rivâyetler toplamıştır. Anlaşılıyor ki, Resûl-i Ekrem birçok hutbelerinde, müteaddit vâkıalar üzerine Kevser havuzundan bahis buyurmuş ve bunlardan hatıra gelen müteaddit şehirler arasındaki mesafeyi, havuzun mesaha mikyâsı olarak kullanılmıştır ki, bunların hepsindeki hadd-i müşterek, mübarek havuzun tam murabba' şeklinde olduğudur.
Bir ciheti daha kaydetmek isteriz ki, havuz, haşr, cennet ve cehennem vasıfları âhiret hayatına dâir âyân ve evsâf-ı mütefâvit akıl ve zekâ sahiplerinin anlayabilmeleri için dünya hayatına âit ölçülerle ve gaib şâhid ile temsil edilerek tebliğ buyrulmuştur.
33.1.3. Cennet Nimetlerinin Güzelliği Bâbında
Resûl-i Ekrem Efendimize Utarid kisranın kendisine hediye ettiği ipek libâsı vermişlerdi. O kadar güzeldi ki Ashâb-ı Kirâm şaşırıp kalmışlar ve “Yâ Resûlallah! Bu sizin için gökten mi indi?” diye sormuşlar. Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz: “Buna neden bu kadar şaşıyorsunuz? Sâd ibn-i Muaz'ın cennetteki peşkirleri bundan çok iyidir.” buyurmuşlar.
33.1.4. Ehl-i Cennetin Kullanacakları Eşya ve Libaslar
Buharî Hadis No: 1345- Enes (ibn-i Mâlik)'ten (ra) gelen rivâyete göre demiştir ki: Bir kere Nebi'ye (sav) (Ûkeydir ibn-i Abdi'l-Melik-Devmetu'l-Cendel Meliki tarafından) ince bir atlas cübbe hediye olundu. Resûlullah ise (erkeklerin) ipekli kullanılmasını yasak ettiğinden halk, Peygamberin bunu kabul buyurmasına hayret ettiler. (Bunun üzerine Resûlullah) “Buna taaccüb mü ediyorsunuz?” buyurdu.
(Ashâb) “Evet!” diye tasdik ettiler. Resûlullah da: “Muhammed'in hayatı yed-i kudretinde olan Allah'a yemin olsun ki, İbn-i Muâz'ın cennetteki mendilleri (hayret ettiğiniz) şu cübbeden muhakkak daha güzeldir.” buyurdu.
33.2. CENNETİN BÜYÜKLÜĞÜ VE CENNETİN SIFATLARI HAKKINDA BİLGİ
A- Sûre-i Âl-i İmrân Âyet: 133- Rabbinizin mağfiretine ve takva sahipleri için hazırlanmış olan cennete koşuşun, ki eni göklerle yer (kadardır).
B- Sûre-i Ra'd Âyet: 35- Takva sahiplerine vaad edilen cennetin sıfatı (şudur): Altından ırmaklar akar onun. Yemişleri ve gölgeleri dâimdir. İşte (fenalıktan) sakınanların (Mesud) akıbeti. Kâfirlerin sonucu ise ateştir.
C- Sûre-i Muhammed Âyet: 15- (Şirkten) Sakınanlara vaad olunan cennetin sıfatı (şudur): İçinde rengi, kokusu, hiçbir vasfı bozulmayan sudan ırmaklar, tadına halel gelmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şarabdan ırmaklar, süzme baldan ırmaklar vardır, orada meyvelerin her (çeşidi) onlarındır. (Üstelik) Rablerinden de mağfiret vardır. Hiç bu(nlar), o ateşte ebedî kalan ve bağırsaklarını parça parça eden kaynar sudan içirilen kimseler gibi midir?
Not: Tasavvuf erbâbına göre su ırmağı, ilm-u marifet; süt ırmağı, İlâhi zevke ve hakikate âit ameller; şarab ırmağı, aşk-u muhabbet; bal ırmağı da ehadiyyetin tecellisinde ve vahdet cemâlinin müşahedesindeki halâvettir. Nitekim Mevlâna Celâleddin-i Rûmi hazretleri şöyle demiştir: “Cennetin dört ırmağı bizim hükmümüz altındadır. Bu hüküm bizim kuvvetimizden değil, Allah'ın yüce fermanındandır.” Yani amel bizim ihtiyarımızdadır, ırmakları kazanmak da Allah'ın fermanı, vaadi mucibince bize müyesser olmuştur.
33.2.1. Cennetin ve Cehennemin El-yevm Mevcut Olduğu
Buharî Hadis No: 1339- Abdullah ibn-i Ömer'den (ra) Resûlullah'ın (sav) şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: “Sizden biriniz öldüğünde sabah, akşam âhiretteki yeri kendisine gösterilir. Eğer o ölü ehl-i cennetten ise kendisine ehl-i cennetin makamlarından gösterilir. Eğer ehl-i nârdan ise cehennemlikler(in yerin)den gösterilir.”
Buharî bu hadisi, cennetin vasfı ve el'an mahlûk ve mevcut olduğuna dâir haberleri tahric etmek üzere açtığı bir bâbında rivâyet etmiştir. “Cennet” kelimesi bir şeyi örtmek ve gizlemek mânasına olan nûnun teşdidiyle جَنَّ “Cenn” lâfzından alınmış ve bu itibar ile mütekâsif ağaçların zemini örtüp gizlemesi, o meşcereye cennet denilmesine sebep olmuştur. Bu itibarla şeriat lisanında vârid olan cennet: Şu fâni hayatta gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, akılların tahmin ve tahayyül edemediği nimetleri, saadet vesilesi olan her şeyi ihtiva eden mü'minlerin saadet durağı demektir. Biz bu ebediyet saadethanesi hakkında yalnız Allah'ın ve Peygamberinin bildirdiği derecede malûmâtı haiz bulunuyoruz ki, bunların bir kısmını bu bahiste göreceğiz.
Buharî bu mevzua dâir bu bâbında on beş hadis rivâyet etmiştir ki, bunlardan bazılarının Türkçeleri ve izahları yukarıda geçti. Sırası geldikçe bu geçen hadislerin sıra numaralarını bildireceğiz. Bu bâbın unvanında da müellif Buharî, cennetin el'an mahlûk ve mevcut olduğunu iş'ar eden bazı âyetlere ve bunların tefsirlerine işaret etmiştir. Müellifin bu mevzua ehemmiyet vermesinin sebeplerinden bir mühimi, Mûtezile'yi red olsa gerektir. Çünkü Mûtezile cennet ve cehennemin şimdi mevcut ve mahlûk olduklarını münkir olup, ileride yaratılacaklarına kâni ve müttefiktirler. Bu hususta gereken malûmatı, âit olduğu bölümlerde izah etmiş bulunuyoruz.
33.2.2. Cennetteki Tûbâ Ağacı
Buharî Hadis No: 1346- Yine Enes ibn-i Mâlik'ten (ra) gelen rivâyete göre, Nebi (sav): “Ashâbım! Cennette (Tûbâ denilen) bir ağaç vardır ki, bir süvari onun gölgesinde yüz sene gezse, onun gölgesini aslâ bitiremez.” buyurmuştur.
Buharî Hadis No: 1347- Ebû Hüreyre'den (ra) bir rivâyette de Enes ibn-i Mâlik hadisi gibi vârid olmuştur. (Ziyade olarak) Ebû Hüreyre: “İsterseniz (bu haberi teyid için) ‘Ashâb-ı yemin: Defterleri sağ taraflarından verilenler, bu gölgede sâyebân olurlar.’ (meâlindeki Sûre-i İnşikâk 7,8'nci âyetlerin)i okuyunuz.” demiştir.
Buharî Hadis No: 1348- Ebû Saîd-i Hudrî'den (ra) rivâyet olunduğuna göre Nebi (sav): “Ehl-i cennet, cennette kendilerinden yükseklerdeki (ehl-i guref denilen) birtakım köşklerin sahiplerini (aralarındaki mesafe farkından dolayı) güçlükle görebilirler. Nasıl ki, (gündüz) şark veya garp ufkunda ziyadar kalan parlak yıldızı, aradaki mesafe uzunluğundan dolayı dikkatle bakanlar seçebilirler.” buyurmuş.
Ashâbı: “Yâ Resûlallah! O âli köşkler Enbiyâ menzilleri midir? Başkaları oralara erişemez mi?” diye sordular. Resûlullah: “Evet, o köşkler Enbiyâ menzilleridir. Fakat (Allah başkalarına da ihsan edebilir) hayatım yed-i kudretinde bulunan Allah'a yemin ederim ki (Enbiyâ'dan başkaları) o erlerdir ki, onlar Allah'a iman ve peygamberleri tasdik etmişlerdir.” buyurdu.
Müellif Buharî'nin bu hadisten sonra cennetin kapılarına dâir açtığı bir bâbı vardır. Bu bâbında Sehl ibn-i Sâd'in şu meâldeki hadisini rivâyet etmiştir:
Nebi (sav) “Cennette sekiz kapı vardır. Bunların içinde birisinin adı (Reyyân:Suya kanmış kişi)dir. Buradan cennete yalnız oruçlular girer.” buyurmuştur.
Ehl-i sünnet ve'l-cemâanın itikadı vechile, cennet ve cehennem el-hâletu hâzihi mahluk ve mevcut olup, Allah'ın sevgili kullarına ıyânen münkeşif olabileceği istihrac olunmuştur. Ehl-i hicaba göre, keyfiyetini ne tarife, ne tarif olunmasını idrake yol vardır.
33.3. CENNETTE EHL-İ İMAN İÇİN AYRI AYRI DERECELER (MAKAMLAR) OLDUĞU VE SALTANATLI BİR HAYATIN DEVÂM EDECEĞİ
A- Sûre-i Âl-i İmrân Âyet: 163- Onlar (Allah'ın rızasına tâbi olanlar) ise Allah indinde derece derecedir. Allah, (emin olanları da, hainlik edenleri de) ne yaparlarsa hakkıyla görücüdür.
B- Sûre-i İnsan Âyet: 20- Orada herhangi bir yeri gördüğün zaman (büyük) bir nimet, bol bir (ihtişam ve) saltanat görürsün.
Not: Sahih olan rivâyetlere göre cennet ehlinin en aşağı mertebede bulunanının bile seksen bin hizmetçisi, kendi zevcesinden başka hurilerden yetmiş iki karısı vardır. Hadim denilen hizmetçiler erkeğe de kadına da şâmildir. Bunlar müşriklerin çocuklarıdır. Bazılarına göre de kimi onlardan, kimi diğer çocuklardan, kimi de hurilerdendir. En aşağı mertebede olanların saltanatı böyle olursa, Nebilerin, Sıddıkların, Şuhedanın, Arif-i Billâh olanların saltanatı ne kadardır, burasının mukayesesini size bırakıyoruz.
33.3.1. Cennetin Boş Kalan Yerlerine, Rabbimizin Birtakım Halk Yaratıp İskân Ettireceği ve Cennetin Rahmetine, Cehennemin de Azab-ı İlâhiyeye Makarri Olduğu
Buharî Hadis No: 1739- Ebû Hüreyre'den (ra) rivâyete göre Nebi (sav) şöyle buyurmuştur: Cennetle cehennem birbirleriyle cenkleştiler. Şöyle ki: Cehennem; “Ben kibirli ve zorlu kimselere tahsis olundum!” dedi. Cennet de; “Bana ne oldu ki, bana nâsın yalnız zayıf ve sakat kısmı dâhil olur.” dedi. Aziz ve Celîl olan Allah-u Teâlâ cennete buyurdu ki: “Sen benim rahmetim(in tecelli ettiği yer)sin. Ben kullarımdan rahmet etmek dilediğim kimselere seninle rahmetimi izhar ederim.” Cehenneme de dedi ki: “Şüphesiz ki, sen de azabım(ın mukarri)sin. Kullarımdan azab etmek istediğim kimselere seninle azab ederim. Cennetle cehennemden her ikisi için dolmak hakkı vardır. Fakat cehennem dolmak bilmez.
En sonu Allah ona ayağını basar, (kahr ve tezlîl eder) o da: Yetişir, yetişir, yetişir!” der. İşte o zaman cehennem dolar ve cehennemdekiler birbirlerine karışıp toplanır. (Cehenneme tıka basa doldurulmakla) Aziz ve Celîl olan Allah-u Teâlâ halktan hiçbir kimseye zulmetmez. Cennete gelince; (Onda boş yer kalmaz) Allah-u Teâlâ (cennetin boşluklarını doldurmak için) yeniden birtakım halk yaratır. (Bunları iskân eder.)
33.3.2. Cennette Vâris Olan Bir Makam Olduğu
Sûre-i A'râf Âyet: 43- (Ve o Ashâb-ı cennete şöyle) Nida olunur: “İşte o, bu cennet, yani dünyada vaad olunduğunuz cennet, gönlünüzdeki bütün gıll-u gışı silen, altından ırmaklar akan, içinde böyle hamd ederek safa-i dâimle muhalled olacağınız bu cennettir. Siz buna vâris kılındınız.”
Bu âyet-i kerimenin tefsiri zımmında bir hadis-i şerif şöyle vârid olmuştur: “Hiçbir kâfir ve hiçbir mü'min yoktur ki, hem cennette hem nârda bir menzili olmasın. Binâenaleyh ehl-i cennet cennete, ehl-i nâr nâra dâhil oldukları zaman cennet, ehl-i nâra kaldırılır gösterilir. Oradaki menzillerine bakarlar ve kendilerine: ‘İşte siz Allah'a taatle amel etmiş olsa idiniz, bunlar sizin menzilleriniz idi’ denilir.
Sonra ‘Ey ehl-i cennet! haydi amelleriniz sebebiyle siz bunlara vâris olunuz’ denilir. Binâenaleyh onların menzilleri, ehl-i cennet beyninde (arasında) taksim edilir.”
33.3.3. Dört Cennetin Bulunduğu ve Cennetin Varlığındaki Tezin Hakkında
Sûre-i Rahmân Âyet: 62- “İki cennetin berisinde iki cennet daha vardır.”
Buharî Hadis No: 1743- Abdullah ibn-i Kays'tan (ra) Resûlullah'ın (sav) şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur. “İki cennet vardır ki, bunların kapları ve eşyaları gümüştendir. Diğer iki cennet daha vardır ki, bunların kapları ve eşyaları da altındandır. Cennet-i Adn'deki ehl-i cennetle bunların Rablerine nazarları arasında, Allah'ın yüzünde ridâ-yi azamet ve kibriyâsından başka bir şey bulunmayacaktır.”
Unvanımızdaki âyette: “İki cennetin gerisinde iki cennet daha vardır.” buyrulduğuna göre, cennet dört oluyor. Bunlardan ikisi bundan önce “Kıyâmette hesab için Rabb'inin divanında duruşmaktan korkan herkes için iki cennet vardır.” (Sûre-i Rahmân Âyet: 46) âyetinde bildirilen iki cennet Adn ve Naim denilen ve mukarrebîne mahsus olan cennetlerdir ki, hadis-i şerifte bunların kapları ve bütün eşyasının altından olduğu haber veriliyor. Dört cennetten diğer ikisi de unvanımızdaki: “İki cennetin berisinde iki cennet daha vardır.” kavl-i şerifinde bildirilen ve bunların öbür iki cennetin derece itibarıyla dûnunda bulunan cennetlerdir ki, hadiste bunların kaplarının ve bütün eşyasının gümüşten olduğu bildirilmiştir.
Sûre-i Rahmân Âyet: 72- “(Bu cennetlerde tûl) Çadırlar içinde ehl-i perde (kendilerine el değmemiş, bütün hayatını evine bağlamış) huriler vardır.” kavl-i şerifi.
Buharî Hadis No: 1744- Abdullah ibn-i Kays'tan (ra) Resûlullah'ın (sav) şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: “Bir hakikattir ki, cennette içi boş inciden bir çadır vardır. Bunun eni altmış mil mesafe devam eder. Bunun her köşesinde bir aile bulunur ki, başkası onları göremezler. Onlar birbirlerini ziyaret ederler.”
Hûr: Havranın cemi sigasıdır ki, gözünün beyazı şiddetle beyaz, siyahı da son derece kara olan dilbere denilir ve ahû gözlü tabir olunur.
33.4. EHL-İ CENNETİN CENNETE GİRERLERKEN KALBLERİN-DEN KİN VE HASED GİBİ KÖTÜ HUYLARIN ALINACAĞI
Sûre-i A'râf Âyet: 43- Kinden, göğüslerinde (dünyadan kalma) ne varsa söküp atacağız. (Kalblerini “gıll-u gıştan” temizleriz. Öyle ki artık aralarında dostluktan ve muhabbetten başka bir şey kalmaz. Hz. Ali -kerremallahü veche- buyuruyor ki: “Ben -Osman, Talha ve Zübeyr ile birlikte- onlardan olmamı cidden umarım.”) Altlarından ırmaklar akacaktır. “Hamd olsun Allah'a ki” derler, “bizi hidâyetiyle buna kavuşturdu. Eğer Allah bize hidâyet etmeseydi kendiliğimizden bunun yolunu bulmuş olamazdık. Andolsun ki, Rabbimizin peygamberleri gerçeği getirmişlerdir.” Onlara: “İşte (dünyada) yapmakta devam ettiğiniz (iyi işler) sâyesinde mirascı edildiğiniz cennet budur.” diye nida edilecektir.
33.5. EHL-İ CENNETİN DUÂLARININ ALLAH'I TESBİH, BİRBİRLERİNE TEMENNİLERİNİN İSE SELÂMLA MUKABELE ETMEK OLDUĞU
Sûre-i Yunus Âyet: 10- Bunların (ehl-i cennetin) oradaki duâları “Yâ Allah! Seni tesbih ve tenzih ederiz.” (sözüdür). Orada (aralarında) ki tahiyyetleri (sağlık temennileri, iltifatları) selâmdır. Duâlarının sonu da اَلْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعاَلَمِينَ “Elhamdü lillahi Rabbi'l-âlemin (Hamd olsun kâinatın Rabbi olan Allah'a)” (demektir).
33.6. CENNETTE DOĞUM VE ÖLÜMÜN EBEDİYYEN OLMAYACAĞI
Sûre-i Duhân Âyet: 56- Orada ilk ölümden başka ölüm tatmazlar. (Ebedî hayata mazhar olurlar. Ölüm olmayacağına göre doğum da olmayacak demektir.) (Allah) onları cehennem azabından korumuştur.
33.7. CENNETTE MÜ'MİNLERİN ALLAH-U TEÂLÂ'YI GÖRECEĞİ, KÂFİRLERİN İSE CEHENNEMDE KAT'İYYEN RÜ'YETTEN MAHRUM OLACAKLARI, DÜNYADA DA ALLAH'I GÖRMENİN MÜMKÜN OLABİLECEĞİ
A- Sûre-i En'âm Âyet: 103- O'na gözler erişemez. O' (nun ilmi) ise bütün gözleri ihata eder. O, (kulları hakkında) gerçek rıfk-u lutf sahibidir. (Her şeyden de) haberdardır.
Not: “Ona gözler erişemez.” demek, “Onun künh-ü zâtını gözler hakkıyla idrak ve ihata edemez.” demektir. Yoksa cennette rü'yetin vukuu âyetlerle ve ehâdislerle mensustur.
B- Sûre-i Kâf Âyet: 35- Orada onlar ne dilerlerse var. Nezdimizde daha fazlası da var. (Bu fazladan maksat, cumhura göre rü'yetullahtır. Aynı zamanda bu ziyade, gözlerin görmediği kulakların işitmediği, hiçbir insan kalbinin hatırlayamayacağı nâmütenâhî nimetlerdir.)
C- Sûre-i Kıyâmet Âyet: 22- Yüzler (vardır) o gün ter-ü tâzedir. (Kıyâmet günü, güzel, ışık saçıcı yüzler vardır. Allah'ın cemâlini görmeye hak kazanmış nurâni simalar.)
23- Rablerine bakacaktır.
Not: Ehl-i Sünnet âlimleri dediler ki: Allah-u Teâlâ'yı görmek aklen imkânsız değildir, mümkündür. Bunun âhirette vukuu hususunda ittifak etmişlerdir.
Binâenaleyh mü'minler Cenâb-ı Hakk'ı göreceklerdir. Bundan sonra gelen âyet-i kerimede bildirildiği üzere, bundan kâfirler mahrum kalacaklardır. Erbâb-ı bid'atten Mûtezile, Havaric fırkalarıyla Mürcie'den bazıları, “Cenâb-ı Hakk'ı onun kullarından hiçbiri göremez. Onu görmek aklen imkânsızdır.” dediler. Bu apaçık bir hatadır ve çirkin bir cehalettir. Çünkü gerek Kur'ân-ı Kerîm'in, gerek sünnet-i seniyyenin, gerek Ashâb-ı Kirâmın, gerek bunlardan sonra gelen bütün eslâfın hep birbirine uygun ve müzâhir delilleri, Cenâb-ı Hakk'ı görmeyi ispat etmişlerdir. Mezâhib-i Hakka göre rü'yet, Cenâb-ı Hakk'ın kullarında yarattığı bir kuvvettir. Bunda ne ziyaların ittisali, ne görünecek olanın karşıya gelmesi, ne de başka bir şey şart değildir. Buharî ve Müslim hadislerine binâen cennette Allah-u Teâlâ'yı semâda ayı gördüğümüz gibi, yani birbirimizi rahatsız etmeden seyredeceğiz, göreceğiz.
D- Sûre-i Tatfif (Mutaffifin) Âyet: 14- Hayır (hakikat öyle değil), bilakis onların kazanmakta oldukları (irtikâb ettikleri masiyetler) kalblerini yenmiş (paslandırmış)tır.
15- Hayır (inanmazlar). Şüphesiz ki onlar o gün (kıyâmet günü) Rableri(ni görmekten) kat'iyen mahrumdurlar.
İmâm Şafii, Mâlik, Zeccâc diyorlar ki: “Bu âyet, mü'minlerin cemâl-i İlâhiyi göreceklerine bir delildir. Öyle olmasaydı, tahsisi bir şey ifade etmezdi.” Husayn bin Fadl da şöyle demiş: “Dünyada tevhidden mahrum olanlar âhirette de rü'yetten mahrum olurlar.”
E- Sûre-i A'râf Âyet: 143- Vaktaki Musa (ibadet için) tayin ettiğimiz vakitte geldi. Rabbi ona (İlâhi sözünü) söyledi. (Musa) Dedi ki: “Rabbim! (Cemâlini) göster bana, (ne olur) seni göreyim.” buyurdu: “Beni kat'iyyen göremezsin. Fakat şu dağa bak. Eğer o yerinde durabilirse, sen de beni görürsün.” Derken Rabbi o dağa tecelli edince (Rabbinin nuru dağda zuhur edince) onu paramparça ediverdi. (Onu bir toprak yığını hâline getirdi) Musa da baygın yere düştü. Ayılınca dedi ki: “Seni tenzih ederim. Tevbe ettim Sana. Ben iman edenlerin ilkiyim.”
Not: Bu âyet-i kerime gösteriyor ki: Musa (as) Cenâb-ı Hakk ile mukâlemede bulunmuştur. Kelâm-ı İlâhi ise şüphe yok ki, insanların kelâmı kabilinden değildir. Öyle harflerden müellef, sedaya mukarin değildir. Ehl-i sünnet ve'l-cemaat'in ekserisine göre kelâm-ı İlâhi, ezelî ve kadim bir sıfat-ı İlâhiyedir. O hâlde Hz. Musa'nın işitmiş olduğu kelâm-ı İlâhiden murad, Eşariyye'ye göre, işte bu hakikî ezelî sıfatı işitmiş olmaktan ibarettir. Bu zâtlar diyorlar ki: “Cenâb-ı Hakk'ın Zâtı cism ve arez olmadığı hâlde, nasıl rüeyi müteazzir değildir.” Maturidiye âlimlerine göre ise Hz. Musa, bir harîk olarak Tûr'daki bir ağaç ile kâim olan müellef harfleri mukatta savtları işitmiştir. Haft ve savt ile olmayan kelâm sıfat-ı ezeliyyesini ise Musa (as) elbette işitmiş değildir. Rü'yete gelince: Bu âyet-i celîlede, Cenâb-ı Hakk'ın görüleceğinin cevazına delâlet vardır. Çünkü Musa (as) Ulu'l-Azm Peygamber-i zî-şândır. Eğer bu rü'yet haddizatında mümteni olsa idi, elbette bunu bilir, böyle bir talebde bulunmaz idi. Eğer rü'yetullah mümteni olsa idi, Cenâb-ı Hakk “Ben görülemem.” diye buyururdu. “Sen beni göremezsin.” diye buyurmazdı. Dağdaki tecelliyat da bir nevi rü'yettir. Demek ki dağ; bir nev'i hayata, rü'yet kabiliyetine nâil olmuş, rü'yet-i İlâhiyeye nâiliyet şerefine kavuşmuş, fakat bunun azamet ve muhabbeti tesiriyle parçalanmıştır. Binâenaleyh insan için de rü'yetullah mümkündür. Fakat insanlar bu rü'yete bu dünyada tahammül edecek bir kabiliyete haiz değildir. Ehl-i iman, ancak buna âhiret hayatında nâil olacaktır. Bu dünyada Allah'ı görmek mümkün olamazsa da, görmeyi talep etmek aslâ suç değildir.
33.7.1. Rü'yet-i Hakkın Müşahede Olunacağı Hakkında
Cerir (bin Abdullah el-Beceli)'den (ra), şöyle demiştir: Bir gece Nebî-i Ekrem (sav) ile birlikte bulunuyorduk. (Ayın on dördüne müsadif idi) kamere bakıp buyurdu ki:
“Şu ayı nasıl rü'yetinden hiçbiriniz mahrum olmaksızın (yahut birbirimize gösterebilmek için sıkışıp üst üste yığılmanıza hacet kalmaksızın, hepiniz zahmetsizce) görüyorsanız, Rabbimiz (Teâlâ ve Tekaddes hazretlerin)i de öyle göreceksiniz. Artık güneşin tulûundan da, gurubundan da evvelki namazların hiçbirinden alıkonmamak elinizden gelirse (ona) çalışınız.”
Not: Yevm-i kıyâmette ibadullah-ı mü'minîne Rablerinin Cemâl-i Pâkini bila hicâb rü'yet ve müşahede müyesser olacağına, Mûtezile ile Havaricden başka taraf-ı İslâmiyeden hiçbirinin şek ve şüphesi yoktur. Rü'yet-i ebsar dediğimiz, hakikatte gözün değil, ruhun fiilidir. Göz bir âletten ibarettir. Eşyayı hakikatte gören biziz.
Göz bozulduğu zaman müşahede ve rü'yet güçleşir. Bizde fena bulan bir şey yoktur. Göze bir gözlük ilâve etmek sûretiyle eşyayı yakından ve uzaktan görmek mümkünleşir. O hâlde gören gözdür. Diğerleri vasıta-i âletten ibarettir. Gözden seyreden de ruhtur, nefistir. İçinde bulunduğumuz âlem-i maddide bile, tezkiye-i nefse muvaffak olmuş birçok erbâb-ı kemâlatın didelerinden perde ve hicab sıyrılıp, yukarda mevzu-i bahs olan alât-i muineye bile muhtaç olmaksızın, herkesin gözüne münkeşif olmayan şeyleri görmek, hatta gayr-i maddi olan cin ve melâikeyi müşahede eylemek, kendilerine müyesser olmuştur. Nefis, azâlarla irtibatlıdır. Nefis tezkiyesi ile azâlar hassaslaşır. Âdemin âlem-i kübra sırrı tecelli eder. Zâhir ve batın hâller ref olur. Dünya hayatında rü'yet-i âdem böyle iken, âhiretteki ahvâl-i beşer dünya hayatına hiç benzemeyeceğine göre, rü'yet-i Hakk'ın müşahedesinin gerçek olduğu, nass ve hadis ile sabit olduğuna şahadet ve delâlet eder.
Âhirette “Allah ile kul arasında perde bulunmaz.” kavl-i şerifi, temsil tarikiyle vârid olmuştur. Cenâb-ı Hakk'ı hiçbir şeyin ihata, hiçbir şeyin setr etmesi mümkün değildir. Belki Cenâb-ı Hakk'ı dünyada rü'yet mukadder olmadığı için, bu fâni gözler, taraf-ı İlâhiden bir hicâb-ı âmâ ile setr edilmiştir. Kıyâmet gününde ise bu perde kaldırılarak -ehâdis-i sahihada vârid olduğu vechile- Rabbimizi, Leyle-i Bedir'de ay görür gibi bil-muâyene göreceğiz.
33.8. EHL-İ İMANIN CENNETE KENDİ ZÜRRİYETİ VE ZEVCELERİ İLE GİRECEĞİ VE İLK GİRENLERİN MİKTARI
A- Sûre-i Ra'd Âyet: 23- (Dünyanın ehl-i iman için iyi bir sonucu vardır ki, o sonuç) Adn cennetlerdir. Onlar, -atalarından (ana ve babalarından) zevcelerinden, zürriyetlerinden salâh erbâbı olanlarla beraber olmak üzere- oralara girecekler, melekler de her bir kapıdan onların yanına sokulacaklar (ve şöyle diyeceklerdir):
24- “Sabrettiğiniz şeylere mukabil sizlere selâm (ve selâmet) dâr(-ı dünya)nın en güzel sonucudur bu!”
B- Sûre-i Tûr Âyet: 20- “Sıra sıra dizilmiş tahtlara yaslananlar olarak.” Biz onlara şahin gözlü hurileri eş yaptık.
21- İman edip de zürriyetleri de iman ile kendilerine tâbi olanlar (yok mu?) Biz onların nesillerini de kendilerine kattık. (Birlikte cennete koyduk. Onların derecelerini yükselttik. Bu, evladlarıyla bir arada yaşamaları için babalarına İlâhi bir lütf-ü ikramdır.) Kendilerinin amelinden bir şey de eksiltmedik. Herkes kazancı mukabilinde bir rehindir (Merhundur -ipotektir- eğer iyi amel ile gelirse bu rehini çözer ve illâ helâke uğrar. Herkes hayır ve şerr ne kazandıysa onun mukabilini görür).
33.8.1. Ehl-i Cennetin İki Zevcesi Olacağı
Buharî Hadis No: 1341- Ebû Hüreyre'den (ra) şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Nebi'nin (sav) huzurunda bulunduğumuz sırada O, bize şöyle buyurdu: “Ben bir kere uyurken kendimi cennette gördüm. O sırada bir kadın (Ümm-i Süleym) bir köşkün yanında abdest almakta idi. (Yanındaki meleklere) ‘Bu köşk kimin için (hazırlanmış)dır?’ diye sordum. Onlar: ‘Ömer ibn-i Hattâb için.’ dediler. (Buraya girmek istedim. Fakat) Ömer'in gayretini (kıskançlığını) hatırladım da hemen yüzümü arkama çevirdim. (Resûlullah'ın bu lâtifeli müjdesi üzerine) Ömer (sevincinden) ağladı da: ‘Yâ Resûlallah! Sana karşı mı kıskançlık edeceğim?’ dedi.”
Buharî bu hadisi, cennetin el'an mahlûk ve mevcut olduğuna dâir açtığı bir bâbında rivâyet etmiştir. Bundan sonra da şu meâldeki meşhur ve kudsi bir hadisi rivâyet etmiştir ki, meâl-i şerifi: Ebû Hüreyre'nin Resûlullah'tan rivâyetine göre, Cenâb-ı Hakk: “Salih kullarım için ben cennette hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insan gönlünün hatırlamadığı birtakım nimetler hazırladım.” buyurmuştur.
Buharî Hadis No: 1342- Yine Ebû Hüreyre'den (ra) rivâyete göre Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Cennete ilk giren bir cemaat vardır ki, onların yüzleri ayın on dördüncü gecesindeki nurlu sûretine benzer. Onlar ağızlarından, burunlarından ve bedeninin sâir yerlerinden bir şey çıkarmazlar. Onların cennetteki kapları ve tarakları altın (ve gümüş)tendir. (Buhurdan-lıklarının) Udları, ûd-i Hindîdir. Onların teri misktir. Ehl-i cennetten her birinin iki kadını vardır ki, vücudunun letafetinden iki baldırı (kemiği)nin iliği etinin üstünden görünür. Ehl-i cennetin arasında ne ihtilâf vardır, ne de düşmanlık. Gönülleri (sanki) bir gönül. Onlar sabah, akşam Allah'ı tesbih eder(ek zevkyâb olur)lar.”
33.8.2. Cennete İlk Gireceklerin Miktarları
Buharî Hadis No: 1344- Sehl ibn-i Sâd'dan (ra) rivâyete göre, Nebi (sav) şöyle buyurmuştur: “Muhakkak ki, ümmetimden yetmiş bin yahut yedi yüz bin (kişi veya zümre, hesab ve ikab görmeksizin, ilk defa olarak cennete) girecektir. Bu ilk zümrenin sondakileri cennete girinceye kadar öndekiler girmeyecektir. (Ve bir sâf hâlinde hepsi defaten gireceklerdir.) Bunların yüzleri, Bedir gecesinde (sanki) ayın (nuranî) çehresidir. (Her bir kişinin maiyeti olan yetmiş bin kişi de, cennete ikinci zümre olarak milyarlar hâlinde girecektir.)”
33.8.3. Hûr-i İyn ve Onların Sıfatları
Buharî Hadis No: 1182- Enes ibn-i Mâlik'ten (ra) Nebi'nin (sav) şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: “Cennet hurilerinden bir kadın yer halkına baksa, hiç şüphesiz o, cennetle yer arasındaki fezayı aydınlatır. Ve oraya bir güzel koku doldurur. Yine muhakkaktır ki, o kadının başörtüsü, dünyadan ve dünyadaki her şeyden değerlidir.”
33.8.4. Cennete Hesabsız Gireceklerin Kimler Olacağı
Buharî Hadis No: 1926- İbn-i Abbas'tan (ra) şöyle dediği rivâyet olunmuştur:
Resûlullah (sav) buyurdu ki: “Bana bütün ümmetler arzolunup gösterildi. Bana şu senin ümmetindir; bunlardan yetmiş bin kişi hesaba çekilmeksizin cennete girecektir.” denildi. (Bu hitabeden) Sonra (odasına) girdi. (Nâs münazara etmeye başlayınca) Bu münazara Resûl-i Ekrem'e erişmekle hemen hâne-i saadetten çıkıp “Cennete hesabsız girecek mü'minler efsun etmeyenler, teşe'üm eylemeyenler, şifânın (Allah'tan olduğuna inanıp) keyden olduğuna inanmayanlar ve her hususta Allah'a tevekkül edenlerdir.” buyurdu. Bunun üzerine Ukkâşe ibn-i Mihsen: “Yâ Resûlallah! Ben onlardan mıyım?” diye sordu. Resûl-i Ekrem: “Evet onlardansın.” buyurdu. Sonra başka birisi (Sâd ibn-i Ubâde) ayağa kalkarak: “Ben onlardan mıyım?” dedi. Resûl-i Ekrem: “Bu hususta Ukkâşe senden öne geçti.” buyurdu.
Bu ikinci suali soran zâtın Sâd ibn-i Ûbâde olduğunu Hatib-i Bağdadi nakletmiştir. Resûl-i Ekrem Sâd ibn-i Ubâde'ye müsbet cevap vermemekle sual kapısını kapamış bulunuyor. Yoksa mecliste bulunanlar tarafından sualler tevâlî edecekti.
33.9. CENNETTE NE GÜNEŞ, NE YAZ, NE DE KIŞIN OLMADIĞI
Sûre-i İnsan Âyet: 13- (Oraya girin.) Hepiniz, içinde tahtlar üzerine yaslanıcı (bahtiyarlar) olarak, orada ne bir güneş, ne de bir zemheri (ne sıcak, ne soğuk yahut ne güneş, ne ay. Orası bunlar olmaksızın baştanbaşa ziya içindedir), görmeyerek.
14- Ve gölgeleri (ağaçlarının) onlara yakın, meyveleri de emirlerine (her an ve her sûretle) boyun eğdirilmiş olarak (ayakta olan da, oturan da, yatan da onlara erebilir, devşirebilir).
33.10. CENNETE; İMAN EDİP, NEFSİ İTMÎNÂNE ERMİŞ KİMSE-LERLE, MUVAHHİD ZÜMRELERİN GİRECEĞİ; EHL-İ A'RÂFIN KİMLER OLDUĞU VE ONLARIN DA SONRA CENNETE GİRECEKLERİ
A- Sûre-i A'râf Âyet: 46- İki (taraf) arasında (sûrdan) bir perde ve “A'râf” üzerinde de (cennetlik ve cehennemliklerin) her birini simalarıyla tanıyacak (muvahhid) ricâl vardır ki, onlar henüz oraya (cennete) girmemiş, fakat onlar girmeyi şiddetle arzu eder olarak cennet yârânına: “Selâmün aleyküm!” diye nida ederler.
47- Gözleri ehl-i cehennem tarafına çevrildiği zaman da: “Ey Rabbimiz! Bizi zalimler güruhu ile beraber bulundurma.” derler.
48- (Yine) A'râf yârânı (kâfirlerden) simalarıyla tanıdıkları (elebaşı) birtakım adamlara şöyle nida ederek derler: “Ne çokluğunuz (yahut topladığınız mallar), ne de (Hakka karşı) yeltenmekte devam ettiğiniz o kibr(-u azamet) size hiçbir faide vermedi.”
49- “Kendilerini Allah'ın, rahmetine erdirmeyeceğine yemin ettiğiniz kimseler bunlar (bu ehl-i cennet) mi idi? Girin cennete! Size hiçbir korku yoktur ve siz mahzun da olacak değilsiniz.
Not: A'râf her şeyin tümseği demek olan عرف“A-r-f-”nin cem'idir. Atın yelesine, horozun ibiğine de bu münasebetle “Arf” denilmiştir. Buradaki “A'râf”tan murad, müfessirlerin beyanına göre, cennetle cehennem arasındaki sûrdan bir perdenin yüksek tepeleridir. Bazı tefsircilere nazaran hasenatı (iyilikleri, sevabları) ile seyyiatı (kötülükleri, günâhları) bir gelenler, bir zaman burada kalırlar. Bİlâhare en son girenlerden olarak cennete konulurlar. Bazılarına göre, fetret devirlerinde kendilerine peygamber gelmeden önce, ehl-i muvahhid olarak ölenlerle, müşrik çocukları da burada kalacaklardır. Hasan-i Basri hazretleri bütün bu rivâyetleri reddederek diyor ki “A'râf marifettendir. Cennet ehli ile cehennem ehlini tanımak ve birbirinden ayırt etmek üzere Allah'ın tayin buyurduğu ricâldir. Vallahi bilmem, şimdi bir kısmı belki beraberimizdedir.” “A'râf”, cennetin sûrudur da denilmiştir.
B- Sûre-i Yunus Âyet: 26- İyi iş, güzel amel yapanlara (“ihsan” mertebesine erenlere) daha güzel iyilik, bir de ziyade vardır. Onların yüzlerine ne bir toz (karalık) bulaşır, ne de bir horluk kaplar. Onlar cennetin yârânıdırlar ki, kendileri onun içinde ebedî kalıcıdırlar.
Not: “İhsân ve ziyâde”ye muhtelif mânalar verilmiştir. Bazıları “İhsan, kelime-i tevhiddir.” bazıları “teklifât-ı İlâhiyyeyi hakkıyla edâ ve menhiyyattan kemâliyle ictinab etmektir. Çünkü yüksek dereceler ancak taat ehline hastır.” demişler. Hadis-i şerifte vârid olduğu vechile “Cenâb-ı Hakk'a onu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir, sen onu görmesen de o seni görür, işte ihsan budur.”
buyrulmuştur. İhsan derecesi elbette çok yüksek bir derecedir. Ziyade hakkında da, “Ehl-i cennet için cemâl-i İlâhiye nazardır.” denilmiştir. Bu âyetteki “Hünsâ”yı “cennet”, “ziyâde”yi de “Hakkın cemâlini görmek.” diye tefsir etmişlerdir. Cuma gününe “Mezid günü” denmesi de bundandır.
C- Sûre-i Hûd Âyet: 107- Gökler ve yer durdukça orada ebedî kalıcıdırlar. Rabbinin dilediği (müddet) başka. Çünkü Rabbin ne dilerse hakkıyla onu yapandır.
108- Mesud olanlara gelince: Onlar da cennettedirler. Rabbinin dilediği (müddet) müstesna olmak üzere gökler ve yer durdukça onlar orada ebedî kalıcıdırlar. (Bu) bir lütf-u ihsandır ki (tükenip) kesilmesi yoktur.
Not: Bu âyet-i kerimedeki “Rabbinin dilediği müddet müstesna!” buyrulması, “Muvahhid olan fâsıklar, cehennemde cezalarını çektikten sonra oradan çıkarılacaktır.” mânasındadır. Ve sonra o ceza müddeti bittikten sonra cennete gireceklerdir.
D- Sûre-i Fecr Âyet: 27- Ey itmînâne ermiş Ruh! (Emin ve mutmain olan ruh nefs-i mutmainne kalb nuruyla tam bir sûrette nurlanan, mezmum sıfatlardan kurtulan, güzel huylarla huylanan ruh demektir. Zikrullah ile itmînâne ermiş ruh. Zira nefs, sebepler ve müsebbebler silsilesi içinde ilerliye ilerliye vâcib-ul vücuda yükselip, onun marifeti önünde karar kılar ve ondan gayriden artık müstağni olur. Yahut nefs-i mutmainne hakikate ermiş, bu sayede kendisinde hiçbir şüphe ve tereddüt kalmamış olan nefstir. Yahut nefs-i mutmainne ne bir korku, ne de bir tasa ile ızdıraba düşmeyen emin ruhtur. İtmînân sebat ve karar demektir, diyenler de olmuştur.)
28- Dön Rabbine, sen ondan razı, o senden razı olarak.
29- Haydi gir kullarımın içine.
30- Gir cennetime.
Not: Bunlar nefs-i mutmainne erbâbına ölüm zamanında yahut ba's zamanında yahut cennete girdiği zamanda söylenecektir.
33.10.1. A'râf Ehli
A'râf: Cennet ile cehennem arasında bir hicab bir sûr üzerindeki kuleler, yüksek mahaller demektir ki, buradan her iki makama nâzır ve ehl-i cenneti ve ehl-i narı simalarından tanıyacak bir zümre bulunur. Ehl-i A'râfın kimler olduğu hakkında iki kavil vardır:
1. Ebû Huzeyfe vesâireden mervî olduğu üzere, bunlar amelde kusur etmiş ve mizanda hasenat ve seyyiatları müsavi gelmiş bir taife-i muvahhidindir ki, cennet ile cehennem arasında bir müddet kalırlar. Sonra Allah Teâlâ haklarında bir hüküm verir.
2. Bunlar “Enbiyâ, şuheda, ahyar, ulemâ veya ricâl sûretinde görünür, melâike gibi dereceleri yüksek birtakım zevattır.” denilmiştir.
33.10.2. İstiğfar Eden Ehl-i Tevhidin Cennete Gireceği
Buharî Hadis No: 1945- Ebû Zerr-i (Gıfâri)'den (ra) şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Bir kere Nebi'(yi -sav- ziyaret)e gelmiştim. Resûlullah, üzerinde beyaz bir örtü bulunduğu hâlde uyuyordu. (Döndüm) Sonra yine geldim. Bu defa uyanmıştı. (Musâhabet esnasında) Resûl-i Ekrem: “Lâ ilâhe illallah deyip, sonra bu ikrâr ve iman üzerine vefat eden hiçbir kul yoktur, muhakkak o kul, cennete dâhil olacaktır.” buyurdu. Ben,
- “O kul zina etse, sirkat etse de mi?” diye sordum. O:
- “Zina etse de, sirkat etse de (tevbe ve nedâmet ederse)!” buyurdu. Ben hayret ederek:
- “Zina etse de, sirkat etmiş olsa da mı?” diye (tekrar) sordum. O:
- “Zina etse de, sirkat etse de!” buyurdu. Ben (Üçüncü defa):
- “Zina etse de, sirkat etse de mi?” diye sordum. Resûl-i Ekrem:
- “Evet, Ebû Zerr'in burnu toprakta sürtülmesine rağmen o kul zina etse de, sirkat etmiş olsa da (cennete girecektir).” buyurdu. Râvî (Ebu'l-Esved der ki): Ebû Zerr bu hadisi her rivâyet ettiğinde: “Ebû Zerr'in burnu toprakta sürtülmesine rağmen!” der idi.
Ebû Zerr gibi ilk Müslümanların beşincisi olan, böyle kadîmu'l-İslâm bir sahâbînin bir mesele hakkındaki sualini üç defa tekrar etmesinin sebebi, büyük günâh irtikâb eden bir kişinin cennete girebilmesini isti'zâm ederek hayret etmiş olmasıdır. Resûl-i Ekrem'in mükerrer cevapla karşılaması da, Ebû Zerr'in meseleyi hayâlinde bu derece büyütmüş olmasını reddetmek, Allah-u Teâlâ'nın insanlar üzerindeki rahmetinin genişliğini gereği gibi izhar ve beyan içindir. Şu kadar ki, Allah'ın bu derece geniş nimetine mazhar olmak, tevbe ve nedâmetle meşrut bulunduğundan; bu mühimmeye, Müellif Buharî Sahih'inde bu hadisin sonunda işaret etmiş bulunduğundan, bu tevbe ve nedâmet hususunu tercümemizde kavs içinde gösterdik. Bu hadis-i şerifte Hâricîler'in, Mûtezile'nin; büyük günâh irtikâb eden kişinin ebedî cehennemde kalacakları yolundaki iddialarını red vardır.
33.10.3.Tevhid-i Bâri Akîdesiyle Âhirete Gidenlerin Cennete Dâhil Olacağı
Buharî Hadis No: 1075- Ebû Zerr(-i Gifâri)'den (ra) şöyle dediği rivâyet edilmiştir. Bu hadis-i şerif evvelinden biraz uzun olduğu için mevzuumuzla ilgili kısmını almayı muvafık gördük.
Bu rivâyete göre: “Yâ Resûlallah! O işittiğim (ne idi?) yahut o işittiğim ses (ne idi?)” diye sordum. Resûlullah: “Sen de (böyle bir ses) işittin mi?” buyurdu. Ben de: “Evet!” dedim. Resûlullah: “Yanıma Cebrail (as) gelmişti de bana O:
Ümmetinden her kim Allah'a hiçbir şeyi şerîk koşmayarak (tevhid akîdesiyle) ölürse, cennete dâhil olur.” dediğini, hikâye buyururdu. Ben; “(Yâ Resûlallah!) Şöyle (zina gibi), şöyle (sirkat gibi) bir günâh işlerse de mi?” diye sordum.
Resûlullah: “Evet!” diye tasdik buyurdu.
Hadisin bu fıkrasından, Muhammed ümmetinin ümem-i sâireye fadl-u ruchânı bulunduğu müstefâd olmakla beraber, fâsıkın fısk-u masiyetinin cennete duhûlüne mâni olmayacağı da anlaşılmıştır. Fâsık fıskından ve Hakkullah ile hukuk-u ibâddan dolayı mukadder azabı çekerek temizlendikten sonra cennete girecektir.
33.11. EHL-İ CENNETİN SIFATLARI
Sûre-i Tevbe Âyet: 111- Şüphesiz ki Allah Hak yolunda (muharebe ederek düşmanları) öldürmekte, kendileri de öldürülmekte olan mü'minlerin canlarını ve mallarını -kendilerine cennet (vermek) mukabilinde- satın almıştır. (O'nun) Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'ân'da (zikr olunan bu vaadi) kendi üzerinde hak (ve kat'i) bir vaaddir. Allah kadar ahdinde vefa eden kimdir? O hâlde (ey mü'minler!) yapmış olduğunuz bu alış-verişten dolayı sevinin. Bu, en büyük saadettir.
Not: Mekke'de Akabe gecesi Ensâr'dan 70 kişi Resûl-i Ekrem'e bey'at ederlerken içlerinden Abdullah bin Revaha: “Yâ Resûlallah! Rabbin için ve senin için şartların nedir?” demişti. Buyurdu ki; “Rabbim için şartım, ona ibadet etmeniz, ona hiçbir eş tutmamanız; kendi hakkımdaki şartım da, nefislerinizi ve mallarınızı nasıl müdafaa ediyorsanız, beni de öyle müdâfaa etmenizdir.” Tekrar sordular: “Böyle yaparsak bize ne var?” Buyurdu ki: “Cennet” bunun üzerine: “Ne kârlı alış-veriş, bundan ne döneriz, ne dönülmesini isteriz.” dediler. Bu âyetin nüzul sebebi budur.
112- Tevbe edenler (bütün günâhlardan samimiyetle pişman olan ve bundan sonra terkine azmedenler), ibadet edenler (Allah'a itaati üzerine borç bilip, bunda ihlâs ile hareket edenler), hamd edenler, seyahat edenler (oruç tutanlar, cihad ve tahsil-i ilim gibi faideli seyahat yapanlar), rükû edenler, secde edenler (yani namaz kılanlar), (insanlara) iyiliği emredenler ve (onları) kötülükten vazgeçirmeye çalışanlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlar (emrettiklerini yapanlar, nehyettiklerinden kaçınanlar yok mu? İşte onlar da cennet ehlidirler. Habibim), sen o mü'minlere dahi (cenneti) müjdele.
Not: Bu âyet-i kerimelerden anlaşıldığı üzere cennet ehlinin sıfat-ı asliyesi ikidir: Birisi; Allah yolunda mal ve nefsi ile cihaddır. İkincisi; Allah'ın emrine inkiyad ve nehyinden ictinabdır. Binâenaleyh Allah yolunda cihad edenlerle, bu sûrenin 112'inci âyetinde zikr buyrulan sıfatlara sahip olan mü'minlerin dahi cennet ehli oldukları kat'i bilgimizdir. Bu iki sıfatı kendi-sinde cem eden mü'minlerin cennete dâhil olacakları, Allah-u Teâlâ tarafından bir vaad-i sübhaniyyedir. Bu vaad-i İlâhiyeye hak kazanmış mü'minlerin cennete idhalı, bir fazl-ı İlâhi olarak tahakkuk edecektir. cennete duhul bu amellerle değil, bu amellerle müzeyyen olan ehl-i imana bir fazl-ı İlâhi olarak bahşedilecektir. Kimse cennete ameli ile giremez. Ancak bu vaad-i İlâhi sebebiyle girebilir. Cennete duhûlde amel, bir sebeb-i adidir, sebeb-i hakikî değildir. Sebeb-i hakikî, Allah'ın fazl-ı keremidir. Nitekim bundan sonraki bahiste böyle olduğu beyan buyrulmaktadır.
33.11.1. Ehl-i Cennetin Ekseriyetinin Fakirler Olduğu
Buharî Hadis No: 1340- İmrân ibn-i Husayn'dan (ra) rivâyet olunduğuna göre Nebi (sav): “Ben, (Mirâc gecesi) cennette baktım da ehl-i cennetin çoğunun fakirler olduğunu gördüm. Cehenneme de baktım. Cehennemdekilerin çoğunu da kadınların (teşkil ettiğini) gördüm.” buyurmuştur.
Cennet sakinlerinin ekseriyetini fakirlerin teşkil etmesi keyfiyeti şöyle tevcih ediliyor: Birçok masiyetleri irtikâba sevk eden maldır, malın verdiği azgınlıktır. Dünya hayatında şerre vesile olan maldan mahrum fakirler ise ekseriyeti teşkil ettiğinden, dünyada dini vecibelerine bağlı bir hayat geçiren fakirlerin cennette ekseriyeti teşkil etmeleri tabiidir. Resûlullah'ın kabir azabından, erzel-i ömürden istiaze eder gibi fakirlikten de Allah'a sığındığı, müteaddit rivâyetlerle eserimizde geçmiştir. Burada fakirliğin cennete girmeye vesile olması rivâyeti ile aykırılığı hatıra gelebilir. Fakat Resûlullah fakirliğin kendisinden değil, belki fakirin zaman zaman mucib olduğu fitne ve fesattan istiaze etmiştir. Aynı sûretle Resûlullah, gınânın (zenginliğin) tevlid ettiği fitne ve fesattan da istiaze buyurmuştur.
Binâenaleyh fakirlik ve zenginliğin iyi ve fena olması, insan hayatındaki iyi ve fena tesire tâbidir. Müslümanlık hayra vesile olan servete de layık olduğu kıymeti vermiştir.
Cehennem sakinlerinin ekseriyetini kadınların teşkil etmesini İbn-i Ebi Sufre: “Ekseriyetle kadınların kocalarına karşı isyankâr ve küfürbaz olmalarıdır.” diyor. Kurtubi de; Kadınların tab'an erkeklerden asabi olmalarını, ziynete ve dünya alayişine meclûb bulunmalarını sebep olarak gösteriyor.
33.11.2. Ehl-i Cennet ile Ehl-i Cehennemin Kimler Olduğu
Sûre-i Sâd Âyet: 86- (Habibim!) De ki: “Bir ecir istemiyorum sizden ona karşı ve ben o tekellüfçülerden değilim.” (Yani Kur'ân'dan, o azim haberden dolayı sizden bir ecir istemiyorum. Ben o tekellüfçülerden de değilim. Kendinde olmayan bir şeye özenerek tekellüf ve tesannu ile satmaya çalışan müddeilerden değilim.
Yani böyle ciddiyetim, samimiyetim malûmunuzdur. Yok yere nübüvvet iddia etmeyeceğimi, Kur'ân'ı uydurmaya kalkışmayacağımı teslim etmeniz lâzım gelir.)
İbn-i Adiyy, Ebi Berze'den şöyle tahric eder. Demiş ki, “Resûlullah: ‘Size ehl-i cenneti haber vereyim mi?’ buyurdu. ‘Belâ, yâ Resûlallah!’ dedik. Buyurdu: هُمُ الرُّحَمَاءُ بَيْنَهُمْ ‘Hümü'r-ruham'âü beynehüm’ (Onlar aralarında merhametli olanlardır.) ‘Size ehl-i nârı haber vereyim mi?’ ‘Belâ, yâ Resûlallah!’ dedik. Buyurdu ki: ‘Onlar ye'se düşenler, ümidi kesenler, yalancılar, tekellüfçü olan-lardır.’ ” Mütekellifin alâmeti de, Beyhaki'nin Şuabu'l-İman'da İbn-i Munzir'den tahricine göre üçtür: Kendisinin fevkinde olan kimse ile yarışmak ve yetişeme-yeceği şeye el sunmak ve bilmediği şeyi söylemek. Sahihayn'da vârid olduğu üzere İbn-i Mesud (ra) demiştir ki: “Ey insanlar! İçinizden her kim bir ilim bilirse söylesin, bilmeyen de ‘Allah-u a'lem’ desin.”
33.11.3. Ehl-i Cennet ile Ehl-i Nâr Olanların Ekserisinin Kimler Olduğu
Buharî Hadis No: 1819- Usame bin Zeyd'den (ra) Nebi'nin (sav) şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: “Cennet kapısının üstünde oturdum. Bir de gördüm ki, (sorgusuz) cennete girenlerin çoğu fakirlerdir. Mal sahibi zenginler ise, bunların cehennemlik olanlarından başkaları (cennet kapısının önünde yahut A'râf'ta hesab için) hapis ve tevkif olunmuşlardır. Zenginlerin (fukara hakkını vermeyen) ehl-i nâr olanları ise, cehenneme konulmaları önce emrolunmuştu. Cehennem kapısının önünde de durdum. Bir de baktım ki, cehenneme gidenlerin çoğu kadınlardır.”
33.12. CENNETE DUHULÜN ALLAH'IN FAZL-I KEREMİ İLE OLACAĞI
Sûre-i Hadîd Âyet: 21- Rabbinizden mağfirete ve -genişliği yerle göğün eni kadar olan, Allah'a ve Peygamberlerine iman edenler için hazırlanmış bulunan- cennete (ulaşmak) için yarış yapıp kazanın. İşte bu, Allah'ın fazl(-u kerem)idir ki, onu kime dilerse ona verir. (Yani Allah'ın fazl-u lütfu olmadıkça kimsenin cennete girmesi mümkün değildir. Mülküne kimi dilerse vâris kılar.) Allah, büyük fazl(-u inâyet) sahibidir.
Bir hadis-i şerifte: “Cennete kimse ameliyle giremez. Ancak Allah'ın fazl-u keremiyle girebilir.” buyrulmuştur.
33.12.1. Cennete Duhulde, Amelin Sebeb-i Hakikî Olmadığı
Buharî Hadis No: 1918- Ebû Hüreyre'den (ra) şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Resûlullah'tan (sav) işittim ki: “(Allah'ın kerem ve rahmeti olmadıkça) Hiçbir kişiyi onun güzel işi ve ibadeti cennete koyamaz.” buyurdu. Bunun üzerine Ashâb: “Yâ Resûlallah! Sizi de mi koyamaz?” diye sormuşlardı da, Resûl-i Ekrem şöyle cevap verdi: “Evet beni de Allah'ın fazl ve rahmeti bürümedikçe yalnız ibadetim cennete koyamaz. Bu vechile Ashâbım; iş ve ibadetinizde (itidal ile hareket edip) ifrat ve tefritten sakınınız. Doğru yoldan gidip Allah'a yaklaşınız.”
Bu hadis-i şerif, Mûtezile'nin وُجُوبٌ عَلىَ اللهِ “Vücûbün Alallâh” akîdesini reddeder. Şöyle ki, Mûtezile taat ve ibadet sevabı icab eder. Binâenaleyh taat ve sevab cennete girmenin illet-i mucibesidir. Binâenaleyh emirlerine itaat eden bir kulu, Allah'ın cennetine koyması aklen vâcibdir, ifası muhakkak bir borçtur. Derler ki, hadis-i şerifte bu tez açık bir ifade ile reddolunmuştur. Ehl-i Sünnet mezhebine göre, taat ve sevab ile cennete giriş arasında şer'i bir mülazeme yoktur. Mevzuumuz olan hadis, böyle bir mülazimeye manidir. Binâenaleyh taat ve ibadet cennete duhul için sebeb-i adidir, sebeb-i hakikî değildir. Sebeb-i hakikî, Allah'ın fazlı, Allah'ın rahmetidir.
33.12.2. Allah'ın Rahmet Deryasının Genişliği
Buharî Hadis No: 2031- Ebû Hüreyre'den (ra) şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Resûlullah'ın (sav) şöyle buyurduğunu işittim: “Allah'ın rahmet deryasındaki bunca genişliği kâfirler bilseydi, cennetten ümitlerini kesmezlerdi. Eğer mü'minler de Allah'ın tâmûsundaki her gûnâ azabı bilselerdi, cehennem azabından emin olmazlardı.”
33.12.3. Dilin Bir Afet Olduğu gibi, Hıfzeden İçin de Duhul Olacağı
Buharî Hadis No: 2032- Sehl bin Sâd'dan (ra) rivâyete göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Her kim ağzın iki kemiği arasındaki dilini ve iki budu arasında bulunan (uzv-ı tenasül)ünü (şerden esirgemeyi) bana tazmin (ve temin) ederse, ben de o kişiye cenneti temin ederim.”
Buharî Hadis No: 2033- Ebû Hüreyre'den (ra) rivâyete göre, Nebi (sav) şöyle buyurmuştur: “Bir kul, Allah'ın hoşnut olduğu (mübarek kelimeler)den bir kelimeyi (o kelimeye hiç ehemmiyet vermeyerek) mübâlatsız söyleyiverir. Hâlbuki Allah-u Teâlâ o kelime sebebiyle o kimsenin derecesini yüceltir. Şöyle bir kul da vardır ki, Allah-u Teâlâ nın gazabını mucib bir kelimeyi (ona ehemmiyet vermeyerek) mübâlatsız söyleyiverir. Hâlbuki Allah-u Teâlâ o kötü söz sebebiyle o kimseyi cehennemin dibine indirir.”
33.12.4. Cennet ve Cehenneme Duhulün Sebepleri
Buharî Hadis No: 2035- Ebû Hüreyre'den (ra) rivâyete göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Cehennem şehvet perdesiyle örtülmüştür. (Oraya) şehvetler (irtikâbiy)le (girilir). Cennet de nefsin hoşlanmadığı ibadetlerle korunmuştur. (Buraya da ibadet meşakkatleriyle girilir.)”
Buharî Hadis No: 2036- Abdullah ibn-i Mesud'dan (ra) rivâyete göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “(Ashâbım) cennet sizin her birinize nalınının tasmasından daha yakındır. Cehennem de bunun gibi (yakın)dır. (Taat cennete, masiyet cehenneme yaklaştırır.)”
HAKK'A DAVET
NASİHAT-I İSLÂMİYYE